Actions

Work Header

fallingforyou

Summary:

"bir şey diyeyim mi, biz var ya, seninle çok iyi olurduk."

omega kim taehyung ve onun dolandırıcı ev arkadaşı alfa jeon jungkook.

Notes:

Chapter 1: komşular, ruh eşleri ve sokak direkleri

Chapter Text

ResimLink - Resim Yükle

Tak! Tak! Tak!

Ahh! Ahh!

Tak! Tak! Tak!

Yastığımı kulağıma bastırıp çığlık atmamak için öylesine büyük bir mücadele veriyordum ki şu kapıdan dünya üzerinde en sevdiğim insan girse gözünün yaşına bakmadan parçalara ayırabilirdim, üstümde öyle bir sinir ve bunalmışlık vardı. Ayrıca, yalıtımı yapan o mimarı da ustayı da mahvetmek istiyordum güzel uykularımın katili olmalarının en büyük etkeni oldukları için.

Aniden ses kesildiğinde yastığı başımdan kaldırdım ve karanlığa mahmur gözlerle bakarak derin bir nefes alma gafletine düşüyordum bitti diye ki, biter miydi? Yatağın duvara vuruş temposu artmaya başladığında kızın tizden çıkan çığlıkları yükseldi ve alfanın hırlayışı odayı kapladı. Muhtemelen ağzını kapatmıştı o kısa sessizlikte, bunu bilmekten nefret ediyordum çünkü lanet olası çift üst katımdaydı ama küçük odamın sağ tarafındaki boş çift kişilik yatakta sevişiyor gibi bütün ses içerideydi.

"Ahh alfa! Geliyorum!"

Omegam mutsuzca mağarasında çenesini patilerine yaslayıp iç geçirince içime bir anda hüzün yerleşti. Alfasının yanında olmayışı, eşi tarafından reddedildiği için yüreğini kaplayan hüznü iliklerimde hissetmiştim ve bu yüzden de üzerimdeki papatyalı örtüyü tekmeleyerek doğrulmuş sonra da başımı yukarı kaldırmış "Lütfen, boşal artık yoksa kendimi keseceğim." diye sızlanmakta bulmuştum çareyi.

Tam on dakika sürdü ikisinin de tamamen boşalarak sessizleşmesi. Ama şimdi de öyle bir stres altına girmiştim ki omegam beni rahatsız ediyordu ve ben gecenin bu saatinde telefonumu kucağıma almış kendimle mücadele içine girmiştim. Mesaj atmalı mıydım, atmamalı mıydım... Benim de gençlik mücadelem böyleydi, gündüzleri ışık saçar geceleri yatağa uzandığım anda eşinden ayrı düşmenin acısını çekerdim. Muhteşem olmayan hayatımın muhteşem olmayan getirileri şimdilik bu gibi dertlerle sınırlıydı.

Telefonumun kilidini açıp mesaj kısmına girdim ve dudağımı ısırarak ekran kapanana kadar bekledim. Pekala, mesaj atmıştım atmasına, yaklaşık iki hafta önce falan ama geri dönmemişti, şimdi yine atmak ne kadar mantıklıydı?

Yüzde yüz mantıksız.

Sus artık.

Gurursuzluğun beni şok ediyor.

O zaman seni reddeden eşinin acısını bana çektirmeyi bırak, köşende iç geçirerek emir vermek çok kolay sanki, diye cevap verdiğim kurdum yeniden iç geçirip sıkıntısını bütünüyle bedenime geçirince oflayarak telefonu boş olan yatağa fırlatıp kesilen sevişme seslerinin fırsatını değerlendirmek için uyku pozisyonu aldım. Ve tabii ki, bu kez de gece boyu devam edeceğini bildiğim o ses yan daireden yükseldi.

Bzzzzzzzz!

Bzzzzzzzz!

Ağlamaklı bir sesle yüzümü isyanla yastığa gömdüm ve elimi duvara vurdum. Hem de defalarca... Ama ses asla kesilmedi ve aksine inadına yapıyormuş gibi bir de müzik sesi eklendi buna. İki yıldır bu evde yaşıyordum, her sene bu kez sınanmayacağım dediğim noktada üst kat her gün kızgınlıkta gibi davranmaya devam etmiş, yan dairenin eski kiracı çiftinin mahalle inleten kavgaları tahammül edilemeyecek seviyeye gelmişti. Taşındıklarında tamam demiştim fakat bu kez de ne olduğunu bilmediğim bir bzzz sesi en büyük sınavım olmuştu. İşin en boktan yanı ise sessiz olsun diye kapısını çaldığımda asla açmıyordu ve yüzünü bile görmediğim biriyle mücadele ediyordum resmen. Ama dahası da vardı, gecenin kör saatine kadar devam eden bu sese bir süre sonunda alışıp uykuya bayılmış ve çalan kapım yüzünden sabah saat sekiz buçukta, alarmımdan yarım saat önce uyandırılmıştım. 

Uykulu gözlerle açtığım kapının ardında en azından birini görmeyi beklemiştim ama karşılaştığım tek şey kapının önüne bırakılmış ve son derece iyi paketlenmiş taba rengi kargo paketi olmuştu. Alnımı kapının çelik kirişine hafifçe vurarak sızlandım. Kesinlikle bana ait olmadığını biliyordum ve kime ait olduğunu da... Çok sevgili gürültücü yan komşumun bütün kargoları istisnasız üç aydır bana geliyordu. Her ne kadar teslim almak istemesem de bir şekilde kapının önüne bırakılıyordu ve bana bırakıldığına dair not edilmesi üzerime zimmetlendiğinin göstergesiydi. İstesem bile atıp geçemezdim.

İçimden bin tane küfür ede ede kargoyu yerden aldım ve üzerinde yazan Min Yoongi ismine yüz buruşturup mobilyalarımla asla uyumlu olmayan ufak kitaplığımdan blocknot alıp kargosunun bende olduğuna dair bir not yazdım ve kapısına yapıştırıp içeri girdim. Sonra da ara sıra içtiğim sigara paketini bez dolu çekmeceden alarak dişimle jelatinini yırtarak bir dal alıp yerine geri bıraktım.

Evde sigara içmeyi sevmezdim ancak balkonda içmek de pek kolay değildi. Çünkü balkondan çıkınca sağ tarafta kalan binanın en alt katında üniversiteli bir grup gencin çöp olarak kullandığı bir balkonu vardı. Haliyle yoğunca gelen koku yüzünden balkonun en sol tarafına çekilerek tüttürmek gerekiyordu. Sadece bununla da sınırlı değildi bu konu çünkü yaşadığım daire arka cephede kalıyordu yani yatak odam, banyo camı ve salonla mutfağın camı da çöp dolu balkona bakıyordu. Koskoca evde oksijenden faydalanabileceğim tek nokta salonun solda kalan tarafındaki fransız balkonla, küçük balkonun bir kısmıydı.

Kısa şortumun altındaki çıplak bacaklarımı birbirine sürtüp omzumdan düşen beyaz tişörtümü düzelterek sigaramdan birkaç duman alıp dirseklerimi demirliklere dayayarak ayılmaya çalıştım. Ancak sigara içerek etrafı izlemek bir süre sonra fazlasıyla düşüncelere boğulmama neden olup bende daha çok uyuma isteği yaratıyordu çünkü ben sorunlarından uyuyarak kaçan biriydim ve şuan aklıma düşen şeyden pek de memnun olmamıştım. Bu yüzden yaslandığım siyah demirliklerden doğrulup boştaki elimle önce sarı saçlarımı sonra da yüzümü ovuşturup  kollarımı yukarı kaldırarak gerindim. Sabahın keskin soğukluğu açıkta kalan tenimdeki tüm gözeneklerin belli olmasını sağlayarak bir üşümenin ilk işaretini hissetmemi sağladı.

Bir duman daha çektim ve dişlerim hafifçe takırdarken üflediğim dumanla karşı binadan bana yüz buruşturarak bakan saçları pırasaya benzeyen çocukla göz göze geldim. İnce bedeni, bakımlı yüzü ve boynunda her daim takılı kırmızı boncuklu kolyesiyle bana böyle iğrenerek bakmasının sebebi sanırım görmek istediği kişinin kendi türü olan omega değil de alfa olmasını istemesiydi. Yoksa o kadar da paspal olduğumu düşünmüyordum, yani sabah mahmurluğundan kaynaklı bakımsızlık tamam ama fakültenin gözde omegalarından biriydim yani.

Gözlerimi kocaman açıp "Ne var?" diye sessizce ağzımı oynatarak ona diklendiğimde yüzünü daha çok buruşturup gördüklerine tahammül edemez bir hızla perdesini çekip garip iletişimizi kesti. Eh, sonuçta ben de bir omega yerine her sabah baksırla dolaşan six packli hatta eight packli bir alfa görmeyi isterdim ama her istediğimiz olmadığı gibi her dileğimiz de gerçekleşmiyordu maalesef.

Yere eğilip sigaramı mermerin her zamanki köşesinde söndürerek içeri geçtiğimde akşam geldiğimde zaten yatacağım, bozulacak mantığımdan şaşmadığım yatağıma hüzün dolu bir bakış attım.  Ardından da hemen yanında Jimin ve Hoseok hyung gelmediği sürece asla bozulmayan çift kişilik yatağa bakındım. Artık bu yatağı sadece duştan sonra giyeceğim ve akşam geldiğimde çıkarttığım kıyafetlerimi koymak için kullanıyordum. Bu yüzden de yatağın görevi şaşmadı, üzerine temiz kıyafetlerimi çıkartarak duşa girdim.

Doğalgazın hala uğramadığı mahallede bozuk şofbenin iki ve üçüncü ayarında mekik dokuyarak en kısasının yarım saat sürdüğü duştan çıktığım gibi elektriği çok çekmesin diye şofbenin şartelini indirdim sonra da buzdolabından bir önceki günden kalma pişzza kutusunu alarak yatak odasına gittim. 

Bir yandan soğumuş pizzayı yedim bir yandan da yatağın üzerine çıkarttığım ancak beni asla tatmin etmeyen kombinimi değiştirdim. Bol ve dizleri yırtık kot pantolon giyip üzerine de beyaz bir tişörtle yumuşacık polar bir mont giyerek banyoya geçtim. Saçlarıma köpükle biraz hacim verip son dokunuşlarla gitmem gerektiğine karar vererek çantamı kaptığım gibi evden çıktım. Merdivenlerden seke seke inerken rutubet kokulu binanın kokusuna alt katlarda yaşayan alfalardan birinin kokusu karıştı. Arkası dönüktü ve siyah, asker traşı kesiminde saçları vardı. Kapısını açarken her hareketinde deri ceketinin komuz kısımlarının gerilişi görünüyordu. Benim indiğimi fark ettiğinde hafifçe döndü ve kulağındaki küçük pırlanta küpesi parıldadı. Beni yanından geçerken şöyle bir süzdü ve naneli, ferah kokusunu serbest bıraktı. Göz devirmemek için kendimi zor tuttum... Bir omegayı tavlamak için kullandığı yöntem fazlasıyla klişe gelmişti bana.

Bak bunu değerlendir, yoklukta iyi gider.

Sen en son depresyonda değil miydin?

Beni rahat bırak, defter tutuyorum.

Kaç isim var o defterde merak ediyorum.

İsim değil, koku var.

Pofurdayarak göz devirdim ve mahallenin aşağısındaki sokağın karşısında birçok öğrencinin bulunduğu durağa geçerek ringi beklemeye başladım. Her on beş dakikada bir olduğu için kırmızı ringin köşeden dönmesi pek uzun sürmedi. Kartımı okutup arka taraflara geçmek için hızla yürürken alfanın biri bana yerini verdiğinde teşekkür edip otururken ona hafifçe gülümsedim ve kirpiklerimin altından baktım. Alfanın dudakları hafifçe kıvrıldı ve kahverengi gözleri de aynı hızda parıldadı. Bundan hoşlanmış olmalı ki tam tepemde durarak tek eliyle tutunduğu üst demirle bana güç gösterisinde bulundu. Muhtemelen çok yakında kızgınlığa girecekti ve böylesine küçük bir temasla etkilenip etkileşim almak için de bu yola baş vurmuştu.

Her omega gibi ilgiden hoşlanırdım ancak bu demek değildi ki her gülümsemeyi ve her nezaketi  kabul edip karşılığını vermeliydim. Bu yüzden de kabul etmediğimi belli etmek için kulaklığımı taktım ve başını yola çevirip sessizce fakülte yolunu izlemeye başladım, alfa da zaten pes edip başka yere çoktan geçmişti.

Sessizce izlediğim yolda kulağımda çalan şarkıyla çantamın üzerinde tuttuğum düzgün ritim, kulağıma doluşan iç gıcıklayıcı sesle şaşarak kaşlarımı çatmama sebep oldu.

Bzzzzzzzz!

Tak! Tak! Tak!

Ahh!

Bzzzzzzzz!

Hayatımı karartan seslerin bütünü küçük bir uğultu olarak başlayıp müziğin arka planından yükselerek beni delirtmişti. Yaşam kalitemi düşüren bu durum kurdumu da etkiliyordu çünkü o küçük bzzz sesi değil de yukarıdaki sevişme sesleri bir zamanlar kendi evimdeki boş çift kişilik yatakta ve evin farklı köşelerinde yükselirken şimdi tek kişilik yatakta başkalarının seslerini dinliyordum. Huzursuzluk bir ceset ağırlığı gibi çöktü ve göğsümü ağrıttı. Sancılı geçen ilişkimin kırıcı detayları omegam yüzünden yüzüme çarpıp dururken tırnağımın köşelerini yolarak dikkatimi dağıtmaya çalıştım ama yeterli gelmediği için ayaklanıp ineceğim duraktan bir önce düğmeye bastım.

Oturan birkaç alfayla gözlerim istemsizce kesişti ve inmek için tutunduğum direkte dibimdeki başka bir alfasının daha ilgisine maruz kalmak omegamın stresini bir anda silmiş, cilveli bir gülüş takınarak gözlerimi yavaşça kapatıp açmama sebep olmuştu. Yonsei Üniversitesinin popüler omegalarında başı çekmiyordum ancak yolda yürürken alfaların göz odağı haline gelip yanlarındaki omegalardan azar yemelerinde oldukça etkiliydim. Güzel sanatlar fakültesinde durum daha bir farklıydı. Her fakültenin bir gözdesi vardı, bizimkinde de bu bendim, benim için güç gösterisine tutulacak ve bir kere de olsa kızgınlığını benimle geçirmek isteyecek kadar gözde bir omega olmak ilahi bir güç gibiydi.

Postacı çantama sıkıca tutunarak indiğimde omzum üzerinden bir gülüş göndererek kısa bir hoşça kalla vedalaştım ve hızlıca fakülteye yürüdüm. Yürürken de düşünmemeye çalıştım, en azından denedim ve sanırım biraz da olsa bunu başardım.

Duraklar arasında çok bir mesafe olmadığı için fakültenin kafeteryasına ulaşmam çok vaktimi almadı. Gözlerim doğruca tanıdık kızıl saçları alfayı aradı. Hoseok için fazlasıyla erken bir saatti aslında, Jimin'le ben resim okuyorduk o ise modern dans ama yine de bizimle vakit geçirmek için erken kalkma enerjisini bularak birçok zaman erkenden fakültede oluyordu.

Aradığım beden kot ceketiyle sandalyesine yayılmış bir vaziyette gözüme çarptığında neşeyle yanına koşturdum ve yanındaki sandalyeye yerleşmeden hemen önce yanağına kuru bir öpücük bırakarak "Günaydın," diye şakıdım. Yanında Jimin'in olmayışı yüzünden de hemen sordum "Kızgınlığının bittiğini söylemişti, gelmeyecek mi?"

"Ev arkadaşı dün kafasından oluşturduğu kombinin tişörtünü giyip yıkamadığı için yeni bir şeyler oluşturuyormuş. Bir on dakikaya gelir." oynadığı oyundan çok anlık başını kaldırıp bana baktığında hızlıca süzgecinden geçirdi beni "Bugün daha bir ışıl ışılsın, hayırdır? Suho'dan mesaj falan mı geldi?"

Adını duyduğumda içimi bir hüzün kapladı ve dudaklarımı büzme gereği duydum. Aklım gerçekten sürekli ondaydı ve arayıp rahatsız etmek istemiyordum. Üstelik bunları yapsam bile daha fazlasının olmayacağını bilmek hem beni hem de kurdumu incitmekten başka bir işe yaramıyordu. Atlatıyor muydum peki, sanmıyorum ama deniyordum, en azından kırgınlığımı toparlamaya çalışıyordum ama süre gerekliydi. Sonuçta kaç kişi şu zamanda ruh eşi tarafından reddediliyordu ki? Bir noktada biz hayatımızın sonuna kadar bağlı olacaktık bu yüzden de ondan tamamen kopamazdım. Omegamla alfanın arasındaki bağ buna izin vermiyordu.

Dudaklarım Hoseok'un iki parmağı arasına sıkıştırılınca düşüncelerimden sıyrılıp güneş açmış gülüşünü yakaladım. Dudaklarımı daha sıkı tutup iki yana salladı "Şaka yaptım sadece, bu ne böyle? Aptal bir alfa için değer mi bunları büzmeye, kendine gel."

Elini ittirdim ve hızla omuz silktim "Ne yapayım, aklıma düşürdün."

"Hiç çıktı mı ki?"

"Hyung..." dedim sızlanarak "O benim ruh eşim, biliyorsun... Aklımdan çıksa da ruhuma işlendi, elimde değil."

"Nasıl ruh eşin onu anlamış değilim ama şu çocuğu siktir etmenin zamanı geldi. Bak sen burada dudak büzüyorsun, o Polonya'da iki kişiyi aynı anda idare ediyor."

"Üç kişiyi." dediğimde Hoseok kaşlarını kaldırıp eliyle masaya hafifçe vurarak küfür etti. Suho sana olan sevgim bitti diyerek benden ayrılıp ruh eşi oluşumu da reddedince omegam inanılmaz bir stres altına girmişti reddedildiği için. Ve ben hala arada sırada omegamın kulağıma fısıldadığı gibi gurursuz ona mesaj atmayı kesemiyordum.

Mesaj atmıyor ya da benimle az sıklıkla iletişime geçiyor olabilirdi ama yine de bağ sayesinde bile olsa iletişimimiz vardı. Bir şekilde bu konuyu halledecektim, sadece dönmesini beklemem yeterliydi, evet, biz problemlerini henüz çözememiş iki yetişkindik, ancak zaman bizi büyütüyordu, döndüğünde çözemeyeceğimiz hiçbir şeyin olmadığına inanıyordum.

Çok düşünüyordum, hem de çok ve gereksiz. Bu yüzden de fark ettiğim anda başımı iki yana sallayıp dağıttım her şeyi ve sonra da kafamda moralimi toparlamak için güldüm "Tamam tamam," Hoseok'a sırnaştım hemen tatlı tatlı "En sevdiğim alfam yanımdayken Suho'ya ihtiyacım yok benim."

"Ha şöyle işte, gel bakayım kolumun altına."

Kıkırdamama engel olamadım ve Hoseok'un kolunun altına yanaşmaya yeltendim ancak masaya nereden geldiğini görmediğim bir şekilde dahil olan sarı saçlarıyla Jimin, başımı ittirip benim yerimi aldı. Dudaklarını da alfanın boynundaki kuzgun dövmesine bastırıp bana dil çıkarttı "Hayırdır alfama yanaşmalar falan? Birkaç gündür kızgınlıktayız da o kadar da değil."

"O benim de alfam."

Jimin'in üzerinden alfaya kocaman bir sarılma verdiğimde Hoseok üzerine binmiş ağırlığa göz devirip ofladı "Sizin yüzünüzden basiretim bağlanıyor biliyorsunuz değil mi? Bari kokunuzu bırakmayın da şansım olsun."

"Bu kadar kolay lokma olma hyung, kokumuzu bıraksak da savaşmıyorsa zaten sana göre değildir." diyen Jimin bu sefer biraz daha ileri gitmiş Hoseok'un boynuna gıcıklığına, koku bezlerine yanaşmadan sulu sulu öpücükler bırakmıştı. Hoseok ise her zaman alışkın olduğu bu tavra kınayan bir cık cıklamayla karşılamaktan geri durmadı ve derince bir nefesle yakındı "Sizle mi savaşacak? Güç onunla olsun o zaman ne diyeyim..."

Gülüşerek biraz daha ona sataşmayı sürdürdük sonra Jimin kızgınlığında ev arkadaşının eve getirdiği alfaya neredeyse saldırarak rezil olduğu anısını anlatmaya başladı. Ben de kendime kafeteryanın karton bardaktaki leş gibi kahvelerinden alarak ikisinin mide bulandırıcı bakışlarına maruz kaldım. Çoğu kişi için çok kötü olabilirdi ama kahvedeki şeker ve köpüğün yapay tadından çok hoşlanıyordum. Bir nevi guilty pleasure gibiydi benim için, bunu herhangi birinin anlayabileceğini pek sanmıyordum.

Kahveden sonra Jimin'le Profesör Johan'ın çağdaş resim sanatı dersine gitmek için kalktık. Fakültenin en zor dersi diyebilirdim, sanırım bunun sebebi dersi verenk profesörün çok eski olmasından kaynaklıydı. Sınıfın yüzde elliesine yakın kesimin kalacağını düşünüyordum.  Profesörün de gerçek bir yaşlı kurt olduğunu düşünürsek bu düşüncemin kesinliği daha da artardı. Ama bu derste uyumayacağım anlamına gelmiyordu, profesörün sesi ninni gibi gelmişti adeta. Büyük amfide fark edilmeyeceğimi bildiğimden çantamı önüme alarak not alma görevini Jimin'e bıraktım. 

Ne kadar uyuduğum hakkında bir fikrim yoktu ama ağzımın köşesinden akan sıvıyla hıh diye sersem gibi uyanmadan önce fovizm ile ilgili bir şeyler anlatıldığını anımsıyordum, şimdi ise herkes ayaklanmış gidiyordu.

"Günaydın prenses," 

Jimin eliyle dudağımın köşesini temizleyerek sırıttı "Senin şu uyku problemini çözmemiz gerek." peşinden gelen teklifin ise kesinlikle problemin çözümüyle alakası yoktu "Manitacılık işlerine acilen geri döndürmeliyiz seni."

"Bunun manitacılıkla ne alakası var? Üst katı ve yan komşumu yok edersen sorun kalmaz gibi."

"Böyle bir şey yapamayacağımıza göre diğer seçeneği değerlendirelim. Bir tane manitan olsun sabaha kadar seni yorsun, sonra bebek gibi uyursun."

Bu çocuk var ya aşırı zeki, bayılıyorum.

Elimi onu ve omegamı geçiştirir gibi sallayarak ofladım "Susun ikiniz de."

"Kurdun da sevdi bu fikri itiraf et. İki buçuk aydır sadece Suho'nun tişörtlerine sürtünmektense," eliyle kalçasına vurup imayla göz kırparak devam etti "İçeriye bir şey girmesini tercih edeceğini biliyorsun."

Çevreden birkaç alfa duymuş olmalı ki kokuları ciğerlerime kadar işledi. Kurdum elbette hüzünlü bir hoşlantıyla içerilerde heyecanla dolandığı için aldığım bu ilgiyi hoş karşıladı, tabi ben de kendimi tutamayıp feromonlarımı salgılamakta gecikmedim ama çabuk toparladım ve alfalara hafifçe gülümseyerek Jimin'i bir sonraki ders için ittirip oradan uzaklaştım. Ama susmadı, ikinci ders boyunca bana sürekli instagramdan birilerini gösterip durdu. İtiraf etmem gerekirse, gösterdiği alfaların hepsi mükemmel ötesiydi ve onlara bakmak Suho'yu düşünerek iç geçirmeme neden oluyordu. Hal böyle olunca da otomatik olarak yaşadığımız boktan ve toksik kavgaları düşünüp strese girmeden duramıyor, kendimi sürekli mesaj kutusuna girerek ekrana bakarken buluyordum. Bu aptalca hareketim yüzünden Hoseok ve Jimin tam bir saf olduğumu söylüyordu ama bağımıza tutunmadan yapamıyordum. Bağımlılıktı biliyordum ama gerçekten kendimi durduramıyordum.

Can sıkıcıydı. Gerçekten vizyonsuz gibi beni ve bağı reddeden bir alfayı aklımdan çıkaramadığım için kendime çok öfkeliydim. Bir şeyler yapmam gerektiğini biliyordum, o bir şeyin Suho'dan vazgeçmem olduğunun da farkındaydım fakat bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Daha önce duygularım ve omegam hiç bu şekilde incinmediği için çok fazla düşünüyordum bu konuyu.

Son derece boğucu duygularla mücadele içindeyken Jimin bana ders sonuna kadar instagram hesabından bir sürü fotoğraf gösterdi. Tanrıya şükür ki son dersim seçmeliydi ve kontenjan yetersizliğinden ortak alamadığımız tek dersti. Yani o Hoseok'un biten dersiyle kampüs içindeki bir kafeye gidecekken ben derste tek başıma biraz da olsa kafamı dinleme fırsatı yakalayacaktım. Bulunmaz bir nimetti benim için.

Litografi dersinde full odak çizimime odaklandım. Çizimim güzeldi aslında ama mantığını çözemediğim için bocalıyordum. Bu yüzden de profesör yanımdaki alfaya bana yardım etme görevini verdi.

Jihoon, adı buydu, siyah uzun saçlarını ensesinde gevşekçe toplamıştı. Birkaç asi tutamı yüzüne dökülerek yaptığı çalışmasından arada sırada başını kaldırarak beni kontrol ettiğini hissediyordum. Birkaç kere de göz göze geldiğimizde emin olmuştum. Fakat izlendiğimi bildiğimden dolayı pek rahat değildim, evet hoştu ama bende biraz farklı bir etki bırakabiliyordu. Çoğunlukla da bu iyi yaptığım şeyleri batırmak ya da fazlasıyla sakarlık olabiliyordu.

İzlenilmenin, pardon, hoş bir alfa tarafından izlenilmenin verdiği heyecanla mücadele ederken kendi işini bitirince bıraktı ve tekerlekli sandalyesini benimkinin yanına kusursuzca kaydırıp eğildi. O rahatça baksın diye için elimi çektim ve dudağımı ısırdım. İşleri batırdığımda emin olduğum için konuşmak istememiştim. O da bunu bildiğinden hafifçe gülümsedi ve bana biraz daha yaklaştı. Kehribarla karışık misk kokusu aniden burnuma doldu, güzel kokuyordu.

"Aslında çok basit bir tekniği var." diyerek önümdeki süngeri aldı ve krem rengi  plakanın üzerinde gezdirerek nemlendirdi "Ne çok ne az, biraz nemlendirmen yeterli. Taş baskıda yağ ve su birbirine karşı koyar, bak, şimdi yağlı mürekkeple üzerinden geçiyorsun."

Jihoon, yağlı mürekkeple üzerinden geçmek için ayağa kalktığında tam arkama geçip oklava benzeri mürekkebin köşelerine ellerimi, üzerine de kendi ellerini koyup göğsünü sırtıma yasladı ve ittirdi. İleri ve geri gidişlerinde kalbinin atışlarını hissederken yüzünü yüzümün yanına yaslamasıyla kokusunu daha net hissetmeye başladım. Alfa olduğu için oldukça yapılı olan bedeninin arasında kaybolmuştum ve ah, omegam yüzünden kendimi kontrol edemiyordum. 

Jihoon çekildiğinde bile kıpır kıpırdım. Eski Taehyung olsa, şimdiye Jihoon'la bir tuvalet köşesinde sevişmese bile yiyişirdi. Ancak uzun zamandır kendimi geri çekiyordum böyle şeylerden. Her ne kadar bir alfayla, özellikle beni iyi hissettirecek bir alfaya özlem duysam da sadece ufak yakınlaşmalarla sınırlı kalıyordum. Bu yüzden yine aynı şeyi yaptım, anlattığı şeyleri ders bitimine kadar can kulağıyla dinledim ve kendimi dizginledim.

Fakat alfalar tuttuğunu koparmayı severdi, o da fakültenin göze çarpan alfalarındandı ben fakülteden çıkıp Jimin'lerin yanına geçerken yanıma koşarak gelmişti.

"Badaa'ya mı gidiyorsun? Eşlik edebilir miyim?" demişti bir parmağıyla deri ceketini omzunun üzerinden atıp diğerini de cebine sokarken.

"Hı-hmm..." diye onay verirken hafifçe de gülümsemiştim ve sessizce yürümeye başlamıştık. Bu sessizlik bir süre devam etti ancak ilk diyaloğu o başlattı çünkü neredeyse gelmiştik Badaa'nın önüne. Benimle konuşma fırsatını sadece yürüyüşle sınarlayacağını elbette düşünmemiştim.

"Aslında sana bir şey sormak istiyordum. Yani uzun zamandır..." elini ensesine atıp yandan bir gülüş bırakırken kapının ağzından çekilip ona döndüm. Aynı anda da alfanın elini saçıma uzanırken gördüm. Gözlerimi kocaman açarak uzun parmaklarının yönünü bulmasını, saçımdan bir yaprak parçasını alarak yere doğru hafifçe bırakmasını izledim. İrkilmeyip doğrudan ona bakmamdan cesaret almış olmalı ki bu kez çekingence değil de alfa olduğunu belli edercesine bir cesaretle sormuştu "Akşam boş musun?"

Yanağımın içini ısırıp teklifini kendi içimde değerlendirdim. Bir yanım istiyordu çünkü Jihoon oldukça çekici bir alfaydı, kampüste neredeyse herkesin dedikodusu dönerdi ama Jihoon hakkında pek olumsuz duyumlar yoktu ancak diğer yanım... Suho'ya bağlı diğer yanım ise umutsuzca bana engel oluyordu. 

Ben düşüncelerimle cebelleşirken Jihoon beklemeden devam etti ve reddetmemi sağlayan bir teklifte bulundu " Sutimoon'a gideceğiz. Biraz içeriz, takılırız falan?"

"Çok isterdim ama hem alkol kullanmıyorum hem de proje teslimim var." derken sanki kabul edecekmişim gibi keşke kafeye falan gitselerdi diye iç geçirmiştim.

Götü başı dağıtıyoruz demiyor da...

Susar mısın lütfen, içtiğim zaman neler olduğunu biliyorsun, diyerek tısladım içten içe. Kurdum da burun kıvırıp bu kadar yakışıklı bir alfayı reddettiğim için arkasını dönerek mağarasına kapandı.

"Anladım... O zaman başka bir zaman?"

Ağzımın içinde "Hı-hmm..." diye geveleyip orada yollarımızı ayırdık ama Jihoon kolay pes eden bir alfa değildi, bana giderkenki bakışları pek çok şey anlatmıştı aslında.

Kafenin içerisinde tanıdıık yüzleri bularak bir süredir masaya yerleştikleri dağınıklıktan belli olan arkadaşlarımın yanına yürürken ikisi de ben yanlarına varana kadar göz hapsine almıştı. Böylelikle ulaştığımda ilk konuşan elbette Jimin oldu "Lütfen bana Jihoon'la bu akşam dışarı çıkacağını ve sikişeceğini söyle."

"Bu akşam proje ödevimi yapacağım. Jihoon istediğiyle sikişebilir."

Menüyü alıp kendime içecek seçerek ayılıp bayılmalarını görmezden gelmeye çalıştım. Bu kez de Hoseok konuştu "Ben hayatımda peşinde bu kadar alfa koşan ama yine de reddedildiği ruh eşine bağlı bir omega görmedim."

"Salak bu çocuk yemin ederim. Hayatının şansını kaçırdı farkında değil, herif yürürken bile kalça hareketleri aklımı alıyor yatakta ilah gibidir."

"Bir insanın kalça hareketinden yatakta ilah olduğunu çıkartamazsın." dediğimde Jimin parmağıyla alnıma bir fiske atıp ona doğru bir tane yapıştırmama aldırış etmeden bilge bir tavırla konuşmaya başladı.

"Sana bir insanın yüzüne ve hareketlerine bakarak yatakta nasıl seviştiğini söyleyebilirim. İnan bana şok olursun."

"Dün akşam netfilxime neden giremediğim belli oldu. Yine saçma sapan bir belgesel falan izlemişsin belli."

Söylediğime tepki olarak orta parmağını gösterip dil çıkarttı ve arkasına yaslanırken ben de aynı karşılığı verip çantamdaki bilgisayarımı masaya koydum. Burası genelde benim el becerimi yükseğe çıkartmak için dijital resim çizdiğim bir kafeydi, Jimin de güya ders çalışıyorum diye gelir Hoseok'la akşama kadar geyik yapardı. Hatta şimdiden başlamışlardı, sanırım bugünün gündeminde de insanların yüzüne bakarak nasıl seviştiklerini tahmin etmek vardı.

Jimin, köşede oturan adının Faye olduğunu anımsadığım kadın bir alfa için insanın pertini çıkartacak kadar iyi seviştiğini söylemişti ve Hoseok da ona katılarak hemen arkasındaki bir omeganın muhtemel bir şekilde agresiflikten hoşlandığını, boşaldıktan sonra kedi gibi mırıldadığını iddia etmişti. Hatta bununla da kalmamış kimin ne tür prezervatif sevebileceğine kadar inmişlerdi. Bütün konuşmaları bu yöndeydi ve ben çizimime konsantre olmaya çalışmayı geçin bir süre sonra onlara olan ilgimi de kaybetmiş bir şekilde kendimi bilgisayarımdaki klasörden eski fotoğraflarımıza bakarken bulmuştum. Ancak büyültmeye cesaret edememiştim, sadece küçük iconlara bakmakla yetiniyordum.

Bing!

Jimin, telefon sesiyle önüne baktı ve sonra Hoseok'a dönüp gözlerini büyülttüğü gibi telefonuna sarılarak zafer nidası attı "Hassiktir, içerdeyim! Kabul etmiş!"

"Ciddi misin? Ver bakayım."

Jimin ayağa kalkıp birkaç kere tepinerek insanların bize garip bakışlarına maruz bırakmış ve ışıltılı gülüşünün sebebini sormamı sağlamıştı "Ne oldu, içerdeyim ne demek?"

"Benim, daha doğrusu okul takımının yeni altın bebeğinin instagram hesabına istek atmıştım. Kabul etmiş!"

"Woaaa... Cidden iyiymiş. Kimlere cenneti yaşatıyordur kim bilir..."

"Hem fotoğrafta hem de canlıda nasıl böyle olabiliyor bilmiyorum ama, her şekilde ilah gibi."

Jimin her zaman abartırdı ve biraz da ayran gönüllü olduğundan onun halini bildiğim için anlamak için çabalamamıştım. Bu yüzden de tabletimin kalemiyle bir ağacın kavuğunu boyamamı sürdürüp "Alt tarafı bir alfa işte." demiştim.

"Hayır bu öyle değil, bir alfa vardır bir de alfa." son söylediği alfayı oldukça kudretli ve uzatarak söylemeye dikkat ettiği gibi de ekleme yapmayı unutmamıştı "İki l ile."

"Yani? Bir fark göremedim."

"Şuna bir bakarsan ne demek istediğimi anlayacaksın. Gerçek bir görsel şölen."

"Aman aman, istemez sende kalsın fotoğrafı, neredeyse hepsi aynı." demiştim ağzıma kadar soktuğu turuncu kılıflı telefonunu elimle ittirerek.

"Hihh! Altın çocuk hakkında düzgün konuş. O sıradan bir alfa olamayacak kadar muhteşem, maç arasında formasının önünü kaldırıp yüzündeki teri silerken görünen o kasları...Basket topunu sektirirken kurduğum o hayal-" 

Telefonumun yükselen sesiyle Jimin'in getirdiği cümlenin devamını duymadım bile çünkü ekranda yazan Suho'nun ismi beni harekete geçirmişti. İki haftanın sonunda tek kelime etmeden çağırıyı yanıtladım.

"Bir saniye bekle," dediğimde Jimin'e elimle vurup susması için uyardım ve ağzım kulaklarıma varana kadar gülerek devam hatytın ucundaki Suhoo'ya döndüm "Nasılsın? Çok merak etim seni, mesajıma da dönmedin."

"İyi ya, şöyle böyle takılıyordum kafayı dinledim. Bilet işini hallettin mi?"

Tırnağımın ucunu dişlerimin arasına alarak sanki beni görebilirmiş gibi gözlerimi kırpıştırıp bahsettiği şeyi anlamaya çalıştım "Bilet mi? Ne bileti?"

"Sana dedim ya, kartımda sorun var birkaç hafta sonra döneceğim Polonya-Seul uçak bileti baksana diye. Unuttuğunu söyleme bana."

Kalbim heyecandan deli gibi atmaya başlamıştı, dönüyor oluşunu idrak edememiştim. Her şey şaka gibiydi, belki de bir şans, her şeyi düzeltebileceğimiz bir şans.

Hızla telefonumdan mesajlarımı açtım ve kontrol ettim ancak söylediği gibi biletle ilgili bir şey görememiştim. Belki de silmiştim ya da mesajı iletilmemişti "Mesajlara baktım ama göremedim. Cidden dönüyor musun?"

"Sana söylemedim mi yahu... Ben bunu sarhoşken falan mı söyledim acaba... Neyse, kartım anlamadığım şekilde hata veriyor da ödeme yapamıyorum seninkini deneyelim mi?"

"Olur, olur deneyelim. Bekle kartımı çıkartaca-"

"Sen bana kartının önlü arkalı fotoğrafını çek at mail orderla hallederim ben güzelim."

Güzelim... Ufak bir sözün yarattığı etkiyi tarif edemezdim. İçimin kıpır kıpır olmasına engel olamadım hatta yanaklarımın kızardığına bile yemin edebilirdim.. Ondan güzel sözler duymayalı çok olmuştu ve şimdi uzun zaman sonra duymak kalbimi bir maraton koşucusu gibi attırmıştı..

Onu onaylarken elimle çantamın içinden cüzdanımı çıkartmaya uğraştım hemen ama Jimin yaptığım şey yüzünden elimi ittirerek fısıltıyla bana engel olmaya çalışıyordu. Muhtemelen ses dışarı çıktığı için dinlemekten çekinmemişti.

"Ne yapıyorsun amına koyayım, salak mısın sen?"

"Ne? Kartında sorun varmış." diyerek elini ittirdim ama Jimin'in bileğimi tutup sesini daha çok yükseltmesi telefonu sesi gitmesin diye göğsüme bastırmama sebep oldu.

"Herif seni düdüklüyor Taehyung, kendine gel."

"Ne alakası var, sadece kartında sorun olduğu için bilet parasını ödeyeceğim."

"Siktirsin ordan, takıldığı üç omegadan neden almıyor? Mail order mı kaldı kaçıncı yüzyıldayız."

Huysuzca elini bir kez daha ittirmem şu dakikaya kadar suskun kalan Hoseok'un harekete geçmesine sebep oldu. Jimin'e engel olup düz bir ifadeyle bakarken ona cevap vermek isteyen Jimin'e karşı feromonlarını kullanıp yerine oturttu "Defalarca söyledik bunu Jimin, belki de bazı şeyleri yaşayarak tecrübe etmesi anlamasına yol açacak."

"Ama hyung..."

"Sus artık."

Bu konuşmaları defalarca yapmıştık ve ben yeniden yapmak, duymak istemediğim için kartımı alarak masadan kalkıp dışarıya çıkmıştım. Hızlıca kartımın önlü arkalı fotoğrafını çekip Suho'ya gönderdim.. 

"Gönderdim. Ne zaman geleceksin belli mi?"

"Bilet falan ayarlayacağım, sonra ev falan bakacağım."

"Bende kalabilirsin, yani ev bulana kadar. Biliyorsun." diye atladım hemen. Bu fırsatı kaçıramazdım, belki bende kalırsa konuşmak, vakit geçirmek ve de aramızdakileri düzeltmek için bir çözüm şansı sağlardı. Üstelik bağımızı da kuvvetlendirirdi. İçimdeki umut tükenmediği için peşi sıra bir tedirginlik oluştu, kurdum aşırı huzursuzdu.

"Hıı... Bilmem bakarız ya..." ağzında gevelediği kelimelere ben daha herhangi bir cevap veremeden savuşturup devam etti "Neyse Taehyung-ah benim şimdi gitmem gerek, ben seni ararım." 

"Ara ama tamam mı?"

"Hmm, tamam tamam. Konuşuruz sonra öptüm."

"Ben de öpt-" diyemeden telefon suratıma kapandı ve cümlemi fısıltıyla sonlandırdım "Öptüm."

Bir nefes bıraktım. İçimdeki huzursuzluk daha çok arttı ve yüreğimin daraldığını hissettim. Neden böyle oluyordu anlamıyordum. Ruh eşlerinin arası böyle olmamalıydı böyle hissettirmemesi gerekiyordu. Bir alfa eşine böyle hissettirmemeliydi ve ben bu kadar gurursuz olmamalıydım ama kurdumun kırıklığını, kalbimin sızısını derinden hissedişim beni yönlendiriyordu. Bağımızı korumak istiyordum ve açıkçası bir insanın sevgisi nasıl bitebilir bilmediğim için inat ediyordum. Hayatımda ilk kez reddedilmiştim, hem de ruh eşim tarafından, bunun kolay olmasını kimse beklememeliydi.

Elimde telefon yürürken derin bir iç çekip etrafıma şöyle bir bakınarak önüme dönmeme fırsat kalmadan, burnuma sanki sabahın erken saatlerinde bir çikolata fabrikasının önünden yürüyormuşum gibi hafif bir koku çalındı. Koku duyuma güvenirdim, sahibini tek seferde karşı kaldırımda yürürken bulmam zor olmamıştı bu yüzden..

Sonbaharın en güzel günlerinde esen hafif rüzgarda ensesinden topladığı ıslakça duran kuzguni siyah dalgalı saçlarından yüzüne dökülenleri, bütünlüğü bir Koreliyi şaşkına çevirecek kadar sadece siyah renklerden oluşan dövmeli sağ eliyle geriye atarak sırt çantasını düzeltti. Kusursuz yüzü de böylece daha net göründü ve dikkatimi çeken ilk şey bir ışık hüzmesini içine sığdırmış gibi olan parlak gözleriydi. Bakışlarının keskinliğini ise arkadaşıyla konuşurken yanağında oluşan çukur yumuşatıyordu. O sırada gözlerim aralanmış ince dudaklarından siyah kolsuz tişörtünün kollarındaki her bir kol kasının hareketini yakalamıştı. Gözlerimi ondan alamamak bir yana daha dikkatimi ne çekebilir derken bu kez de yine vücudunun sağ tarafında, dizinin bir parmak üzerindeki 7 numara yazan basketçi şortunun altından görünen siyahlıkta takılı kalmıştım.

Yürüdükçe hafifçe yukarı toplanan şortun altından görünen dövmenin kalanını merak etmeden duramadım. Ve bence kim olursa olsun bütününü hayal etmeden duramayacak bir dövmeydi. Çünkü örümcek ağlarının oluşturduğu kara desenlerin arasından bir örümceğin bacakları görünüyordu ancak yukarı doğru ne kadar ilerlediği, nerede bittiği muammaydı...

Taze çikolata kokusu daha da yoğunlaşırken dudaklarımı aralayarak koku hafızamda daha öncesinden yer ettiğini anımsadığım alfaya olan bakışlarımı sürdürmekten alamadım kendimi. Tanımadığıma yemin edebilirdim, asla yanılmazdım bu konuda kendime güveniyordum ve şuan o taze çikolata kokusunu daha önce nerede duyduğumu hatırlayamadığım için bakışlarımı ondan koparamıyordum.

Dikkat et.

Ne?

Omegamın uyarısını almakta geciktiğim için yürürken karşıma çıkan direğe bodoslama dalarak kafa atmak bütün beyin hücrelerimi sarstı, kendimi geri doğru savrulurken buldum ve zor sağladım dengemi. Kafam öyle bir sızlıyordu ki bir gözümü kapatıp elimi alnıma koyarak ovaladım ve lanet olası direği oraya kim koyduysa bütün ırkına sağlam küfürler yolladım.

Birkaç alfa, canımın acısını önemsediklerini sanmadığım tavırlarla yanıma geldiklerinde benimle ilgilenip iyi olup olmadığımı sordular ama ben elimle ovuşturduğum başımı pek önemsemeden gözlerimin kaybettiği alfayı yeniden bulmaya çalıştım. Onu bir anda görmüş ve bir anda kaybetmiştim. Geriye ise sadece o tatlı, içime hoş gelen taze çikolata kokusundan başka bir şey bulamamıştım..

Chapter 2: kaçak duvar ve dolandırıcı meselesi

Chapter Text

ResimLink - Resim Yükle

"Salak, zaten iki gram beyin hücren vardı onu da finallere kullanacaktın."

Jimi buzu başıma bastırırken oflayarak elini itmeye çalıştım. Ona laf yetiştirmek on kişiye aynı anda derdimi anlatmakla eş değerdi çünkü bir başladı mı durmak bilmiyordu.

"O direğin orada olmadığına yemin edebilirim." diye yakındım ki gerçekten o direğin orada olmadığına adım kadar emindim. Bir alfa kokusundan kolay kolay etkilenip kendimden geçmezdim, ancak bende akıl falan bırakmamıştı ve dikkatim dağılmıştı.

Sen öyle sanmaya devam et. 

Anlaşılan omegamın her zamanki bilmiş tavırları yerine gelmişti ki benimle alay ediyordu. Kısaca göz devirdim, cevap verirsem inada bindirip beni daha çok sinirlendirecekti. Öte yandan, omegamdan kaçmaya çalışıp bir diğerine tutulduğum da bir gerçekti. Şu an beni sinirlendiren tek şey Jimin'in odak noktasının direğe çarptığım için şişmeye yüz tutmuş başım değil, hala Suho'yla ilgili kötü şeyler söyleyip bir an olsun susmamasıydı. Saçma sapan şeyleri birbiriyle ilişkilendirmek tam onun işiydi. Ona göre dünya yörüngesinden biraz oynasa da Suho suçluydu ama bazen... Pekala, haklı olabilirdi ama o benim ruh eşimdi, kolay pes etmemi bekleyemezdi benden. 

"Kafandan o piçi atamadığın için etrafını görmemen normal. Herif gözlerinin önüne perde çekmiş oyuncak gibi kullanıyor seni, beynini de böyle dağıtıyor haberin yok." söylenmelerine gözlerimi kapadım ama hala devam etti "İnanılmaz, bir de uçak biletini sana aldırdı değil mi? Sikik herif, geldiğinde onu-"

"Of!"

Gerçekten of.

Bu durumdan aşırı sıkılmıştım ve Jimin üzerime geldikçe darlanmaya başlıyordum. Ama o hala susmak bilmeden konuşmaya devam ettikçe ona karşı olmasa da gizlediğim öfke köpürüyordu patlamak için. Çünkü ben zaten söylediği tüm şeyleri biliyordum, sandığının aksine saf ya da aptal değildim ya da bunları anlayamayacak kadar aptal hiç değildim. Bu durumdan en çok sıkılan kişi de bendim ayrıca. Ama her insanın duygularını gösterme şekli, bunu anlama duyarlılığı ya da nasıl söylenir bilmiyorum ama sahip olduğu duyguları şekillendirme biçimi  farklıydı. Ben onun kadar mantıklı düşünemiyordum çünkü beni inciten şeylere ve sahip olduğum anılara tutunmak beni yaşatıyor gibi hissediyordum. Duygusal yaklaştığım durumlarda da genellikle alttan alıyordum.

"Of falan yok. Geri zekalı gibi hareket etme.."

"Bunları konuşmak istemiyorum. Gerçekten başım zonkluyor."

"Hep ben konuşunca zonkluyor zaten."

"Kafamı direğe çarptım bilmem farkında mısın?"

"Seni manipüle etmesine izin verirsen olacağı bu." başını iki yana sallayıp cıkcıkladı ve buzu biraz daha sertçe bastırıp ben sızlanırken devam etti "Seni gerçekten tanımakta zorlanıyorum. Sen böyle biri değildin."

Hoseok hyung ortamın gerildiğini hissettiği için sessizliğini bozmuş ve uyarır gibi "Jimin," demişti. Jimin ise göz devirerek dediklerinin arkasında durduğunu belli eden bir tavır takınmıştı.

Böyle biri derken değişen ses tonu ve tavrı beni o kadar rahatsız etmişti ki gözlerimi ona dikmiştim. Dudakları dümdüz kaşları da çatık bir şekilde başıma bakınırken ses tonu yüzünden elimle elini ittirip gözlerime dönmesine neden oldum ve sordum "O ne demek? Nasıl biri olmuşum ben?"

Jimin, önce gözlerini kırpıştırdı ve söyleyip söylememek konusunda tereddüt etti ama onu tanıyordum, ağzından çıkan şeyleri bazen kontrol edemiyordu. Kötü biri olduğundan değildi kesinlikle ama bu bazen kırıcı olabiliyordu. Tıpkı şimdi olduğu gibi.

"Böyle işte. Ruh eşi omegalarla düşüp kalkarken evde gururunu hiçe sayan ucuz omegalar gibi. Parmağında oynatıyor seni ama sen hala siktiri boktan bir herif için-"

Söylediği şeyleri maalesef ki sindiremedim. Gözlerim de hafiften dolmaya başladığında ittirdiğim elini yeniden başıma yönlendirdi. Kırılmış ve öfkelenmiştim ancak o pek farkında değildi. Ben de anlaması için elini yeniden ittirip kendimi geri çektim. Bu hareketimle buz poşeti elinden düşüp yere dağılırken kesilen sözü yüzünden bana baktı.

"Sus artık," dedim gözlerine üzgünce bakarak. Ardından da daha fazla konuşmamak için kafedeki bütün gözlerin üzerimize dönmesini sağlayan bir sesle oturduğum sandalyeyi ittirerek kalktım "Gerçekten, lütfen sus."

Jimin'den şüphe etmiyordum asla ama bu konuda hassas olduğumu biliyordu. Bunun beni ne kadar incittiğine de defalarca kez şahit olmuştu ve beni bu şekilde görmek istemiyordu, onu anlıyordum ama incindiğimi bile bile... Sanki kendimi kötü hissetmeyecekmişim gibi ağzından öylece kelimeleri dökmesi kalbimi kırmıştı. Üstelik omegam da incinmişti ki aramız çok da iyi değilken bunun olması ruhumda fazlasıyla sıkıntı yaratmıştı.

"Doğruları söylüyorum diye-"

"Doğruları söylediğini ben de biliyorum ama beni bu kadar kolay kırman gerekmiyor." öfkem kırgınlığımda birleştiği için feromonlarıma yansımış ve vanilyanın en acı haliyle şekillenmişti "Ben çok mu mutluyum, çok mu meraklıyım sanıyorsun? Bir şeyler yapmaya, kendimi ikna etmeye çalışıyorum. Her seferinde evet diyorum, artık önüme bakmalıyım çünkü bu böyle yürümüyor. Ama olmuyor Jimin, ruh eşimin beni reddetmesini kaldıramıyorum. Gün sonuna kadar her şey çok güzelken geceleri tek kişilik yatağıma uzandığımda..."  sesim sona doğru titrediği için derince bir nefes alıp elimle gözümün altını sildim. Kendimde devam etme gücü bulur bulmaz da devam ettim "Bir zamanlar birlikte uyuduğumuz çift kişilik boş yatağı izlerken ne hissettiğimi bilmediğin için beni anlamaman normal ama kırgınım, hem de hiç olmadığı kadar. Ve ondan gelecek her şeye, hiç istemesem bile enayi gibi atlamaya hazırım."

Hoseok hyung doğrularak Jimin'in elini tutmuş, sakince bana bakmış ve adımı söylemişti ama devam edemeden başımı iki yana salladım. 

Hoseok hyunga pek karşı çıkmazdım aslında ama bu kez beni durdurmasını istememiş, Jimin'in beni incittiğini belli etmek istemiştim. Bu yüzden de konuşurken titreyen sesimi güçlü göstermek için uğraşmamıştım "Hata yapmamam, kendime gelmem için söylediğini biliyorum hyung ama Jimin'in bu konuda üzerime gelmesi artık kalbimi kırmaya başladı."

"Sakinleş biraz, feromonların insanları etkiliyor."

İnsanların tatlı ve sevimli gördüğü yüz ifademin altında beni kırdıklarında bambaşka biri çıkardı. Çok da kolay öfkelendiğim için karşı taraftan bir atak beklerdim, konuşmasını, konuyu irdelemesini ve gerekirse tartışarak sonuca ulaştırmasını. Ama Jimin bunu yapmadı.

Manolya kokulu feromonlarından yükselen üzüntüsünü anlıyordum ama bunu yüzüne yansıtmadığı için irdelemek istemiyordum. Çünkü sonunda kırılan yine ben olacaktım ve tartışma ilerletirse daha büyük bir kavgaya dönüşecekti. Bu yüzden bana değil de dümdüz bir ifadeyle masaya bakan Jimin'e sadece acı dolu bir alayla gülüp "Ben gidiyorum." dedim ve eşyalarımı alarak kafeden çıktım. İnsanların içinde tartışmak istemiyordum daha fazla, zaten yeterince üzgündüm.

Peşimden gelmediler, ki zaten gelmelerini de istemiyordum. Kafamı dinlemeye, biraz da olsa rahatça düşünüp yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Kampüsün içinden çıkışa kadar kulağımda kulaklıkla dolanıp durarak bu ihtiyacı gidermeye çalıştım. Havanın giderek serinleşmesi belki biraz da olsa düşüncelerimi uyuşturur diye düşünmüştüm ama etrafımdaki mutlu çiftleri görmek beni daha çok imrendirdi. Üstelik omegam da kabuğuna çekilerek beni fazlasıyla boğmaya başlamıştı. 

Kampüsün içinde dolanıp dururken bir buçuk paket sigara içtiğimi asla hatırlamıyordum ama nasıl daraldıysam ciğerlerimi zehirle doldurmaktan çekinmemiştim. Bulduğum boş bir banka oturarak biraz düşünmenin iyi geleceğini ummuştum ama bunun iyi bir fikir olmadığını çok geçmeden anlamıştım. Jimin'le olan kavgam ve Suho'ya olan takıntımın beni sigaradan daha çok zehirlediği gerçeğiyle yüzleşmiştim ve bu da duygusal anlamda kalbimin ağrımasına neden olmuştu.  Durup düşünmek pek işe yaramadı çünkü düşüncelerim ama sevginin acımasız olduğunu her seferinde hatırlattı. 

Günün sonunda kalp ağrım içimden atamadığım kocaman bir öfkeye dönüştü ve bu öfkeyi atabileceğim hiçbir yer olmayınca eve gitme vaktimin geldiğini anlayarak ayaklandım. Önce evimin yakınlarındaki pizzacıya uğradım ve mantarsız ekstra peynirli pizza siparişi verdim. Şansıma, fazla beklemedim, pizza hemen çıktığında alıp içimdeki enerjiyi atabileceğim bir aksiyon filmi düşünerek eve yürüdüm. 

Ama aksilikler peşimi bırakıyor muydu, elbette ki hayır... Çünkü bu kez de sorun her zaman açık olan demir kapıya iliştirilmiş elektrik faturasıydı. Tek kişi yaşadığım halde gereğinden yüksek gelişi tutara bakarken sinirlerimi daha çok zıplatmıştı. Son zamanlarda özellikle daha çok yüksek geliyordu, yan dairenin de elektriği bana bağlıymış gibi olan tutarın sebebini çözemiyordum.

Faturayı elimde öfkeyle sallayarak yukarı çıktığımda ikinci bir sinir harbine tutuldum. Kapının üzerine düzgün bir el yazısıyla yazılmış sarı bir not kağıdı yapıştırılmıştı. Okumaya bile gerek duymadım çünkü lanet olası kargolarından gına gelmişti ve ben notun üzerindeki yazıyı ezberlemiştim artık.

Kargomu balkonuma atar mısın ;)

Dudaklarımı birbirine bastırarak kağıdı elimle buruşturup içimden bir ton küfür ettim ve kapıyı bütün apartmanda yankılanacak şekilde kapattım. Kağıdı da buzdolabının yanındaki ayakkabılığın üzerinde bulunan kavanozun içine, diğerlerinin yanına attım. Bir adresi doğru yazmak bu kadar zor olmamalıydı, üzerime yük gibi yapışıp kalmıştı kargoları. Gerçekten aylardır çatmamak için zor tutuyordum kendimi, gelen kargoların ne olduğunu bile bilmiyorken aniden üzerime zimmetlenmesi bile tedirgin ediciydi ama ne yazık ki karşımda bunu söyleyebileceğim bir muhatap bulamadığımdan çözüme kavuşmuyordu. 

Pizza kutusunu tezgaha bıraktım, sonra sabahtan koltuğun üzerine bıraktığım kargoyu alarak çift kanatlı, önü korkuluk olan dar balkonumun kapısını açtım. Dairelerin balkonları arasında bir kol mesafesi bile yoktu, kargoyu yan dairenin dar balkonuna koymak bir saniye bile sürmemişti. 

Kargoyu koyduktan sonra içeri girip altıma dizlerimin üzerinde bir şort, üzerine de bol beyaz bir tişört giyerek yiyeceğim şeyleri hazırladım ve televizyon başına geçerek saçma sapan talk show programlarını açtım. Yani günün laneti bu ya, üzerime yapışmıştı bir kere, devamı elbette gelecekti. 

Pizzamın kapağını neşeyle açıp da tamamiyle mantar-peynir karışımı olduğunu görünce bütün keyfim kaçtı. Evde yemek yapacak malzeme olmadığı için elimdeki tek seçenek hepsini tek tek sabırla ayırmak oldu. Televizyonda saçma sapan bir komedi programı eşliğinde mantarları ayıklarken baş rol oyuncunun sürekli talihsiz olaylar yaşamasını izlemek büyük bir ironiydi. Ancak kendi hayatımı düşündüğümde az da olsa gülümsetmişti beni. 

Pizzadaki mantarları ayırma işlemimden hemen sonra en azından keyifli bir aksiyon filmi izleyerek yemek yemek istemiştim haliyle. Bu yüzden de netflixime girip izlemediklerimden birini açtım. Daha doğrusu açmayı denedim ama bu kez de başka bir sorunla karşılaştım.

Netflix hesabınız çok fazla cihazda kullanılıyor.

Pizza kutusunu da bilgisayarı da uzak bir köşeye attım sinirle. Muhtemelen Jimin, kendine bir hesap açmak yerine otlakçılık yaptığı sigaralar gibi netfliximi de kullanmayı kesmiyordu. Kavga etmiş olmasak şimdi gider onu bir güzel döverdim ve asla da pişman olmazdım ama bunu yapamayacak kadar sinirliydim.

Film izleyemediğim için yapacak tek şeyim kafamı dağıtmak için bir şeyler çizmekti. Salonum ve mutfağım bir olduğu için ve evin ışık giren en iyi yeri evin en solu, ikili koltuğun yanındaki boydan boya olan dar balkonun önüydü. Hele akşam güneşi vururken odaya dolan turuncu ışıkla çizdiğim resimlerden daha keyif alıyordum. Bunu kaçıramazdım, bu yüzden boyalarımı ve diğer malzemelerimi ayarlayıp güneş kaybolmadan işe giriştim.

Önce ince fırça, kısa çizgiler ve siyah boyayla başladım ve sonra çizgilerimi büyütüp detaylandırdım. Aslında ne çizdiğimi bilmiyordum, bazen sadece fırça darbeleri yapar ve kendi kendime şekillendirirdim. Bazen belirli şeyler olurdu, onları tuvale çizerdim. Ama bu kez, çizdikçe kaşlarımı çatmış, örümcek ağlarının üzerine büyük bir örümcek çizerken ne yaptığımı fark etmiştim. Kalemim yer yer hafif, bazı noktalara da sert darbeler vuruyordu ve her çizgi bir diğerini tamamlıyordu. Çizgiler tamamlandığında ise şaşkındım, geri çekilerek az buçuk bitmiş siyah bir ağın üzerindeki siyah örümceğe gözlerimi kırparak bakmıştım. Öylesine çizdiğim şeyler gün içinde beni etkileyen şeyler olurdu ama karşı kaldırımdan yürüyen bir alfanın basketçi şortundan görünen dövmeden etkilenmek...

İtiraf et sen de dövmesinin kalanını hayal ettin.

Başımı iki yana sallayarak fırçayı da paleti de bir kenara bırakıp "Aisssh," diye cıkcıkladım ve oturduğum yerden kalktım. Hiç omegamın dırdırını çekecek gücüm yoktu. Nereyse hava da kararacaktı, eh, şimdilik arkadaşım da yoktu. Sanırım en iyi seçenek uyumaktı, en azından saçma sapan şeylerden etkilenmezdim, ya da günü daha fazla aksilik olmadan kapatırdım.

Kendimi doğruca odamdaki tekli yatağa bırakıp örtüyü de üzerime çekerek tavana baktım. Sonra da soluma, boş çift kişilik yatağa döndüm. İçim burkuldu ve biraz da kalbim sızladı. 

O yatakta çok fazla anımız olmuştu Suho'yla. Beni sevdiğini, asla bırakmayacağını söyleyerek üzerime titrediği tüm anlar gözlerimin önünden geçip giderken arkamı döndüm ve gözlerimi sıkıca kapattım. Gerçekten aptaldım ben, gurursuz bir aptal...Jimin çok haklıydı.

Ha şunu bileydin.

Bazen gerçekten şirret bir kurt gibi davranıyorsun.

Tam üzerine bastın.

Pislik.

Örtüye iyice sarınıp kendimi uykunun kollarına teslim etmek için giriştiğim mücadeleden galip çıktım. Güzel de uyudum esasında ama sabaha karşı dörtte yukarıdan paldır küldür bir ses yükselip bir inleme doldu ve ben gözlerimi bu sese açtım.

"Ahhh, alfa!"

Gerçekten mi? Yine mi?

Yatağın için ağlamaklı sızlanışım hiçbir işe yaramadı. Asla durmadılar, inlemeler mi dersiniz, çığlıklar mı, yere vurup hırıldaşmalar mı... Ve bu da yetmezmiş gibi bu sese kulağımda çınlayan bzzzz sesi eşlik etmeye başlamıştı. Öfkeden ağlayacaktım, öyle bir noktadaydım ki artık bunu eyleme dökmek,. kapılarına dayanıp büyük bir kavga etmek istiyordum. Ama tek başıma uğraşmak yerine en mantıklı olanı seçtim ve doğruca polisi aradım. Onlar gelene kadar iki sesin de kesilmeyeceğini biliyordum, ihbar edip yasal yollara başvurarak hakkımı kullanmak o an için oldukça mantıklı görünmüştü..

Seul polisi, tam da tahmin ettiğim gibi bir dakika bile gecikmeden beni telefonumdan aradığında doğruca kapıyı açtım onlara ve direkt olarak şikayetimi dile getirdim. Biri baskın omega ve alfa olan iki kurt ciddiyetle notlarını alıp tutanaklarını tutarak bana imzalattırdıklarında daha fazlasına gerek olmadığı,konuyla ilgileneceklerini söyleyerek içimi rahatlattılar. Ben de haliyle derin bir nefesle içeri girdim. 

Polisler, dedikleri gibi hemen ilgilenmeye başladılar. Önce yan dairenin kapısını çaldığını duydum, o iç gıcıklayıcı ses çoktan kesilmişti ama üst kattaki sevişme sesleri bir türlü kesilmemişti. Ama o da çok sürmedi, polisler yan taraftaki işlerini çabuk bitirmiş olmalılar ki üst kata çıkmışlardı.

Omegamın öğlen ettiğim kavgadaki huzursuzluğu biraz da olsa devam ediyordu ama sinirimin hafiflediği gerçeğini inkar edemezdim. Çünkü artık ne ses ne seda vardı. Tam olarak aradığım sükunete kavuşmuşken şikayet etmenin gururuyla henüz soğumamış sıcacık yatağıma kıvrılıp güzel bir uykuya teslim ettim kendimi. Ama hayatımın boktan şanssızlığı göz önüne alınacak olursa aylardır hayalini iple çektiğim uykum kapımın alacaklı gibi çalınmasıyla bozuldu. İlk başta rüyaymış gibi hissettirdi ve hiç hareket etmedim. Ama kapı daha şiddetle çalınırken rüya ve gerçeği ayırt ettim. O tatlı uykudan çıkmak öyle zor geldi ki, sızlana sızlana kendimi yataktan sürüdüm ve gelen kişiye küfürler ede ede açtım kapıyı.

Tahminimce bizimkiler ya da yine yan dairenin kargosu için rahatsız edildiğimi düşünüyordum ancak beklediğimin aksine Seul polis departmanına ait üniformalı biri alfa biri omega iki polis memurunu görmek beni fazlasıyla şaşırttı. 

Uyku sersemi gözlerim ve mahmurluğum anında toparlandı ve polislere bakarak sordum "Buyrun?"

"Kim Taehyung, doğru değil mi?"

"Evet, benim, ne oldu?"

"Birazdan yıkım işlemlerine başlayacağız, duvar dibinde toparlanacak eşyalarınız varsa toplayın lütfen."

Rüyada falan mıydım diye anlık sorgulayarak gözlerimi birkaç kez kapatıp açtım, biraz da kırpıştırarak silkelendim. İki polis memuru hala karşımda bütün ciddiyeti ve tutanak kağıtlarıyla duruyorken artık kesinlikle ayılmam gerektiğini kanaatindeydim bu yüzden de sordum "Anlayamadım, yıkım işlemi derken?" 

Polis memuru gözlerini gezdirdiği defterden başını kaldırdı hemen ve elindeki kalemle yan daireyi gösterdi "Bu iki daire tek daire olmalı. Dün gece şikayetiniz üzerine gelen polis memurları, ev sahibinin binanın yapı ve bütünlüğünü bozan kaçak bir duvar ördürüp kiraya vererek usulsüzlük yaptığı tespitinde bulundu. Elektrik de sizin dairenizin elektriğine bağlı olup vergi kaçakçılığı da dahil olmak üzere tutanak tutuldu."

Ne?

"Pardon ama, ne?" 

"Aradaki duvar yıkılarak yapı eski haline getirilecek."

"Bir kez daha soruyorum... Ne?"

Polis memuru göğsüme doğru kağıtları koyup içeri girdiklerinde geriye kaçıp olayları, yaşanan şeyi idrak etmekte zorlanarak bakındım ve verdikleri yanıtı daha da şaşkınca dinledim. Çünkü gerçekten şu an yaşanan şeyler hakkında hiçbir lanet fikrim yoktu ve inanın anlamak için bütün beyin hücrelerimi zorluyordum. Yine de o kadar allak bullak olmuştum ki idrak etmek beni ciddi anlamda zorluyordu.

"Duvarı yıkıp evleri birleştireceğiz."

"Ama, ama o zaman diğer evin sahibiyle evlerimiz birleşmiş olacak." ellerimi iki yana açıp yakınırken bir yandan da polisler duvarı inceliyordu "Burası benim evim."

 "O halde, ev sahibinizle görüşün Bay Kim. Şimdi müsaadenizle-"

"Müsaade falan etmiyorum. Böyle bir şeyi kabul etmiyorum, burası benim evim, tek kişilik kontratım var."

"Bizim de yıkım iznimiz."

Yeniden karşı çıkacaktım ama alfa olan polis memuru tek kaşını kaldırıp burada üstünlüğün tamamen üniformasında olduğunu anlamamı ister gibi feromonlarını baskıladığında yerime pusmak dışında yapabileceğim hiçbir şeyim yoktu. Ve ben ne olduğunu anlayamadan evime giren baretli, neon sarı yelekli ustalar duvarı incelemeye başlamışlardı bile. Hiçbir şeyin şaka olmadığını sanırım o zaman anladım. Benim yüzümden olmuştu, polisler şikayetim yüzünden yan daireye girdiklerinde fark etmişlerdi ve dün her şey çözüldü derken bambaşka bir kaosun içinde bulmuştum kendimi. Oysaki yapmam gereken tek şey ortalığı birbirine katıp onlarla kavga etmekti. Şimdi her şey, şakadan daha komikti.

Başımı iki yana salladım. Onlara laf anlatamayacağımı, polisin üstün olduğunu anlamıştım ama denemekten de vazgeçemezdim. Bu yüzden kapının hemen dışında üstleri olduğu belli olan daha yapılı, üniforma giymiş alfaya doğru yürüyerek durumu anlatmaya çalıştım. En azından anlatmayı denedim ama beni dinlediğini bile sanmıyordum. Bana yasalardan ve onların getirdiği yükümlülüklerden bahsederken suratına karşı sikerim seni de yasalarını da dememek için muhteşem bir çaba harcamıştım ki ben genelde çok çabuk çileden çıkardım. Ama bunu yapmam beni bu kez de yargı karşısına çıkartırdı. Yani elimde koca bir hiç vardı.

Evimdeki baretli ustalar diğer daireye geçtiklerinde apartmandaki polis memurunu bırakıp yeniden kendi evimin içindeki polis memurlarının yanına yürüdüm yeniden "Bakın, gerçekten anlamıyorsunuz. Burası benim evim, o ev de onun evi-" derken duvara vurulan sert darbeyle yerimden sıçradım. Sonra ikinci bir darbe daha vuruldu ve tam o noktada ufak bir çatlak oluştu. Her vuruşta daha da büyüyen çatlak bir delik oluşturdu ve benim umutsuz bakışlarım arttı. Evim mahvolmuştu, duvarımı yıkıyorlardı ve ben sadece izliyordum... Tam bir aptaldım.

Ustalar durmadan kırmaya devam ederken duvarın deliği  genişlemişti ve sanki son darbeyi bekliyormuş gibi çökerken ortalığı bir anda toz duman altında bıraktı. Gözlerimi kıstım ve öksürerek elimle tozlu havayı dağıtıp görüşümü düzeltmeye çalıştım.

Yavaş yavaş tozun dumanı dağılmaya başladı, görüşüm netlik kazandı. İlk başta bir çift kömür karası gözle çarpıştı gözlerim. Ardından alfanın bütün yüz hatlarını seçebildiğimde anlamam biraz uzun sürdü. Kulak ve dudak piercingleri, arkadan toplanmış yüzüne firar eden uzun kuzguni saçlar, göğsünde birleşmiş kollarındaki siyah dövmeler... İhtimal veremedim ama fazla gerçekti. Bu yüzden de otomatik olarak havayı koklarken buldum kendimi. Dün akşam üzeri saatlerinde kafamı direğe geçirip sarsılmamı sağlayan alfanın taze çikolata kokusundan emin olmaya çalıştım.

Ve sonunda tamamen dağılan toz dumanları arasında bakıştığım alfayla, birbirimizi kırmadan önce bütün duvarları kırmış, yaşanacak şeylerden bihaberce o küçük kelebek etkisini, ileride neler yaşanacağını bilmeden kendi ellerimle oluşturmuştum. 

Aylardır sadece evindeki sesi duymuş, kendisini bir kere bile görmemiştim. Ancak şimdi oradaydı, tam karşımda. Gecelerimi zehir eden komşumla aramızda enkaz varken göz temasımız pencereye yakın olan ikili koltuğumun üzerine çöken duvarla koptu. Hayır, dedim içimden, hayır hayır hayır hayır! Bu eve ilk çıktığımda ikinci el aldığım ilk eşyamdı ve ben anılara fazlaca değer verirdim, şimdi anılarımdan bir tanesi harabeye dönmüşken sakin kalmamın mümkünatı yoktu. 

Polisleri ittirip yarısı kırılmış koltuğuma doğru koşturarak gözlerim dolu dolu, nazikçe dokunup "Koltuğum... Canım koltuğum..." diye mırıldandım. Onu tamir ettiremeyeceğimi ya da eskisi gibi sağlamlaştıramayacağımı biliyordum ve en kötüsü o koltukta bir sürü anıya sahip olmamdı. Suho'yla ilk burada öpüşmüştüm, Jimin'in omzunda ilk burada ağlamıştım ve sayamadığım çok daha fazla iyi ya da kötü anıyı biriktirmiştim. Şimdi hepsi çöp olmuştu....

Duygularımın yaşanmışlıklar dolu koltuğa bakarken bana yaşattığı yoğunluk yüzünden evden çıkan polis memurlarına dönüp bakma gereği bile duymadım. Zırvaladıkları şeyler yasal işlemler ve cezalarla ilgili ev sahibine ulaşacakları yönündeydi. Olan olmuştu ve konuştukları şeyler boştu. Zaten ev sahibine ben de ulaşacaktım ve ulaştığımda onu elimden kimse alamayacaktı.

Kapı kapanıp ortalık sessizliğe büründüğünde içeride artık iki kişiydik. Alfa ne konuşuyor, ne de ses çıkarıyordu, hala bulunduğu yerdeki hasta koltuğuna benzer siyah deri koltuğa yaslanmış duruyordu. Beni izlediğini omegamın kıvranarak ona bakmam için zorlamasından anlamıştım ama şu an cidden olan biten yüzünden karmakarışıktım. Birilerine öfkelenmeyi unutacak kadar şaşkın hem de...

Ama bir yerlere saldırma hissinin başladığını hissederek molozların diğer tarafındaki alfaya çevirdim bakışlarımı. Şu an saldırmaktan ziyade suç atabileceğim tek kişi oydu. Bildiğim tek şey aynı evi paylaşmanın söz konusu bile olmayacağıydı. Ev benimdi, dönemin ortasında hiçbir yere gidemezdim ve gitmeyecektim de. 

İşaret parmağımı ona doğru uzattım ve "Burası benim evim, ev sahibiyle konuşacağım." dedikten sonra adını kargolardan anımsamaya çalışarak devam ettim "Duydun mu beni Min Yoongi."

Fakat beklediğim tepki, kesinlikle yanağının sağ tarafında oluşan çukurla kıvrılmış dudakları değildi. Hele alayla gülümseyerek başını sallaması hiç değildi. Bu tavrına karşılık hayretle  dudaklarımı aralayarak alfaya baktım ve "Bu sana komik mi geliyor?" diye sordum. 

Omuz silkti ve kollarını göğsünde kavuşturdu "Evet, komik."

"Neymiş komik olan şey?"

"Bu evden gideceğimi sanman."

"Bu ev benim," derken elimle bulunduğum yeri işaret ettim ve sonra da kendimden emin bir şekilde cümlemin devamını getirdim "Ve bu evden gidecek olan sensin."

"Tıh!" dudaklarının arasından çıkardığı sesle birlikte yaslandığı yerden kalkıp evleri ayıran molozların önüne geldiğinde artık tam anlamıyla karşı karşıyaydık. Gece karası saçlarının üzerindeki yer yer tozları, bana bakan gözlerinin ne derece parlak olduğunu ve aptal gülümsemesini daha net görüyordum. Baskın bir alfanın bütün özelliklerini taşıyordu vücudu. Onun yarısı inceliğindeydim ve bana tepeden bakarken omuzlarının biraz üzerinde olsam bile aradaki fark uçurum gibi geliyordu. Fakat korkutucu değildi, bu da bende ona diklenme cesareti oluşturuyordu.

Gözlerinde bundan hoşlandığı belli eden bir parıltı geçti ve eğildi yüzlerimizi aynı hizaya getirip gözlerimin içine bakarak "Burası benim de evim, gitmiyorum." dedi.

Yakınlığı yüzünden burnuma gelen kokusundan mı yoksa gözlerindeki sinir bozucu ışıltıdan mıdır bilmiyorum, bir adım geri gitme ihtiyacı hissettim. Ama ayağım molozlardan firar etmiş bir taş parçasına takılıp beni alfanın üzerine doğru tökezletti. Sıcak elleri de aynı hızla dirseğimden beni tek hamlede yakaladı. Sanki bir ateş parçası tarafından yakalanmışım gibi kendimi toparlayarak ondan uzaklaştım ve cümlesine "Gideceksin!" diye karşılık verdim.

"Hayır."

"Gideceksin dediysem gideceksin."

"Aynen, gittim, bak."

Feromonlarımı kontrolsüzce salgıladığımın farkında değildim ve işin şaşırtıcı tarafı onun baskın bir alfa olduğu kokusunun yoğunluğundan belli olmasına rağmen asla benim kadar feromon salgılamıyordu. Bunu neden yapmadığını tam olarak algılayamadım ama eğer yapsaydı beni buradan oldukça kolay bir şekilde şutlayacağı bariz bir gerçekti. Fakat bende de bir huy vardı biri benimle umursamıyormuş gibi konuşunca sinirlerim zıplıyordu. Tam çenemi tutamayıp okkalı bir küfür savuracaktım ki sol tarafta, alfanın evinin kapısından birinin girdiğini gördüm ama ondan önce içeriye sesi doluştu.

"Hassiktir, sıçtım. Babam beni öldürecek."

Alfanın içeri girişiyle birlikte evin içine rom ve misk kokusu dolması beni daha da beter düşüncelere sürükledi. Umuyordum ki, evde iki kişi olarak kalmıyorlardı yoksa bünyem bunu kaldırmazdı.

İçeri giren alfa, moloz yığınlarının üzerine basarak ilerlerken siyah uzun saçlarını eliyle geriye ittirmiş ve diğeriyle de ağzını kapatmıştı. Küçük gözleri ve bir alfaya göre benden biraz daha büyük kalan bedeni onun pasif olduğunu belli ediyordu. Ki her ne kadar deri ceket ve pantolon giyerek sert görünmeye çalışmış olsa da kokusu kendini ele veriyordu.

Alfa, yüzünde tıpkı benim gibi her şeyin bir şaka olmasını dileyen bir ifade varken dövmeli olana dönüp sordu "Bu nasıl oldu? Baskın mı yedin?"

"Buyur kendin sor."

Dövmeli olan alfa eliyle beni gösterirken deri ceketli olan alfa bana dönüp baştan aşağı süzerek bekledi. O an için hiçbir açıklamam yoktu, sadece polisin numarasını çevirdiğim ellerim kırılsaydı da böyle bir hata yapmasaydım diye içimde sayıp sövüp fırtınalar kopartıyordum.

"Suçlu ben miyim yani? 2 aydır kafamı siktiniz!" diye hayretle dövmeli olana bağırırken daha çok sinirlendim çünkü lanet olası duvarın kaçak oluşu benim suçum değildi "Ben ne bileyim duvarı kaçak diktiğinizi!"

"Duvarın alçıpan olduğunu anlayamayacak kadar saf olamazsın."

"Oturup da manyak gibi duvarlara dokunmuyorum!"

"Gerçi doğru... Elektrik faturanı fark etmemenden anlamalıydım zaten."

Bir an, çok kısa bir an gerçekten saf gibi suratına bakakaldım çünkü aynı anda kafamın içinde öfkeden o kadar çok şey dönüyordu ki hangi birini düşünüp hangi birine çatacağımı bilememiştim ama dövmeli olanın söylediği şeyi yavaş yavaş beynim idrak etmeye başladı. Biraz önce ayrılan polis memurlarının elektriğin benim daireme bağlı olduğuyla ilgili söylediği bir cümle kafamın içinde dört döndü. Sonra o karışıklığın hepsi birbirinden sıyrılıp birer birer bana olan şeyler hakkında mantıklı bir açıklama sundu ve gözlerim farkındalıkla büyüyerek seğirmeye başladı. 

"Günaydın omega."

Tatlı gülüyor.

Ne yazık ki ben omegamla aynı düşüncelere sahip değildim, yani, kısmen. Karşımda alay eder gibi parlak gözleri ve sempatik duran gamzesiyle bana bakarken okkalı bir yumruk atmak için ellerimi sıktığımda vanilyalı feromonlarım gittikçe acılaşmaya başlamıştı, çünkü sinirliydim. Kontrol edemediğim feromonlarım gülen yüzündeki burnunun hafifçe kırışmasına sebep olunca deri ceketli alfa ne derece delirdiğimi fark ettiği için ben saldırmadan önüme geçip beni durdurdu. İkimizin arasında duran alfaya sarılır vaziyette yapışıp dövmeli olana ulaşmaya çalıştım "Sen-sen! Sen beni dolandırdın mı?!!"

"Teorik olarak doğru sayılmaz."

"Seni öldüreceğim Min Yoongi, duydun mu?! Sen artık ölü bir adamsın!"

"Ben ne yaptım?" deri ceketli olan beni üzerinden ittirerek şaşkınlıkla soru yönelttiğinde üzerime sinen kokusunu soluyup suratımı buruşturarak ona baktım "Sen bu işe karışma yoksa seni de öldürürüm!" sonra da yeniden dövmeli alfaya döndüm "Duydun mu beni?"

"Sen önce adımı doğru öğren de sonra tehdit savur."

"Çok pardon, dolandırıcı diye seslenmeliydim değil mi?"

Yine karşısına geçtim ve doğruca gözlerine baktım. O da çenesini kaldırıp gözlerini kıstı ve bana doğru iyice yaklaşmadan adını söyledi "Jungkook, Jeon Jungkook." dedi.

Artık yeniden aramızda molozlar kalacak şekilde karşı karşıyaydık ve yine ikimiz de birbirimize daha yakından bakıyor, gözlerimizi birbirimize kilitlemiş vaziyette feromonlarımızı salgılıyorduk. Onun taze çikolata kokusu yavaş yavaş acımsı, bittere dönüşmeye başladı, saçlarından daha kara gözlerinin etrafında kırmızı halkalar kendini gösterdi. Bu sanki bir uyarıydı, alfası hem bana hem de omegama baskınlığını göstererek bu kadar yeter anlamında bir işaret verip kim olduğunu anlamamı istiyordu. Muhtemelen benim sineye çekilmemi istiyordu ama ben bu kadar basit değildim. Evet, normalde pasif omegaların tüm özelliklerini taşıyordum ve feromonlar özellikle beni çok etkilerdi ama şu an yaşanan şeyler bambaşkaydı. Karşımdaki alfa ise feromonlarını beni kontrol etmek ister gibi kullanmıyordu, dediğim gibi sadece bir uyarıydı. Bu yüzden de benim omegam da kendini belli etmek isteyerek tıpkı onun gibi gözlerimin çevresindeki kehribar halkaları açığa çıkarttı.

Jeon Jungkook...

Omegam bana fısıldadığında vücudumdaki bütün tüylerim diken diken olarak irkilmemi sağladı. Üzerimde hiçbir şekilde feromon kullanmadığından emindim ancak ne olduğunu anlayamadığım bir şekilde omegam adını fısıldadıktan hemen sonra gözlerim rengi eski haline dönmüş, kendini geri çekerek beni alfanın kırmızı gözleriyle bırakmıştı. 

Gözlerimi birkaç kere kırpıştırıp durumun ne olduğunu algılamak için kendimi geri çekerek hiç istifimi bozmadan, en azından çaktırmadan onu boydan boya süzdüm. Sonra da tıpkı onun yaptığı gibi alayla bir tıh sesiyle "Dolandırıcı olduğun için adının bu olduğundan emin değilim." dedim.

"Imm... Bölüyorum ama, Min Yoongi benim." Bir eli cebinde olan deri ceketli, küçük burun ve dudaklı alfa çarpık bir gülüşle boştaki elini salladığında söylediği cümlenin doğruluğunu ispatlamak için açıklamasına devam etti "Bu ev babama ait. Min Hoon, benim babam."

"Yani şu adam, sen ve baban hem beni hem de devleti dolandırdınız."

"Tam olarak öyle değil."

Elimi tozdan kirlenmiş sarı saçlarımın arasından çıkartıp yaşadıklarıma inanamazcasına güldüm. Evimin kendime ait olan tarafında volta atıp geri onların olduğu kısma gelerek yüksek sesle konuştum "Tam olarak nasıl oldu? Çünkü evi ortadan ikiye bölüp yan dairenin elektriğini de bana ödetiyor olduğunuz kısım kulağa tam olarak öyle geliyor da."

"Pekala, öncelikle dolandırma kısmı Jungkook'a ait. Duvar konusundan ise babamın haberi yok."

"Harika." dedim ve başımı iki yana salladım "Hem babanı hem de beni dolandırdınız."

"Bak omega, şu konuda bir anlaşalım. Sorununun elektrikle olan kısmını onunla hallet. Benimle de ev konusunda anlaşmaya çalış, hmm?"

"Anlaşma falan yok. Ev benim. Kapı gibi kontratım var."

Anlaşma falan düşünmüyordum, onun kısmına baktığımda kutu gibi bir daireydi, benim dairemin salon kısmını ortada iyiye ayırmışlardı. Karşı duvarda küçük renkli şişelerle dolu bir raf, rafın önünde deri bir koltuk vardı ve tuvaleti bile yoktu, ev diyebileceğim hiçbir tarafı yoktu hatta yüzdesel olarak baktığımda bile benim dairem yüzde seksen daha büyüktü, onun tarafı ise yüzde yirmilik bir dilimdeydi. Bu yüzden de anlaşmaya varmak gibi bir düşünce kesinlikle söz konusu bile olamazdı benim açımdan.

"Ben çünkü öpücükle kiraladım evi."

Elimle boş konuşuyorsun der gibi bir hareket yaparak Jungkook denilen dövmeli alfaya yüz buruşturdum "Dolandırmış da olabilirsin, bilemeyeceğim artık."

"Oh çok da güzel yapmışım keşke daha çok dolandırsaymışım."

Tam ona bağırmak için ağzımı açmıştım ki "Tamam ikiniz de susun." dedi Min Yoongi denilen alfa. Ve sonra da aramıza girerek bizi susturup derince bir nefesle devam etti "Anlaşmaya varmak zorundayız çünkü vergi ve kaçak elektriğin cezası götüme girdi."

"Peki bu benim ne kadar umrumda? Duvarı da ben çekmedim, elektriği de ben bağlamadım. Anlaşmaya varmak için hiçbir sebebim yok, aksine varmamak için var. Bu ev benim, bir başkasıyla paylaşmaya niyetim yok."

"O zaman kiranın kalanını ödersin."

İşin parasal boyutunu hiç düşünmediğim için ona gözlerimi kırpıştırarak baktım "Bir de para mı ödeyeceğim?"

"Dairenin metrekaresinin arttığını farkındasın değil mi? Kontrat maddesine göre metrekare artışında kiranın artacağı da yazıyor."

"Kontratımda evimin ortadan bölündüğü ve kaçak duvar ördüğünüz tarafın elektriğini ödeyeceğim de yazmıyordu ama."

Başlı başına saçmalıktan ibaretti ve tanrı aşkına, bir anda başıma gelen boktan şeyden nasıl kurtulacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Tek istediğim bunun bir rüyadan ibaret olması, uyandığımda da buz gibi bir su içerek nefes nefese kalmak, hemen ardından da bunun bir rüya oluşuna karşılık tanrıya şükür etmekti. Gelin görün ki yıllardır bahtsızlığım peşimi bırakmazken rüyadan uyanmak çok absürt bir dilekti.

Yoongi iki elini de ceplerine sokarak omuz silkip "Paşa gönlün bilir omega. Ya ödersin ya birlikte kalırsınız ya da evden çıkarsın." dediğinde Jungkook'a baktım. Kollarını göğsünde kavuşturup bir eliyle çenesini okşayarak öylece bekletken durumu çabuk kabullenmiş görünüyordu.

"Bunu kabul etmek zorunda değilim."

Gerçekten de değildim ama olay pek de istediğim yöne doğru gitmiyordu.

"O zaman bu aydan itibaren ödeyeceğin kira 1.050.000 won olacak."

"Ne?!"

"Ha bir de üç yıllık kontrat için aldığımız 6 aylık ödemenin kalan ay farkını da ödemem gerekiyor."

"Siz gerçekten dolandırıcısınız." Elimle ağzımı kapatıp bir adım gerilediğimde tamamen boka battığımı farkındaydım. Annemle babama bunu asla söyleyemezdim çünkü zaten onlarla iletişimimi olabildiğince kopartarak kendi ayaklarım üzerinde durmaya çalışıyordum. Ağabeyime de aynı şekilde çünkü zaten evin altı aylık toplu ödemesini ağabeyim yapmıştı, ben her ay bana yatan bursumdan hem ona ödüyordum hem de aylık kirayı ev sahibine yatırıyordum. Bu kadar ödememin arasında bir de avukata gidemezdim ki gitsem bile ağabeyimin çevresi oldukça genişti, kulağına gitmeme ihtimali yoktu. 

Bu evden taşınamazdım çünkü konum olarak kampüse yakın, kirası da iyiydi, yani 850.000 won iken iyiydi. Bir anda bunun 200.000 won artışı ve üç yıllık kontratın 6 aydan kalan farkı eklenince tansiyonum düşmekten beter olmuştu. Kısacası sınav zamanımda ne bu evden taşınabilirdim ne de tek başıma kalarak artan kirayı ödeyebilirdim. Ama iki kişi kalırsak kira daha da düşecekti, 575.000 won olacak, eksik kısmın farkını da Jungkook ödeyecekti. Ve bunun kira ve su kısmı da vardı, onlardan da kar edecektim. Yani zararlı çıktığım kısım sadece ev arkadaşımın bir alfa oluşuyla birlikte sürekli ses çıkartan yan komşum olacaktı.

Yutkunarak gözlerimi iki alfa üzerinde dolaştırdım ve en son Jungkook'da duraksadım. Alfa arkadaşlarım vardı ama ev arkadaşı kısmı bambaşka bir boyuttu. Bir kere ben evime çok fazla kişinin gelip gitmesinden hoşlanmazdım ve şimdi evde bir kişi daha olacaktı üstelik baskın bir alfaydı.

Çıldırmak üzereydim. Nasıl olacağını bilmiyordum, ev arkadaşlığı zırvalığının başımıza neler açacağı hakkında en ufak bir fikrim yoktu ama mecburdum kabul etmeye. 

İki elimle dağılmış sarı saçlarımı geriye ittirip evin içinde stresle dolaştım ve en son Jungkook'un tam karşısında durdum. Alfa bütün dikkatini bana vermişti ve ben işaret parmağımı ona doğru kaldırdığımda bile gözlerimi gözlerinden ayırmamıştım. Sonrasında bütün seçenekleri değerlendirip ev arkadaşlığımızı başlattığımızı ilan ettiğim o cümleyi kurmuştum.

"Lanet olası evin kurallarını belirlemeden seninle markete bile gitmem."

Alfa, gözlerini kıstı ve dudaklarını iki yana kıvırarak parlak gözlerle işaret parmağını ona doğrulttuğum işaret parmağıma dokundurup göz kırparak konuştu.

"Anlaştık."

 

Chapter 3: ev arkadaşları, ev kuralları ve sökülen banklar

Chapter Text

ResimLink - Resim Yükle

Ciddi anlamda, başıma gelen şeyi, evimin duvarının yıkılıp tanımadığım bir alfayla ev kuralları maddelerini oluşturmaya çalıştığımda anladım diyebilirdim. Yoongi'yi evden gönderdikten sonra Jungkook'la başbaşa kalmıştık ve inanın bana tam olarak ne yapmam gerektiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. İnsanlar eve çıkmadan önce genelde birbirlerini tanıyor olurdu ve ona göre bir yol izlerlerdi. Ancak ne o beni ne de ben onu tanıyordum. Eğer birlikte yaşayacaksak ikimizin de birbirimizin sınırlarını bilmesi gerekiyordu. Bunun için de en sağlıklı yol ev kurallarını belirmekti. Ve ben yaklaşık bir saattir sildiğim tozlanmış tezgahın üzerinde maddeleri oluşturmak için kafa patlatırken Jungkook kendi evinin tarafındaki yatık deri koltuğa tatildeymiş gibi uzanmış rahatça bir şeyler karalayarak kırdığı dizlerini sallandırıyordu. Ara sıra da telefonuna gelen mesajlara cevap vererek ciddiyetsizce gülümsüyordu.

Ona ters ters bakınıp kağıdıma geri döndüm ve maddeler eklemeye devam ettim. On beş dakika kadar da yeni maddeler için verdiğim uğraşı kesip hepsini teker teker okudum ve tatmin olduğumu düşünerek son kez kağıda baktım. Defalarca okuduğum maddelerden pek tatmin olmadığım için kafama yenilerini ekleme ihtimalini de not etmeden geçemedim çünkü hiçbir şekilde ona güvenmiyordum. Beni dolandırmıştı, nasıl güvenebilirdim ki?

Kendi maddelerimi bitirdiğimi söylemek için döndüğümde onu ellerini başının altına koymuş kağıdı da dizlerinin üzerinde bırakmış bir halde uyku vaziyetinde görmek beni sinirlendirdiği için "Hey!" diye ters ters bağırdım "Bitirdiysen kalk ve buraya gel."

Gözlerini açtığında gördüğüm ve saniyelik süren kırmızı parlaklık bana onun bir alfa olduğunu, üstelik baskın bir alfa olduğunu yeniden hatırlattığı için sebebini bilmediğim bir şekilde artan vanilyalı feromonlarımı dizginlerken buldum kendimi. 

Alfa ellerini eşofman altının cebine sokmuş vaziyette yanıma avare avare gelerek yandan bir gülüşle tezgaha yaslandı. Dibime öyle bir girmişti ki istemsizce omegam hafifçe kıkırdayarak bundan hoşlandığını belli etmişti. Bir adım geri gitme gereği duymuştum çünkü kokusu benim de dikkatimi dağıtıyordu. Ben kendi içimde omegamın cilvesinin kurbanı olmamak için cebelleşirken Jungkook, bu hareketime yan gözle bakarak yanağındaki çukuru belli eden daha da gıcık olacağım bir gülüş attı..

Tatlı ama, itiraf et.

"Sus."

"Konuşmadım ki?"

Sesli konuştuğumu fark etmediğim için "Nefes alman yeterli." diyerek toparlamaya çalışmış sonra da kağıdı ona doğru ittirerek onunkini de ben almıştım. 

Hızla maddelerinde gözümü gezdirdim ve gözüme çarpan bulaşık ve temizlik maddesine kaşlarımı çattım. Ancak o benden önce davranıp kağıdı havaya kaldırdı ve kaşlarını havalandırarak "Dövme yaptığımı biliyorsun değil mi? Eve müşterilerim gelecek, her gelen için senden izin mi alacağım?" diye sordu.

"Evime tanımadığım insanları almaktan hoşlanmam."

"Tanışırsın."

"Neden bir daha görüşmeyeceğim insanlarla tanışayım ki?"

"Orta yolu bulmak için çabalıyorum ama sen hiç yardımcı olmuyorsun, gerçekten söylediğin her maddeyi kabul etmemi mi bekliyorsun benden?"

"Ev benim."

"Ve ben de kalan diğer yarı kirayı ödeyeceğim. Burası artık benim de evim, eğer orta yol bulmayacaksan kalan kiranı da ödersin ben de siktir olup giderim."

Söylediklerinde haklı olduğunu elbette biliyordum ama kurulu düzenimin üzerine hiç tanımadığım bir alfanın ortak olması bir anda her şeyi kabul edeceğim anlamına da gelmiyordu. Öfkeliydim ve ne yapacağımı bilmiyordum bu yüzden de orta yolu bulmaktan çok kendi zihin sağlığımı düşünerek ilerlemeye çalışıyordum çünkü hayatım boyunca üniversiteye başlamadan önce hayatımda çokça şeyimi hyungumla paylaşmıştım. Yaklaşık üç yıldır ise hayatıma ailemi bile dahil etmeden, bireysel hareket ederek yaşıyordum. Bir anda eskiye dönüp buna adapte olmanın bende yarattığı sarsıntıyı kimsenin anlamasını bekleyemezdim doğrusu eğer yol kat etmek istiyorsam, dediği gibi orta yol bulmalıydım.

Rahatsızca ve de öfkelice bir nefes alıp haklı olmasının üzerimde yarattığı etkiyi görmesini sağlayarak kaşlarımı çattım ve elindeki kağıdı alarak maddenin üzerini karalayıp bir şeyler ekledim. Sonra da ona uzatarak "En azından eve birileri gelirken haber ver." dedim. 

Jungkook kağıda şöyle bir baktı ve başını sallayarak hmmladıktan sonra "Bu kabul edilebilir." diyerek onay verdi sonrasında da okuduğu madde yüzünden yakındı "Bulaşık yıkamam da ne demek? Bana dolandırıcı diyorsun ama ev işlerini bana yıkmaya çalışmışsın resmen."  

Aynı anda da yüzünü buruşturup kollarını bağladığında ben de aynı şekilde kollarımı bağlayıp kalçamı tezgaha yasladım "Sen de tuvalet temizlemem yazmışsın. Aynı hesap."

Gözlerini kısıp şöyle bir baştan aşağıya beni süzerek gözlerime geldiğinde kaşlarımı kaldırıp inatla omuz silktim. Eh, sonuçta bir noktada aylarca dolandırıldıktan sonra benim de bazı konularda şansımı denememi yadırgamamalıydı değil mi?

"Tek başına nasıl yaşadın bu zamana kadar?"

"İki kişi demek bulaşık demek. Tencere yıkamaktan hoşlanmadığım için paketli gıda tüketiyorum ama sen yemek yiyeceksen bulaşık çıkacak demek. Bu da demek oluyor ki bulaşıklar birinde, yani sende olmalı."

"İyi de neden ben? Ayrıca midesizsin, paketli gıdalar çok sağlıksız."

"Bu seni alakadar etmez." diyerek kaşlarımı çattığımda üşengeçliğimi yargılayacak en son insandı ve gerçekten de onu ilgilendirmiyordu. Zaten onu parçalayacak gibi baktığım için üzerime daha fazla gelmeden yazdığım maddeye geri dönerek yakınmaya devam etti. Eh, biraz da o kıvranmalıydı, değil mi?

"Bu cidden adil bir dağılım değil."

"Bence fazlasıyla adil."

"Pekala, şöyle yapalım o zaman," eliyle beni işaret ederek orta yol için bir öneri verdi "Ben tencereleri yıkarım sen diğer bulaşıkları?"

"Eğer evin temizliğini sen yaparsan ben de tuvaleti temizlerim."

"Kabul."

"Kabul." dedim ben de ve araya giren derin sessizlikle gözlerine bakmaya devam ettim. Kore halkının yüzdesel olarak çok yüksek kesimi siyah gözlüydü kalanı ise koyu kahverengiydi çok çok düşük bir kısmı ise elaya yakındı ancak daha önce kömürden bile kara bir göz rengi olduğunu düşünmemiştim. Üstelik öylesine parlaklardı ki yıldızların bile sönük kalacağını düşünüyordum. Hatta belki de...

Kendime geldiğim anda gözlerimi ondan çekmem bir saniyemi bile almadı. Nefesimi tuttuğumu bile bırakana kadar farkına varmamıştım ve toparlanmak için yutkunmuştum. Garip bir şekilde feromonlarını salgılamadığını bilsem bile ciğerlerime dolmuş gibi hissettiğim için kendime kızdım. Ama sanki bu her zaman olan bir şey gibi davranarak hafifçe boğazımı temizlediğim gibi elimdeki kağıda döndüm, sigara ve kargolarla olan kısma vurgu yaptım "Evde sigara içemezsin haberin olsun, kargoların da umurumda değil zaten hep buraya geldiği için köşeye koyar geçerim."

"Kabul." durdu ve geri dönerek okuduğu maddeyi okudukça kaşlarını çattı yavaş yavaş "Eve omega getirmek yasak mı? Yaah, ciddi misin?" derken eliyle gururlu bir tavırla hafifçe göğsüne vurdu "Bil diye söylüyorum, ben safkan ve baskın bir alfayım. Kızgınlığımı basit bir bastırıcıyla geçiremem ama sen dersen ki benimle geçir..." beni öyle bir süzdü ki çıplakmışım gibi hissettim "Bir düşünürüm."

"Benden uzak dur."

"Duracağım zaten. İçinden geçerim senin."

"Yeltenirsen taşaklarını ceviz gibi kıracağımdan emin olabilirsin."

"Taşaklarımı tutmak için bu kadar hevesli olman gururumu okşadı doğrusu."

Güldü, ama bu öyle bir gülüştü ki dünyadaki bütün sinir bozucu şeyleri unutun, Jungkook, ciddi anlamda başımın belası olacağını belli edercesine sinir bozuculuktaki bir alfaydı resmen. Her şeye bir cevabı vardı, hiçbir şeyden geri kalmıyordu. Üstelik baskın alfa olduğu belliydi ama safkan alfalar her on alfa-alfa ilişkisinin üçünde ortaya çıkıyordu ve onun da benim evimde kalacak olan olması tam anlamıyla tesadüfün içinden geçtiğimizin göstergesiydi. Yani, hem onun kızgınlığı hem de benim kızgınlığımda ikimizin bir araya gelmesi demek ciddi anlamda içimden geçmesiyle birdi. Cesaretli falandım, eh yerine göre işve cilve naz da vardı, tabii bu sıralar hariç, ama tanımadığım safkan ve üstelik baskın bir alfanın kızgınlığında etrafında olmamam gerektiğini bilecek kadar da akıllıydım. Ruh eşimin de olduğunu düşünürsek, bir felaket olurdu. Fakat onunla aynı evde kalmaya mecburdum, ne ironi ama, değil mi...

Yine de, ben Kim Taehyung'dum. Yuva diye benimseyerek bağlandığım evin içerisinde bir alfayla yaşayacaksam eğer bir başka kurdun, özellikle de omeganın kokusunun evime sinmesini istememem normaldi. Benzer düşünceyle onun açısından bakınca o da aynı şeyleri düşünmüş olmalı ki göze göz dişe diş mantığından yola çıktı ve "Omega yoksa alfa da yok o zaman." diyerek konuyu kilitledi. Şu dakikadan sonra hiçbir halta itiraz edemezdim çünkü bir başka omeganın evimde koku bırakmasına katlanamazdım.

İçimden saya söve "Kabul. Sadece haber verdiğimiz arkadaşlarımız gelecek." demekten başka çarem kalmamıştı.

"Kabul. Kızgınlıklarımızı biriyle geçireceksek de bunu dışarıda yapacağız."

"Anlaştık."

"Anlaştık."

Maddeleri okuyup onayladıklarıma hafif hafif kafa salladım ama kahve içtiğiyle ilgili maddeye kalemle vurup tek kaşımı kaldırmadan geçemedim. Kahvesine dokunmamamı, kullanırsam ve eğer azalmışsa ona haber vermemi istiyordu. Bunu pekala yapabilirdim ama benim takıldığım nokta tamamen farklıydı "Kahve bağımlısısıysan geceleri uyumuyorsundur." elinde tuttuğu kağıdımı hızla elinden çekip yeni bir madde ekledim "Gece on ikiden sonra ses çıkartırsan seni öldürürüm."

"Daha önce dırdırcı olduğunu söyleyen oldu mu?"

"Peki ya sana gıcık olduğunu söyleyen oldu mu?"

"Daha çok taş gibi olduğumu söyleyenler oldu." yüzüme doğru eğilip meydan okurcasına gözlerimin içine bakarken ben da aynı şekilde eğilip karşılık vermiş küçümseyerek yanıtlamıştım onu "Çakıldır o, taş olsa duramazsın."

"Dikkat et de o çakıl sana-"

"Uzaklaş, alfa."

Dibime o kadar çok girmişti ki sesimin boğuklaştığını, gözlerimin renginin değiştiğini onun gözlerinin içindeki yansımamdan görmüştüm ve omuzlarından ittirerek burnumu kapatmıştım. Feromonları ciğerlerime işlemişti resmen, daha önce çabasızca omegamın ortaya çıktığı olmamıştı, ki gerçek bir feromon bile değildi üzerinden yayılanlar. Sadece yakınlaştığı için üzerinde olan sıradan, etkisi olmaması gereken feromonlardan başka bir şey değildi ve neden böyle olduğu hakkında iki fikrim vardı. İlki safkan ve baskın bir alfa oluşu, ikincisi ise tamamen benim zilli omegamın rahat durmuyor oluşu. Her iki türlü de tehlikeliydi orası ayrı konu ama omegamı rahat durması için sağlam bir tembih çekmem gerekiyordu. Jungkook'a ise... 

Sanırım onu omuzlarından ittirmem bazı şeyleri anlamasına neden olmuştu çünkü bir adım gerileyip yüzü dümdüz bir ifadeyle benimkinde dolaştığında gözlerinden geçen ifade kafasının karıştığını belli ediyordu.

"İyi misin?" diye sordu hemen dudaklarını birbirine bastırarak. Ellerimi henüz burnumdan çekmemişken baş salladım "Sorun yok. Uzun zamandır yakından alfa feromonlarını solumamıştım."

Yalancı, Jihoon kulağının dibindeydi.

"Haa, etkilendin yani?"

Omegam ve o aynı düşünceleri farklı cümlelerle ifade edince haliyle benim sinir yine kendini gösterdi. Hele bir de anında endişeli yüzünün alaycı bir gülüşe bürünmesi ve yanağında belki dışarıda görsem tatlı diyebileceğim çukurun oluşması iyice sinirlenmemi sağlamıştı. Şerefsiz herif, bulduğu her fırsatta laf sokuşturup duruyordu.

"Ben senin nerenden etkileneceğim be, dolandırıcı şerefsiz."

"Bu durumda evde tek oda olduğunda aynı odada kalamayacağımız maddesini kabul edebilirim. Bayılırsın fenalaşırsın falan bir de polis ifadesiyle uğraşamam, şahit falan yazarlar şimdi."

"Sen-sen." diye şaşkınlıkla ne diyeceğimi şaşırmıştım ve Jungkook beni umursamaz baş sallamasıyla geçiştirip cebindeki telefonunu çıkartarak "Oh," diye mırıldanmış sonra da eklemişti "Ben gidiyorum derse geç kalacağım."

"Bekle, maddeleri bitirmedik daha."

"Ben bitirdim, sen ekleyeceklerini ekle akşam söylersin güzelim."

İçimde bir şeylerin eriyip bittiğini hissetmeye fırsat bile buılamadan eliiyle başımın üstüne telkin edercesine pat pat vurarak kendi evinin tarafındaki siyah sırt çantasını almaya gitti. Ardından ise söyleyeceğim tüm kelimeleri ağzıma tıkarak diğer kapıdan çıkıp gitti. Gittiği süre zarfında arkasından birkaç dakika öylece baktım ve gözlerimi etraftaki dağınık, pis moloz yığınlarında gezdirdim. Yeni lanet olasıca ev arkadaşımla ilk günümde üzerime koca bir duvarın temizlik yükü binmişti, ne kadar da harika değil mi? Hayatım muhteşem derecede pasparlak ışıltı saçıyordu, ha-ha.

Bink!

Bir yeni mesaj

 

+82...

Molozları toplatman için para gönderdim 😉

üzerine eklersin

fark çıkarsa kalanını da gönderirim

 

Telefonumdan yükselen sesle bilinmeyen numaradan gelen mesajı okudum ve o ışık saçan hayatımın orta yerine düşmüş alfayı bir kez daha çıplak ellerimle boğmak istediğimi fark ettim. Çünkü telefon numaramı asla vermemiştim, rehberimde bile gereksiz insanların numarası yoktu ki cidden mecbur kalmasam bölümün whatsapp grubuna bile girmeyecektim ama kendisi ona dolandırıcı dememin hakkını verircesine numarama mesaj göndererek bildiğini çaktırmama zahmetinde bile bulunmamıştı.

 

enayi

şerefsiz herif

numaramı nereden buldun

 

dolandırıcı

sen o güzel kafanı bunlara çok yorma da 

hesabını kontrol et para gelmiş mi gelmemiş mi

emin olamadığım tek şey banka hesabındı

 

enayi

ya hakkında yasal işlem başlatacağım

abim avukat

annem de savcı

donuna kadar alacağım

bir gram da acımayacağım

 

dolandırıcı

neyse ki

don giymiyorum ✌🏻 

 

Hesabıma para düşüp düşmediğine bakmak için girdiğimde söylediği gibi göndermiş olduğunu gördüm ama not kısmında yazan 'dün gece çok iyiydin' yazısı sanki buradaymış gibi sesiyle kafamın içinde yankılanınca mesajdan ona tonlarca yaratıcı küfür gönderip karşılığında dudak büzerek gülen emoji aldım. Yani hiçbir halt olmadı, ben yine öfkemle kaldım o ise eğlendiğiyle. Ha bir de deliler gibi kahkahalar atan kurdum vardı o konuya girmek dahi istemiyordum.

Dersim olmasına rağmen gitmemiştim okula çünkü molozları toplaması için inşaattan birilerini bulmak zorunda kalmıştım. Ama şöyle ki, paranın üzerine ekleme yapmama gerek kalmamıştı. Adamlara Jungkook'un gönderdiği parayı teklif ettiğimde itiraz etmeden kabul etmişlerdi. Bugünün en karlı kısmı paramın cebinde kalışıydı yani, yoksa cidden kafayı yiyebilirdim. Yıkılmış duvar ortadan kalktığında da ciddili bir temizlik işine girişmiştim ve o kadar zorlanmıştım ki... 

Tozlar bütün evi kaplamıştı. Abartısız on kova su harcayıp, beş tane de bez değiştirmek zorunda kaldım. Jungkook'un boyalarla dolu raflarına ise elimi bile sürmedim ama deri koltuğu güzelce sildim. Zaten onun olduğu kısımda birkaç raf, altında çekmeceli dolap ve sadece koltuk olduğundan temizleme kısmı kolay olmuştu. Saatler sonra temizlik bittiğinde bile emin değildim tam olarak temizlendiğinden ama daha fazla çaba harcamak külfet gibi gelince mecburen bırakmıştım.

Bütün işlerimi bitirdiğimde kırık koltuğun karşısına dikilmiş ve iç çekerek bakmıştım. Onu çöpe atamazdım, gerçekten ortadan ikiye ayrılmıştı ama cidden atamazdım. Benim için bir ton anı vardı orada.

Orada öylece iç çekerek baktığım koltuktan telefonum çalınca ayrılıp Hoseok'un çağrısını yanıtladım. Ben daha konuşamadan direkt hesap sorar gibi "Neredesin sen? Trip mi atıyorsun?" diyerek daldı konuya.

Aslında tripli falan değildim sadece öfkeliydim ve aptalca şeylerle uğraşmaktan gidememiştim derse ama Hoseok öyle söyleyince dudak büküp eskimiş sandalyeye oturarak parmağımı çiçekli masa örtüsünün deseninde gezdirdim sanki beni görebilirmiş gibi. Sonra da ses tonuma biraz naz ekledim "Yoo hyung, ne alakası var. Evdeyim, temizlik yapıyorum."

"Giyin gel, Jimin'le konuşturacağım seni."

"Yok benim işim var. Konuşmak istemiyorum."

"Başlatma işine, gel dedim sana."

"Yok hyung, istemiyorum."

Hattın ucundan gelen Jimin'in istemiyorsa zorlama hyung ben de istemiyorum zaten diyen sesi kalbimi kırdığı için şakadan yaptığım nazlı tavır götümde patlamıştı. Bu yüzden de kırgın bir tonla Hoseok hyung konuşmadan "Doğru diyor hyung, ben istemiyorum. O da istemiyorsa gerek yok. Kapatıyorum, işlerim var." diyerek çağrıyı kapattım.

Canım sıkılmıştı ve biraz da üzülmüştüm. Derince aldığım nefes bu sıkıntının derinliğini belli ederek göğsümden dışarıya uçtu. Jimin biraz zor biriydi ama bazı konularda anlayışlı olmasını bekliyordum ve bu da benim için önemli bir konuydu. Onu anlıyordum aslında, bu kadar kendimi parçalamamı istemiyordu ki haklıydı. Ama bu konuda bana yardım ederken kırıcı olmamasını tercih ederdim çünkü ben zaten kendimi yeterince kırıyordum.  

Bir iç çekişle ayaklanıp kafamı dağıtmak için buzdolabındaki dünden kalmış pizzayı çıkarttım ve yerken düşünmemeye çalıştım. Ancak başarılı olamadım çünkü böyle şeyleri fazlasıyla kafaya takardım. Jimin'le sık sık tartışırdık ama bu tartışmalar saçma sapan şeyden olduğu için bir on dakikaya kalmaz barışırdık ama bu biraz farklı hissettirmişti. İkimiz de birbirimize ağır konuşmuştuk ikimiz de birbirimizi kırmıştık ama Jimin'in biraz önce söylediği şey zaten kırık olan kalbimi biraz daha kırmıştı.

Düşüncelerimin bir sonucuna varamadım çünkü kalbimin kırılan yerlerini nasıl yapıştıracağımı bilemedim. Böyle zamanların en iyi eşlikçisi sigaraydı ve balkona çıkıp nefeslenmek o an için iyi bir seçenek gibi görünmüştü. Çünkü sigarayı iki dudağımın arasına koyduğum an, elimdeki telefonumdan instagramı açmam, Suho'nun ismini yazıp profiline girmem çok sürmemişti.

Dikkat çekici bir alfaydı, ona nasıl aşık olduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu. Üniversitenin ilk yılı ortak dersimizde tanışmış, arkadaş olmuştuk. Sonrasında ben ona çöpçatanlıkla omega ayarlamak isterken bir anda kendim düşüvermiştim. Onu uzun zamandır görmediğim için profilinde dolaşmak çok yabancı hissettirdi.

Küçücük gözleri, güldüğünde belli olan elmacık kemikleri onu daha da ilgi çekici hale getiriyordu ve bence insanları en çok bakışlarındaki çapkınlık etkiliyordu. Biraz daha dolanırken çoğu fotoğrafta birlikte olduğumuz süre boyunca yüzümüzün görünmediği birkaç paylaşım haricinde benimle fotoğraf atmayan adamın öğrenci değişimle gittiği ülkeden her gün başka bir omegayla içerken hatta daha da yakın fotoğraflarını fark etmek kalbime zarar vermişti. Hayatımın en kötü yıllarındaydım, hayatımın en kötü dönemiydi, hiçbir şey yolunda gitmiyordu. 

Gözlerim dolarak aşağı kaydırdığım profili kapatıp yaktığım bir diğer sigarayla elimin tersini gözlerimin altına bastırıp burnumu çektim ama ağlamadım. Artık ağlamak istemiyordum. Ama ne kadar ağlamak istemesem de bir noktada acı çekmeyi durduramıyordum.

Hava dönmeye başlayana kadar balkonun köşesine çökük vaziyette oturmuş, düşünmüştüm. Muhtemelen de kapının alacaklı gibi çalışını hava serinleyip üşümemi sağlamasa içeri girene kadar anlamayacaktım.

Koştur koştur "Ne oluyor be, geldik patlama balkondaydım!" diye bağırarak açtığım kapıyla Jungkook içeri elindeki, çok pardon omzundaki, bankla, hayır abartmıyorum bildiğimiz parklarda olan demir ayaklı ahşap bankla, içeri dalmıştı "Çekil, çekil, çekil! Belim koptu, aisshh!"

Omzundaki bankı dik bir vaziyette yere koyup koluyla da yaslanarak bana aptal aptal gülümsemiş, çenesinden akan teri dirseğiyle hafifçe silmişti. Neden bu kadar ışık saçarak güldüğünü bilmiyordum ama sanki yaptığı şey çok matahmış gibi bankı göstererek "Nasıl ama? Gıcır gıcır değil mi?" demişti. 

"Bu ne şimdi?"

"Bank. Parktan söktüm."

"Onu görüyorum. Neden parktan söktüğün bank salonun ortasında onu çözemedim."

"Koltuk alacak param yok, senin var mı?" kırılan koltuğumla arasında gözlerim mekik dokuduğunda dudak büktüm istemsizce çünkü yoktu ve oturacak bir şeye ihtiyacımız vardı. Ama yani bunun bank olacağını düşünmek fazla uç bir noktaydı.

Jungkook hiç konuşmayışımı bir onay olarak bilip bıraktığı bankı sırtladığı gibi kırık koltuğun arkasına bıraktı ve ellerini beline koydu "Tut şunun ucundan da çöpe atalım."

"Asla olmaz!" diye bağırarak kırık koltuğun üzerine oturup başımı iki yana salladım "Bu koltuğu çok seviyorum, asla atamazsın."

Tepkilerimin aşırılığını farkındaydım ama isteyerek yaptığım bir şey değildi. Gündüzden beri içim giderek baktığım ve kopamadığım koltuğu şimdi yerine saçma sapan bir bank geldi diye atma fikri beni dehşete düşürmüştü. Onu da bu tavrım fazlaca şaşırtmış olmalıydı ki kafası karışık ne yaptığımı anlamazca bakıp duruyordu.

"Kırık olduğunu farkındasın değil mi?"

"Onu atamam."

"Bir oda bir salon bu ev, atmayıp ne yapacağız?"

Kaşlarımı çattım ve düşmemek için koltuğa tutunarak dizlerimin üzerine kalkıp aşağıdan ona dik dik baktım çünkü evi sanki yıllardır burada oturur gibi sahiplenmesi sinirimi bozmuştu . Bu ev benimdi, artık ev arkadaşı olabilirdik ama yine de uzun süredir oturan kişi ben olduğum için daha çok söz hakkım olmalıydı.

"Atmayacağız dedim. Anısını var anlamıyor musun?"

"Yarısını atalım diğer yarısını da balkonun köşesine koyalım o zaman. Maksimum aklıma bu geliyor."

Bu çocuk zeki. Etkilendim.

Sus, sus lanet olası omega sus, dedim içimden çığlık çığlığa çünkü cidden söylediği şey gayet mantıklıydı. Ve bundan hiç hoşlanmamıştım, insanların kelimelerini bir anda ağzına tıkıp mantıklı şeyler söylüyordu, gerçek bir dolandırıcıydı.

"İyi tamam. Öyle yap." dememle birlikte koltuğun üzerinden kalkıp mutsuzca bakındım. Spotçudan aldığımızda da kırıktı, bir süre böyle kullanmıştım ama sonra Suho altına iki tahtayla çivi çakıp ayrılıp duran parçaları sabitlemişti. Şimdi ise Jungkook Suho'nun tamir ettiği koltuğun kırılmış yarısını sırtlamış balkonun köşesine yerleştirmişti. Diğerini de evde daha fazla yer kaplamasın diye çabucak aşağıya indirip geri dönmüştü. 

Moralim bozuk olduğu ve gündüzden de iş yaptığım için her şeyi bitirene kadar sadece onu sandalye oturup izlemekle yetinmiştim. Bir omega olmama rağmen pek de kırılgan değildim çabuk da yorulmazdım öyle ama onu izlemek beni ciddi anlamda tüketmişti. Baskın alfaların enerjisinin çok zor tükendiği aşikardı ama Jungkook'daki çok farklıydı. Yerinde duramıyordu, oradan oraya koşturuyor, bazen ciddiyetle bankın orasını burasını inceliyor, temiz bezle siliyor, bazen de yaptığına gururla gamzesini belli ederek gülümsüyordu.  Garipti onu izlemek. Hem sinir bozucu, hem garip... Saçma bir ikilemdeydim.

"İşte böyle." dediğinde tam televizyonun karşısında, eve ait olmayan ama sanki oraya aitmiş gibi parıldayan banka doğru dönük bir şekilde ellerini beline koymuştu "Nasıl ama, bence onda on. En azından götümüzü koyacağımız bir yerimiz oldu."

"Yani..." omuz silktim memnuniyetsizce "Belediye evi basmadığı sürece idare edebiliriz."

"Şikayet eden biri olmazsa bir şey olacağını sanmıyorum."

Biri derken bana yaptığı imayı kaçırmamıştım ama bu saatten sonra yapacak tek şey olayı kabullenmekti bu yüzden sadece yüzümü buruşturmakla yetindim ve ayağa kalktım. Elimle bankın arkasındaki dövme koltuğunu işaret edip eskiden duvar olan yeri boydan boya gösterdim "Şu kısma perde falan alalım bari, dövme yaparken kapatırsın, ben de rahatça dolanabilirim. Bok gibi duruyor böyle."

"Hafta sonu çin pazarından bakarım."

Güzel. en azından bazı konularda lafı ağzıma tıkmıyordu.

"İşin bittiyse sana evle ilgili şeyler söyleyeceğim. Gel benimle." deyip balkona doğru yürüdüm ve kapı kolunu yukarı kaldırıp tık sesini çıkmasını sağladım "Böyle kilitleniyor, dışarıdan açılmıyor. Ama içeriden normal bir şekilde aşağıya ittirirsen açılır." sonra evin sağ cephesindeki mutfak tezgahının yanında kalan boydan boya dar balkonlu camı gösterdim "Burası iptal. Yaşamayı seviyorsan sağ cephedeki camları açmazsın."

"O niyeymiş?"

"Karşı en alt daireyi görüyor musun?" elimle perdeyi aralayarak işaret ettiğimde benim açımdan görmek için üzerinden yükselen feromonları hissedebileceğim kadar dibime girmişti. Keskin çenesi, parlak yüzündeki küçük benleri ve yanağındaki ufak yara iziyle yakından tanışmıştım ama en çok da buram buram kokan çikolata kokusu yüzünden omegam aptalca bir heyecana düşmüştü ve sanırım zaman kavramım sekteye uğramıştı.

"Şu balkonu dolu olan mı?"

"Ha?"

Yüzünü buruşturarak bana döndüğünde yakınlığımız yüzünden ne yapacağımı şaşırmıştım. Bana bu kadar yakınken düşünme yetimden uzaklaşmıştım ve açıkçası Jungkook kafasını kafamla tokuşturup "Diyorum ki şu zemindeki balkonu dolu olan ev mi?" demesi beni o heyecandan çıkartmıştı. Başımı iki yana sallayarak gözlerimi bana bakan gözlerden güç bela ayırdım ve biraz evvel gösterdiğim yere bakarken cevap verdim.

"Evet, orası çöp ev. Altı tane üniversiteli alfa kalıyor. Yedikleri ya da evde biriktirdikleri her şeyi balkona atıyorlar ve çok kötü kokuyor. Yani kısaca camı açarsan ölürsün."

"Abartıyorsun gibi geliyor bana." 

"Ben yokken deneyebilirsin." diyerek omuz silktiğimde Jungkook gözlerimi şüpheyle kısmıştı.

"Pekala, bu korkutucu. Belediyeye şika-"

"Özel mülk olduğu için müdahale etmiyorlar."

Jungkook iğrenerek aşağıya bakıp dururken ben de doğruca mutfak tezgahının altında bulunan çamaşır makinesi boşluğundaki dolabı açtım "Makine dairesi aşağıda zaten biliyorsun, deterjanlar da burada. Diğer ev eşyalarını kendin keşfedersin. Ha bir de, klimanın ısıtma ayarı bozuk sadece soğutuyor ama eski olduğu için faturayı coşturuyor. Yani yazın olabildiğince az kullanacağız." kapağı kapatıp banyoya ilerlediğimde hemen kapının yanındaki sigorta kutusunu gösterdim "Banyodaki ısıtıcının şarteli burada. Gireceğin zaman açarsın çıkınca da kapat ki elektrik çekmesin." sonra da banyoya girip eskimiş banyo perdesini aralayıp ısıtıcının ayarını gösterdim "Bir numara çok soğuk iki asla sıcak değil üç kaynar. Ama ikiden üçe attığında 5 dakikan var duş alman için. Tuvalete de kağıt atma tıkanıyor bokunla uğraşamam."

"Başka bilmem gereken bir şey yoksa," cebinden sigara paketini çıkartıp bir tanesini dudaklarının arasına koydu "Sigara molası vereceğim."

Kaşlarımı çatıp "Var," dedim ve sigarayı dudaklarından çekip göğsüne bastırdım. Sert bir kayaya bastırıyormuşum hissini şimdilik es geçmeye çalışarak konuşmak zordu "Evde kesinlikle sigara içemeyeceğini söylemiştim. Balkonda içeceksin."

"Tuvalette otururken bira sigara yapamayacaksam neden yaşıyorum ki?"

"İstersen ölebilirsin, umurumda değil."

"Gerçekten katlanılmaz birisin. İnsanların sayılı zevklerinin de katili."

"Ayrıca, erkenden gittiğin için en önemli şeyi söylemeyi unuttum ki bunda zaten anlaşmıştık."

"Ne gelecek bakalım..."

"Yatak odası bana ait."

Jungkook çenesinin altının keskinliğini gösterircesine başını geriye atarak evi dolduran bir kahkaha attığında karşısında ellerimi göğsüme kavuşturup bıkkınca göz devirdim. Ciddiyetimi sanırım anlamamıştı ama ciddiydim, bir alfayla özellikle de baskın bir alfayla aynı odada kalacak kadar aklımı kaybetmemiştim.

"Bu," demişti başını iki yana sallayarak "Bu son zamanlarda duyduğum en komik şeydi omega. Baya iyiydi..."

"Sen şaka yapmış olabilirsin ama ben ciddiyim. Seninle aynı odada kalmayacağım, baskın bir alfayla aynı odada kalacak kadar kafayı yemedim. Her an her şey olabilir."

"Dur bekle," eliyle önüne dökülmüş saçlarını geriye atarak kaşlarını çatınca parlak siyah gözlerini kocaman açmıştı. Bu da ne kadar ciddi olduğumu anladığını gösteriyordu "Sen ciddisin?"

"Senin aksine insanları dolandırmıyorum."

Ona değmeden yanından geçip tuvaletten çıkınca peşimden odanın kapısına kadar geldi ama içeri girmeden öylece kaldı. Ben de ona dönüp kapıyı hafifçe ortalayıp arasında durarak boydan boya süzdüm. En azından, girmemesi gereken yere, kişisel alanıma karşı dikkatliydi.

"Bir tekli bir de çiftli yatak varken ben neden salonda yatıyorum? Ben de kira veriyorum, asıl dolandırıcı sensin."

"Bunun dolandırıcılıkla ilgisi yok. Daha çok kurtsal bir mesele gibi düşün, omegam yabancı bir alfayla aynı odada kalmayı reddediyor."

Şu adamı da alfasını da reddettiysem ömür boyu kızgınlığımda boş kalayım.

Bunun o alfayla ilgisi yok, aptal, sen sadece Suho'nun üzüntüsünü başka kanlarda arıyorsun, diyerek omegamı içten içe dizginlemeye çalıştım. Jungkook ise yüzümden omegamla tartıştığımı anlamış olmalı ki işaret parmağını bana doğru uzatıp hafif kızgın bir tonla aklımı okurcasına konuştu "Kurdun bile hak veriyor bana işte değil mi, ondan duraksadın."

Eh, aklın yolu bir.

"Kurdumun ne söyleyip ne söylemediği önemli değil. Tanrım... Daha yeni tanıştık, beni dolandırdığını öğrendim ve bir anda aynı evi paylaşmaya başladık. Tabi ki seninle aynı odada kalmayacağım Jungkook biraz mantık kur."

Omegamı da, onu da def edercesine sarf ettiğim kelimeleri kapattığım kapıyla taçlandırdım ama saati fark etmemle yeniden açtım. Hala öylece bıraktığım yerde olan alfayla göz göze gelip  tavana işaret ettim ve bum, yukarıdaki sevişkenlerden koca bir inleme kazandım "Bunlar arada bu saatlerde sevişiyorlar ve asla susmuyorlar haberin olsun. İyi geceler."

Sonrasında yeniden kapattığım kapıyla üzerime uzun bir pijama giyerek doğruca yatağıma yattım. Yukarının sesini yok saymaya çalıştığım için uyumaya konsantre olduğum söylenemezdi. Başaramadığım bir saatin sonunda da telefonuma gelen mesajla yan dönüp komodine uzanarak mesajı açtım ve Jungkook'la konuşmaya başladım.

 

dolandırıcı

bunlar tüm gece böyle devam mı edecek cidden

 

enayi

evet

yok saymaya çalışıyorum

mesaj atma bana

 

dolandırıcı

çekilecek çile değil

hep böyleler mi

 

enayi

bu sessiz halleri

kızgınlıkları çok daha kötü

 

dolandırıcı

anladım

görüldü

 

taehyung

görüldü

 

madem odayı paylaşmıyorsun

en azından ikinci el dolap alayım odaya

kıyafetlerimi getireceğim ama koyacak yerim yok

bir tek kıyafet için girerim odaya

hm?

görüldü

 

enayi

iyi tamam

 

***

 

Gece sanki durmaksızın sevişen benmişim gibi bir uykusuzlukla sabahı sabah ederek uyandığımda yorganı tekmeleyerek yataktan kalktım. Gözlerimi ovuşturarak etrafı izlerken etrafımdaki eşyalara odaklanmak ayılmam için en kestirme yoldu. Çünkü dağınıklığı seçtiğimde zihnim çabucak kendime geliyordu, tabi bir etkisi de sol tarafımdaki çift kişilik yatağı kaplayan kıyafetlerimdi. Onlara bakmak beni derinden yaraladığı için daha çabuk rüya aleminden çıkıp gerçeğe dönüyordum. Şimdi de sırada sigara içmek olduğu için ayaklanıp dağılmış aynalı makyaj masasının önünden geçerken dağılmış sarı saçlarıma bakmadan salona açılan kapıyı açtım. Balkona yürürken Jungkook'u dövme koltuğunda iki büklüm yatar vaziyette bulmuştum. Dizlerini kendine çekip sarılmış bir alfadan çok daha kırılgan birine benzettim.

Pek kırılgan olduğundan emin değilim ama... güzel kırar bence... En çok da belini...

"Sen ne kadar arsız oldun böyle." diye mırıldandım göz devirerek. Omegamsa kıkır kıkır gülerek sabah şekeri edasından oradan oraya koşturdu durdu. Bu mutluluğun sebebini bilmiyordum ama onu uzun zamandır bu kadar konuşkan görmemiştim genelde ufak cilvelerle yetinirdi ki bu benim de hoşuma giderdi. Özellikle de Suho'yla olan karmaşık hislerden beridir de böyle olmamıştı, sanırım en son Suho'dan önce bu kadar girişkendi alfalara karşı. Uzun zamandır bir alfanın varlığını bu kadar yakın hissetmediğimiz için davranışlarımın omegayla birlikte farklı hislere yönelmesini de anladığım için pek üzerine düşmedim. Sadece dikkat etsem yeterdi, ipleri elimden bırakırsam omegama kapılıp yanlış şeyler yapabilirdim ve bu da sonrasında duygularıma zarar verirdi.

Jungkook sanki içten içe hakkında düşündüğüm şeyi hissetmişçesine yattığı yerde kıpırdanıp kolunu bir yere bacağını bir yere atıp ağzını şapırdatınca ona şöyle bir yüz buruşturmayla bakmaktan kendimi alamadım. İşte şimdi tam anlamıyla kırılganlıktan çıkmış, kocaman ve hiçbir yere sığamayıp dolup taşan bir alfaya dönüşmüştü.

Sığamadığı başka yerler de olduğuna eminim.

Sen cidden çok arsızlaştın.

Omegamın tatminkar mırıltısı bu arsızlığı pek umursar gözükmüyordu. Eh, yalan yok hissettiği mutluluğun bana da yansıması bir miktar yüzümde tebessüm oluşturmuştu ancak

göz devirmeden de duramamıştım. Jungkook'dan gözlerimi ayırıp mutfak çekmecesinde paketimden bir dal koydum dudaklarımın arasına ve çakmakla birlikte balkona çıktım. Önceden duvar dibine çöküp içtiğim sigarayı şimdi üzerinde bir sürü anım olan kırık ve artık tekli olan koltuğun üzerinde dizlerimi göğsüme çekerek içmeye başladım. Bu koltuğu buraya koydurmakla iyi mi kötü mü yapmıştım bilmiyorum fakat bir noktada iyi de hissetmiştim. Sanki Suho'ya ait hislerimin bir kısmını dışarı atmıştım gibi...

Suho demişken, parmaklarım düşüncelerimden hızlı bir şekilde telefonumdan instagrama girmiş ve profiline basmıştı bile. Arkadaşlarıyla eğlendiği, ev partilerinde tekila shotları devirdiği hikayeleri dudaklarımı ısırarak burukça izlemiştim. Ne kadar da umursamaz görüyor diye düşünmeden edemedim, çünkü ben bunu yapamazken onun yapabiliyor oluşu göğsümde derin bir sızıya yol açmıştı. En son bir hikayesine başkasının onu videoya çektiği  anları izleyerek elinde telefon varken bana neden bir mesaj bile atmadığını sorguladım. Bu düşünce üzerine belki bir umut gözümden kaçmıştır diyerek kontrol etmek için mesajlarına girdim fakat koca bir hiçle karşılaştım. En son mesajımı görüldü yapmıştı.

Uçak biletiyle ilgili kart bilgilerimi attığım konuşmaya iç geçirerek bakıp yazıp yazmamakta kararsız kaldım. Fakat zaten cevap vermiyordu, en fazla yine cevap vermezdi, bu beni ne kadar kırabilirdi ki? Zaten bana görüldü atsa bile her şekilde bana geri mesaj atıyordu. Bu hep böyle olmuştu. Yine bana mesaj atacaktı.

 

taehyung

günaydın

arayacağını söylemiştim ama aramadın

biletini ne zamana aldın?

 

Tek tikti, her zamanki gibi. Ben kocaman bir aptal olduğum için kırılmayacağımı düşünmüştüm ancak yine tam tersi oldu. Omegamı kontrol etmek istedim ama o da kalp kırıklığımın yükünü derin bir sessizlikle karşılıyordu. Sigaramdan güçlü bir nefes çekerek telefonun kilidini kapattım ve sırtımı koltuğa başımı da duvara yaslayıp külünü yerdeki ortalama yirmi santim olan karton kolinin içine döktüm. Ardından son bir kez daha çekip söndürdüm ve ayaklanarak gerindim.

Son zamanlarda çokça çizim yaptığım için sırt ağrılarım artmıştı, ya da çok streslendiğim için, neyse ne. Kollarımı yukarı kaldırım bütün kaslarımı sıkıştırarak gerinirken tam karşıda bana her zaman iğrenerek bakan omeganın yine aynı ifadesiyle karşılaştım. Fakat bu kez gözleri beni süzüp başka bir noktaya kaydı. Duruşumu düzeltip baktığı noktaya doğru döndüm neden iğrenmek yerine ağzının suyunun aktığını öğrenmek için. Şortu ve tişörtü, dağılmış uzun saçları, kulağının arkasına iliştirilmiş sigarayla esneyen Jungkook'la karşılaştım.

Esnerken konuşabildiği kadarıyla "Günaydın," demiş ve vücudunu germeye çalışarak yüzünü buruşturmuştu "Off, her yerim tutulmuş."

"Vah yazık..." derken gülerek mırıldanmıştım. Yalan yok, pek üzüldüğümü söyleyemezdim çünkü geceler boyu dövme makinasının sesiyle beni uyutmamıştı, bir yerleri tutuldu diye karalar bağlayamazdım "Büyüyünce geçer merak etme."

"Gerçekten zalimsin."

"Sen de dolandırıcı. Mükemmel bir uyum değil mi?" diyerek yapmacık bir gülüş vererek içeri girecekken durup yerdeki sigara izmaritli koliyi işaret ettim "Onu boşaltmayı unutma."

"O kalsın izmaritlerimi biriktiriyorum."

"Anlamadım?"

Jungkook bir elini şortunun cebine sokup yüzüme doğru eğilerek boştaki eliyle başımı pat patladığında sabah mahmurluğu yüzünden üzerinden gelen çikolata kokusunda boğulduğumu hissettim. Sanırım yeni uyandığı için feromonlarını pek kontrol edemiyordu. Çikolatanın en taze, en tatlı aromalarını teker teker solurken gözlerimi büyültmüş, hafifçe de yutkunmuştum. Aynı anda da Jungkook yanağındaki çukuru çarpık bir gülüşle ortaya çıkartarak benden önce davrandı konuşmaya ve sorumu yanıtladı. "Sen böyle şeyleri kafana takma omega. Ay sonunda öğrenirsin."

Anında kendime geldim hızla "Çek elini be," diyerek elini ittirip içeri geçtim. Balkonda onu kahkaha atar vaziyette bırakıp kendimin de kalp çarpıntısıyla mücadele etmesine aşırı sinirlerim bozulduğu için söylenmemi durduramamıştım "Havalara bak sanki devlet sırrı da ay sonunda öğrenirsin diyor, aptal."

Balkondan hala güldüğü sesleri gelirken ben de doğruca dün buzdolabına koyduğum pizzamın son dilimini alıp odaya geçtim. Bir yandan yedim, diğer yandan da üzerim için kolları olmayan bej rengi pink floyd tişörtü ve önü fermuarlı siyah sweatshirt, altım için de dizleri eskitme bir bol kot pantolon çıkarttım. Muhtemelen akşam üzeri üşüyecektim ama bunu dert etmedim, koluma üzerimle uyumlu postacı çantamı alarak odamdan çıktım. Bu sırada Jungkook'u dün getirdiği bankın üzerinde, elini sırtının arkasına yettiği kadar vurarak söylenirken bulmuştum. Arada bir de boynunu oynayıp sızlanıyor ve oflayıp pufluyordu. Biraz da olsa üzülmediğimi söyleyemezdim ama çok azdı bu. Ancak yine de bir miktar iyilikte bulunmadan edemedim.

"Bardak rafının en üstünde ilaç kutusu var, kas gevşetici al oradan."

"Bunun yerine akşam boş olan yatakta yatsam?"

"Çok beklersin."

"Sağ ol ya, çok yardımcı oldun."

Göz devirdim, en azından ilaç kutusunun yerini söylemiştim, onu da yapmayabilirdim ama yapmıştım.

"Evde hiçbir şey yok akşam evin eksikleri alışverişine çıkalım."

"Olur."

"Mesaj atarım."

Elimle tamam dercesine işaret yaparak onu geçiştirdim. Tanrıya şükür ki bu sabah sakin geçmişti, ağız dalaşına girmeden kapıyı kapatıp çıkmıştım. Her gün yaptığım gibi ringe bindim ve kulaklığımdan müzik dinleyerek kış ayına dönmeye başlayan ağaçları izleyerek düşüncelere daldım.

Fakülteye yaklaştıkça modum düşmeye başlamıştı çünkü Jimin'i görecektim. Beni fazlasıyla kırdığı için ettiğimiz kavgadan sonra onu görmek bana nasıl hissettirecekti bilmiyordum ama kötü hissedeceğime dair sağlam tahminlerim vardım. Yine de çözülmeyecek bir problem değildi ama insan en yakın arkadaşıyla böyle bir konudan dolayı kavga edince haliyle endişelenmekte haklıydı.

Dalgınlıktan fakültenin önündeki durağı kaçırıyordum ama son anda fark ederek düğmeye bastım insanlara çarpıp özür dileye dileye otobüsten hızla indim. Fakültenin arka girişine uzanan taşlık yoldan koşturarak ilerlerken bir yandan da önce içeri mi girsem yoksa kafeteryaya mı diye seçenekleri tartıyordum. Kafeteryaya girmek istemiyordum, orada olduklarını düşünüyordum bu yüzden de direkt içeri doğru yöneldim. Ne yazık ki beklediğimin aksine Hoseok hyungu fakültenin önündeki üstü kapalı banklarda Jimin'le sohbet ederken gördüm.

Beni fark ettiğinde elini kaldırdı Hoseok hyung, Jimin ise sadece baktı ve başını botlarına eğip öyle bekledi. Eğer gözlerime baksaydı bir cesaret yanlarına gidebilirdim ama hyunga hafifçe gülüp içeri yöneldim. Hoseok hyung ben giremeden hızlı davranmış ve yerinden kalkarak kolumdan tuttuğu gibi çekiştirmeye başlamıştı oturdukları yere.

"Otur bakayım şöyle." demişti otoriter bir sesle beni Jimin'in yanına ittirip oturmamı sağlayarak.

"Hyung-" 

"Sus Taehyung. Tek kelime etme."

"Ama-"

"Ben şimdi gideceğim. Siz de konuşup çözeceksiniz aranızdaki problemi tamam mı? İtiraz istemiyorum, döndüğümde bu iş çözülmüş olsun. Jimin? Duydun mu beni?" Jimin'den ses çıkmadığı için bu kez Hoseok yoğunca feromonlarını yayarak ciddiyetini anlamasını sağladı ve Jimin bununla birlikte başını salladı hemen "Anladım hyung. Tamam."

Hyung gittikten sonra uzunca bir sessizlik oldu. İkimiz de başımız önde hiç konuşmadan durarak beklemeye başladığımız için ilk kimin konuşacağını çözemiyordum ama kesinlikle bu kişi ben olmayacaktım. Söyleyecek hiçbir şeyim yoktu çünkü kalbim en yakın arkadaşım tarafından kırılmıştı.

Ama durdukça da kafamın içindeki düşünceler öyle bir yemişti ki beni bütün hayatımı sorgulamış, neden yaşadığıma kadar düşünmüştüm. En kötüsü de geçmişe dönmeyi istemiştim, Suho'yla yeni flört ettiğim, Jimin'in ve Hoseok hyungun benimle kucaklarına oturabileceğim kadar yakın, birbirimizin yanında uyuyabildiğimiz kadar samimi olduğumuz o döneme... Çünkü o zamanlar Suho beni hiçbir arkadaşımdan kıskanmıyordu, kısıtlamıyordu. Ben asla kısıtlanmayı kabul edecek biri değildim, eğlenmeyi ve içmeyi severdim, alfaların kurlarından keyif alır ve onları peşimden koştururdum. Her şey bir sene içinde olmuştu, aptalca bir aşka tutulmuş Jimin'in dediği gibi gururumu hiçe saymıştım, ruh eşimin beni reddetmesini kaldıramamış ve bunu takıntı haline getirmiştim.

Yavaş gözlerimin dolduğunu hissedince burnumu çekerek gözlerimi kırpıştırıp derince nefeslenmiş, ağlamamaya çalışmıştım. Artık gerçekten ağlamak istemiyordum ama Jimin diz kapağını benimkine çarpıp dürttüğünde ona cevap verirken sesimin titremesine engel olamamıştım.

"Ne?" dedim ona kısık, titrek bir sesle. O ise yeniden dizime vurduğunda bu kez ben de onunkine vurdum yavaşça. 

"Ne?" dedi o da benimki hafif bir tonda.. Sonra yine sessizlik olacağını düşünmüştüm ama Jimin burnumu bir kez daha çekmemi sağlayarak kalbimi onaran bir cümle kurmuştu "Özür dilerim."

Kalbimi bu kadar çabuk toparlayan iki kelimenin verdiği rahatlıkla sessizleştim ve başımı omuzlarımın arasına gizlemek ister gibi eğdim. Jimin bir şey söylemeyişime karşılık bana doğru dönmüş ve elimi ellerinin arasına alarak beni kendine çekip sıkıca sarılmıştı "Gerçekten öyle söylememeliydim, bazen abartarak konuşuyorum ve bunu farkında olmuyorum."

"Önemli değil Jimin-ah. Söylediklerinin çoğunda haklıydın. Ben sadece doğruluğunu reddetmek için bahane yarattım."

"Hayır sus, önemli. Kötü zamanlarda geçiyorsun ve ben senin bu halini kaldıramadığım için üzerine çok gittim. Yapmamalıydım... Yapsaydım da bu böyle olmamalıydı. Gerçekten çok üzgünüm Taehyung, sonrasında dediklerim için de çok üzgünüm. Sen benim her şeyimsin, dediklerim için ağzımı kırsan yeridir."

Dudak bükerek geri çekilmeden önce boynunu öptüm ve yüzüne bakmak için kendimi geri çektim. Minik burnu, küçücük çekik gözleri ve hafifçe dolu gözleriyle pembeleşmiş dudaklarına bakındım. Hayatımda görebileceğim en güzel omegalardan biriydi, bir gören dönüp birkaç kez daha bakardı ve ben gerçekten onun gibi bir arkadaşa sahip olduğum için çok şanslıydım.

Elimle yüzüne dökülen yumuşak sarı saçlarını kulağının arkasına ittirip gözlerine düşenleri de hafifçe kenara çektim. Sonra da birkaç kez yanağından öpüp "Kırmam ki ağzını. Sonra kim bana gerçekleri söyleyecek, kim benim potansiyelimi yüzüme vuracak." dedim gözlerim dolu doluyken.

"Öylesin. Bir tane alfanın peşinde konuşmak yerine bin tane alfayı peşinde koşturacak kadar güzelsin. Çok da zekisin. Ben sadece iyi olmanı istiyorum, en yakın arkadaşım olduğun için üzülmene dayanamıyorum. Bundan sonra kullandığım kelimeleri daha dikkatli seçeceğim, söz."

"Sen de öylesin. Sen de benim her şeyimsin."

"Woaaa..." Hoseok hyung elleri deri ceketinin cebinde geldiğinde ikimize tatmin bir gülümsemeyle bakıp baş sallamış sonra da hepimizi güldüren bir cümle kurmuştu. Muhtemelen başından beri uzaktan bizi izliyordu.

"Benim gizli porno klasörümdeki iki omega sikiştikten sonra birbirlerinin gözyaşlarını siliyordu. Aynı ona benziyorsunuz."

"Klasöründe bizim kadar güzel iki omega olduğundan emin değilim." Jimin yanağıma bir tane öpücük kondurup kondurduğu yere de yanağını yaslayarak bana sıkıca sarıldığında ben de ona karşılık verdim.

"Siz barışın da ben klasörümdekilerle idare ederim."

Hoseok hyung arkamıza geçip kollarını kocaman açarak bize sarılmış başımıza birer öpücük kondurmuştu. Kalbimden kalkan yükle dünden beridir bozuk olan moralimin iyileştiğinin kanıtı olan gülümsememin yanaklarımı ağrıtması ise o kadar iyi gelmişti ki... Jimin'le iyi olmak beni her zaman mutlu ediyordu ve bu eksikliği bir gün içinde fazlasıyla hissettikten sonra ikisini de artık yanımdaydı, sorunlarımın büyük bir kısmı çözülmüştü.

Jimin birden ikimizi de itip ayaklandığında hyungla elimizden tuttu fakültenin aksi yönüne doğru "Hadi hadi aşkı meşki bırakın, geç kalacağız. Başlamadan yetişelim."

"Nereye geç kalacağız? Derse girmiyor muyuz?" diye sordum ve ona rağmen takip etmeyi bırakmadım.

"Ders mers yok, bugün ter var kas var uyluk var. Alfalar var!"

Hoseok hyungun kolunun altına girip elimi beline sarmış yürüyüşüne ayak uydurmaya çalışmıştım "O ne demek ya? Bizi geneleve falan götürmüyorsun değil mi? Henüz o kadar mentalim iyileşmedi Jimin."

"Of saçmalama, bugün basket takımının maçı var."

"Instagram yetmemiş anlaşılan. Takımın altın çocuğunu görmeye gidiyoruz belli." Hoseok hyunga dudak büzerek anlamazca bakınca hemen açıkladı "Şu geçen Jimin'in içerdeyim diye bağırdığı çocuk var ya, takip isteğini kabul etmişti, hani sen de fotoğrafına bakmamıştım falan... O işte."

"Yakışıklı bir şey mi bari?"

"Dizlerim aşınsın o derece." diyen Jimin'e kaşlarımı kaldırdım gülerek "O derece diyorsun."

"Sen benim alfa seçiciliğime güvenmiyor musun? İlik gibi çocuk, ağzımın suyu akıyor be. Bir gör senin de için gidecek ama sıraya girmen gerek."

Güldüm ve kapalı basketbol sahasına yürüyerek ilerledik. Birkaç kez okulun maçlarına katılmıştık, Suho basketbol oynamayı da izlemeyi de seviyordu hatta bazen evin arkasındaki sahada birlikte oynadığımız da olmuştu ama ben pek beceremezdim ve yenilirdim. Yenildiğim için de Suho hep benimle dalga geçerdi. O yüzden ben de sadece izlemekle yetinmiştim. İzlerken ise başlarda sıkılıyordum ama sonrasında tam bir holigana dönerek kendimi kaybetmeye başlamıştım.

Orta sıralara kadar ilerleyip de insanların arasından boş yer bulmak zordu ancak Jimin oldukça odaklanmış görünüyordu ki üç kişilik bir yere yerleştirmişti bizi. Tabi bu sırada gözleri deli gibi sahayı tarıyor, bahsettiği çocuğu bir an önce bulmak istiyordu. Ben ise öylece sahaya bakıyordum ki Jimin sonunda bulduğunda kolumdan çekiştirip bana kırmızı, üzerinde yedi rakamı yazan formalı çocuğu işaret etti "Bak orada. Şuna bak, hayatımda daha ateşli bir şey görmedim."

Gözlerim mi yanılıyordu yoksa onun yüzü tanıdık mıydı diye dikkatle gözlerimi kısınca insanların gürültüsünü kendi zihnimde bastırmayı deneyerek zihnimi kurcaladım.

Kısa şortundan görünen ve uyluklarının üstüne uzanan siyah örümcek dövmesi, sağ kolunun tamamını kaplayan dövmeler, terden ıslanarak dalgalarını yitirmiş kuzguni saçlar, uzun boy, bronz ten, köşeli çene... Yüzün sahibinin adı aklımda yankılanırken Jimin, o adı seslice söylemişti.

"Seni kim yiyor Jeon Jungkook be..."

"Jimin şunun profilini açsana bana." diyerek en yakın arkadaşımın kolundan tutup elimi uzatarak sabırsızca hızlandırmaya çalıştım. Gözlerim iyi görüyordu ama emin olmam gerekiyordu o olup olmadığından.

"Etkilendin değil mi sen de?" 

"Neyinden etkileneceğim ben be o salağın. Sikik dolandırıcı." diyerek Jimin'in elinden telefonunu aldığım gibi profiline girerek öfkeyle soludum. Tanrım... Bu ne saçma sapan bir tesadüftü bilmiyorum ama fotoğraftaki tam olarak o'ydu, Jeon Jungkook'tu.

"O surat ne öyle, tanıyor musun?" diye soran Hoseok hyunga bakmadan başımı  iki yana sallayıp dudaklarımdan alaylı bir gülüş çıkararak henüz hiçbir şey bilmedikleri için kaos yaratacak o cümleyi kurdum.

"O benim yeni ev arkadaşım."

Chapter 4: ev alışverişi ve uçan hamam böcekleri

Chapter Text

Jeon Jungkook

takipçi     takip edilen

 528           153

 

ResimLink - Resim Yükle

280 beğenme

jeon: take me back to the night we met 🌌

(bu gönderi yoruma kapalıdır)

 

ResimLink - Resim Yükle

••

ResimLink - Resim Yükle

342 beğenme

jeon: bir sojudan daha güzeli o sojuya eşlik edecek arkadaşlara sahip olmaktır 🍻 @minsuga @kimnamjoon

4 yorumun tümünü gör

minsuga: işte buuu 🍻 

kimnamjoon: ben senin arkadaşın değilim hesabı öde

↳jeon: hyung yemin ederim kartımı unutmuştum

jeonsoyeon: erkekler 🙄

kyungsoo: 🔥 🔥 

 

ResimLink - Resim Yükle

319 beğeni

jeon: ortamların aranan adamları kaos yaratmaya gidiyor @mingyu_97

3 yorumun tümünü gör

minsuga: gecenin sonunda ikisini de kareoke bardan topladım

mingyu_97: gerekeni yaptık

eunwoo: ayıp be kardeşim biz saksı mıyız neden çağırılmadık

 

ResimLink - Resim Yükle

366 beğeni

jeon: koç canımızı çıkartmadan 5 dakika önce

4 yorumun tümünü gör

mingyu_97: keşke sadece canımızı çıkartsaydı be

minsuga: senin yüzünden 20 tur koştuk insanfsız

jessicawood: fotoğraf alllfa koktu 🫠

↳jeon: 😉

eunwoo: gençliğimi sahada bıraktım ben bugün

jeon: amma abarttınız ha bebekler @minsuga @eunwoo @mingyu_97

 

***

 

Bir dizi saçma sapan ve hayatımı tepeden tırnağa değiştiren tesadüfler silsilesinin içerisinde olmak inanın pek alışkın olduğum bir şey değildi ve Jimin'in telefonundan Jungkook'un olduğu fotoğrafları kaydırırken yeni bir tanesinin içinde bulmuştum kendimi. Gerçekliğini sorgulamak için defalarca fotoğraflarda dolanmıştım, ancak gerçekti, hem de o kadar gerçekti ki salondaki insanlar bir anda adını tezahüratla bağırırken kafama kafama bu gerçeği kakmışlardı.

"Jeon Jungkook, Jeon Jungkook!"

Hosoek hyung ben seslice küfür edince hemen yanımda hmmlayarak bütün ciddiyetiyle "Jeon Jungkook'u kimin yediği belli oldu sanırım." deyince kaşlarımı çatıp dirseğimi geçirdim ona ve cırıldadım  "Ne alakası var hyung, öyle bir şey yok aramızda. Ayrıca hiç tipim bile değil."

"Onu bana değil bir anda artan feromonlarına söyle."

"Hayır ikiniz de susun, önemli bir noktayı kaçırıyorsunuz. Ev arkadaşı da ne demek onu dökül bakalım."

Hoseok hyungun imasını ettiği şeyle bağlantısı olduğunu düşünmüyordum ama feromonlarımın yükselişe geçişini hemen kontrol altına alarak telefona son kez bakıp Jimin'e uzattım. Derince bir nefesle de gözlerimi sahada basket topuyla ısınmaya çalışan alfaya bakındım ve gözlerimi ondan ayırmadan "Dün öyle şeyler oldu ki inanamazsınız." diyerek bir noktadan başlamayı hedefledim.

"Sikiştiniz?"

"Jimin!" adını bağırıp birkaç kişiden özür diler gibi bakındığımda Jimin kendini elimden kurtarıp önüne düşmüş sarı saçlarını itekleyerek konuşmuştu "Şu an beni şaşırtabileceğin tek şey inan bana Suho piçini siktir edip başkasıyla ateşli bir gece geçirmiş olman."

"Of hayır, cidden öyle değil. Tanrım... O kadar saçma ki... Bunu izlemek zorunda mıyız? Kafeye gidip anlatsam olur mu?"

"Bana uyar."

"Ama.. ama Jungkook.. kas... uyluk ve diğer ateşli basketçiler..." diyen ve dudak büken Jimin elini sahaya doğru uzatıp yalandan ağlar bir ses çıkartarak mızmızca yerinde zıplamıştı "Elveda, alfacık..."

Ona göz devirmeden edemedim ve göğsündeki tişörtü elimle buruşturacak şekilde sıkıp peşimden sürükleye sürükleye salondan çıkarttım. Bana karşı koymadı ancak omegasındaki memnuniyetsizliği hissetmiştim, bu muhtemelen baskın bir omega olarak benim tarafımdan bastırıldığı içindi.

Basketbol salonundan çıktığımızda tam karşıdaki kafeye geçerek en uçlarda, köşe bir noktaya oturduk. Hoseok hyung biz oturur oturmaz gelen garsona benim için papatya çayı, Jimin için mineralli su, kendine de sert bir kahve söyledi. Artık nerede ne içeceğimizi bilecek kadar bizi tanıdığı için itiraz etmeden beklemiştik ve ardından ise ikisi ellerini masaya koyarak beni göz hapsine almıştı. Bakışlarındaki meraklı ve sorgulayıcı ifadeye en son ne zaman denk geldiğimi bilmiyordum ama alt dudağımı ısırmıştım. 

"Üst katın sevişme ve yan tarafın da makine sesini biliyorsunuz," diye başladığımda oturduğum yerde hafifçe kıpırdandım "Dün gece artık canıma tak etti ve polis çağırdım. Her şey buraya kadar gayet normaldi, polis geldi tutanak tuttu ve gitti. Ama sonra sabah kapım çalındı ve karşımda polisleri gördüm." garson kız masaya çayları bırakırken sustum ve kaşla göz arasında kokusuyla Hoseok hyunga kur yaparak geri çekilmesini bekleyerek bıkkınca nefes aldım. Jimin ise benim kadar sabırlı olmadığı için elinin tersiyle hyungun göğsüne vurup dikkatini bana vermesi için ufak bir uyarı geçti, ben de omega kız gidince devam ettim hemen "Benim ev sahibi vekaletini zamanında oğluna vermiş, oğlu da evin salonunu ikiye bölmüş ve yan tarafa kapı yaptırıp kiraya vermeye başlamış. Binanın yapı bütünlüğünü bozan kaçak bir duvar olduğu için usulsüzlük tespit edilmiş. İşin içine vergi kaçırma ve kaçak elektrik de girince aradaki duvarı yıktılar. Dolandırıcı piç aylardır elektriğimi de kullanıyormuş."

"Bunun ev arkadaşlığıyla ne ilgisi var peki? Fazlasıyla saçma." diye bir soru yönelterek kaşlarını çatan Hoseok hyunga hak vermemek elde değildi ancak gelin görün ki bunu anlayacak kimse yoktu.

"Değil mi? Evin metrekaresi arttığı için kira arttı. O artınca ön ödemesi de arttı ve aylık kiram da... Yıl ortasında yeni bir eve çıkamazdım, param olmadığı için de evin ödemesi beni zora sokacaktı. İkimizin de sözleşmesi olduğu için inat ettik ama etmesek de mecburduk. Herif sürpriz yumurtadan çıkar gibi yan dairemden çıktı. Onun yüzünden hem kafamı direğe çarptım hem dolandırıldım hem de hiç istemediğim bir ev arkadaşım oldu."

"Bekle, şimdi yan dairendeki kişi Jeon Jungkook'muymuş?" Jimin bunca zaman anlattığımdan sanki hiçbir şey anlamamış gibi sorduğunda biraz da hayret içerisindeydi. Ona bile olağandışı gelmiş olmalıydı ama onaylar gibi başımı salladığımda küçük gözlerini açarak bu gerçeği biraz daha anlamasına yarar cümleyle devam ettim.

"Evet, dövme stüdyosu olarak olarak kullanıyordu sanırım çünkü kalmak için çok büyük değildi. Tuvaleti bile yok."

"Sen şaka yapıyorsun?"

"Ciddiyim Jimin."

"Şuan ev arkadaşısınız, doğru mu anladım?"

"Doğru."

"Jeon Jungkook'la?"

"Of, evet Jimin ev arkadaşıyız o dolandırıcı şerefsiz alfayla. Dün bütün gün başka derdim yokmuş gibi onunla uğraştım durdum. Hayatımda ilk kez ev arkadaşım olacak o da baskın bir alfa ve beni dolandırdı. Üstelik ikili koltuğum duvarı yıkarlarken kırıldı ve paramız olmadığı için salonumun ortasına parktan söktüğü bir bank getirdi. Hiçbir şey yapamadım. Her şey kontrolümden çıkmışcasına bayır aşağıya gidiyor. Çıldıracağım!"

Jimin hala şaşkınlıktan küçük dilini yutmuş gibi bana bakıyordu ve Hoseok hyung da kahkaha atarak duygularını farklı şekilde dile getiriyordu. Ben ise karmaşıktım. Hayatım olağan akışının dışında ilerlerken uzaktan izleyerek çığlık atıyordum ama değişen hiçbir şey yoktu. Kendim bile nasıl değiştirebileceğimi bilmiyordum.

"Taehyung-ah," demişti Hoseok hyung çok güldüğü için eliyle ağzını kapatarak "Bu gerçekten sadece senin başına gelebilirdi zaten."

"Bahtı sikik piyadeyim dediğimde öyle söyleme diyorsunuz, bak, öyleyim işte gördün mü!"

Orada derdimi açıklayadururken Jimin masanın üzerindeki ellerimi tutarak dikkatimi ona yöneltmeme neden olacak şekilde beni çekiştirip üzerime eğildi ve oturduğu yerden kalkarak alnımdan öptü "Senin için Jungkook'dan vazgeçiyorum. Ye bitir onu Taehyung."

"O dolandırıcıyla işim olmaz. Salonda yatırıyorum zaten, tanımadığım baskın bir alfayla aynı odada kalacak kadar delirmedim."

"Ömrümü çürütecek bu çocuk benim."

"Ne? Aylardır apartman faturası ödüyor gibi fatura ödüyorum, herifin beni dolandırdığı yetmedi üstüne evime kondu, bir de onu odamda yatıracağım öyle mi? Siktirsin gitsin, dövme koltuğunda beli tutulur umarım."

"Shhhh! Öyle deme lazım olur!"

Bu çocuğun alfa zevki mükemmel. Keşke biraz dinlesen.

Onu bu zamana kadar dinlesen üç tane çocukla aynı anda konuşuyor olurdum canım, başıma bela alamam.

Üç tanesi bir Jeon Jungkook eder mi?

"Sus, susun ikiniz de," dedim yüksek sesle omegama ama bu aynı zamanda da Jimin'e bir uyarıydı "Cidden. Hayatım zaten karmaşık, daha Suho kısmını çözemedim, üzerine bir de bu çıktı. Omegamın kudurukluğunu geçirmek benim en son derdim bu durumda. Ayrıca ona karşı da bir şey hissetmiyorum bunu da ekleyeyim."

Hoseok hyung her ne kadar bana sürekli arka çıksa da "Jungkook'a geçmiş olsun o zaman." diyerek bu kez düşündüğümün tam tersi bir cümle kurmuştu.

"Hyung... Benim tarafımda olman gerekiyordu, mağdur olan benim."

"Mükemmel bir arkadaşsın ama ev arkadaşı olarak insanı canından bezdirecek agresifliktesin. Ayrıca temiz olabilirsin ama dağınıksın."

"Haklı."

"Sağ olun ya, beni gerçekten sevmeyin bu kadar."

Ellerimi göğsümde kavuşturup sandalyeye yaslanarak agresifçe baktım onlara. Evet, ev konusunda biraz kuralcı çokça da huysuz olabilirdim ama bu benim kötü bir ev arkadaşı olduğumu göstermezdi. Ama Jungkook konusunda işler değişkendi çünkü o alfa tamamen bana zıt ve resmen sinirlerime oynamaya yemin etmiş gibi davranışlar sergiliyordu. Diğer konulardan söz etmiyorum bile bu yüzden ona hayatı zehir etmek çok da umrumda değildi.

"Güldük eğlendik falan ama bu tabii ki işin şakasıydı," Hoseok hyungun gülen yüzü ciddiyete bürünürken ben de yüz ifademi yumuşatıp ortama salgıladığı feromonlar yüzünden dikkatimi ona çevirerek can kulağıyla dinledim "Baskın bir alfayla aynı evde kalmak senin için zor olmayacak mı? Omegan buna nasıl tepki verdi?"

"Omegama kalsa ohoo, el ense göte parmak çoktan kabullendi durumu." dediğimde Jimin gururla gülümsedi ve "Omegan işini biliyor da sen Suho'dan kopamıyorsun hayatım." dedi

"Hayır, öyle değil. Bahsetmek istediğim şey, feromonları çok güçlü biliyorsun, kızgınlık durumunda işler kötüye gidebilir ve seni kolayca kontrol altına alabilir."

"Biliyorum hyung, bu yüzden ev kuralları koyduk. Kızgınlıklarımızda evden uzaklaşacağız."

"Peki şuan feromonları ağır gelmiyor mu sana?"

"Arada sırada dikkatimi çekiyor ama bu çok anlık oluyor. Öyle çok baskılayıcı ve rahatsız edici bir koku almadım hiç. Yani en azından şu an öyle, sanırım bu konuda kendini kontrol etmesini biliyor."

Hoseok hyung başını anladım dercesine bir onayla sallayıp kahvesinden yudumlayarak ortama sessizlik getirdi. Ben de sessizliğine eşlik ettim ama Jimin tüm hiperaktifliğiyle ortama yeni bir konu atarak muhabbeti başka bir noktaya çekti. Tüm konuşma boyunca onu Jungkook konusunda geçiştirmek durumunda kaldım çünkü çöpçatanlık yaparak farklı düşüncelere yönlendirme peşindeydi beni.

Sohbetin daha da ileri yürüdüğü noktada artık susması için üstün bir çaba harcayarak Jimin'i derse götürmek için çekiştirdim. Zaten iki dersi kaynatmıştık, üçüncüyü de kaçırmak istememiştim.  Ancak Hoseok hyunga bunu yapamadım, ders için değil de fakültedeki arkadaşlarıyla buluşmak için kalkarken Jimin bana yavru köpek bakışları atarak engel olmaya çalıştı. Zor da olsa Bayan Kia'nın dersine onu sokmayı başarmıştım ama keşke başarmasaydım demeden de geçmedim. Öyle çok bunaltmıştı ki bitmek bilmemişti ders.Tam canımın sıkıldığı ve uyusam mı diye düşündüğümde telefonuma gelen bildirimle mesajlara girdim.

dolandırıcı

fakültedesin

 

enayi

bu bir soru mu yoksa teyit falan mı

 

dolandırıcı

soruydu

 

enayi

spor okuyanların maksimum zekası bu oluyormuş demek

 

dolandırıcı

kötü bir stalkersın

bilgisayar mühendisliği okuyorum

 

enayi

bilgisayar okuyanlar soru eki nedir bilmez mi peki

bak

mesela bu bir soruydu

  

dolandırıcı

yaranı deşmek gibi olmasın ama

aylarca elektriğini kaçak kullandım

ruhun bile duymadı

zeka konusuna girmeyelim yani

 

enayi

adi dolandırıcı

hayatı var ya zindan edeceğim sana

başına gelecek her kötü şeyden beni sorumlu tut

 

dolandırıcı

sonra yaparsın

dersin ne zaman bitiyor

ev alışverişine gidecektik

 

enayi

gideriz

yarım saate bitecek

fakülteye gelme

 

dolandırıcı

ok

 

Konuşmanın kısa sürmüş olması ve mesajlardan çıkacakken gelen yeni bir bildirimle biraz heyecanlanmıştım çünkü Suho'nun mesaj atması beklenmedikti. Ama bu heyecanın kısa sürmesi beni pek de şaşırtmadı. Tıpkı sevgililiğimizin son zamanları gibi şimdi de bütün moralimi bozmuştu ve yine kendimi bok gibi hisseder vaziyette bulmuştum dersin ortasında.

taehyung

günaydın

arayacağını söylemiştim ama aramadın

biletini ne zamana aldın?

görüldü

 

suho 🌼

pardon ya

görmemişim işlerim vardı

ben sana sonra yazacağım

 

taehyung

önemli değil

biletini ne zamana alacağını söyleyecektin

görüldü

 

Canım sıkıla sıkıla telefonuma baktığımda yeni bir mesaj yazmamak için kendimi zor tutuyordum ve sürekli dudağımı kemirdiğim için Jimin elinin tersiyle yapıştırıp duruyordu. Bu durumdan çok sıkılmıştım, düşünmek, fazlasıyla düşünmek artık duygusal ve mental olarak zarar vermeye başlamıştı ve ben bunu nasıl aşacağım hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Tek düşünebildiğim ruh eşimin beni nasıl reddediyor oluşuyla bunu nasıl toparlayabileceğimdi.

Suho bana görüldü attı ve bir daha da cevap vermedi. Yüzüm düşmüş vaziyette bir süre mesaj atmasını bekledim ancak beklediğim şey gelmeyince telefonumu çantama atıp eskiz defterime anlamsız şeyler karalamaya başladım. Jimin'in sorar bakışlarını da cevapsız bırakmayı seçtim, o da çok üzerinde durmadı ve sadece eliyle dizimi tutup hafifçe sıktı, çünkü biliyordu neden bir anda modumun düştüğünü. Konuşmaktan ya da ısrar etmesindense şuan için elinin hissettirdiği sıcak destek hissini tercih ederdim ve açıkçası iyi de gelmişti.

Sözel derslerin benim için keyifli yanı bir şeyler çizmekti ve üzgün olduğum zamanlarda omegamı çizerdim hep. Daha önce hiç görmemiştim ama aklımda defalarca görmüşüm gibi bütün detaylarına hakimce çizip dururdum.  Aslında, şimdiye kadar görmüş olmam gerekirdi. Bir kurt eşini bulduğunda gösterirdi kendini ilk kez ama ben ve Suho arasında pek böyle bir şey olmamıştı. Sadece bağı hissediyordum ancak ne onunkini ne de benimkini görmüştüm. Sadece hayalimde, gerçeğe en yakın halini biliyordum. Şimdi de hissettiğim gibi çizerek içimdeki stresi atmaya, zamanın geçmesini sabırla beklemeye çalışmıştım. Hatta bir ara elimi omzumun arkasına dokundurup onu hissetmeyi denemiştim ama tabi ki o boşluk hissi asla dolmamıştı.

Tanrıya şükürler olsun ki ara vermeden devam ettiği dersi bitirdiğini söylediğinde zaten gitmek için hazır olduğumdan ayaklandım. Jimin de benimle aynı düşüncelerde olduğu için hızla bana eşlik etmiş, kendimizi temiz havaya atmıştık. Ama benim nefes almak, rahatlamak neyimeydi ki, Jimin fakültenin önünde sigara yakarken dudağıma koyduğum sigarayı yakamadan yeşilliklerin arasında omzuna astığı spor çantası, eşofman takımı ve kafasını kapattığı kapüşonlusuyla gelen bir adet Jungkook'u görmüştüm.

"Ya ben sana gelme demedim mi," dedim sızlana sızlana. Dünyaya söylediğim şeylerin tersini yaparak beni deli etmek için gelmişti resmen. Ayrıca, fakültemi nereden bildiğini de sorgulamayacaktım asla, çocuk banka hesabımı bile biliyordu, fakültemi bilmesi çıtır çerezlik bir meseleydi onun için bence.

"Kime?"

"Kimseye. Of...." diyerek göz devirip gitmeden hemen önce Jimin'in omzuna hafifçe vurdum "Geliyorum şimdi." fakültenin tam önündeki çimenliğin ortasında onunla buluşunca o konuşmadan atladım hemen "Sana fakülteye gelme yazmıştım."

"Ama geldim. Dersin bittiyse gidelim hadi."

"Şu an gerçekten hiç alışverişe gidesim yok, keyfim çok kaçık. Sonra gidelim."

"Çok geç. Gideceğiz diye derse girmedim, bunu önceden söylemeliydin hafta sonu da dövme randevularım var."

"Cidden hiç keyfim yok. Sonra-."

"Bir şey olmaz." diye beni bölüp bileğimden tuttu ve ben şaşkınca birkaç adımla onu takiplerken alfalara özgü sıcak elinin yakıcı gücü yüzünden birkaç saniye bocaladım. Suho da böyle sıcaktı ama ona dokunduğumda hiç bütün bedenime sıcaklık yayıldığı olmamıştı. Tuhaf bir his olduğu için onu durdurup bileğimi kurtardım. Gitmek istemediğimi söyleyecektim ki Jungkook geri döndü ve çenesiyle yüzünü işaret etti "Bu surat ne, aşk acısı mı çekiyorsun?"

"Keyfim yok dedim işte ne uzatıyorsun?"

"Hmm..." gözlerini kısarak benim göremediğim bir şeyi görür gibi bakışlarını üzerimde dolandırıp iki büyük adımda kokusunu ve daha da fazlası, sıcak nefesini hissedebileceğim kadar yakına geldi. Kararmaya yakın havadan dolayı zaten simsiyah ama pasparlak gözleri benimkileri başka bir yere bakamayacağım kadar keskince kendininkilere sabitlerken nabzımın hızlanışı, kulaklarıma doğru bir ısı yükselişi nüksetti bedenimde. 

Asi bir tutam, hafif esen rüzgarla kapüşonunun köşesinden çıkarak gözünün önüne düşünce bile hiç istifini bozmadan bana bakmaya devam etti ve yine aynı şeyi yaptı. Kafasını alnıma vurup burnunu kırıştırarak yüzüne aptal bir gülüş kondurdu "Omegan öyle söylemiyor ama." dedi.

Kaşlarımı çattım hemen. Benimle böyle dalga geçmesi sinirimi bozuyordu, kendimi hep nabzımı sabitlemeye çalışırken bulmak aptalca hissettiriyordu. Ona cevap vermek için düşünmeden önce omegamın neden heyecanlığını sorguluyordum ki Jungkook ben daha omegamla aramdaki meseleyi çözemeden bileğimi tuttu. Ardından ise biraz önceki gibi peşinden sürüklemeye çalıştı ve ben birkaç kez engel olmaya çalıştıysam da durmadı. Bu yüzden ben de ona hızlıca eşlik edip sert ve geniş sırtına avucumla sertçe vurarak "Tamam, tamam bırak kolumu geliyorum işte of!" diye diye debelendim durdum.

Bunu söylediğim anda ikiletmeden sözlerimi dikkate alıp kolumu bıraktığında ise hem onu takiplemeye devam ettim hem de huysuzca söylendim durdum. Tabi beni çok da umursamadı, hatta o kadar hızlıydı ki ona yetişmek için koşturmak zorunda kalıyor, köpek gibi soluyordum. Tabi bir de Jimin'i meselesi vardı çünkü ben fakültenin köşesinden kaybolmadan ağzı kulaklarında bana el sallamıştı.

Bir noktaya kadar dayansam da pek uzun sürmedi ona yetişmeye çalışma çabam. Elimi dizlerimin üzerine koyarak durup eğilmiş, diğerini de boşluğuma giren ağrıya bastırarak benden çarpı iki hızla yürüyen Jungkook'a sinirli bakışlar atmıştım. Yokluğumu fark etmiş gibi durup bana döndü.

"Yoruldun mu?"

"Yok canım ne yorulması, nefesim götüme kaçtı sadece." diyerek yüzümü buruşturdum karnıma giren ağrıyla.

"Abartma sen de normal yürüyorum."

Gerçekten o kadar hızlı yürümüştü ki nefes nefese kalmaktan ona cevap verecek mecalim bile yoktu ki ben bunun altında asla kalmazdım. Neyse ki bunu da dikkate aldı, anlayış gösterip beni bekledi ve de yavaş yürümek için çabaladı. Yani, benim kadar gaddar değildi en azından.

Kampüsten çıkıp ana yolun üstündeki geçitten karşıya geçerek bulunduğumuz mahallenin sokağında yürürken nefesim düzene girmişti. Ancak bu kez de çok sessiz kaldık. En azından biraz da olsa ses olur diyerek "Yürürken liste yapalım." deyip telefonumdan notları açtım "Pirinç, yumurta ve kırmızı fasulye yazıyorum, hiç yok."

"Deterjan?"

"Yazdım."

"Geri dönüşüm için çöp torbaları?"

"Yıldız da attım yanına." 

Telefonumdan not etmeye devam ederken Jungkook'un elini dirseğimde hissedip çok hafifçe yandan bakış atarak beni yönlendirdiğini görmüş, not almaya geri dönmüştüm. Dönmüştüm dönmesine ama sıcak ellerini sweatimin üzerinden nasıl bu kadar net hissedebildiğime dair sorularla dolan aklım çöp poşetinin yanına hala yıldız atıp durmuştu takılmış bir plak gibi.

"Ecza kutusunda yara bandı kalmamış." diyerek bana ufak bir hatırlatma yaptığında kendime geldim, yıldız atmayı bırakıp yeni bir madde ekledim.

"Ramen de yazıyorum. Bir de dondurulmuş sebzeler."

"Donmuş sebzeleri boş ver, annem Busan'dan gönderir."

"Oh," diye başımı kaldırdım beni yine kolumdan tutup yönlendirirken "Busanlı mısın?"

"Evet, ne oldu?"

"Jimin de Busanlı. İkinizin gıcıklığının sebebi belli oldu."

"Hah," derken bana kendinden gurur duyar gibi bakmış ve küçümser gibi de süzmüştü "Bir kere sen Busanlılara kurban ol tamam mı? Siz Daegulular biz dünyanın merkezindeyiz diye kıskanıyorsunuz."

"Jimin'le korkunç bir ikili olurdunuz." dedim ona dehşetle bakarken. Gerçek anlamda birini alıp ötekine vurmalıklardı ve Busanlıların genetiğinin araştırılması gerektiğini düşünüyordum. Bir şey yoksa bile kesinlikle bir şey vardı, o derece. Sonra birden irkildim ve başımı iki yana salladım, nedense ikisinin karşılaşma ve birbirlerinden etkilenme fikri garip bir şekilde beni ürkütmüştü. Ayrıca Daegulu olduğumu bildiği de gözümden kaçmamıştı.

Markete girdiğimizde Jungkook arabalardan birini alıp üzerine yaslandı, ben de öne geçip elimdeki listenin olduğu reyona yönlendirdim bizi. Listeye göre ilerlediğimiz için pek sorun olmamıştı aslında, en ucuz ve karlı olanlardan seçmiştik, tutumlu olması bu konuda anlaşacağımız anlamına geliyordu yani. Ama konu paket ramenlere gelince... İşler bu noktada çirkinleşmeye başlamıştı çünkü toplu paketler çok daha uygundu ama Jungkook benim aksine fazlaca acı ve baharatlı olanları seçtiği için büyük bir tartışmanın ortasında bulmuştuk kendimizi. Ve Jungkook elindeki rameni, ülkesini savunur gibi savunduğu için benim bütün savunmalarımı ekarte ediyordu.

"Bak, bunun sodyum oranı çok fazla, ayrıca sosunda palm yağı var ve MSG ve TBQ kullanılmış. Ne korkunç bir içerik, Tanrım..." diyerek rameni iğrenerek rafa geri koyduğunda göz devirip geri alarak inatlatmıştım onunla "Ne yapayım. Tadı güzel. Diğerleri de çok baharatlı, bu ideal oranda."

"Zaten kafan çalışmıyor daha fazla TBQ'ya maruz kalırsan nörolojik olarak hiç iyiye gitmeyeceksin."

"Ya sana ne benim nöronlarımdan, doktor musun sen? Bunu alalım işte, midem sindiremiyor hastaneye gidiyorum sonra, hem sen sossuz da yiyebiliyorsun ne olur alsak? Git kendi paranla al kendine işte?"

"Birincisi param yok, ikincisi neden ortak alışverişte senin istediğini alıp kendi paramdan harcayayım? Sen al o zaman kendi paranla."

"Benim de param yok."

"Taş kağıt makas o zaman. Kazananın istediğini alırız."

"Bekle." diyerek montumun kolunu sıyırdım omuzlarımı gevşetip el bileğimi döndürdüm, sonra da parmaklarımı kapatıp açarak yumruk yapıp avucumun içine yerleştirdim. Kaybetme şansım yoktu, bu zamana kadar kaybettiğim oyun sayısı üç falandı.

 "Başla."

İkimiz de yumruk yaptığımız ellerimizi hızlıca üç kez avucumuza vurarak üçünden birini gösterdiğimizde o kağıt ben ise makas yaparak yenmiştim. Ama işler elbette istediğim gibi gitmedi ve diğer ikisinde ben makas o ise taş yaparak kaybetmeme neden oldu.

"Hay sikeyim ya..."

Ben söverken Jungkook sevinciyle kucakladığı baharatlı rameni sepete yerleştirip zafer triplerine girmişti. Suratım düştüğü ve dudaklarımı da büktüğüm için abim Seokjin ben her bunu yaptığım zamanki gibi Jungkook da işaret ve baş parmağının arasına dudağımı kıstırıp onu takip etmem için çekiştirdi. Kendimi ondan kurtarmak için birkaç kez eline vurmuş, bıraktığında da huysuzca alaylı gülüşüne bakınmıştım. İnanın bana, daha önce kimseye onun kadar gıcık olmamıştım. Bütün hareketleri beni çileden çıkartmak için tanrı tarafından özenle ruhuna katılmıştı gibiydi ve resmen beni sınıyordu.

Alışverişin sonrası benim için pek de keyifle geçmedi, kötü bakışlarla listedeki eksikleri tamamlamasını izledim ve o hızlı kasadan ürünleri geçirip ben de poşetlerken somurtup durdum. Bir şeye sinirlenip gıcık olduğumda keyifsiz olduğunu belli ederdim ama bu Jungkook'un umurunda değildi. Nazımın işlemediği nadir insanlardandı, cırcır böceği gibi sokağa girene kadar kesinlikle neden bahsettiğini bilmediğim konularda başımı şişiriyordu ve en garibi de ben buna çok çabuk alışmıştım. Enerjisi ciddi anlamda bitmek bilmedi ve biteceğe de benzemiyordu.

Yatakta da bitmediğine eminim.

Dostum, dedim içimden, n'olursun sus çünkü biraz daha beni sinir ederse elimde kalacak bir adam için libidonu zorlamak hiçbir işe yaramaz.

Ama görmek isterdin, itiraf et.

Omuzlarının genişliğinde kaybolurdun.

Elleri de sıcaktı, biliyorsun...

Benden hızlı olduğu için önümde yürüyordu ve karanlıkta gördüğüm geniş omuzlarına bakmak içimde bir şeyleri harekete geçirmişti. Yürürken sırtındaki kemiklerin hareketini bile görebiliyordum, dik postürü, arada dalgalanan gece karası saçları, poşeti sıkıca tutan ve asla zorlanmayan kemikli elleri ve... 

"Yok artık ama sen de," diyerek irkilmiş ve kendimi yüksek sesle omegamı azarlarken bulmuştum. Haliyle Jungkook da arkasını dönüp beni bir deliymişim gibi süzmüştü. Sırf sinirimden ona gözlerimi açıp elimle sorgulayıcı bir hareket yaptım "Ne? Kendi kendime konuşuyorum, önüne dön."

Jungkook bana daha da deliymişim gibi kafa sallayıp göz devirerek önüne dönerken karşı mahallelerin sağ tarafında henüz kapanmamış olan bir ikinci el dükkanına doğru bakındı. Ben daha nereye baktığını bile kestiremeden adımlarını oraya yönelterek bana kısaca gelsene bi deyip öylece gitti.

Elimde bir sürü ağır poşetle saya söve peşine düştüm ve karşıdan karşıya koştura koştura adamla sanki kırk yıllık dostmuş gibi selamlaşan Jungkook'a hayretle bakakaldım. Bir anda nasıl bu kadar samimi olmuştu bilmiyorum ama Jungkook Busan'lıydı, adama ise Gwangju'dan olduğunu söylemiş, hemen oralı gibi konuşmasını değiştirmişti. Onu hiç tanımasam Gwangju'dan olduğunu söyleyebilecek kadar güzel konuşmuştu adamla.

"Songjeong market var ya, hah, işte onun sağdaki sokağından girince bir antikacı var, orası işte."

"Bayan Woojin'in çiçekçi dükkanının karşısı mı?" diye sorduğunda Jungkook dudaklarını küçük bir o şekline getirip çok yakın bir akrabasını bulmuş gibi bir ses çıkarttı "Oh, Ajusshi, evet! Biraz daha zorlasak akraba çıkacağız."

Adam sarı dişlerini gösterip göbeğini hoplata hoplata güldü ve eliyle Jungkook'un sırtına sertçe vurdu. İkisi arasındaki samimiyeti izleyerek şok olmaktan tepki veremiyordum hala. Ben asla böyle sosyal bir kelebek değildim, nasıl yapıldığını da yıllardır çözememiştim zaten tek başıma çalışmayı sevdiğim için resim okuyordum. Ama Jungkook bunu o kadar kolay yapıyordu ki... Gerçek ve nitelikli bir dolandırıcı olmadığına artık kimse inandıramazdı beni.

"Benim dolaba ihtiyacım var ajusshi, şunu bana kaça satarsın?"

"60.000 wona olur sana."

"Ne 25.000 won mu? Olur olur."

Alfa kendi kurallarına göre hareket ederken cebinden çıkarttığı ve dudakları arasına iliştirdiği sigaranın paketi adama uzatıp dostvari kandırmacalı bir yaklaşım sergilerken üst düzey oyunculuğuna hem ben hem de omegam tepki verememiştik izlemekten başka. Ancak adam da aptal değildi, hemen kabul etmesi fazla basit olurdu.

"Mümkün değil, 60.000 wona vereyim."

"Aigo, ajusshi!" eliyle ağzını kapatıp satıcıya deli dehşet bir şey söylemiş gibi bakmış ve başını iki yana sallayarak daha da abartmıştı "Aç mı gezeyim bu ay, dilencilik mi yapayım, çöpten kuru ramen mi toplayayım?"

Adam Jungkook'a sıkıntıyla bakarken derince bir nefes almış ve dolabı inceleyerek biraz düşündükten hemen sonra "50.000 won olur başka da olmaz. O da memleketlim olduğun için."

"Yap bir güzellik ajusshi, 30.000 wona kapatalım işte."

İkisi arasındaki çekişmeli pazarlık yüzünden beklediğim için ağırlık yapan poşetleri yere bırakmış kimin kazanan olacağını iple çekerken bulmuştum kendimi. Şimdilik Jungkook kaybediyor gibi görünse de nasıl yaptı bilmiyorum ama adam şöyle bir bakınıp "40.000 won, daha da inmem." diye son noktayı koymuştu ama Jungkook dolandırıcılık skillerini kullanmayı ihmal etmemiş, doğruca başka bir pazarlığa girişmişti.

"40.000 won artı olarak dolabı kamyonetinle evin önüne bırakırsın, şuradaki uno kartları ve iki saksı çiçeği de alırım, kabul?"

İki tane kurumasına ramak kalmış saksı çiçeğiyle masanın üzerinde dağınık duran yıpranmış uno kartlarını ne sikim yapacaktı hiçbir fikrim yoktu ama dolandırıcı ruhuna engel olamadığı açıkça ortadaydı. Sadece şaşkınca olan şeye bakıyor ve adamın kabul diyen sesine ağzımı şaşkınca açarak tepki veriyordum. 

Bir anda kendimi iki elimde tuttuğum saksı, saksının dibindeki uno kartlarıyla apartmanın önünde Jungkook'a bakarken bulmuştum. Her şey çok hızlı olmuştu ve ben takip bile edemeden kamyonete binmiş, bindiğimiz gibi de inmiştik. Jungkook birkaç dakika süren bu yolculukta keyifle yaktığı sigarası ve sürdürdüğü sohbeti bir an bile bölmeden kamyonetten inerek dolabın yere bırakılışını izlemişti. Ajusshi'nin işi bittiğinde de sigarasını iki dudağı arasına alıp arkasından el sallayarak yolcu etmişti onu. Gözlerimi kırpıştırıp alfanın dumandan kapattığı tek gözüne bakıp kamyonet uzaklaşınca sigarayı atışını takipledim. Sonra bir eliyle saçlarını düzeltmiş, çarpık bir gülüş takınmıştı yüzüne. 

Alfa bana döndü ve baştan aşağıya süzerek ben daha olayları kendi çapımda idrak edemeden telefonunu çıkartıp flaşını patlattı. Gözlerim kamaşınca beni kendime getiren de bu oldu, hemen silkelenip saksıları öfkeyle salladım "Ne diye çekiyorsun beni, komik mi?"

"Çaresiz bakışlarını belgelemek istedim."

"Bana bak benim abim-"

"Avukat, annen de savcı, beni dava edersin biliyorum. Çok konuşma da yardım et şunu sırtlayayım." lafı yine ağzıma tıktığı gibi oturur pozisyonda eğilip ellerini arkaya attı ve bana eliyle hadi der gibi işaret çaktı "Dolabı üzerime doğru it ben iplerden tutacağım. Arkadan destek olacaksın sen de tamam mı?"

"Kafayı yedin sanırım üç katı sırtında dolapla mı çıkacaksın?" söylediği şeyin saçmalığına kınayan bakışlarla karşılık vermiştim. Gücünden emindim, fiziksel olarak baktığımda kendini oldukça belli ediyordu ama üç katı tek başına çıkacağına inanması da bir tık şovdu bence.

"Hadi hadi onu bunu bırak ittir şunu."

Elimdeki poşetleri ve saksıları yere koydum ve dolabı ittirmek için arkasına geçip elimi yasladım. Dolap ucuz, sert tahtadan yapıldığı için eşek ölüsü kadar ağırdı ve ittirirken gram kımıldamamış, kıpkırmızı kesilmeme neden olmuştu. İçimden bir dünya küfür ede ede dolaba biraz daha güç uygularken bütün kaslarım yardım dileniyordu benden durmam için. Neyseki sırtına ittirmeyi başarmıştım ve Jungkook da dolabı sırtına yükleyip yerle bağını kestiği gibi paytak adımlarla merdivenlere doğru yürüdü.

Beni daha ne kadar şaşırtacağını bilmiyordum ama çabasız bir güçle kendini sergilemesine hayran olmamak elde değildi. Şişmiş kollarını ve boynundaki belli olan damarları başka bir zaman olsa doya doya izleyebilirdim. Ancak şu an merdivenlerden çıkarken arkasında kaldığım için can güvenliğim tehlikedeydi. Sanki çok bir işe yarayacak gibi dolabı tutuyor, destek oluyordum.. El bebek gül bebek yetişmemiştim ama dolap taşımak için de güçlü olduğum söylenemezdi. Canım tam anlamıyla çıkmıştı, kan ter içinde nefes nefese üç katı çıkmak bütün oksijenimi sömürmüş, tam anlamıyla nefesimi keserek diz kapaklarıma kadar titrememe neden olmuştu. İki gündür çektiğim çile çile değil cehennem azabına dönüşmeye başlamıştı resmen.

Köpek gibi soluyarak üçüncü kata ulaştığımızda titreyen ellerimle anahtarı düşürmeden kapıyı açıp doğruca tezgahın altındaki beş litrelik damacanayı kafama dikip kana kana içmiştim. Bu sırada Jungkook dolabı yere bırakmıştı bile ama gözümün görecek hali yoktu. Hayatımda hiç bu kadar zorlandığımı hatırlamıyordum, kalbim öyle hızlı çarpıyordu ki göğsümü delip geçeceğini sanmıştım.

Ondan nefret ediyordum, üç kat dolabı sırtında taşımamış gibi mutlu gülümsemesinden, bitmeyen enerjisiyle aşağıda kalmış malzemeleri alıp gelmesinden, gururla dolabı inceleyen kocaman simsiyah, pasparlak gözlerinden ve en önemlisi de yanağının köşesindeki sempatik duran çukurdan. Tanrım...Üstelik evim, fazla heyecanlandığı için çikolata fabrikası kokmaya başlamıştı ve üzerime kokusunun az çok sindiğine bahse girebilirdim. 

"Taş gibi dolap aldım, nasıl ama?"

Gururla ve göğsünü kabartarak söylediği sözlerle yüzündeki gülümsemesi maksimum boyuta ulaşarak övdüğü dolaba yüzümü buruşturarak baktım. Hiçbir albenisi yoktu, yanından geçerken dönüp baksam kullanacağım kelime iğrenç olurdu ve bir daha da asla bakmazdım. Ayrıca oldukça da eski duruyordu, çöp kutularının yanına atılan yıllanmış, kırık dökük mobilyalardan hiçbir farkı yoktu. 

Bu düşüncelerimi elbette kendime saklamadım ve aklımda ne varsa yüzüme yansıtarak döktüm "İğrenç, sapsarı çirkin bir rengi var. Hiçbir mobilyayla da uyumlu değil. Yanına aldığımız eşantiyonları da dünyanın en saçma alışveriş artıkları."

Eliyle beni geçiştirir gibi bir hareket yapıp dolabın sağlamlığını ölçmek için avuç içiyle pat pat vurdu ve boydan boya inceledi. Elinin tahtaya vuruşuyla zihnimde canlanan akıl dışı görüntüler yüzünden neredeyse tükürüğümde boğulacaktım. Çok saçmaydı, ellerinin bırakacağı pembeliğin hayalini kurmak öyle saçmaydı ki hiçbir şeyden habersizce buna devam eden alfaya sinirlenip, yanımdaki dolabın çekmecesinden bir bez çıkartıp ona attım "O dolabı temizlemeden odama asla sokamazsın."

"Temizleyeceğim zaten, hiç çekemem çeneni."

Ona bir el hareketi çekip beş litrelik damacanayı dolabın boşluk tarafına geri iteklerken çantamdan aldığım sigarayla balkona doğru yöneldim, o da dolabın içlerini temizlemek için açtı.

Kırık koltuğa oturup yüzüme çarpıp duran rüzgarla sigara içmek beni sakinleştirmiş ve kalp ritmimi düzene sokmuştu. Ama aklıma durup durup Jungkook'un avuç içiyle dolabın sağlamlığını test etmek için vurduğu an geliyordu. O tok sesin yerinde bir ten olsa nasıl bir ses çıkardı diye...

Mesela senin.

Hayal etmediğini söyleyemezsin.

Omegamın sesiyle hayalimde daha net bir şekilde canlanan görüntüyü elimle dağıtmaya çalışır gibi havada salladım ve seslice susması için söylendim. Aptal omega, bir türlü susmuyor ve asla gerçekleşmeyecek görüntülerle aklımı bulandırmaya çalışıyordu. Kızgınlığım da yaklaşmamıştı, tehlikesi de buydu.

Omegam onu def etmeme aldırış etmeden aklıma başka görüntüler de sokmaya çalışırken çalan telefonum imdadıma yetişti de sonunda durmayı başardı. Ancak, omegamdan sonra diğer tehlike Jimin'di ve ona fırsat bırakmadan büyük bir göz devirmeyle "Ben de diyordum niye aramadın." diye konuya girdim. Jungkook'un beni götürüp de aramaması mümkün değildi çünkü, hatta bu kadar beklemesi bile şaşırtıcıydı.

"O neydi öyle anlat çabuk, bütün fakülte gözünü bile kırpmadan sizi izledi."

"Abartma istersen."

"Ağzına kadar girdi. Çok sevdiğim filmin en sevdiğim sahnesini izlemek gibiydi. Anlat çabuk, nereye sürükledi seni?"

Bir kez daha gözlerimi devirdim abartma seviyesine ve özetle eve gelene kadar olanları anlattım. Bir dünya sövdüm ve ona ne kadar gıcık olup nefret ettiğimi belirtmekten de geri durmadım. Ben anlattıkça yer yer kıkırdayıp beni sinir etti Jimin ve en son bitirdiğimde ise, sanki onu bir kaşık suda boğmak isteyen ben değilmişim gibi "Bak doğruyu söyle bana, öpüştünüz mü?" diye sorduğunda kırık koltukta kendimi geriye attım ve ağlar gibi sesler çıkarttım. O kadar şey anlatmıştım ve cidden sorduğu soru bu muydu yani? 

"Ya hayır ne öpüşmesi Jimin, öldüresim var onu diyorum anlamıyor musun."

"Ağzının içine girmişti ama, öpecek gibiydi."

"Beni öpmeye kalkarsa ağzının ortasına tokatı yer."

"Sen yine de çok şey etme de."

Jimin'e okkalı bir cevap verecekken içeriden ağız dolusu yaratıcı bir küfür duymamla dikkatim dağıldı. Hattın diğer ucundaki arkadaşıma beklemesini söyleyerek yerimden kalkıp içeri koşar adımlarla girdim. Ve lanet olsun ki gördüğüm şey benim için en ama en kabus dolu andı. 

Haşeratlardan nefret ederdim, bakamaz ve dokunamazdım, bulunduğu ortamı da hızla terk ederdim. Şu anda ise evi  orta yerindeki dolabın içinden ve altından hızla kaçışan hamamböcekleri benim en korkunç kabusumu gerçekleştirerek bahtsızlığımda ulaşabileceğim en son noktaya ulaşmamı sağladı. Ve hepsi, Jungkook yüzündendi. O çok gurur duyduğu dolap sayesinde bütün bedenimde böcekler var gibi hissedip, çığlık çığlığa bağırmıştım. 

Elimdeki telefondan Jimin'in ne olduğunu soran sesini duyuyordum ama ona cevap bile verecek durumda değildim. Olduğum yerde zıplayıp kaçmaya çalışıyordum. Böcekler sanki üzerime doğru geliyor gibi hissettiğim için de hızlı düşünmek zorundaydım. O an kaçarken en yüksek nokta bu durumda tezgahla aramda olan Jungkook'ken direkt üzerine zıplamak en mantıklı hareket gibi gelmişti. Ve tabi kucağına atlarken ona küfürlerimi de esirgeyememiştim.

"Ya ben senin amına koyayım, senin yüzünden başıma gelmeyen kalmadı. Uykunda boğacağım seni!"

Kelimenin tam anlamıyla ona yapışmıştım. Kollarımı boynuna dolamış bir şekilde bir elimle sırtına bütün kuvvetimle vururken Jungkook düşmemem için beni belimden kavramıştı ve kendine bastırıyordu. Sıcak elleri benim sırtına vuran ellerime kıyasla nazikti "Bir sakin olur musun, alt tarafı böcek, hallederiz."

"Neyi hallediyorsun etrafa dağıldılar. Kim bilir nerelere girdiler."

Evin içinde bir yerlerde oldukları ihtimalini düşünmek bile evden koşarak uzaklaşmam için yeterli bir sebepti, sakin olmam mümkün değildi böyle bir durumda. Ayağım yere değecek de üzerime çıkacaklar korkusu yüzünden bütün gücümle Jungkook'u ahtapot gibi kavramıştım, bırakmaya da niyetim yoktu. Yüksekte olmak bir nebze de olsa güven veriyordu.

Gergin nefesler alarak Jungkook'un geniş sırtına doğru uzanan ellerimden birini farkında olmadan kürek kemiklerine geçirmiştim. Aynı anda da parmaklarımın altındaki kasların gerildiğini hissetmiştim. Aramızda geçen bu kısa temasın farkındalığıyla ne yapacağımı bilemedim. Nefeslerim hala düzensizdi ve kıçıma değen mermerle beni tezgaha oturttuğunu biraz geç anlamıştım bu yüzden de ellerimi hala üzerinden çekmemiştim. İdrak ettiğimde de kendimi ondan yavaşça ittirmiştim ama alanım dardı ve o da tam olarak önümde taze çikolata kokusu ciğerlerime dolacak kadar yakındı. 

Birbirine sürten yanaklarımızdan sonra çarpışan gözlerimiz ve dudaklarıma değen sıcak nefeslerine gözlerimi kırpıştırarak birkaç saniye öylece kaldım. Alfanın gözlerinden başka hiçbir bir yere bakamıyordum, kapkara gözleri beni içine çekmişti ve irislerinin etrafındaki çemberin kızıla dönüşmesini izlemek omegama büyük bir özgüven sağlamıştı. Sanki kurtlarımız birbirine kilitlenmiş gibiydi ve omegam kendini belli ettiği için heyecan içerisindeydi. 

İstemsizce omzuna çıkarttığım parmaklarımı sıkıştırdım. Bu hareketimle normale dönen gözleri yutkunmamı sağladı. Daha önce bedenimin tepkilerini kontrol edemediğim anlar olmamıştı ama şimdi bir şey, ona olan odağımı bozmama engel oluyordu. 

Sağ gözünün ucundaki, dudağının altındaki, burnundaki ben ve yanağındaki yara izini bir anda ezberlemiş olduğumu fark ettim. Evimin duvarı yıkılmadan önce, onu ilk gördüğüm anda kazımıştım aklıma. Yüzündeki bütün detaylara bir anda hakim olmak beni şaşkına çevirdi. Hafif kuru olduğu belli olan dudaklarındaki ikili piercing, dudaklarını araladığında hareket edince kendime gelmeyi başardım ve hafifçe irkildim.

Omzundaki ellerim ise istemsizce yeniden omuzlarını sıktığımda onun da belimdeki eli hafifçe gevşemişti, ki ben, belimi sıktığını bile oradaki sıcaklık yok olduğunda anlamıştım.

Jungkook gözlerini kırpıştırıp kaşlarını çattı ama geri çekilmedi. İkimizin de geri çekilmesini sağlayan şey, hala elimde tuttuğum telefondan yükselen Jimin'in "Ne oluyor orada?" diyen sesiydi.

Hafifçe yerimde zıplayıp telefonu kulağıma koydum, saf saf "Ne?" diye sordum. Bu sırada Jungkook kendini benden biraz geriye çekmiş, elini ensesine sürterek bir şeyleri anlamaya çalışır gibi ifadesiyle kaşları çatık bir halde dolaba bakıyordu. Nedense gerildim ve ben gerildiğimde öfkelenirdim bu yüzden söylenmeye başladım "Aptal alfa çöpten dolap bulup getirdi ve evimi hamamböcekleri bastı."

"İkinci el aldım bir kere nereden bilebilirdim böcekli olduğunu?"

"Sus artık tek kelime etme."

Biraz önceki karışık hali toparlanmış gibi görünüyordu ama bu bir şey ifade etmiyordu benim için. Kafamı toplamış, onun yüzünden başıma gelenlere odaklanmıştım. Yüzüme öyle masumca, gözlerini kocaman açarak bakmasının beni yumuşatacağını sanarak açıklama yapmaya çalışan alfaya ters ters baktım ve bacaklarımı tezgaha topladım. Yere bakmak istesem de yapamadan irkilerek titredim çünkü gerçekten evde böcek olduğunu bilmek diken üzerinde hissettiriyordu.

"Ee ne yapacaksınız?"

"Evi ilaçlatmadan bu evde kalmam ben." diye mırıldadım Jimin'e, ciddi anlamda evde o iğrenç şeylerden olduğunu bilerek kalmam mümkün değildi "Sana gelsem olur mu, her tarafımda böcek dolaşıyor gibi hissediyorum."

"Zahmet olacak yani, tabii ki bana geliyorsun." benim bir tanecik arkadaşım elbette beni sokakta bırakacak değildi ama sonra Jungkook yırtık dondan çıkar gibi ortaya atıldı. Arkadan ben nerede kalacağım derken olabildiğinde sessiz söylemesine rağmen Jimin duymuş olacak ki başkalarına iyilik yapacağı tuttu ve sırf basketbol takımının altın çocuğunu merak ettiği için, tabi altında başka sebeplerin de yattığından emindim, "Eğer alfa da gelmek istiyorsa bir şartım var." diye ekledi.

"Şart mart yok, cehennemin dibine kadar yolu var onun Jimin."

"Alfayı telefona ver bakayım çok konuşma sen."

"Hayır dedi-heey! Telefonumu ver!"

Telefonum elimden kayıp giderken ona engel olamadım ve Jungkook uzaklaştığı için de böcekler yüzünden tezgahtan inemedim. Defalarca ona telefonunu bırakmasını söylesem de beni hiç dinlemedi, ona ne söylediği hakkında hiçbir fikrim yoktu ama kısa sürmüştü. Jimin'i dikkatle dinlemiş onaylayıcı kelimeler mırıldanıp çağrıyı sonlandırmıştı. 

Jungkook'un yüzünde anlamaz gibi bir ifade vardı, kaşları kalkmış, dudakları da aralanmıştı ve sanki konuştukları şey ona garip gelmiş gibiydi. O Jimin'di, ne söyleyeceği ne yapacağı ya da ne isteyeceği kestirilemezdi, üniversiteden beri arkadaşım olmasına rağmen ben bile çözememiştim. Ancak bir tahminim vardı ve sormaktan korktuğum halde rahatsızca kıpırdanıp "Sana ne söyledi?" diye sorduğumda parmağıyla başını kaşımış ve tam da tahmin ettiğim cümleyi kurmuştu.

"Eğer bana fal bakmasına izin verirsem istediğim kadar kalabilirmişim."

Dudak bükerek başımı büyük bir sızlanmayla geriye attım ve yeniden öne eğerken elimle yüzümü kapattım. Böyle bir şey yaptığına inanamıyordum. Park Jimin baş belasının önde gideniydi, çok tehlikeli bir omegaydı ve çöpçatanlıkla üstün manipülatif yeteneklerini göstereceği kurbanını ise çoktan seçmişti.

Chapter 5: tarot ve perilla yaprakları

Chapter Text

ResimLink - Resim Yükle

Burada olduğuma inanamıyordum. Jimin'in göt kesecek kadar soğuk evinde, gri eşofman takımıyla duvara dayalı kare masanın bir köşesinde oturan Jungkook'un varlığına hiç ama hiç inanmak istemiyordum. Daha bugün içimden ikisinin tanışmasının korkunç olduğunu düşünmüştüm ve bum, şimdi buradaydık. Üstelik Jimin Jungkook'a yaklaşık bir saattir öyle keskin bakıyordu ki içini okumaya çalışıyor gibiydi. 

Elimle bu rahatsız edici durumu düzeltmek için Jimin'e bir çimdik attım ve bakışlarını üzerime çektim "Tuhaf ve rahatsız edicisin. Kes şunu."

"Susar mısın, onu tanımaya çalışıyorum. Aurası çok keskin."

Jimin elimi ittirip bakışlarının altına tatlı bir gülümseme kondurarak daha da tuhaf bir ortam oluşmasını sağladı. Sıkıntıyla iç geçirmeden edemedim çünkü yapmaya çalıştığı şeyi biliyordum, annesinden geldiğini savunduğu auraları hissedebilme ve fal bakabilme özelliğini sonuna kadar Jungkook üzerinde kullanmaya çalışıyordu ama henüz yeni tanıştıkları için bu yaptığı, durumu garip bir hale sokmuştu. Gerçi Jungkook'un pek de umrunda değil gibiydi, etrafına bakınarak ortamı tanımaya çalışıyordu.

"Sigara içer misin?" 

Alfa, Jimin'in sorusuyla başını döndürüp kendisine sunulan pakete ilahi bir varlıkmış gibi bakarak Busanlı olduğunu belli edecek şekilde konuşmuştu "Sonunda evinde sigara içen birisi, hiç sormayacaksın sandım."

"Bu da ne? Busanlı mısın? Bunu bana neden daha önce söylemedin Taehyung?"

İkisi de Busanlı olduğu için ortam bir anda gariplikten sıcacık bir hale bürününce göz devirdim. Jimin gıcığın tekiydi ve Jungkook ondan bin beterken nasıl olur da ikisinin Busanlı olduğu bilgisini saklamazdım ki? Tamamen kişiseldi, zihinsel olarak kendimi korumam gerekiyordu ve maalesef başarılı olamamıştım.

"Daha çok gençtim, ondan söylemedim."

İkisi de düşüncelerimi doğrular gibi kahkaha atıp sigaralarını yakarken beni duman altında bırakmalarına karşı yüz buruşturdum. Jimin bir oda bir salon evinde sevmediğim tek şey içeride sigara içmesiydi. Bana biraz boğucu geliyordu ancak Jimin bunu umursamadan buraya geliş sebebimizle ilgili konuyu açarak evi nasıl böcek bastığını sordu. Elbette benim için suçlu kişi Jungkook'du, dağınık olsam da ve oturduğumuz mahallenin böceklerden muzdarip olunduğu bilinse de o evde kaldığım süre boyunca böcekle karşılaşmamıştım bile. Tabii ki tüm sorumlu Jungkook olacaktı. Fakat Jungkook da hiçbir suçu yokmuş gibi üste çıkmaya çalışıyordu. Bu da beni delirtiyordu, kelimenin tam anlamıyla onu parçalamamak için kendimi zor tutuyordum.

Girdiğimiz hararetli sen suçlusun her şey senin yüzünden oldu-hayır değilim bunu nereden bilebilirdim tartışmasının sonunda Jungkook bayılırmış gibi yaparak kendini sandalyeye hızlıca yasladığında son pes etmiş olacak ki ellerini iki yana kaldırıp "Aishh!" diye bir ses çıkarttı. Sonra elleriyle saçlarını dağıtarak yılgın bir ifade takınmış şekilde Jimin'e dönüp sordu "Gerçekten hep böyle dırdır mı ediyor? Bu yüzden mi aynı eve çıkmadınız?"

"Evet."

"Hayır." Jimin'in onaylayan ifadesine dönüp omzuna bir tane patlattım. Gerçekten sırf gıcıklığına bana ters gidecek şeyler söyleyerek beni delirtmeye çalışıyordu "Benim tarafımda olman gerekiyordu!"

"Ama bunlar gerçekler hayatım."

"Bak işte en yakın arkadaşın bile aynı şeyi söylüyor. Jimin-ah, böyle seslenebilir miyim sana? Jimin-ah, daha iki gün oldu başımı öyle çok şişirdi ki... Eve bin tane saçma sapan kural koymuş, sağ camları açma, eve omega getirme, gece ses çıkartma onu yapma bunu yapma.... E ne yapayım ben?"

Jimin sinsi bir gülüşle bana döndüğünde "Demek eve omega getirmeni yasakladı hmm... Enteresan..." dediğinde kafasında dönen çarkları ve bundan çıkarttığı anlamları bildiğim için aşağıdan bacağımla dürttüm onu. Flörtöz olduğum dönemlerde hoşlandığım alfaların karşında da böyle imalı konuşarak yüzümü kızartırdı Jimin. Ancak şimdi tamamen farklı bir durumdaydık, Jungkook baş belasının tekiydi ve uzun süre de öyle olacak gibi görünüyordu.

"Ne var? Orası benim evim, başka omeganın kokusundan rahatsız oluyor kurdum."

İki küçük ahududuya benzeyen dudaklarının köşeleri imayla söylediğim şeye sen onu benim külahıma anlat dercesine bir ifadeyle kıvrıldığında en yakın arkadaşımla ilgili tahminimde yanılmadım her zamanki gibi. Bu yüzden daha fazla konuşmasın diye dürtmek yerine ayağına vurmak için uzandım ancak ne yapacağımı tahmin etmiş olmalı ki kendini geri çekerek kurtuldu benden. Sonra da bundan keyif alır gibi sigarasını içine çekip gözlerini kırpıştırarak dikkatini yeniden alfaya vermişti.

"Dövmelerini kendin mi yaptın?"

"Bir çoğunu kendim tasarlayıp yaptım, bazılarını da arkadaşım yaptı."

Bacağındakini de kendisi mi yaptı acaba?

Omegamın aklıma düşürdüğü o soruyla yerimde kıpırdandım ve dövmesinin kalanını hayal ederek çizdiğimi hatırlayınca başımı başka bir yere çevirdim. Örümceğin bütün hatlarına hakimdim ve sahibi de tam yanımdaydı, oturduğu yerde bacağını sallayıp duruyordu. 

Tanrım... Vücudum aniden ısınmaya başlamıştı ve yanaklarım yanıyordu. Yutkunarak çaktırmadan elimin tersini yanağıma yaslayıp kontrol ettim. Yanaklarım mı kızarmıştı benim? Hayır, sadece çok sıcaktı, camlar kapalı olduğu için bazen sıcak basması normaldi değil mi, soğuk olsa da sıcak basardı hm? Evet, ayrıca, çok da saçmaydı bu durum. Durduk yere böyle bir tepki vermem çok yersizdi. Düşünerek bile çizmemiştim ki, yanaklarımın bu yüzden kızarmış olmasına imkan vermiyordum.

Yanaklarını kızartacak kadar hayal etmeseydin o zaman.

Omegamı görmezden gelmek zordu ama kızarmış yanaklarımın bir an önce normale dönmesi için kulağıma fısıldadığı şeyleri göz ardı etmem gerekmişti. Bu yüzden de bir şey çaktırmadan ayaklanıp pencereye ilerledim, şöyle bir dışarıya bakınıp salonun içinde olan mutfağa ilerleyip tezgahın üzerine sıralanmış şişe suyu açtım. Suyu hararetimi alana kadar yarısına kadar içtiğimde biraz da olsun rahatlamıştım ancak arkamı döndüğümde pek de öyle olmadığını fark ettim. Yerime geri oturmak için attığım birkaç adımı istemsizce durdurmuş, alfanın dövmelerini incelemek için elinden tutmuş Jimin'e bakakalmıştım.

Jungkook'un elini çevirip küçük parmaklarını dövmelerinin üzerinde gezdirirken oturduğu sandalyeden hafifçe kalkmış ve eğilmişti. Dövmelerine yakından bakarkenki ilgisi ve yakınlığı nefes kesiciydi ama bunun iyi mi kötü mü olduğunu anlayamamıştım. Sadece basit bir sohbetti ancak omegamın rahatsız olarak hiddetlendiğini hissetmiştim ve bu hareketlerime de yansımıştı. Elimdeki su şişesini istemsizce sıkıştırdığımda çıkan hafif sesle feromonlarımı yaymak üzere olduğunu fark etmiştim ve bu da beni kendime getirmişti. Omegamın neden böyle davrandığını anlayamamıştım ve anlayamadığım için de dudaklarımı birbirine bastırıp hızla sandalyeme geri oturarak kollarımı birbirine kavuşturmuştum.

Bu sırada Jimin alfanın çevirdiği kolundaki saat dövmesine dikkatini çevirmişti "Woaaah... Çok güzel." hayranlığını dile getirdiği cümleye merakla eklemişti  "Üçü beş geçe... Özel bir anlamı var mı?"

"Doğum saatim."

"Aaa, öyle mi? Gece mi gündüz mü?"

"Gündüz. Önemli mi ki bu?"

"İnan hiç önemli değil."

Jimin'in gözlerinin parladığına yemin edebilirdim. Hiçbir şey yapmasına gerek kalmamıştı, Jungkook sanki açık bir kitaptı ve Jimin istediği bilgileri sayfaları karıştırarak bulmuş, altını çizmiş ve post-itlemişti. Şimdi ise tek yapması gereken boş bulduğu bir anda köşesine çekilerek elde ettiği bilgileri araştırmaktı. Ancak önce, eve gelmeden aldığı sözü yerine getirmeliydi.

Bir falcı edasıyla uzun süredir masanın köşesinde duran keseden tarot kartlarını çıkartmış hızlıca kararak Jungkook'dan göz temasını kesmemişti. Jungkook ise ilgiyle Jimin'e bakmakta ve neler olacağını izlemekteydi. Heyecanlı görünüyordu ve gözleri parlakça karşısındaki baskın omegayı izlerken çenesi düşük olduğu için sessizliği kısa sürmüştü. 

"Normalde de bakıyor musun fal yoksa öylesine sallıyor musun?"

"Herkese bakmadığımı ve çıkan kartları senin enerjine göre yorumladığımı bilsen yeterli."

"Yani bakıyorsun?"

"Canım isterse evet."

Ve bir de şeytanlık düşündüğünde diye iç geçirdim çünkü öyleydi. Hoşlandığı çocukları falına bakma bahanesiyle kandırıp kendini tarif ederek kafasına girmekte üstüne yoktu. Bunu Suho ile bana da yapmıştı ama onun falına baktıktan sonra eğer onunla çıkarsam hayatımın hatasını yapacağımı söylemişti ki ben o zaman öyle düşünmesem de şu an... Neyse... Öyle işte, bu konu hakkında düşünmek de yorum yapmak da canımı sıkıyordu.

Jimin kartları yarım ay şeklinde yelpaze gibi açtı ve "Şimdi sus bakayım alfacık, enerjine odaklanmam gerek. İçinden cevabı evet ya da hayır olmayan bir soru sor." eliyle masaya serdiği kartları göstermiş doğruca da Jungkook'un gözlerine bakarak devam etmişti "Sonra da hissederek bir kart çek ki cevabını vereyim."

Jungkook ellerini kartların üzerinde sanki çok ciddi bir iş yapıyormuş gibi gezdirerek bir tanesini önüne doğru çektiğinde heyecanla arkasına yaslandı ve Jimin'in onu açışını izledi.

Fırtınalar içerisindeki kalbe saplanmış üç kılıç olan kartla Jungkook arasında hızla git gel yapan Jimin "Kılıç üçlüsü." diye ilk seçilmiş kartın adını söyledi ardından ise ona bir soru sordu "İlişkilerinde çok mu vericisin? Bu yüzden de en çok kırılan taraf hep sen olmuşsun ve hep bu yüzden kaybetmişsin. Yeni mi bitti ilişkin?"

Yan gözle alfaya baktığımda Jimin'e pür dikkat kesildiğini görmüştüm ama konu şu ki, ben de pür dikkattim. Tepkilerinden Jimin'in doğru şeyler söylediği belliydi ve bana ne oluyorsa artık, eskiden yaşadığı ilişkiden bahsedilmesi bütün odağımın noktası olmuştu.

"Dönemin başında bitti, 4-5 ay kadar oldu."

"Kırmış seni belli, hatta seni suçladı değil mi?"

"Alfamı." dediğinde Jungkook'un sesindeki kırıklığı hissetmiş ve daha da meraklanmıştım "Ama artık çok da umursamıyorum. Ruh eşi var, beni ilgilendirmiyor."

"Zaten kendini suçlamana gerek yok. Sunduğu bahaneler bir düzine yalan, seni aldattığı için kendini inandırmak istemiş sadece. Senin de kırıldığın şey verdiğin değerin karşılığını alamamak ama inan bana bütün kalp kırıklıklarının sebebi ileride karşılaşacağın büyük aşka hazırlıktır."

"Ağzın iyi laf yapıyor omega."

Jungkook kahkaha atarak keyiflendiğini belli ederken kavuşturduğu kollarını göğsünden ayırıp Jimin'in üç kart daha seçmesi için verdiği direktifi yerine getirdi ve kapalı bir şekilde desteden üç tanesini önüne doğru çekti. Ama ben gördüm, gözlerinin içinde belki gerçekten bir yıldız kümesi yoktu ama kalp kırıklığını hatırlamak orada birkaç ışığın sönmesine neden olmuştu. 

"Güneş... Bayılıyorum bu karta, tam seni yansıtıyor." Jimin'in açtığı kartla ellerini çırpıp oturduğu yere biraz daha yerleşerek devam etmesiyle bakışlarımı alfadan ayırdım "Müthiş bir auran var, yaydığın enerji ve yaratıcılıkla insanları etkileyebiliyorsun ki bunu falına bakmadan bile anlayabiliyorum. Alfan ve sen bu konuda birbirinizi tamamlıyorsunuz. Mükemmel uyum desem yeridir."

Tıh, diye içimden söylendim. Ne aura ama, eve kara bir bulut gibi çökmüştü ve başıma gelmeyen şey kalmamıştı. Üstelik etkileyici falan da değildi, Jimin sağlam sallıyordu bence ve Jungkook da buna kolayca kanıyordu.

Yüce İsa! Sen yüz karasısın, gözlerin kör olmuş senin.

Kendini istediğin kadar kandırabilirsin ama inkar etmenin faydasız olduğunu anlayacaksın.

Omegam çok üsteliyordu ve onunla kavga etmek benim için dert değildi ancak Jimin dikkatimi çeken başka bir cümle kurunca tartışmayı arka plana itip kulak kesildim ki omegam da aynı dikkati çevirmişti ikisine. Aslında daha çok alfaya. Bütün detaylarına hakim olmak ister gibi birer birer kazımaya çalışıyordu aklına.

"Yeni bir ilişkiye başlamak için o mükemmel zamana yaklaşmışsın, aşk çok yakınında alfa. Ama tereddüt edeceğin bir nokta olacak." Jimin gözlerini çok anlık bana döndürdüğünde ona gözlerimi açıp sessizce ne diye çenemi kaldırarak tepki gösterdim. Her kelimesindeki hedefinin ben olduğumu biliyordum ve buna devam ederken çok profesyonelce hareket ediyordu. Bana kınayan bir bakış attı ve Alfaya döndüğü gibi benim üzerimden yeni bir ima yaptı "Omegan olduğunu düşünüyorsan ve bu kişi dünyanın en gıcık omegasısıysa bile duygularından kaçınma, kendinden emin ol, korkma. Sen ona nasıl deli oluyorsan, o da sana deli olacak bak göreceksin."

Kendime engel olamadım ve dudaklarım arasından kocaman bir kahkaha salıp sanki gülmekten gözlerimden yaş gelmiş gibi parmağımla gözümün altını temizleyerek alfayı gösterdim "Ya bu dolandırıcıyı kim ne yapsın."

Jungkook havada hala onu gösteren elime önce şöyle bir vurup "Sen önce kendine bak." dedi ve sonra masanın üzerindeki desteden bir kart alarak ve kafama doğru attı "Asıl seni kim ne yapsın, huysuz, aksi omega! Ömür çürütürsün sen ömür."

Kart kafamı acıttığı için ayağımla ona tekme attım ama eliyle savurup buna engel oldu. Bu yüzden bir kez daha tekme atıp sızlanınca bu kez denk getirmenin gururunu yaşadım. Ancak sonrasında hiç beklemediğim yerden, Jimin'den enseme doğru bir tokat yedim "Rahat dur artık. Alfa, sen de bir daha da ben söylemeden kartlara dokunma."

Baskın bir omega oluşunu değil de arkadaşım olan Park Jimin sertliğini kullanmıştı ki bu daha beterdi bence. Dört bir yanım hainler ve dolandırıcılarla kaplıyken hangi biriyle uğraşacağımı şaşırdığım için huysuz bir oflamayla sandalyemi geri ittirip kollarımı göğsümde kavuşturarak beklemeyi tercih ettim. Jungkook da mesajı almıştı ve sessizleşerek masada dik bir konumda doğrulmuştu.

Jimin ikimizin de sakinlediğinden emin olduktan hemen sonra yere düşmüş kartı alıp destelerin arasına geri koydu ama koymadan önce şöyle bir baktığı karta yandan bir gülüş atmayı da ihmal etmedi. Her ne gördüyse keyifli ve cilveli bir dudak kıvırması kondurmuştu dudaklarına. Aklından kim bilir ne sinsilikler geçmişti de böyle gülmüştü hiç ama hiç merak etmiyordum. Muhtemelen beni sinirlendirecek bir şeylerdi.

Jimin o gülüşünü dudaklarından çekmeden Jungkook'a bir kart seçmesini söyledi ve öne çıkarttığı kartı hızla açtı. Kartı görmesiyle de "Sanırım bu senin ilk hayatın çünkü dünya kartı, bütün döngünün tamamlandığı ve dileklerin gerçekleştiği bir karttır. Yeni bir yolculuk başlıyor senin için ve bu yolculukta farkına vardığın şeyler seni tamamlayacak o kişiye götürecek. Birlikte büyük adımlar atacaksınız ve yürüdüğünüz yolda ikinizin elleri birleşmişken diğer elleriniz de dolu olacak."

"Sanırım yolun sonunda evleniyorum." diyen Jungkook bu fikirden son derece mutlu gibi sırıtmıştı.

"Sana söyledim, hayatının aşkını bulacaksın diye. Bütün kartların birbirini tamamlıyor ve sorduğunun sorunun cevabı da hayatının aşkıyla ilgili." bilmiş tavırlarıyla Jungkook'un ilgisini çoktan çektiği ve ikisi de Busanlı olduğu için yenilmez bir özgüvenle devam etmişti sözlerine "Şimdi alfa... Bir kart hakkın daha var, bu senin kader kartın ancak kaderinde ne olacağını bilmek istemezsen çekmek zorunda değilsin."

"Delirdin herhalde, beni böyle meraklandırıp da ikilemde bırakamazsın. Tabii ki çekeceğim." uzun ve dövmeli parmakları, dikkat kesildiği bir kartı önüne çekiştirdi "Aç bakalım."

"Ah... Kader çarkı..."

"Ne demekmiş kader çarkı?"

Jimin dudaklarını şaşkınca aralayıp açtığı karta bakışlar attığında aklındakileri toparlamış olmalı ki yanaklarının köşeleri hafif hafif kırışmış ve yüzüne güzel bir gülüş yerleştirmişti. Sebebini anlayamadım ama gözlerindeki parlaklık hoşuma gitmediği gibi beni de tuhaf bir şekilde fazlasıyla heyecanlandırmıştı çünkü bu ifadesi bana kafadan sallıyormuş gibi değil de daha çok farkına vardığı şeyin gerçekleşme olasılığının yüksek oluşu gibi gelmişti.

"Dört temel element bir araya gelmiş demek. Bu da kadersel karşılaşmanın sonucunda ruh eşini bulacağın anlamına geliyor. Her şey birse ve bir aslında her şeyse ruh eşinle birleşeceksiniz diye de yorumlamak çok yanlış olmaz. Üstelik atacağın her adımda şans var, ne yaparsan yap, hangi yoldan gidersen git seçimlerin şans dolu. Çark tek bir yöne, geleceğe doğru ilerliyor, aynı şimdi gibi ve o gelecekte de ruh eşin var alfa. O kadar şanslısın ki, hayatımda ilk kez böyle bir fal bakıyorum."

"Annem beni rüyasında dokunduğum şeyleri altına çevirirken görmüş." demişti Jungkook gururla. Göğsünü gere gere söylediği bu rüyanın aslında kendini farkında oluşuyla birleştiğinde doğruluğu sırf ona gıcık olsam bile inkar edemeyeceğim bir noktaydı. Jimin onunla ilgili basket takımının altın çocuğu diye bahsetmişti ve başarılı olduğunu da defalarca dile getirmişti. Okula geldiği gibi takıma girmesinden de belliydi bunun doğruluğu, takımın dönem içerisindeki başarısını yükselttiğini de kulaktan duyma bilgilerle biliyordum. Yani Jimin'in Jungkook için kullandığı övgüler sadece alfa oluşundan ya da aşırı yakışıklılığından değildi.

"Falında her şeyi gördüm, eh, umarım Taehyung'un huysuz hayatına da neşe getirirsin, sonuçta ev arkadaşısınız."

"Ben neşe doluyum zaten!" diye çıkışınca Jungkook cıkcıklayarak tam tersine ima yaptı "Yaa, neşe saçıyorsun herkese."

"Dolandırıcılara karşı sevgi dolu kalamıyorum."

"Biraz zekanı kullan o halde."

"Seni var ya-!" masaya ellerimi vurduğum gibi kalktım ama Jimin oturduğu yerden benimle birlikte kalkıp ben ona saldıramadan ensemden tuttuğu gibi geç olduğunu, yatması için battaniye getireceğine dair bir şeyler mırıldanıp yatak odasına sürükledi ve kapıyı arkamızdan kapattı. Minik öfkemin geçtiğini söyleyemezdim çünkü Jungkook üzerime oynuyordu ve altta kalmak pes etmek demekti. Üstelik Jimin de vardı, alfaya fal bakmaya başladığından beri aşk hakkındaki göndermelerine maruz kalıyordum. Eğer dur demezsem sonuna kadar gideceğini biliyordum.

"Beni ona yamayacaksın diye göbeğin çatladı resmen, kırk takla attın yalan uydururken. Aferin sana ya." elimle kapıyı gösterirken Jimin pis pis sırıtıp beni boydan boya süzmüştü.

"Sen neden yükseliyorsun ki? Ortada hiçbir şey yoksa gül geç işte."

"Çünkü sürekli beni tarif edip durdun ve imalı imalı güldün. Hiç komik değildi."

 Jimin ben söylenirken beni dinlemiyor gibi dolaptan yorgan ve çarşafları çıkarıp kucağıma attı ve popoma kış kış yapar gibi vurup "Çok da iyi yaptım. Git de yorganları ver yatağını yap alfanın, gelirken de su getir." diyerek beni başından savmaya çalıştı.

"Yatağını mı yapacağım bir de? Oldu olacak bir de ısıtayım?"

Isıtma işine ben tamamım, eğer alfa da dahil olacaksa çok daha fazla tamamım.

Arsız omegam elbette fırsatları değerlendirmek için elinden geleni yapıyordu ama sadece söylenmekle kalacağının garantisini verebilirdim. Sıradan gönül eğlenceleri için çok geçti, hele bir de dolandırıcı olduğunu göz önünde bulundurduğumda kesinlikle omegama uymayacaktım.

"Ay ne var ısıtsan, içiniz ısınırdı canım."

"Soğuktan götü donar umarım."

"Sen ne gıcık bir şey oldun ya. En azından git de yorganları ver yoksa salonda yatarsın. Başka bir omegayla yatmaya meraklı değilim, işime gelir haberin olsun." 

Elimde yorganlarla beni kapı dışarı ittirdiği için öylece bakakalmıştım yüzüme kapanan kapıya. İnanılmaz bir arkadaştı Jimin, ben lafı ağza tıkmakta ne kadar başarılıysam Jimin bu konuda benden bile uzman sayılırdı. Jimin'le aynı özelliklere sahip bir de Jungkook çıkmıştı şimdi başıma. Ve yorganları vermezsem salonda Jungkook'la uyuma ihtimalini göze alamazdım. Bu yüzden de burnumdan soluduğum gibi yorganları koltuğa uzanmış telefonuyla keyif çatan alfaya dönerek ilerledim.

"Al yap yatağını."

Yüzüne attığım yorganların arasından kendini kurtarıp "Yavaş ol yavaş." demişti ama bu benim pek de umrumda olmadı. Hiç cevap vermeden tezgahtan bir su aldım sonra ayağa kalkarak yatağını yapmaya başlamış alfada gözlerimi dolaptırıp istemsiz omegama kapıldım. Feromonlarım belli belirsiz yayıldı, bir anda olan bu şey yüzünden koştur koştur ışığı kapatıp odaya geri girdim. 

Tabii odaya girdiğimde de bunu belli etmemeye çalıştım çünkü Jimin'in sorgusuna takılmayı hiç istemiyordum. Neyseki Jimin çoktan yatağa kıvrılmış, telefonundan harıl harıl bir şeyler bakmaktaydı da heyecanlı tavırlarımı fark etmedi.. Her zaman uyurken telefonuyla ilgilendiği için ben de pek yadırgamadım ama çoraplarımı çıkartıp yanına kıvrıldığım anda beni kendine çevirince işte dedim, kesin neden feromonlarımın arttığını soracak. Ancak aksine, Jimin çok daha heyecanla gözlerini kocaman açmış, iki omzundan tutarak beni sarsmıştı. İşte o zaman bunun sıradan bir telefon kurcalaması olmadığını anlamıştım.

"Bana bak," derken o kadar ciddiydi ki birkaç kere gözlerimi kırpmak zorunda kalmıştım..

"Ne?"

"Venüsü terazide, kendi burcunda da yönetici konumunda bu yüzden tam bir aşk adamı. Marsı da akrepte, nasıl flört edebileceğine nasıl sınırlarını zorlayacağına inanamazsın Taehyung, ve en bombası yükseleni oğlak! İkiniz birbiriniz için yaratılmışsınız. Bu çocuğu kaçıramazsın."

"Sana inanamıyorum. Bunlara nasıl baktın, doğum gününü söylemedi bile sana."

"İnstagramına baktım ama okul takımının sayfasında da bilgileri yazıyormuş-"

"Gerçekten bu kadar araştırdığına inanamıyorum."

"Shhhh, sözümü kesme! Güneş, ay ve merkürü de başak, çocuk mükemmeliyetçiliğin vücut bulmuş hali resmen."

Gözlerimi devirdim. Fala da astrolojiye de inanmazdım bu yüzden anlattığı şeyler fazla absürd ve anlamsız geliyordu. Ki söz konusu Jimin'di, sallıyor olması çok olasıydı çünkü tek odağı beni peşini bırakamadığım toksik ilişkimden kurtarmaktı.

"Sadece Suho'dan kurtulmam için bunu yaptığını bilmiyorum sanki."

"Suho'nun ben amına koyayım, yalan yok, öyle yapacaktım ama falında açtığım kartlar yüzünden gerek bile kalmadı buna. Söylediklerim gerçek, alfayı kaçırma, böyle bir adamın seni nasıl sahipleneceğini bilsen aklın uçar."

"Bunu aptalca bir falın sonucuna bakarak söyleyemezsin. Bu çok saçma."

"Ya adam 78 destelik karttan aşıklar kartını çekip kafana attı sen neyin saçmalığından bahsediyorsun beni delirtme."

"Bunun ne gibi bir anlamı olabilir ki, tanrı aşkına?"

"Kafana attığı kart aşıklar kartıydı. Sonra desteden kendi için bir kart daha seçti ya, o da dünya kartıydı. Taa önceden sana baktığımda kule kartı çıkmıştı. Dünya kartı kule kartının yıktığı şeyleri toparlayan bir kart ama bu tamamen sana bağlı. Bu bir işaret. Hayatımda hiç bu kadar ciddi olmamıştım, artık aptalca bitmiş bir toksik ilişkinin değil gerçeklerin peşinden koş."

Jimin hızla söylediği cümlenin zorlayıcı ve ısrar ediciliğini fark etmiş olacak ki durdu ve tuttuğu omuzlarımı bıraktı. Şu anda söylediği şeyler benim açımdan kırıcı değildi ama daha dün aşırı hareket ve söylemlerinin sonucu birbirimizi kırmıştık. Bugün konuşarak toparlamıştık, şu anda da aynısını yapıyor olma ihtimalini düşünmesi normaldi ve bu hali beni iyi hissettirmişti. Konuştuğumuz şeyleri dikkate aldığını gösteriyordu bu.

Jimin'in karanlıkta gördüğüm gözleri parıldadı ve korkuyla artan feromonları normal seviyeye gelerek dudakları aralandı "Üzgünüm. Bir an engel olamadım, geç olduğu için saçmaladım sanırım. Uyuyalım mı?"

Onunla arkadaş olduğumdan beri bildiğim en önemli şey fazla abarttığını fark ederek kaçmak istediğinde Jimin'in üzerine gitmemekti. Ben de öyle yaptım, Jimin arkasını dönüp lafı ağzıma tıktığında hafifçe gülümseyip ona arkasından sarılarak ikimizi de kaşık pozisyonuna soktum. Sonra da burnumu ensesine güvenle sürtüp uykuya dalmadan önce "Seni çok seviyorum Mimi, iyi geceler." diye sakince mırıldandım.

 

***

 

Ertesi sabah Jungkook ve Jimin'le Busan maceralarının anlatıldığı ancak bir öğrenci evinde ne kadar malzeme varsa o kadar onlarla yaptığımız kahvaltının ardından bir böcek ilaçlama merkezi araştırma işine girişmiştik. Uygun fiyatlı bir böcek ilaçlama şirketiyle konuştuğumuzda bize evi 1 gün kullanamayacağımızı söylemişlerdi. Neyse ki Jimin vardı ve bugün hafta sonu olduğu için mutluydum, en azından bu saçmalıklar derslerimi etkilemeyecekti. Sadece tek derdim Jungkook'du çünkü Jimin yine bütün nezaketiyle ona evinde kalabileceğini söylemişti ve o da bayıla bayıla kabul etmişti. Baş belası alfa yine tepemizdeydi yani.

Ama düne göre bugün biraz daha sakinleşmiştim. En azından ben öyleydim çünkü söz konusu evim olduğunda yaşadığım güvenli alandan çıkmak hem benim hem de omegamın huzurunu fazlasıyla bozuyordu. Ayrıca Jimin dün geceden sonra üzerime çok fazla gelmemişti bu yüzden benim de gereksiz çıkışlarım durulmuştu. Neden bu kadar hırçınlaştığımı ben bile bilmiyordum, sadece bir anda çıkışıveriyordum ve kendime engel olamıyordum. Düşündüğümde bunun tek sebebi Jungkook'a bu konuda olan öfkemdi, evim onun saçma sapan ikinci el dolabı yüzünden böceklenmişti. Üstelik ilaçlamadan sonra evi temizlemeliydik, bir dünya iş vardı. Benim gibi üşengeç birine yüklenen fazla sorumluluk yüzünden ağlayarak yastıkları yumruklamadığıma şükretmeleri gerekiyordu. Mızmızlanmama ve öfkeme katlanacaktı yani.

Araştırdıklarımız içinden bir ilaçlama şirketiyle anlaşıp birlikte eve gittiğimizde ben içeri girmedim, kapıda bekledim ama görevlilerin ne yaptığını görmüştüm. Bu yüzden de Jimin'in evine doğru yan yana yürüdüğümüz yolda "Bin tane iş çıktı başımıza işte. Mutfak dolaplarının arkasına kadar sıktılar ilacı." diye söylenerek oflayıp pufluyordum.

"Amma abartıyorsun, o kadar da değildi."

"Hayır gördüm, mutfak dolabının arka tarafı kırıktı açıklık görünce arkasına kadar soktu ilacı. Nasıl temizleyeceğiz orayı ki? Ya ilaç kaldığı için zehirlenirsek?"

"Ağzından bal damlıyor gerçekten, bu kadar pozitiflik sence de çok değil mi güzelim?"

Güzelim mi? Mhh...

Bakışlarımı kullandığı kelime yüzünden yürürken ona çevirdim istemsizce. Güneş batmaya başladığı için yan tarafından vuran turuncu ışıklar hafif bronz tenini altın gibi göstererek yutkunmama neden oldu. Omegam heyecanlanmıştı ve benim de ayağım kurdumu haklı çıkarırcasına lanet olasıca bir taşa takıldı, öne doğru tökezledim. Böylelikle Jungkook da beni dirseğimden yakalayarak düşmeme engel oldu. Aynı hızda da alfanın çikolata kokusu burnuma dolduğu için feromonlarım hazırlıksız yakalandığım bu durum karşısında bir miktar artış gösterdi. Çünkü ellerinin kolumu kavrayış şekli, düşmemem için beni kendine çektiğinde göğsüne yaslandığım sırtım ve kıyafetlerine rağmen alfasından kaynaklı cayır cayır yanan tenini hissedişimin verdiği hisse oluşan özlemim açığa çıkmıştı. 

Hayatımdaki eksiliği farkındaydım, öfkelenme sebeplerimi, ani parlayışlarımı ve özlemini çektiğim şeyi çok iyi biliyordum. Son bir yılda o kadar değişmiştim ki, gerçekten de bazen kendimi tanımakta zorlanıyordum. Evet bazen alfalara kur için cilveyle yaklaşıyordum ama Suho'dan beri bunu ileri götüremiyordum. Daha çok kırılmaktan korkuyordum. Tam olarak Jimin'in bahsettiği şey aslında buydu ama ben koca bir aptal olduğum için yine aklıma Suho'yu getirdim ve Jungkook'dan hemen uzaklaştım.

Jungkook ise kısa süreli içinde bulunduğum bu durumu fark etmemiş gibi yürümem için beni ittirip biraz önceki tökezlememe karşılık "Sen hayatı bu negatiflikle şansa yaşıyorsun ben sana diyeyim." dedi. Ben de hala daha gümbürdemekte olan kalbimi dizginlemeye çalışarak çıkıştım ona.

"Senin yüzünden. Sen yanımda olduğundan beri burnum boktan kurtulmuyor."

"Bak nasıl oluyor biliyor musun sen konuştuğunda...Bıdı bıdı bıdı. Aynen böyle."

Alfa eliyle çok konuştuğumu göstermek için hareketli bir ifade yaparken yanağındaki çukuru ortaya çıkardı. Beni umursamayışı yüzünden kaşlarımı çatıp onu sertçe dirseklemeye çalıştım ancak başımın tepesinden tutarak beni kendinden uzaklaştırıp ekarde etmeyi başardı.

Yol boyu bunu tartışmıştık, Jungkook'a göre sorun tamamen benim evrene yanlış enerji göndermemden kaynaklıydı çünkü hep kötü düşünüp kötüyü çekiyormuşum, biraz pozitif düşünerek yönlendirme yapmam gerekliymiş. Başımda bin türlü şey varken bunu nasıl yapabilirdim ki? Cidden, ona başıma gelen ve onun da içinde bulunduğu bir dizi saçmalığı anlattım çünkü tüm bunlar varken evrene pozitif enerji göndermeyi düşünemiyordum bile.

Ve abartmıyorum, gerçekten yol boyu bunu tartışıp durduk. Genelde ben söylendim, bütün olumsuzlukları üzerimize çekecek kadar cümle kurdum o ise hep beni gülerek savuşturdu. Fark ettim ki, ben ne kadar söylenirsem söyleneyim Jungkook asla büyük tepkiler vermiyor, aksine her şeye inanılmaz bir pozitiflikle yaklaşıyordu. Hatta çoğu noktada ben bile hafifçe tebessüm ederek susması için omzunu tokatladığımı bile itiraf edebilirdim. Bu durum beni biraz şaşırttı doğrusu çünkü onu bu kadar kolay adapte olmayı beklememiştim, şeytan tüyü dedikleri şeyden vardı muhtemelen. Ki baskın alfa olmasına rağmen bunu boyun eğdirerek ya da sertçe yapmıyordu, tamamen kişiliğinden kaynaklıydı. 

Yine de huylu huyundan vazgeçmezdi. Şu an ona alıştığımı, sohbetinin de keyifli olduğunu düşünüyordum ancak bunu tamamen kabullenmem için biraz daha zaman gerekiyordu. Sonuçta herkesin evindeki kaçak duvar yıkılıp bir anda ev arkadaşı olmuyordu ve bir de o kişi dolandırıcı çıkmıyordu.

Tartışmamızın, daha doğrusu benim söylenmelerimin devam ettiği nokta Jimin arayana kadar sürdü. Hatta, uğradığımız markette bira markası seçerken de, yemek seçeceğimiz restoranı kararlaştırırken de devam etti. Ben o kadar şanssızdım ki taş kağıt makasta yeniden yenildim. Hatta ve hatta poşetleri kimin taşıyacağı konusunda bir taş kağıt makas daha yaparak yenilmeye doymamış, somurtarak taşımıştım tüm poşetleri.

Bütün gururumu ayaklar altına alıp omegamı kullanarak Jungkook'a bari merdivenlerden çıkarken yardım et dediğimde bile bir süre yüzüme bakmıştı. Biraz daha zorlasam ve biraz daha bana baksa kabul edeceğinden emindim ama bana kanmamış, kafamın üzerini pat patlayarak yavaş çık yorulursun diyerek önden önden gitmişti. Elimde poşetlerle sürüne sürüne çıkmıştım merdivenleri. Ve Jimin'in bir oda bir salon evine nefes nefese girip bir yandan da söylenirken burada olduğunu bilmediğim ve tanıdığım sesi duymak beni gülümsetmişti "Yine ne yaptınız da bıcır bıcır omegayı dırdırcı birine dönüştürdünüz?"

"Hyung!" diyerek elimdeki poşetleri bıraktım ve pencere dibinde sigara içen Hoseok hyungun yanına koşturarak sıkıca sarıldım. En çok nazımın geçtiği ve beni iki Busanlıdan koruyacak yegane alfanın burada oluşu elbette beni fazlasıyla mutlu etmişti. Ayrıca onun da yüzü gülmüştü.

Eliyle hafifçe beni sararken sigarasını dikkatle benden uzaklaştırdı "Dur yakacağım şimdi bir yerini."

"Bir şey olmaz," kendimi geri çekip ona baktığımda üzerinde Jimin'in evinde bıraktığı ayrı takımların eşofmanlarını giydiğini fark ettim. Ev kıyafetlerine nazaran yapılı olan kızıl saçları bana bugün arkadaşlarıyla ve flörtleştiği sevgili adayıyla dışarı çıkması gerektiğini hatırlatmıştı ancak şu an buradaydı "Bekle, sen neden buradasın bir şey mi oldu?"

"Oldu işte bir şeyler. Yemekte anlatırım." bir şeyler daha ekleyecekti cümlesine ama Jungkook'u gördüğünde dikkatini ona yönelterek eliyle bir selam verdi "Hoseok ben. Sanırım sen de Taehyung'un yumurtadan çıkan ev arkadaşısın."

Jungkook, Hoseok hyunga gözlerini kısarak güldüğünde aynı şekilde karşılık verdi "Sanırım öyleyim, Jungkook ben de."

İkisinin tanışması kısa sürdü ama iki alfaya göre feromon savaşları yapılmadı. Çünkü birçok baskın alfa, kendisi gibi baskın bir alfayla tanıştığında sidik yarıştırır gibi üstünlük kurmaya çalışırdı. Özellikle ortak arkadaşlar varsa alfalar daha sahiplenici olurdu. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda ikisi de oldukça samimi bir tanışma yaşadığı için rahatlamıştım. Ki zaten aksini de beklemiyordum, Hoseok hyung asla öyle biri değildi ve Jungkook da fazla sakindi.

Hoseok hyung bakışlarını Jungkook'dan çekip gülümseyerek yeniden bana baktığında eliyle sarı saçlarımı dağıtıp bir çocukmuşum gibi davradı "Yine bahtsız bedeviliğin zirvesini yaşamışsın, Jimin anlattı."

"Yaa, sorma... Bir dolap bir kurumuş çiçek ve bir deste uno yüzünden başımıza gelmeyen kalmadı."

"Evrene sürekli negatif yollarsan başımıza taş da yağar."

"Umarım kafana denk gelir de yarılır." dedim Jungkook'un cevabına ithafen. Sonra da düşmemek için Hoseok hyungun koluna tutunup karşımdaki alfaya tekme atmaya çalıştım ancak başarılı olamadım. Bunun üzerine Jungkook taklidimi yaparak yanımızdan Jimin'in yemek paketlerini açmasına yardım etmek için gitti. Ben de fırsattan istifade nazımı kullanarak hyunga geri dönüp derince bir nefesle baktım "Sadece sessizce okulumu bitirmek isterken bir anda ne oldu baksana."

"İyi anlaşıyor gibi duruyorsunuz ama?"

Şaşkınlıkla ağzımı kocaman açarak baktım ona. Oradan bakınca nasıl gözüküyordu bilmiyorum ama Jungkook'a gıcık oluyordum ve bunu da belli ettiğimi düşünüyordum. Lafı ağzıma tıkışları, beni sürekli savuşturması, parlak bir yaramazlıkla bakan gözleri ve sürekli sırıttığı için yanağında oluşan o derin çukur beni gıcık ediyordu. Hele o hareketleri yok muydu... Dünyanın en gıcık alfasıydı.

"Onu uykusunda boğmak istiyorum ne iyi anlaşmasından bahsediyorsun hyung?" derken omegam bütün düşüncelerimin tam tersine savundu.

Bütün düşündüğün şeylerin alfa hakkında hoşuna giden özellikler olduğunun umarım farkındasındır.

Hiç de bile!

Bakalım nereye kadar inkar edeceksin.

Omegamla tartışırken bir yandan da düşünmemeye çalışmak zordu çünkü aptal kurdum hep beni yönlendirmeye çalışıyordu. Ne söylediğini bile bilmediğine emin olduğum içinse bu tartışmayı fazla uzatmadan susmayı ve Hoseok hyungu dinlemeyi seçtim.

Hyung, Jimin'le poşetleri açarak masayı kuran ve çoğu zaman da ettiği derin sohbette gülümseyip duran alfayı şöyle bir süzerek omuz silkmişti "Bilmem. Genelde ilk tanıştığın insanlara karşı pek konuşkan olmazsın, her zaman susarak izlemeyi tercih edersin. Ama ona sataşıp durdun ve o da hiç tepki vermeden seni savuşturdu. Anladığım kadarıyla da ev meselesi olduğundan beri böyle devam ediyor gibi görünüyor."

Bunu yolda gelirken ben de fark etmiştim. Birbirimizi pek tanımıyorduk hatta duvar yıkılınca tanıştığımızı söylemek daha doğru olurdu. Birbirimizin nazını çekmek zorunda da değildik ama Hoseok hyungun söylediği gibi Jungkook fazlasıyla ılımlıydı, beni çok güzel idare edip savuşturmayı başararak lafı ağzıma tıkıyordu. Normalde biri lafı ağzıma tıkıştırsa kavga ederdim ama Jungkook'la hiç böyle bir aşamaya geçmemiştik. Ne kadar sürerdi bilmiyordum ama şu an için birlikte yaşamaya mecburduk.

Omuz silkerek "Bilmiyorum." dediğimde Hoseok hyung, sigarasından bir duman alıp camdan dışarı üfledi ve yüzüne şapşal bir gülümseme kondurdu "Eğer aynı evde kalmaya sürdürecekseniz daha uyumlu olmaya çalış. Belki bakarsın Jimin'le olduğunuz gibi olmuşsunuz."

"Kimseyle Jimin gibi olamam hyung."

"Belki Suho gibi olur?"

Konunun Suho'yla alakasını çözemediğim gibi kurdumun dikkat kesilmesini ve kalbimin de hafifçe hızlanışını durduramadım. Suho'dan önce hiç sonuna kadar direttiğim bir ilişkim olmamıştı, açıkçası kimseyi daha ileri seviyede düşünmemiştim ve Jungkook'a baktığımda da bu böyleydi aslında ama bazı noktalarda kafamı karıştırdığı kesindi. Bu yüzden konuyu dağıtmak için göz devirerek "Kaderimde eğer böyle bir şey varsa isyan ederim. Jimin giriyor senin de aklına değil mi?"

Hyung imayla güldü ancak cevap veremeden Jimin hepimizden önce yerleşip oturduğu masaya gelmemiz için bağırdı. Biz de sohbeti kesip onlara katılmak zorunda kaldık ama konunun üzerine daha fazla gitmediğimiz için memnun olmuştum.

Hyung bir uçta, Jimin diğer uçtaydı ve masanın karşısı duvara yaslıyken ben Jungkook'la yan yana oturuyordum. Çok da geniş olmayan masada bolca yemek vardı, ilk başta alırken gözüme fazla gözükmüşlerdi ama şimdi baktığımda yetecek gibi duruyordu. Üstelik bir de Jimin'in babasının gönderdiği yemeklerden de vardı masada. Onlar da dahil olunca bir öğrenci evine fazlasıyla lüks, son derece keyifle başlamıştık yemeklerimize. 

Ortadaki tabaktan çubuğuma sebzeyle sotelenmiş tofuyu alarak ağzıma götürdüğümde kaşlarımı çatmış Hoseok hyungu dinliyordum. Anlattığına göre flört adayı ve diğer arkadaşlarıyla çıktığı yemekte ufak bir tartışma yaşanmıştı. Bu tartışma sonucunda ise kızla düştükleri fikir ayrılığı sonucu bir daha görüşmeme kararı almışlardı. Ancak Hoseok hyung bunu kendine ve alfa gururuna yediremediği için bizimle de tartışarak görüşümüzü almak istemişti.

"Bir saniye," demişti Jimin yemek çubuklarıyla ortadaki perilla yaprağını ustalıkla bir diğerinden sıyırarak "Cidden tek sebebi bu mu? Dohyun'a bir tane perilla yaprağını ayıramadı diye yardım ettin diye mi yani? Çocuğun beta olmasını geçtim, o senin arkadaşın?" 

"Ben de aynen böyle söyledim."

"Bu çok saçma. Ne düşünüyordu ki?"

"Aniden aramızda aşk başlayacakmış!"

"Böyle bir bahaneyi ilk kez duydum."

Jimin kızın tavırlarına yükselirken bahsettikleri konuyu düşünüyordum, bir yandan da çubuğumla aldığım eti pilavla birlikte ağzıma götürmekteydim. O ve Hoseok hyung pek çok açıdan birbirine benziyordu, yerine göre kıskançlık ederlerdi. Ama ben pek öyle değildim, omegam bağlandığı kişilere fazla düşkündü ve bazen dozu arttırabiliyordu. Özellikle Suho ile olan toksik ilişkimi düşündüğümde ve Suho'nun sırf Hoseok'un çoraplarını giydim diye ortalığı birbirine kattığını düşünürsek ben de bu gibi şeyleri problem etmeye başlamıştım. Ama biraz da olsa bu göze göz dişe dişti onunla. Muhtemelen böyle bir durumda ben kalsam ben de flörtünün davrandığı gibi kıskanırdım. Ama hemen bitirir miydim orası değişirdi.

Hoseok hyung içkisinden bir yudum aldı ve hiç konuşmadan yemek yiyen Jungkook'la benden tarafa bakındı. Genelde ters düştüğümüz için pek yorum yapmamıştım ama onun bir destek belirtisi beklediği belliydi bu yüzden hızla sormuştu "Siz ne düşünüyorsunuz? Sevgiliniz arkadaşınıza perilla yaprağını ayırması için yardım edemez mi?"

"Olmaz, edemez."

"Edemez."

Jungkook'la aynı anda aynı anlama çıkan cümleyi kurarken nedense aynı fikirlere sahip olmamız bana garip gelmemişti bu yüzden de yemek yemeğe devam etmiştim normal bir şekilde. Ancak gözümü Jungkook'a kaydırmadan da edememiştim çünkü kimse fark etmemişti ama hafifçe kaşlarını çatmıştı iştahla çiğnediği yemeğini yerken ve her ne düşünüyorsa hafif de olsa feromonlarının bitter çikolata gibi acımtırak kokusu burnuma ulaşmıştı hemen yanımda oturduğu için. Sanırım hayal etmesi bile sinirlenmesine bir sebepti ve bu da onun ilişkilerinden kıskanç olduğunu gösterirdi.

Elbette bu tepkimiz Jimin ve hyungun sorgulamasına neden olmuştu ve ikisi de peş peşe atlamıştı.

"Neden olmazmış?" 

"Sonuçta arkadaşız."

Jungkook ağzı dolu bir şekilde sırtını dikleştirmiş başını da iki yana sallayıp ı-ıh diye bir sesle karşılık verirmişti olumsuzca. İki kaşının ortasında da hala biraz evvel çattığı için minik bir çizgi vardı. Lokmasını yuttuğu anda verdiği tepkinin ardından konuşmaya başladı hızla "Ne olacağını asla bilemezsin. Perilla yaprağını soyarlar ve bir bakmışsın el ele tutuşmuşlar. Sonra da-"

"Aşık olurlar," diye ekleme gereği hissettim ağzımdakini çiğnerken. Jungkook yemek çubukları ve dolu yanaklarıyla haklı olduğumu gösterir gibi sesini yükseltti "Evet! Aşık olurlar. Ve sonunda evlenebilirler!"

"Neden bir perilla yaprağı yüzünden evlensinler ki? Birbirimize karşılıklı güvendiğimiz sürece önemli olmamalı."

"Aynen öyle hyung. Hem, bunun birbirimize içki doldurmaktan ne farkı var. Böyle düşününce farkı anlamak daha kolay bence."

Hoseok hyung, Jimin'in verdiği örneği mantıklı bulmuş olmalı ki buyur bakalım bir de bunu açıkla gibi bir el hareketiyle ikimizin de açıklama yapması için bekledi. Yine ilk Jungkook konuştu ve ben de omuz silkerek söylediğine onay verdim.

"İçki doldurmakta sorun yok."

"Evet, onda sorun yok."

Jimin gözlerini kısmış ikimize bakınırken biraz da meraklı bir havaya bürünmüştü, sanki tepkilerimizi ölçmek için özellikle ısrar ediyor gibiydi "Perilla yaprağı ve bunun arasındaki farkı anlamadım."

"Evet, aynı şeyler. Hiçbir fark yok."

Jungkook iki elini avuç içleri birbirine bakacak şekilde yan tutup ikisi arasındaki ayrımı anlatmak için masaya dik bir şekilde hafifçe bir kere vurdu "İçecek doldurmak kültürel bir şeydir. Perilla yaprağı ayıklamak değil. Bu bir savaş ilanıdır. Olmaz bunu kabul edemem."

"Gidip motor becerilerini geliştirsin ve perilla yaprağını kendi ayırsın. Ben de edemem, kimse kusura bakmasın."

"Haklı."

Jimin dudaklarını yaramazca içe katlayıp gülümserken eline aldığı bira şişesini Hoseok hyungun masada duran şişesine çarparak "Siz ikinizin mağarası ortak sanırım." dediğinde hiç oralı olmadım fakat ilk kez pek sağlıklı görünmeyen sağlıklı bir diyalog kurduğumuz için bir miktar rahatladığımı hissetmiştim. Ve sanırım omegam da bu durumdan memnundu çünkü alfa ile iletişime geçmek benimle arasındaki bağı sıkıştırmış, içimdeki öfkeyi dizginlemişti.

Jimin bana göz kırparak imayla bakınırken ona gözlerimi açarak çıkıştım ve omuz silkip içkisini içmeye geri dönmesini sağladım. Sonra da gözlerimi yeniden Jungkook'a çevirdim ve baskın bir alfa olmasına rağmen tatlı tatlı Hoseok hyung ile konuşmasını dinledim. Aurası rahatsız etmiyordu, hatta onun yanında kendimi fazlasıyla çirkef birisi gibi hissetmeden duramamıştım. Dediğim gibi, normalde gerçekten böyle biri değildim, hatta Suho çoğu zaman bir bebek gibi hareket ettiğimi söylerdi, bence gerçekten her şeyin beklediğimden farklı ve garip ilerlemesiyle ilgisi vardı. Kesinlikle uyum sağlamaya çalıştıkça bunu aşacağım konusunda bugün biraz anlayış içerisine girmiştim.

Bir başka sohbet içerisine girip vaktimizin çoğunu masada geçirerek gece yarısını biraz geçirince peşi sıra gelen esnemeler artık uyumamız gerektiğini belli etmiş, ayaklanmıştık. Hoseok hyung ve Jimin'le yatak odasına geçerken ben de peşlerine takıldım beklemeden.  Fakat daha yatağa geçmek için yürümeye kalmadan Jimin kazağımın ucundan tutarak beni engelledi "Hayırdır, sen nereye?"

"Uyuyacağım?"

"Sen salonda uyuyorsun."

"Aynen uyudum bak." diyerek ona bir orta parmağımı gösterdiğimde yeniden gitmek için yürüdüm ama bu kez daha sert bir şekilde beni çekmiş ve sonra da parmağını gözümün önünde sallayarak konuşmuştu "Üzgünüm ama Hoseok hyungu bir alfaya kaptıramam. O benimle uyuyacak siz de içeride ayaklı başlı yatarsınız. Hatta çok isterseniz başka pozisyonlarda da olur, nasıl rahat ederseniz artık."

Çatık kaşları, hafifçe tebessüm halindeki dudakları ve kafasındaki sinsi planları işleme geçirmeye odaklı parlak gözleri ciddi olduğunu gösteriyordu.

"Şu an ne söylediğinin farkındasın değil mi?"

"Gayet farkındayım."

"Jimin-"

"Hadi, kışt kışt!"

Umutla yatakta yayılmış bizi izleyen hyunga bakındım. Hyung pek oralı değildi hatta keyifle ağzı bir karış gülüyordu Jimin beni kapıya doğru göğsüme bastırdığı yastıkla itilirken. Ben yine de bir umut "Hyung-." dedim ama kapı çoktan suratıma kapanmıştı. Sızlanmayla kapıya yumruk atar gibi yapıp küfür ettim ve burnumda soluya soluya arkamı dönüp açık olmasına rağmen küçük duran koltukta boylu boyunca uzanmış telefonuyla ilgilenen alfaya baktım. Ufak adımlarla suratım asıkça ve elimdeki yastıkla ona doğru ilerlerken, bakışlarını telefonundan tepesinde beklemekte olan bana çevirince baştan aşağıya uzunca baktı.

Diz kapağımla kolunu ittirdim ve "Kay." dedim. Çünkü lanet olsun ki başka çarem yoktu.

"Sebep?"

"Kovuldum işte kay, ne uzatıyorsun."

"Neden kayıyorum, ayak tarafına yat."

Sıkıntıyla ofladım ve diz kapağımla bu kez daha sert bir şekilde kolunu dürttüm. Kimse beni birinin ayak ucuna yatırtamazdı "Ayağını ağzımın olduğu yerde görmeye niyetim yok alfa."

"O zaman üstümden atla, duvar tarafında uyumam ben."

"Offf!" dedim ve koltuğun üzerine çıkıp duvarla arasına geçtim ama bilerek gıcıklığına koluna basıp acıyla bağırmasına neden oldum. Ama tabii ki umursamadım çünkü daha büyük bir problemim vardı, duvarla arasında sıkışıp kalmıştım ve ben de onun gibi duvar dibinde uyuyamazdım. Alanımın darlığı yüzünden neredeyse büzüş büzüş olmuştum. Üstüne üstlük dün de burada uyuduğu için burnuma çalınan çikolata kokusu artık daha da fazla geliyordu.

"Biraz kay ya, sıkıştım burada." diye onu ittirirerek söylenirken Jungkook telefonu çoktan bırakmış ben nasıl rahatsızsam o da elini kolunu koyacak yer bulamadığı için debelenip durmuştu.

"Nereye kayabilirim kıç kadar yerde yatıyoruz."

"Biraz şuraya doğru-off."

"Oldu mu?"

"Hayır, biraz daha."

Yatağın içinde dönüp kendime alan açma çabamın fazlasıyla boğucu olduğunu farkındaydım ama o muhteşem pozisyonu yakalayamazsam uyumam imkansızdı, ki duvar dibi rahat değildi. Sürekli kıpırdandığım için ona çarpıp duruyordum, bir türlü rahat edememiştim. Bu durum Jungkook'u gerçekten bezdirmiş olmalı ki burnundan öfkeli bir nefes bıraktı ve ben daha ne olduğunu anlayamadan beni tuttu, üzerinden tek bir hamlede geçirip kendini duvar dibine beni de diğer tarafa koydu. Yorganla birlikte paket edilmiştim, anın şaşkınlığı yüzünden de bocaladığım için salak salak gözlerimi kırpıp bana tepeden bakarak iki omzundan beni sarsmakta olan alfaya bakınmaktaydım.

Yakınarak konuşmadan önce çikolata kokusundan ziyade hafifçe kızıla dönmeye başlamış irisleri saniyeler içerisinde eski rengine döndü ve bana "Tanrı aşkına," dedi "Dur artık, dur ve daha fazla hareket etme."

"Durdum."

"Ve lütfen uyu omega. Rica ediyorum."

"Tamam."

Sonrasında ise kalkıp ışıkları kapatmış ve bana hiç dokunmadan duvar tarafına geçerek sessizliğini devam ettirmişti. Nabzımı ve nefeslerimi düzene sokmak bir ömür gibi geldi, ancak bu kesinlikle beni baskıladığı için değildi. Omegam, ciğerlerime işleyen kokusunu soluyup gözlerinin renginin değiştiğini gördüğü anda büyülenmiş gibi kendini geri çekmişti. Üstelik buna karşı çıkabilecekken etkilenen tek kişi sadece omegam değil bendim de. Kelimenin tam anlamıyla tutulup kalmıştım. Tam da bu yüzden kendimi yorganın içine gömüp burnumun ucundaki kokusu bir türlü gitmek bilmezken ondan etkilendiğim için sinirlenmiştim de.

Bütün gece kafamın içindeki tilkiler yüzünden uyumayı başaramayacağımı düşünsem de uzun zamandır doğrudan uykuya dalamayan ben, bu kez uykunun kollarına çok kolayca kapılmıştım. Bu sırada da alfa sayesinde diye mırıldanan kurdumun sesini hayal meyal işitmiştim.

Chapter 6: kız grupları, tekinsiz mantar ve watermelonsugar123

Notes:

(See the end of the chapter for notes.)

Chapter Text

 

ResimLink - Resim Yükle

 

Kış güneşinin en keskin saatlerinin aydınlattığı odada gözlerimi aralamamla Jungkook'un arkamdaki sıcak bedenini, enseme vurup duran nefesinin beni titretecek kadar uyuşturmasıyla aralamıştım gözlerimi. Bunu anlamam, bir şeyleri idrak etmem elbette çok sürmemişti ve bana temas bile etmediğini, sadece nefesini hissedişimi hesaba kattığımızda cidden kısa sürdüğünü söyleyebilirdim. Ancak bana değmiyorken bile beni terletecek kadar sıcak basmasına neyin sebep olduğunu anlayamamak düşüncelerimin çılgına dönmesine neden oldu. Üstelik buna bir de kokusunun sebep olduğu kalp çarpıntım eklenince omegam bastırılmış duygularımı eşelemeye başladı. Aslında bastırılmış duygulardan ziyade, uzun süredir muhtaç olduğum, olduğumuz hisleri dile getirmişti.

Göğsü nasıl da sıcacıktır şimdi.

Sokulmak istemez misin?

Eminim büyük ellerinin belini sarmalaması hoşuna giderdi.

Omegam konuşup dururken nefesimi tuttuğumu, tam da bahsettiği gibi ona sokulmuş olduğumu fark ettim. Bu gerçek anlamda uzunca zaman sonra bir alfaya bu kadar yakın olduğum ilk seferdi ve o kadar iyi hissettirmişti ki. Kokusu, sıcaklığı ve ah... O his... Kokusu üzerindeydi ve kokum da üzerindeydi. 

Gerek yoktu belki ama her yer feromoronlarımızın karışımı koksa da yine de üzerimi şöyle bir koklayıp çikolata kokusunu solurken buldum kendimi. Kokusunu üzerimde hissetmek garipti ama çok kısa bir an hoşuma gitmişti. Heyecandan ne yapacağımı şaşırarak gözlerimi kırpıştırıp etrafa bakındım. Nerede ve ne yapıyor oluşumu fark ettiğim anda ise gerçek dünyaya geri döndüm.

Enseme değen nefesiyle daha da fazla ısınmaya başladığımı hissederek kendimi yataktan nasıl attığımı bilemeden fırladım ve uzak bir köşeden sinerek alfaya baktım. Tabii alfa, asla uyanmadı, ağzını şapırdatarak sırt üstü döndü ve uykusuna devam etti. Ancak biraz önce dudaklarındaki hafif tebessüm yerini düz bir çizgiye, kaşlarının arasını da kırışmaya çevrildi.

Neden izin vermiyosun?

Sadece ufak bir dokunuş, ne zararı olabilir ki...

Hayır, dedim içimden inatla ve hemen ardından arkamı dönerek seslice kendi kendime fısıldadım "Tanrı aşkına, sus lütfen."

Beni hiç dinlemiyorsun.

"Çünkü mantıklı konuşmuyorsun!"

"Sen kendi kendine mi konuşuyorsun?"

Gözlerimi kocaman açarak arkamı döndüm ve tek kolu üzerinde kapüşonlusu kaymış, uykulu gözlerle bana bakan alfayla göz göze geldim. Ne olduğunu anlamaya ve çözmeye çalışıyor gibiydi ama arada sırada kendi içimde omegamla kavga ettiğimi nasıl açıklayabilirdim bilmiyordum. Ve bu özelliğim bir yana omegamın beni terletecek kadar sıcak düşünceleri de varken ne yapacağımı da açıklayamazdım. Tek bildiğim ve uzun zamandır da sığındım agresifliğe yönelmek en doğru seçim gibi gelmişti. Onu terslerken de seçimlerimi sorgulayan kurdumun arkadan sesini duymuştum.

Seçimlerin bok gibi.

"Ne olmuş yani konuşuyorsam?"

Alfa, bana kınayan bakışlar atıp götünü yan devirdiğinde gereksiz agresifliğim havada kaldı. Hatta ben bu agresifliği yemek masasında tüm huysuzluğumla sürdürürken bile beni savuşturmayı başarmıştı ki bu davranışına karşılık Hoseok hyungla Jimin bana arada sırada imayla gülümsemişti. Sanki bilmediğim bir şey biliyorlarmış gibi... Çünkü her şey garip ilerliyordu ve istemsizce kendimi koklarken buluyordum, onlar da beni sürekli yakalayıp dururken çaktırmamak için öfkeme sığınıyordum. Bu yüzden ben de uzun zaman sonra yaşadığım fakat bastırdığım duygular yüzünden omegamla kavga ederek somurtup durmuştum. Bunu gerçekten eve gidene kadar devam ettirmiştim. 

Hayatımda köşe bucak temizliği en son ne zaman yaptığım sorulsa muhtemelen hiç yapmadığımı söylerdim ancak bugün gerçekten bir ilki yaşayacağımı asla tahmin etmemiştim. İlaçlanmış evime girdiğim anda karşılaştığım manzara karşısında ensemdeki bütün tüyler diken diken olmuştu. Daha üzerimden genzimi yakan ilaç kokusunu, yerlerdeki yapış yapış hissi ve etrafta ters dönmüş ölü hamam böceklerinin şokunu atamadan Jungkook tarafından içeri çekilmiştim. Böceklerin üzerinden sekerek giderken istemsizce yüzümdeki iğrenme ifadesi bütün yüz kaslarımın ağrımasına neden oldu.

"İğrenç," dedim kollarımı kendime sararken "İğrenç, iğrenç, iğrenç. Böceklerden nefret ediyorum."

"Şu nefretine biraz ara ver, temizlikten sonra devam edersin."

Tezgahın altından bir bezle kova çıkartıp bana uzatırken "İş paylaşımı yapalım." deyince elini ittirip tuvaleti gösterdim "Banyo benim."

"Banyo ve odan. Salon ve mutfak da benim."

"Ben sadece tuvaleti temizleyecektim. Anlaşma yapmıştık."

Jungkook hiç oralı olmadan kucağıma temizlik kovalarını ve bezleri kitleyip omzumdan ittirerek beni ilerletmeye başladı. Ona direndim ancak sıcak elleri ve geri gitmek için yaslandığım göğsünün sertliği bana engel oldu ve kolayca beni tuvaletin içine ittirdi "Bu ekstrem bir durum omega. Acil durumlarda acil durum kuralları uygulanır."

"Ne saçma bir kural böyle. Bunu şimdi uydurdun-"

"Hoop!" elini havaya yumruk yaparak laf kalabalığı yaptı. Bunu yaparken yüzünde tarif edemeyeceğim kadar büyük bir gülümseme, gözlerinde ise evrenin en parlak yıldızları vardı sanki ve ben ona kilitlenmiş vaziyetteyken son sözünü söyleyerek gitmişti "Artık bir kural oldu."

Kapalı kapıya gözlerimi kırparak bakarken neler olduğunu anlamaya çalışmıştım. Gözlerine kilitlenmek bir anda kafamı karıştırmış ve bundan faydalanarak evin kurallarına acil durum maddesi eklemişti. Ben de resmen öylece kabul edivermiştim. Oflayarak  bezi kovanın içine attım. Sinir bocuzuydu, alfa, gerçekten beni sınamak için gelmişti bu hayata.

El bebek gül bebek büyümemiştim asla ama bu kadar da değildi. Hiç böyle bir durumla karşılaşmamıştım.Yapış yapış mermerlere yıkanması gereken kilime ve ters dönmüş hamamböceğine iğrenerek bakarken bunun altından nasıl kalkacağımı düşünmeden edemiyordum doğal olarak.

Ellerimi belime koyup derince bir nefes aldım ve kendimi sen nelerin altından kalktın be Taehyung, bunların altından mı kalkamayacaksın diye motive ederek elimdekileri lavabonun içine bıraktım. Sonra da önceliklerimi sıraladım. İlk başta odama giderek üzerime temizlik için rahat şeyler giymiştim. Sonra yeniden banyoya girerek kirli sepetinin ıslanmaması için dışarı çıkarttım, peşi sıra da uzun bir faraşa böceği ittirmek için çabaladım. Ve inanın bana böceği almaya çalışmak on dakikamı götürmüştü, her an canlanacağından korktuğum için ölü olduğunu bilsem bile huylanmıştım. Sonunda ise bütün gururumu ayaklar altına alarak ayaklarımı sürüye sürüye yerlerin kabasını viledayla almaya çalışan alfanın yanına yürüdüm.

Alfa, sesinin kusursuzluğunun fısıldarken söylediği şarkıyla bile mükemmel olduğunu belli edercesine adını hatırlayamadığım ancak bir kız grubu olduğunu bildiğim bir şarkı mırıldanıyordu. Bu yüzden de beni fark etmemişti onu tişörtünden çekiştirene kadar.

"Shh," dedim somurtkanca dudaklarımı büzerken "Baksana bir." Jungkook viledayla bana döndüğünde sorar gibi bakınca doğrudan çıkartım cümleleri "Tuvaletteki böceği alamıyorum. Yardım etsene bana."

"Ölü değil mi?"

"Ya canlanırsa?"

"Bu kadar ilaçtan sonra canlanırsa yaşamayı hak etmiş demektir."

"Dalga geçme ya, ciddiyim."

Bana uzunca baktı baştan aşağıya kadar. Sorgulayıcı bir tavır yerine son derece alaycı bir ifade takınıp çarpık bir gülüşle taçlandırdığı ince dudaklarından kelimeler dökülürken oldukça keyifli görünüyordu.

"Ölü bir böcekten mi korkuyorsun cidden?" 

"Sana soranda kabahat zaten. Siktir et ben hallederim tamam." diyerek bütün keyfimi kaçırdığı ve gururumun üzerinde zıpladığı için kendi başıma halletmeye kadar verdim. Arkamı dönüp kaşlarımı da çatarak tuvalete doğru yürüdüm ama Jungkook başımın tepesinden tutarak beni geriye çekti kendini de ileri iterek önümden tuvalete gitti hızla. Arkasından bakarken bütün öfkemin anında eriyip gitmesine ve yüz ifademin zafer gülümsemesine dönüşmesine izin verdim. Peşinden ördek gibi koştur koştur giderken de istediğimi kabul ettirmenin zevkini benden misliyle çıkartacağını bilemedim.

Jungkook ben kapının dışında beklerken klozetin yanından birkaç yaprak tuvalet kağıdı koparttı ve eğilerek tek seferde benim on dakika mücadele sonucu faraşa koyamadığım hamam böceğini alarak doğruldu.

Mantık olarak, normal şartlarda sıradan bir insanın yapacağı iki şey vardı. İlki klozetin içine atıp sifonu çekmekti ikincisi ise klozetin yanındaki çöpe atmaktı. Ancak Jungkook'un sıradan insan kategorisinde olmadığını peçeteyle tuttuğu böceği yaramaz çocuklar gibi üzerime atar gibi yapıp diğer elindeki peçeteyi attığında tam anlamıyla tescillemişti.

"Böö!" diyerek attığı ve böcek sandığım peçete yüzünden çığlık kıyamet bağırarak evin içinde koşturmaya başladım bir yandan da sanki üzerimdeymiş gibi silkelenip durdum.

Hareketlerimi dışarıdan biri görse muhtemelen deli zanneder ve hızla yanımdan uzaklaşırdı. Ama kendimi kontrol edemiyordum, böcek üzerimde hareket ederken nasıl olur da öylece hareketsiz durabilirdim bilmiyordum. Üstelik Jungkook ben bağırıp dururken arkamdan gelmiş beni tutmaya çalışıyordu.

"Sen ne yapıyorsun geri zekalı! Al onu üzerinden! Al!"

"Tamam, dur, şaka yaptım. Boş peçeteyi attım sadece."

"Dolandırıcısın sen ya, nefret ediyorum senden. Ne diye atarsın ki zaten! Korktuğumu söylemiştim sana."

Jungkook elleriyle beni tutarak kendine çekerken daha fazla çırpınmamamı sağladı, pişmiş kelle gibi sırıtarak "Tamam, tamam sakin ol. Bak, hiçbir şey yok işte, şaka yaptım..." dedi ve üzerimi silkelemeye başladı. Nefes nefese ona baktım kaşlarımı çatarak ve yaptığı eşek şakasına karşı ardı ardına vuruşlarla cevap verdim. Ufak tokatlarım vücudunun rastgele yerlerine denk geldi ve Jungkook kendini korumak için eliyle siper aldı.

"Aptal! Bir daha böyle bir şaka yaparsan seni öyle bir döverim ki alfalık gururun yerle bir olur! Duydun mu beni?!"

"Ahh! Tamam dedim ya, vurma, bir daha yapmayacağım."

"Hele bir yap, bak o zaman ne oluyor." yüzünü gizlediği kollarının arasından gördüğüm sırıtışıyla son bir kez daha vurup çıkıştım ona "Gülüyorsun bir de hala, inanamıyorum."

"Ama ne yapayım, köşede bana masumca bakarken çok üzerine böcek atılası duruyordun, dayanamadım."

Gerçekten ama gerçekten bu adam benim sınanmam için gönderilmiş, bütün özellikleri itinayla gıcık etmek üzerine seçilerek gönderilmişti. Başımın büyük belada olduğunu biliyordum ama bu kadarını da asla tahmin edememiştim ve şimdi onunla geçirdiğim her gün, her an tam anlamıyla bir komedi filmine konu olabilecek nitelikler taşımaktaydı.

Hala daha gülerek yaptığı eşek şakasını savunduğu için elimi yeniden vuracakmış gibi yapıp geri çektim ve büyük cüssesini ittirerek temizliğime geri gitmek için yürüdüm.

Nihayetinde böcek kalktığı için detaylı bir temizliğe girişebilmiştim. Önce yapış yapışlığın kabasını alarak başladım ve hemen ardından duvarla bağlı olan küvete girerek duş başlığını kaptığım gibi yerin mermerlerini ıslattım. Çamaşır suyunu döktüğüm mermerleri her daim küvetin içindeki kovada bulunan büyük fırçayla da fırçaladığımda iyice işlesin diye lavabo, klozet ve banyonun içini de süngerle çamaşır suyuna buladım. Tüm bunları yaparken oldukça eğlendim ve keyifle vakit geçirdim. Birçok kişi için tuvalet temizlemek külfet gibi dursa da ya da iğrenilse de ben fazlasıyla severdim. Hatta moralim bozuk olduğu zaman tuvaleti temizlemek bütün düşüncelerimden uzaklaşmama neden olurdu. Çoğu zaman da ödevlerim için muhteşem fikirleri bulmamı sağlardı. 

Çamaşır suyunun yeterince beklediğinden emin olduğumda geriye durulamak ve suyu çekpasla gidere yönlendirmek kaldığından beklemeden duruladım her yeri. Ve en sonunda, tertemiz olmuş banyoya gururla bakarak kendimden emince çıktım dışarı. Tabii belimin, ayaklarımın ve de kollarımın ağrısı tamamen ayrı bir konuydu, bunu duştan sonra bir ağrı kesiciyle halledecektim.

Odama geçmeden içeriye de bir göz atmadan edemedim. Jungkook bütün salonu tepetaklak ederek dilinde yine bilmediğim bir şarkı mırıldanıyor ve bir yandan da temizliğine devam ediyordu. Bitmek bilmeyen enerjisi hala yerindeydi, mırıldandığı şarkının ritminde hareket ederek bitmeyeceğini de ispatlıyordu.

Sağa ve sola sallanan kalçalarına, geniş omuzlarının hareketlerine ve tepeden topladığı saçlarının dalgalanışına odaklanmamak için büyük bir çaba harcayarak ona "Tuvalet bitti odama geçiyorum sonra da duşa gireceğim." diye bağırdım.

Banyonun aksine odayı temizlemek daha zor gelmişti. En azından banyoyu foşur foşur yıkayabiliyordum ama odayı silmek ölüm gibiydi. Zaten bu hayattaki en büyük zorluk benim için odamı toplamaktı ve şimdi bunun bin beter halini, ilaçlı ve yapış yapışken yapacaktım. Benim için korkunç bir deneyim olacağından şüphem yoktu. Sadece şükrediyordum ki odada böcek çıkmamıştı ve Jungkook'un bir başka eşek şakasına maruz kalmamıştım.

Tam da tahmin ettiğim gibi odanın içinde etrafta kalan kıyafetlerimi ve çarşafların hepsimi kirliye attım etraflıca da kabasını alacak ciddili bir silme işlemi gerçekleştirdim. Benim için tek sorun çift kişilik yatağın altıydı çünkü normal baza tipi değildi. Metal bir plaka altlığıydı ve kaldırmayı daha önce hiç denememiştim ve denediğimde pek de başarılı olamamıştım.

Ellerimi belime koyarak derince bir nefesle el mahkum, salona yürüdüm ve temizlik yapmaya devam eden Jungkook'un tişörtünden çekiştirdim. Çünkü omzunda demir bir bank sırtında da koca bir dolap taşıyan alfadan başka yardım seçeneğim yoktu elimde.

Jungkook, bir eliyle tuttup kaldırdığı bankın altını diğer eliyle temizlemeyi bırakarak bana döndüğünde göz devirip sordu "Bu sefer ne oldu?"

"Yatağın altını silmem gerek ama ağır olduğu için kaldıramıyorum."

"Ve güçlü kaslarıma ihtiyacın var?"

"Kaldırmak için gücüne ihtiyacım var desek daha doğru olur aslında."

"Yani hala aynı noktadayız, güçlü kaslarıma ihtiyacın var?" kaşlarını kaldırarak söylememi ister gibi baktığında ona bu kozu vermek dahi istemiyordum ancak gerçekten temizliğin bir an önce bitmesini istiyordum. Bu yüzden yüzümü buruşturup biraz bekleyip düşündüm fakat o çarpık bir gülüşle çok basitmiş gibi ifade etti "Sadece söyle gitsin."

"Şerefsizsin. Bilerek yapıyorsun." dedim sızlanarak.

"Seni gıcık etmek hoşuma gidiyor."

"Off. tamam. Güçlü kaslarına ihtiyacım var, oldu mu, mutlu musun?"

"Gururumun nasıl okşandığını tahmin bile edemezsin."

Yanağındaki çukuru derinleştirerek bankı yerine koydu ve yatak odama yürüdü. Peşinden gittiğimde çift kişilik yatağı tek eliyle çabasız bir güç kullanarak kaldırarak bana temizleyecek alanı genişçe sundu. Hayatımdan ondan saha gıcık birini görmediğim gibi ondan daha şovmeniyle de karşılaşmamıştım.

"Buyur bakalım omega,"

Sanki değerli bir şey sunuyor gibi abartılı bir reverans yaparak eliyle yatağın altını gösterirken hiç vakit kaybetmeden güzelce sildim. Sonra temiz bir bezle yeniden silerek daha detaylı bir temizlik yaptım. Bu süreçte ara sıra Jungkook'a baktım yoruldu mu diye ama hiç kıpırdamadan ve de rahatsızlık duymadan yatağı havada tutması beni bir miktar şaşırttı. Yani baktığımda yapılı oluşundan ve cüssesinden tabii bir de baskın bir alfa oluşundan kaynaklı gücünü tahmin edebiliyordum ama insan biraz da olsa yorulurdu değil mi? Jungkook'un tutuşunda bir gram değişiklik yoktu ve kıpırdamamıştı bile.

Eğildiğim yerde yeri silerken odayı incelemesi bittikten hemen sonra tek eliyle telefonunu çıkarttığında alfaya şöyle bir bakındım. Fakat baktığımda kirli düşüncelerinin yavaş yavaş kurbanı olduğumu fark ettim. Çünkü tanrım... Omegam delirmiş gibi bana sürekli bir şeyler fısıldıyordu. Ve o kadar haklıydı ki...

O güçlü kollarıyla kim bilir nasıl tutardı seni.

Ne güzel kavrardı belini.

Ve belki demir yatağı bile yamulturdu. Düşünsene...

Yanaklarımdan doğru başlayan sıcaklık yüzünden yerleri daha sert silmeye başlayarak kafamdaki tüm sesleri yok etmeye çalıştım ancak biraz geç kalmıştım. Feromonlarımın kontrolsüzce yayılmasına engel olamadım, olamadığım gibi de Jungkook'un sorusuna maruz kaldım.

"Feromonlarını kontrol etmekte hep zorlanır mısın yoksa kızgınlığın mı yaklaşıyor?"

Gözlerim anında onunkileri bulup kilitlendiğinde öylece kaldım. Ne cevap vereceğimi bilememiştim ve vereceğim cevabın mantıklı olacağından hiç emin değildim. Bu yüzden gözlerimi kırpıştırırken araladığım dudaklarımı kapatıp açmış ve ona "Bu sıralar omegamla biraz sorun yaşıyorum." demiştim. Bir nevi doğruydu yani.

Jungkook'un dipsiz bir kuyunun içine vuran sonsuz gökyüzü parlaklığına sahip gözlerine bakmayı sürdürürken dakikalardır sabit duran bedeni aksayarak yatağı hareket ettirmesine neden oldu. Suho varken temizlik yaptığımda yatağın altını hızlıca temizlerdim ve tedirgin olurdum düşürecek diye ama Jungkook bocaladığında bile tepki vermeden neden aksadığını anlamaya çalışmıştım. Bir eli anlık sanki canı acımış gibi göğsüne doğru gitmiş ve sonra hemen o eliyle yatağı tutan diğer eline destek olmuştu. Neden bocaladığını anlamamıştım, esasında sormak da istemiştim ama dişlerini sıktığını çenesinin kasılmasından dolayı sormamıştım.. 

Tepemde sabit duran yatağa bakınıp daha fazla oyalanmadan yerleri son bir kez silerek olduğum yerden çıkınca yatağı eski konumuna bırakan Jungkook'a mırıltı dolu bir teşekkür bıraktım. 

"Efendim, ne?" diye kulağını uzattı sanki duymamış gibi ama kesinlikle duyduğunu biliyordum. Gıcık, gıcık bir alfaydı.

"Teşekkürler."

"Duyamıyorum sesin çok alçak geliyor."

"Teşekkür ederim," diye sesimi yükselterek kirli bezi üzerine attım ve kahkahalarla odadan çıkışını izledim. Nasıl bir anda beni afallatıp bir an sonra da gülebiliyordu inanamıyordum. Bütün algılarımla oynamıştı iki saniyede.

Bir nefes aldım, sonra da yatak çarşaflarını geçirerek kalan temizliği hallettim. Güneş bu süreçte çoktan batmış, zaten faydası olmayan ısıları da yerini soğuğa bırakmıştı. Günün bir diğer mücadelesi ise gireceğim duştu yani. Ben kıyafetlerimi almış ısıtıcının şartelini açarken Jungkook da neredeyse bitirmişti temizliğini, son dokunuşlarını yapıyordu.

Çok isterdim gerçekten sıcak bir suyla bir saat boyunca derim buruşana kadar duş almayı ama alışmıştım bu evin macera dolu ısıtıcısına. On dakika ısıtıcının iki ayarına ulaşmasını bekleyip üçe geçirdiğimde kazandığım beş dakikayla saçlarımı köpürttüm ancak durulayana kadar kaynamıştı bile. Sonra üçten ikiye düşürüp beş dakika daha kazandım. Bu böyle tamamen kendimi temizleyene kadar sürdü ve en sonunda çıkıp durulandım.

Hava soğuduğundan üzerime kalın bir kazakla yünlü eşofman altı geçirmiş, saçlarımı kökleri ısınana kadar da kurutarak mis kokulu salona giriş yapmıştım. Jungkook da çoktan temizliği bitirmiş, banka uzanarak telefonuyla uğraşıyordu. Beni gördüğünde "Oh, çıktın mı?" diye doğruldu.

"Evet. Sen de girersin diye şartelini indirmedim."

"Hı-hmm... Yemek sipariş edeceğim, o gelene kadar girerim ben de. Pizza?"

"Ne oldu, hani hazır ürünler tüketmiyordun. Bir anda hamur yiyesin mi geldi?" dedim imayla bankın köşesine yerleşip ayaklarımı yukarı toplarken.

"Ayda yılda bir. Senin gibi hamur yanaklı olmaya niyetim yok."

"Bana bak-"

"Aman tamam tamam sustum." dedi ben ayağımla onu dürtüklerken "Seçenekli dilim olandan söyleyeceğim, ne istiyorsun?"

"Ekstra karışık ama mantarsız olsun. Bir de fesleğen sos koysunlar."

"İçecek?"

"Kola zero." telefonundan başını kaldırıp tam dalga geçecekken işaret parmağımı salladım ona "Sakın."

Dudaklarını içe katladı ve sinir bozucu gülümsemesini başını öne eğerek gizlemeye çalıştı. Bir süre ona baktım ters bir hareket yaparsa ayağımla vurmak için ama sakin durup bütün işlemleri tamamladığında ayağa kalktı "Tamamdır. Yarım saate gelir, ben duşa giriyorum."

Evinin eskiden kendine ait olan bölümündeki dolaplardan kıyafet alarak doğruca banyonun yolunu tuttuğunda ben de sigara içmek için balkona çıktım. Sigarayı iki dudağım arasına koyarak kapıyı kapattığımda balkonun da temizlendiğini fark ettim ve kaşlarımı kaldırdım. Sadece sigara izmaritleri bulunan boş koli hariç cidden pırıl pırıl oluşunun beni utandırdığını söylemem gerekiyordu. Genelde balkonla ilgilenmediğim için pek sık bu kısmı temizlemezdim ve en iyi tabirle bok götürürdü. Ama şimdi mermerden temizlik kokusu bile geliyordu.

Ayaklarımı yukarı toplayarak sigaramı içerken bu kez sadece durdum ve bekledim. Öyle çok yorulmuştum ki içimden instagrama girip Suho'ya bakmak bile gelmemişti ve whatsapp konuşmasındaki görüldü kısmına kafayı takasım yoktu. Sadece ve sadece, sessiz bir şekilde sigaramı içip bitirerek içeri girmeyi hedefledim. Cidden tam istediğim şekilde bunu yapıyorken Jimin aradı ve Itaewon'a gitme teklifinde bulundu. Birkaç sarhoş vakam yüzünden Suho'yla kavga etmiştim ama sebebi sadece bu değildi. Yapmamam gereken şeyler yaparak sabah pişman uyanıyordum bu yüzden o zamandan beri pek çıkmıyordum. Ki şu an da fazlasıyla yorgun olduğum için Hoseok hyung'la ona iyi eğlenceler dileyip sigaramı söndürerek içeri geçtim. Ancak içerisi de bir festival havasıyla konser salonundan farksız olacağını hesaba katmamıştım.

Balkonun kapısını açtığım anda banyodan yükselen şarkı sesi ve Jungkook'un eşlik edişi beni duraksattı. Temizlik yaparken mırıldandığı şarkılardan az çok korece kız gruplarına ait bir şeyler olduklarını anlamıştım ama kız gruplarının tam anlamıyla fanı olduğu gerçeği banyodan yükselen sesle bende apayrı bir şok yaratmıştı.

Anti-ti-ti-ti fragile, fragile

Anti-ti-ti-ti fragile*

Yüzümde nasıl bir ifade vardı emin değilim ama kapıyı kapatıp salonun içine doğru yavaş adımlarla yürürken bunun basit bir hayranlık olmadığından emindim. Bir festivalde kendinden geçercesine coşkuyla eğlenen bir adamdan hiçbir farkı yoktu sesi şu anda ve işin en saçma tarafı gözümde dans eden halinin canlanışıydı.

Kocaman baskın bir alfanın genç kız gruplarından birinin konserinde eğlenir halinin hayali kocaman gülümsetti. Ancak o hayali büyük bir hızla dağıtıp başımı iki yana sallayarak geçiştirdim. Bu sıralar onunla ilgili fazlaca düşünce yer ediniyordu zihnimde, buna biraz dur demeliydim. 

Duştan gelen sesler eşliğinde televizyonun kumandasını alıp banka yerleştim ve garipçe etrafa bakındım. Asla evin salonunda bir bank olmasına alışamayacaktım ve asla kabullenmeyecektim. Oturduğumda eski koltuğum da konforlu değidi ama bir bank kadar rahatsız değildi bu yüzden oturduğum yere yerleşirken yüzümü buruşturmadan duramamıştım. Üstelik tam evet, yerleştim dediğimde ise kapı çalarak bütün rahatımı bozmuştu.

Oflaya puflaya kapıyı açmaya gittiğimde pizzacı siparişleri sayarak teker teker kutuları ve şişe kolayı kucağıma tutuşturup ödemesinin alındığını söyledi. Sonra da iyi akşamlar dileyip hızla merdivenlerden inerek gitti. Kollarım arasında biçimsizce tuttuğum siparişler yüzünden ayağımla kapıyı ittirip kapamışken tam o sırada da Jungkook banyodan çıkmıştı. Hem de hiç beklemediğim bir halde...

Gri eşofmanının üzerinden siyah baksırı belli olacak şekilde çekilmişti ve uzun kollu tişörtünü sağ omzunun üzerinden atmıştı. Gözlerimi zar zor çıplak, nefes kesen ve ellerinizi gezdirdiğinizde pürüzsüz diye nitelendirebileceğiniz göğüslerinden, özellikle de çizgileri bile belli olan kaslarından çekmeyi başardığımda bütün görüntüye daha ters bir manzarayla karşılaştım. Kafasına koyduğu beyaz havluyu kulaklarına sıkıştırmış bir şekilde gözlerini kırpıştırarak bana bakıyordu. Sonra gözlerim yine aşağıya kaydı ve olanlar oldu. Uyluklarında olan örümcek dövmesinin devamı olduğuna kalıbımı basacağım kırmızı bir örümcek bacağı baksırının köşesinden kasığına doğru uzanıyordu.

Aman. Tanrım. Azdım.

Bu hangimizin düşünceydi seçemezdim. Omegam yüzünden elim ayağıma dolaştı ve tavan yapan heyecanım önce kola şişesinin düşmesine sonra pizza kutularının dengesini kaybetmeme yol açtı. Aptal gibi düşmemeleri için ay ay ay diye verdiğim tepkiyle Jungkook'a doğru sendeleyip çıplak, ve sert, göğsüne yapıştım.

Jungkook beni kavrayıp dirseğimi tutunca kıçımın üzerine düşmemiştim ama yanağım göğsüne öyle bir yapışmıştı ki gözümü açamayacak kadar yaslanmıştım. Ve tanrım... Kokusu yüzünden nefesim kesilmişti. Zengin bir pastane şefinin kaliteli bir kuvertür çikolatayı benmari usulü eritirken yükselen o taze koku gibi buram buram çikolata kokuyordu.

Bütün bu düşüncelerimin hızı birkaç saniye kadarken yakınlığımız yüzünden kendimi ondan çekmem de aynı süredeydi. Elimle onu ittirip nefesimi tuttum kokusunu daha fazla solumamak için. Nefesimi tutmanın kokusundan etkilenmemem için bir çözüm sandım ama Jungkook, görünüş olarak da insanı bocalatacak kadar yakışıklıydı. 

Garip hareketlerim yüzünden dışarıdan bakıldığında daha çok utançtan mosmor göründüğüm kesindi. Özellikle kolları arasından kurtulmak için girdiğim o eşsiz mücadele oturup izlenmeye değerdi. Neyseki Jungkook pek anlamış gibi değildi neden bu kadar elimin ayağıma dolandığını, bu yüzden de sormuştu "İyi misin?"

"Tamam tamam iyiyim. Dengemi kaybettim sadece." diyerek pek de tatmin etmeyen gereksiz bir bahane sundum. Ardından da hemen yerdeki pizza kutularına eğildim ve üst üste koymaya çalıştım. En azından onlar benim aklım gibi dağılmamışlardı da daha çok rezil olmamıştım. Jungkook da aynı şekilde eğilerek üçüncü kutuyu alıp kalktı ve ben o an göğsünün tam ortasındaki yıldırıma benzeyen ancak biraz daha değişik duran dövmeyi fark ettim. Birbirinden farklı ve dalgalı çizgiler halinde uzanan şekiller çok büyük değildi. Bu zamana kadar gördüğüm dövmelerinin hepsi sanki özenle yapılmış gibiydi ancak bu dövme, daha çok Jungkook'a ait gibi duruyordu ve sanki daha tamamlanmamış ya da tamamlanmayı bekleyen bir şekilde işlenmişe benziyordu derisine. 

Kendine gel Taehyung, çek gözlerini ve işine geri dön diye defalarca tekrarlasam da omegama uyarak arada sırada gözlerimi ona değdirmeden duramıyordum. Pizzaları ve kola şişesini alıp kalktığımda bile kaçamak bakışlarımı sürdürdüm ama dikkat çekmemek için de hemen konuşmaya başladım.

"Tabak çıkartmayalım bence boşuna hm?"

"Olur. Zaten hiç bulaşık yıkama günümde değilim bu kadar temizlikten sonra." bir yandan bana cevap verip diğer yandan da uzun kollu tişörtünü üzerine geçirirken üstteki dolabı açarak bardak alıp peşimden geldi. Bankın önündeki orta sehpaya pizza kutularını koyup oturduk ve bir tanesini açtım. Açtığım gibi de sitemle "Şansımı sikeyim ya, of!" diyerek geri kapattım.

İstediğim hiçbir şey yolunda gitmiyordu. Mantarsız istememe rağmen içinde mantar vardı yine ve istediğim sosu da koymamışlardı. Bu da bütün tadımı kaçırmıştı, son zamanlarda o kadar sık yapıyorlardı ki bunu sinirlenmemek elimde olan bir şey değildi.

Jungkook pizza kutusunu merakla açtı ve sordu "Ne oldu? Oh, mantar koymayın yazmıştım siparişe."

"Senlik olduğunu düşünmüyorum. Daha önce de aynısını yaptılar."

"Benimkini al?" Jungkook önündeki pizza kutusunu açarak bana doğru itti ve bol fesleğen kokulu margarita pizzayı almam için başıyla işaret etti "Ben mantarlı da yerim sıkıntı değil."

"Mantarları çıkartırım o sorun değil ama fesleğen sos yok."

Bazen problematik bir insan olabiliyordum ve çoğu yemekte kriterim olduğu doğruydu. Mesela baharatlı şeyleri  yemezdim, yemekleri de karıştırmaktan hoşlanmazdım. Benim için hepsi ayrı ayrı güzeldi. Haliyle şimdi de tadım kaçmıştı ve dudak bükerek iç çektiğimde sıcak bir duşla rahatladıktan sonra keyifle yemek yiyemeyecek olmamın mutsuzluğunu yaşıyordum. Tek istediğim gerçekten televizyon karşısında otururken pizzamı kemirmek, köşelerini de sabaha ayırarak buzdolabına kaldırmaktı. Ama bunu yapamayacak olmamın tatsız olduğunu düşünüyorken Jungkook pizzamın diliminden mantarları ayıkladı sonra da kendi pizzasından bir dilim alarak üst üste koyup havaya kaldırdı.

"Fesleğenli oldu?"

"Saçmalama, böyle pizza mı yenir?" dedim yüzümü buruşturarak ama beni umursamadan elime tutuşturdu "Neden yenmeyecekmiş, böyle bir kural mı var? Dene işte bir kere."

"İkisi de ayrı malzemeli."

"Hamur, peynir ve garnitürler işte? Pizzanın temeli bu değil mi, hiçbir farkı yok."

Kaşlarını kaldırıp tuttuğunu bile fark etmediğim bileğimi ağzıma doğru ilerlettiğinde tedirgince tost gibi duran pizzaya bakıp sonunda yemeğe karar vererek yemek için ağzımı araladım. Jungkook bu sırada kaşları havaya kalkmıştı, parlak gözlerini arada sırada kırpışarak ilk ısırığı aldığımdaki tepkimi merakla bekliyordu.

Beklediğim kadar kötü olmadığını ilk lokmamı çiğneyerek damağıma gelen leziz tatla anladığımda şaşkınca karşılık verdim Jungkook'un bakışlarına. Çünkü gerçekten, zannetmiştim ki lezzetleri farklı olup midemi bulandıracak ama asla olmamıştı. Karışık bir pizza tost yer gibiydim hatta daha bol peynirlisi.

Elimi ağzıma götürdüm ve ufak mırıltılar çıkarak ona "Mhh... Tadı güzelmiş." dediğimde Jungkook ağzı kulaklarına varırcasına gülümseyerek bileğimi bırakıp kendi pizzasından bir dilim aldığı gibi kendiyle gururlandı.

"Ben sana dedim."

Geri cevap vermedim ve tıpkı istediğim gibi pizzamın tadını keyifle çıkartmaya baktım. Genelde de yemek yerken pek konuşmaz ve bir şeyler izlerdim ancak Jungkook pek öyle bir insan olmadığını sessizce yerken sohbet açışıyla belli etmişti.

"Mantarı hiç mi yemiyorsun yoksa pizzaya özel mi?"

Dilimimden artan pizzanın köşesini kartonuma koyup yeni bir dilimi elime aldığımda "Hiç yemiyorum." diye cevapladım onu.

"Alerjin falan mı var ki?"

"Hayır genel olarak mantar yemiyorum. İnsan desen değil hayvan desen de değil bitki hiç değil kendi başına tuhaf bir varlık naptığı belli değil. Bana tekinsiz geliyor ve ben tekinsiz tipleri sevmem."

"Sen gerçekten sıkıntılısın. Mantarla bu kadar içli dışlı olmana gerek yok, sadece yemek ve tadını çıkartmak varken neden bu kadar detayına iniyorsun ki?"

"Çünkü kötü?"

"Ayağımda olmadığı sürece benim için sıkıntı yok."

"Iy iğrençsin!" diyerek yüzümü buruşturarak omzundan ittirdim onu "Yemek yiyorum n'olur sus."

"Hiçbir şey söylemedim ki? Ayaktan mı iğrendin ayak mantarından mı?"

"Susacak mısın artık?"

Jungkook dilini ısırarak banka iyice yerleşirken ona komik bir ifadeyle iğrenerek bakmaya devam ediyordum. Yemek yerken pek midesi bulanan bir insan değildim hatta insanların konuşmaktan çekindiği şeyleri de rahatça uzun uzadıya konuşurdum ama mantar işi değiştirirdi, gerçekten büyük bir travmam vardı. Küçükken annemler evde olmadığında beni hyunguma emanet etmişlerdi ve bu onun ilk tekken çocuk bakma tecrübesi olduğu için heyecanlıydı. Kendisinin en sevdiği ve tost makinesinde en kolay yapılan yiyecek ızgara mantar olduğundan büyük bir tabak neredeyse pişmemiş mantarı bana zorla yedirmeye çalışmıştı. Çünkü ona göre bir çocuk ağlarsa acıkmış demekti ve ben ağladıkça ağzıma o mantarı tıkıştırıp durmuştu. En azından bana büyüdüğümde böyle anlatmıştı ama bence canıma kastı vardı ve en küçük çocuk olduğum için Seokjin hyung ilginin üzerinden çekilmesinden hoşlanmıyordu.

"Hiih!" Jungkook sanki bir şey hatırlamış gibi pizzayı bırakıp peçeteyle ağzını sildiği gibi ellerini silkeleyip mutfaktaki musluğa koşturdu "Bugün dövme randevusu vardı."

"İptal ettim demiştin ikisini de?"

"Öyleydi aslında ama geç olanı biraz bekletmek istedim temizliği bitireceğimi düşündüğüm için de geri aramadım. Son rötuş için gelecek zaten bir saate biter."

"Ben sigara içip odaya geçerim o zaman. Hiç çekemem tepemde o sesi."

Jungkook ellerini silip malzemelerini hazırlarken ben de pizzamın köşelerini daha sonra yemek için kutuya koyup kapattım, dolaba koydum. Sonra da çıkıp bir dal sigarayı titreyerek içtim. Havalar artık soğumaya başladığı için biraz hızlı bitirmiş ve odama geçmiştim. Dövme makinesinin sesine aşina olduğum için uyuyamayacağımı bildiğimden de en azından işleri bitene kadar resim yapmaya karar verdim. Biraz karakalem çalışmak istiyordum, bundan dolayı da yatağa yaslanıp defterimi kucağıma aldığımda içeriden sesler gelmeye başladı ve ben Jungkook'un müşterisiyle karşılaşıp merhaba demek zorunda kalmadığım için sevindim. 

Ancak büyük bir sorun vardı, gelen müşterisi bir omegaydı ve kokusu odama kadar gelmişti. Üstelik de baskın oluşu omegamı rahatsız etmişti ve huzursuzlanarak yerimde kıpırdanmama neden olmuştu.

Bir süre makine sesiyle az çok işittiğim konuşmaları görmezden gelerek resmime devam ettim ama içimde yükselen o sahiplik duygusuna engel olamadım. Burada bir omega yaşadığını, buranın başka bir omegaya ait olduğunu bilmesini istedim. Açıkça, kendimi belli etmek istedim çünkü bu biraz kurtsal bir meseleydi. Burası benim evimdi ve o omeganın cilveli tavırlarıyla kontrolsüzce feromonlarını salgılaması sinirimi bozmuştu. Kendimi her ne kadar dizginlemeye çalışsam da omegam çoktan galeyana gelmişti.

Kendini göster Taehyung.

Hiçbir şey yapmasan bile kendini göster ki bilsin bu evin asıl sahibinin kim olduğunu.

Kimse yuvamızda gövde gösteremez.

Bu doğruydu, kendimi şöyle bir göstersem, su alma ayağına içeri girsem kim ne diyebilirdi ki? Ayrıca şu araya perde çekme meselesini de halletmemiz gerekiyordu ki en azından gelen tiplerle tanışmadan Jungkook işini yapardı ben de rahatça etrafta dolanırdım. Evet, en yakın zamanda çözecektim onu da.

Eskiz defterini yatağıma koyup düşen kalemi bile umursamadan odamın kapısını açtığımda feromonlarım çoktan diğer omeganın feromonlarıyla çarpışmıştı. Onlardan tarafa bakmadan ancak feromonlarımı belirgin düzeyde tutarak mutfağa ayaklarımı sürüyerek ilerledim ve üstten bir bardak aldım. Bu sırada yan gözle baktığımda omega kızın yüz üstü yatık, arkasında da Jungkook'un siyah eldivenleriyle sırtına eğilmiş bir şekilde dövme yaptığını gördüm.

Tepeden topladığı uzun saçlarından birkaç tutam eğildiği için köşelerden firar etmiş, işini yapan ciddi yüz ifadesine nefes kesici bir görüntü katmıştı. Onu biraz daha izlemek isterdim ama daha fazla dikkat çekmemek adına suyu doldurmadan elimdeki telefondan bir şeyler bakıyor gibi yaptım ve sonra bırakarak bardağıma döndüm.

"Balım, internetin şifresi mi değişti?"

"Hayır aynı."

Balım mı?

Omegamla aynı soruyu şaşkınca içimden sorduğumda suyumu içmeye devam ediyordum ama feromonlarımın daha da güçlenmesine engel olmamamıştım. İşin pis tarafı kız da baskınlığını belli etmek için karşılık veriyor gibiydi. Feromonlarım bir türlü onu geçemiyordu ve bu çok sinir bozucuydu.

Sinirlendim. Çünkü Jungkook eve geldiğinden beri feromonlarını dahi hissetmezken omeganın birinin gelip de buranın sahibiymiş gibi koku bırakması benim için söz konusu bile olamazdı. Bu asla kabul edemeyeceğim ince bir çizgiydi.

"Ama girmiyor balım. Watermelonsugar değil miydi? Aa tamam sonunda 123 vardı doğru."

Kaşlarımı çattım.

Zihnime birer birer bilgiler doluşmaya başladı. Aradaki duvar kalktığında Jungkook'un tarafını temizlediğim için biliyordum, internet modemine ya da kablosuna dair hiçbir şey yoktu. Ve kızın söylediği şifre de benim evimdeki internetin şifresiydi.

Bu bir şaka mıydı? Jungkook, gerçekten benim evimdeki bütün olanakları dolandırıcı edasıyla kullanmıştı. Dolandırıcı edası değil, Jeon Jungkook gerçek anlamda beni defalarca kez dolandırmıştı ve benim ruhum bile duymamıştı. Dank eden bilgiler yüzünden içtiğim suda birkaç saniye içinde boğuluyordum neredeyse. Onu öldürecektim. Jungkook'u öldürecektim ve kimse elimden alamayacaktı.

Öksürerek bardağı kırarcasına tezgaha bıraktığımda Jungkook'a döndüm ve öfkeyle baktım. Dövmenin üzerine eğildiği yerden gözlerini bana dikip geri çekilirken yakaladığım için lütfen beni öldürme der gibi bakıyordu. Ancak bu bakışlar bana sökmezdi. Elektriğimi kullandığı yetmemiş gibi bir de feromonlarıyla evimi kirleten arsız bir omeganın ağzından internet şifremi duymuştum. Ne kadar sakin kalabilirsem tam olarak öyleydim işte.

Jungkook'a doğru öfkeyle yürürken elindeki eldiveni hızla çıkarttı ve maskesini indirip oturduğu yerden kalkarak kıza "Hannie canım, yapmam gereken bir şey vardı hemen geleceğim." dedikten hemen sonra ona salladığım yumruğumu tutup beni kendine çekti ve ağzımı kapatarak odama doğru sürükledi beni. 

Kapıyı kapatana kadar çırpındım ve bıraktığı ilk anda seri halde nereye denk geldiğini umursamadan tokatlamaya başladım. Bir yandan da "Seni öldüreceğim! Mahvedeceğim, duydun mu? Şifremi nasıl çalabildin ne zamandan beri internetimi kullanıyordun dolandırıcı adi!"

O aptal omeganın kokusu eve sinmişken ve Jungkook'un beni başka bir konuda daha dolandırdığını öğrendiğimden kendimi kontrol edemeden vurduğum tokat-yumruk karışımı darbelerden hiç kaçmadı. Ama sonunda dayanamamış olmalı ki bana engel olmak için harekete geçti. Önce ellerimi tutmaya çalıştı ancak başaramadı. Sonra ben kendimi göz açıp kapama süresinde çift kişilik yatağımın üzerinde, Jungkook'un da altında buldum. El bileklerimden beni yatağa sabitlemişti ve tepeden birbirimize bakıyorduk.

"Bir saniye durur musun artık, kendimi açıklayayım."

Kalbimin heyecandan ve şaşkınlıktan atış hızı göğsümü delecek gibiydi. Bana tepeden dikkatle, o kapkara gözlerle bakıyordu, saçlarından birkaç tutam yüzümü değiyordu ve kokusu her yerdeydi. Dudaklarımı bir şey söylemek için araladığımda ise gözlerinin bir anlık kayışı söyleyeceğim bütün kelimeleri unutmama neden oldu. Üstelik ağırlığını bile hissetmiyordum, sadece üzerimde olduğunu biliyordum.

"Şifreni çalmadım. Duvarlar ince olduğu için arkadaşına söylerken duydum."

Gözleri dudaklarımdan gözlerime çıktığında söylediği şeyleri kafamda tarttım tartmasına fakat yine de kullanması için bir sebep göremedim. Ancak bunu yerine ağzımdan çıkan tek şey "Üzerime çıkmana gerek yoktu. Kalk." demek oldu. Rahatsız olduğumdan değil, sadece bu kadar yakın olmak tuhaf hissettirmişti ve bir de bunu söylerken omegamın kendini belli ettiğini, gözlerimin renginin değiştiğini ona baktığımda gözlerinde gördüğüm yansımamdan fark etmiştim.

"Çünkü beni dinlemeden saldırıya geçiyorsun. Bana başka bir seçenek bırakmadın."

"Ne yapmamı bekliyorsun ki?"

"Hemen saldırmamanı?"

Elleri hala bileğimdeyken dönüp kıpırdandım ve ondan kurtulmaya çalıştım. Başarılı olamayınca da öfkeyle başımı kaldırarak diklenmekte buldum çareyi "İnternet şifremi duymuş olman kullanman gerektiği anlamına gelmiyor. Bu dolandırıcılık, nasıl sinirlenmeden tepki verebilirim ki? Üstelik bunu başka bir omegadan duyuyorum!"

"Haksız olduğunu söylemedim."

"Üzerimden kalk."

"Kalktığımda vurmayacaksan eğer..."

"Benimle pazarlık yapacak durumda değilsin."

"Üzerinde olan benim ama."

Biz öylece kavga ederken sinirden acılaşan feromonlarıma içerideki omeganın kokusu eklenince benimkileri bastırması dikkatimi dağıtarak kapıya doğru bakmama neden oldu. Omegam içerideki baskın omega yüzünden alfanın üzerimde oluşuna yükselemeyecek kadar huysuzlaşmıştı aniden. Rahatsızcs Jungkook'un altında kıpırdanarak bileklerimi oynattım. Elleri gevşedi ve sanki bir şeyi fark etmiş gibi dikkat kesildiği başını hafifçe bana çevirdi.

"Tamam haklısın. Pazarlık yapacak durumda değilim." dediği gibi de devam ederek üzerimden kalktığında ben de onunla birlikte doğrulup yataktan ona bakındım "Sadece sakin ol."

Biraz önce üzerimde oluşunu, benim acı, vanilyalı feromonlarıma karşılık onun tatlı çikolatalı feromonlarını bütün ciğerlerimde hissedişimi ve özellikle üzerimdeyken bile bunu rahatsız etmeden yapışını hala atlatamamıştım. Bu yüzden ona konunun sadece bu olmadığını, içerideki omeganın feromonlarından da rahatsız olduğumu söyleyemedim. Sadece benden bir adım uzakta, nemli oluşundan dolayı hafif dalgalanmış saçlarına, dik duruşuna bakındım.

Sonra Jungkook bana kısaca baktı ve çıktı odadan. Arkası hırka ve ceketlerle dolu kapıya bakındım bir süre ve beni anlamadığını düşündüm. İçerideki omega bu noktada feromonlarını üzerime yönlendirince iğrenir gibi yüzümü buruşturarak kendiminkileri o aptal omeganın seviyesine getirmek için yeniden bir uğraşa giriştim. Ancak çok değil, birkaç dakika sonra çikolata kokulu feromonlar bütün evi kaplayarak omeganın kokusunu bastırmaya başladı. Jungkook'un kokusu bir anda her yerdeydi. Küçük salonumdan odama kadar olan bütün alanları bir saniye içerisinde kaplamıştı ve bu nasıl olabilirdi bilmiyorum ama baskın bir alfa olmasına rağmen pasif bir omega olan beni boğar gibi hissettirmemişti. Aksine içerdeki omeganın feromonlarını yok ederek benim stresten deliren omegamı rahatlatmıştı. Omegam bu ani rahatlamayla ufak bir mırıltı çıkartarak sakince bir köşeye sinip yoğunlaşan feromonları soludu dikkatle.

Ben de onun gibi yaptım, derinde bir nefes alarak yutkundum ve ayağa kalkarak yatağımın için girdim. Eskiz defterim odadan çıkmadan önce düşen kalemimin yanındaki yerini aldığında bile kaldırmak için uğraşmadım çünkü Jungkook'un feromonları o omeganın feromonlarından dolayı stresten dört dönen omegamı sakinleştirmişti. 

İnternet şifresi konusunda hala öfkem dinmemiş olsa da benim için önemli olan tek şey, omegamın yuva olarak benimsediği evin içerisine girmiş bir yabancı yüzünden oluşan durumu Jungkook'un fark edip kontrol altına almasıydı. 

Yattığım yerden yorgana sarılarak feromonlarını solurken uzun zaman sonra ilk kez bu kadar rahat ve tasasızdım. Aklımda hiçbir kötü düşünce ve üzüntüye dair bir şey yoktu, sakindim. Gözlerimi kapatarak bütün bu sakinliğimin yanında omegamın isteğine karşı çıkmamış, feromonlarımı arttırıp onunkilerle buluşmasını sağlamıştım. Jungkook ise hiçbir üstünlük yarışına girmeden tüm baskınlığına rağmen feromonlarımızın karışmasına izin vermişti.Bu da içerideki dövme makinesinin sesine rağmen gözlerimin, dudaklarımdaki hafif tebessümle beraber kapanarak uykuya dalmama yardım etmişti.

Notes:

*Le Sserafim-Antifragile

Chapter 7: davranış bilimleri uzmanı ve öfkesel sorunlar

Chapter Text

therama club

sohbet grubu

hoseok

jimin

taehyung

 

yersiz yurtsuz

jimin nerdesin

sikicem seni nerdesin buraya gel

@küçük şeytanım  

BIKTIM SENDEN 

 

küçük şeytanım

noluyo ya

ne bu tantana kardeşim 

iki öpüştük diye de bu kadar laf edilmez

 

yersiz yurtsuz

hala öpüşmek diyorsun ya pes

PES

 

küçük şeytanım

ama hyung

gerçekten hiçbir şey yapmadım ki

 

yersiz yurtsuz

geceden beri yediğin boklarla uğraşıyorum

kafamı yardılar kafamı

on kere sorguya girdim çıktım

nereye kayboldun

hangi deliğe girdin diyeceğim de

genelde sana girdikleri için bir şey de diyemiyorum

 

küçük şeytanım

bu da biraz ayıp oldu sanki

 

yersiz yurtsuz

ha bana olmadı

kafamı yardılar diyorum sana mı ayıp oldu gerçekten 

 

küçük şeytanım

ya of tamam salaklık ettim

ben nereden bileyim çocuğun belalı olduğunu

iki üç takılıp seviştik

birkaç kere de yemeğe çıktık

sonra da bitirdik

 

yersiz yurtsuz

nasıl bi bitirme mesela

 

küçük şeytanım

ne demek nasıl

konuşmayı kestik işte

 

yersiz yurtsuz

mesajlarına cevap vermeyi kestin

ama o sana mesaj atmaya devam etti dimi

 

küçük şeytanım

evet?

bitti yani

 

yersiz yurtsuz

ya bitti diye mesaj atsana

seni istemiyorum de ilişkiye hazır değilim de

sen daha iyilerine layıksın ben sadece gönül eğlendiriyorum de

bir şey söyle bitir

mesajlara cevap vermemen bitirdiğin anlamına gelmiyor aptal

 

küçük şeytanım

evet onu fark ettim

normalde biri bana mesaj atmazsa bitirdiğini düşünürüm ve bir daha da mesaj atmam

bunun normali bu değil mi zaten

 

yersiz yurtsuz

adam manyak çıktı jimin

sence senin normalin onun normali mi

kafamı yardılar diyorum sana gerizekalı

 

küçük şeytanım

hiçbir şey yapmadım

sadece birkaç alfayla dans ettim

 

yersiz yurtsuz

tabii

iki tane alfayı düşürdün

biriyle öpüşüyordun diğeri de boynunu kemiriyordu

ve sen de o sırada riku'ya gülerek bakıyordun

arsızlığın kaçıncı boyutu bu

 

küçük şeytanım

hyung biliyorsun

arsıza kazık çakmışlar bu tıngırtı nerden geliyor demiş

 

yersiz yurtsuz

ben sana benim kazığı bi çakıcam üç hafta götünün üzerine oturamayacaksın

 

küçük şeytanım

ah be hyung gelir mi o günler 

 

yersiz yurtsuz

ya kes

hala konuşuyorsun

 

küçük şeytan

özür dilerim

ortalık karışınca tüydüğümü biliyorsun

riku beni ve o alfaları parçalayacakmış gibi bakınca

dedim jimin kaç

kaç kurtar kendini oğlum yoksa sikileceksin

ben de tuttum alfalarımın elinden kaçtım

işte sonra o adrenalin falan çok yüksekti

eve gitmeyi bekleyemedik arka sokakların birinde birtakım şeyler yaşandı

 

yersiz yurtsuz

sağ ol be

o sırada kaosun ortasında kafası yarılan ben

🧍🏻‍♀️🧍🏻‍♀️

 

küçük şeytan

hyuunngg öyle söyleme 🥺

normalde olsa seni unutmazdım biliyorsun

ama heyecanlandım ve götümü kurtarmak için kendimi koşarken buldum

 

yersiz yurtsuz

sonra kurtardığın götünle ara sokakta üçlü yaptın

 

küçük şeytanım

yani teknik olarak üçlü değildi

öyle demesek de olur

ama bambaşka bir deneyimdi orası kesin 🤗

 

yersiz yurtsuz

bir daha bana alfam falan deme

ben sadece taehyung'un alfasıyım

o beni asla bırakmazdı arkasında

 

taehyung

günaydınn

noluyo burda ne konuştunuz sabah sabah bu kadar ya

 

yersiz yurtsuz

oo günaydın prenses

 

taehyung

bu arada konu ne bilmiyorum ama

 ben seni arkamda bırakmazdım hyung

 

yersiz yurtsuz

işte bak

bak da gör 

hayırlı arkadaş nasıl oluyormuş öğren @küçük şeytanım

 

küçük şeytanım

kalbimi kırıyorsun

neden üzerime geliniyor şu anda anlamıyorum

heyecanlanınca düzgün düşünemiyorum biliyorsunuz 

 

yersiz yurtsuz

kafamda dört tane dikiş var

bence çok fazla konuşma artık

 

taehyung

ne oluyor ya ne dikişi adam gibi anlatsanıza şunu

mesajlardan hiçbir şey anlamadım

 

küçük şeytanım

bekle

ciddi miydin sen

kafan mı yarıldı

 

yersiz yurtsuz

ya ben sabahtan beri kime ne anlatıyorum oğlum

adamlar ağzıma sıçtılar

baskın alfayız falan da yani

herif çete gibi dolanıyormuş 

on tane baskın alfayla üzerime daldı

bar saniyeler içinde 56 oldu

birkaç tanesini indirdim yere de 

biri kafamda şişe kırınca oradan sonrası hiç yok bende

hastanede uyandım kafama dikiş atmışlar

sonra karakola götürdüler elli kere ifadeye girdim çıktım

götüm düzledi nezarette oturmaktan

bir saat falan oldu çıkalı

 

taehyung

ya ne diyorsun hyung

şunu tam anlatsanıza bi 

 

küçük şeytanım

bak şimdi

riku'yu biliyorsun

birkaç kere takılmıştık sonra ben konuşmayı kestim 

ama o bana mesaj atmaya devam etti

ben ilişkiyi bitirdiğimizi sanıyordum ama bitmemiş

yani şöyle mantıken konuşma kesilirse bir bilemedin iki üç mesaj daha atarsın sonra da bitti deyip kendini geri çekersin

ben nereden bileyim takıntılı orospu çocuğu olduğunu 

dün de bara gittiğimizde arkadaşlarıyla ordaymış

e tabi ben de durur muyum oraya eğlenmeye gittim 

kafamda da bitirmişim ilişkiyi sonuçta

bir de kızgınlıktan yeni çıktım ya libidom hala yüksek

 

taehyung

o senin her zamanki halin kızgınlıkla ilgisi yok

 

küçük şeytanım

inkar edemeyeceğim bu doğru

neyse işte bi tane alfa düşürdüm

 

yersiz yurtsuz

alfalar...

iki tanelerdi

 

küçük şeytanım

ya evet iki tane ama ikisiyle de sevişmedim ki

oke üçlüye karşı değilim ara sokakta da yapmam bunu

ayrıca ikisi de ateş parçası gibiydi 

benim yerimde kim olsa götürürdü ikisini de tamam mı

eh ben de öyle dedim zaten tamam bunların ikisini de kafalarım

işte dans yiyişmece öpüşme derken

riku karşıdan bir kalktı

siktir dedim ben öldüm yok ol ortadan oğlum

 

yersiz yurtsuz

sonra barda baya bir olay çıktı herkes birbirine girdi

ben de jimini arıyorum alıp çıkartmak için oradan ama

şerefsiz haysiyetsiz 

bak

BAK YİNE SİNİRLENDİM

alfalarını da almış kaçmış

benim içerde ağzıma sıçılırken de ara sokakların birinde üçlü yapmış

 

küçük şeytanım

YA KARDEŞİM YAPMADIM

ÜÇLÜ YAPMADIM

AMA

hayatımın en güzel seksini yaptım

özür dilerim hyung ama pişman değilim

 

yersiz yurtsuz

adi köpek hala savunuyor musun kendini

 

taehyung

hyung jimini bilmiyorsun sanki

benim sikim soğusun da kimin götü yanıyorsa yansın kafasında

çok da sorgulamamak gerek

 

yersiz yurtsuz

dün çok iyi anladım bunu

bundan sonra da ona göre davranıcam

 

küçük şeytanım

😔😔

 

taehyung

şimdi nasılsın peki hyung

nerdesin

 

yersiz yurtsuz

sihyun'u aradım aldı beni

oraya geldim şimdi

biraz uyuyup akira'ya geçeceğim

bugünün en mutlu haberi dersin iptal olması sanırım 

 

küçük şeytanım

senin şu ev sorununu çözelim artık

sığınmacı gibi yaşıyorsun aylardır bi orda bi burda

bana gel şimdilik derse gitmeyeceğim

 

taehyung

neden derse gelmiyormuşsun?

 

yersiz yurtsuz

yok akira'da kalacağım burası kampüse daha yakın 

yarın buradan geçerim 

sen derse git bence

 

taehyung

uygulamalı derslerde devam zorunluluğu var

derse gelmen gerek

 

 

küçük şeytanım

ne dersi ya

götümün üzerine oturamıyorum bilmem farkında mısın

iki saat taburede çizim yaparsam 

götümü ameliyatla almanız gerekebilir

uzun zamandır argonot yumuşakçası gibi takıldığın için bilmemen normal

 

taehyung

o ne ya

 

yersiz yurtsuz

cinsel organını kopartıp hayatı boyunca bir kez ilişkiye giren hayvan

 

taehyung

konu nasıl benim cinsel hayatıma geldi 

şaşkınım doğrusu

 

küçük şeytanım

sus cevap verme bana

bi krem sürenim bile yok zaten çok mutsuzum

krem demişken dün ne oldu

geldi mi jungkookun müşterisi

 

taehyung

adını anma o dolandırıcının

dün o omega olmasaydı sıçmıştım ağzına

sabah da sıçacaktım da erken çıkmış evden

o kadar öfkeliyim ki anlatamam size

 

yersiz yurtsuz

yine ne oldu

jimin'den çıkarken iyiydiniz

 

küçük şeytanım

şu öfke işini biraz azaltsak mı taehyungcum

mütemadiyen bir yerlere öfke saçıyorsun

 

yersiz yurtsuz

bu adamın öfkesinin geçmesi için manastırda 10 yıl boyunca meditasyon yapıp pilav yiyerek taş üstünde uyuması gerek

 

küçük şeytanım

aslında bi sikişse pamuk gibi olacak da işte 

anlatamıyorum ki...

 

taehyung

susun

haksız yere öfkelenmiyorum ben

geçerli sebeplerim var

 

yersiz yurtsuz

tamam tamam anlat

 

taehyung

bakın şimdi

dün akşam müşterisi geldi eve ben de odaya geçtim

baskın bir omegaydı jungkookla flörtleşip duruyordu

bir süre odamda takıldım ama sonra feromonları evi kaplamak için yoğunlaştığında omegam delirdi

bunu başından konuşmuştuk burası benim evim 

yuvam olarak benimsediğim yerde başka bir omeganın kokusuna katlanamam

kendimi gösterip yuvanın sahibi olduğumu belli etmek için su içmeye çıktım 

bir yandan da feromonlarımız çarpışıp duruyor

baskın olduğu için bir türlü üste çıkamıyorum 

iyice sinirlendim

sonra omega internetin şifresini giremedi 

hatırladığında da benim internet şifremi söyledi

 

yersiz yurtsuz

inanılmaz bir adam

 

küçük şeytanım

oha internet şifreni mi çalmış yani

 

taehyung

evet

duyunca sinirim tepeme öyle bir vurdu ki

parçalayacaktım onu

ama beni tuttuğu gibi ağzımı kapattı ve odama paketledi

 

küçük şeytanım

ben bu filmi izlemiştim

 

yersiz yurtsuz

benim klasörümde de bir değişiği var

 

taehyung

ya cıvıtmayın of

öyle bir şey olmadı

iki üç vurdum odada rastgele

sonra modemi takmaya gelen adamdan duymuş

özür diledi gitti ben de uyudum

mahvedeceğim onu

 

küçük şeytanım

odaya girdikten sonra neden özet şeklinde yazıp detaylandırmadığını sorguluyorum

görüldü

 

yersiz yurtsuz

şüpheli

görüldü

 

küçük şeytanım

görüldü atma ve dökül bakalım

o arada ne yaşandı

 

taehyung

ya bir şey olmadı

ben öyle dinlemeden seri halde buna vurunca beni durdurmaya çalıştı ama durduramadı

sonra bi anda kendimi yatakta altında buldum

öyle işte

 

küçük şeytanım

SONUNDA BAŞARDIM DE BANA

NOLUR BAŞARDIM DE

 

yersiz yurtsuz

SİKTİR

CİDDEN BAŞARDIN MI

 

taehyung

ya siz neden konuyu hep benim cinsel hayatıma getiriyorsunuz

hayır tabii ki de

öyle bir şey olmadı

çok konuşup dinlemeden vurduğum için durdurmak amaçlıydı yaptığı şey

 

küçük şeytanım

*olmayan cinsel hayatın

ayrıca durdurma şekline bayıldım

jungkookla gurur duyuyorum

 

yersiz yurtsuz

feromonları rahatsız etmedi mi peki o kadar yakınken

 

taehyung

hayır hyung ikimiz de şok olduk zaten

biraz bakıştık

tuhaftı yani üzerimde baskısını hiç hissetmedim

sonra da duvarlar ince olduğu için şifreyi duyduğunu söyledi

bir de şey

of bunu söylersem ağzınız durmayacak|

yazıyor...

çevrimiçi

 

yazıyor...

çevrimiçi

 

küçük şeytanım

yazıp yazıp silme artık

doğurucam burda

 

yersiz yurtsuz

söyle hadi

laf atmayacağız söz

 

küçük şeytan

kendi adına konuş

 

taehyung

söylemeyeceğim 🧍🏻‍♀️

 

küçük şeytan

nazlanma

zaten söyleyeceksin

şimdi söyle işte

görüldü

 

taehyung

ya OF

tamam anlatıcam

 

küçük şeytan

şöyle yola gel

aferin 

 

taehyung

biz öyle alt altayken hala sinirliydim 

o da üzerimden kalkmadı

aksine daha çok sinirlendirdi

sonra içerideki o aptal omega feromonlarını arttırınca ben de arttırdım ama baskın olduğu için bir türlü geçemedim

aşırı rahatsız ediciydi onu öldürmek istiyorum

jungkook da bunu fark etti sanırım üzerimden kalkıp haklı olduğumu söyledi sonra da özür dileyip gitti

birkaç dakika sonra da bütün evi saniyeler içinde kendi feromonlarıyla kapladı ve omeganın kokusunu yok etti

hiç rahatsız etmedi beni ve aksine rahatlattı

hayatımda hiç bu kadar dertsiz tasasız hissetmemiştim

bütün stresimi aldı resmen

yatağa gidip rahatça uyuma isteğiyle dolduğumda omegamın kendini belli etmek istemesine karşı gelemedim 

baskın bir alfa olduğunu biliyorum

muhtemelen izin vermeyecekti ama feromonlarımın onunkilere karışması isteğine engel olamadım ve denedim

jungkook da engel olmadı aksine izin verdi hatta hiçbir baskınlık kurmaya bile çalışmadı

 

küçük şeytan

👀

 

yersiz yurtsuz

hiç rahatsız etmedi mi

hmmmm

 

taehyung

hiç hyung

 

yersiz yurtsuz

bunun önemli bir şey olduğunu farkındasın dimi

alfa kendini affettirmek için feromonlarına baskınlık kurmaya bile izin vermiş senin bu sinirin niye onu anlayamıyorum

 

küçük şeytanım

hala suhoya ihanet ettiğini falan düşünmüyorsundur umarım

çünkü sen böyle düşünürken muhtemelen suhonun yanındaki omegalar her gün güncelleniyor da

 

yersiz yurtsuz

jimin şuan bunun sırası değil

 

küçük şeytanım

özür dilerim tutamadım bi an

sadece taehyungun kendini sınırlaması ve ona iyi gelebilecek şeyleri elinin tersiyle itiyor olmasını istemiyorum artık

biliyorum sürekli aynı şeyleri söylüyorum ama kendini bu kadar kapatmamalı

 

taehyung

konu suho değil

beni yine dolandırmış olduğunu öğrendim

öfkelenmem için yeterli bir sebep bence

 

yersiz yurtsuz

jimin bu konuda haklı

at gözlüğü takıyorsun bazen ve bu da onlardan birisi

öfkeli olmanı anlıyorum kim dolandırılsa aynısını düşünür çünkü zaten bu ilk dolandırılman değil

özür dilediğini söyledin ve sonrasında ağzını bile açmadan içerideki omegadan rahatsız olduğunu anlamış ve bunu çözmüş

birazcık kabul etmeyi ya da affetmeyi? denesen fena olmaz

ve anladığım kadarıyla eve koyduğun kurallara karşı da çıkış göstermemesi uyumlu olduğunu da gösteriyor

 

küçük şeytanım

bu doğru

 

yersiz yurtsuz

bence ev arkadaşı bağlarınız gelişirken şu dolandırılma meselesini bir kere aç başka bir nokta varsa çözün bir daha da olmamasını söyleyerek konuyu kapatın

 

küçük şeytanım

en azından bir daha olmasını engellemiş olursun

 

taehyung

öyle mi diyorsunuz yani

 

yersiz yurtsuz

öyleee

sen hyunguna güven

 

taehyung

hoseok hyung da olmasa jiminin sikişin gitsin önerilerinden başka bir şey duyamayacağım için buna çok okeyim

 

küçük şeytanım

bu arada ben hala bu sözümün arkasındayım

busanlı diye demiyorum ama ben bu çocuğu tuttum

falı zaten inanılmazdı baskın olmasına rağmen feromonları kullanma şekli de güven verici

ayrıca teni de bronz

mükemmel olması için evren çabasızca uğraş vermiş

 

taehyung

bronz tenli olmasının ne gibi bi artısı olabilir

sadece soruyorum

 

yersiz yurtsuz

umarım o salak belgeseli örnek göstermezsin

 

küçük şeytanım

ne varmış o belgeselde

adam davranış bilimleri uzmanı

 

yersiz yurtsuz

🤦🏻‍♂️

 

küçük şeytanım

kes

bak şimdi taehyung geçen bir belgesel izledim

 

taehyung

netfilxe giremememden anladım zaten

 

küçük şeytanım

nerd seviyesinde belgesel izleyici olmak suç olsaydı ben

ResimLink - Resim Yükle

 

taehyung

sen kafayı yemişsin

 

küçük şeytanım

kaynatmayın bakın bu önemli bir mevzu

ben söylemiyorum 

davranış bilimleri uzmanı Kim Junhae söylüyor

beyaz tenliler cinsellikten ziyade yan yana olmayı severmiş bu yüzden de iyi bir cinsellik istiyorsak tercihimiz bronzdan yana olmalıymış çünkü bronz tenliler endorfini daha çok salgıladığı için libidoları yüksek ve daha yoğun cinsellik yaşarlarmış

yani jungkookla seviş

seviş ben arkandayım

 

taehyung

beyazlar 31e devam yani

 

yersiz yurtsuz

hayatımda duyduğum en saçma şey

 

küçük şeytanım

hyung sen bence istisnasın

çünkü geçen yaz tatile gittiğimizde aikiye aranızda ne geçtiğini sordum

kıza ne yaptıysan anlatamadı bile kıpkırmızı kesildi

 

yersiz yurtsuz

öğrenci değişimle gelmeseydi nikahı basmıştım aikiye

ciddiyim şakam da yok

 

taehyung

uzaktan yürütebilirdiniz bence

aiki bambaşka bir omegaydı

 

yersiz yurtsuz

uzakta yar sevenin sikine kırağı düşermiş

orda burda eğlensem de iş ilişkiye geldiği zaman partnerime fazlasıyla sadık biriyim cinsellik işin taşağı 

öpüp koklamam elini tutup gezip dolaşmam

yanında olmam gerek

 

küçük şeytanım

GİRSİN

BAK GÖRDÜN MÜ İŞTE DEDİĞİME GELİYOR YİNE KONU

beyaz tenliler cinsellikten çok yan yana olmayı seviyor

 

yersiz yurtsuz

hani istisnaydım piç

sen komodo ejderi gibi karaktersiz bir insansın var ya

sik gibi belgeseller izliyorsun ayrıca

gerçekten adamın savunduğu şey 

saçmalıktan başka bir şey değil

bilimsellikten uzak tamamen ırkçılığa yönelik

 

taehyung

saçma ve ırkçı oluşuna katılıyorum

pek bilimsel durmuyor 

daha çok kıçından sallamış gibi

 

küçük şeytanım

ben jungkooka güveniyorum

adamın yemek yemesinden bile belli nasıl seviştiği

siz hala geçin dalganızı

bilim var bilim 

siz kimsiniz bilime inanmıyorsunuz

bu söylediklerinizi tek tek yutturacak size jungkook 

 

taehyung

bilimi falan bilemem ama

jungkookla sevişmeyeceğim için bunu öğrenemeyeceğini biliyorum

 

küçük şeytanım

göreceğiz onu bekle sen

 

*** 

 

Jung Hoseok

takipçi      takip edilen

4341             986

 

ResimLink - Resim Yükle

3863 beğeni

jhopeonthestreet: 😏✌🏻

968 yorumun tümünü gör

kimnana: 🔥🔥🔥

renebaebae: bakışlarınla beni baştan çıkarttığın için sorumluluk almalısın

sseulgi:clublarla böyle yakışıklılar vardı da benim niye haberim yoktu

 

***

Park Jimin

takipçi      takip edilen

4270             843

ResimLink - Resim Yükle

3980 beğeni

p.jmn: alfam da alfamm

1023 yorumun tümünü gör

bunnysohee: auranız yaktı geçti

minako.aiki: çok güzelsiniz 💖💖

↳jhopeonthestreet: sen daha güzelsin

leeminseo: bi ikili çok tehlikeli ama park jimin çok daha tehlikeli 😈

 

***

Kim Taehyung

takipçi      takip edilen

3997             461

 

ResimLink - Resim Yükle

2960 beğeni

kthvante: always and augustine, never the betty

(bu gönderi yoruma kapalıdır)

 

ResimLink - Resim Yükle

3021 beğeni

kthvante: it's about time we get it straight

(bu gönderi yoruma kapalıdır)

 

ResimLink - Resim Yükle

2988 beğeni

kthvante: remember how I used to make you laugh the most

(bu gönderi yoruma kapalıdır)

 

ResimLink - Resim Yükle

3634 beğeni

kthvante: ✍🏻

(bu gönderi yoruma kapalıdır)

Chapter 8: yan odadaki avukat ve tekir kedi duş perdesi

Notes:

(See the end of the chapter for notes.)

Chapter Text

seokjin ve taehyung

 

velet

hyung

görüldü

 

hyung

görüldü

 

hyung

görüldü

 

hyung

görüldü

 

hyung

görüldü  

 

yan odadaki avukat

taehyung

acil mi

 

velet

nerdesin

 

yan odadaki avukat

ifadedeyim

emniyette

 

velet

aaa

niye

noldu

 

yan odadaki avukat

avukatım ya hani

 

velet

haaa doğru

işin bitince yazsana

görüldü

15.04

 

yan odadaki avukat 

geldim

ne oldu

paran mı bitti 

sen boşuna yazmazsın bana

 

velet

aşk olsun

ne alakası var

 

yan odadaki avukat

iyi öyle olsun

paran var mı peki

 

velet

var var merak etme idare eder

 

yan odadaki avukat

ne kadar idare eder

 

velet

yarım saat falan 😬

 

yan odadaki avukat

ben malımı biliyorum işte de o yüzden soruyorum

ne alacaksın

 

velet

derste canım o kadar sıkıldı ki

alışveriş sitesinde bir miktar sepet yapmış olabilirim ☺️

 

yan odadaki avukat

ne kadar lazım

 

velet

gönlünden ne koparsa be hyungum

 

yan odadaki avukat

inan bana gönlümden bir won bile kopmuyor

yani o kadar kopmuyor ki inanamazsın

bir de ne var biliyor musun bu sıralar cebimde

 

velet

ne var

 

yan odadaki avukat

akrep var

elimi cebime atınca sokuyor

 

velet

o zaman ne kadar lazım diye niye soruyorsun

ayıp değil mi duygularıyla oynuyorsun kardeşinin

 

yan odadaki avukat

her seferinde inanan sensin

biraz akıllan

seni çok dolandırırlar bak dikkat et

 

velet

etrafım dolandırıcı kaynıyor hangi birine dikkat edeyim

ayrıca hyungum değil misin

hemen dava açarsın çatır çatır burnundan getirirsin

 

yan odadaki avukat

avukatlık ücretimi ödersen götünden kan bile alırım dolandırıcıların ne diyorsun

 

velet

ya git

senin gözünü para bürümüş

senden ala dolandırıcı mı var

 

yan odadaki avukat

ne kadar ağladın

gönderdim paranı sadakam olsun düş yakamdan

 

velet

canım

bir tanem

alfalar alfası avukatlar avukatı hyungum 💖

mesaj geldi şimdi

ama keşke açıklamaya 11 temmuz 2025 tarihinde geri ödenmek üzere borç olarak verilmiştir yazmasaydın

biraz kırıcı olmuş

 

yan odadaki avukat  

ben kendimi sağlama alayım da 

zaten tüm bunları evlenirken faizleriyle alacağım eşinden haberin olsun 

benimki olur da evlenmezsen senden alabileyim diye ufak bir önlem sadece

ekonomik özgürlük bağımsızlık yalnız yaşam ayağına evden ayrıldın ama banka hesabımla arandaki ilişki bir türlü kopamadı

evlenip boşansam nafakam daha az olurdu

 

 

velet

soru eklerini birleşik yazmadığın bir evrende bu dediğin olabilirdi

 

yan odadaki avukat

boş yapma da konuşmadığımız zaman içinde 

aksiyon oldumu olmadımı özet geç

karşılıklı özetleşip hayatımıza devam edelim

 

velet

🙄🙄

ses atacağım biraz uzun

 

yan odadaki avukat  

ses falan dinleyemem mesaj at

prensiplerim var benim

 

velet

sadece yaşananları ses atacağım 

ne gibi bir prensibin var anlayamadım

 

yan odadaki avukat

ses kaydı mahkemede delil olarak geçmiyor

olur da bir şey olursa elimde yazılı kanıt olsun

 

velet

🔈 ses 7 dk

girsin.

paşa paşa dinleyeceksin dinlemezsen 

anneme geçen sene ayrıldığın kıza 

kaptırdığın wonları söylerim

 

yan odadaki avukat

işimiz nazardan kapımız nankörden uzak olsun

sana da yazıklar olsun

dinliyorum sus

kira mı arttı

para falan yok bende veremem baştan söyleyeyim

nE

NE DİYORSUN SEN

ALFA MI BİR DE

IY BÖCEK Mİ BASTI EVİNİ PİS PASAKLI

NE ZAMAN YAŞANDI BUNLAR

 

velet

üç dört gün içinde falan

 

yan odadaki avukat 

sen doğduğunda kendimi dünyanın en şanssız insanı sanıyordum ama şimdi anladım ki sen bir numarasın

böyle devam et tamam mı sana bir numaralar yakışır

 

velet

normalde insanların abileri 

kardeşlerine destek olur ev sahibine dava falan açar

sen pasif bir omegasın 

baskın bir alfayla yapamazsın

 başka ev bakalım vs der

atlar arabasına gelir bir ortamı yoklar 

alfanın gbtsine kadar araştırır

sen ne şekil bir abisin tam olarak çözemedim

iyi gibisin ama kötü gibisin de

ilgili gibi görünüp ağzıma sıçıyorsun

güreşirken yanlışlıkla burnumu da kırmıştın 

(bu biraz şaibeli

çiğ mantar yedirip zehirledin 

ama tüm gece hastanede elimi tuttun

çift kişiliğin falan mı var acaba

 

yan odadaki avukat

ha gayret az kaldı çözeceksin durumu

 

velet

çöpten bulduk yalanına inanmak için fazla büyüğüm artık

 

yan odadaki avukat

sen yine de büyük resme dikkat et

 

velet

öf tamam

sen özetle şimdi ne oldu ne bitti

 

yan odadaki avukat

bende durumlar aynı

davalarla uğraşıp duruyorum

annem hala aynı kör randevular ayarlamaca falan

 

velet

annemin kör randevu için ayarladığı omegalar

 benim aksiyon dolu hayatımdan daha korkunç geliyor

üzgünüm ama biraz da gerçekler

 

yan odadaki avukat

bak bir tanesi iyiydi

oturduk kahve içmeye sonra birkaç kez daha buluştuk 

yakınlaştık da hani hala her şey normal 

ve bu biraz tedirgin edici

sonra bana dedi ki eski sevgilinle nasıl sevişiyordunuz

ne yapınca hoşuna gidiyordu

 

velet

yüzümdeki ifadeyi görebilsen keşke

 

yan odadaki avukat 

daha kötüsü geliyor bekle

yan masadaki adam bizi duyduğu için garip garip süzüyor

bu sefer ona taktı kafayı

karşımda pipeti çiğnerken seni süzmesi çok hoşuma gitti

kim bilir aklından neler geçiriyor falan dedi

 

velet

NE DİYORSUN ABİCİM SEN

KALK GİT BE

 

yan odadaki avukat

takım elbiseli eli yüzü düzgün bir alfayım yani

bok gibi de param var her yaz tatildeyim

yakamda güney kore avukatlık barosunun iğnesi var bir de

gavata falan mı benziyorum oradan anlamadım ki

bu ne genişlik

 

velet

bize gelince param yok

oh olsun sana 

başına gelen her şeyi hak ediyorsun

 

yan odadaki avukat

sence de bu konuşma çok fazla uzamadımı 

haftalık konuşma kotamızı doldurduk

yakışıklı avukat kaçar

 

velet

doğru söylüyorsun çok bile konuştuk

hayatımızda aksiyonlar birikene kadar görüşmeyelim

görüldü 15.56

 

yan odadaki avukat  

şhh bana bak

eğer o alfa bir şey yaparsa

biliyorsun yan odada avukat var tek telefonunla

parmaklıklar ardında bulur kendini

 

velet

biliyorum

işte bu yüzden sen 

💖

görüldü 16.07

 

***

 

jungkook ve taehyung  

 

 

dolandırıcı

bir şey yaptım

 

enayi

ne

ne var

yine ne yaptın

 

dolandırıcı

öyle değil

hemen çıkartma tırnaklarını

 

enayi

tamam söyle

 

dolandırıcı

bir şey aldım

bir gör ama effffffffffffffsane

 

enayi

ne aldın

 

dolandırıcı

ResimLink - Resim Yükle

 

enayi

tatlıymış|

bu ne şimdi 

nesi efsane bunun

 

dolandırıcı

duş perdesi

banyodaki perde milattan önce kalmış gibi görünüyordu

fakülteden çıkınca çin pazarına uğradım 

salonun arasına perde alacaktım 

rahatça dövme yapabilmek için

sonra bunu gördüm fayanslarla uyumlu

bir de sana benziyordu

almam gerektiğini düşündüm

 

enayi

sen düşünme nolursun

nerem benziyor buna

 

dolandırıcı

tekir kedi yavrusu gibi tırnaklarını çıkartmadan duramıyorsun

sana benziyor işte

her an saldırıya hazır bekliyor

 

enayi

hiç de bile çıkartmıyorum 

ayrıca da bi sebebi vardı

beni dolandırdın bilmem farkında mısın

 

dolandırıcı

bak yine çıkarttın tırnaklarını

biz bunları aşmıştık en son

tekir kedisin işte

 

enayi

o dün beni yeniden dolandırdığını öğrenmeden önceydi

ayrıca tekir kedi falan değilim

olsam olsam sarı kedi olurum ben

 

dolandırıcı

isteyerek yaptığım bir şey değildi dedim ya sana

kartonpiyer ince olduğu için bütün sesleri duyuyordum

kullanmış bulundum internetini

 

enayi

aynen kullanmakla da kalmadın müşterilerine de söyledin

 

dolandırıcı

yaniiiiii

biraz olmuş gibi ama kesinlikle öyle de denemez

 

enayi

ay yok sinirlenmeyeceğim dedim ama

sen insanı çatlatırsın

ne demek öyle denemez bal gibi de kullanmışsın

bunu söylemek bu kadar zor mu

 

dolandırıcı

yav tamam ben kullanmadım demedim ki kullandım

hem de çatır çatır kullandım

müşterilere de verdim şifreyi

bu dolandırıcılık değil ama

 

enayi

yok bu çocuk bana kafayı yedirtecek|

nasıl değil sen beni çıldırtmak mı istiyorsun

benim evime takılı internetin şifresini duyuyorsun

kullanıyorsun sonra müşterilerine de söylüyorsun

her ayın faturasını da ben ödüyorum oh süper ya

 

dolandırıcı

afiyet olsun ne diyeyim

 

enayi

BAK BENİ DELLENDİRME

BU DOLANDIRICILIK DEĞİL DE NE

 

dolandırıcı

değil tabi ki

bak şimdi şöyle düşün

bi kafeye gittin ve internetin şifresini istedin

böyle düşünemiyorsan da bir alternatifim daha var

evine misafir gelmiş de şifreyi istemiş kullanıp gitmiş gibi 

olaya nasıl baktığınla ilgili

tamamen bakış açısı yani

 

enayi

ya sen geri zekalı mısın

bana neden düşünmem için alternatifler sunuyorsun

yeni dolandırıcı skilli falan mı açtın

ortada olan şey belli

niye zorluyorsun

 

dolandırıcı

kendini kötü hissetme diye

farklı açıdan bakmak gerek bazı şeylere

bir de can güvenliğim için|

 

enayi

çok sağ ol ya

 

dolandırıcı

bak gördün mü içini rahatlattım işte

 

enayi

ben nasıl rahatlarım biliyor musun

duş perdesindeki mızrağı sana sokarsam 

 

dolandırıcı

anlaşıldı senin tekir kedi modun hala açık

ben yavaştan kaçayım

kasada ödeme yapacağım

görüldü

 

enayi

jungkook

 

dolandırıcı

he

 

enayi

beni başka bir şekilde dolandırdığın oldu mu

bu konuyu artık kapatmak istiyorum

eğer dolandırdığın başka bir şey varsa söyle

yoksa bir sonrakinde o mızrağı çok başka şekilde kullanırım

ve bu hiç hoş olmaz

 

dolandırıcı

ürperdim o ne be|

nerden anladı ki|

yok 

dolandırmadım

 

enayi

emin misin

 

dolandırıcı

daha çok ürperdim|

eminim

 

enayi

iyi tamam

ama dur

son bir şey daha var

dün akşam

 

yazıyor...

çevrimiçi

 

yazıyor...

 

dolandırıcı 

ne geliyor yazıp yazıp siliyor|

içimden geçmese bari|

öpmedim ki ama çok da bir şey yapmaz bence|

 

enayi

eve gelen müşterilerini feromonlar konusunda uyarır mısın

özellikle omegaları uyarırsan çok iyi olur 

çünkü bu konuyu seninle konuştuk

ev olarak benimsediğim yeri bir başkasının sahiplenmesi

öylece izin verebileceğim bir şey değil

konunun huysuzluk olmadığını bil yani

 

dolandırıcı

ohh iyi bari dolandırma meselesini aştık|

biliyorum

en başında konuşmuştuk

diğer şeyler işin şakası olabilir ama feromon konusunda haklısın

bunun önemli bir konu olduğunu biliyorum

böyle bir şey bir daha yaşanmayacak emin olabilirsin

 

enayi

bir de şey

yazıyor...

çevrimiçi

 

yazıyor...

çevrimiçi

 

dolandırıcı

yaz artık çatladım burda|

ney

 

enayi

teşekkürler

 

dolandırıcı

bu ne için

 

enayi

içim kıpır kıpır oldu aniden|

ter de bastı|

dün için

feromonlarını kullanman iyi hissettirdi

ama bi daha üzerime çıkarsan dayak yersin

bu konuda anlaşalım

 

dolandırıcı

tekir kedi gibi pıt pıt vurup söyleniyordun

bana susturmak için başka bi şans bırakmadın ki

 

enayi

üzerime çıkmana gerek yoktu

 

dolandırıcı

sen kendini tırnaklarını çıkarmışken gördün mü hiç

susturmam mümkün değildi

 

enayi

susturmak için tek yol bu değildi

 

dolandırıcı

susturmak için bir seçeneğim daha vardı ama bu pek hoşuna gitmezdi|

susturmak için bir seçeneğim daha vardı ama bu pek hoşuna gitmezdi

 

enayi

neymiş o

görüldü

 

yazıyor...

 

dolandırıcı

biraz geç düşecek sanki|

ne okuduysan o

görüldü

 

enayi

SENİ DÖVERİM

 

dolandırıcı

sen bi utandın gibi

hoşuna mı gitti

 

enayi

saçmalama salak herif

uzaklaş benden

 

dolandırıcı

yanakların kızardı bence

dün de öyle oldu

 

enayi

eve kamera falan mı yerleştirdi de gördü yanaklarımı|

böyle kafanda kurmaya devam et

ruh hastası

 

dolandırıcı

inanılmaz eğleniyorum var ya|

keşke yanında olsam da görebilsem|

yok yok

ben seni çözdüm

ne zaman böyle utansan

ya da bir şey hoşuna gitse yükselip öfke saçıyorsun

bunun tek bi açıklaması var

 

enayi

her şeye de bir açıklaman var

profesör doktor herbokolog

 

dolandırıcı

kediler de ilk başta tanımadıkları insanlara tüylerini kaldırıp

tırnaklarını çıkartırlar yakınına gittiğinde de tırmalarlar

sonra karşı tarafa güvendiklerinde tırnaklarını geri çekip çenelerini okşanması için başlarını sürterler

ama çok fazla okşarsan da aniden yine tırnaklarını geçirirler

bence sen de öylesin bana alışmaya başladın ama seni utandırdığımda aniden yükselip tırnaklarını çıkartıyorsun

nazlı bi omegasın

 

enayi

kafamı kuma gömmek istiyorum bu saçma sapan his yüzünden|

domatese döndüm|

omegam yerinde duramıyor|

sen bu hayata beni sınamak için mi geldin

 

dolandırıcı

kızma hemen tamam ya

eve geliyorum bir şey lazım mı

 

enayi

istemiyorum hiçbir şey

 

dolandırıcı

hadi hadi nazlanma

 

enayi

rahat bırak beni 

resim yapacağım yazma bi daha

 

dolandırıcı

sana pizza alayım

görüldü 17.15

 

enayi

mantarsız fesleğen soslu olsun

 

ResimLink - Resim Yükle

 

dolandırıcı

tekir kedisin işte|

öyle aldım zaten ☺️

görüldü 17.18

 

***

 

Kim Seokjin

takipçi        takip edilen

6437             2076

 

ResimLink - Resim Yükle

3500 beğeni

av.kimseokjin: hakimi etkilemek için üç numaralı bakışımı kullandım

543 yorumun tümünü gör

kthvante: hyunglar hyungu be şu yakışıklılığa bak😍

kcskimmirae: oğluşum

johannagk: kore adalet sarayında böyle avukatlar varsa daha çok suça meyilleneceğim 🔥

↳av.kimseokjin: hanımefendi ücretini ödediğiniz taktirde avukatınız olmaya gönüllüyüm

 

***

 

Bubblegum 🔒

takipçi        takip edilen

12               18

 

ResimLink - Resim Yükle

6 beğeni

taehyungdegilim: güno günoo en sevdiğim ders sabahın 8.30una koyulmuş gibi bir güne uyandık

3 yorumun tümünü gör

jhopeonthestreet: güzelliğin yüzünden hastaneye kaldırıldım

 

ResimLink - Resim Yükle

5 beğeni

taehyungdegilim: 3 saat sandalyede çizim yaptıktan sonra gel de hayatın tadını çıkart

2 yorumun tümünü gör

p.jimn: sabah güneşi sidikliye vurur

 

ResimLink - Resim Yükle

10 beğeni

taehyungdegilim: dünyanın en gıcık alfası durup durup kuruluyorum sana

2 yorumun tümünü gör

p.jimn: memleketlim hakkında doğru konuş çarpılırsın

↳taehyungdegilim: ikinizi kafa kafaya tokuşturucam

 

ResimLink - Resim Yükle

12 beğeni

taehyungdegilim: geçmiş karşıma ayağıma vuruyo neymiş efendim sigara içerken canı sıkılıyormuş beraber çıkarsak sohbet edermişiz defol git be adam

2 yorumun tümünü gör

p.jimn: oh bi de öpüşürsünüz

↳taehyungdegilim: siz iki busanlı çete mi oldunuz başıma

Notes:

anlamışsınızdır belki ama yine de söyleyeyim, Taehyung'un iki hesabı var. birisi çizimlerini ve herkesin görmesini istediği fotoğraflarını paylaştığı diğeri ise daha özel, sadece tanıdıklarının olduğu privi.

Chapter 9: takımın altın oyuncusu ve onun bir numaralı fanı

Chapter Text

ResimLink - Resim Yükle

Üniversiteye başlayıp evden ayrılana kadar yaşadığım ev iki ailenin sığabileceği büyüklükteydi. Kendime ait bir oda, ders çalışmam için ufak bir çalışma odası ve de iki tuvalet vardı. Fazlasıyla rahattım, bana karışan kimse yoktu. Bir ağabeyim olmasına rağmen kendime ait şeyleri pek sık paylaşmadığım için de bu duyguyu pek bilmezdim ancak ayrı bir eve çıktığımda, yavaş yavaş belli şeylerde kendimi törpülemeye çabalamıştım. Hala daha bazı huylarımdan vazgeçtiğimi söyleyemezdim, bu yüzden de tek başıma yaşamak daha mantıklıydı benim açımdan.

Ancak şimdi, durumlar çok farklıydı ve hayatımın tam anlamıyla aniden değiştiği noktada elbette bocalamam kaçınılmazdı. Bunun en iyi örneği ise sabahları bitik bir vaziyette uyanıp tuvalete girip bir saatimi telefondan saçma videolar izlemeyerek ayılmaya çalışmamdı. Bu bir rutin gibiydi artık ama biriyle koordineli olarak yaşadığım gerçeğini yarım saatin ardından alacaklı gibi çalan tuvalet kapımla anlamıştım.

"Tanrı aşkına, omega, çık artık mesanem patlayacak."

Jungkook acı içinde bana yalvarırken sabahları uyanmanın zorluğunu hala üzerimden atamamıştım ve bir ev arkadaşım olduğunu ısrarla reddederek gözlerimi kırpıştırmaktaydım. İnsanın belli alışkanlıklarından aniden vazgeçmesini bekleyemezdiniz, ben de tam olarak bu kaosun içerisinden çıkmaya çabalıyordum ancak bir türlü başaramıyordum.

"Çıkacağım, vurup durma!" dedim huysuzca telefonumu kilitleyip toparlanırken. Karakterim gereği reflekslerim hızlı olsa da ağır hareket ederdim bu yüzden acele etmek yerine ellerimi ve yüzümü yıkadım, dişlerimi de uyuduğum için ağzımda bakteri biriktiğini düşündüğümden fırçalayarak çıktım banyodan. Benim için normal bir süreydi fakat Jungkook için oldukça uzun olduğundan ben kapıyı açtığım anda beni kenara ittirip söylenmeye başladı.

Daha afyonum bile patlamadığı için cevap verme gereği bile duymadan odamdaki dolaptan ağır ağır kıyafetlerimi giyinip üzerime çeki düzen verdim, sonra da salona geçtim. Karşılaştığım ilk şey, alfanın feromonlarının bütün salona yayılmış olmasıydı ve soluduğumda omegamın hiçbir rahatsızlık hissetmeden bunu garipsememesiydi. Üstelik daha eşyaları ortalıkta bile değildi, sadece uyuduğu yerde bile feromonları güçlüce yayılmıştı.

Ben zannediyordum ki, omegam bir noktada rahatsız olur ama beklediğimin aksi yönde ilerliyordu. Omegamın bu feromonlara tepki olarak içime sıcacık bir his bırakıp beni biraz daha mayıştırması oldukça şaşırtıcıydı. Kişisel olarak da hala yeni birinin varlığı ufak bir kıymık gibi arada rahatsız etse de sanırım bu noktada hayatımda ilk kez evde birinin varlığından rahatsız olma hissini geri plana itebilmiştim. 

Omegamın memnuniyetini kabul edip düşüncelerimi kenara bırakarak buzdolabından sütü ve mısır gevreğini çıkartıp bir kaseye doldurdum. Kahvaltıyla pek aram yoktu, sabahları erken saatte yediğim yemekten midem bulandığı için mısır gevreğini tercih ederdim. Aslında pek tercih değil, alışkanlıktı çünkü aile evinde annemler erkenden işe giderdi, Seokjin hyung ders çalıştığı için odasında yerdi ben de kolaya kaçıp atıştırmalıklarla idare ederdim. Zamanla da bu bir alışkanlık olarak kalmıştı işte.

Gece dönem ödevimin taslağını çıkarttığım için biraz geç uyumuştum, bu yüzden birkaç saatlik uykuyla bu günü atlatmam gerekiyordu. Derince bir iç çekişle dudak bükerek ellerimi saçlarımın arasından geçirip daha fazla dağılmasını sağladım. Uykum, ciğerlerime kadar çikolata kokusuyla dolduğum için neredeyse açılmıştı ama hala o mahmurluğumu atamamıştım. Bu yüzden kaşığımı mısır gevreğine dalgınca sokup karıştırarak yemeye başladım. 

Masanın çiçekli desenine bakarak ağzımdakileri bitirdiğim gibi yeni bir kaşıkla doldurduğum sırada tuvaletin kapısı açıldı ve dikkatim o yöne kaydı. Karşılaşmayı beklemediğim manzara yüzünden aptal gibi ağzım açık ona bakındığımdan dudaklarımın kenarlarından mısır gevreğinin sütleri akmaya başladı. Aklım da fikrim de kelimenin en basit anlamıyla uçmuştu çünkü alfa, ben tuvaletten çıkarken girdiği gibi değil de üstünü çıkartmış bir şekilde sadece eşofman altıylaydı ve yüzünden damlayan sular boynuna doğru süzülüyordu. Ve oradan da göğsüne, tam olarak şimşek çaktığında görünen çatlaklar gibi duran dövmesine doğru.

Jungkook banyoda yüzünü kurulayacak havlu olmadığı için tezgahın üzerindeki havlu kağıttan koparırken göz göze gelince ağzımdaki mısır gevrekleri boğazıma kaçarak neredeyse boğulmama neden oldu. Tanrım, elimle ağzımı kapatıp öksürüğümü kontrol etmeye çalışıyordum ama gözlerime hakim olamıyor sürekli o çıplak, pürüzsüz ve hala daha ıslaklık olan göğsüne kayıp duruyordum. Ve en korkunç olanı ise Jimin'in mesaj atmasına rağmen bahsettiği şeyin kulağıma fısıltı gibi doluşmasıydı.

İyi bir cinsellik istiyorsak tercihimiz bronzdan yana olmalıymış çünkü bronz tenliler endorfini daha çok salgıladığı için libidoları yüksek ve daha yoğun cinsellik yaşarlarmış.

Omegamın heyecanı benim heyecanımla birleşince feromonlarımı kontrol etmem de zorlaştı çünkü ne gözlerimi ondan alabiliyor ne de kafamdaki sesi kontrol edebiliyordum. Ama işin en iyi yani Jungkook yüzünü kurularken bu halimi pek fark etmemiş, bir kase ve mısır gevreği kaparken söylenmeye başlamıştı.

"Yemin ederim biraz daha çıkmasaydın içeri dalıp klozetin köşesinden işemeyi düşünüyordum." 

İnanın bana, ona bir çift laf etmeyi ben de istiyordum ama tam karşımda sandalyeye dizi havada kalıp bir kolunu dizine dayayacak şekilde yarı çıplak otururken cümlelerimi toparlayamamıştım. Tek yaptığım ona orta parmağımı göstererek boğazımı temizleyip ağzımı yüzümü beceriksizce temizlemeye devam etmek olmuştu. Tabii bir de Jungkook'a bakmamaya çalışmak.

Kendimle ilgilenmekten Jungkook'un gözüme sokarcasına salladığı peçeteyi geç fark etmiş, ettiğim gibi de almıştım ama o bir açığımı buldu ya yemeğine başlamadan hemen alayla "Ağzını mı bulamadın bu nasıl yemek yemek al şunu." demeyi ihmal etmemişti.

Ters ters bakarak çenemden akan sütleri temizlerken içimden binlerce kez küfür edip Jungkook'un ağzına laf verdiğim için kendime kızdım. Bu sıralar kendimi rezil etmek konusundan üstün bir çaba sergilediğim yetmemiş gibi bir de bunu Jungkook'a karşı yapmak ayrı bir sinir bozucuydu.

"Bugün ne yapacaksın?"

Gözlerimi çıplak göğsüne bakmamak için evirip çevirirken sorduğu sorudan dolayı doğrudan yüzüne bakarken buldum. Sorusunun beni biraz duraksatmadığını söylesem yalan olurdu çünkü uzun süredir yalnızdım, iki şekilde de... Daha önce hiç kimse yemek masasında bana gün içerisindeki planlarımı sormamıştı. Jimin'le ya da Hoseok hyunglayken genelde birlikte bir şeyler yapardık bu yüzden onları saymıyordum ama Suho'ylayken sadece flört dönemimde aldığım bir soruydu bu, sonrasında Suho bana gün içinde ne yapacağımı asla sormaz eve geldiğimde de günümün nasıl geçtiğiyle ilgilenmezdi. Bir süre o sormadan anlatmış olsam da Suho her hareketimi eleştirdiği için ben de bırakmıştım. Bu da bana uzun süre yalnız hissettirmişti. Şimdi ise uzun zamandır karşılaşmadığım bu sorunun içimde yarattığı o heyecanla ısındığımı hissettim. Hiçbir şey yapmayacak olsam bile anlatma isteğime karşı koyamayıp ağzımdakileri bitirerek Jungkook'un güneş yansıdığı için daha parlak duran gözlerinden kendimi  zar zor ayırarak konuşmaya başladım.

"Bugün tek dersim var, sonrasında ne yapacağımızı konuşmadık Jimin'lerle. Muhtemelen bir kafeye geçeriz." sonra Jungkook'un tavrını kontrol etmek için duraksadım. Bunu neden yaptığımı bilmiyordum ama sanırım güven duymak istedim. Beni dinlemesini, söylediklerime olumlu yaklaşmasını ve mış gibi yapmamasını... Nitekim, baktığımda aksi gerçekleşmedi, beni ilgiyle dinlediğini, dinlerken de arada sırada başını sallayıp kısa aralıklarla yemeğine bakındığını fark ettim. Bu bende istemsiz bir tebessüm oluşturmuş ve devam etme isteği doğurmuştu. Bu yüzden omuz silkip kaldığım yerden devam ettim "Ama hava çok soğuk olmazsa belki kampüsteki botanik bahçeye resim çizmeye giderim. Soğuk olursa da eve gelirim, uygulamalı dersimin taslağını bitirmem gerek."

"Maç var öğlen gelsene." arkasına yaslanarak kaşığını bana doğru hafifçe salladığında yüzündeki sırıtışla kendince benimle dalga geçmeye çalışarak devam etti "Bir numaralı fanım olarak seni tribünde görmek isterim."

Elbette altta kalmadım ama içten içe de gülmeyi ihmal etmeden kaşığımı onun kaşığını ittirmek için kullanarak onu komikçe taklit ettim "Bir numaralı fanım olarak seni tribünde görmek isterim. Nereden senin fanın oluyormuşum acaba, nasıl vardın bu kanıya."

"Bu kasları nasıl yaptığımı görürsün işte. Geçen gün bi aklın kalmış gibiydi."

Cümlesini bitirdiği gibi göğsünü ve kaslarını şişirmesi haliyle odağımın oraya yönlenmesine neden olunca yiğitliğe bok sürmemek için "İlgi alanım içi boş protein tozu kaslar değil, üzgünüm." demiştim. 

Bunu söylerken büyük bir özgüvenim vardı ama Jungkook yanağımdan makas alıp masadan kalkarken lafı öyle bir ağzıma tıkmıştı ki süt boğazıma kaçarak beni öksürük krizine sokmuştu. Yine, karşısında rezil olmuş elim kolum bağlı kalmıştım.

"Oysaki geçen gün yanağın kaslarımla tanışmıştı."

Yanağımızın değil de ağzımızın tanışmasını yeğlerdim.

Sikeyim, dilimin gitmediği cümleyi omegam öyle kolay fısıldamıştı ki kulağıma öksürüğüm daha çok şiddetlenmişti. Ve üzerine Jungkook'dan aptal bir sırıtmayla peçete yardımı alırken kabul etmek zorunda kalmıştım. Beni öyle iyi ekarte ediyordu ki hiçbir şey yapamıyor, kitlenip kalıyordum. İşin en garip kısmı ise önceleri beni öfkelendirip üste çıktığı için uyuz eden bu durumun artık biraz da olsa tebessüm ettirici olmasıydı. Hatta itiraf etmem gerekirse bu kadar dişli olması hoşuma bile gidiyordu. Uzun zamandır durgun olan hayatıma biraz da olsa aksiyon katarak kalbimin garip bir heyecanla çarpmasını sağlıyordu.

Dövme malzemelerinin olduğu tarafa kahkahalarla giderek dolabından kıyafetlerini alırken öksürüklerimin arasından elimi kaldırıp zar zor "Buraya gel, seni çok fena döveceğim." demeye çalışmıştım ancak ağzımdan anlamsız şeyler çıkmıştı.

Jungkook bana insanın içini kaynatan, yanağındaki derin gamzeyi ve gözlerinin köşelerinde parmaklarımla saymaktan çekinmeyeceğim kadar hoşluk katan çizgileri açığa çıkartarak öpücük attığında önümden öylece öksürükler eşliğinde tuvalete doğru geçip gidişini izledim.

Yenilgiyle yediğim mısır gevreğini tadım kaçtığı için yarım bırakıp bir dal sigara içmeye balkona çıktım. Dikkatimi ilk çeken şey Jungkook'un sigara markasının izmaritlerinin benimkinden fazla oluşuydu. Pek dikkat etmemiştim ama sanırım geceleri fazlasıyla kahve ve sigara içerek geç yatıyordu. Evin kurallarını koyduğumuz zamanda tam da tahmin ettiğim gibi uyku problemi vardı ama sessiz olduğu için belli etmiyordu uyumadığını. Eğer maçı varsa az uyuduğu için performansını etkiler miydi diye düşünmeden edemedim.

Sigaramdan bir duman çekip düşüncelerimi dağıtmak için instagrama girdiğimde bu kez dikkatimi başka bir şey çektiği için rahatsızca kıpırdandım. Suho her gün istisnasız girdiği platformda ne bir post ne de bir hikaye paylaşmıştı. Bu bana acaba beni arkadaşlıktan mı çıkarttı diye düşündürdü ama kontrol ettiğimde bir değişiklik göremedim. Whatsapp konuşmamız da hala görüldü şeklindeydi. Merak, istemeden de olsa bütün bedenimi ele geçirdi, stresle dudağımı ısırdım. Bir destek bekledim, omegamla konuşmak ve alayla bile olsa bana birkaç kelime etmesini ama yoktu. 

Suho'yla ruh eşi olduğumuz ilk andan beri onu ve alfasını hissedememiştim, bunun yokluğu defalarca kez kalbimi acıtmıştı. Kurtlarımız çok iyi anlaşırken ve hayatıma dahil olmayı bu kadar çok istemişken ne olduğunu bile anlayamadığım hızda değişmişti her şey. Ruh eşi olduğumuz belli olmasa gerçekten birbirimiz için olmadığımızı düşünecektim. Şu an nerede ne yapıyor bilmiyordum ama onu hissedebilmeyi çok istedim, duygularım bu kadar karışık olduğu için de öfkelendim. 

Birkaç gündür kendimi iyi hissederken şimdi gerçek öyle bir çarpmıştı ki bana Jungkook balkonun kapısını tıklattığında gözlerimi telefonumdan zar zor ayırabildim. Ve ne gariptir ki kabarıp buklelenmiş saçlarıyla bana ışıl ışıl gülümseyerek bakarken salondan dışarıya sızan çikolatalı feromonları içimi ısıtmış, o zamana kadar üşümüş olduğumu fark etmemi sağlamıştı.

"Ben çıkıyorum." dedi ama tam giderken tavrımı fark etmiş olacak ki kapıyı geri araladı ve beni baştan aşağıya inceleyerek sordu "İyi misin? Feromonların çok dengesiz."

"İyiyim, sorun yok." desem de birkaç saniye birbirimize baktık.

"Emin misin?" 

Bir insan, başka bir insana bakarken nasıl olur da gözleri bu kadar parlayabilir ve nasıl olur da kapkara görünürken bu kadar anlamlı bakabilirdi bilmiyorum ama sadece gözlerime bakması bile iyi hissettirmişti. Çünkü, belki birinin iyi olup olmadığımı sorması normal bir soru olabilirdi ama benim için öyle değildi. Önem verdiğim birinin bunu yapmaması ancak bir haftadır tanıştığım birinin yapması arasında büyük bir fark vardı ve Jungkook Suho'nın benim için yapmadığı bir şeyi yapmış, feromonlarımdaki kötü değişimi fark ettiği gibi sormuştu.

Gözlerimi hafifçe kırparken kalbim gümbürdedi, feromonlarım yavaş yavaş daha tatlı bir vanilya şeklinde yayılmaya başladı. Hissettiğim şeyleri kontrol edemediğim için ben bile şaşkındım ama Jungkook bunu da fark etti ve bakışlarının meraklı hali hafif bir gülüşe dönüşürken bana sordu.

"Sanırım bu eminim demekti?"

Başımı hafifçe salladım ve durgun bir ses tonuyla "Evet, sanırım öyle demekti." diye yanıtlarken gözlerimi onunkilerden hiç ayırmadım. Sadece, bu hissettiğim şey her ne ise pişman olmamayı diledim. Çünkü uzun zamandır kaybettiğim ve benim için değerli olan o şeyi bulduğumu sanarken yanılmak zaten incinmiş olan omegamı daha da kötü etkilerdi. 

Jungkook, ben karşısında binbir karışık hisle mücadele ederken çıktığını söylemesini mırıltılarla geçiştirip yarısına gelmiş sigaramın üzerine bir sigara daha yakarak bir süre daha balkonda kaldım. Evden çıkana kadar bir elimde sigaram, diğer elimdeki telefonda Suho'nun profili vardı ve aklımda ise karmakarışık düşünceler. 

İçeri girip hazırlanarak evden çıktığımda bile üzerime özen bile göstermediğimi, Jimin bana bu ne paspallık dediğinde fark etmiştim. Gerçi gri eskitme kot pantolon ve asker yeşili tişörtümle ceketim benim her zamanki okul halimdi ama saçlarımı düzeltmemek fazla paspal gözükmeme neden olmuş olabilirdi, hak veriyordum. Neyse ki Jimin beni tuvalete sokup saçlarıma çeki düzen vererek kendince oldurmaya çalışmıştı da öyle girmiştik derse.

Bu durum fazla uzun sürmedi ama, modernizm ve post modernizm dersinde durgun halimden sıyrıldım. Felsefe ağırlıklı bir konuda kendi görüşümü savunurken görüşüme saygı duymadan saçma sapan konuşan bir omegaya öfkeyle yükselip canını çıkartmak bütün ruh halime iyi geldi. Öyle ki, dersten çıktığımda bile öfkemi atamamış, söylenmeye devam etmiştim.

"Geri zekalı, fikrini saçma buluyorum da ne demek. Katılmayabilirsin ama saygı duymak zorundasın. Ayrıca savunduğu şey de hiç mantıklı değildi, asıl ben saçma buluyorum fikrini!" diye söylenerek Jimin'le çimenlerin oradaki gölgelikli bankların oraya, Hoseok hyungun yanına yanına geçtik. Çantamı sinirle koyduğumda sigarasını yana doğru üfleyerek bana hafifçe omuz attı ancak Jimin'e doğru sordu "Yine kim sinirlendirdi sarı şekeri?"

"Ilsung salağı. Neyse ki Taehyung içinden geçti."

"Oh!" dedim elimle göğsümü silkeleyerek "Çok da iyi yaptım. Bilgisi olmayan konularda boş yapmasın."

"Sarı şekerin gazabına tutulduysa birkaç gün kendine gelemez."

"Sana sarı şeker mi diyorlar?" Omzuma atılan bir el ve tanıdık gelen sesle yan tarafıma dönerek gözlerimi kırpıştırdım. Jungkook tıpkı benim gibi ancak daha sakin bir şekilde çantasını masanın üzerine koyarken ortaya kısaca bir "Selam," demiş, omzuma attığı eliyle beni dürterek devam etmişti "Kokuna bakılırsa ekşi sarı şekersin sanırım."

"Tadına bakmadan bilemezsin."

Jimin'in söylediğine karşılık bağırarak iteklerken ben daha ne olduğunu anlamadan Jungkook hemen omzuma attığı kolunu boynuma sıkıştırıp beni kilitledi.

"Dur bi bakayım."

Başımı eğip üstünü ısırdığında neye uğradığımı şaşırdım çünkü dişlerini tam kafamda hafif de olsa hissetmek üzerimde tuhaf bir etki bırakmıştı. Ensemden itibaren mühür yerim dahil tüm vücuduma kısa süreli bir elektrik yayıldığını hissettim. Alfaların köpek dişleri, omegalarınkinden birkaç milim uzundu ve mühür yerim olmasa da vücudumun herhangi bir yerinde hissetmek haliyle fazlaca etkilemişti beni. Üstelik kötü anlamda değildi bu, feromonlarımla tepki vermemi sağlayacak kadar önemliydi ve ben daha önce hiç böyle bir hisse kapılmamıştım. 

Kafamdaki dişler yerini boşluğa bıraktığında kalbimin gümbürtüsü kulaklarıma doldu ve yanaklarımın kızardığını hissettim. Yine sabahki gibi utanç verici bi durumla karşılaştığımdan bunun fark edilmemesi için hemen Jungkook'un kolunu ittirip "Ne yapıyorsun kafam acıdı aptal!" diye bağırdım sonra hızımı alamadım Jimin'i bir posta daha itekledim "Sen de salak salak şeyler söyleme bir daha."

Hoseok hyung Jimin'e göz kırpıp hemen arkasında durdu "Ne yapsın, Jimin'e pas verince gol atmadan duramıyor biliyorsun."

"İyi bok yapıyor."

Her ne kadar agresif bir yaklaşım sergilesem de tam olarak öyle olmadığını bildikleri ve beni tanıdıkları için, Jungkook da artık beni çözmüştü, hiçbirinin yüzündeki gülüş azalmadı. Hatta Jungkook beni yumuşatmak için oturduğumuz yerin hemen yanındaki çalılıktan bir dal çiçek kopartarak bana uzattı "Hemen de kızıyorsun, al, barışalım."

Adını bilmediğim sarı renkli çiçeği elime alarak yaptığı bu jeste de kızarmamaya çalışmak için "Sen niye geldin ki buraya?" diye sordum.

"Senin söylemeyeceğini bildiğim için Jimin'le Hoseok'a bugün maç olduğunu söyleyeyim dedim. Onlar seni nasıl olsa getirir."

"Benim dersim bitti gelirim, kaçta?"

"Benim de bitti. Taehyung'u da alır geliriz, o iş bizde."

Jimin'le Hoseok ortaya atıldı hemen, ben de böylesine heyecanlı oluşlarına göz devirmekle yetindim. Emrivakilerden ya da zorlamalardan pek hoşlanmazdım ama açıkçası reddetmek istememiştim. Bir önceki maçı evimde yaşananları anlatmak için yarım bırakıp çıkmıştık ve uzun zamandır Suho yüzünden basketbol maçlarına küstüğümü düşünürsek bugünün kafa dağınıklığını atmam için iyi gelebilirdi.

"Bir saate insanlar gelmeye başlar. Ben de şimdi ısınmaya gidiyorum."

"Süper," dedi Hoseok hyung eliyle baş parmağını kaldırarak "Bir saate orada oluruz biz de."

Jungkook da eliyle aynı işareti yaparak masadan kalktığında çocuk gibi zıplayarak birkaç adımla uzaklaştı ve elini uzatarak parmağıyla beni işaret edip göz kırptı "En özel koltuğu en özel fanıma ayarlayacağım. Amigo kızların arka sırasına geçmeyi unutmayın."

"Ben karşı takımı tutuyorum."

Bana hiç aldırış etmedi, çocuksu bir neşeyle arkasını döndüğü gibi çimenlerin oradan giderek gözden kayboldu. O gidene kadar peşinden bakmış, bizimkilere de dönerken gözlerime devirmiştim ve tam bir şey söyleyecekken bana imalı bakışlarıyla karşılaşmıştım. Hoseok hyung'un bakışları aslında normaldi de Jimin'in bakışları çok şey anlatıyordu.

Elimi ona doğru tehditvari salladım hemen "Bakışlarını üzerinden çek hemen. Sandığın gibi bir şey yok.

Hiçbir suçu yokmuşçasına ellerini iki yana kaldırıp biraz öncekinden daha da imalı bir şekilde sırıttı "Ağzımı bile açmadım, sen kendin konuştun."

"Sen ona bakma." dedi Hoseok hyung Jimin'e doğru olumsuzca baş sallarken "Ona karşı öncekinden daha yumuşak olman ikimizi de şaşırttı sadece..."

Hoseok hyung Jimin'den farklı olarak daha yumuşak, daha imasız bir cümle kurduğu için sakince omuz silkmekle yetindim. Biraz da olsa alıştığım kesindi hatta bazı hareketleri beni güldürürken öfkemin dindiğini bile hissediyordum ve bu öncekiler kadar rahatsız etmiyordu. Bir alışma dönemi olduğu barizdi ve artık o dönemi atlamış sayılırdım, hala daha yalnızlığın verdiği rahatlığım vardı ama bazı şeyler tuhaf gelse de orta yolu bulacağımıza inanıyordum.

Elimdeki sarı çiçeği dalından döndürürken sakince konuştum "Söylediğin gibi yavaş yavaş alışmaya çalışıyorum hyung. Aynı evin içinde iki düşman olmaktansa arkadaş olmak daha doğru hissettiriyor."

"Şimdilik. Sonra bi bakmışsın sevgilisiniz."

"Ya sen ne ara böyle biri oldun ben anlamadım ki." derken elimdeki sarı çiçeği kitabımın arasına koyarak kınayıcı bir sesle devam ettim konuşmaya "Bir alfayla omega ev arkadaşı olup aynı zamanda da arkadaş olamaz mı Jimin? Hemen yatağa sokuyorsun."

"Ben sadece gördüğümü söylüyorum. Belki de kaderindir nereden bilebilirsin ki?"

"Aynen, ruh eşime anlat onu."

Bu cümleyi kurduktan sonra o kadar yanlış hissetirmişti ki, bir an için Suho'ya karşı olmadığı bir alternatifte acaba nasıl hissederdim diye düşünmeden edemedim. Ancak daha fazla derinlere dalamadan Hoseok hyung olası bir kavgaya karşı temkinli olarak "Tamam kavga etmeyin hadi. Soğuk bir şeyler alıp maça gidelim de izleyelim." dedi ve son noktayı koydu. Böylece konu ortada kaldı ve toparlanıp kafelerden birine gitmek için fakülteden çıktık. Ben kendime vanilyalı soğuk latte aldım, Jimin ve Hoseok hyung da soğuk americano. Yürüye yürüye maçın yapılacağı kapalı spor salonuna gittik ve fazlasıyla kalabalık olan alanda ittire kaktıra en öne ulaşmayı başardık.

Alfa ve omega feromonlarının birbirine karıştığı alanda herhangi bir feromonu seçmek oldukça zorken, bahsettiği gibi amigo kızların arka sırasına geçtiğimizde gözlerim sahanın en son köşesindeki çikolata feromonlarının sahibini bulmakta pek zorlanmadı. Üzerinde üniversitenin isminin yazılı olduğu kırmızı beyaz basketbol takımı vardı ve ıslak, dalgalanmış saçlarını, boynuna astığı beyaz havluyla gelişigüzel kurularken arkadaşlarına gülerek bir şeyler anlatıyordu.

Eliyle baş parmağını kaldırıp dudaklarından okuduğum kadarıyla arkadaşına tamam diyerek sahaya döndüğünde onca insanın arasında gözleri direkt gözlerimi buldu. Hemen gözlerimi kaçırdım ve feromonlarımı kontrol ettim acaba bu yüzden mi beni hemen buldu diye ama feromonlarım normaldi. Belki de gözleri öylesine değmiştir diyerek çaktırmadan ona bakmak istediğimde bu kez kaçamadım sahanın ışıklarıyla daha da parlak duran gözlerine takıldım.

Bana yarım ağız gülüp göz kırptığında nefesimi tuttuğumu anlamamıştım çünkü normal şartlarda bu hareketine bir cıklamayla göz devirirdim. Şimdi ise omegamın heyecanına ortak olurken bulmuştum kendimi. Sanırım bunun sebebi uzun zamandır yabancılaştığımız o küçük kalp çarpıntısını yeniden hissetmemizden kaynaklanıyordu ama hemen kaçmak istemiştim. Bu yüzden de şaşkınlıklar içinde başımı iki yana sallayarak bu andan çıkmak için doğruca Hoseok hyung ve Jimin'e yaklaşmıştım.

İkisi çoktan ortamın yoğun tezahuratlarına alışmış bir şekilde maç için sahaya çıkan oyunculara bakarken elbette Jungkook'la yaşadığım göz kırpma anı Jimin'den kaçmamıştı. Beni Hoseok hyungla ortasına çekip imayla göz kırpmasından anlamıştım ama ortam kalabalık olunca bir şey söylemek yerine omzumla omzuna çarpıp rahat dursun diye uyarı yapmakla sınırlı kaldım.

Tezahuratlar artarken artık bütün odağımı aşağıya verdim. Jungkook boynundaki havlusuyla yüzünü kurulamadan önce gülüyorken bir an sonra havluyu çektiğinde bakışları keskinleşti ve o hırsı, o mücadeleci oyuncu ortaya çıktı. Nasıl bir anda sevimliyken aniden aurasını değiştirmişti bilmiyorum ama içimdeki o heyecanı dizginlemenin zor olacağını daha maç başlamadan sezmiştim. Ve sanırım uzun zamandır Suho yüzünden küskün olduğum basketbol maçlarına olan heyecanım canlanarak içimdeki o holiganın da kıvılcımla ateşlenmesini sağlamıştım.

Güçlü ışıkların aydınlattığı salon artık daha güçlü tezahüratlarla dolup taşarken oyuncuların hepsi yerlerine geçmişti ve adının Yoongi olduğunu hatırladığım alfanın da orada olduğunu görmüştüm. Diğer alfalara göre biraz daha ufak duruyordu, sanırım bunun sebebi baskın olmayışındandı ama oyundaki becerilerini topu sahaya sürdüğü anda gösterince baskınlığının ötesine yeteneğinin geçtiğini anlamam uzun sürmedi.

Her biri eline geçtiği topu kaybetmemek pahasına rakip üniversitenin takımının potasına ulaşmaya çalışırken pür dikkattim. Hepsi çok iyiydi, ama Jungkook, çevredekilerin ona takımın altın çocuğu diye taktığın lakabın hakkını verircesine oynuyordu. Top eline her geçtiğinde sahanın hakimiyetini tamamen eline alıyor ve sayı alana kadar da durmuyordu. En basit tabirle, sahada parlıyor denilebilirdi.

Onları bir süre hafif bir sakinlikle izledim. Sonrasında maçın ilk çeyreğinde Yoongi'nin rakip takımdan çalarak hızlı pasıyla başlayan hücumu bütün sahada isminin yankılanmasına neden oldu. Ben de kendimi bir anda heyecanla adına ithaf edilmiş tezahuratlara eşlik ederken buldum. Hatta bir ara Kim Mingyu'nun perdelemesine karşı kendimi hadi, hadi diye bağırken kaybettiğim de olmuştu ama beni asıl heyecanlandıran şey kesinlikle Jungkook'tu. 

Topu eline aldığı andaki saha hakimiyeti inanılmazdı ve rüzgar gibi süzülerek savunmada olan arkadaşını geçmiş potaya ilerliyordu. Sanki çocuk oyuncağıymış gibi potaya gönderdiği topu zarifçe bir zıplamayla attığında, top çemberin içinden geçene kadar nefesimi bırakmamış, geçtiği anda ise herkesin sevincine ortak olarak zıplamıştım.

"Jeon Jungkook, Jeon Jungkook, Jeon Jungkook!"

Adına yapılmış tezahüratlara delirmiş bir holigan gibi eşlik ederken Jimin'le birbirimizin omzuna sarılıp hoplayıp zıpladık ve sonunda alkış tuttuk. Bu sırada da Jungkook'un sevinçle üzerine atlayan arkadaşları çekilmiş, bulduğu boşlukta tatmin olmuş bir şekilde tişörtünü kaldırarak yüzündeki terleri silme gereği duymuştu. Tabii bu hareketiyle açılan karın kasları ve de daha öncesinde yakından gördüğüm göğsündeki yıldırıma benzeyen dövmeyi açığa çıkartıp alfa ve omegalar dahil herkesi deli gibi çığlık attırmıştı.

Gözlerim ondan ayrılmadığı için hareketlerinin bütün detaylarına hakimdim. Bu yüzden insanlar çığlık atınca bizim olduğumuz tarafa kendinden emin ve çapkın bir gülüş atmış, ardından ise cebinden bir şey çıkartır gibi yaparak parmaklarının ucuyla bir kalp göstermişti. 

Parmak uçlarıyla yaptığı kalbi bozmadan gözleri beni eliyle koymuş gibi bulunca göz kırptı hemen. Ağzı kulaklarında gülümsemesine göz devirip burun kıvırdım ve dudaklarımı okuyacağını bile bile şovmensin dedim. Hemen omuz silkti ve sahaya doğru koşmadan başını sallayarak gülümsedi ve arkasını dönerek oyuna geri döndü, bu yüzden son anda dudaklarımın köşelerine belli belirsiz yansıyan gülüşümü görmemişti.

Ama Jimin görmüştü ve kaşlarını iki kere kaldırıp indirerek ağzı kulaklarına varana kadar gülerek "Sizden var ya çok güzel olur." diye ima yapmayı ihmal etmemişti

"Öyle bir şey olmayacak, sus ve maçı izle."

Hem söylenip hem Jimin'in koluna vururken omegamın salak salak gülümsediğini ve bu hissi bana ufak tefek heyecanlarla yansıtışını baskılamaya çalıştım. Öte yandan bu hisleri bastırmak doğru gelmemişti ama yine de çabaladım.

Maçın ilerleyen dakikaları fazlasıyla çekişmeli geçti çünkü rakip takım hırslanıp daha sertleşmiş, sayı alarak eşitlenmişlerdi. Üstelik Eunwoo'ya neredeyse sakatlayacak kadar sert oluşları, beni içimden sessiz küfür ettirirken Jungkook'u da oldukça sinirlendirmiş olmalı ki rakip takımdan bir oyuncu önünden geçerken attığı bakışta irislerinin kırmızıya döndüğünü görmüştüm.

O an bir şey oldu. İçimden bir yerlerde var olan bir boşluk ve sanki o boşluğu dolduracak şeye yakın olduğumu hissettim. Ancak bunu tarif edebilmek için kelimelerimin yetersiz kalışı yüzünden şaşkına uğradım. Üstelik omegamı gerçek anlamda hissetmeye yakın olduğum ilk andı diyebilirdim. Öyle ki, omegam açığa çıkmak için gözlerimin rengini değiştirdi ve Jungkook'un kırmızı gözleri benimkilerle kesişene kadar da kontrolsüzce alfaya baktı. Bir göz açıp kapama mesafesi yeterli oldu ikimizin de göz renklerinin normale dönmesi için. Alfanın gözleri benimkilerle kısa süreli kesişerek normale döndüğü anda başını çevirip maçına dönünce ben de başımı iki yana salladım kendime gelmek için. Tuhaf bir andı, açıklamak için de anlamak için de ne yapmam gerekiyordu emin değildim.

"Orospu çocuğunun faulünü gördünüz mü?" Hoseok hyungun sesiyle kendime gelerek döndüğümde kınayan bir cıklama bıraktı "Muhtemelen bir serbest atış verecekler."

Çok fazla maç izleyen biri olmasa da milli maçları takip ederdi bu yüzden söylediği gibi olunca şaşırmadım, hakemin serbest atış verişini izledim heyecanla. Daha doğrusu gözlerim sürekli Jungkook'a takıldı çünkü gördüğüm, yakınımda olduğu kadarıyla bana gösterdiği taraf sevimli, bazen gıcık ve hep de güleçti. Sahada ise hırslı ve mücadeleci bir tavırla müthiş özgüvenli bir adam vardı. Maçın ilerleyen dakikalarında da bu hırsı performansına daha çok yansıyarak izleyen herkesin heyecanını arttırdı.

Sadece o da değil, takım arkadaşları Yoongi ve Eunwoo ile uyum içinde yaptığı bütün hareketleri sayesinde rakip takımın savunmasını altüst etmişlerdi. Kalbim küt küt atıyordu ve çok farklı bir heyecanla dolmuştum çünkü çok çekişmeliydi. Maçın bitmesini sağlayan sayıyı Mingyu'nun asistiyle karşılayan güçlü bir smaçla topu çemberden geçiren Jungkook, ben de dahil olmak üzere bütün salonun yıkıcı bir sevinç gösterisinde bulunmasına sebep oldu.

O kadar uzun zaman olmuştu ki bir maçın heyecanını hissetmeyeli, kendimi kaptırıp bir grup öğrenciyle çığlık çığlığa bağırırken tek düşündüğüm içimde aylardır atamadığım enerjinin artık barınmayışıyla gelen hafiflikti. O kadar iyi gelmişti ki, nefes nefese Jimin'e sarılırken bile maçın biraz daha sürmesini dilemiştim içimden.

O sırada Jungkook'a bakmak bile aklıma gelmemişti bu yüzden salondan çıkıp çim alandaki kalabalığın arasında beklerken durup durup çıkışa bakıyordum gelecek mi gelmeyecek mi diye. Üstelik bunu neden yaptığımı bile bilmiyordum, tahminimce refleks olarak yapıyordum ama omegama göre asla öyle değildi.

Aslında çok belli ama işte...

Abartıyorsun, biliyorsun değil mi?

Yalancısın. Köpek gibi merak ediyorsun da yediremiyorsun kendine.

Sadece bir kere baktım, reflekstendi.

Tabii, o yüzden kalbin deli gibi atıyor.

"Sen niye arkana bakıyorsun sürekli?"

"Ha?" dedim irkilerek Hoseok hyunga dönerken. Tıpkı omegamın dediği gibi arkama baktığımı bile fark etmemiştim ve kendime çok kızmıştım yaptığım şey yüzünden. Çünkü bir noktada olmaması gereken bir şey gibi hissettirirken aynı zamanda da doğru hissettirmişti ve ben bu tarz duyguların içine girmeyeli çok uzun zaman oluyordu. Haliyle karışıktım, karışık olduğum için de ne yapacağımı bilemediğim durumlarda açığa çıkan gergin ve öfkeli halime büründüm.

"Neden bakacak, takımın yıldızını bekliyor işte."

"Ne alakası var, niye bekleyeyim ki onu?" diye çıkıştım Jimin'e. İmalı sırıtışı, ben bu tavırları biliyorum bakışları ve çakmak çakmak bakan gözleriyle Jimin hiçbir hareketimi kaçırmadığı için yapabileceğim tek savunma şekline sığınmıştım.

"İşte ben de onu diyorum, niye?"

"Bir numaralı fanım olduğun için olabilir?"

Dakikalardır arkaya bakıyordum, ki bunu hala sonuna kadar inkar edebilirdim, ama gerçekten tam bu konuşmada mı belirmişti dibimde yani... Nefesini de neredeyse ensemde hissedecektim, öyle bir yakınlıktı.

Hemen yan tarafımda kalsın diye bir adım çekildim ve kollarımı göğsümde birleştirerek "Benim favorim başka bir kere." diye savunmaya geçtim. Favorim olduğundan değildi, sadece kendini yüksekte görüp havalanarak beni gıcık etmesi sinirlerimi bozuyordu.

"Başka mı? Kimmiş bakayım favorin?"

"Şu arkasında 5 numara yazan çocuk."

"Mingyu mu?"

"Evet o."

Jungkook başını ve bedenini hafifçe geriye atarak güldüğünde çikolatalı feromonları biraz değişmiş, omzuna astığı spor çantasının askısını da sıkıca kavramıştı.

"Mingyu senin gibi omegalara bakmaz."

Gülüşü değişmeden beni boydan boya süzerek kurduğu cümleye kaşlarımı çattım. Çünkü benim gibi omegalardan kastının ne olduğunu merak etmiştim ve açıkçası biraz rahatsız olarak kırılmıştım da. Omegamın onun tek bir kelimesine karşı gösterdiği çaresizlik hissinin önüne geçmeye çalışarak omzundan ittirip tam anlamıyla karşı karşıya gelmemizi sağladığımda kaşlarımı çattım "Ne varmış benim gibi omegalarda?"

Jungkook hala karşımda gülüyordu ve en sinir bozucu kısmı da bakışlarındaki ifadesiydi. Benim bilmediğim bir şeyi biliyor da bunu inadına söylemiyor gibiydi. Yüzüme doğru eğilip yakın mesafeden gözlerime baktığında kaşlarımı daha çok çatıp başımı kaldırarak ona dik dik bakmaya devam ettim.

Kararmış havayla göz bebekleri irislerini gölgeleyecek kadar büyümüştü ama öyle parlaklardı ki kendi yansımama bakmak tuhaf hissettirmişti. Biraz önce acılaşan feromonları yavaş yavaş daha tatlı olmaya hatta fazlasıyla da çekici gelmeye başladığında ise gözlerinden belli belirsiz bir kızıllık geçti ve Jungkook tarafından çenemin tutularak hafifçe sallanması yüzünden kızıllık hemen kaybolup gitti.

"Çünkü..." diye fısıldamış ve devam edeceğini belli edecek şekilde araladığı dudağını kapatıp gülüşünü sildiğinde ifadesini ciddileştirmişti. Neden bilmiyorum ama omegam cümlenin devamını biliyor gibi heyecanla başını kaldırmış, biraz önceki kırgınlığını eliyle tek seferde silip atmış gibi davrandı. İşin garibi, o heyecanı bana da yansıttığı için zar zor yutkundum ve hissin bende geri çekilme isteği uyandırmasına karşı koyamadım. Çünkü bana çok yakındı ve bu kadar yakınken gözlerimin içinde yansımamı görmek çok farklı gelmişti.

Kendimi hemen toparlayıp çenemdeki elini ittirdiğim gibi "Getir devamını." diyerek karşılık verdim sinirle ama o hala işin şakasındaydı. Alay eder gibi elini başımın tepesine koyup maçın heyecanıyla terlediğim için nemden dağılmış sarı saçlarımı daha çok karıştırdı "Söylemem, vurursun sonra elin çok ağır."

"Şimdi de vurabilirim. Söyle," elini tekrar ittirdim sinirle "Ne varmış benim gibi omegalarda?" ama bu kez yeniden sormanın verdiği rahatsızlık yüzünden başımı iki yana sallayarak pür dikkat bizi izleyen Hoseok hyung ve Jimin'e döndüm "Of neyse, söyleme. Sıkıldım ben gidelim artık."

Her ne söyleyecekse duymak istemiyordum, gerçekten istemiyordum.

Planım Jimin'le Hoseok hyung'un kolundan tuttuğum gibi oradan uzaklaşmak ve Jungkook'un olmadığı herhangi bir yere gitmekti ama omzuna atılan kolla sert bedene çekildiğimde işler pek istediğim gibi gitmedi. 

"Hemen de kızıp kaçıyorsun, şaka yapmıştım."

"Sen şaka yapma mümkünse." diyerek omzuma attığı kolunu ittirmeye çalıştım ama başarılı olamadım. Bunun yerine razı gelip göz devirmekle yetindim çünkü daha eforsuzdu.

"Tamam kızma ama gitme de. Arkadaşımın Yeonnamdong'da ufak bir barı var, kutlama yapacağız. Siz de gelin."

"Hayır."

Olur.

"Olur."

"Olur."

Omegam dahil arkadaşlarımın ikisi de kutlamayı onaylayınca öylece ortada kalmıştım. Tercihim eve gitmekten yanaydı çünkü orası güvenli alanımdı, dışarı çıkmak özellikle bar tarzı mekanlara gitmek Suho'yla olduğumda bu yana pek hoşlandığım şeylerden değildi. Eskiden çok fazla giderdim, özellikle Jimin'le ve Hoseok hyungla sabahlardım da ama sonraları Suho'yla kavga etmek zor gelmeye başladı ve ben kavga etmekten yorulduğum için dışarı çıkmamaya başladım.

Jimin tereddütümü fark etmişti. Genel bahanem zaten içki içmiyorum ne yapacağım orada, surat asınca da modunuzu düşürüyor gibi hissediyorum ben en iyisi hiç gelmeyeyim olduğu için bu kez bunu çözmek ister gibi boşta olan tarafıma gelip elini sardı belime "Hem bak, maça gelirken de bin tane surat astın ama sonra çok eğlendin. Birkaç saat takılır döneriz, hm?"

"Kulüp gibi değil zaten ufak pub tarzı bir bar."

Jimin Jungkook'un cümlesine karşı yanağımdan öpüp "Bak pubmış. Zaten uzun zamandır dışarı çıkmıyorduk, gerçekten birkaç saat takılır döneriz." dediğinde kabul edeceğimi asla düşünmemiştim. Düşüncemi değiştiren şeyin ise bana istekle bakan arkadaşlarımdan ziyade kolu hala omzunda olan alfa oluşu asla beklemediğim bir şeydi. Gerçekten hiçbir şey yapmamıştı, Jimin ve Hoseok hyungdan döndürdüğüm gözlerim onunkilerle buluşunca bana sadece o parlak gözleriyle heyecanlı heyecanlı bakmıştı. Çikolata feromonları ise omegamın heyecanını körükleyecek kadar yeterliydi. O an sadece istemiştim, pişman olsam bile dışarı çıkıp eğlenmenin tanıdık hissini yeniden yaşamak güzel olur diye düşünmüştüm. Peki değmiş miydi derseniz... 

Açıkçası, gideceğimiz yeri yüksek sesli müzikler olan ve insanlar arasında mesafe olmayacak kadar yakın oldukları bir mekan olarak düşünmüştüm ama öyle değildi. Ahşap ağırlıklı tasarımı, loş ve eski görüntüsüyle Seoul Shakers, ara sokaklarda bulunan avare bir puba benzese de aslında sıcacık, klasik bir rock havası izlenimi veriyordu. Özellikle kısıktan çalan bilindik amerikan ve kore rock parçaları, bar deskinin arkasındaki farklı alkol şişelerinden oluşan dekorla bütün bir haldeyken ortamı yumuşatan şey bence bir aya açılacağını bildiğim masaların arasındaki büyük şömineydi. 

Masada tanıdığım yüzler hariç Jungkook'un takım arkadaşları da vardı. Hepsi kendisi gibi sürekli şakalaşıyor ve gülüyordu. Hatta Jimin içlerinden Eunwoo'nun bir şeyler anlatışını hülyalı bakışlarla dinliyordu. Beni şaşırtan şey ise Hoseok hyung'un Yoongi'ye olan tavırlarıydı çünkü nasıl desem... Burası Yoongi ve abisine aitti ve Yoongi içkileri masaya tepsiyle getirirken ilk ayaklanan kişi Hoseok hyungdu. Tepsisine destek olurken parmağını Yoongi'nin parmağına sürtmesi ise Jimin'in beni dürtmesiyle algıladığım diğer şeydi. Hoseok hyung baskın bir alfaydı ve genelde onu baskın ya da pasif omegalarla gördüğüm için şimdi pasif bir alfaya kur yapar gibi yaklaşırken görmek beni şaşırtmıştı. İşin en ilginç tarafı Yoongi'nin Hoseok hyunga bakmadan arada sırada bir alfaya göre çiçeksi kokan feromonlarıyla karşılık verişiydi.

Onlara böyle odaklanmışken "Şhhh..." diye kolumu tuttu Jimin ve heyecanla beni sarstı "Bar deskinin içindeki ultra yakışıklı alfa kim?"

Ben daha kim olduğunu çözemeden Jungkook kısaca dönüp bakmış ve "O mu?" diyerek yemek çubuğuyla Yoongi'yi göstermişti "Yoongi hyungun abisi Namjoon hyung."

Deskin içinde beyaz tişörtün üzerine giydiği kot ceket, mavi bol kotu ve elinde tuttuğu şişe birasıyla etrafı öylece izlerken yalan yok, fazlasıyla dikkat çekici görünüyordu. Jungkook'dan biraz daha yapılıydı ve asker tıraşlı saçları vardı. Bazı alfalar görünüşleriyle baskın ya da pasif olduklarını belli ederlerdi, Jungkook'u ilk gördüğümde de anlamıştım bu adam da kesinlikle baskındı.

Jimin alt dudağını düşünceyle ısırıp hemen düşüncesini söyledi "Sanırım aşık oldum." hemen ardından ise sorular sıraladı "Kaç yaşında? Sevgilisi var mı?"

Basit bir soruydu aslında ama masada ben, Hoseok hyung ve Jimin hariç herkes bir anda gülmeye başlayınca aklıma ilk gelen şey adamın biraz problematik biri olabileceğiydi. Bununla ilgili de ilk açıklamayı kardeşi Yoongi yaptı, peşinden de Jungkook devam etti.

"Namjoon hyung... Nasıl desem, biraz tuhaf biridir."

"Oldukça hem de."

"Tuhaftan kastınız nedir tam olarak?" Jimin gözlerini Namjoon'dan ayırmadan sorduğunda artık ilgisi tamamen ondaydı.

"Bu açıklayabileceğim bir şey değil. Herhangi bir insanın yaşayarak öğrenmesi gereken bir şey."

Konuşma burada bitse de Jimin için bitmemiş olmalı ki gözü arada sırada sürekli bar deskine takılıyor ve bir şeyler içerken asla da ayrılmıyordu. Onu tanıyorsam aklına bir plan vardı ve mutlaka tanışana kadar da durmayacaktı.

Birkaç saat takılır sonra döneriz dediğim ortamda saat neredeyse bire gelirken artık ben de alışmıştım onların sohbetine bu yüzden gece daha da keyifli hale gelmeye başlamıştı. Sadece onlar içtiği için biraz daha çakırkeyif takılırlarken ben daha sakindim. Bu da bir anda ortamın yeni konusu haline geldi. Çünkü önümdeki bardağım hala tertemizdi, haliyle herkes neden içmediğimi de sorgulamıştı. Bu hareketi başlatan da elbette geldiğimizden beri içkileri su gibi devirip hala uçmamış olan Jungkook'tu.

"Bir tane içeceksin, ne olacak ki?"

"Alkol sevmiyorum." dedim inatla ama içten içe de istiyordum. O kadar uzun zaman olmuştu ki ortamın verdiği neşeye eşlik eden alkolü tüketmeyeli. Sadece hem alkol aldığımda inanılmaz dağıtıyordum hem de Suho'dan kaynaklı korkularım vardı.

"Sen onu benim külahıma anlat. Köpek gibi bir içiciydin 2 sene öncesine kadar. Suho şerefsizi seni bozdu."

Tabii Jimin her zaman olduğu gibi beni yine yalancı çıkartmadan duramamıştı. Huy edinmişti beni bozmayı ve asla da vazgeçmiyordu. Jungkook ise oturduğu yerden biraz doğrulup sessizce bizi izlemiş onun yerine arkadaşı Mingyu konuşmuştu.

"Suho da kim?"

"Taehyung'un takıntılı olduğu toksik eski sevgilisi."

"E tamam işte eskiymiş," önümdeki bardağı ittirip içmem için destek çıktığında konuşan Mingyu olsa bile gözlerim Jungkook'un suskunlaşan yüzüne kaymıştı "Bir tane iç de bozulmadığını göster."

"İç, iç,iç iç!"

Eunwoo, Mingyu, Yoongi de dahil olmak üzere ellerini masaya vurarak içmem için yaptıkları ufak çaplı tezahürata Jimin de gülerek eşlik ederken yanağımın içini ısırmıştım. Jimin'in dediği gibi sağlam içerdim, üniversitenin ilk yılı akşamlarımızın çoğu Itaewon'daki barlarda geçmişti. O gecelerde kendime flört yaptığım zamanlarım da vardı ve Jimin'le alfaları etkilemek gerçekten beş dakikamızı bile almıyordu. Hızlı zamanlarım da Suho'yla sevgili olup aynı hızla bittiğinde geriye sadece evde oturan ve korkularından dolayı basit eğlenceleri kendine çok gören bir omega kalmıştı. Üstelik en kötüsü bunu biliyordum ama hiçbir şey yapamıyordum. Çünkü bazen, eliniz kolunuz bağlı olurdu.

"İç, iç, iç, iç."

İç Taehyung...

Sesle başımı kaldırınca Jungkook'un gözleriyle karşılaştım. Benimkilerin tam içine parlak bir heyecanla, onlara eşlik etmemi bekler şekilde bakıyordu, zorlayıcı değildi ya da mecbur kılar gibi değildi. Sadece, görür gibiydi, ortak olmamı istiyordu ve küçük bir gayret göstermemi bekliyordu. Neden olduğunu bilmiyordum ama tam gözlerindeydi bu ifade. Bu yüzden de emin olamamıştım, omegam mı söylemişti içmemi yoksa Jungkook'un konuşmasını kafamdan mı uyduruyordum bunu bilmiyorum ama kalp atışım hızlanmıştı. 

Elimi omzumun arkasına götürdüm ve hafifçe sıkıştırdım Suho'yu hissetmek ister gibi ama her zamanki gibi olmadı. İçsem ne olabilirdi ki? Yani, bir ya da iki bardak soju en fazla ne yapabilirdi? Suho burada değildi, beni azarlayıp kötü hissettirecek kimse yoktu ve zaten bir iki bardak beni körkütük sarhoş da etmezdi. Bu ona ihanet etmek olmazdı nihayetinde?

Derince bir nefes aldım ve sojuyu kaptığım gibi masada yükselen seslerin artmasını sağlayacak şekilde salladım. Şişenin içinde oluşan minik girdapla kapağı ters düz şeklinde açarken kendimden emindim. Ve hatta bardağa doldurup teklediğimde de hiç tereddütüm yoktu. Bu yüzden elimle ağzımı silmeden bardağıma yenisini doldurmuş ve tam ortada herkesle tokuşturarak ikinciyi de mideye göndermiştim.

"Bir numaralı fanıma da bu yakışırdı, vur bakayım bir tane daha."

Dolu bir bardak Jungkook tarafından önüme itildiğinde yine hiç düşünmeden bardağı kaptım ve göz devirip teklemeden "Ben Mingyu'nun fanıyım bir kere." dedim. Jungkook bir şey söylemedi arkadaşları dalga geçerken ama nedense feromonlarında ufak bir değişim hissetmiş, biraz pişman olmuştum.

Sonra ardı arkası kesilmeyen duygu yoğunluğuna kapılmıştım. Neden feromonlarına bu kadar tepki veriyordum, bu ne kadar doğruydu ve benim bir ruh eşim vardı gibi cümleler zihnimin tamamını işgal etti. Duygularımın bu kadar karışık olmasının bana zarar verdiğini biliyordum ama isteyerek yaptığım bir şey değildi, kafamın içinde dönüp duran o şey, sanki bilerek kendimi incitmemi istiyor, beni olumsuz düşüncelere itiyordu.

Ellerimle yanaklarımı tuttuğumda Jimin sanki aklımı okumuş gibi bacağımı tutup hafifçe sıktı. Sessiz desteğiyle düşüncelerimi toplamak için mücadele verdiğim sırada ise Jungkook lavaboya gideceğini söyleyerek kalktığında en azından bir süreliğine gittiğine sevinmiştim. Çünkü düşüncelerim bu kadar yoğunken bile gözlerim onunla buluşmak için farklı bir efor sarf ediyordu.

O dakikaya kadar her şeyin normal olduğunu sanıyordum çünkü öyle görünüyordu. Sonra telefonum çaldı ve telefonu çevirdiğimde ekranda Suho'nun ismi gördüğüm gibi nefesim kesildi. Omegam bile şaşırmıştı.

Hissetti.

Nasıl? Nasıl mümkün olabilir bu?

Çalan telefonumu açmayışım yüzünden Jimin bir şey olup olmadığını kontrol etmek için eğildi ve yüzüme bakarak bileğimi tuttuğu gibi engel olmak için "Hayır, açma." dediğinde çoktan ayağa kalkmış elini ittirerek kalabalıktan uzaklaşmıştım bile. Zihnim, bunu bir işaret olarak algılamıştı. Uzun zamandır beklediğim o işaret... Omzuma dokunduğumda beni hissetmişti. Hissettiği için de gittiğinden bu yana ilk kez aramıştı beni.

Daha fazla bekletmeden çağrıyı yanıtladığımda doğruca adını söyledim "Suho?"

"Neredesin?"

"Ben..." demiştim tutukça. Çünkü bu bana çok uzun zamandır sormadığı bir soruydu  "Jimin ve Hoseok hyungla dışarıdayım."

"E pes gerçekten. Madem gelmeyecektin söyleseydin ya ona göre ayarlardım araba falan."

"Bir saniye bekle. Anlamıyorum nereye gelecektim ne arabası?"

"Sana dedim ya bugün dönüyorum diye. Geleceksin diye araç falan ayarlamadım. Off Taehyung, bir işi de doğru yap, kapat telefonu ben halleder-"

"Hayır hayır bekle!" diye bağırırken bana bunu ne zaman söylediğini düşündüm ama asla konuşmadığımıza yemin edebilirdim. Ve demek ki sabahtan beridir mesajlarımın iletilmeyip instagramda aktif olmamasının sebebi uçakta oluşuydu. Muhtemelen de bana söylediğini sanarak unutmuştu ancak buradaki önemli nokta, Suho'nun dönmüş olmasıydı "Tamamen aklımdan çıkmış, özür dilerim. Havalimanındasın değil mi? Valizlerini aldın mı?"

Bir oflama sesi yükseledi hattın ucundan. Hala sabırsızdı ve hala da agresif "On beş dakikaya teslim edecekler. Acele et yoruldum."

"Tamam otuz dakikaya oradayım. Sakın ayrılma oradan." diyerek telefonu kapattığım gibi bizim masamıza koşturarak aceleyle çantamı koluma astım ve içinden biraz ücret çıkartıp Jimin'in eline tutuşturdum.

"Nereye, ne oldu?"

"Suho gelmiş." diyerek Hoseok hyungu cevapladığımda Jimin benimle birlikte ayağa kalkarak kolumdan tuttu ve gitmeme engel olmaya çalıştı yine "Hayır saçmalama, hiçbir yere gitmiyorsun."

"Gitmem gerek." 

"Taehyung-"

Diğer elimle elini ittirip hemencecik yanağına bir öpücük kondurdum ve "Üzgünüm. Yarın konuşuruz olur mu?" dediğim gibi çıkışa koşturdum onu dinlemeden. Çünkü söyleyeceği şeyleri biliyordum, haklı olduğunu da ama ruh eşim olduğu için ona karşı bu kadar tolerans gösteriyordum, takıntılıydım ve engel olamıyordum bu bağlılığıma.

Köşeden döndüğümde o kadar hızlı koşuyordum ki sert bir şekilde birinin göğsüne çarptım. Geriye savrulduğumu ve aynı hızla da omuzlarımdan tutulduğumu hissedip beni tutan kişinin bileklerine sarıldım. 

Alfa...

Omegamla aynı anda soluduğumuz çikolata feromonlarının sahibine bakarken gözlerimi birkaç kez kırpıştırmıştım. Yanaklarına alkolden dolayı tatlı bir kızarıklık yerleşmişti ve sanırım yüzünü yıkamıştı, sonra da muhtemelen ferahlamak için saçlarını da ıslatmıştı çünkü gözlerinin önüne düşen birkaç uzun tutam nemli görünüyordu. Karanlıkta, yüzüne gölgeler düşerken bile çekici görünüşünün beni etkilediğini kelimelerimle ifade edemesem de yutkunarak belli edince Jungkook, hareket eden adem elmama kısa süreyle baktı. Sonra gözleri heyecanla nefes aldığım aralık dudaklarıma çıktı.

Hemen toparlanmak için kendimi geri çektim, aslın o da izin veriyordu ama omzumdaki çantamdan gidiyor olduğumu fark edince elleri sıkılaşmış, kaşlarını da kaldırmıştı.

Bakışlarının değiştiğini hissettim, parlaklıkları arttı ve dudaklarını araladı. Pür dikkat bekledim konuşmasını ama Jungkook tek kelime etmeden gözlerimin içine baktı dudaklarını birbirine bastırdı. Gözlerinden tıpkı sahada olduğu gibi bir kızıllık geçip giderken benimkilere de aynısı oldu. Renginin değiştiğini içimin içime sığmayışından anladım. Omegam bir şeyler yapmak için çırpınıyordu, tam şuanda açığa çıkmasını beklemiyordum, neden olduğu hakkında da hiçbir fikrim yoktu ve üstelik yeni bir hisse kapılmıştım.

Omegam da ben de Jungkook'un yeniden araladığı dudaklarından bir şey çıkmasını istemiştik sebepsizce ama aramızda derin bir sessizlik vardı. Niye böyle düşünüyordum bir sebebi olmalıydı. Neden? Neden böyle bir şey istiyorduk ki, ne bekliyorduk ondan?

Ben bir aptaldım ve belki de korkağın önde gideni. Çünkü hiçbir sebebe sığdıramadığım hareketlerimle düşüncelerimi anlamak için çabalamamıştım. Yeniden çalan telefonumun ekranındaki ismi görüp bakışlarını gözlerime çıkarttığında bana nasıl baktığını anlamamıştım. Bana gitme der gibi bakarken ve beni tuttuğu kollarının arasından sıyrılıp o kapıdan çıkarken beni arkamdan izleyişini, boşlukta kalan ellerini görmemiştim. Beni defalarca kıran ve bu kez paramparça edecek adama koşmuştum.

 

Chapter 10: kırık bir kalp ve pembe peluş sabahlıklı alfa

Notes:

(See the end of the chapter for notes.)

Chapter Text

ResimLink - Resim Yükle

Bu hayatta her hareketimizin sonucunda bir tecrübe edinirdik. Sütü çok sıcakken içersen dilin yanardı, soğumasını bekler öyle içerdin. Rameni çok kaynatırsan lapa olurdu bu yüzden bir sonraki yapışında daha dikkatli olur, tadına bakar altını öyle kapatırdın. Ancak iş, seçimlere ve davranışlara geldiğinde son raddeye kadar yanlış kabul edilmezdi. Aşk konusunda sözde çok iddialıydım, ta ki Suho'ya kadar. Bu hayatta asla yapmam, kesinlikle tekrarlamam ve bir daha asla dediğim şeylerin hepsini sanki hiçbir şey bilmiyormuşum gibi duygularımdan bihaber bir gurursuzlukla defalarca yapmıştım. Ve hepsini de aşık olduğum, belki de öyle zannettiğim için yapmıştım.

Bu halimi camı görmeden uçmaya çalışan bir kuşa benzetiyordum. Dışarı çıkmak için uğraşıyordum ama her seferinde vurduğum o cam benden bir parça götürüyordu. Bense sadece Suho'ya ulaşmaya çalışıyordum, o camın orada olduğunu asla görmüyor defalarca kez deniyordum. Fakat bu kez, bilmediğim şey o camın boynumu kıracak olmasıydı.

Seoul Shakers'dan çıktığım gibi bir taksiye atladığımda ilk önce havalimanına gitmesini söylemiştim ancak aynadan kendime baktığımda maçın verdiği adrenalinin beni serseriye dönüştürdüğünü düşünüp beş dakikalığına eve uğramanın mantıklı olacağına karar verdim. Zaten yolumuzun üzeri olduğu için pek bir vakit kaybı değildi, en azından uzun zaman sonra karşısına çıktığımda saçlarımın dağınık, görüntümün de paspal olmasını istemiyordum.

Taksi kapının önünde durduğunda beş dakika içerisinde döneceğimi söyleyerek katları koşarak çıkmış, şifreyi hızla girerek doğruca odama gittim. Bana çok yakıştığını düşündüğüm ve içinde kendimi güzel hissettiğim toz pembe, üzerinde birkaç mavi çizgi olan ince, bol kazağımı ve siyah pantolonumu alarak banyoya koşturdum. Banyo yapmak şu an için uzun süreceğinden sadece üzerimi çıkartıp doğruca koltuk altımı yıkadım ve kuruladıktan sonra deodorant sıkarak saçlarıma geçtim. Çok kötü durmadıkları için ıslatıp biraz köpük sıkarak şekil vermek yeterli gelmişti, en azından temiz duruyorlardı. En son olarak da seçtiğim kıyafetleri giyerek yeniden koştur koştur taksiye indim. Hepsi toplamda yedi dakika içerisinde olduğu için çantamda Suho'nun hediye aldığı parfümü arabada sıkmak zorunda kalmıştım.

Saat gece bir olduğu için yolların boş olması avantajımaydı ve yedi dakikamı hazırlanmakla geçirmiş olsam da olması gerektiğinden daha erken varmak beni mutlu etmişti. Havalimanının gelen yolcu kısmında taksi şoförüne beklemesini söyleyerek indiğimde yüzümde kocaman bir gülümseme, kalbimdeki heyecanlı atış ve içimde büyük bir özlem vardı. Aradan uzun bir süre geçtiği için onu görmenin bende yaratacağı etkinin büyük olacağını biliyordum, kalbim o kadar hızlı atıyordu ki ölecek gibi hissediyordum. Ancak iç kısma yürürken tam olarak beklemediğim nokta bir kuş gibi Suho'ya uçarken göremediğim camdı. Bu kez benden götürdüğü şey bir parça olmamıştı çünkü kanadım ya da bacağım yerine direkt boynumu kırmıştı.

Suho her zaman umursamaz, ters ve fazlasıyla da çapkın bir alfaydı. Aslına bakılırsa eğlenceliydi de... Yani bir zamanlar... Ruh eşi olduğumuz için ve bağımızı tamamen kopartamayacağımızı bildiğim için buna güvenerek, belki geldiğinde yeniden deneriz umudum vardı. İlgimi ve alakamı asla eksik etmiyordum ve çoğu zaman gerçekten yeniden deneyebiliriz umudumu yeşertecek kelimeler kullandığı da oluyordu.

İnsanın gözü görmeyince gönül katlanıyordu. Şimdi ise...

Benim aylardır hayalini kurduğum, havalimanında onu karşıladığımda kollarına atlayarak solumak istediğim boynunda bir başka omeganın soluklandığını görmek belki de kafamda kurduğum en son senaryoydu. İnsanın kendi uydurduğu yalana inanması tam olarak böyle bir şeydi işte. Koskocaman bir yalana inandığımı tam o anda anladım. Yüzümdeki gülüş de kalbimdeki heyecanlı ritim de öylece dondu kaldı Suho'nun ellerini omeganın beline sarmasıyla. Ne yapmam gerektiğini bile bilmiyordum, şaşkındım, paramparçaydım, omegam benimle birlikte acı çekiyordu. Göğsüme pençelerini geçiriyor, boğazımı düğüm düğüm eden, içinden çıkamadığım bir acıyla ruhuma işkence ediyordu.

Hayatımda ilk kez yerin dibine girmek istedim çünkü beni görmelerini istemedim. Bunu nasıl saklayabilirdim, nasıl daha az ezik durumuna düşerdim bilmiyordum, sadece saklanmak istiyordum. Özellikle omega boynunu kokladıktan sonra kıkırdayarak geri çekildiğinde Suho'nun onu çenesinden tutup dudaklarını öpmesi ve dillerinin birbirine dolandığını görmek ciğerlerime giden havayı bıçak gibi kestiğinde gitmek için oldukça hazırdım ama yapamadım. Toplum içinde cilveleşiyorlardı, nasıl? Suho asla yapmazdı.

Neden dedim içimden, onda olup bende olmayan ne var? Beni neden insanların içinde öpmüyordu? Neden benimle kıkırdamıyordu? Bu kadar mı yetersizdim onun için?

Birbirlerinden geri çekildiklerinde düşüncelerimin cevabı olan bir şekilde Suho beni hissetmiş olmalı ki bana dönmeden hemen önce omeganın elini tuttu ve çıkışa, yani bana doğru baktı. Çökmüş omuzlarım, birbirine bastırdığım dudaklarım ve paramparça kalbimle hala ona bir umutla bakıyor olmak boğazımı düğüm düğüm etmişti ama aptal olduğum kesindi.

"Oh, taksiyle mi geldin?" dediğinde omzumu hafifçe patpatlamasıyla vücudumun cayır cayır yanarak dokunuşunu istemez gibi bir tepki vermesi bir oldu. Canımın acısı ruhumun acısıyla bir oldu, özellikle çok da istekli olmayan bir sarılma verdikten sonra onu itme isteğimi zar zor baskılamak zorunda kaldım.

Suho geri çekilince arkamdaki taksiye bakarak ekledi "Doğru, ehliyet sınavından kalmıştın yine değil mi, unutmuşum."

Ne bekliyordum bilmiyorum ama kesinlikle ehliyet sınavıyla ilgili bir şey söylemesini beklemediğim kesindi. O gittikten sonra fazlasıyla depresyonda olduğum için ehliyet sınavını kaçırmıştım ve ona da mesajla söylediğimde belliydi zaten demiş ve konuşmayı devam ettirmek için çabaladığımda görüldü atmıştı. Yine de bu, her şeye rağmen aylar sonra görüşmemizde söylediği ilk şey olmamalı diye düşünüyordum.

"Hoseok arabasıyla gelseydi bari, sürünmeseydik takside."

"Hoseok hyung alkollüydü." demiştim kısık bir tonla. O ise bana doğru hafifçe eğilerek koklar gibi yaptığında içtiğim üç shot sojunun kokusuna yüzünü buruşturarak yeni bir imada bulunmuştu "Senin de pek bir farkın yok gibi. Hala çocuk gibisiniz. Neyse, gidelim o zaman."

Yanındaki sıkı sıkıya tuttuğu omeganın elinden çekerken omegaya şöyle bir bakınma gereği duydum. Koreli ya da herhangi bir Asya ülkesinden olmadığı belliydi çünkü Suho'yla farklı bir dil konuşuyordu. Pasparlak kahverengi, uzun saçları ve de masmavi gözleri vardı. Boyu benden biraz uzundu ve benim vanilyalı feromonlarımın aksine taptaze bahar çiçekleri gibi kokuyordu. Suho'nun bana aldığı parfüm gibi...

Onu izlemekten, aramızdaki farklı gözlemekten kendimi alamıyordum. Omega, valizlerini bagaja koyarken üzerine giydiği çok da crop olmayan tişörtü arada sırada belini açıyordu. Giydiği daracık pantolondan da iç çamaşırı belli oluyordu. İnsanların giydiklerini asla yargılamazdım, umurumda olmazdı çünkü ancak şimdi gözlerim Suho'ya kaydığında sessiz kaldığını görmek acı verdi. Hatta ona bakışlarındaki canlılık yüreğimi milyonlarca parçaya böldü. Çünkü kavgalarımızdan çoğunluğu da benim kıyafetlerim olmuştu, eğildiğimde görünen belim, pantolonumdan belli olduğunu söylediği iç çamaşırım onu rahatsız ediyordu ve dudaklarıma sürdüğüm lip balmım ona göre alfaların dikkatini çekiyordu. Ancak yanındaki omegada bana yaptırmadığı her şey mevcuttu. Suho'ya sadece ben yetememiştim anlaşılan.

Hiçbir kelime kullanamadığım gibi hareketlerim de tutulmuştu onları izlerken. Ama ben bir aptaldım, çekip gitmek yerine taksiye bindiklerinde onlar arkaya ben de öne oturmuştum ve arkadaki kıkırtılarını başımı öne eğerek dinlemek zorunda kalmıştım. Hoş, ne konuştuklarını da bilmiyordum ama benimle asla böyle neşeli olmamıştı. Biz, daha doğrusu ben insanların içinde kıkırdayıp güldüğümde akşam eve döndüğümüzde kavga ederdik, sebebi ise gülerken insanları kendime baktırmammış ama şimdiki hareketleriyle o kadar tutarsızdı ki... O omegaya hiç böyle söylemiyor aksine gülerken ağzının içine bakıyordu. Bunların hepsine dikiz aynasından bakarken şahit olmanın kalbimdeki tarifi ise imkansızdı.

Taksiciye benim evimin olduğu bölgeyi söylediğinde kucağımdaki ellerimle oynamayı bırakarak bu kez tırnak etlerime yöneldim. Stresli olduğumda yaptığım gibi yavaş yavaş onları yolarken de korkarak sordum "Ev... Bulabildin mi?"

"Bulduk. Senin evin bir üst sokağında çatı dairesini kiraladım gelmeden."

"Güzel..."

Dudaklarımdan çıkan cılız mırıltı tarif ettiği konuma kadar havada asılı kaldı. Tarif ettiği sokağa vardığımızda Suho, taksinin bagajındaki valizleri çıkartmak için benden yardım istedi. Önce omeganınkini indirmesine yardım ettim sonra Suho'nunkine. Bütün valizleri indirdiğimizde omega bana dudak bükerek küçümseyici bir tavırla bakmış, Suho'ya İtalyanca olduğunu düşündüğüm bir şeyler söyleyerek valiziyle içeri ilerlemişti.

Pembe kazağımın ucuyla oynadım karşısında, suskun, kırık ve her şeye rağmen umut doluydum. Ama aptaldım, çok aptal hem de. Şimdi bile suçu kendimde bulacak kadar aptaldım, onu özlediğimi söyleyebilecek kadar aptal hem de.

Saat gece ikiye gelirken hava oldukça soğuduğu için omuzlarımı içe doğru almaya çalışmış ve derince bir nefes alarak yüzüme doğru vuran rüzgarda gözlerimi kırpıştırmıştım ona bakarken. Dudaklarım aralandı, kalbim kırıktı ama ona onu özlediğimi söyleyebilecek gücüm vardı ancak beni bölmüş, son umudumu da gücümü de kırık kalbimin yanına atmıştı.

"Seni ö-"

"Havalimanından para çekmedim de, taksi parasını sen halledersin değil mi canım. Sonra aramızda hesaplaşırız biz."

Hiçbir şey söyleyemedim, sadece karşısında küçülüp kaldım. Ağzıma tıkılmış kelimelerle valizini alıp arkasını dönüp giderken itiraz etme ihtiyacı hissettim, bunun böyle olmaması gerektiğini düşündüğümden "Ama-" demiş elimi uzatmıştım fakat Suho beni yine bölmüştü.

"Ben seni sonra ararım güzellik. Yoldan geldim dinlenmem gerek."

Güzellik...

Artık o kadar da güzel hissetmiyordum. O kadar da iyi değildim. Berbattım, kendimi suçlayacak kadar aptal ve kördüm, cebimde de bir saatlik taksi parasına yetecek param yoktu, kredi kartıma yüklenmek zorundaydım. Hayatım tam anlamıyla boka dönmüş vaziyetteyken sessizce taksi parasını kredi kartımla ödemek çok da koymamıştı bu durumda.

Ayaklarımı sürterek kollarım boşlukta sallana sallana bir zamanlar birlikte yürüdüğümüz yollardan eve doğru ilerledim. Rüzgar bütün kemiklerime işlemişti ama pek de umurumda değildi o an için çünkü kalp kırıklığımdan daha çok acıtamazdı hiçbir şey canımı. Öylece yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm... O yol benim için bitmek bilmedi çünkü korktum, kendimle yüzleşmekten korktum. Kendimi suçladım en çok çünkü beni bu noktaya getiren şey seçimlerimdi.

Suho'yla ilişkim her zaman kaygı dolu olmuştu. Ve sağlıklı düşünmem bu bakımdan çok zordu çünkü zihin negatif çalışırdı. Belli durumlarda savunma mekanizmasını çalıştırarak beyin kişiye bolca kaygı, endişe ve korku pompalardı. Yine aynısı oldu, asla onu suçlamadım hatayı kendimde aradım ve tüm bunların peşpeşe geldiğini düşündüm. Zehirli cümleler beynime bir bir işlendi.

Belki de bugün, Seoul Shakers'a gitmeseydim Suho'nun yanına daha çabuk giderdim.

Hoseok hyung arabasıyla bizi alsa Suho daha mutlu olurdu.

Soju içmesem, Suho o yokken de içmediğime inanıp öfkelenmezdi.

Bu noktada, kendimi suçlamıştım çünkü ona yetemediğimi, istediği biri gibi olamadığımı anlamıştım. Ben o omega gibi değildim, ruh eşi tarafından reddedilmiş, ruh eşine layık olmayan karaktere sahip bir omegaydım. Yetersizdim, benim gibi omegalar böyle olurdu.

Boğazımda bir yumruyla şifreyi girdiğimde evin aydınlık olduğunu ve ortadaki bankta pembe, tüylü bir sabahlıkla oturan Jungkook'un elindeki bardaktan yudumlayarak bir belgesel izlediğini gördüm. Sesle kısaca dönüp baktı bana ve hemen geri önüne döndü. Odama gitmek istedim, odama gitmek ve yatağıma girip günlerce uyumak. Uyursam acı çekmezdim, uyursam tüm bunların kabus olduğunu düşünür, zihnimi yanıltırdım. Uyursam, sorunlarımdan kaçardım ve belki düşlediğim o hayallerde daha mutlu olurdum.

Ama ayaklarım beni hiç beklemediğim bir yere, Jungkook'un bankta oturan bedeninin yanına götürdü ve sessizce oraya oturttu. Bomboş baktım televizyona, pelte gibi hissediyordum. Geçmişten bu zamana yaşadığımız her şeyin yükü omuzlarıma binmişti. Sesler vardı, ama hiçbirini duymuyordum o an için aklımdan defalarca kez kendimi suçlarken televizyonda neyin olduğu önemsizdi.

Mingyu senin gibi omegalara bakmaz.

Ses bir yankı gibi defalarca tekrar etti. Korkunçtu, bana defalarca anlatır gibi kafamda yankılanarak duygularıma dokunuyordu. Benim gibi omegalara bakmaz. Evet, Suho da bakmamıştı, ses haklıydı.

Böyle söylemişti değil mi Jungkook maçtan sonra. Benim gibi omegalar tam da böyle oluyordu... Tam olarak dediği şeyi de altında yatan imasını da anlamıştım.

Önce yanaklarımın ıslandığını hissettim, sonra omuzlarım sarsıldı ve onu ağzımdan kaçan minik bir hıçkırık takip etti. Gittikçe şiddetlenen ağlamamı durdurmak için bankın ucunda otururken ellerimle yüzümü kapattım ama olmadı. Kendimi dizginlemeye çalıştığım her dakika yüzümü saklayarak yüksek sesle ağladım.

Omuzlarım ağlamamdan dolayı şiddetle sarsılırken kazağımın ucundan Jungkook'a doğru bir çekiştirme hissettim ve o anki güçsüzlüğümle omzuna doğru düştüm. Daha önce kimseye tutunma ihtiyacı hissetmemiştim ama sanki bu anı bekliyormuş gibi ellerimle sıkıca koluna sarılıp tırnaklarımı pembe, peluştan sabahlığına geçirdim yüzümü de aynı yere saklayıp ağlamaya devam ettim.

Jungkook hiçbir şey söylemedi, kolunu sıkıca tutup hıçkırıklarla ağlarken her şeyi omzunda yapmama izin vererek belgeselini izlemeye devam etti. Kalp kırıklığıyla başladığım Suho'yu suçlamalarımın kendime yönelmesi, suçlunun ben olduğunu düşündüğüm aşamadan sonra yavaş yavaş kabul etmeye dönüştü. Hıçkırıklarım da bununla birlikte azalarak derince iç çekişli burun çekmeler haline geldi.

Sıkıca tuttuğum pembe peluşlu sabahlığından ayrılarak şişmiş gözlerle bakışlarımı kaçırırken biraz utanmıştım. Jungkook ise pek oralı olmuyor gibi görünse de bakışlarını belgeselinden ayırıp bardağını sehpaya koyduğunda doğruca bana bakarak "Bitti mi?" diye sorunca istemsizce başımı eğip "Hı-hmm.." derken bulmuştum kendimi. Çok utanç vericiydi, tanrım...

Bir cevap vermedi ancak çenemden nazikçe tuttuğunda hemen ondan kurtulmaya çalıştım. Burnumun kıpkırmızı olduğunu, gözlerimin şişkinliğini kimsenin görmesini istemezken geri çekilmek için yaptığım başarısız hamleyle bu kez çenemi biraz daha sıkı tutup gözlerine bakmamı sağladı ve pembe sabahlığının kolunu uzattı. Önce gözlerimin altını sildi sonra yanaklarımı ve en son dudaklarımın üstüne doğru akan burnumu, hiçbir çekincesi olmadan temizlerken yüzümün her bir noktasını dikkatle inceledi. Gözlerinden anlayış harici hiçbir şey okunmuyordu, mide bulantısı ya da tiksinme de yoktu, ima da yapmamıştı. Sadece, güzelce ilgilenmişti.

Yüzümün tamamen temiz olduğundan emin olunca bana mı öyle gelmişti bilmiyorum ama gözleri benimkilere kenetlenmişken baş parmağının çenemi hafifçe okşadığını hissetmiştim. Ama belli belirsizdi, emin olamadığım için tepki bile verememiştim. Gerçi tepki vermeye halim bile yoktu ama...

Burnumu çekerek ona bakarken eve ne ara geldiğini merak etmiştim. Saçları hafifçe kabararak keskin yüz hatlarını daha yuvarlak göstermişti. Duş almış olmalıydı, saçları ıslaktı ve benim aksime alkol yerine temiz kokuyordu. Havanın biraz soğumasından dolayı da üzerinde kalın kıyafetler vardı. Özellikle pembe peluş sabahlığı fazla dikkat çekiciydi, normal bir zamanda olsak kesinlikle dalga geçerdim ama şimdi tatlı görünüyordu.

Buğulanmış gözlerimi daha iyi görebilmek için kırptığımda dudaklarımı araladım ama konuşmadım. Benim yerim Jungkook derince bir nefes aldı ve sordu "Sıcak çay ister misin?"

Çay içmeyi çok sevmezdim, gerçekten hasta olduğum zamanlarda tüketmeyi tercih ederdim ama o sorduğu ve benimle ilgilendiği için karşılıksız bırakmak istemedim, başımı salladım.

"Olur, içerim."

Ayağa kalktığında mutfak tezgahına giderek bir büyük kupaya ocaktaki demlikten doldurarak hızla geri geldi ve elime tutuşturup dövme boyalarının olduğu dolaba gitti. Sessizce, oradan bir ceket çıkartmasını bekledim ve karşıma geçtiğinde yorgunca başımı kaldırdım. Yavaşça kapıyı işaret ederek "Gel benimle." dedi bana.

Dışarı çıkmak gibi bir niyetim yoktu, tercihim yatağa girip günlerce uyumaktı ama ona güvenmemi bekler gibi bakarken öylece arkamı dönmek bencillik olurdu. Bu yüzden ayağa kalkıp üzerime feromonları kokan ceketi atmasına ve kapıya yürürken elini omzuna koyarak beni yönlendirmesine izin vermiş, hatta ayakkabımı giydirmek için eğilmeden çayını tutmuştum.

Kalktığında yarısı bitmiş çay bardağını pembe peluşlu sabahlığının cebine koyarak aşağıya inerken nereye gittiğimizi bilmiyordum ama omzumdaki eli bana güven veriyordu. Dışarı çıktığımızda beni bulunduğumuz apartmanın iki yanında bulunan ağaçlarla kaplı çocuk parkına yönlendirmesine izin verdim.

Gecenin iki buçuğuydu, üzerimde bol gelen ona ait kalın bir ceket, elimde ise bir bardak kombu çayıyla üzerinde pembe peluştan bir sabahlıkla sığamadığı salıncağın üzerine oturarak hafif hafif sallanan Jungkook'a eşlik ediyordum. Arada sırada onun tarafından esen rüzgarla burnuma dolan feromonları beni rahatlattığı için gözlerimi kapatıyordum. Bazen de ceketinin yakasına burnumu sürtüyordum.

Çakmak sesiyle gözlerimi araladığımda bir dal sigarayı yakarak bana uzattığını gördüm ve alarak "Teşekkür ederim." diye fısıldadım. Ardından öylece sallanmaya devam ettim.

Aramızda yine bir sessizlik oluştu ve daha çok sigara içerken bıraktığı dumanla birlikte üfleme sesleri yükseldi. Bir şeyler konuşmak istiyordum, evet her zaman susardım ama bu kez kalbim öyle çok kırılmıştı ki o kırıklarından üzerinden geçerken elimi tutup bana destek olacak birini istemiştim yanımda.

"Ben..." birkaç kere burnumu çekip yüzümü buruşturarak yeniden ağlamamak için çok çaba harcadım ama dolan gözlerimle dudaklarımdan çıkan hafif hıçkırığıma engel olamadım "Ne diyeceğimi bilmiyorum, ne yapacağımı da bilmiyorum. Öyle... Öyle işte."

"Bir şey söylemene gerek yok. Eğer sadece ağlamak istersen, ağla gitsin."

Ağlamamalıyım. Ağlamamalıydım ama kendime engel olamıyordum. Aklımda sürekli beni, ruh eşini neden reddettiğini sorguluyordum. Hepsinin sonucu da davranışlarıma çıkıyordu ama yapmıştım. İstediği gibi biri olmak için gerçekten çabalamıştım sadece nerede hata yapmıştım anlamıyordum. Neden bana katlanamamıştı? Böyle bir omega olduğum, istediği olamadığım için mi?

Kalbimin acısını dudaklarıma kondurduğum gülüşe sığdırıp elimdeki sigaraya bakarak durdum ve bir nefes çekmeden hemen önce çayımdan yudumladım. Sonra dumanı içime çekerek dışarıya üfledikten sonra her şeyi olabilecek en kısa şekilde en başından itibaren özet geçtim. Onunla tanışmamı, geçirdiğimiz günleri, aptalca detayları ve yüzümün güldüğü her anı... Sonra bir noktada her güzel anıyı kabusa dönüştüren ve artık hiç güzel olmayan günlerimi. Hoseok'un çorabını giydim diye demediğini bırakmadığı hakaretten tutun, tuttuğum notları fakültedeki arkadaşıma verirken gülümsedim diye iş attığımı ima edişlerine kadar anlattım.

Olabildiğince sakin olmaya çalışsam da Suho'ya karşı olan hislerimin beni böylesine perişan edişi yüzünden yer yer ağladığım da olmuştu. Bu süreçte Jungkook iyi bir dinleyiciydi, ben ağlarken feromonlarıyla beni telkin etmek için bile çabalamıştı ve asla bölmemişti. Sadece, ben anlattıkça ve arada sırada Suho'ya olan aşkımdan, ruh eşi olmanın ancak onu hissedememenin ağırlığından bahsederken Jungkook'un feromonlarının uzaklaştığını hissetmiştim. O ana kadar feromonlarının bana ne kadar iyi geldiğini de anlamamıştım.

Anlatacaklarım bittiğinde acı bir gülümseme takındığım yüzümü eğerek çatlak sesimle "Öyle işte." dedim "Dürüst olma adı altında öylesine zalimdi ki... Geriye dönüp baktığımda o güzel anılar yavaş yavaş kötüye dönüşmeye başladı ve ben artık o anlara tutunmakta zorluk çekiyorum."

Jungkook hafif hafif sallandığı salıncakta ayağını hızla kuma bastı ve durdu. Bana baktığını hissetmiştim ama ona bakamayacak kadar bok gibi hissediyordum kendimi, üstelik feromonlarını da üzerimden çektiği için nedense biraz kırıldığımı hissetmiştim.

"Objektif olmamı ister misin yoksa pohpohlayayım mı?"

"Jimin aylardır söyleniyor zaten daha kötüsü olamaz."

"Hayır konu Jimin değil, o senin arkadaşın. Yabancı birinden duymak seni kötü hissettirebilir."

Her ne kadar yabancı olduğunu söylese de, gariptir ki ben haftalardır kuru kuruya bir öfkeyle ev arkadaşı oluşumuza karşı çıksam da hiç yabancıymış gibi hissetmemiştim.

Jungkook hafif hafif yeniden sallanırken ona bakma cesareti göstererek başımı kaldırdım ama bu kez onu tam ileriye bakarken ve cebinden çıkarttığı soğumuş çayını içerken buldum.

"İnan bana hissettirmez. Söyle hadi."

"Suho sik kırığının tekiymiş."

Gülümsedim biraz da olsa çünkü ben söyle dedikten hemen sonra beklemeye bile gerek duymadan ağzından dökülüvermişti cümlesi. Sanki hazırda bekliyordu küfrü.

"İkinci olarak da, anlattığın şeylerin sonucunun ne olduğunu biliyorsun ama ulaşmak için uzun yolu tercih ediyorsun. Eğer kısa yolu seçseydin, aslında hatanın senden değil ondan kaynaklı olduğunu görürdün ve bu işi bitirebilirdin."

"Söylemesi kolay görünüyor sizin için ama inan bana her yolu denedim."

Jungkook salıncaktan bana doğru döndüğünde arkasından esen rüzgar bağladığı saçlarını hafifçe öne düşürdü. Sakince geri attığı saçları yine asice öne geldiğinde bu kez pes etti ve bakışlarını benimkilerle buluşturmayı tercih etti. Yorgunluğu bulunduğum yerden okunmasına rağmen parlaklığını bir nebze bile kaybetmediği gözleriyle bakarken anlamamı çalışmamı istiyor gibiydi. Hiç denemediğimi, denemek için çabalamadığımı ve kendimi kandırmak için her yolu deneyerek aptalı oynadığımı anlamamı...

İçimi okuyordu sanki, bakışları çıplak hissettirmişti. Fark edemediğim aptallığımı fark etmiş ve bunu bana kelimelerle değil de bakışlarıyla göstermek ister gibiydi. Kaçmak istedim, çünkü Suho'yu öyle dokunulmaz kılmıştım ki kendimi suçlamak, layık olamamak daha kolayıma geldi. Bu yüzden de dakikalardır elimde yanan sigaramı eğilip kumda söndürerek konuşmaya başladığında göz temasımızı kesmeyi tercih ettim.

"Belki de denediğin yollar seni hep yanlışa sürüklemiştir."

"Ya da başından beri tek hata bendedir."

"Bence Suho, senin özsaygını yerle bir ettiği için kendine doğru soruları sormuyorsun. Bu da seni yanlış sonuca ulaştırıyor." derken oturduğu salıncakta bana döndü ve eğdiğim başımı kaldırıp doğruca gözlerine bakmamı sağlayacak bir soru sordu "Sana doğru soruları sormama izin ver. Ve cevap verirken gözlerimin içine bak."

Biriyle konuşurken göz teması kurarak dinlemek ya da ilgili görünmek benim için çok önemliydi. Jungkook'un iyi bir dinleyici olduğunu sabah mısır gevreği yerken gün içinde neler yapacağımı en saçma ayrıntısına kadar anlattığım sırada fark etmiştim ve bu beni memnun etmişti. Biri tarafından dinlenmek benim için değer vermekle aynıydı. Konuşurken sessizce bakması bile binlerce kelimeye bedeldi belki de. Bu yüzden alfanın gözlerine bakmaktan bunu fark ettiğim andan itibaren çekinmemiştim.

Ona göz temasını kesmeden başımı sallayarak hafifçe onay verdiğimde net bir soru sordu "O yokken en çok neyini özledin mesela? En çok aklına ne geldi?"

"Her şeyini." dedim ama bu onu tatmin etmemiş olmalı ki başını iki yana sallayarak itiraz etti "Bu çok genel bir cevap. Bir insan bir insanın her şeyini özleyemez, spesifik olarak sevdiğin bir şey mutlaka vardır."

Neyini özlüyordum? Sahi, Suho'nun özleyebileceğim neyi vardı? İlgisizliğini mi, değersiz hissettirmesini mi, neyini? Güvende hissettirmesi? Evet, bu olabilirdi belki. Onunlayken güvende hissediyordum, bana verdiği güven ve ailemden uzaktayken verdiği şefkati sevmiştim..

"Elimi tuttuğunda güvende hissettirmesini seviyordum. Bana sarıldığında verdiği şefkati de seviyordum."

"Geçmiş zaman kullanıyorsun. Ben şimdiki duygularını istiyorum omega. Şimdi bu özlediğin şeyler hala var mı yok mu?"

Durdum ve düşündüm biraz. Şimdi bu saydıklarımdan hiçbirini hissetmiyordum, elimi tuttuğunda hissettiğim güven duygusu? İlişkimizin son beş ayında elimi tuttuğu sayı onu geçmezdi. Şefkat? Sadece beni kırdığı ama yine de hatalı olduğumu düşünüp ondan özür dilediğimde sarılınca hissetmeye başlamıştım. Ama yine de...

Bir bahane sunmak için ağzımı açtığımda Jungkook'un kaşlarını kaldırması beni engelledi ve sadece başımı iki yana sallayıp "Yok. Şimdi yok." dedim sessiz bir tonla.

"İlişkinde güvende hissediyor musun?"

Hayır.

"Hayır."

"Beraber eğleniyor musunuz?" Evet demek için ağzımı açtım ama Jungkook bana yeniden "Sadece şimdiki zaman." dediğinde gözlerimi kırpıştırdım ve cevap verdim "Hayır."

"Ne kadar haklı olursa olsun sana kendini değersiz hissettiriyor mu?"

Evet.

"Evet."

"Bazı zamanlar yabancıymış gibi hissediyor musun?"

Evet.

"Evet."

"Onunla bir gelecek kurmak istiyor musun?"

Hayır.

"Tabii ki!" diye atladığımda gözlerinden bir öfke parıltısı geçtiğini ve bunun kısa süreli feromonlarına yayıldığını kokusundan anlasam da düşünmekle o kadar çok meşguldüm ki kendimi düzeltme gereği duydum "Yani evet istiyorum ama bunun için erken. Daha önce ileriyi düşünmedim, bilmiyorum. Olabilir?"

"Peki, Suho ile olan ilişkin, kendi çocuklarının ya da yakın arkadaşının yaşamasını istediğin bir ilişki mi?"

Ne cevap vereceğimi bilemedim. Çünkü aklım da mantığım da, en önemlisi kalbim de cevabı çok iyi biliyordu. Kendime her konuda yalan söyleyebilirdim fakat mükemmel ve özendirici, birine tavsiye edebileceğim bir ilişkimin olduğunu söyleyemezdim. Bu yüzden de ne yapmaya çalıştığını çok iyi anlamıştım ve anladığımda ittiğim, kaçmaktan korktuğum tüm o şeyler birer birer doluşmuştu zihnime. Onun için birçok şeyden vazgeçmiştim ama kendim olmaktan vazgeçtiğim an işler çıkmaza sürüklenmiş, kendime olan saygımı yitirmiştim. Şimdiki farkındalığımla düşündüğüm şeyler yüzünden gözlerim dolmaya başladı. Neden ağlayan taraf bendim? Kendini parçalayan, kalbi ağrıyan....Tüm yükü sırtlanan...

Mahvetmişti beni. Söylediği, yaptığı ve baktığı her şeyimin yanlış olduğuna inandırmıştı, kendi kafamda kurmama sebep olarak hatayı kendimde aramama sebep olmuştu. Arkadaşlarımla kavga etmiştim, onlarla dışarı çıkmamak ve bana inanmalarını sağlamak için hasta numarası yapmıştım Suho'nun yanında olabilmek için. Hayatında yer edinmek için, hikayesindeki o kişi olabilmek için kendimden bile ödün vermişken o bambaşka bir hayat yaşamıştı.

Artık onun için ağlayan taraf olmak istemiyorum. Onun her şeyi olduğumu sanarken, onun için Jimin'in dediği gibi ruh eşiyiz diye gururumu ayaklar altına alırken neden ağlayacaktım. Ben onun neyiydim ki? Bana sevgim bitti arkadaş kalalım dediğinde orada son kez ağlamalıydım. Bana sarılıp teselli vermesine izin vermemeliydim. O gün hiçbir şey olmamış gibi sinemaya gidelim mi dediğinde tamam dememeliydim. Sinemada beni öptüğünde umutlanmamalıydım. Ayrıldık dedikten sonra bile beni itip çekmesine için vermemeliydim. Bir ayrılıp bir barışırken aptal gibi kendimi onun altında bulmamalıydım. Bütün bunları onun hiçbir şeyiyken yapmamalıydım.

Yüzümü buruşturarak Jungkook'a döndüğümde farkındalığımın yüzüme vurduğunu görmüş ve başını onaylarcasına sallamıştı destek verir gibi.

"Evet, her ne düşünüyorsan yüzündeki ifade bir şeyleri anlamaya başladığını belli ediyor omega. O hisse tutun."

"Çok aptalım." dedikten sonra gözümden süzülen yaşla kendimi yeniden şiddetle ağlarken buldum. Nasıl bu kadar aptal olabilmiştim, ona kendimi mahvedecek kadar nasıl bağlanmıştım hiç anlamamıştım. Canımı bu kadar yakarken nasıl katlanmıştım hakaretlerine. Nasıl kendime göstermediğim şefkati ona göstermiştim. Ruh eşiydik biz, madem öyle neden sadece ben acı çekmiştim neden bütün yükü ben sırtlanmıştım.

Oturduğum salıncağın zincirine sıkıca tutundum ve ağlamaktan ağrıyan midemi tutarak öne doğru eğilmiş bir şekilde devam ettim gözyaşlarımı akıtmaya. Tek bir damlasını bile hak etmeyen bir adam için bu kez son olarak farkındalıklarımla kendimi mahvetmek istedim.

Nasıl ki eve geldiğimde Jungkook'un omzunda ağladıktan sonra gözlerimdeki yaşları temizlediyse bu kez de fark etmediğim sessizlikte tam karşımda bulmuştum onu. Tek farkı, şu an feromonları yoğun değildi ve gözlerinde biraz kırgınlık vardı. Bu kadar kısa sürede anlamıştım ki, Jungkook'ın bazı şeyler için kelimeleri kullanmasına gerek yoktu. Bütün duygu geçişlerini gösterebildiği gözleriyle de birçok şey anlatabiliyordu.

İç çekişlerim, titrek nefeslerim ve ıslanmış suratımla ağlamalarım minik yutkunuşlara dönüştüğünde Jungkook yeniden, evde yaptığı gibi pembe peluşlu sabahlığının kol kısmını yüzüme yaklaştırıp sildi. Yine, yüzümün her noktasını temizlerken özenli ve nazik davrandı. Zorunda olmamasına rağmen bunları yaparken hiç de rahatsız olmuşa benzemiyordu, tam aksine burada olması gereken birisi gibiydi.

Yüzümdeki bütün yaşları temizlediğinden emin olduktan sonra "Bitti mi?" diye sorduğunda aslında bitmemişti ama bitmesini istediğim için dudaklarımı içe katlayarak başım ileri ve geri salladım.

"Hadi eve gidelim o zaman. Biraz uyuyup rahatlarsın hm?"

Yine kafa salladım ve ayağa kalkıp arkasını dönerek beni beklemesini izledim. Birkaç kere derince nefes alarak temiz havayı ve de alfadan yükselen bir miktar feromonu solumaya çalıştım. Biraz öncekinin aksine pek alamamak beni şaşırttı. Bu yüzden ayağa kalkıp yanına biraz yaklaşmakta buldum çareyi ama ben ağlarken arttırdığı feromonları artık eskisi gibi değildi ve ben neden olduğunu bilmeksizin biraz da olsa sakındığı o feromonları solumak istediğimi fark etmiştim.

Aslında planlarım arasında yürürken ona doğru yalpalamak yoktu ama ben düz yolda bile tökezlemeyi başardığımdan Jungkook beni tutup kollarının altına almakta gecikmemişti. Bir eliyle hemen omzumun diğer tarafından tutmuş, kendine çekerek az da olsa kokusuna yaklaşmamı sağlamıştı.

Binaya kadar onun dibinden yürüdüm, merdivenlerde ise sırtımdan destek vererek yürümeme yardım etti. Şifreyi yazıp içeri girdiğimizde o doğruca dövme sandalyesine giderken ben sadece elimi enseme atmış sessizce odama geçmiştim. Ancak üzerime bol gelen pijamalarımı giyip yatağımın içine girmeden öylece beklemiştim çünkü tam şu anda aramızda bir kapının olması nedense doğru hissettirmemişti. Bir şeyler çok yanlıştı, bir şeyler o kadar yanlıştı ki kalbim çok farklı atmaktaydı bana o yanlışı hissettirmek için.

Hayatımda hiçbir zaman içimden geldiği gibi davranmamıştım ama şimdi bu kapının önünde gidip bunu değiştirmek için elimi kapının koluna atmış, tek seferde indirerek ışığı kapatmak için elini duvara dayayan Jungkook'la göz göze gelmiştim. Bana ne olduğunu sorar gibi bakan gözleri biraz da şaşkındı çünkü araladığım kapıyı biraz daha açarak ona asla beklemediği o cümleyi kurmuştum.

"Şey... Boş olan yatakta uyumak ister misin?"

Gözleri irileşirken başını yavaşça onaylar gibi sallayarak hafifçe, mahçup bir gülümseme kondurduğum suratımla kapıyı içeri geçmesi için açık bırakmış, doğruca yatağıma geçerek üzerimi örtmüştüm. Yatağın içinde yorgana sarılı vaziyette kapıdan içeriye girmesini sessiz bir heyecanla beklerken salonun ışığının kapanması heyecanımı daha da körükledi ve Jungkook odaya yavaşça girip kapıyı kapattı. Hemen ardından ise aylardır bozulmamış olan çift kişilik yatağa girerek sırt üstü yattı ve sadece gözleriyle burnu gözükecek şekilde üzerini örttü.

Bir süre onu izleyerek bekledim, karanlıkta o kadar net belli olmasa da pencereden giren hafif ay ışığından gözlerini kırpıştırdığını, hareket eden yorgandan sakin nefes alışlarını gözledim. Bunu kaç dakika yaptığımı bilmiyordum ama soluklanırken feromonlarını hissetmeye çalıştığımı farkına varınca gülümseyerek cam tarafına döndüm ve yorganı avuç içlerime sıkıştırıp iyice yatağın içine sokuldum.

Odanın içinde başka birinin varlığını hissetmek ve o kişinin bana verdiği güven duygusu uzun zaman sonra bir o kadar yabancı bir o kadar da tanıdıktı. Bazı şeyleri kestirip atmak yerine kabullenmem gerektiğini fark etmiştim.

Tam o sırada bana hiç ummadığım rahatlamayı veren, gülümsememi sağlayan Jungkook'un, "Senin gibi omegalardan kastım tahmin ettiğin gibi değildi. Senin gibilere bakmaz dedim çünkü Mingyu alfalardan hoşlanıyor." diyen sesi kulağıma doldu ve geceye hafif alaylı bir kıkırtı bırakarak kalp atışlarımı hızlandıran cümlesine devam etti. "Benim aksime."

 

***

 

ResimLink - Resim Yükle

7 beğeni

taehyungdegilim: O beni ev arkadaşım 🌸

(bu gönderi yoruma kapatılmıştır)

 

Notes:

bu bölümle birlikte fallingforyou’da güncele geldik. artık yeni bölüm yayımlayacağım zaman watty’le birlikte aynı gün gelecek 💖

Chapter 11: ruh eşi çiçekleri, americano alfa ve vanilya latte omega ilişkisi

Chapter Text

Düzenli uyku uyumadığımı ve alfa feromonlarına da çok sık maruz kalmadığımı düşünürsek bu kadar huzurlu uyumamı kesinlikle Jungkook’a borçluyum diyebilirdim. Çünkü bütün gece akşamdan sakındığını feromonları odayı kaplamış ve asla ağır olmadan beni etkisi altına almıştı. Tıpkı önceki gibi fazlasıyla rahat uyumuştum, feromonları beni daha önceleri hiç uyumadığın kadar güzel uyumama neden olduğu için de sabaha kadar huzurluydum. 

Sabaha kadar diyorum çünkü uykumun en ağır noktası sabah saatleri olurdu ve aşırı bir ses yoksa bile uyanmazdım. Şimdi ise tatlı feromonları solumak bana her şeyden iyi gelirken, huzurlu uykumun en tatlı yerinde bir anda feromonlarının değiştiğini, giderek acılaştığını ciğerlerime nüfuz ederken hissetmek irkilerek uyanmama neden oldu. Yanağımı yastığa sürttüm yavaşça ve ışığa alışmaya çalışan gözlerimi yumruk yaptığım elimle ovuşturup sızlanarak boğazımı tuttum. Bir anda yoğun ve acı bitter kokusuna maruz kalmak da neyin nesiydi anlamamıştım, bu yüzden de olan biteni anlamak için yorganımla beraber arkamı yavaşça dönmüş ve Jungkook’un çift kişilik yatakta bana kilitlendiğini görmüştüm.

Bakışları sertti ve çenesi sıkıydı. Yumruk yaparak tuttuğu battaniye, dümdüz olmuş dudakları ve bir an olsun kırpmadığı gözleriyle neye baktığını anlayamamıştım ama kitlendiği yeri takip ettiğimde gözlerinin tişörtümün omuz kısmında olduğunu fark ettim. Uyurken tişörtümün kaydığı omzumdan bir zamanlar çiçeklendiğimde herkese göstermek için can attığım ancak Suho’nun beni reddedişinden itibaren göstermekten kaçındığım beyaz ve mor menekşe çiçeklerim gözler önündeydi.

İster istemez hem omegam hem de ben rahatsız olduk. Sebebini bilmiyordum bu rahatsızlığın, sadece hayatımda ilk kez çiçeklerimi bir alfa gördü diye keşke olmasalardı diyecek kadar içimde bir sızı oluşmuştu. Bu yüzden elimle yavaşça düşmüş omzumu toplama gereği duymuştum. Hareketimle de gözleri omzumdan gözlerime çıktı ve acı feromonları yavaş yavaş dağılarak uzaklaşmaya başladı, sanki çiçeklerimi kapatmamla bir şeylerin yanlış olduğunu fark etmiş ve başını çevirip sırt üstü uzanmıştı

Tepkilerinde bir mantık aramaya çalıştım, sadece belki de sabah insanı olmadığını düşündüm ama yine de onu hiç böyle uyandığı anda görmediğim için şaşkınlığımı gizlemekten zorlandım. Bu yüzden de Jungkook’un aksine ondan doğru tarafa dönerek yorgana iyice sarılıp gözlerimi üzerinde dolaştırdım. 

“Günaydın,” diye mırıldadım yavaşça. Ve bunu yaparken umutsuzca bana yeniden dönerek bakmasını istedim fakat Jungkook, tekdüze bir sesle cevapladı beni “Günaydın.”

Ardından yatakta doğruldu ve derince bir nefes alırken iki yanına uzattığı elleriyle dümdüz karşıya bakarak “Dün için…” diye başladı ve devam etti “Kimsenin seni savunmasız görmesine izin verme Taehyung… Bana bile, ev arkadaşın olsam bile izin verme.”  

Yattığım yerde onun gibi yavaşça doğrulup ona gözlerimi kocaman açarak bakarken ne söylemeye çalıştığını anlamamıştım. Neden şimdi bana bunu söylüyordu? Bugün, dünün aksine daha iyi hissediyordum ve duygusal boşluk hissi hala kalbime ağırlık yapıyordu ama buna rağmen rahatlamış gibiyken bir anda kalbimde bir sızı bırakmasını çözemiyor, feromonlarının acılığını anlayamıyordum. Her zaman her noktada kötü düşünmeme neden olan zihnim hemen harekete geçti ve bir an için acaba bana destek olduğu için pişman mı oldu diye sorgulamaya başladım. Aynı hızla benim de feromonlarım vanilyanın en keskin, en acı tonuna dönüşmeye başladı.

Jungkook, ortamdaki feromonlarımızın bariz değişiminden sonra yataktan kalktığında hafifçe gerindi ve saçını eliyle geriye atarak kapıyı açtı ve tuvalete girdi. Bende arkasından öylece baktım durdum. 

O tuvaletten çıkana kadar ben de yataktan çıkmadım, sadece bomboş bir şekilde oturup onun kapıyı açan sesini bekleyerek ayaklandım. Üstümü başımı düzelterek salona yürüdüğümde onu buzdolabını açmış süt ve mısır gevreği alırken buldum, ben de kolunun altından buzdolabındaki yarım kavanoz çilek reçelini kaptım. Sonra da tezgahın üstündeki dolaba uzandım en dibinde kalan ekmeğin bozulmamasını ümit ederek. 

Parmak ucumda olabildiğince kalkmaya çalışmıştım ama parmağım sadece jelatine değiyordu. İkisiyle kıstırabilseydim eğer rahatça kendime çekip alabilirdim ama öyle bir noktadaydı ki bir türlü yetişemiyordum.

“Hay sikeyim.” diye fısıldayıp tek ayağımın parmak ucuyla biraz daha dengeli uzandım ama yine de yeterli değildi. İşaret ve orta parmağımla neredeyse kıstıracaktım ki Jungkook’un sıcak bedenini tam arkamda hissettim. Nefesimi kesmişti yakınlığı.

Topuklarımı yere bastım, ellerim de ekmekten uzaklaştı. Jungkook saniyelerdir debelendiğim paketi basitçe bana ittirerek tutmamı sağladı. Nefesimi tuttuğumu tezgahla arasından ona doğru elimde ekmekle dönene kadar anlamamıştım, kirpiklerimin arasından bakındığımda o nefes yavaşça dışarıya çıktı.

Böyle anları hep filmlerde ve aşk romanlarında okumuştum ve şimdi aynısını yaşarken tam olarak başrol gibi hissetmem gereken o yerde Jungkook çekilmiş, beni boşlukta bırakmıştı. Eline aldığı mısır gevreğini bile bırakmış doğruca odaya girmişti. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum, dün her şey normaldi ama sabahtan beri o kadar anlamsızca ilerliyordu ki her şey sadece izlemekte yetiniyordum. 

Çiçekler yüzünden…

Jungkook, odadan elinde dün parka gitmeden bana giydirdiği ceketle çıkarak ayakkabılarını giyerken bana kısaca gitmesi gerektiğini söylediğinde elimdeki poşetle tezgahtan ayrıldım ve karşısına geçtim.

“Neden, ne oldu ki?” diye sordum anlamaya çalışır gibi. Jungkook kısaca başını kaldırıp bana bakmış, baktığı gibi de tökezleyerek kısa bir küfür savurmayı ihmal etmeyerek “Önemli bir şey yok. Sadece gitmem gerek. Birkaç gün…”

“Birkaç gün mü?”

Merdivenlerden hızla inerken ya da bir hafta dediğini işitmiştim ama o an elimde poşet ekmekle ona bakarken tek kelime etmeme fırsatım bile olmamıştı.

 

***

 

therama club

sohbet grubu

 

 

küçük şeytanım

işte bak

diyorum ki

fırsatını bulsam dün ilerleyecektim

ama adam iletişime o kadar kapalı ki suratıma bile bakmadı

bakmayı geçtim beni görmemezlikten geldi

etrafında dört döndüm hyung 

bana mısın demedi

hayatımda hiç böylesine yok sayılmamıştım

çok kırıcı

 

yersiz yurtsuz

yaniii

belki ilgisini çekmemişsindir

bu da olabilir

 

küçük şeytanım

sen komik birisin ama bi daha şaka yapma olur mu

 

yersiz yurtsuz

bazı alfalar omega yerine alfaları tercih edebilir

 

küçük şeytanım

senin gibi mi 👀 

 

yersiz yurtsuz

benimle bunun ne ilgisi var 

 

küçük şeytanım

ne demek ne ilgisi var

yoonginin parmaklarına dokunacağım diye

ter döktün resmen görmedik sanma

 

yersiz yurtsuz

öyle bi şey yok

 

küçük şeytanım

var araştırmanı öneririm

 

taehyung

var bu arada

ben de gördüm

 

küçük şeytanım

SEN NERDESİN

SEN

NERDESİN

 

taehyung

evdeyim

reçelli ekmek yiyorum

ResimLink - Resim Yükle

 

küçük şeytanım

reçelli ekmek mi yiyosun

 

taehyung

ebet

noldu ki

 

küçük şeytanım

noldu mu

ebenin amı oldu

 

taehyung

sadece reçelle ekmek yiyorum

gördüğüm muameleye bak

 

küçük şeytanım

kes

KES

DÜN

NE

YAPTIN

NE

OLDU

ÇABUK

ANLAT.

 

taehyung

hiç oldu

 

yersiz yurtsuz

nasıl yani

 

taehyung

hiç oldu işte

kocaman bir hiç

onun için hiçim

ona verdiğim değer de bir hiç uğrunaymış

öyle

 

küçük şeytanım

burası tam olarak

senin suhoyu savunduğun kısım olmalıydı

kafanı falan mı vurdun

 

taehyung

onu savunabileceğim hiçbir şeyim yok artık

 

küçük şeytanım

ay yok

bir şey olmuş

kim bilir bu orospu çocuğu ne yaptı da

bu çocuk böyle davranıyor

 

yersiz yurtsuz

jimin dur hemen ağlak moduna geçme

taehyung sen de dün olanları düzgünce anlatsana bi

 

taehyung

dün hayatımın en kötü günüydü

gerçekler hiç bu kadar yüzüme yüzüme vurmamıştı hyung

havalimanında sik gibi davrandı bana

laf da soktu sürekli

yanında bir omegayla gelmiş

bana göstermediği ilgiyi gösterdi ona hep

elini tuttu kokusunu solumasına izin verdi

dışarda ona sırmaşmama bile kızardı

ama ona sadece gülümseyip daha çok yaklaştı

iki sokak üstte de ev kiralamış oraya bıraktırdı kendini

cebinde nakit olmadığı için taksi parasını da bana kitledi

bir de utanmadan biz sonra senle aramızda hesaplaşırız dedi

 

yersiz yurtsuz

piç

hayatımda gördüğüm en esaslı piç

 

küçük şeytanım

onu *ldürmek istiyorum

içimdeki nefreti anlatamam

koç burcuydu dimi bu

 

taehyung

evet koç

 

küçük şeytanım

etrafıma baktığımda

her burçtan insanı delirip ayrılan insanların 

ortak noktası koç burcu alfa olmaları

kuzenim oğlaktı koç burcu yüzünden perişan oldu

ikizler arkadaşım vardı onun aklıyla bile oynadı koç sevgilisi

koçları yakmak lazım

 

taehyung

bu düşüncenin arkasındayım

 

yersiz yurtsuz

aiki koçtu ama melek gibiydi

 

küçük şeytanım

alfa diyorum zaten

aiki omegaydı

yoongi balık bu arada hyung haberin olsun

 

yersiz yurtsuz

yani?

 

küçük şeytanım

sizin ilişkinizde biri üzülecekse bu kişi yoongi olacak yani

 

yersiz yurtsuz

böyle bir şey olmayacak

 

küçük şeytanım

inkar etmedin 🙂

 

yersiz yurtsuz

kabul de etmedim

bekle

sen nereden biliyorsun bu bilgiyi

 

küçük şeytanım

yine de benim için zaferdir 😌

seni hiç ilgilendirmez nereden bildiğim

 

taehyung

şey pardon ama

bana dönebilir miyiz acaba

 

yersiz yurtsuz

özür

devam et

 

taehyung

nerde kaldım

he tmm

taksiyi ödedikten sonra 

ay sonu olduğu için bursumun yatmasına vardı

param bitmişti eve yürüyerek dönmek zorunda kaldım

 

yersiz yurtsuz

arasaydın hemen gelirdim aptal

 

taehyung

o kadar kötüydüm ki hiç aklıma gelmedi 

sadece eve gitmek istedim

bi de alkollüydün araba kullanmanı istemedim

 

yersiz yurtsuz

o halde bile bunu mu düşündün

taksiye atlardım ki seni tek bırakmamak için

 

taehyung

düşünemedim 😣

 

küçük şeytanım

ağladın mı 🥺

tek başına ağlamasaydın

ben gelirdim

birlikte ağlardık

 

taehyung

planlarım arasında yoktu ağlamak

 ama tek değildim

oturup televizyon izlerken

bir anda kendimi 

jungkookun pembe peluşlu sabahlığının kollarında 

salya sümük buldum

 

küçük şeytanım

🤦🏻‍♂️

rezil oldun çocuğa

ağlayan taehyung pek güzel birisi değil

 

taehyung

sence bu ne kadar umrumdaydı

 

küçük şeytanım

😭😭

 

taehyung

sus

temiz hava almam için parka indirdi beni

orda sallanırken biraz konuştuk

çay da yapmış

sigarayla içtik

bana biraz sorular sorup aydınlattı

suhonun piçin önde gideni olduğunu

beni kullandığını

değersiz hissettirip 

öz benliğimi suistimal ettiğini

anlamış oldum

 

yersiz yurtsuz

sonunda başardın mı yani

 

taehyung

başardım sanırım hyung

hala bazı şeyler zor ama toparlayacağım

 

küçük şeytanım

ben bunları 1 yıldır söylüyorum zaten 🧍🏻‍♀️

ama sen daha dün tanıştığın alfayla

1 gece konuşunca mı

çözdün bütün olayı

 

taehyung

konuşmadı ki

bana sadece soru sordu

 

küçük şeytanım

ben 1 sene uğraştım

sorudan fazlasını yaptım🧍🏻‍♀️

 

taehyung

odak noktamız 

suhonun piçin önde gideni olduğunu 

anlamam olabilir mi acaba

 

küçük şeytanım

doğru

bu konuyu şimdilik askıya alıyorum

sonunda suhonun buzluğundaki donmuş pizza

olmayı bıraktığın için mutluyum

 

taehyung

donmuş pizza derken

anlamadım

 

küçük şeytanım

buna donmuş pizza teorisi deniyor

işten geldin yorgunsun karnın aç ve yemek yemen gerekiyor

ama ne yemek hazırlamak ne de bulaşıkla uğraşmak istiyorsun

o anda emek ve efor harcamak zulüm gibi geliyor

sonra aklına buzluktaki pizza geliyor

onu çözdürüp pişirip karnını doyuruyorsun

0 enerji harcama

sizin ilişkiniz de suhoyla böyleydi işte

sana hiç emek vermeden sahip oldu

sorumluluk desen 0

anlık olarak sana erişimi o kadar kolaydı ki

bu noktada sen tam olarak suhonun buzluğundaki donmuş pizza oluyorsun

 

taehyung

bi daha asla pizza yemicem 🧍🏻‍♀️

 

yersiz yurtsuz

pizza ye ama pizza olma

 

taehyung

tmm söz

artık akıllandım

şey bi de

 

yazıyor

 

özür dilerim 🥺

 

yersiz yurtsuz

o niyeymiş

 

taehyung

suho sizle olunca hep kızıp size laf söylüyordu

ben de yanınıza gelmemek için hastayım diye bahane uyduruyordum ama hepsi yalandı

 

küçük şeytanım

biliyoruz zaten

bunun için özür dilemene gerek yok aptal

 

taehyung

bildiğinizi biliyorum ama özür dilemek istedim

neredeyse 1 yıl uğraştırdım sizi

bütün ağlayıp onu savunmalarıma katlandınız

siz çok iyi arkadaşlarsınız ama ben değerinizi bilemedim

yaptığınız ve söylediğiniz her şeyin benim iyiliğim için

olduğunu biliyordum ama o kadar körmüşüm ki

şimdi arkamı dönüp baktığımda 

bana o kadar kötü hissettirmiş ki

sorunu sadece kendimde aramamı sağlamış

beni sizden uzaklaştırmış

ben çok kötü bi arkadaşım

çok da aptalım

kendimi iyi hissettiğim

mutlu olduğum

kalbimin heyecanla attığı

yaşımın en güzel zamanlarını öyle kirletmiş ki

güzel anlarımıza tutunmaya çalışmışım hep ama

durup mantıkla düşününce hepsi teker teker aklıma geliyor

bütün güzel anlarımı nasıl böyle kirletmiş inanamıyorum

 

 

yersiz yurtsuz

kötü hep iyiden güçlüdür

şu an böyle hissetmen çok normal

çünkü farklı bakmaya başladın tamamen

 

taehyung

sanırım bende biraz enayilik var

jiminin söylediği gibi gururumu hiçe saymışım

 

küçük şeytanım

hayır sen sadece aşık olduğunu sandın

bunu hepimiz biliyorduk

bazen kelimelerimi seçerken aptalca konuşuyorum biliyorsun

ama asla sandığını düşündüğün gibi biri değilsin

s*ho piçi seni kullandı

çünkü o sana böyle hissettirdi

ruh eşi oluşundan faydalandı

kendini bunun için suçlama

 

taehyung

mahvetti beni

ondan nefret ediyorum

hayatımdan çaldığı bütün anlardan nefret ediyorum

çiçeklerimden de nefret ediyorum

keşke ruh eşim dışardaki çakıl taşı olsaydı

en azından canım sıkılınca göle gidip taş sektirirdim

 

yersiz yurtsuz

en azından artık biliyorsun ne mal olduğunu

şimdi senin için daha kolay olur

bizim için de endişe etmene gerek yok

hep yanındayız 

kötü hissettiğin her an bi telefon uzağındayız

mahvederim onu

 

taehyung

teşekkür ederim

sizi çok seviyorum 😭

 

küçük şeytanım

taehyungummm 😭

biz de seni çok seviyoruz

geliyim mi yanına

dondurma netflix yapalım mı

 

yersiz yurtsuz

akşam yemeği için yosun çorbası alırım ben de

 

taehyung

doğum günümüz değil ki yosun çorbası alacaksın

 

yersiz yurtsuz

yanlış

bugün senin doğum günün

yeniden doğdun kim taehyung oldun

bu sefer daha güçlü

 

taehyung

DOĞDUM DİMİ

 

küçük şeytanım

DOĞDUN TABİ

ORTALIĞIN AMINA KOYUCAZ

S*HO BOKUMU YESİN

 

taehyung

EVET.

AMA DURUN

şimdi kutlama yapmayalım

yapmam gereken şeyler var

suhonun

pardon s*honun dolapta kalan baksırlarını

kapüşonlularını kesicem

çizim defterlerimdeki portrelerini yırtıp atıcam

portresi için en pahalı boyalardan almıştım bi de

anı kutumuz vardı onu da çöpe atıcam içindekileri kesip

ona ait hiçbir şeyi görmek dahi istemiyorum

 

küçük şeytanım

bugünleri de mi görecektim

duygulu bi anneyim şu anda 

jungkook nerde

alnından öpmek istiyorum

bu başarı onun başarısı

 

taehyung

sabah kaçtı

bilmiyorum

 

yersiz yurtsuz

kaçtı derken

 

taehyung

baya kaçtı işte

 

küçük şeytanım

hayda

yine ne yaptın gül gibi çocuğa kaçıp gitti

 

yersiz yurtsuz

şu siniri öfkeyi azalt dedim sana

 

taehyung

hemen beni suçlayın zaten

toz kondurmayın ona

hiçbir şey yapmadım

dün akşam çift kişilik yatakta bile yatmasına izin verdim

sabah uyandığımda feromonları falan da bi garipti acı acı

ben gidiyorum birkaç gün yokum deyip ceketini alıp çıktı

giderken de bir iki hafta falan da dedi anlamadım

öyle baktım arkasından

 

küçük şeytanım

aynı odada mı kaldınız yani

verdin mi

verdim de

 

yersiz yurtsuz

🤦🏻‍♂️

 

taehyung

ya NE ALAKASI VAR

sadece odaya aldım

iyilik yapmak istedim

sürekli sırtım ağrıyor deyip sızlanıyor

dün de beni iyi hissettirince karşılığını vermek istedim

hem basketbol oynuyor düzgün yerde de yatması gerek

 

küçük şeytanım

vay be

önceden esip gürlüyordun

şimdi daha pozitifsin

bunu da bir başlangıç olarak görüyorum

 

taehyung

hiçbir şeyin başlangıcı falan değil

kafanda kurma

ben ölene kadar bekar kalmaya karar verdim

 

yersiz yurtsuz

büyük konuşmasan mı acaba

 

taehyung

konuşurum

s*ho benim ruh eşimdi

ilk aşkımdı falan ama

aşk öldü artık

o yüzden bir daha ne aşık olmayı 

ne de aşkla ilgili bir şey yaşamayı düşünüyorum

zaten çiçeklerimin bi boka yaradığı da yok

ruh eşi zırvalığını da kutsal bağını da siktim öldü

one night stand artık

yeterli

 

yersiz yurtsuz

ilk aşk tatavası hep yalan

insan hayatında 3 kere aşık olurmuş

ilki çocukken peri masalı aşkıymış saçma bir nedenden bitiyormuş

ikincisi en toksik olanı ve bitirmesi en zor olanı 

(ki bitti artık

üçüncüsü gerçek aşkmış

yani jungkook belki de üçüncü aşkındır

 

küçük şeytanım

z planına geçiyorum o halde

taehyungun üçüncü ve son hakkı için çabalamam gerek

 

yersiz yurtsuz

diğer harflere ne oldu

 

küçük şeytanım

onlar s*hodan kurtulma planlarıydı başardık

z planı benim ise son kozum

bu plan işe yaramazsa

taehyung hayatına müzmin bir bekar olarak

devam edecek ama ben kendime inanıyorum

ve arkadaşı olarak

onu bu durumdan kurtaracağım son kozumu oynuyorum

 

taehyung

beni evlendirmeye falan mı çalışıcan 

annemin favori insanı olmana şaşmamalı

 

küçük şeytanım

bayan kim 💖

hayır o sonraki aşama

jungkookla aranı yapıcam önce

çöpçatanlık skillerimi açtım

 

taehyung

o iş yaş

jungkookla ben olmayız

 

yersiz yurtsuz

sadece merak ettiğimden soruyorum

jungkookla neden olmazsınız

 

taehyung

bunu hiç düşünmedim|

çünkü çok olmaz gibiyiz

 

küçük şeytanım

at yalanı sikiyim inananı

sizden var ya 10/10 olur

yaz bunu

 

yersiz yurtsuz

jimine ilk defa katılıyorum

 

küçük şeytanım

alfamm 💖💖

 

yersiz yurtsuz

omegamm ❤️‍🔥

 

taehyung

yiyişmeyin iki saniye

olmaz diyorsam olmaz

jungkook ve ben ayrı kulvarların insanıyız

o bütün yemekleri karıştırarak yiyor

ben hepsini ayrı ayrı

o acılı ramen seviyor ben sade

o sade kahve içiyor ben vanilyalı latte

nereden baksan elinde kalacak bir ilişki

 

küçük şeytanım

americano alfa x vanilya latte omega ilişkisi 💖

alev alır buralar

 

taehyung

hayal dünyandan çık lütfen

 

küçük şeytanım

bak liste yaptım

ResimLink - Resim Yükle

işler tıkırında giderse finalde evli mutlu çocuklu olacaksın

kendini bana bırak

 

yersiz yurtsuz

bu kadar hızlı bir plan beklemiyordum

 

taehyung

daha mezun olmadım bilmem farkında mısın

 

küçük şeytanım

seneye mezun olacaksın??

mezun olup evlensen 

yarım yıl sonunda da hamile kalsan

mis

 

yersiz yurtsuz

jungkook taehyungdan 1 yaş küçük

 

küçük şeytanım

tamam of

zamanlamada biraz aksama olabilir

ama genel olarak liste bu şekilde

 

taehyung

👍🏻

başarılar canım

 

küçük şeytanım

önce alfayı bulmamız gerek ama

nerede olabilir 

 

taehyung

keşke bilsem|

bilmiyorum

umurumda da değil

 

küçük şeytanım

bir şey falan mı söyledin de gitti

 

taehyung

hiçbir şey söylemedim diyorum anlamıyor musun

sabah kahvaltı edecektik

bir anda topukları götüne vura vura kaçtı evden

 

küçük şeytanım

hmmm…

 

yersiz yurtsuz

bir ihtimal

kızgınlığa girmiş olabilir mi

 

küçük şeytanım

EVET

 

taehyung

o hiç aklıma gelmedi

ama 2 hafta dediğini duydum

çok değil mi

o kadar sürüyor mu ki 🧍🏻‍♀️

 

yersiz yurtsuz

baskın alfalarda omegası yoksa 1 hafta sürer

omegayla geçirirse 2-3 gün

baskın ve safkansa ve omegası yoksa 2 hafta sürmesi normal

omegayla da 5-6 gün falan sürer

 

küçük şeytanım

yatakta hayvana dönüşmüyorsa kafama sıksınlar

 

taehyung

ateş bastı beni|

2 hafta ne aygır mısın alfa mısın|

susar mısınız lütfen

 

küçük şeytanım

yazsana bi neredeymiş

 

taehyung

beni ilgilendirmez

 

küçük şeytanım

sus ve dediğimi yap

şey yaz bak

mingyunun telefonunu verir misin bi arkadaş soruyor falan

 

taehyung

yazmicam

 

küçük şeytanım

yazcan

 

taehyung

yazmicam

defol

 

küçük şeytanım

yazcan 😌

 

iletildi

görüldü 18.19

 

 

1 hafta sonra

 

taehyung

1 hafta oldu

sizce yazmalı mıyım 🧍🏻‍♀️

 

küçük şeytanım

inatçı köpek

hala yazmadın mı

 

taehyung

yazdım

 

***

 

jungkook ve taehyung

 

enayi

şey

Yoonginin telefon numarasını verir misin

bi arkadaş soruyor da

 

 

Chapter 12: kızgınlıktaki alfa, duygusal boşluk ve vın turizm

Notes:

(See the end of the chapter for notes.)

Chapter Text

jungkook ve taehyung

 

enayi

şey

yoonginin telefon numarasını verir misin

bi arkadaş soruyor da

 

dolandırıcı

1 haftadır yokum ve bana yoongiyi mi soruyorsun|

yoongiyi sikerim|

hangi arkadaşın

 

enayi

bi arkadaş işte

sorgulama

 

dolandırıcı

yoongi alfalardan hoşlanıyor

kendin için istiyorsan üzülürsün

 

enayi

ben daha toksik bir ilişkinin içinden yeni çıktım

sence hayatımda yeni birini ister miyim

 

dolandırıcı

istemez misin|

geldiğimde veririm numarasını

 

enayi

fırsat bu fırsat|

gelirken 5 litrelik su alsana

ben taşıyamıyorum evdeki 

bitti

 

dolandırıcı

güçlü ve kaslı kollarıma ihtiyacın var yani

yine 😌

 

enayi

dışarıdasın diye dedim

kaslarınla ilgisi yok bunun

hemen kendine pay biçme

 

dolandırıcı

babayı alırsın o zaman

git kendin al

 

enayi

eve gelirken al işte niye beni yoruyorsun

 

dolandırıcı

inan bana|

şu an gelmemi hiç istemezsin|

azgınlıkla mücadele içindeyim|

ciddiyim bu arada alamam

 

enayi

niye alamıyorsun

 

dolandırıcı

ben gelene kadar susuzluktan ölürsün çünkü

ceset meset uğraşamam

 

enayi

cıvıtma ya soru sordum

ne zaman geleceksin

ayrıca sen neden gittin ki bi anda öyle

anlamadım gitti

 

dolandırıcı

bunu bana gerçekten mi soruyorsun

yoksa bilmediğin için mi 

 

enayi

yani bir fikrim var

kızgınlık? olabilir

 

dolandırıcı

helal sana

tekledin

 

enayi

ben nereden bileyim

bunun önce bi belirtisi yok mu

feromonlarından belli etmedin ki hiç

baskın alfa olduğuna emin misin

 

dolandırıcı

sen az önce

kızgınlıktaki bir alfanın baskınlığını mı sorguladın

 

enayi

oy kıyamam sana

 

ResimLink - Resim Yükle

 

incindin mi

sadece basit bir soru sormuştum

 

dolandırıcı

hay sikeyim|

bir daha

foto

atma

soru da

sorma

bana kızgınlıktayken adını bile sorma taehyung

 

enayi

alt tarafı dalga geçip bi foto attık

ne olacak

 

dolandırıcı

inlerim

 

enayi

NE

 

dolandırıcı

çok sıcak|

adını inlerim

şok olursun

atma bi daha

 

enayi

çok kötüyüm|

SEN KAFAYI KIRMIŞSIN MANYAK

ADIMI FALAN İNLEYEMEZSİN

SORMADIM SORU FALAN

YAŞANMADI BÖYLE Bİ KONUŞMA

 

 

dolandırıcı

keşke giydiğin ceketim yerine|

seni alabilseydim yanıma|

gtimme gerke

 

enayi

defol

yazma bi daha

iletildi 17.50

görüldü 19.13

 

dolandırıcı 

su al

bir hafta sonra geleceğim sanırım 

yani öyle umuyorum 

 

enayi

gerçekten 2 hafta mı sürüyor yani|

zor mu geçiyor

 

dolandırıcı

ceketi parçaladım|

idare edemeyeceğim kadar kötü değil

 

enayi

bastırıcı kullanmıyor musun hiç

belki biraz da olsa hafifletir

 

dolandırıcı

tek düşündüğüm şey|

düğüm vermek|

aptal alfa kimseden asla tatmin olmuyor| 

bastırıcılar son 5 aydır işe yaramıyor

sadece

 

yazıyor…

 

yazıyor…

 

neyse çok önemli değil

idare ediyorum boş ver beni

aldın mı su

 

enayi

sadece ne|

yok

musluktan içtim

 

dolandırıcı

iğrençsin

midenin içi mikrop ve hamur yuvası

kalkıp su al kendine

 

enayi

bir şey olmaz daeguda hep musluktan içiyordum

 

dolandırıcı

seul ve daegu bir değil

kalk ve su al omega

 

enayi

otoriter sesinin kulağımda yankılanması şaka mı|

kalkıp su alasım geldi|

hayır

havalar soğudu

yataktan çıkmak istemiyorum

yorganın içi çok sıcak

 

dolandırıcı

benim yatağım da sıcak|

gelmek ister misin|

sipariş ver o zaman

musluk suyu içme bi daha

 

enayi

tamam anne 🙄

 

dolandırıcı

babayı tercih ederim|

ama sen bunu bilmesen de olur|

şimdilik|

haklıyım

 

enayi

neyse ne

alırım bi ara

 

dolandırıcı

almayacağına adım kadar eminim|

nasıl oldun sen?

biraz daha iyi misin

 

enayi

evde tek başına otururken

her şey artık o kadar berrak ki

bazen ağlıyorum

bazen öfkemin içime sığmadığını hissediyorum

bazen de gülüyorum

ruh halim çok karışık ama bildiğim tek bir şey var

artık ağlamak istemiyorum ya da üzülmek

 

dolandırıcı

yanında olmayı isterdim|

kızgınlığa gireceğim vakti sikeyim|

gözyaşlarını dökmen sorun değil

ama kendini yıpratma

bu bir süreç ve artık bazı şeyleri anladıysan

her şey daha kolay olacak demektir

 

enayi

zaten uzun bir süreçteydim

bi an önce bitsin istiyorum

 

dolandırıcı

acele ediyorsun

 

enayi

inan bana neredeyse 1 senedir bunu yaşıyorum

şimdi her şey böylesine netken

tahammülüm yok

 

dolandırıcı

bazı şeyler bir anda olmaz

eğer acele edersen

bir parçanı yarı yolda bırakarak ilerlersin

o yüzden acele etme ve bunu yavaş yavaş atlat

 

enayi

artık gerçekten ağlamak istemiyorum

neden ağladığımı da bilmiyorum

aynaya bakıp kendimi iyileştirmek için

bir ton şey söylüyorum

biliyorum hepsi doğru ve ağlamamam gerek

ama birkaç saat güldükten sonra bir anda gözlerim doluyor

çok aptalca

durduramıyorum kendimi

 

dolandırıcı 

duygusal iyileşmenin parçalarından biri zaten bu

normal bir tepki veriyorsun

kimse senden bir anda normal hayatına dönmeni beklemiyor

sabret

 

enayi

offf yine gözlerim doldu|

istemiyorum

ağlamicam

 

dolandırıcı

ağlıyorsun değil mi|

tamam ağlamayacaksın

iletildi

görüldü

 

enayi

ağladım 🙂

ResimLink - Resim Yükle

 

 

dolandırıcı

sikeyim ya|

nefret ediyorum bu histen|

sadece tek bir fotoğraf attı|

ölecek gibi hissediyorum|

taehbyng

özğr dilerim ama senden bir şey istemem gerek

inan bana ihtiyacım olmasa bunu istemem ama

skitir

kızgınlığım bitene kadar konuşmayalım

 

enayi

o kadar mı kötü|

bazen konuşasım tutuyor pardon

kızgınlığın bitince yazarsın

ya da yazmazsın

nasıl istersen

geldiğinde görüşürüz

 

dolandırıcı

hay sikeyim|

kırıldı işte|

bu seninle alakalı kesinlikle değil

tamamen benimle alakalı

böyle olması gerekiyor

üzgünüm 

 

enayi

sorun değil

 

***

 

Seokjin ve Taehyung

 

velet

hyung

hyung

hyung

hyung

hyung

 

yan odadaki avukat

çok merak ediyorum

on kere hyung yazınca neoluyor?

 

velet

hoşuma gidiyo

 

yan odadaki avukat

🙄

ne oldu yine paranmı bitti

 

velet

yok param değil de

bi mesele var

ve yardımın gerek

müsait misin

 

yan odadaki avukat

sen bi anlat müsaitliğime ona göre karar veririm

 

velet

ama hyung gerçekten önemli bir şey

 

yan odadaki avukat

uzatma abicim anlat hadi

 

velet

geçen senden para almıştım ya

sepet falan yapmıştım derste

şimdi şöyle ki benim birkaç kere alışveriş yaptığım bir butik var

pantolon falan almıştım

kumaşı duruşu vs muhteşem inanılmaz kaliteli

geçen sefer de geç göndermişlerdi kargoyu

bu sefer de dedim bir şey olmaz

yine en fazla geç gönderirler

ama öyle olmadı 🧍🏻‍♀️

alışverişi yaptım üç hafta geçti

mesajlarıma bile dönmüyorlar 

 

yan odadaki avukat

dolandırıldınmı

yine.

 

velet

YA ÖYLE DEMESENE GÖNDERECEKLER

 

yan odadaki avukat

sen benim kardeşim olamazsın

nasıl bu kadar saf olabiliyorsun aklım almıyor

bu kadar hafta aklın neredeydi acaba

 

velet

ne bileyim geçen de öyle oldu diye ses etmedim

bir şey yapamaz mıyız hyung

korkutsak falan?

ya da şey yazayım mı

dönüş yapmadığınız taktirde hakkınızda yasal işlem başlatacağım

 

yan odadaki avukat

aynen böyle yaz

korkudan titrerler

 

velet

şu yaşadığım şeye inanamıyorum

hyungum avukat ama bana hiçbir faydası yok

 

yan odadaki avukat

terzi şekli işte

 

velet

😣😣

 

yan odadaki avukat

tamam ağlama

halledicem 

numarası varmı

arayayım bi

 

velet

*numara

 

yan odadaki avukat

tamam dönücem ben sana

 

velet

bari paramı iade etsinler ya

yakıcam ortalığı 😡 

 

iletildi 14.30

görüldü 14.30

 

yan odadaki avukat

enayisin sen

iletildi 16.35

görüldü 16.48

 

velet

hyunguma çekmişim dersem görürsün

 

yan odadaki avukat

al işte

burda senin için uğraşıyorum gördüğüm muameleye bak

 

velet

tamam dur

ne oldu ulaşabildin mi 

ne dediler 

 

yan odadaki avukat 

bunlar patladılar yüksek ihtimalle

 

velet

O NE DEMEK HYUNG

 

yan odadaki avukat

vın turizm

 

velet

şaka yapıyorsun

NAPICAM

 

yan odadaki avukat

yapacak bir şey yok

 

velet

NE DEMEK YOK HYUNG

 

yan odadaki avukat

mutfağa git bi bardak soğuk su iç

başka yapabileceğim bir şey yok

 

velet

şikayet etsek

olmaz mı

 

yan odadaki avukat

etsen ne olacak

uğraştığına değmez

 

velet

YAKICAM ORTALIĞI

OF OFFFF

 

yan odadaki avukat

dolandırıldıktan sonra ağlamanın anlamı yok

 

velet

tadım kaçtı resmen

bütün hevesim falan gitti

zaten moralim bok gibiydi

kendimi camdan atmak istiyorum

 

yan odadaki avukat

yine ne oldu

manitandanmı ayrıldın hayırdır

ne bu sırtında on kilo yük taşıyan tavırların

 

velet

bi şey yok

 

yan odadaki avukat

var var

ben anlarım

senin hayatın yemin ederim kuzey-güney kore

savaşıyla aynı heyecanda seyrediyor 

mutlaka bir şeyler olmuştur

 

 

velet

seokjin hyung 🥺

 

yazıyor…

 

yazıyor…

 

yan odadaki avukat

eyvah|

şakanın sırası değilmiş|

gerçekten bir sorun var sanırım|

 

velet

sence ben yetersiz miyim

bu yüzden mi mutlu olamıyorum

 

yan odadaki avukat

biri sana böylemi hissettirdi

 

velet

belki?

 

yan odadaki avukat

neden böyle düşünüyorsun

 

velet

bilmiyorum

 

yan odadaki avukat

neden sana yetersiz hissettiren birine

yeterli gelmek için çabalıyorsun?

 

velet

artık çabalamıyorum zaten

ama eğer yetersizsem bilmek istiyorum

çünkü ileride yine aynı şeyleri yaşamak istemiyorum

 

yan odadaki avukat 

insanın kendine yaptığı en büyük haksızlık

başkasının kendine yapmasına izin verdiği

en büyük kötülük özsaygıyı yok etmektir

sana kendini yetersiz hissediyorsa eğer

kendini suçlaman gereken nokta yetersizlik değil

seni böyle hissettiren insana duyduğun sevginin doğruluğudur

sana değer veren insan 

kendini kötü hissettiren duygular vermek yerine

her gün çiçek almışsın gibi hissettirir

seni seviyorsa zaten sen olduğun için seviyordur

bütün kusurlarını kusursuz olarak görür

 

velet

link at

 

yan odadaki avukat

ne

 

velet

eğer böyle bir alfa varsa link at

çünkü bana hep dolandırıcı ve düzenbaz orospu çocukları düşüyor

 

yan odadaki avukat

yav sana link atsam bu sefer de virüslüsü düşer

sendeki şanssızlık farklı bir boyut

sen en iyisi bekle o seni bulur

 

velet

doğru dedin onu

tam ağlayacaktım şimdi de gaza geldim

ama dur

beklemek falan yok

tek gecelik çıtır alfalar artık benden sorulur

ruh eşi işleri de bir sikime yaramıyor

 

yan odadaki avukat

ruh eşi derken 🙂

 

velet

sen bir geri zekalısın taehyung|

AAAAAAA

FİNAL PROJEMİN SON GÜNÜYDÜ

HADİ BEN KAÇTIM

HYUNGLAR HYUNGU

GÜNEY KORENİN EN DİŞLİ AVUKATI ALFA HYUNGUM

💖💖 

 

yan odadaki avukat

açıklamanı bekleyeyimmi

yoksa anneme mi sormamı istersin 🙂

 

velet

HYUNG

SAKIN

 

yan odadaki avukat

bekliyorum…

 

velet

bi anlaşma yapalım

 

yan odadaki avukat

altına imza atılmadığı sürece hiçbir anlaşmayı ciddiye almam

 

velet

kes

alacaksın

yoksa anneme ilk duruşmanda yaptığın hata yüzünden

kazanmak için savcıya yalvardığını söylerim

(ağlamalı bi yalvarma

 

yan odadaki avukat

ŞEYTAN

 

velet

💅🏻 

 

yan odadaki avukat

elime düşeceksin

bu iş burda bitmedi

 

velet

çok öptüm canım

iyi duruşmalar 💖

 

Notes:

bölümün birebir ilham kaynağı olan @asastar 'a teşekkür... ffy taehyung onu yalnız bırakmadın için sana minnettar.
-
jungkook’un kızgınlığını nasıl yazacağım diye kara kara düşünüyorum…

Chapter 13: kızgınlık sonrası azgınlığı ve davlumbaz ışığı

Notes:

(See the end of the chapter for notes.)

Chapter Text

ResimLink - Resim Yükle

Hayatımın yaşadığım şu dönemini fırtınalı ve yağmurlu bir zamandan sonra çöken baskın, sisli bir ana benzetiyordum. Nereye gittiğimi bilmeden düşe kalka, yaralarımla mücadele ederek yürüyordum. Soğuktu, üşüyordum ve elimi tutacak kimseye ulaşamıyor, ulaşmak istemiyordum çünkü sadece o mutlu ana ulaşacağıma inanıyordum. Ancak şimdi, bütün sis dağılmış, etraftaki ağaçlar, yabani otlar ve bana zarar verecek şeyler görünmeye başlamıştı. Kuşlar cıvıldıyordu ve güneş bana hiç görmediğim o güzellikleri gösteriyordu. 

Evet her şey netti ama bu farkındalıkların yanında duygusal boşluk da vardı çünkü Suho’dan sonrasında ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. İki haftadır tek yaptığım finaller yaklaştığı için uyumak, uyanmak ders çalışıyor gibi yapmak, Jimin ve Hoseok hyunga iyi olduğumu hissettirip geri uyumaktı. Ve bir de, Suho’ya ait eşyaların hepsini ağlayarak kaldırıp çöpe atmak.

Farkına vardığım tüm şeyler yüzünden hem çok üzgün hem de çok rahatlamıştım. Üstekli ağlayıp durmak, bir anda kendime gelip motive etmek yorucu olsa da, Jungkook’un söylediği gibi bunun bir süreç olduğunu farkına vardığım anda her şey daha kolaylaşmıştı. Ve bu biraz garipti, çünkü aynı şeyleri bana Jimin ve Hoseok hyung da söylemişti ama Jungkook’un sadece soru sorarak bunu başarması, göğsümdeki ağırlığı alarak omegamın kendisine dikkat kesilmesini sağlaması büyük bir etki yaratmıştı.

Başımı dövme koltuğunun olduğu yere biraz daha bastırıp yanağımın gözümü kapatmasını sağlayarak açıkta kalanıyla televizyona bakınıp battaniyeye biraz daha sıkı sarıldım. Son birkaç gündür bankta oturmaktan kıçım düzlemişti ve bomboş duran dövme koltuğunda uzanarak televizyon izlemek fazlasıyla mantıklı gelmişti. Üstelik buna o kadar alışmıştım ki yemek yemek külfet gibi gelmeye başlamıştı, sadece yaşayabileceğim miktarda atıştırmalıklarla günü kapatıyordum.

Karnımın guruldamasıyla birlikte elimi battaniyenin köşesinden çıkartıp dövme koltuğunun önüne çektiğim sehpaya uzandım. Üşeniyorum derken şaka yapmıyordum, ayağa kalkmamak için bütün çikolataları açmış, sehpanın üzerine koymuştum ki keyfim bozulmasın.

Tek elimle paketi ittirip çikolatayı ağzıma götürdüm ve biraz beklettim. Çikolatanın eriyen ve ağızda dağılan tadını damağımda hissederek emerken bir yandan da gözüm belgeselde ekrana yansıyan görüntüdeydi. 

Sürü lideri olduğu belli olan bir kurt, eşinin yüzünü ve çiftleşirken ısırdığı ensesini yalıyordu. Dişi olan ise mayışmış bir şekilde gözlerini kapatıp açarken bulunduğu yerde rahat görünüyordu. Bir sürenin ardından dişi olan, sürü liderine sokularak burnunu çenesine sürttü ve o sırada ekrandan da dişinin hırıldayan keyifli sesleri duyulmaya başladı.

İç çekerek koltuğa istemsizce biraz daha sokuldum ve çikolatanın ağzımda bıraktığı tadı şapırdatarak dağıttım. Neden bu kadar çok çikokata istediğim hakkında bir fikrim yoktu ama sanırım koltuğa sokulduğumda burnuma dolan ve neredeyse iki haftadır evde olmadığından silikleşmiş feromonlar yüzünden anlamıştım. Bu yüzden de ekrandaki cilveleşen iki kurtla ağzımda emip durduğum çikolataya bakarak omegamın zorbalığına maruz kalmıştım.

Aynen öyle, sonunda anlayabildin.

Yattığım yerde doğrulup öfkeli bir şaşkınlıkla neyi anlamam gerektiğini kesinleştirmek için çikolatayı kokladım. Çikolataydı işte?

Kabul et, alfanın kokusunu özledin.

Hayır özlemedim.

O yüzden günlerdir kokusunu anımsamak için çikolata depoluyorsun eve.

Canım çikolata çekiyor çünkü!

Feromonları evin içinde azaldığı için onu özlüyorsun ve kendini ona benzeyen kokular ararken buluyorsun. Uyuduğu yatakta yatmaya cesaretin olmadığı için çikolata yiyerek kendini dizginliyorsun ve iş olsun diye aşk acısına sığınıyorsun. Çünkü hayatında seni sevecek senin de birini sevebileceğin birini istiyorsun. Çünkü artık önünde hiçbir engel yok. Alfayı istiyorsun Taehyung. Daha ne kadar kendini ve beni kandırmaya devam edeceksin?

Battaniyeye sarılarak kaşlarımı çattım ve omegamın içinde biriktirerek aniden nükseden isyanına karşı savunmaya geçtim ama ona söyleyebileceğim tek şey “Aşk acıma sığınmıyorum, canım gerçekten acıyor.” demek oldu. Canımın çikolata istemesine ve alfanın feromonlarını gizliden arayışım için bir bahane bulamamıştım çünkü.

Zamanla geçecek. Sadece…

Daha önce kimseyle gerçekten denemeyi düşünmedin. Bana ve hislerime güven.

Ne hissettiğini hiç bana göstermiyorsun ki? 

Çünkü bir şeyden emin olmak istiyorum.

Ona bir bak. Sadece bir kez olsun, alfaya bak. 

Omegam çaresizce bana fısıldarken dudak büzerek elimdeki çikolataya bakıyordum ki kapının şifre sesiyle başımı çevirip Jungkook’un eve girişini gördüm. Beresiyle gizlediği siyah saçları, ışıltılı gülüşü ve bir omzunun üzerinde duran on dokuz litrelik damacanayla sanki iki haftadır olmayan kendisi değilmiş de dersten çıkıp gelmiş bir rahatlıktaydı. Sağ ayağını sol ayağının topuk kısmına bastırıp botlarını çıkartarak içeri adımladı ve yere diğer elindeki poşeti koymadan hemen önce bana ışıltılı bir gülüşle baktı. Ne diyebilirdim ki, konunun üzerine ani bir şekilde denk gelmesi beni şaşırttığı için dilim tutuk bir vaziyette gözlerimi kırpıştırarak sessizce bekledim.

Beni şöyle bir süzerek işaret parmağıyla boydan boya göstermiş, sonra da “Koltuğun üzerine oturmuş bir gimbapa benziyorsun.” diyerek kahkahayı basıvermişti.

Kendime gelerek koltukta dizlerimin üzerinde doğruldum ve onu cevapladım “Ne var, üşüyorum? İki hafta içinde hava kaç derece soğudu farkında mısın?”

“İnan hiç bilmiyorum. Benim için elli derece falandı.”

“O zaman konuşmayacaksın.”

Jungkook omzundaki damacanayı indirip bir yandan da montunu çıkartırken burnunu kırıştırarak güldü. Fazlasıyla eğleniyor gibi görünüyordu ve fazlasıyla da alaycı. 

“Ben şu anda, kızgınlığa girdiğim için trip mi yiyorum yoksa bana mı öyle geliyor?”

Bu, iki haftadır bir çeşit sessiz depresyon sürecindeki beni sosyalleştiğim için heyecanlandırmıştı. Ve söylediğinde fark etmiştim ki hafifçe kaşlarımı çatmış, biraz da dudaklarımı büzmüştüm. Tam olarak, söylediği gibi yapıyor görünüyordum ama onun bunu bilmesine gerek yoktu. Elbette haklı çıkartacak değildim, yüz ifademi düzelterek hemen toparlandım.

“Her şeyden kendine pay çıkarma.”

“Asla yapmam.” diyerek birkaç adım bana doğru attığında hafifçe eğilerek işaret parmağıyla dudağımı işaret etti “Çikolata mı yedin sen?”

Yüzümü, özellikle de dudaklarımı çok dikkatli izleyişi ve bir de kızgınlıktan henüz yeni çıktığını belli eden o yoğun koku yüzünden kalbim kaburgalarımı kıracak hızda tekledi. Telaşla  elimle ağzımın köşelerini silerek “Yemiştim ne olmuş?” dedim ama Jungkook çoktan doğrulup daha da alaycı, kendinden emin bir ifade takındı.

“Hiç. Afiyet olsun.”

“Sana kendine pay çıkarma ded-Ahh!” sinirle söylenirken elimi battaniyeden çıkartıp ona vurana kadar o beni ittirip dövme koltuğuna düşmeme sebep olmuş ve kahkaha atarak mutfağa doğru ilerlemişti. Yine de peşini bırakmadım ve toparlanıp battaniyeyle peşinden takipledim. Birkaç kez dırdır ettim ama  beni hiç takmadı, şaşırtıcı bir tavır değildi her zamanki haliydi ve ben de alıştığım için üstelememiştim. Sadece sırf gıcıklık olsun diye zıplayıp kafasındaki bereyi kaparak uzun saçlarını serbest bırakmıştım.

Jungkook benim hemen yanında beklememi fırsat bilip yerdeki poşetleri elime tutuşturdu ve “Şunu al bakayım.” dedikten sonra doğrulup yüzüme bakarak kaşlarını çattı. Aynı hızla da yüzüme doğru eğildi.

Bir anda bu kadar yakınlaşması beklemediğim bir şeydi bu yüzden gözlerimi kocaman büyülterek tepki göstermiştim. Heyecanım yüzünden de nefesimi tutmuştum. Bir diğer beklemediğim şey ise gözleri bir an gözlerimdeyken dudaklarıma kayarak elini uzatışıydı ve ben o anda ne yapacağımı bilemediğim için başımı hafifçe geri çekmiştim.

Eli havada kaldı ve gözleri yeniden yukarıya, benimkilere çıktı. Kızgınlıktan henüz çıktığı için mi bilmiyorum, yüzüne dökülmüş saçları arasından kömür karası gözleri bir başka parıldıyordu. Üstelik hafifçe kısılarak tam anlamıyla bana kitlenmiş gibiydi ve ben bu yüzden acemi bir heyecanla kekelemiştim. 

“N-Ne yapıyorsun?”

“Dikkatimi dağıtıyor.”

“Ne?”

“Çikolata.”

İnan benim de.

Omegamla birlikte neyi ima ettiğini elbette anlamıştım ama tepki vermek bana bu kadar yakınken çok zordu. Özellikle kelimelerinden sonra havadaki eli çenemi tutması ve baş parmağının gözlerimi daha da büyültecek şekilde dudağımın köşesine ilişerek bir tüyün yere düşme hızı kadar yavaş bir şekilde oraya sürtünmesi… Tanrım, hayatımda nefesimin bu denli kesildiğini ve etkilendiğimi hatırlamıyordum. Ve bakışları bir an olsun benimkilerden ayrılmamıştı, öyle yoğun, öyle parlaklardı ki… Bir de evdeki yokluğunu bana fazlasıyla sert bir şekilde vuran feromonları vardı ki aklımı anında darmaduman etmişti. Burnuma hala kızgınlığının izleri olan o çekici koku gelirken zaten karşısında normal bir şekilde nefes alabilmem imkansızdı.

Kızgınlığı

Kendime engel olamayarak refleksle hala dudağımın köşesinde duran elini dişlerim arasına kıstırıp ısırdım ve acıyla bağırmasına neden oldum.

 “Ahh, hırçın kedi yine ortaya çıktı.” dedi elini sallayarak sordu “Bu ne içindi?”

Bir adım geri çekildim ve ellerimle sanki karşısında çıplakmışım gibi kendimi sararak onu baştan aşağı süzdüm. Ve sonra hafifçe ona doğru uzanarak üzerini koklamaya başladım. Üzerinde yalnızca kendi feromonları vardı ve kızgınlığının izleri henüz geçmemişti.

“Sen,” dedim ona şüpheyle “Kızgınlığının bittiğine emin misin?”

Onu koklarken ifadesindeki yoğunluk yumuşamış, dudaklarına hafif bir alaycılık yerleşmişti. Burnunu kırıştırdı ve başını geriye yatırıp bir kahkaha attı “Korktun mu ısırırım diye?”

“Ciddi soruyorum bak, feromonların farklı. Eğer öyleyse-”

“Merak etme bitti.” Güven verici ses tonuyla birlikte yanımdaki damacanayı tek seferde omzuna yükledi ve devam etti “Sadece kızgınlık sonrası bir miktar azgınlığım var.”

“O ne demek öyle?” Birkaç adımda mutfağa geçip damacanayı indirerek bana döndüğünde yeniden fazla yakın olduğumu fark edip bir adım geri çekildim. Jungkook bu halimle oldukça eğleniyor gibiydi bu yüzden yanağındaki ufak gamze hiç düzelmiyordu.

“Arada imalarda bulunup biraz önceki gibi bir şey yaşanabilir demek. Kontrol altına alamayacağım bir şey değil. Ama sen kendine hakim olamayıp üzerime atlarsan kontrol kısmı biraz değişebilir tabii orası ayrı.”

Yüzümdeki ifadeden söylediği şeylerden tatmin olmadığımı anlamış olmalı ki alaylı ifadesinin yerine güvenilir bir ifade takınıp devam etti cümlesine “Şaka yapıyorum omega, kızgınlığım bitmeden eve gelecek kadar bilinçsiz değilim. Kendimi kontrol edebilecek güçteyim.”

Bunun üzerine omzuna bir tane geçirip “Şerefsiz, bir daha böyle bir konuda dalga geçme benimle.” Dediğimde elimdeki poşeti açtım ve içinden birkaç çikolata paketini çıkartıp şöyle bir bakındım.  Normalde olsa direkt atlardım ama nedense artık o kadar da yemek istemiyordum, sanki…

“Bu ne bozulmuş bu? Sen hiç yemek falan yemedin mi?” Jungkook düşüncelerimi bölen bir ses tonuyla açtığı dolapta açık olan sütü koklayıp sebzelikteki çürümüş birkaç poşeti kaşları çatarak kaldırdığında midemin gurultusu iki haftadır atıştırmalık şeyler yediğimi belli edercesine bir sesle evin içine yayıldı.

“Yani…” dedim tezgaha yaslanarak “Bir şey yediğim söylenemez.”

“Orası belli oluyor zaten. Su da almadın?”

Ona dişlerimi gösteren yapmacık, suçlu ve kareye benzeyen bir gülümseme verdim “Almadım.” 

Bir başka çürümüş poşetle muhtemelen küflenmiş olduğunu tahmin ettiğim tencere yemeğini çıkartarak uzunca bir cıklamayla azarlamaya başladı “Gerçekten nasıl hayatta kalıyorsun inanamıyorum. Hem yemek yemiyorsun hem su içmiyorsun hem de evi bok götürüyor.”

Etrafa şöyle bir bakındığımda doğrusu hak vermiştim. Yalnız yaşamamın bir diğer sebebi de Hoseok hyung ve Jimin’in dediği gibiydi, temizdim ama dağınıktım, bir şeyler için üşendiğimden pratik olanları tercih ediyordum. Biraz da agresif birisiydim, tüm bunlar birleşince aynı evin içinde uzun süre biriyle kalacağım insanlarla beni kanlı bıçaklı edebiliyordu. 

Jungkook çürümüş poşetleri çöpe atarken aralarından düzgün olanları da lavabonun içine koyarak bana “Bunlar sağlam, en azından çürümeden yemek yapıp yiyelim, sen de şu dağınıklığı toparla iş birliği yapalım.”

Tezgaha yaslanıp hiç hareket etmeyişime kaşlarını kaldırarak bakarken şirin görüntüsünü altında yatan ve otoritesini az çok belli eden ifadesiyle gözlerimi devirdim. Hareketimi görmeden hemen kolları sıvayıp işe başlamıştı bile, ben de susmuştum tabii. Bu yüzden de haklı olduğu için söylediği şeye uymak amaçlı evin dağınık olan kısımlarındaki eşyalarımı teker teker toplayarak evi tavaf ettim. Önce salondan başladım, giyip çıkarttığım, salonun ortasındaki bankın üzerine astığım kapüşonlularımı kirli sepetine gönderdim, yakın zamanda makine dairesine inmemiz gerekecekti muhtemelen, fazlasıyla dolmuştu sepet. Ardından da tuvaletteki çöpü bağlayıp kapıya koydum. Oradan odama geçtiğimde durum biraz daha vahimdi çünkü yerde küçük tepecikler oluşmaya başlamıştı. Kirli mi değil mi anlamak için hepsini tek tek koklayıp ayırarak bıraktığım dağınıklığa ve Jungkook’a sövdüm. Çünkü birinin bütün küfürleri üstlenmesi gerekiyordu ve Jungkook bana bunları toplattırdığı için ilk seçeneğimdi.

Henüz hiçbir şey bitmemişti ama beni en zorlayan kısım, iki hafta içinde yere oturup türüne göre ayrıştırmak zorunda kaldığım Suho’ya ait üç poşet çöptü. Hepsini alıp tek poşete koymak varken tek tek ayrıştırdığım için Güney Kore hükümetini asla affetmeyecektim.

Yüzümü buruştup poşeti sokak kapısının oraya, tuvalet çöpünn yanına atılmak üzere koyduktan sonra hiç istemesem de süpürgeyi çalıştırıp evin şöyle bir kabasını alıp üstünkörü bütün işi bitirdim, sonra da oflaya puflaya çöpü indirip geri döndüm.

İnip dönme sürem fazla değildi, eve girdiğimde Jungkook’u ritimli bir şarkı mırıldanarak yemeği karıştırırken bulmuştum. Geçen sefer duş alırken bağıra çağıra şarkı söylerken zaten anlamıştım ama artık tam olarak emindim, o kesinlikle k-pop kız grubu hayranıydı “Gözlerini kapat ve odaklan. Vücudum yükseldiğinde sadece içimden gelen sesi dinleyip onu takip edeceğim.*” çubuklarla karıştırdığı yemeğin içine şöyle bir göz atıp boş olan eline aldığı sıvı ginsengi içerken şarkının arasın mırıltılar ekleyerek devam etti “Tüm algılarımı kaybediyorum, bana daha önce yaşamadığım şeyler hissettiriyorsun.”

Pilav makinesi ötünce ben de masaya iki tabak, dolaptan annemin yaptığı pek baharatlı olmayan kimchiyi çıkarttım ve tezgah başında şarkı söylemeye devam eden Jungkook’un yanına ilişerek yemeğe bakındım. Yükselen kokular iki haftadır düzgün beslenmeyen midemin harekete geçmesine neden olmuştu ve bir an önce yemek istiyordum.

“Ne zaman olacak?”

Ginsengin paketini tezgahın üzerindeki çöpe atıp elini yemek çubuğunun altına siper ederek aldığı lokmayı “Oldu sanırım bak bakayım.” diyerek bana uzattığında otomatik olarak tadına bakmak için doğruca ağzıma aldım ama o kadar sıcaktı ki bir kısmını Jungkook’un eline düşürerek sızlandım “Çok sıcak! Of!”

“Pardon pardon.” 

Jungkook ağzımdan siper ettiği eline düşen patatesi tereddüt etmeden kendi ağzına götürdüğünde beni tezgahla arasına alarak yüzüme doğru eğildi ve bana eşlik ederek elini yelpaze gibi kullandı. Aynı anda da ağzıma üflemeye, sıcaklığı dindirmeye çalıştı. İkimiz de farkında olmadan birbirimize o kadar çok yaklaşmıştık ki ağzımın içindeki nefesini hissettiğim ve dikkatimi yüzüne çevirdiğim anda öylece kaldım. Gözümü kırpmaya bile cesaretim yoktu, çünkü yutkunduğumda hareket eden dudaklarıma çevirdiği gözleri yüzünden artık bütün yüzüm alev alevdi, hatta sırtım bile ısınmıştı. Feromonlarımı da kontrol etmekte zorlanıyordum, vücudumun her bir noktası yakınlığına tepki vermek için fırsat kolluyordu.

Jungkook gözlerini üzerime kitlemişken nefesimi kesecek bir yavaşlıkla üzerime doğru eğildi ve ben daha ne yaptığını bile anlayamadan boynuma doğru hafifçe koklayarak “Ödeştik.” diye fısıldadı. Ardından da yeniden geri çekilerek koyulaşmış gözlerini önce dudaklarıma sonra doğruca bana çevirdi.

Benim onu koklamam tamamen kızgınlığının bitip bitmediğini anlamak içinken onun beni koklaması için ödeşebileceğimiz hiçbir neden yoktu. Bu yüzden de yaptığı bu hareket kalbimi öyle bir çarptırmıştı ki gerçekten nefes almayı unutmuş, zar zor yutkunarak nefeslenmeye çalışmıştım. Tabii bu, bütün çikolata kokulu yoğun feromonlarını aynı hızla ciğerlerime dolmasını sağlamıştı. Kesinlikle rahatsız edici düzeyde değildi ancak kızgınlıktan henüz yeni çıktığı için oldukça tatlı ve cezbedici çekiciliği yüzünden düzgün düşünemiyordum.

Dudakları

Omegamın fısıltısı gözlerimi avucuna düşürdüğüm yemeği yerken yalayarak ıslattığı dudaklarına yönlendirdi… 

Kontrol altına alamayacağım bir şey değil. Ama sen kendine hakim olamayıp üzerime atlarsan kontrol kısmı biraz değişebilir tabii orası ayrı.

Siktir… 

Kızgınlık sonrası için söylediği şeyi hatırlayarak kendimi geri çektiğimde Jungkook’un elleri bel boşluğuma yaslanıp beni kendine yasladı. Sıcak ve büyük elleri, nazik ama kararlı bir şekilde bel boşluğumda sıkıca dururken ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bakışlarımı dudaklarından gözlerine çıkararak neyi amaçlıyordum bilmiyorum ama belimi kavramasının refleksiyle göğsüne yasladığım ellerimden kalp atışlarının hızına yetişemediğim için üzerindeki kapüşonlusunu parmaklarımla sıkıştırmıştım.

Jungkook’un belimdeki parmakları hafifçe hareketlenerek “Tencere.” dedi boğuk bir sesle bana ama anlamadım.

“Ne?”

“Tencereye çarpacaktın.”

Hafifçe arkama baktığımda söylediği şeyin, geriye gidersem tencreye çarpacağım olduğunu anladığımda kapüşonlusunu tuttuğum ellerimi gevşetip aydınlanmış bir şekilde yüzüne geri baktım. O da elini yavaşça belimden çekti ve başını kaşıyarak bir adım uzaklaştı.

Kalbim çıkacak sandım.

Boğazımı temizleyerek çekmeceden yemek çubukları ve kaşık çıkartırken alt dudağımı dişleyerek omegamın söylediğine sessiz kalmayı tercih ettim. Yanaklarımın kıpkırmızı olduğuna yemin edebilirdim ve çaktırmamaya da çalışsam dizlerimin bağı çözülmüştü. Yükseklik korkusu olup da manzaraya hayran olan birisi gibi hissettirmişti bana yakınlığımız. Nasıl yüzüne bakacağımı bilmiyordum, nabzım hala ağzımda atıyordu.

Bir kez daha boğazımı hafifçe temizledim o tencereyi masaya götürürken ben de pilavı iki orta boy kaseye koyarak peşinden gittim. Masaya oturduğumda Jungkook kapağı açıp hafifçe eğilerek derin bir nefesle kokladı ve uzattığım kaşığın altına tencere kapağını siper ederek yemeği pilavının üzerine koydu. Ardından da kimchileri koyarak üzerine hafifçe soya sosu döktü. Ben ise tam tersini yaptım. Sadece pilavın üzerine yemeği döküp kimchiyi ayrı ayrı yedim.

İkimiz de farklı lezzetlerle yediğimiz yemeği büyük bir keyifle tüketiyorduk ama Jungkook biraz farklıydı. Yemek sanki kötüymüş gibi kaşlarını çatıyor, fakat lezzetli olduğunu belli eden seslerle mırıldanarak gerçek fikrini belli ediyordu. Onu izlemek keyifliydi, hiçbir şey konuşmasak bile her bir hareketini vaktimi dolu dolu geçiriyormuşum gibi hissettiriyordu.

Yemeğin suyunu içerken bana ve kaseme şöyle bir bakınıp kaşıkla beni gösterdi “Soyeon Nuna’ya benziyorsun sen de.” 

“Ablan mı var?”

“En büyük ablam. O da senin gibi, baharatlı yemez, yemekleri de karıştırmadan ayrı ayrı yer. Doyeon Nuna ve Insoo’yla yemek yerken bize iğrenerek bakar.”

“Dört kardeş misiniz?”

Ağzı dolu olduğu için ilk önce başını sallayarak evet anlamında mırıldanıp bitirdikten sonra sesli yanıt verdi “Hı-hım. Soyeon ve Doyeon Nuna en büyük ikiz ablalarım, ikisi de safkan baskın alfa. Insoo da en küçük kız kardeşimiz, pasif omega.”

Bu kadar kalabalık bir aile olmalarını beklemiyordum. Ve sanırım, Jungkook’un feromonlarını bu kadar iyi kontrol edebilmesinin sebebini de anlamıştım. Jungkook ve ikiz ablaları safkandı ve evdeki tek pasif omeganın Insoo olduğunu düşününce yıllarca dikkatli olmak zorundalardı. Bu da, feromonları üzerindeki kontrollerini geliştirmiş olduklarını gösteriyordu.

“Ne güzel… Benim sadece ağabeyim var.” dedikten sonra gözlerimi devirip devam ettim “Ama sen bunu zaten biliyorsun, doğru.”

Burnunu kırıştırarak gülerken büyük bir kimchi parçasını ayırmama yardım etti “Eh, bu doğru, yalan yok. Peki Jimin’le nasıl tanıştınız?”

“Jimin’le lise ikide, Seul’e taşındığımızda tanıştık.”

“Oh, altı senedir tanışıyorsunuz yani.” başımı salladığımda bu kez başka bir soru sordu “Hoseok hyungun peki?”

“Onunla üniversitenin salsa kulübünde tanıştık. Jimin Hoseok hyunga düşmüştü ama sonra birbirimize yakınlaştıkça arkadaşlıklarının takılmalık bir ilişkiden daha değerli olacağını düşündüler.” dediğimde yemek çubuklarıyla ağzına bir tane kimchi alarak kaşlarını şaşkınlıkla kaldırmıştı.

“Dans olanından bahsediyoruz, değil mi?” 

“Evet. İlk senenin ilk dönemi yakışıklı alfa tavlamak için en doğru seçim okulun kulüpleridir. Salsa ve havacılık kulübü de araştırmalarımıza göre başı çekiyordu.”

“Bekle bekle.” Jungkook hem şaşkın hem de eğlenmiş görünüyordu “Gerçekten alfa düşürmek için kulüplere mi girdiniz?”

“Düşürmek değil de, flört etmek diyelim. Biraz hızlı ve alevli zamanlarımızdı.”

“Woaaa… Seoul Shakers’da sojuyu açışından anlamıştım gerçi ama geçmişteki Taehyung şu ankinden cidden farklıymış.”

Hafifçe gülerek yemek çubuklarımla pilavımı karıştırdım ve sessizlikle birkaç tanesini ağzıma götürdüm. Üniversitenin ilk yılı ve üçüncü yılındaki Taehyung arasında ciddi bir fark vardı ve bu ara ara aklıma gelince modum düşebiliyordu.

“Öyle söylemek istememiştim.”

Başımı yemeğimden kaldırıp ona baktığımda bana samimi bir şekilde özür dileyen bakışlarını yakaladım. Uzun süredir birinin, özellikle karşı türün gerçek özrüne şahit olmamıştım bu yüzden Jungkook’un bana bambaşka bir samimi oluşu beni yumuşatmıştı. Karşıdaki kişinin samimi oluşu benim için en önemli olan şeydi çünkü.

“Ama öyle, inkar etmeye gerek yok.” derken biraz da gülerek ortamı yumuşatmaya çalıştım “Flört etmeyi bile unuttum desem doğru olur.”

Sustum ve omuz silktim, omegamsa cümleme ekleme yapmakta geçikmedi.

Hatta sevişmeyi bile unuttun.

Bastırıcılar ve kendi kendime geçirdiğim kızgınlıklar hesaba katıldığında, evet. Uzun süredir cinsel diyette olduğum doğruydu ve Jungkook’u az çok anlayabiliyordum. Onun alfası nasıl tatmin olmak istiyorsa benim omegam da kızgınlıklarında aynısını istiyordu. Ama ondan tek farkım Suho yüzünden omegama bu acıyı ben çektiriyordum.

“Flört etmek unutabileceğin bir şey değil, sadece sana bunu yaptırabilecek birini bulman gerek.”

“Önce şu kendi içimdeki problemleri bir çözeyim de.” diyerek ağzıma birkaç parça şey daha attım. Sonra Jungkook’la biraz daha sohbet ettik, hatta yemekten kalktıktan sonra birer sigara içip anlaşmadaki gibi o bulaşıkları yıkarken ben de yanında uzattıklarını kurulayarak yerleştirdim. 

Tüm bu zaman boyunca, birçok şey fark etmiştim. Hayatım, uzun zamandır öyle yorucu ve öyle aksiliklerle doluydu ki kendimi sürekli düşüp kalkarak bitiş çizgisine koşmaya çalışan bir maratoncu gibi hissediyordum. Fakat bugün, bir oda bir salon evin içinde, asla tahmin etmeyeceğim bir şekilde ev arkadaşı olduğum baskın bir alfayla davlumbaz ışığında kaygısızca sohbet ederken anlamıştım. Kafamdaki bütün karmakarışık düşünceler yok olmuştu, geçmişte yaşadığım bütün kötü duyguları kendimi suçlamak için kullanmayı bırakmıştım ve geriye sadece o anıların ufak tefek bereleri kalmıştı. Benim için uzun bir süreçti bu noktaya gelmek. Şimdi de o berelere birer birer yara bandı yapıştırarak düzelecektim.

Elimdeki tencereyi kurularken Jungkook’un hevesle anlattığı bir şeylere karşı ara sıra gülüşüne, göz devirişine ve tatlı tatlı söylenişine istemsizce dudak kıvırırken buldum kendimi. Sanırım gerçekten, ona alışmıştım ve bunu zorunda olduğum için yaptığım fikri yavaş yavaş silinmişti. Nasıl olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu ama omegamın da dediği gibi, sanırım ona bakmak ve izlemek düşüncelerimin değişmesine sebep olmuştu.

Jungkook kalçasını bana hafifçe vurarak düzgün silmem için uyardığında ben de ona aynı şekilde kalçamla vurarak çemkirdim ve bezi değiştirerek daha düzgün silmeye çalıştım. Sonrasında ikimiz de birer sigara daha içmek için doğruca balkona çıkarak biraz da orada sohbet ettik. Kısa süreli de olsa içeri girip kahve yaptığımız sırada tam da tahmin ettiğim gibi Jungkook kahvesini sade içiyordu ve benim de sütlü içtiğimi öğrenince hiç şaşırmadığını söyleyerek birkaç tokatıma maruz kalmıştı.

Sonrasında yine balkona çıkmıştık. Hava ciddi anlamda soğuk olsa da titreye titreye sigara içerken ettiğimiz o sohbet ve biraz öncekiler uzun zamandır beni iyi hissettiren şeylerden biri olmuştu. Bu yüzden saatin kaç olduğunu bile fark etmemiştik, sadece sıradan şeyler hakkında saatlerce konuşmuştuk.

Birkaç dal sigara ve çokça sohbetten hemen sonra artık esnemeye başladığımda uyumanın en mantıklı seçenek olduğuna karar vererek içeri girdiğimizde Jungkook otomatik olarak battaniyeyi alarak dövme koltuğuna yönelince “Ne yapıyorsun?” Diye sormadan edemedim çünkü ona öncesinde diğer yatağı kullanabileceğini söylemiştim, şimdi neden dövme koltuğuna yöneldiğini anlayamamıştım. 

“Uyuyacağım?”

“Odada uyuyabileceğini söylemiştim.”

“O sadece o güne özel değil miydi yani?”

“Hayır, odayı paylaşabiliriz.” 

“Ben ne bileyim sağın solun belli olmuyor.” gözlerindeki ışıltıdan heyecanını belli etmemek için sözlerimi şakaya vurması belli oluyordu “Elin gerçekten çok ağır, dayak yeme riskini göze alamadım.”

Jungkook bana elimdeki yastıkla ışıltılı gözlerle bakarken ona gözlerimi devirdim ve elimle odaya geçmesini işaret etmeden hemen önce arkamı dönüp kapıyı açtım “Davlumbazın ışığını kapatmayı unutma.”

Üzerimde zaten günlerdir giydiğim pijamalarım olduğu için doğruca soğuk olan yorganların arasına süzülüp sıkı sıkıya sarılarak Jungkook’u bekledim. Çok geçmeden o da gelerek ışığı kapattı ve odayı karanlığa çevirdi. Şimdi sadece siyah gölgesini görüyor, yürüdüğü adımların sesini ve yatağın içine girerken çıkan hışırtıları duyuyordum. Bir süre sonra onlar da kesildi ve ikimizin de nefes sesleri odaya hakim olmuşken Jungkook’un hafif tondaki sesini duydum.

“Busan’a geldin mi daha önce?”

Oda ne kadar yüzünü göremeyeceğim kadar karanlık olsa da sanki görebilirmiş gibi yattığı yere doğru bakmaktan kendimi alamamıştım.

“Gelecektim ama olmadı.”

Jimin’le birkaç kere gitme fırsatımız olmuştu altı sene içinde ama hep bir aksilik çıkmış ve gidememiştim. Ama gitmek istiyordum, anlattığına göre insanları çok eğlenceli, samimiydi, sahilden bolca tarçın kokusu yükseliyordu ve sahilde yürüyüş yapmak insana keyif veriyordu. 

Ufak bir sessizlik oldu, bu süre içinde gözlerim hafifçe kapanmaya başlamış, Jungkook’un hafifçe kulağıma “Bir gün mutlaka gel.” diye dolan sesini işitmiştim ama bu söylediği cümle, asla söylemek istediği asıl cümle gibi durmadığını hayal meyal anlamıştım.

 

***

 

Geçtiğimiz iki hafta ne kadar kötüyse, bu güne de bir o kadar güzel başladım demek bence biraz erken olurdu ama şimdilik böyle söyleyecektim. Çünkü günün ilk ışıklarına gözlerimi araladığımda burnuma dolan koku, uyku halinde kontrol edemediğimiz feromonlarımızdı. Jungkook kızgınlığa girmeden hemen önce de böyle karışmış bir şekilde uyanmıştım ama o zaman duygularım ve düşüncelerimin karışıklığının yansıması şimdikiyle farklıydı. Şimdi, daha yoğundu, daha temizdi ve Jungkook’un da öyleydi. Haliyle yatağın içinde bedenimi gererken dudaklarımda huzurlu bir gülümseme vardı.

Arkası dönük ve siyah saçları krem rengi yastığa serili hala uykusuna devam eden Jungkook’a kısa bir bakınıp telefonuma uzandığımda on bir cevapsız arama gördüm. Her zamanki gibi ne alarmımın sesini ne de çağrıları duymuştum. Hoseok hyung ve Jimin’in derse geç kaldığımı söyledikleri mesajları görerek sessiz bir küfür savurduğu gibi yataktan seri bir hızla kalkarak muhteşem hızlı bir duş aldım. 

Tabii ki yine evde iki kişi kaldığımızı, Jungkook’un da artık odada uyuduğunu unutmuş, duştan belime sardığım ve omuzlarıma koyarak sarıldığım havluyla odaya dalmıştım. Şansıma ise Jungkook’u yatakta saçı başı dağılmış bir halde boşluğa bakarken bulmuştum.

Odaya girdiğim anda, ki bu kesinlike sakin bir giriş değildi, bakışları beni buldu, gözleri büyüyerek soğuktan titreyen vücuduma şokla baktı. Gerçekten beş dakika içinde uyanmasını beklemediğim için ve de burada olduğunu unuttuğum için ben de şaşkındım ama derse zaten geç kalmışken daha da fazla kalmamalıydım. Kendimi telaşla sarıldığım havluyu suratına atarken bularak bağırdım “Yaah! Kapat gözlerini sakın bakayım deme!”

Jungkook havluyu nasıl attıysam öyle kaldı ve elleriyle de havlunun üzerinden gözlerini kapadı. Bakmayacağından emindim aslında ama hemen giyinip çıkma telaşında arada sırada refleksle kontrol edip duruyordum. Hiç bir falsosu olmamıştı, feromonları dışında…

Evin içine yayılıp duran yoğun feromonları git gide artıyordu ve bana öyle tatlı, öyle çekici gelmeye başlamıştı ki yavaş yavaş etkilendiğimi fark ederek ona elime geçirdiğim ilk şeyi atmıştım “Feromonlarına hakim ol!”

Üzerinde minik kelebekler ve fiyonklar olan tarağım hızla kafasına ulaşınca o da benim gibi bağırdı “Orada çıplak olduğunu bilirken nasıl hakim olabilirim!”

“Beni ilgilendirmiyor!”

“Kızgınlık sonrası azgınlığım var diyorum sana anlamıyor musun? Yemin ederim açarım gözlerimi bak, beni zorlama, acele et.”

“Hele bir aç, bak bakalım o zaman sana ne yapıyorum!” 

“Buram buram feromon kokan havlunu yüzüme atmadan düşünecektin onu.”

Ona elime geçirdiğim deodorant şişesini de fırlatıp üzerime kapüşonlumu geçirdim. Tam bu sırada da dediğini yapmış, havluyu gözlerinden çekerek kızıl gözlerini açığa çıkarttı ama ben de hazırdım, çantamı alıp odadan çıkmadan el hareketi çekerek kapıyı üzerine kapattım.

Muhtemelen kafamda şapka olsa bile saçlarımın ıslak olması beni hasta edecekti çünkü rüzgar yüzüme vura vura kampüs ringine koşuyordum. Yine de bir dersi daha kaçırmaya niyetim yoktu, sınavlardan önce devamsızlık yapamazdım, en önemli noktalara bu hafta değineceklerdi.

Yarım saat içinde vardığım fakültenin koridorlarında aceleyle dersliği bulup nefes nefese kapının önünde soluklanarak biraz bekledim. Sonra da dersin yirminci dakikasında olmalarına rağmen içeri girdim. Neyseki amfinin girişi en arkadaydı da sessizce sıvışıp Jimin’in yanına geçebilmiştim.

“O telefonunu ağzına sokacağım neredesin sen?” Jimin kalçamı çimdiklerken iki haftadır görüşmememizin intikamını ileride oluşacak ufak morlukla almıştı böylece. Hemen yanağından öpüp onu sevdiğimi söyleyerek yumuşatmaya çalıştım çünkü haklıydı. Bu süreçte sürekli olarak görüşmesek de birkaç kere gelmiş ve beni rahatlamıştı. En son gelişinde ise her şeyi konuşmuş ve kapatmıştık. Sonrasında ben kendi başıma kalmak ve düşünmek istemiştim. Jimin de tam olarak bundan, kendimi kapatmamdan hoşlanmıyordu ama bunu toparlanmam için gerekli olduğunu bildiği için de bana süre veriyordu. Ona bunun için minnettardım. 

Dönemin en yoğun günlerinden biri olduğu için soluk bile alamadan Jimin’le derslere girip çıktık aralarda da sigara içerken sohbet ettik. İki haftadan sonra sosyalleşmek gerçekten iyi gelmişti ama dersler o kadar yorucu ve yoğundu ki… Sadece benim için en zoru kesinlikle son dersimin seçmeli olup Jimin’le birlikte olamamaktı. En azından o yanımda olduğunda sıkılınca internete bağlanıp eşli batak oynayarak dersin son vakitlerini öldürebiliyorduk. Şimdi ise tek başıma yaklaşık bir buçuk saattir acı çekiyordum, göz kapaklarım neredeyse kapanmak üzereydi, acilen de bir sigaraya ihtiyacım vardı. Bir sigara bütün yaralarımı sarabilirdi hatta uykumu bile toparlardı. Gözlerimi ovuşturup sıkıntıyla asla ama asla bitmeyen dersin artık bitmesi için dua ederek telefonumu elime aldım. Tam o anda da Bayan Hyeran beni istediğim sona kavuşturdu ve dersin bittiğini söyledi.

Hiç vakit kaybetmeden çantamı koluma takıp fakültenin koridorunda dersleri bittiği için bana nispet yaparak sigara içerkenki fotoğraflarını atan Hoseok hyung ve Jimin’e gülerek küfür dolu bir mesaj atıyordum ki, kapıdan çıktığım an duraksadım. Önümü görmek için kapıyı ittirirken çok kısa bir andı onları görüşüm.

Suho, kafeteryanın önünde kampüse nasıl soktuğunu bilmediğim o omeganın beline sarılı vaziyette arkadaşlarıyla sohbet ederek sigara içerken kesinlikle yüzünde gülücükler saçıyordu. Onları birlikte ilk gördüğümdeki gibi vurucu bir darbe değildi ama hala iyileşmekte olan yaralarımı ve düşüncelerimi sarsmıştı. Şu anda bir toparlama sürecinde olduğumun bilincindeydim, bu yüzden bir süre onunla karşılaştığım her anda hissedeceğim şeyler beni incitecekti. Sakin olmalıydım, sakin olmalı ve duygularımı kontrol etmeliydim. Özellikle de kırık bir şekilde çarpıp duran kalbimin canımı acıtmasına engel olmalıydım. Ancak engel olmam imkansızdı, zaten uzun zamandır bu duygularla mücadele ederken henüz çok yeniydi ve bir anda beni darmadağın etmişti yıkıcı hisler.

Yutkundum ve çantamın kayışını sıkıştırıp yanlarından yürüyüp Jimin’lerin yanına gitmek için kendime destek olmaya çalıştım. Bir yandan da üzüldüğüm için kontrolünü kaybetmemeye çalıştığım feromonlarımı dizginlemeye çalışıyordum. Tereddütlü bir adım atarak kendimi zorlasam da pek başarılı olduğum söylenemezdi. Sadece…

Hiç beklemediğim bir anda omzumun sağ tarafına, tam da çiçeklerimin olduğu yere bir el sarıldı ve bana zorlandığım o noktada destek olur gibi hafifçe sıktı. Kim olduğuna dönüp bakmama bile gerek yoktu çünkü ceketimin üzerinden hissettiğim sıcak elleri ve arkamdan hafifçe sarılır gibi yaklaşarak göğsünü sırtıma dayadığında burnuma dolan feromonlarını çok iyi tanıyordum. Yine de, incinmiş duygularımla mücadele ederken beni tutan adama dönüp bakma isteğiyle dolduğum için yavaşça başımı yukarı kaldırdım.

Benden biraz uzundu, üzerinde siyah bir ceket vardı ve giydiği kapüşonlusunun şapkasını kapatarak sadece yüzünü açığa çıkartmıştı. Kapüşonlusunu köşelerinden taşan uzun siyah bukleler ise ne kadar gizemli görünmeye çalışırsa çalışsın sert havasına yumuşaklık katıyordu. Kirpiklerim arasından gözlerimi kırpıştırarak ona bakarken hafifçe gergin görünen gülümsemesi genişledi ve içimi rahatlatan çikolatalı feromonlarının bana doğru yoğunlaştırıp gözlerinin içine kadar yansıttı bu gülümsemeyi. Bu hareketiyle gözlerinin köşelerinde minik minik kırışıklıklar oluşmuştu ve oraya özenle kondurulmuş yıldızlara benziyorlardı. Bu da parmak uçlarımla onlara dokunduğumda bana hissettireceğini merak ettirmişti.

Jungkook’un gülümsemesi, ben yüzündeki bütün detayları incelemekle meşgulken daha da arttı ve boşta kalan elindeki karton torbayı havaya kaldırdı ve “Kahve getirdim.” dedi.

Kalbimdeki bütün burukluğa rağmen ona gülümsemekten kendimi alamadım ve vücudumu ona doğru biraz daha çevirerek düz bir çizgi halinde olan dudaklarımı hafifçe kıvırdım. Çünkü gülüşü bulaşıcıydı ve ben o bana böyle içten bakarken karşılık verememezlik yapamazdım.

“Jimin’ler şurada sanırım, onlara da aldım. Hadi yanlarına gidelim.”

Baş salladığımda omzumun tutuşunu hafifletti ve kolunu omzumun üzerinden atarak aşağıya sarkıttı. Şimdi tam anlamıyla kolunun altındaydım ve beni kafeteryaya yürütürken etrafımdaki insanları, özellikle de Suho ve omegasını gözüm bir an olsun görmemiş, yanlarından geçerken kendimi zorlanır gibi hissetmemiştim. Kalbimdeki burukluğun yerini de uzun zamandır eksikliğini hissettiğim ama nedense Jungkook’layken beni sarıp sarmalayan o güven duygusu almıştı. 

Bana neredeyse sarılı bir şekilde yürürken sıcak vücudu ve soğuk hava arasında kaldım. Ancak bir anda baskın sıcaklığı bütün bedenimi ısıtarak sımsıcak etti. Bu sırada ellerimi nereye koyacağımı bilemedim. Beline sarılmak, biraz fazla geldi, öylece durmak ise fazla donuk. Bu yüzden ben de ceketinin köşesini yumruğum arasına sıkıştırmayı seçtim.

Bir sonraki derse girmek için sigara içerek vakit geçiren diğer öğrencilerin en arka tarafında bulunan Jimin ve Hoseok hyungdan bizi fark eden kişi tabii ki Jimin’di. Anlatılan şeye gülerken bir anda beni ve Jungkook’u gördü, gözleri heyecanla büyüyerek hyungu dirseğiyle dürtüp kendini bize doğru çevirdi. 

Yanlarına ulaştığımızda Jungkook’un da burada oluşuna pek şaşırmamalarından ve Jimin’in ellerini çırparak kahve poşetine saldırışından onların çağırdığını anlamıştım “Hihh, kahve de mi aldın?”

“Sabahtan beri derste olduğunuzu söyleyince buna ihtiyacınız olabileceğini düşündüm.”

“Sen muhteşemsin!”

Jimin elindeki karton bardaktaki kahveyi direkt çöpe atıp Jungkook’un aldığı çekirdek kahveye saldırdı ve heyecanla yudumladı. Bu sırada Hoseok hyung da Jungkook’la birbirlerinin omuzlarına bir kere hafifçe vurarak selamlaştılar.

Yoğun kahve kokularının arasında tahminimce hepsi sadeydi ve benim de sade içmediğim düşünülünce doğruca bıkkın bir tavırla yakındım “Off, americano mu bu? Öyleyse içmem.” 

“Hemen yükselme, sana sütlü aldım, bak.”

Jungkook hala omzundan sarkan eliyle koluma iki kere hafifçe vurarak beni çocuk gibi sakinleştirmeye çalışırken elime tutuşturduğu kahveden gelen süt kokusuyla belli belirsiz gülümsemiştim. Dün konusu geçtiğinde kahveyi sütlü içtiğimi unutmaması dikkatimden kaçmamıştı. Demek ki, böyle şeylere önem veriyordu ve bu bence değerli bir şeydi. 

Kahveyi içerken üzerine bir de sigara yakınca, giderek soğumaya başlayan havada sakin sakin keyifli dakikalar geçirdik. En azından böyle olması için çabaladım çünkü arka tarafımdan gelen kahkaha seslerini duymamak elimde olan bir şey değildi, istemsizce modumu düşürüp yüreğimi burkuyordu. 

Her yeni gün, bir başka farkındalıkla daha yüzleşiyordum. Uzaktan olunca anlamıyordum gerçekten ama şimdi o böyle hiçbir şey yokmuşcasına sevgilisiyle eğlenip gülerken ben bütün dönem ağlayıp zırlamış kendimi içime kapatıp durmuştum. Şimdi her şey daha ne daha berraktı, kalbim buruk ve kırık olsa da bu nokta tam olarak anladıklarımdan sonra düzelmeye daha açıktı.

“Ne yapsak ya, dışarı falan mı çıksak. Finaller başlamadan şöyle bir kafa mı dağıtsak? Hm, Taehyungie?”

“Hm?” Dedim sıcak kahvemin üzerindeki elimi hareket ettirip dalgınlığımı bir kenara atarak.

“Itaewon’a gidelim mi?”

“Bilmem… Final projem…” diye mırıldanırken kaşlarımı çattım ve duraksadım. Neden bir şeyleri bahane edip duruyordum ki? Eskiden olsan bu teklifi bile ben yapardım, şimdi final projesi buna bir bahane olmamalıydı çünkü burada o projeyi istesem bir günde bitireceğimi biliyordum. Yani artık hayatımda bir başkasının sözü değil benim sözüm geçerli olmalıydı ve ne istersem onu yapacaktım. Kendimi gereksiz kısıtlayarak hem kendime hem omegama artık zarar vermeyecektim.

“Gidelim.” Dedim kararlılıkla ama Hoseok hyung buna pek inanmamış gibi şaşkınca sordu “Gidelim mi dedin sen?”

“ Evet, Apt Seoul’a gidelim.”

“Apt Seoul? Siktir, Kim Taehyung geri döndü!” 

Jimin üzerime atladığında gülerek ona sarıldım ve bu kadar neşelenmesine abartmaması gerektiğini söyleyerek karşılık verdim. Tabii ki asla umursamadı ve fazlasıyla heyecanlı bir şekilde cümleleri sıralamaya başladı “Hemen kombin yapacağız. Aklımda bir sürü bir sürü şey var. Lütfen her şeyini bana bırak n’olur Taehyung bu fırsatı kaçıramam.”

“Tamam, biraz sakin ol. Herkes bize bakıyor.”

“Umurumda değil. Çok heyecanlıyım!”

“Eh o zaman ben sizi Taehyung’lara bırakayım. Hazır olunca gelir alırım sizi?”

“Olur.”

Hoseok hyunga başımı olumluca sallarken o ana kadar üşüdüğümü hissetmedim ve bunun kaynağının neredeyse bir saattir omzunda olan kolunun artık orada olmayışı olduğunu fark edince kendimi Jungkook’a bakarken buldum. O da bana bakıyordu ve gözlerindeki ışıltı kendi içimdeki düşüncelerin mücadelesinin kazandığımı gördüğü için fazlasıyla parlaklaşmıştı. Hafifçe esen soğuk rüzgar yüzünden kızaran burnuyla bana güldüğünde ben nasıl ona hep yapıyorsam o da çenesini hafifçe kaldırıp ne diye dudaklarını oynattı. Ben de hafifçe bir tıh sesi çıkartıp aynı şekilde asıl sana ne diyerek tepki verdim. İkimizin arasındaki bu saçma ama komik diyalogun iletişimimizdeki yerini böylece oturtmuş olduk.

Ardından Hoseok hyung bizi eve bıraktı ve bir saat hazırlanma süresi vererek Jimin’le tartışma başlattı. Çünkü Jimin için bir saat kesinlikle yeterli değildi ama Hoseok hyung da dakikalar konusunda fazla ciddiydi ve alfa sesiyle konuşmayı Jimin’in adıyla bitirince konu kapanmış bir saatimiz başlamıştı.

Jungkook kıyafetlerini alarak odayı tamamen bize bırakarak salonda beklemeyi tercih etti çünkü başka seçeneği yoktu. Jimin’le beraber dışarı çıkmayalı fazla uzun zaman olduğu için kontrolü eline almış, üzerime ekstra fazla titremişti ve baştan aşağı her şeye el atmıştı. Direktifleri doğrultusunda belime tam oturan mom jean, üzerime de delikleri olan krem rengi bir kazak giymiştim ama Jimin bunun yıldız parçasının iki sene önce aldığım bel zinciri olduğunu söylemişti ki bence de öyleydi. Aynadan kendime baktığımda pantolon ve kazak arasındaki açıklıktan, özellikle de kollarımı kaldırdığımda belimin  kıvrımına oturan ışıltılı zincir göz alıcı görünüyor. O zamanlar takma fırsatım olmamıştı ama kalçamı çevirip uçlarındaki parıltılı taşları olan yıldızları hareket edişine bakmaktan kendimi alamıyordum.

Tabii bununla da kalmamıştı, Jimin göz pınarlarıma hafif parıltılar eklemiş, yanaklarımdan şakaklarıma kadar ıslak ama parıltılı duran simlerden sürüp gözlerimin diplerini biraz belirginleştirerek saçlarıma geçmişti. En kısa süren saçlarımdı, biraz köpük ve hacim vericiyle daha canlı, daha parlaktılar.

Benim işim bittiğinde de Jimin dolabımdan pembe bir saten gömlekle geçenlerde bizde unuttuğu beyaz pantolonu giydi. Sarı saçları zaten çok iyiyken bir de elmacık kemiklerine toz pembe tonlarında ışıltılar sürerek muazzam bir güzelliğe dönüşmüştü. Aynadan kendimize baktığımda orada gördüğüm iki kişi iki sene önce kanları deli akan adamlardı. Yeniden o ruha erişmemiz oldukça uzun sürmüştü.

Jimin hevesle yanağımdan öperek gülümserken “Çok güzel olduk. Ortalığın içinden geçeceğiz.” diyerek var olan heyecanımı daha da körükledi ve elimden tuttuğu gibi salona çekiştirdi. Kendimi bir anda, büyük bir heyecan içinde buldum çünkü Jungkook’un telefonla konuşurken arkasını dönmek üzere olan bedeni beni görünce duraksayarak hızla bana doğru çevrildi. Ben uzun zamandır bastırdığım yönümle kendime ne kadar özendiysem Jungkook da bir o kadar rahat kıyafetleri dışında hafif bol pantolon ve kollarını kıvırdığı beyaz bir gömlek giymişti. İkimizin konumları ayrı olsaydı, inanın ben de onun verdiği gibi bir tepki verirdim ona bakarak ama Jungkook’un bakışlarını geçebileceğimi sanmıyordum.

Boğazını temizleyerek ensesini tuttu ve aceleyle hattın ucuna bir şeyler söyleyip kapattı. Gözleri ikimizin arasında gidip gelmişti ama benim üzerimde durduğunda yutkunarak başını iki yana salladı ve eliyle ağzını şaşkınlığını gizlemek amaçlı kapattı “Biz bugün karakolluk olacağız gibi hissediyorum.”

“Yanımızda iki tane baskın alfa var, eşek değilseniz bizi korursunuz.”

Jimin’in sözlerine kıkırdayarak elimdeki montumu giydim ve Jungkook’un önünden geçerken kısık sesli küfürüne kahkaha atmamak için dudaklarımı içe katladım. Moralim biraz da olsa yerine gelmişti doğrusu, içim kıpır kıpırdı ve omegam da uzun zaman sonra ilk kez kaygılarımdan uzaklaşmak için attığım adımı desteklercesine beni yönlendiriyordu.

Hoseok hyung bizi tam zamanında aldığında Itaewon’un üniversite öğrencilerini en çok ağırladığı kulübü Apt Seoul’a kısa sürede ulaştık. Karanlık ortamı aydınlatan renkli ışıklar ve kalabalık insanların eğlencesi içinde ikinci kata çıkarken uzun zaman sonra bu kadar sesli bir ortamda olduğum için yabancı gibi hissetmiştim. Herkes fazla samimi fazla terliydi ve içeride havalandırmalar olsa bile alfa ve omega feromonları şiddetli bir şekilde ciğerlerime doluyordu.

Nereye oturacağımızı kestiremediğim için etrafıma attığım yabancı bakışlar Jungkook’un bileğimden tutarak beni yönlendirmesiyle son bulmuş, aşağıdaki kalabalığı görebileceğimiz asma kata yerleşmiştik. İlk yaptığımız şey başlangıç olarak hafif içkiler sipariş vermekti ama içki içmek konusunda hala tereddütlerim vardı. Gerçekten iyi bir içici değildim, ağzımın ayarı yoktu ve bambaşka bir insana dönüşüyordum. Duygu geçişlerimi saymıyorum bile… Her açıdan eğlenmek için geldiğim, özellikle içime kapandığım anların her birini aşmak adına attığım bu adımda yokuş aşağıya yuvarlanma niyetinde değildim. Gerçekten de yavaş yavaş ilerleyebilirdim… Ancak içtiğim birkaç alkolden sonra aldığım kararların sağlamlığı tartışılırdı. 

İlk hatam, üniversitenin ilk senesi köpek gibi içerek sabah kalçamdaki pişmanlık dolu dövmeyle uyanmaktı, korkunç ve utanç dolu bir dövmeydi. İkinci ve artık hata olarak nitelendirebileceğim hatam ise, bilincimi yitirecek kadar sarhoş olduğum günün sabahı omzumda ruh eşi çiçekleri ile karşılaşmaktı. Yani tam bugün, eğer kendime dur demezsem inatçı kişiliğim sağ olsun beni yine yanlışa sürükleyecekti.

Ki, tam da o noktaydım.

Sınırdayken içmeyi kesmiştim ama insanların masalarındaki alkol sirkülasyonu, dans ederken ellerinde bulunan bardaklar, içtiklerinde eğlenceyi en üst seviyelerde yaşamaları beni biraz gaza getirmişti. Özellikle Jimin’le aşağıya inerek dans eden insanların arasına karıştığımızda bunu çok fazla hissetmiştim. Müziğin ritmiyle hareket eden bedenimin kontrolü elimdeydi, dudaklarımda eğlendiğime dair bir gülümseme vardı. Etraftaki insanların benden daha fazla eğlendikleri nokta ise benim aksime fazlasıyla içtikleri alkoldu. Zihnim berraktı ve aldığım sınırdaki alkol yüzünden daha cesur düşünebiliyordum ancak biraz daha içmek gibi bir düşüncenin hata yapmaya da meyilli olabileceğim gerçeğini reddediyordum. 

Tam da bu düşünceyle, son bir tane diye garsondan bir şişe kaptım. Bir şişe iki şişe oldu, iki şişe üç… Üçüncü şişede Jimin’le deli gibi dans ettiğimizi hatırlıyordum, dördüncü tam bir muammaydı ve beşinci şişemde birinin bileğimden tutarak kendine döndürdüğünü hatırlıyordum. Sonrası ise koca bir karanlıktı. O koca karanlığın içinde ne oldu ne bitti bilmiyordum ama gözlerimi araladığımda hiç de iyi şeyler olmadığının farkındaydım.

Sızlanarak gözlerimi aralamaya çalışmıştım ama güneş baş ağrımı arttıyordu ve elimle gözlerimi siper almak istediğimde sağdakinin kalkmadığını fark etmiştim. Hiç bozuntuya vermedim sol kolumu yüzüme tuttum ve biraz daha sızlanarak diğer tarafa dönmeye çalıştım. Bu kez de biraz önce kaldıramadığım sağ elime müthiş bir ağrı girmesiyle tıslayarak gözlerimi araladım.

“Uyandın mı?”

Jungkook’un sol tarafımdan gelen sesiyle irkilmiştim ve kısık gözlerle duvara yaslanmış yorgun yüzüne bakmıştım. Aklıma gelen ilk düşünce, biz neden aynı yataktaydık olmuştu ve devamındaki düşüncem çıplak olup olmadığımızdı ama giyiniktim. Yani ikinci soruya geçmeden ilk sorunun cevabı hala yoktu, biz neden aynı yataktaydık?

“Nasıl hissediyorsun, ağrın var mı?”

Yüzüne bir şeyleri anlamaya, anlam vermeye çalışır gibi bakıyordum. Evet, vücudumdaki bir uzvum kopmuş gibi bir ağrım vardı ve bu da, ikinci soruyu ortaya çıkartıyordu. Neden bu kadar çok ağrım vardı?

Yatakta hızla doğrulmaya çalıştığımda sağ kolumda hissettiğim ağrıyla koluma bakma gereği duymuş, tam olarak ikinci sorumun cevabını alarak üçüncü soruyu çığlık çığlığa kendime sormuştum çünkü sikeyim, kolumda kocaman bir alçı vardı. Neden kolumda siktiğimin bir alçısı vardı?!

“Ne oluyor amına koyayım, dün gece ne oldu?” Diye acı dolu bir öfkeyle yatakta doğrulmayı başararak Jungkook’a baktım. Son derece yorgun, son derece bitkin görünüyordu ve fazlasıyla da sakin. Saçları dağılmıştı, elmacık kemiğinin hemen altında ufak bir yara izi vardı. Dün her ne olduysa yaşanmamasını diler gibi bir hali vardı ve tam olarak başını aşağı yukarı sallayarak bana söylediği şeyden bu çıkıyordu.

“Dün, ortalığın amına koydun.”

“Ne?”

Şaşkın tavrıma karşı gözlerini kapatarak başını arkasındaki duvara yaslayıp yorgunluğunu belli edercesine bir nefes bıraktı. Hemen ardından ise şakaklarını ovuşturarak hafifçe kendinin bile inanamadığı bir cümle kurdu.

“Karakolluk olabileceğimizi düşünmüştüm ama hastanelik olabileceğimiz aklımın ucundan bile geçmemişti.”

Notes:

* jihyo - killing me good
-
Bir sonraki bölüm jungkook'un ağzından olacak :)

Chapter 14: omega kıskançlığı, ufak bir sır ve bilek güreşi

Notes:

(See the end of the chapter for notes.)

Chapter Text

ResimLink - Resim Yükle

1 gün önce

Dünya üzerindeki bütün canlıların tek ortak noktası, hissettiği şeylere karşı tepki göstermesiydi. Bağırıp çağırarak, öfkelenerek, gülerek, ağlayarak ya da susarak... Duygunun her tonu bir yaşam hissiydi ve her canlı mutlaka ama mutlaka yaşadığını belli edercesine tepki gösterirdi. Ancak, bazı duygular o kadar derin ve karmaşık olurdu ki, en küçük bir harekette bile büyük bir sır gibi saklanması gerekirdi. Bu yüzden Taehyung'u uzaktan gördüğümde yüzünü göremesem bile acısını anlamış, yaşadığı kalp kırıklığını sessizliğiyle idare etmeye çalıştığını görmüştüm. Ve bu bir şekilde canımı acıtmıştı.

Elimdeki kahve torbasının sapını daha sıkı tutarak Taehyung'un böylesine kırılmasına sebep olan adama çevirdim bakışlarımı. Yapmak istediğim şey ile yapmam gereken şey birbiriyle çelişiyordu. Eğer gerçekten, tam şu an hakkım olsaydı omeganın kişiliğinin içe dönmesine neden olan o alfayı fakültenin ortasında tanınmayacak hale gelene kadar dövebilirdim. Ama bunun yerine ne olursa olsun önceliğim olacağını bildiğim ve yapmam gereken şeye yöneldim.

Tut onu Jungkook.

Sıkıca tut.

Adımlarım hızlı ve kararlıydı, alfam arkamdaydı ve bu zamana kadar asla beni yanıltmamıştı. Ona güveniyordum, söylediği şeyin ne anlama geldiğini biliyordum ve ne olacağı umurumda değildi, sadece Taehyung'a iyi hissettirmek istiyordum. Onları gördükten sonra düşen omuzlarından tutmak ve bir daha asla düşmemesini sağlamak...

Fakülte binasının köşesinde öylece duran Taehyung'a doğru kararlı adımlarla yürürken yüzüme iyileştirici bir gülümseme kondurdum. Feromonlarımı da çevredeki insanları rahatsız etmeyecek şekilde güçlendirdiğimde omega, doğruca hedefimdeydi.

Yanına ulaştığımda bir an bile tereddüt etmeden ve elimin nereye denk geldiğini bile bile sağ omzuna yavaşça sardım. Kendime engel olamıyordum, orada çiçeklerinin olduğunu bilmek beni içinden çıkamadığım şekilde öfkelendiriyordu. Yanlış hissettiriyordu, bir şekilde doğru olmayan şeyler vardı ve bu beni ona dokunmaya itiyordu. Belki bencilce bir düşünce gibi anlaşılabilirdi ama hissettiği şeyin Suho değil de benim elim, bir şekilde sıcaklığım olmasını istiyordum.

O henüz elimi yeni fark etmişken ben de göğsümü onu rahatsız etmeyecek şekilde sırtına yasladım. Artık neredeyse sarılır vaziyetteydik ve vanilyalı feromonlarının acılığını tam anlamıyla soluyabiliyordum.

Baktığı elimden hemen sonra başını hafifçe kaldırdığında benimle göz göze gelince gülümsememi biraz daha arttırdım ve rüzgar yüzünden gözlerimi kırpıştırdım. Ancak odağımı asla ondan çekmedim, yüzünü sanki ezbere bilmiyormuş gibi bütünüyle hafızama tekrar tekrar kaydettim. Önüne dökülen sarı tutamlarının arasından görünen ceylana benzeyen gözleri ağlamamak için verdiği mücadele yüzünden hafifçe kızarmıştı ve dudaklarını da düz bir çizgi halinde bana teşekkür eder gibi bakıyordu. Sanki buna ihtiyacı vardı ve ben ona iyi hissettirmişim gibi...

Omzuna sardığım elimi biraz daha sıkıştırdım ve ona diğer elimdeki torbayı göstererek "Kahve getirdim." dedim. Önce bakışları yumuşadı sonra dudaklarının köşeleri yavaşça yukarı doğru kıvrıldı ve farkında olup olmadığını bilmiyordum ama feromonları daha tatlı bir hal almaya başladı. Alfam kendini gururla sergileyip kabul gördüğü için mutluydu, Taehyung'un omegası da artık daha sakindi. Bu iyiydi, hatta o şerefsizi göremeyeceği bir yere gidersek çok daha iyi olacaktı.

Bu yüzden doğruca köşede sigara içen ikiliyi gözüme kestirip çenemle işaret ederek konuştum "Jimin'ler şurada sanırım, onlara da aldım. Hadi yanlarına gidelim."

Bana başıyla onay verdiğinde omzundaki tutuşumu hafiflettim ama geri çekilmedim sadece kolumu omzundan aşağıya sarkıtarak ileriye yön verdim. Birbirimize neredeyse sarılmış bir vaziyette onu soğuktan korur gibi kolumun altında tuttum bu yüzden biraz şaşkındı çünkü elini nereye koyacağını bilememişti. İçten içe belime sarılıp bana sokulmasını istesem de bunu yapmayacağını çok iyi biliyordum ki zaten yapmamıştı da. Bunun yerine ceketimde aşağıya çekilme hissettim. Uzun parmaklarını yumruk yapmış, ceketimin köşesine tutunmuştu. Aptal gibi sırıtmamak için dilimi ısırdım ama alfamı kontrol edemedim, heyecanımı fırsat bilip kontrolsüzce onu kendime biraz daha yaklaştırmama sebep oldu. Taehyung ise hiçbir şey fark etmemişti hatta soğuk havaya karşı sıcak olan bedenime sığındığı için memnun görünüyordu.

Hoseok ile Jimin'in yanına ulaştığımızda bizi fark eden ilk kişi Jimin'di ve bakışları ikimizin arasında hızlıca gidip geldiğinde biraz gerilmiştim. Fazlasıyla kafası kırık bir omegaydı ve de Busanlı oluşu karakteri konusunda bana gerekli işaretleri vermişti. Kesinlikle kötü bir niyeti olduğundan değil ama Taehyung'a olan davranışlarımı hep dikkatle izliyordu. Sanırım bunun sebebi Suho yüzündendi ve yanında olan başka bir alfanın yeniden onu üzüp üzmeyeceğinden emin olmaya çalışıyordu. Bu yüzden de olabildiğince beni aynı ortamda göz önünde tutmak istiyordu. Muhtemelen beni fakülte kantininde bizimkilerle otururken aniden arayıp çağırmasının sebebi de yine aynıydı.. Eğer ters bir hareketim olursa eğlenceli tarafının diğer yüzünü bir an olsun göstermekten kaçınmadan agresifliğe dönüşeceğinden emindim. Ama buna gerek yoktu, hiçbir zaman Taehyung'a karşı ters bir hareketimi göremeyecekti. Böyle bir şey benden ona karşı yüzde bir oranında bile imkansızdı.

Elimdeki poşeti gördüğü gibi heyecanla soğuktan pembeleşmiş ellerini çırpan Jimin "Hihh, kahve de mi aldın?" diye büyük bir mutlulukla kahvelere saldırdı.

"Sabahtan beri derste olduğunuzu söyleyince buna ihtiyacınız olabileceğini düşündüm."

"Sen muhteşemsin."

Kafeteryadan aldığı kahvesini direkt olarak gözden çıkartıp keyifli bir tınıyla sesler çıkartarak poşetten çıkarttığı kahveyi yudumlamaya başladığında kısa süreliğine de olsa Taehyung'dan kendimi ayırdım ve Hoseok'la selamlaşıp yeniden eski pozisyonumuza döndüm. Bu sırada Taehyung da iki elinin arasına bir karton bardak sıkıştırmıştı ama pek de memnun görünmüyordu, oflaması nda uzun sürmemişti.

"Off, americano mu bu? Öyleyse içmem."

Aptal, ağzından çıkan tek bir kelimeyi dahi unuturum mu sandın.

Doğruydu, ağzından çıkan her kelime, hakkında bahsettiği her detayı aklımın köşesine yazıyordum. Henüz bunu yeni konuşmuşken kahveyi sütsüz içtiğini nasıl göz ardı edebilirdim ki?

"Hemen yükselme, sana sütlü aldım, bak."

Omzundan sarkan elimle koluna iki kere vurarak sakinleştirmeye çalıştım onu ve tam tepesinden bardağı kokladığında aldığı süt kokusuna gülümsemesini izledim. Böylesine basit bir şey için dudaklarının köşelerinin kıvrıldığını görmek inanılmaz güzeldi. Bu onu mutlu etmek için aslında palyaçoluk gibi absürd şeyler yapılması gerekmediğini gösteriyordu. Orospu çocuğu Suho, böyle bir adamı nasıl olmuştu da üzebilmişti aklım ve mantığım almıyordu. Arka taraftan sesini duydukça bile sinirlerimi zıplatıyor, ellerim kaşınıyordu. Kendimi zapt etmek kolaydı ama alfam için aynı şeyi söyleyemezdim. Eğer gerçekten sinirlenirsem, gözüm dönüyordu.

Taehyung'un saçlarından yükselen tatlı şampuanının kokusu ve feromonlarındaki vanilyayla telkin ettim kendimi. Sonra da sohbetlerine dahil olup bir sigara yaktım. İnanılmaz keyifliydim, Taehyung kollarımın altındaydı, kokusu arada bir burnuma doluyordu ve bazen de sırtını bana yaslıyordu. Biraz da dalgındı ama en azından feromonları keyifliydi.

"Ne yapsak ya, dışarı falan mı çıksak. Finaller başlamadan şöyle bir kafa mı dağıtsak? Hm, Taehyungie?"

Jimin parmak uçlarında bir ileri bir geri giderek kurumuş dudaklarını ıslattığında Taehyung içine kapandığı alandan dış dünyaya geri dönerek "Hm?" dedi ve elinde kahve bardağını saran uzun parmaklarını hafifçe hareket ettirerek göğsüme doğru biraz daha yaslandı. Dalgın olduğu için mi yapmıştı bunu bilmiyordum ama ben memnundum ve hafifçe karşılamaktan geri durmamış, kolumun pozisyonunu sıkılaştırmıştım.

"Itaewon'a gidelim mi?"

"Bilmem... Final projem..." derken birden durunca eğilip ona baktım çünkü arkamızdaki gülüşme seslerini duyduğunu anlamıştım. Kaşlarını çatmıştı, kararsız ve karışık görünüyordu. Kimbilir kafasının içinden neler geçiyordu ve onu nasıl üzüyordu diye düşünmeden edemedim ama inanıyordum ki bütün kötü düşüncelerini def etmeyi başarıp sonunda istediği şey için kendi kararını verebilecek kadar güçlüydü.

"Gidelim." dediğinde sesindeki kararlılık ve gözlerinde ışığı yakaladım. Alfam ve ben biliyorduk memnunduk, Jimin'in gözleri büyümüştü ancak Hoseok biraz şaşırmıştı, bu yüzden de şaşkınca sormuştu "Gidelim mi dedin sen?"

" Evet, Apt Seoul'a gidelim."

"Apt Seoul? Siktir, Kim Taehyung geri döndü!"

Jimin, Taehyung'un üzerine aniden atladığında ve benden uzaklaştığında alfam bundan pek hoşlanmadı. Açıkçası benim de memnun olduğum söylenemezdi, sahiplenme iç güdüme karşı koyamıyordum.

Ondan bu hareketi uzun zamandır bekleyen arkadaşının abartılı heyecanına sakin olmasını söyleyerek gülerken pek fayda etmedi çünkü Jimin hızlıca kafasındaki planları saymaya başlamıştı "Hemen kombin yapacağız. Aklımda bir sürü bir sürü şey var. Lütfen her şeyini bana bırak n'olur Taehyung bu fırsatı kaçıramam."

"Tamam, biraz sakin ol. Herkes bize bakıyor."

"Umrumda değil. Çok heyecanlıyım!"

"Eh o zaman ben sizi Taehyung'lara bırakayım. Hazır olunca gelir alırım sizi?"

"Olur."

Hoseok'un teklifiyle Taehyung başını sallamış ve sonra sağ eliyle sol omzunu sıvazlayarak etrafına bakınmıştı anlamak ister gibi. İlk başta anlamadım ama sonra gözlerimiz birleşince anladım.

Üşüyor.

Yokluğunu hissetti.

Gerçekten hissetmiş miydi ki? Bu onun tarafından hissedilebilir bir şey miydi? Onu sarıp sarmalamam gerçekten fark edebileceği bir sıcaklık mı vermişti? Bana bu kadar dikkatli bir farkındalıkla bakması yüzünden ne yapacağımı bilememiştim. Kendime engel olamadım, ona aptalca bir şekilde gülümseyerek bana her zaman yaptığı gibi çenemi kaldırdım, dudaklarımı oynatarak ne dedim. Kaşlarını çattı ve dudaklarını büzüp benim tepkimin aynısını verdi sessizce, asıl sana ne.

İnanın bana, avuç içimle ağzını kavrayıp beni üzerinden atmaya çalışana kadar onu sevmek istedim. O dudakları, bakışları ve bana gıcık olur gibi yaptığı her sevimli tavrına bayılıyordum. Aramızdaki anlaşma biçimi kimilerine göre tuhaf kaçsa da bence bizim için oldukça yeterliydi.

Eğer dışarı çıkacak olmasak onu, bulunduğumuz yerde saatlerde izlerdim. Soğuktan kızarmış burnunu, elmacık kemiklerinin donuklaşmasını ve dudaklarını ıslatırken kaşlarını çatışını. Her anının tek bir dakikasını kaçırmamak için büyük bir çaba harcardım ama maalesef ki gitmek zorunda kalmıştık.

Hoseok bizi arabasıyla eve bıraktı ve yaklaşık on dakika arabanın içinde hazırlanma süresi hakkında Jimin'le bir tartışma içine girdi. Elbette Jimin'le savaşmak zordu ancak Hoseok da zordu, üstelik baskın bir alfaydı. Anladığım kadarıyla da genelde sözü geçen kişiydi bu yüzden Jimin'in adını alfa sesiyle söylediğinde konu kapanmış tanıdığı 1 saatlik hazırlanma süresi kabul edilmişti.

Hazırlanma süreçlerinde omegaların ne kadare kaotik olduğunu aynı evde yaşadığım iki abla bir de kız kardeşten bildiğim için ayak altından toz olmak en mantıklısıydı. Hemen bir pantolon bir de gömlek alarak salonda giyindim. Saçlarımı da Taehyung kullandığımı bilse beni öldüreceği ona ait olan köpükle şekillendirdim. Sonuçta nereden bilecekti ki?

Tuvaletten çıkarken sol tarafımdaki kapının ardından Taehyung'un kıkırtısını duyunca başımı çevirip bakma gereği duydum ve ardından gelen bir diğer sesle onun Jimin'i ittirken büzdüğü dudaklarını hayal ettim. Ancak bu kısa sürdü, dövme koltuğunun üzerinde çalan telefonum bütün hayalimi yarıda kesti.

Hızlıca yanıtlamak için elime aldığım telefon ekranımda gördüğüm isimle "Soyeon Nuna." diye cevapladım çağrıyı.

"Nerelerdesin hayırsız?"

"Dersler maçlar falan nuna, öyle uğraşıyorum."

"İnsan bir arar sorar öldünüz mü kaldınız mı diye. En son bir omegayla ev arkadaşı olduğunu söyleyip ortalıktan kayboldun."

"Sorma nuna yaa," en son ablamlarla konuşurken ev arkadaşımın olduğundan çok kısa bahsetmiştim ama sonra maç, dersler kızgınlık derken tamamen aklımdan çıkmıştı konuşmanın devamını getirmek. Mesajlaşmayı da pek sevmediğim için gruptan sordukları sorular da askıda kalmış olmalıydı "Öyle bir şeyler oldu işte. Ara tatilde geldiğimde anlatırım."

"Aigoo... Yoksa omeganın cazibesine dayanamadın mı?"

Ailenin en zorba kişisi elbette Soyeon Nunaydı. Özellikle de benimle aşk meşk konularında dalga geçmeye bayılırdı ama yerine göre de durumu fark ederek ciddileşmesini bilirdi. Kısık sesle gülüp suskunlaşınca bir şeyler olduğunu anlamıştı hemen. Eh, onun en sevdiğim yanı da buydu, hemen her şeyi anlayarak zorbalamayı bırakır ve abla ses tonunu kullanırdı.

"Senin şu gönül işlerine ne oldu? Bir ara bahsetmiştin ya hani?"

"O işler biraz karışık." derken sıkıntılı bir nefes bırakarak elimle saçlarımın arasından geçirdim "Boş verelim mi bu konuyu. Halledince anlatırım hm?"

"Peki, nasıl istersen... Halledince onu Busan'a getir."

Sesindeki sinsiliğe karşı hafif bir kahkaha bırakıp "Oldu canım başka? Getireyim de ölene kadar bekar kalayım değil mi?" derken arkamdaki kapının açılma sesiyle dönerek iki omegayı gördüm. Önde olduğu için ilk başta Jimin'i gördüm. Hatlarını gözler önüne seren beyaz pantolonu ve ilk iki düğmesini açık saten, pembe bir gömlek gitmişti. Yüzü ışıl ışıldı ve gerçekten fakültede kulağıma gelen birkaç duyumun hakkını veriyordu. Ciddi anlamda güzel bir omegaydı ama elini tutarak öne çıkarttığı diğer omegayı, bir sıralamaya bile koyabileceğimi düşünmüyordum.

Kalçalarına oturan ama aşağıya doğru dümdüz inen pantolonu ve üzerine giydiği krem rengi, delikli kazağıyla büyüleyici görünüyordu. Hele crop gibi duran o kazağın altında ince belini saran zincir... Zincirin uçlarındaki parıltılı yıldıza benzeyen taşlar... Söyleyecek hiçbir kelimem yoktu, onu ilk kez böyle gördüğüm için şaşırmıştım.

Soyeon Nuna telefonun ucundan bir şeyler söylerken bile inanın duymuyordum. Işıl ışıldı, ciddi anlamda dudakları, elmacık kemikleri ve göz pınarlarına ıslak gibi duran ışıltılar kondurulmuştu. Hafif çenkingen gülüşüyle bana kirpiklerine değen saçlarının arasından bakarken bu görsel karşısında boğazımı temizledım ve ensemi tutup ovuşturdum.

Ne söylemem gerekliydi bilmiyorum ama öncelikle Soyeon Nunaya onu sonra arayacağımı söylemiş ve tekrardan ikisine bakarak elimle ağzımı şaşkın bir tavırla kapatmıştım. Başımı iki yana kaygıyla sallarken en son Taehyung'da durdum ve "Biz bugün karakolluk olacağız gibi hissediyorum." diye duygularımı tek bir cümleye sığdırmaya çalıştım.

"Yanımızda iki tane baskın alfa var, eşek değilseniz bizi korursunuz."

Peki ya bizi kim koruyacak?

Sahi, bizi kim koruyacaktı?

Jimin onlara şaşkınca bakarken kıkırdayarak önümden geçti ve montunu giyen Taehyung da başını öne eğerek tatlı bir tınıda kıkırdadı. Peşlerinden elimle ağzımı kapatarak komik şokla bakmaya devam ettim. Öyle ki, Hoseok bizi arabayla almaya geldiğinde anca toparlandım.

Apt Seoul, çoğunlukla çevre üniversitelerdeki öğrencilerin sıklıkla geldiği bir kulüptü. Daha önce birkaç kere gelmiştim ve işin aslı gürültülü ortamların adamı değildim. Seoul Shakers gibi arka fonda rock müzik çalan ufak barlarda takılmaktan hoşlanırdım ama burada olmamın sebebi Taehyung'u bağlayan duygularından sıyrılarak biraz kafa dağıtmasına yardımcı olmaktı.

Hem de koruyup kollamak.

Koruma ve kollama hissi de vardı tabii, alfama bu konuda engel olamazdım. Nihayetinde bu içgüdüsel bir hareketti. Onca insanın arasında her şey olabilirdi, değil mi?

Kalabalık insanlar ve parlak ışıklar arasında onlardan daha ışıl ışıl olarak etrafa yabancı bakışlar atan Taehyung'u yönlendirmek için bileğinden hafifçe kavrayarak yukarı çıkan merdivenlere ilerlettim. Bu sırada istemsizce bileğimdeki elinden hızlanmış nabzını duymuş ve gülümsemiştim. Uzun zaman sonra kabuğundan çıktığı için fazlasıyla olan heyecanına garip bir şekilde ortak olmuştum.

Asma katta aşağıdaki kalabalığı görebileceğimiz taraftaki bir yere oturduğumuzda hızlıca bir göz gezdirdim. Bakıldığında konum olarak çok iyiydi, Taehyung ve Jimin'in aşağıda olduğu anlarda burada oturarak da onları göz önünde tutabilirdik.

Taehyung ellerini korkuluklara dayayıp aşağıya gülümseyerek bakınırken garsonlardan birinin gelmesiyle döndüğünde biraz kararsızdı ama hafif bir içki söylemekte gecikmedi. Gecenin sonunda ne olacağını kestiremediğim için hislerime güvenip bir bira istedim. Kolay sarhoş olmazdım ama yine de temkinli olmakta fayda vardı.

İçkiler gelene kadar ettiğimiz sohbete kadar keyfim oldukça yerindeydi ancak Jimin, yanımda oturan Taehyung'un elinden tutarak aşağıya dans etmek için kaldırdığında yerimde kıpırdanmadan edememiştim. Sadece... Bilmiyorum, alfam huzursuzdu, etraf çok kalabalıktı ve insanlar birbiriyle fazla temas halindeydi ve benim Hoseok'la oturmak dışında yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Ki Hoseok da içime su serpmemişti çünkü arkalarından giderken sıkıntıyla bir nefes bıkarak "Bugün hiç iyi şeyler olmayacak..." demişti.

"Neden öyle dedin?" diye sordum çoktan gözden kaybolmuş iki omeganın gittiği yerden gözlerimi Hoseok'a çevirirken.

"Kafamın şurasını görüyor musun? Jimin bir tane alfayı ayarttı diye geceyi nezaret ve hastanede geçirdim. Şimdi iki taneler..."

"Başa çıkarız bence." Derken kendime olan inancım Hoseok'un alayla birasını yudumlayarak güldüğünde sıfıra indi.

"Gerilme bu kadar, Taehyung çok içmediği sürece problem olmaz. Uzun zamandır da içmiyor bugün de içeceğini sanmıyorum."

"Çok içince en fazla ne olabilir ki?"

Bu sefer birası ağzındayken dudaklarının köşelerinden akıtacak kadar ani bir şekilde güldü ve onları temizlemek için elinin tersini kullandı. Ardından ise masanın üzerinden bana doğru eğilerek "Ne sen o haliyle karşılaşmak istersin ne de ben. Sadece tanrıya dua et, iki birada sınırlı kalsın." Dedi.

İçimden, hassiktir dedim ve aşağıya baktım. Kalabalık arasında onu bulmam uzun sürmedi, Jimin'le el ele tutuşarak yakın bir şekilde dans ediyorlardı. Etraflarından birçoğu da onları fark etmiş, yaklaşarak eşlik etme yarışına girmişlerdi. Omegalar değil ama alfalara takılmıştım, özellikle karanlık olmasına rağmen keskin bakışlarla Taehyung'u göz hapsine alan sarışın uzun saçlı olanı.

Pekala... Öncelikle sakin olmalıydım.

Sakin olmam için bana tek bir mantıklı sebep göster.

Taehyung'a bir baksana, onu ilk kez böyle uzun süre gülerken görüyorum.

Biramdan bir yudum aldım ve beyaz gömleğimin kolunu biraz daha kıvırarak derince nefeslendim. Alfam deli gibi hırıldayarak dolanıyordu ama yukarıdan onu izlemeye devam ederken bahsettiğim şeyi anlamış olmalı ki sessizleşerek köşesine çekilmişti. Ben de bir nebze rahatlamış Hoseok'la sohbet etmeye devam etmiştim.

Onunla ettiğim sohbetle, bizim çocuklar arasında pek fark yoktu ama fark ettiğim bir şey vardı. Ona bir şeyler anlatırken Yoongi ile olan kısımlara sanki daha ilgili yaklaşıyor ve hakkında bilgi toplamak istiyor gibiydi. Sonra aklıma ben kızgınlıkta acılar içinde kıvranırken Taehyung'un Yoongi'nin numarasını istediği gün geldi ve parçaları yavaş yavaş birleştirip az buçuk anladım. Hoseok Yoongi'ye yürüyebileceği bir açık arıyordu. Yoongi'den ise böyle bir işaret almamıştım, omegalarla pek anlaşamayan bir kurdu vardı, aşk konusunda da hep çok sessiz ilerlerdi ve biraz da ketumdu. Ancak birlikte olduğu türler hep alfa ağırlıklı olduğu için Hoseok'un fazlasıyla şansı vardı.

Uzun zamandır ettiğimiz sohbetin arasında aşağıda dans eden omegalara bakmayı da ihmal etmiyorduk. Temkinliydik ama içtikleri alkolü takip etmek fazlasıyla zordu üstelik alkol eşiğini fazlasıyla geçtiğini ettikleri danstan anlamak mümkündü. Fazla samimilerdi ve bu durum canımı fazlasıyla sıkıyordu. Ellerimle koltuğu sıkmaktan parmaklarım ağrımıştı, her an bir şey olacak diye beklemedeydim.

Bu gerçekten benim normal zamanda yapacağım bir şey değildi ama şimdi durup, işler farklı ilerlerse Taehyung'un ertesi gün ne düşüneceğini düşünüyordum. Her ne kadar kabuğundan çıkmak için farkındalıklarıyla mücadele etse de hızlı ilerlemek istemesi ve sonucunda pişman olup en başa dönmesi en son isteyeceğim şeydi. İçgüdüsel olarak onu yaşadığı bu kötü tecrübeden korumak istemem normal değil miydi ki?

Dikkatimi masaya gelen garson dağıtınca oturduğum yerde doğrulup önüme bıraktığı şişeyi gösterdim "Ben sipariş vermedim." dedim ama garson çocuk kulağıma doğru eğilerek eliyle arka tarafını gösterdi "Şuradaki kısa saçlı omega gönderdi."

Çapraz masaya baktığımda omega kızla göz göze geldim. Jilet gibi küt kesim saçları vardı, bakışları yumuşaktı ve hoş bir görünüşü vardı. Gülümseyerek içtiği bardağını hava kaldırınca başımla karşılık verdim ama masadan şişeyi alıp garsona şişeyi geri verdim ve "Omegaya onunla ilgilenmediğimi ilet lütfen." diyerek kendi içkimden yudumladım.

"Keyfine baksaydın, ben onları gözlerdim sorun yok."

Hoseok rahat davranmam için beni ayağıyla dürtse de başımı olumsuzca salladım "Tek gecelik arayışında değilim. Alfam omegalarla pek geçinemiyor."

Bakışlarından cevabımın onu tatmin ettiğini anlamıştım. Bir şey söylemedi, sadece başını sallayarak onayladı ve sonra omegalara bakmak için başını çevirerek kaşlarını çattı. Zaten o anda da algılarım hemen açılmış, doğrularak ayağa kalktığım gibi korkuluklara eğilmiştim. Taehyung, onunla dans eden alfalardan biri ve garson çocukla üçlü şekilde bir tartışma halindelerdi ve Jimin sendeleyerek onları dinlemeye çalışıyordu. Onca insanın içinde kontrolsüzce feromonları yükselen Taehyung'un sarhoş ve öfkeli hali çevresindeki insanların birer birer onlardan kaçınmalarını sağlamıştı.

"Eyvah," dedi Hoseok ve ayağa kalkmadan devam etti "Bir şeyler olmadan gidelim."

Büyük bir aceleyle merdivenleri inerek kavganın olduğu yere vardığımızda Taehyung'un öfkeli bir şekilde terli saçlarını geriye atarak kınayıcı cıkcıklamasını duydum ve ardından da azarlayan sesini "Sen var ya yalancısın. Gördüm diyorum, bardağa bir şey koydun."

"Sen kafayı kırmışsın, hiçbir sikim koymadım bardağa."

"Bu ne o zaman sikik, kim koydu bunu?" Taehyung, elini bardağın içine sokup içinden bir zeytin parçasını çıkarttı ve öfkeyle alfanın suratına fırlattı. Sanırım zeytinin, alkolün etkisiyle alfa tarafından konulmuş yabancı bir madde sanıyordu "Hepiniz aynı boksunuz işte, sikik it sürüleri sizi!"

"Seni var ya-"

Son bir adım kala Taehyung elindeki içkinin hepsini öfkeyle adamın suratına boşalttı ve aklımın ve hayalimin bunu çevirerek dilime yansıyamayacağı sağlam bir küfür etti. Alfa tam anlamıyla sırılsıklam bir şekilde Taehyung'un üzerine yürümeye başlamıştı, hatta tam tutuyordu ki tam zamanında vararak alfanın eline elimin tersiyle çarpıp, omeganın da bileğinden kavradığım gibi arkama aldım. Diğer elimle de alfanın göğsünden ittirip tıpkı onun gibi göğsümü gere gere diklendim "Yavaş ol, elini çek."

Kendinden düşük bir ırkla kavga ettiği için feromonlarıyla onu baskılaması kolaydı ama aniden karşısında denk birilerini görünce işler değişirdi. Hoseok da geldiğinde daha da değişmişti çünkü ben onu ittirince Hoseok da omzunu sıkıca kavramıştı.

"Ne oluyor amına koyayım, bırak! Sikmeyeyim şimdi sizi de!"

Alfanın yükselişi ve feromonlarını sürekli Taehyung'u baskılamak ister gibi arttırışı beni öyle bir germişti ki ben de duramadım, kendiminkileri kullandım. İki alfanın feromonlarını kullanması açıkça bir savaş ilanıydı aslında ve insanların içinde bunu yapmak da pek doğru değildi ama yaptığı hareketler yüzünden kendime engel olamamıştım.

Alfa bana küçümseyici bir bakış atarak arkamdaki hala daha bir şeyler mırıldanan Taehyung'a doğru ima dolu iğrenç bir tonda konuştu "Ne o, yeni mi aklına geldi omegana sahip çıkmak? Senin gibi geniş bir orospu çocuğu-"

Ben daha tepki vermeye fırsat bile bulamadan kulağımın arkasından "Onunla düzgün konuş senin ağzını sikerim!" diye bir ses geldi ve ben dönmeye kalmadan Taehyung'u alfaya doğru zıplarken gördüm. Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki ne ben ne de Hoseok anlayamamıştık. Göz açıp kapama süresi kadardı alfaya kafa atışı. Onu belinden yakaladığımda her şey için çok geçti ve hala bir kere daha kafa atmak için çırpınıyordu.

Alfa sendeleyerek geri gittiğinde en az bizim kadar şaşkındı ve kaşından süzülen kana dokunduğunda algılamakta zorlanmıştı. Ancak üzerindeki o şok etkisi giderek pasif bir omegadan kafa yemenin gururunu üstlenip adeta öfkeyle kükremişti "Seni küçük orospu, seni öyle bir sikeceğim ki ayağa kalkamayacaksın!"

Sonra bir ses daha yükseldi ve başından beri sessizce yalpalayan Jimin çığlık atarak "Sen kimi sikiyorsun piç, o benim altı yıllık arkadaşım!" diyerek kimsenin beklemediği bir hamleyle alfanın üzerine atlayarak tırnaklarını yüzüne geçirdi. Ortalığın bir anda böyle karışacağını asla düşünmemiştim, her şey filmlerdeki gibi oldu, küçük bir kavga olarak başladı, çevredeki insanlara sıçradı ve büyüyerek bütün mekana yayıldı. Hoseok Jimin'i sürükledi ben de kavgalara dahil olmak isteyen Taehyung'u daha fazla tutamayacağımı anlayınca tek seferde omzuma atıp mekandan çaktırmadan sıvıştık. Hatta neredeyse koştuk diyebilirdim çünkü Apt Seoul'dan çıktıktan iki sokak sonra durup nefeslenmiştik.

Kaosun ortasından Taehyung'un kafası hariç sıfır zararla çıktığımız için memnundum ama hala daha tüm bunları kavrayamayacak kadar da şaşkındım çünkü yani... Evet, kalabalık ve kaos dolu bir ailede büyümüştüm dolayısıyla kaos anlarına da o anları yönetmeye de fazlasıyla alışkındım. Ancak Taehyung ve Jimin tahmin edilemezdi, bambaşka bir mevzulardı.Hoşuma da gitmedi değildi bana laf atan alfaya saldırması ama şu an gerçekten yeri değildi, olaylar fazla saldırgan ilerliyordu.

Elimi dağılmış saçlarımın arasında geçirerek kaldırımda sanki biraz önce içlerinden bambaşka biri çıkmamış gibi birbirlerine yaslanmış oturan omegalara kaşlarımı kaldırdım. Sonra da ağzımdan alay dolu bir gülüş çıkartıp başını geriye atarak gülmeye başlayan Hoseok'a döndüm "Ne güzel ya şunlara bak, masum masum oturuyorlar."

"Şimdi neden bahsettiğimi anladın mı?"

"Yahh! Çok konuşuyorsun, sus artık."

Taehyung ayağındaki botuyla baldırıma hızlıca geçirdi ve boşluğa basmışım gibi tökezlememe sebep oldu. Ardından ise dengesini sağlayamayarak kaldırıma devrildi. Başını yere vurmasın diye davrandım ama pek oralı olmadan büzüşüp küçücük olana kadar kendini içeri çekerek gözlerini kapadı.

"Bu saatte taksi bulamayabiliriz, ana caddeden bakalım, hadi."

Bu konuda Hoseok daha tecrübeli olduğu için onu onu onaylayıp Taehyung'u kaldırmak için çöktüm ve hafifçe omzundan sarsarak adını seslendim. Fakat oralı bile olmadı, kaşlarını çatarak mırıldandığı gibi elimi ittirdi. Bu sefer ben de elimi başının altına sokup destek vererek kaldırmaya çalıştım ama beklemediğim bir şekilde elleri bileğime sarılıp gevşekçe tuttu.

Elleri sıcacıktı ve başının altından çekiştirerek yanağına yaslamış, burnunu da bilek içime sürterek hafifçe gülümsemişti. Ne yapmam gerektiğini bilemediğim için ağzım açık bir vaziyette öylece kaldım. Ve muhtemelen arkamızdan bir ses gelmese sonsuza kadar bu şekilde kalabilirdim.

"Pisst... Güzel alfacıklar..."

Jimin'i kucağına almayı başarmış Hoseok'a bakarak isteme istemeye Taehyung'dan uzaklaştım ve bize laf atan biri kadın diğeri erkek omagaya döndüm. İkisinin de kıyafetleri fazlasıyla açıktı ve baskın feromonlarıyla çağrı yapıyorlardı.

Kadın Hoseok'u süzürek sivri tırnağını dişlerinin arasına aldı ve erkek olanın cümlesinin devamını buğulu bir sesle getirdi "Şu iki sarhoşu bırakın da, geceye ayıklarla devam edin."

Erkek olan alfa ise beni baştan aşağı süzerek göz kırptı ve elini yumruk yaparak ağzını yaklaştırıp dilini de iki kere yanağına vurarak istediği şeyi belli etti.

"Yolunuza bakın." Hoseok onlarla ilgilenmeden Jimin'in kucağından pozisyonunu değiştirdiğinde erkek olan zaten benim tarafıma yakınken birden elinin tersiyle elime dokunup dirseğime doğru sürümüştü. İrkilerek hemen "Bana dokunma." dedim ve bir adım geri kaçındım ama omega da benimle bir adım atarak cilveyle kıkırdadı. Sonra da dudaklarını yalayarak konuştu "Eğer pasif omegalardan hoşlanıyorsan, pasif olurum. Beni bağlamana ve ağlatana kadar mahvetmene izin veririm. Şu arkadakinden daha çok eğleniriz, emin ol."

"Ben şimdi seni ağlatana kadar döveceğim asıl eğlenceyi o zaman göreceksin." diye sağımdan yükselen sesle erkek omega bir anda acıyla önümde sendeledi ve sağa doğru çığlık atarak savruldu.

"Hay sikeceğim, Taehyung, bırak çocuğu!" Hoseok da olaya girince saniyeler içinde yeniden kaplan kesilen Taehyung'un öfkesini dindirmeye çalıştık ama deli gücü vardı resmen. Omegayla saç saça girişmişti, fazlasıyla da hırpalıyordu ve bundan birkaç tokat nasiıbimizi de Hoseok'la almıştık.

Taehyung omeganın tuttuğu saçlarından beline kadar indirip sırtına patlatırken elinden tutup bırakması için giriştiğimde bu kez de Hoseok'un kucağında yere atlayan Jimin diğer kıza yerden aldığı taşı atarak uzaklaştırmakta karar kılmıştı. Öylece durduğumuz yerde yeni bir kaosa sürüklenmiştik.

"Dur artık, dur." diye yalvararak Taehyung'un yüzünü ellerim arasına almaya, bir yandan da elinin altında çığlık atan omegayı ittirmeye çalışıyordum ama başarılı olduğum söylenemezdi.

"Neden duracakmışım?" eliyle omeganın sırtına bir tokat patlattı "Bu piçe yanında omegası olan bir alfaya bulaşmaması gerektiğini göstereceğim."

Bir kelime, üzerimde nasıl çarpma etkisi yaratabilirdi bilmiyordum ama fena bocalamıştım. Ağzından çıkan kelimelerin sarhoş bilinciyle çıktığını kendime defalarca hatırlatsam da bu engel olabileceğim bir şey değildi. Alfamın gururu okşanmıştı, hemen göğsünü kabartmış ve moda girerek heyecanla bir şeyler yapmam için kuyruk sallamaya başlamıştı.

Alfamı kullanmaktan hoşlanmazdım ama Taehyung söylediği şeyle beni mecbur bırakmıştı bu yüzden daha önce kullanmadığım bir güçle feromonlarımı arttırdım ve elimle ikisini ayırmak için orantısız bir güç uyguladım. Omega bu güçle kaldırıma düştü, Taehyung ise boş kalan eli yüzünden bana öfkeyle dönerek hırladı ama bir omuzundan tutup diğer elimle de çenesini sıkıca kavrayarak gözlerine dik dik bakıp "Sana dur dedim, omega." dediğimde alfamın kısa süreli ortaya çıkmasına izin verdim ve hemen sonra sesimi yumuşatarak devam ettim "Dur ve eve gidelim artık."

Taehyung birkaç kez öfkeyle tutuşumdan kurtulmaya çalışsa da göz göze geldiğimiz andaki hareketleri yavaşça azaldı ve bana bakarak gözlerini kırpıştırdı. Artık daha sakin ve daha uysal olduğunu görmek içimi rahatlatmış, derince bir nefesle yerdeki omegaya dönmemi sağlamıştı. İkisi de yükselen feromonlarımı duydukları anda apar topar çevremizden uzaklaştılar.

"Bence artık bir taksi bulup gidelim yoksa geceyi gerçekten karakolda sonlandıracağız." diyerek Hoseok'a baktım. O da yorgun görünüyordu. Bana umutsuzca başını salladıktan sonra eli kolu rahat durmadan küfür ederek uzaklaşmaya çalışan ve omegara saldırmak için çırpınan Jimin'i sertçe çekiştirip kontrol altına almaya çalıştı. Ben de Taehyung'un omzundaki elimi gevşetip yürümesi için yön verdim ama yalpaladığı için çareyi sarılarak kendime çekmekte buldum. Hoseok da Jimin'i sırtına almış, rahat durması için büyük bir mücadele içine girmişti.

Arabaların geçtiği işlek caddeye geldiğimizde evlerimizin ters yönde olması sebebiyle iki ayrı taksiye bindik. Hoseok Jimin'i ben ise Taehyung'u aldım ama araca bindikten sonra keşke tam tersi olsa diye düşündüm. Çünkü sikeyim, Taehyung'un içindeki öfkeli ve kavgacı kişiliği bir anda değişmişti ve kıkırdayarak cilve yapan birine dönüşmüştü.

İlk başta anlayamadım çünkü kıkırdayarak omzuma düşen başı bana normal geldi. Sonuçta sarhoştu ve git gide düşmeye başlamıştı gücü. Ama bu gün kaos doluydu ve her şey kontrol edemeyeceğim bir şekilde ilerliyordu.

Taehyung, önce bedenini bana doğru döndürdü, sonra kucağıma doğru kayarak ellerini boynuma sarıp yüzünü boynuma kapattı. Tatlı nefesi boynuma değerken burnunu koku bezime sürterek mırıldanıyordu. Bütün bedenim kaskatı kesildi, gözbebeklerimin büyümüştü ve ellerim iki yanımda hareketsiz duruyordu.

"İyi misiniz?"

Taksi şoförü dikiz aynasından bana bakarken sertçe yutkunarak "Sorun yok. Sadece çok sarhoş, biraz hızlı olabilir miyiz?" dedim ve vanilyalı kokusunu içime çekmemek için nefesimi tuttum. Ancak bunu, boynuma sardığı elleri saçlarımın arasında girerek hafifçe çekiştirene kadar başardım. Sonra bütün cigerlerim onunla doldu.

Sakin ol Jungkook, dedim içimden.

Sen bir savaşçısın sakin ol.

Elimle Taehyung'un ensesini kavrayıp boynumdan uzaklaştırmaya çalıştım ama o kucağıma daha çok yerleşerek bana baskı yaptı ve sonunda boynumdan çekilerek başını geriye attı, taksinin içini nahif kahkahasıyla doldurdu.

"Shhh..." diyerek onu susturmaya çalıştım ama taklidimi yaparak shhh diye fısıldadı ve işaret parmağını dudağımın üzerine kapatarak alnını alnıma dayadı. Sarhoş olduğu için ağzında hala yarım yamalak bir gülüş vardı ama ben kendimi öyle çok kasıyordum ki normalde bu aptal haline gülebilirken tek isteğim yanlış bir şey yapmamaktı.

Alnı alnımdayken gözlerimi açık tutmaya çalışarak bana yeniden "Shhh..." diye fısıldadı ve sonra devam ett "Sana bir sır vereceğim ama kimseye söyleme."

Onu başımla onayladım. Taehyung, sarhoş bir gülüşle birkaç kere gözlerini açıp kapattı ardından ise kulağıma doğru eğilerek orada biraz bekledi.

"Feromonlarını çok seviyorum."

Yutkundum ve ellerimi yumruk yaptım. Ben bugün ölmediysem hiçbir gün ölmezdim. Ben var ya, bu iradeyle Kuzey Kore'yle savaşa girsem net kazanırdım. Gerçekten, irade savaşımın en büyük düşmanı Taehyung'du ve ona karşı çıkmak o kadar zordu ki hayatımın hiçbir noktasında bir daha böyle bir şey yaşayacağımı düşünmüyordum. Sadece tanrıya, eve bir an önce varmak için dua ederek kendimi dizginlemeye çalışıyordum.

Şükürler olsun ki bana yakınlığını daha da arttırmaya başladığı anda taksi frene basmıştı ve ben cebimde kalan son paraları verip Taehyung'un ensesinden tuttuğum gibi kendimden uzaklaştırmıştım. Şimdi mesafemiz biraz daha iyiydi ama hala sırnaşık bir kedi gibi bana sırtımdan sarılarak ayakta kalmaya çalışıyordu dış kapının şifresini girerken.

Sadece merdivenlerden çıkarken arkamda ısrarla arkadan sarılmak istemesi yüzünden zorlanmıştım ama sırtıma çıkıp belime sardığı bacaklarımdan tuttuğumda hemen kabullenmesi kolayca çıkabilmemi sağlamıştı.

"Midem bulanıyor."

Elimle arkaya uzanıp kalçasına vurup "Sakın," dedim ve katları daha hızla çıkmaya başladım "Sakın üzerime kusma seni mahvederim."

"Ama çok bulanıyor."

"Bak her şeye tamamım ama üzerime kusarsan seni eve asla almam."

Hızla çıkarken onu fazlasıyla sarstığımı farkındaydım ama üzerime kusarsa gerçekten işler tatsızlaşırdı. Tek dileğim onu tuvalete yetiştirmekti. Yetiştirmiştim de, hem de tam zamanında.

Evin şifresini girip onu sırtımdan indirdiğim anda kolundan tuttuğum gibi tuvalete sürükledim ve klozetin kapağını açarak son anda öğürmeye başlayan Taehyung'un başını deliğe ittirdim.

Başında çömelerek saçlarına bulaşmasın diye uğraşırken bir yandan da ağlaya ağlaya kusan omeganın sırtına hafif hafif vurarak sakinleşmesine yardım etmek için çabalıyordum. Fazlasıyla uzun bir kusmaydı ve iki kere sifonu çekmek zorunda kalmıştım ama en azından biraz daha rahatlamıştı. Ancak ayılamamıştı, artık ne kadar içtiyse ve gözümüzden kaçtıysa bayılıp ayılana kadar da kendine gelemeyecek gibiydi.

Sızlanarak son bir kez öğürdüğünde dikkatlice onu fayansa oturttum ve ben de karşısına geçerek aldığım tuvalet kağıdıyla ağzını silerken sordum "Daha iyi misin?"

Yüzündeki makyaj dağılmıştı ve saçları birbirime karışmıştı. Büktüğü dudakları da halinden memnun olmadığını ve kusmaktan hoşlanmadığını gösteriyordu.

Omuz silkmeye çalışıp "I-ıhh..." diye mırıldandı ve güçsüzce üzerime doğru düşerek göğsüme koydu başını. Bu kez ben de boş bulunup onu sararken buldum kendimi, sanırım dayanma gücümün sonu da böyle oldu.

Neden bilmiyorum, kollarımda sessizce dururken her şey fazlasıyla iyiydi. İyi hissettirmişti, alfam rahattı, omega sakindi ve feromonlarımız birbirine acelesi yok gibi karışarak ortaya güzel bir koku çıkartıyordu.

"Gider miydin?"

Elimle Taehyung'un sırtını sıvazlamaya devam ederken birden yarım yamalak sorduğu soru yüzünden duraksadım ve ona bakmak için başımı eğdim. Onun da bana baygın gözlerle bakıyor olduğunu fark etmemiştim.

"Nereye gider miydim?"

"O omegayla?"

"Hangi omega?"

"O işte, Itaewoon'da bizi bırakmanızı söyleyen omegayla."

Geceyi birlikte sonlardırma teklifi yapan omegadan bahsettiğini anlayınca hafifçe gülerek tıh diye bir ses çıkartarak başımı iki yana salladım.

"Gördüğün gibi gitmedim."

"Ama biz olmasaydık gider miydin?"

"Gitmezdim. O tarz omegalarla ilgilenmiyorum."

Taehyung'un dudakları mutsuz bir yüz gibi aşağıya kıvrılarak düştüğünde kucağımdaki elimin bileğini tutup başını göğsüme biraz daha yerleştirerek gözlerinmi dudaklarıma indirdi ama odağını pek sağlayamıyordu, hala ayılamamıştı.

"Bir şey denemek istiyorum." ne yaptığını anlamamıştım ama bakışlarındaki parlaklık beni biraz şüphelendirmeye başlamıştı ki "Nabzın çok hızlı atıyor." dedi.

"Ne?"

Bileğimdeki elini nabzımı ölçmek için kullanacağını sarhoş kafasıyla nasıl akıl etmişti aklıma da mantığıma sığdıramıyordum bunu ama asıl konu bu da değildi. Doğrularak kucağıma doğru oturmaya ve dudaklarını büzerek benimkilere doğru davranmıştı, bunu yapmadan önce de "Öp beni, bir şeyi anlamam gerek."

"Ne?!" dedim telaşla ve yüzünü var gücümle ittirip onu üzerimden atmaya çalıştım "Saçmalama, ne öpmesi öyle bir şey yok."

"Var, öpüşeceğiz."

"Taehyung, kendine gel."

Hala üzerime doğru çıkmaya ve ellerimi ittirmeye çalışıyordu ve ben de onu sürekli savuşturuyordum.

"Öpüşeceğiz dedim. Ufacık ya, mini minnacık, şu kadarcık ya bir şey deneyeceğim."

"Olmaz dedim."

Bulunduğum dar alandan bir kaçış yolu bulup Taehyung'un yanından sıyrılmak için mükemmel bir plan yaptım ama işler pek yolunda gitmedi. Çünkü Taehyung'un, ben tam doğrulacakken beni gafil avlaması plan dışıydı, zaten bugün yolunda giden tek şey, bizi eve zamanında getiren taksiydi.

Üzerime atlaması elmacık kemiğim çamaşır sepetinin kırık köşesine sürttü ve çenemi fayansa sertçe vurdum. Daha acıyla baş etmeme fırsat tanımadan Taehyung yüzünden yeni bir acıyla yüzleştim. Kolumu ve ayağımı tutup sırtımı bastırarak "Hoop!" diye bağırdı "Yat aşağı yala taşşağı! Hiçbir yere gidemezsin."

"A-a-a-Ah!"

"Öpüşmeye tamam de."

"Hayır-ah! Hayır saçmalama, bırakır mısın lütfen?"

Hiçbir şey söylemedi ve kolumu sırtıma bastırdı. Sikeyim, diye küfür ettim içimden, çok canım yanıyordu. Beni her açıdan kitlemiş, hareket edemez hale getirmişti. Sadece acı vardı ve her nefes alışımda bütün bedenime yayılıyordu. Yine de sırf bir şey deneyecek diye beni öpmesine izin veremezdim, bu sonradan hatırladığında gerçekten utanıp bir şeylerin ters gitmesine sebep olabilirdi ve bunu istemiyorum. Zaten bir kalp kırıklığı vardı ve henüz atlatamamışken ona yeni şeyler yaşatamazdım.

Pratik düşünmem gerekiyordu ve aklıma gelen tek mantıklı şey yüzde yüz şansımın olduğu bir seçenekti. Dişlerimin arasından tıslayarak "Sikeyim bastırma artık. Bir şartım var dinle beni."

"Şart yok."

"Bilek güreşi yapalım beni yenersen istediğin kadar öpersin."

"Yenemem mi sanıyorsun?"

"Kabul et, deneyelim. Söz veriyorum kazanırsan öpeceksin lütfen artık bırak."

Sırtım, kolum ve bacağımdaki acı verici baskı bir anda kayboldu ve Taehyung emekleye emekleye tuvaletin kapısına ulaştı "Kabul." dediği gibi elimden tutup çekiştirmeye başladı.

Yavaşça ayağa kalkıp omzumu hareket ettirerek beni götürürken sızlandım. Küçücük, sarhoş bir omeganın ansızın beni gafil avlayacağını düşünmemiştim. Resmen canıma okumuştu, kolumdaki sızı dümdüz dururken bile varlığını hissettiriyordu.

Beni masanın bir köşesine kendisi de diğer köşesine oturduğunda ellerimizi birleştirdi ve hevesle sıktı. Bu haliyle kendine olan güveni hayranlık vericiydi. Küçümsemiyordum ama, muhtemelen beş saniye falan sürecekti ve hala sarhoş olduğu için ağlayarak mızıkçılık yapacaktı.

Ellerimizin birleşimine bakıp gözlerini benimkilere çevirince dikkatimi dağıtmasın diye elimi sıkarak sakin bir nefes aldım. Sarhoştu ve fiziksel olarak benden güçsüzdü, yani onu yenememek için hiçbir sebebim yoktu.

"Hazırsan sayıyorum." dediğimde gözleri parıldayarak elimi güçlüce sıktı ve dediğim gibi geriye saydım "Üç, iki, bir."

Eli masaya çok kolay yaklaştı ama aşağı yukarı kırk beş derecelik bir açıda bana direnç göstermeye başladı. Gülümseyerek, eğlencesine yeniliyormuş gibi yapıp yeniden elini masaya yaklaştırdığımda kaşlarını çatarak gözlerime dik dik baktı. Sinirli görünür sanıyordum ama kaybedip öpemeyeceği gerçeğiyle yüzleşmesinin onda üzüntü yaratacağını düşünmemiştim. Kızarmış yanakları, solgun teni ve akmış makyajıyla fazla masum gelmişti gözüme, biraz da çaresiz. O an içimde bir şeyler paramparça oldu, daha doğrusu göğsüme doğru bir acı hissiyle sarsıldım ve fena bir şekilde bocaladım. Taehyung bunu fırsat bildi ve elim bir anda masaya yaklaştı, kartlar tersine döndü.

Kaybedemezdim. Hayır.

Telaşım ve kazanacak olmasının verdiği endişe ile içimde bir güç patlaması oluştu. Kaybeden olan tarafken elime dolan ve feromonlarıma yansıyan güç ile Taehyung'un beni öpmesini engellemek için elimi eline bastırdım ve... Çok kısa sürede oldu her şey. Taehyung elimin gücüyle sağa doğru yalpaladığı anda dirseğinden de bir ses yükseldi.

Tak.

Ve peşi sıra Taehyung'un inlemesi.

"Ah! Kolum!"

İki elimle ağzımı kapatıp yere doğru çökmüş ve artık biçimsizleşmiş kolunu tutan Taehyung'a şok dolu bir ifadeyle baktım.

Hassiktir, kolu... Kolunu kırmıştım.

Kesinlikle böyle bir şey amaçlamamıştım ama kazanacak olmasının verdiği içimdeki güç patlamasına da engel olamamıştım. Yerde kolunu tutarak gözyaşları içindeki adama ne yapacağımı bilemez bir şekilde bakarken telaşla eğilerek koluna davrandım ama sonra geri çekildim. Gerçekten ne yapmam gerektiği hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu, hayatımın hiçbir noktasında böyle bir şey yapabileceğimi de düşünmüyordum ama Taehyung gerçekten kolu kırık bir şekilde yerde yatıyordu.

"Kolum acıyor..."

Pekala, sakin olmalı ve önceliklerimi sıralamalıydım. Buzdolabının üzerindeki taksi numarasını hızlıca tuşlayıp acil bir şekilde adresi verdim ve acı içerisinde yerde kıvranan Taehyung'un yanına çökerek kaldırmaya çalıştım. Ancak yanağımın sağına doğru ince ve uzun parmaklarının sızlatan sertliği çarpmış, nevrimi döndürecek kadar ağır olduğu için neye uğradığımı şaşırdım sarsılmıştım.

"Bırak beni!"

Bir kez daha tokat atmaya yeltendiğinde elini tutup hareket etmesini engellemeye çalıştım ama sızlanıp durarak debelenmeye devam etti. Asla rahat durmuyor, üzerine seri halde tehditler savuruyordu.

"Sana adam yaralama suçundan dava açacağım. Benim ağabeyim avukat tamam mı süründüreceğim seni! Canım çok yanıyor!"

"Artık hareket etmeyi kes, daha çok canın yanacak."

"Yanıyor zaten!"

Canı yanıyor...

Görmüyorum mu sanıyorsun?!

Bir şey yap o zaman.

Feromonlarımı kullanmak istemiyordum, zaten bugün sokaktayken kullanmıştım ve kedi gibi oluşuna şahit olmuştum. Bu bana doğru gelmiyordu, isteği dışında kontrol edilmek gibi bir şeydi ve bana göre etik değildi. Ancak başka seçeneğim de yok gibi görünüyordu, daha fazla hareket ederse koluna zarar verirdi. En azından acısını hafifletmek için yapmam gerekiyordu.

Feromonları yavaş yavaş arttırıp doğruca Taehyung'un üzerine yönlendirip omzundan tuttum ve bana dönmesini sağladım. İlk başta küfür ederek beni itmeye çalıştı ama bakışları burnuna dolan feromonlarımla yumuşayarak git gide hareketlerini de sakinleştirdi. Artık gereksiz öfkesi ve savruk hareketleri yerine sadece iç çekerek çekingence ağlaması kalmıştı.

Nefeslendim ve yüzüne düşen dağılmış saçlarını geriye itmek için elimi uzattım. Biraz irkilerek elime baktı ama elin sahibini, beni, bulunca biraz rahatladı ve bana izin verdi. Yüzünü güzelce açtım ve beyaz gömleğimin kolunun makyaj izi olmasını umursamadan gözlerinin altındaki yaşları temizledim.

Sakin bir ses tonuyla "Kucağıma alacağım seni, tamam mı, kolunu sıkıca tut." diyerek kafa sallamadısını bekleyip onu dikkatlice kucakladım ve kendime sıkıca bastırdım. Fazlasıyla dkkatliydim ve feromonlarımla acısını bir nebze dindirmeye çalışıyordum ama yine de fazlasıyla hassastı, taksiye bindiğimizde sarsılan araba yüzünden canı yanmış olmalıydı, kucağımda dizlerini kendine çekerek başını iyice göğsüme yaslamış ve hıçkırarak bir tepki göstermişti buna

"Acıyor."

"Biliyorum," dedim ona doğru sardığım elimle destek olmak için hafifçe okşayarak. Sonra da başının tepesinden belli belirsiz öperek devam ettim "Özür dilerim, benim hatamdı."

"Teşekkür ederim."

Uysallaşması ve sakinleşmesi feromonlarım yüzündendi ama bu fikirlerini ve düşüncelerini değişmezdi. Beni şaşırtmıştı haliyle, sormadan duramadım "Neden canını acıttığım için teşekkür ediyorsun?"

"Özür dilemeye değer gördüğün için."

Kaşlarımı çatıp nefesimi tuttum. Söylediği şeyin içinde hissettiği binlerce üzüntü ve acı olduğunu biliyordum. Benim bile kalbim tuzla buz olacak kadar acımıştı, kimbilir o ne kadar acı çekiyordu da bunu dile getirme şekli teşekkür ederek olmuştu. Fakat benim bu teşekkürün üzerine söyleyebileceğim hiçbir şey yoktu, sadece feromonlarımı biraz arttırıp onu kendime bastırarak karşılık verebilirdim. En azından bir nebze de olsa şu an iyi hissetmesi için yapabileceğim tek şey buydu.

Hastaneye vardığımızda Taehyung biraz daha iyiydi ama hala ayılamamıştı, canı da bir o kadar yanıyordu. Yasal olarak vasisi görünmediğim için beni müdahale odasına almadılar ama hemşireler gerekli bilgilendirmeleri yaptılar. Röntgeni çekildi, söylediklerine göre parçalı bir kırık yoktu, bu iyiydi ve kırık çok kötü durumda olmadığını için dört ya da beş haftalık alçı süreci geçirecekti. Ağrıları için yazdıkları ilaçları alçısı yapılırken vakit kaybetmemek için gidip eczaneden alarak geri geldim.

Bir saat kadar sürmüştü bütün işlemlerimizi bitirmek. Taehyung'u sarhoşluğun ve acının ona kattığı güçsüzlükle teslim aldığımda ayakkabıları olmadığı için acilden kucağımda çıkarttım ve bulduğum ilk taksiye atlayarak eve götürdüm. Yol boyu uykulu bir şekilde alçılı koluyla göğsümde gözleri açık dinlendi. Artık her şey daha sakindi ve feromonları da daha düzenli.

Saat gece üç buçukta eve girdiğimizde onu doğruca tuvalete götürüp klozetin üzerine oturttum ve bir pamuğa temizleme suyundan dökerek yüzündeki makyajı olabildiğince nazik bir şekilde temizlemeye çalıştım. O kadar tatlıydı ki, yüzümdeki hafif sırıtmaya engel olamıyordum ve arada saçlarının tepesini okşayarak az kaldığını, dişlerini fırçaladıktan sonra uyuyabileceğini fısıldıyordum.

Beni güzelce dinleyerek zorluk çıkartmadan dişlerini de fırçalamama izin verdiğinde onu yeniden kucaklayıp odaya götürdüm. Çift kişilik yatağa dikkatle oturttum, güvenliğinden emin olarak yatağının üzerindeki pijamalarına uzandım. Ulaşılabilir olması işimi kolaylaştırdı ve ışığı kapatarak daha rahat bir alan sağladım ona.

Karanlıkta alçıyı görememek elbette beni zorlamıştı ama onu rahat ettirmek ve güvenini sarsmamak istiyordum. Bu yüzden ışığın kapalı olması dert değildi, zaten suskun olsa bile bana yardım etmek için komutlarımı dinliyordu.

İlk önce üzerindeki kol kısmı alçı yaptıkları için kesilmiş kazağını çıkarttım, ve pijamasını giydirdim. Sonra altındaki pantolonun düğme ve fermuarını açarak Taehyung'a "Şimdi birlikte ayağa kalkacağız. Elinle düşmemek için benden destek alacaksın tamam mı?"

"Hı-hm, tamam." dedi sessizce ve sağlam olan elini yavaşça boynuma sardı. Geriye doğru sayıp ayağa kalktım, pantolonunu çıkartıp pijama altını giydirirken ona çok fazla dokunmamaya çalıştım. Tamamen giyindiğinde ise rahatça nefeslenerek hala sıkıca bana tutunan Taehyung'un belini nazikçe patpatladım "Şimdi uyuyabilirsin. Hadi, yatıralım seni."

Geniş bir alana ihtiyaç duyacağını düşündüğüm için planım onu çift kişilik yatağa yatırıp kendim de tek kişiliğe geçecektim ama Taehyung buna izin vermedi. Onu yatırdığımda elimle saçını yüzünden ittirip geri çekilmek için doğruldum ama tişörtümün ucunu sıkıca kavradığı için uzaklaşamadım. Elinden tutup tişörtümü bırakması için çabaladığımda izin vermedi, aksine beni kendine doğru daha çok çekerek uzaklaşmama engel oldu, feromonları da bunu yapmasıyla artmaya başladı.

Yanında kalmanı istiyor.

Gerçekten istediği bu muydu ki, diye düşünürken çoktan düzenli nefesler almaya başlamış omeganın dudaklarındaki gülümsemeyi içeri giren gece ışığında belli belirsiz görerek parmaklarımı dokunmak için götürdüm. Tüy kadar hafif bir şekilde dudak köşelerinin kıvrımlarını takip ederek yüzünün ezberlediğim kısımlarının üzerindenden yavaşça geçtim. Oradan elmacık kemiklerinin üstünde doğru sürüdüm parmaklarımı ve en son, gözlerinin altında narince bir dokunuşla durdum.

O gözlerden kaç kere yaş döküldüğünü, kaç kere kalbinin kırılıp canını yaktığını, kaç kere düştüğünü ve elinden tutan kimsenin olup olmadığını bilmiyordum. Ancak şimdi, biliyordum... O yaşların şimdi ve sonrasında da kimin temizleyeceğini, kimin kalp kırıklıklarını toplayacağını, kimin düşmesine izin vermeyeceğini...

Saçlarını ittirip elimle yanağıyla boynunu arasından dikkatle tutarak üzerine eğildiğimde elmacık kemiğinin üzerine tüy kadar hafif öpücük kondurdum ve geri çekilerek fısıldadım.

"Bir gün seninle tekrar karşılaşacağımızı biliyordum."

Taehyung'un kahve gözlerinin karanlıkta parlayan kehribara dönüşmesini beklemiyordum. Bana doğru pür dikkat bakan omegasının ne hissettiğini anlamak zordu. Çok mu erkendi, çok mu acele etmiştim ya da vereceği tepki olumsuz mu olacaktı emin değildim.

Omegası, beni uzun süre izledi ve dudaklarına kalbimi hızlandıran bir gülümseme koyarak boynuyla çenesi arasında soluklanan elimin bileğine elini sardı. Tek bir dakikasını bile kaçırmamak için gözümü bile kırpmadan tuttuğu elimi almasını ve avuç içime öpen dudaklarını izledim. Bu alfam için bir işaret olmuş, karşılığında feromonlarımın onun vanilyalı feromonlarıyla karışmasını sağlayarak kızıl gözlerle kendini göstermişti.

ResimLink - Resim Yükle

Notes:

dgk jeongguk 💖

Chapter 15: kelebekler ve farkındalıklar

Chapter Text

ResimLink - Resim Yükle

...

...

"Ne oluyor amına koyayım, dün gece ne oldu?" diye acı dolu bir öfkeyle yatakta doğrulmayı başararak Jungkook'a baktım. Son derece yorgun, son derece bitkin görünüyordu ve fazlasıyla da sakin. Saçları dağılmıştı, elmacık kemiğinin hemen altında ufak bir yara izi vardı. Dün gece her ne olduysa yaşanmamasını diler gibi bir hali vardı ve tam olarak başını aşağı yukarı sallayarak bana söylediği şeyden bu çıkıyordu.

"Dün, ortalığın amına koydun."

"Ne?"

Şaşkın tavrıma karşı gözlerini kapatarak başını arkasındaki duvara yaslayıp yorgunluğunu belli edercesine bir nefes bıraktı. Hemen ardından ise şakaklarını ovuşturarak hafifçe kendinin bile inanamadığı bir cümle kurdu.

"Karakolluk olabileceğimizi düşünmüştüm ama hastanelik olabileceğimiz aklımın ucundan bile geçmemişti."

Sikeyim, hiçbir şey hatırlamıyordum. Hatırlamadıkça da hem sinirleniyor hem de kafayı yiyecek gibi oluyordum çünkü sarhoş halimin altından çıkan berbat karakterimin neler yapabileceğini az çok tahmin edebiliyordum. Jungkook da sanki dün olanları hatırlamış gibi bıyık altından gülünce hızlıca yatakta dizlerim üzerinde kalkarak alçı olmayan elimi omzuna çarptım "Ne gülüp duruyorsun doğru düzgün anlatsana şunu!"

Oflayarak vurduğum yeri sıvazladı ve yüzünü buruşturarak "Ya şöyle vurma işte kaç kere dedim sana elin ağır diye." deyip yakındı.

"Gülüp durma o zaman sen de."

"Ne yapayım, komik görünüyorsun."

"Alçıyı kafana geçirirsem görürsün kim komikmiş."

Yastığı alıp aramıza koyarak kendini korumaya almaya çalışırken bir eliyle de hesap sorar gibi bana uzatmıştı "Sana yazıklar olsun be, seni kavgalardan korudum, omzumda ve sırtımda taşıdım, acillere götürdüm. Bu mu gördüğüm muamele."

Sıraladığı şeyler yüzünden gözlerim kocaman olmuştu ve çığlık atmak ister gibi saçımı çekiştirmiştim "Kafayı kırmama çok az kaldı, çabuk anlat."

Dudak büzerek bana yandan bir bakış atarken eliyle omzunu ovalamaya devam etmişti, bir yandan ondan istediğimi gerçekleştirmek için dudaklarını aralamıştı. Ancak bir şey onu kısa süreli durdurduğu için bir süre bekleyerek başlamıştı ilk cümlesine "Hangisini anlatayım? Ya da hangisinden başlayayım? Apt Seoul'deki kavgadan mı, yolda yürürken bize laf atan omegayı paralamandan mı yoksa acillik oluşumuzdan mı?

Jungkook konuştukça ve bahsettikçe içimden defalarca küfür ettim. İnanmak istemiyordum ama detaylandırmasa bile o kadar mümkündü ki tüm bunlar... Ve ben söylediği şeylerin zerresini hatırlamıyordum.

Sinir krizi geçirmemek için elimi alnıma iki kere vurup "Sikeyim, bir daha içersem ağzıma sıçsınlar." diye sızlandım.

"Özür dilerim ama, içtiğinde böyle oluyorsan sıçsınlar gerçekten."

Haklıydı... Tanrım o kadar haklıydı ki...

"Hiçbir şey hatırlamıyorum," dedim eğdiğim başımı kaldırarak ekşilttiğim suratımla "Kafamın içi o kadar boş ki inanamazsın."

"En son ne hatırlıyorsun?"

Kafamın içini daha ilerisini hatırlamak için çalıştırmaya uğraşsam da asla Jimin'le dans etmenin ilerisine geçememiştim hatta o kısımlar bile bölük pörçüktü. Sanki yarısı yanmış fotoğraf albümünden bir şeyler çıkarmaya çalışıyor gibiydim ama asla başaramıyordum.

Başımı iki yana sallayarak "En son Jimin'le dans ediyordum, sonrası yok."

Gözlerinden ufak bir ışıltı geçerek bana baktığında dudaklarını içe katlayarak bana umutsuz bir vakaymışım gibi bakınca ben de yüzüme onun gibi bir ifade takınıp umutsuzca baktım "Çok mu kötü?"

"Fazlasıyla."

"Ciddi misin?"

"İnanamazsın."

"Ne, ne yaptım?"

Dizlerimin üzerinde kalkmış olduğum yatağa yıkılmış bir şekilde çöküp deniz kızı pozisyonuna geçtiğimde alt dudağımı ısırarak Jungkook'a bakmayı sürdürdüm. Anlatacağı şeyleri sindirmek için psikolojimi stabil tutmaya çalışıyordum çünkü her an çığlık çığlığa ağlayabilirdim yapmış olabileceğim şeyler için.

Jungkook derince bir nefes alarak kollarını göğsünde birleştirdiğinde dudaklarından dökülen her şeyi can kulağıyla dinledim "Aşağıda dans ederken bir anda alfalardan birine bağırmaya başladığını duyduk ve yanınıza indik. İçkime hap attın diye ortalığı ayağa kaldırdın ama hap sandığın şeyin zeytin parçası olduğunu idrak edemeyecek kadar sarhoş olduğun için alfanın kafasından aşağı boşalttın. Alfa da bu sefer sinirlenip üzerine yürüyünce ben girdim araya. Aslında buraya kadar problem yoktu ama..."

"Ama?" diye atlayarak tırnağımın ucunu kaygıyla dişlerimin arasına alıp yüzümü buruşturdum.

"Alfa orada biraz yükselerek konuşup el kol yapınca küfür ederek arka taraftan kafa atmak için zıpladın. Hayatımın şokuydu bu arada, neyse... Seni havadayken belinden yakaladım ama bu sefer de Jimin o benim 6 yıllık arkadaşım diyerek adamın bacağına botuyla tekme çattı. Sonra Hoseok araya girdi falan derken mekandan tüydük."

Demek alnımdaki ağrının sebebi buydu. Tüm bunları yapmış olmamın utancıyla yüzleşmek fazla sinir bozucuydu ve en kötüsü devamının olduğunu biliyorken Jungkook'a bunu sormaktı "Peki ya yolda ne oldu?"

"Itaewon'dan çıkmaya çalışırken iki tane omega sizi bırakıp kendileriyle devam etmemizi istediler. Sen çıldırmış gibi çocuğun saçını yolup tokat yağmuruna tuttun, Jimin de kaldırım taşı atmaya kalktı." cümlesini bitirdikten sonra gözlerinden şeytani bir parıltı geçerek sırttı ve unuttuğu şeyi hatırlamış gibi işaret parmağını havaya kaldırıp utançtan ölüyormuş hissine tutulmamı sağlayan o cümleyle devam etti "Ha bir de... Seni eve götürürken takside kucağıma çıkıp burnunu boynuma gömerek kulağıma bir sır verdin."

Sağlam elimle ağzımı kapatıp gözlerimi de korkuyla açtığımda "Hay sikeyim!" diyerek utançla yakındım. Sıcaklık yanaklarıma kadar ulaşmıştı ve kesinlikle domates gibi kızarmıştım "Ne söyledim?"

Jungkook parmağıyla kendisine yaklaşmam için gel işareti yaptığında elimi ağzımdan çekmeden ona doğru eğildim ve kulağımı uzattım, uzattığım gibi de koku bezlerinden kendime ait vanilyalı feromonların burnuma doluşuyla karşılaştım. Kucağına çıktığım yetmemişti ve kendimi onun koku bezlerine sürterek üzerinde işaret de bırakmıştım. Gerçekten, utanç duymak fazla hafif kalırdı, içki içen ağzımı da midemi de kopartıp atmak istiyordum.

Dudaklarından çıkacak olan daha da utanç duyacağım cümleyi üzerinden soluduğum feromonlarımla beklerken Jungkook'un nefesi ve fısıltısı kulağıma doğru içi titretecek sıcaklıkta çarptı "Shh... Sana bir sır vereceğim ama kimseye söyleme, feromonlarını çok seviyorum."

"Yalan söylüyorsun!" onu omzundan hızlıca ittirip kendim de alçılı kolumla ne kadar uzaklaşabiliyorsam o kadar uzaklaşarak elimi aramıza siper ettim "Böyle bir şey söylemiş olamam."

Ama yalan değil. Feromonlarını seviyorsun.

Sus, dedim omegama içimden. Çünkü şu an hiç sırası değildi ancak Jungkook'un bulduğu her açıktan bana yüzündeki eğlendiğini belli eder sırıtışı için tam da sırasıydı. Ondan beklediğim gibi dudaklarının köşelerini kıvırmış yanağındaki ufak gamzeyi gözler önüne sererek omuz silkmişti "İnanmamak sana kalmış."

"Ölmek istiyorum." dedim ve kendimi geriye atarak yorganla yüzümü kapadım. Jungkook ise asla durmadı, sesinden bile anlaşılabilecek en çapkın tonla konuşmaya devam etti "Üzülerek söylediğin flört yeteneklerini kaybetmemişsin yani, endişelenmene gerek yok. Etkilendim omega."

Omega diye seslendiğindeki tonlaması bir anda içimde, çok derin bir yerde bir kıpırdanma hissi oluşturdu. Çok tanıdıktı ve ona bakmaya ihtiyacım varmış gibi omegamın kulaklarını havaya dikmişti. Bana daha önce de böyle seslenmişti ama şimdi... Şimdi resmen bütün ruhumu titretmiş sıcacık etmişti.

Uzun zamandır yabancısı olduğum bu hisler yüzünden ödüm koparak deli bir adam gibi yatakta komik bir çığlıkla çırpındım "Sus, sus bana sakın bir daha omega deme. Gerçekten tam şu anda ölmek istiyorum."

Bu olanları aklım almıyordu, bir daha asla ama asla içki içmeyecektim, kendimi bir manastıra kapatacak ve pirinç lkapası yiyerek tanrıya utançlarımı unutmak için yalvaracaktım. Çünkü bu bir değil iki değildi, hayatımdan bir gece eksilmişti ve ben hiçbir şey hatyırlamıyordum. Korkunçtu.

Mücadele içerisinde çırpındıkça keyif alan Jungkook'un odayı dolduran eğlendiği kahkahasıyla yataktan kalktığını ve gittiğini fark edince hızlıca kalktım. Ayaklarım parkelere vura vura peşinden koşturarak dolabın üstünden granül kahveyi alışını izlerken devam etmesi için de dürtükledim "Sonra ne oldu?"

Kahveyi bardağa koydu, bir dal da sigara alıp kulağının arkasına iliştirei ve kettleın da düğmesine bastarak "Sonra eve geldik, bana saldırdın." deyip işaret parmağıyla çenesindeki morluğa iki kere vurdu "Senin eserin."

"Peki ya bu?" gözlerim gösterdiği yerden elmacık kemiğinin üzerinde muhtemelen iz kalacak olan kırmızı çizgiye çıktı ve kendime engel olamadan uzanıp hafifçe altını okşadım "Bu nasıl oldu?"

Dokunuşumla elimin altında gerilen sıcak teni ve alaycı gülüşü donup kaldığında yutkunmuş, dudaklarını aralamıştı. Bakışları yoğundu ve bana baktığı her geçen dakika feromonlarını soluyarak ondan kopmakta zorlanıyordum. Gözlerinde anlamını ve derinliğini yakalayamadığım birçok şey vardı, daha öncesinde de ona bakarken hissettiğim şeyler olmuştu ama artık duygu geçişlerini daha kolay fark ediyor olmam biraz şaşırmama neden olmuştu.

Kettleın kaynadığını belli eden bir sesle hala yüzünde olan elimi hızlıca yakalayıp dudaklarına gergin bir gülüş kondurduğunda kahvesine döndü ve geç de olsa sorumu yanıtladı.

"Sarhoş sarhoş duşa girmeye çalışıp küvette düştün ve kolunu kırdın. Yardım etmek istediğimde de seni ben düşürmüşüm gibi topuk taşıyla yüzümü çizerek benim ağabeyim avukat sana yaralama suçundan dava açacağım diye dövmeye çalıştın. Yüzümde iz kalırsa asıl ben sana dava açacağım bu arada haberin olsun."

Kaşlarımı çattım ve tam bir drama kraliçesi gibi göz devirip önümden kahvesiyle geçip gidemeden kolundan sıkıca tutarak onu durdurup dik dik baktım. Doğru söylemediği hissine kapılıyordum ve bu his o kadar yoğundu ki kafamın içinde biraz önce gözlerinde gördüğün karmaşa dönüp duruyordu. Bu yüzden düz bir sesle "Yalan söylüyorsun." dedim.

Bu kez gözlerime bakmamıştı.

Neden?

Neden bir şeylerin doğru olmadığını hissediyorduk?

"Gözlerini kaçırıyorsun. Söyle." diye üsteledim ve onu tutmayı bırakıp bu kez işaret parmağımla yeniden kaçırdığı gözlerini tehditvari işaret ettim.

Sakladığı bir şeylerin olduğu o histen fazlasıyla emindim hatta biraz daha zorlarsam gerçekten bir şeyler söyleyeceğini düşünüyordum. Ancak Jungkook ona uzattığım işaret parmağımın ucuna kendi işaret parmağıyla minicik dokunup bütün ciddi havayı dağıtarak sırıtmış sonra da "Benden o kadar etkilendin ki öpmek için üzerime atlarken düşüp kolunu kırdın. Oldu mu, rahatladın mı?" deyivererek bende kendimi boğma isteğimi körükleyen bir cümle kurmuştu.

"Siktir git." dedim ve kaşlarımı çatarak elimin tersiyle eline vurdum ama anında sıcak bastı. Her tepkimde beni sinir edercesine eğlenmeyi nasıl başarıyordu bilmiyorum ama hakkını verdiğini itirtaf etmem gerekiyordu. Jungkook gerçekten bu hayata beni sinirlendirmek için gelmişti, varoluş amacının bu olduğuna artık tam anlamıyla emindim.

Kahvesinden bir yudum aldı ve omuz silkti umursamazsa "Madem inanmayacaksın ne diye soruyorsun o zaman?"

"Çünkü," diye söz başladım ve o da bekliyorum der gibi kaşlarını kaldırdı ama devamı gelmedi. Sarhoşken her şeyi yapabilme potansiyelim vardı ve herkes bilirdi, bu bilinçaltıyla alakalıydı, sarhoşken söylenen her söz ayıkken düşünülmüş olan şeylerdi. Jungkook'la ilgili son zamanlarda düşüncelerim karışıktı, bu da yapmış olabileceğim ve de bastırdığım duygularımın çok kolay açığa çıkabileceği ihtimalini arttırıyordu.

Jungkook'dan yükselen rahatlatıcı çikolatalı feromonlar sanki gerginliğimi anlamış gibi evin içini hafif bir esinti gibi doldururken aynı nezaketi sesine de yansıtarak çiçeklerimin olduğu omzumu kavradı. Hafifçe irkildim hissedebileceğim şey için ama kocaman bir hiçle karşılaştım.

"Duş almaya çalışırken düşüp kolunu kırdın, sonra da bana saldırdın. İki yara da bu şekilde oldu. Bana güven omega. Bir şey saklamıyorum, tamam mı?"

Az önce bir şeyler sakladığını düşünüyordum ve rahatsız olmuştum ama şu anda sesindeki bu ton güven vericiydi. Bir şey olsa da bunun önemli olmadığını, belki de beni olduğumdan daha çok utandırıp kabuğuma saklayacağı gerçeğini bilmemek daha iyi hissettireceği anlamlarını taşıyor gibiydi. Güvenmek istedim, belki de bu kez bunu gerçekten istedim ve hiçbir tereddütüm olmadan ona aşağıdan bakarken onaylarcasına başımı salladım.

Dudaklarının köşelerindeki kıvrımlar biraz daha arttı ve "Güzel," diye fısıldayarak yüzüme düşen dağınık saç tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı "Şimdi müsaadenle sigara kahve yapacağım. Sen de tezgahın üzerindeki ağrı kesicilerden iç ve yemek ye."

Onu yine onayladım ve arkasını dönüp balkona çıkan bedenini sessizlikle izledim. Uzun bedeni estetik bir şekilde kıvrıldı, balkonun demirlerine dayandı ve kulağının arkasına sıkıştırdığı sigarayı alıp rüzgara siper ederek yaktı. Sonra da nefeslenerek yanaklarının içine çökmesini sağlayarak dumarı havaya üfledi. Onu olduğum yerden bir süre izleyerek düşüncelerimle olan bağını tarttım. Belki bir şey saklıyordu belki de saklamıyordu ama her şekilde sabah ilk kalktığım ana göre daha iyi hissettiğimi söylemem doğru olurdu. Hala bir noktada yaptıklarımdan deve kuşu gibi kafamı toprağa gömüp kaçmak istesem de sanırım bunlara şahit olan kişinin Jungkook olması bir noktada beni şaşırtıcı derecede rahatlatmıştı. Neyin değiştiğini anlamakta güçlük çekiyordum ama beni kötü hissettirmemesi her şeyden daha önemliydi ve bu çok hoşuma gitmişti. Söylemediği şey her ne ise omegam da onu destekliyor olmalıydı.

Boğazımı temizleyip başımı öne eğdim ve hafif hafif sızlayan kolumu mutsuzca bakınıp tezgahın üzerindeki poşeti almak için yürüdüm. Jungkook'un dediği gibi ağrı kesicileri hemen içtikten sonra doğruca mısır gevreğine yöneldim.

Tek elle hareket etmek bir şeyleri açmaya çalışmak çok zordu. Yapabileceğim şeyler kısıtlıydı ve en zoru da sütü açmaktı. Alçıyı hareket ettirmek arada bir kolumu ağrıttığı için gövdemle arasına sıkıştırıp açmaya yeltenmemiştim bile ama imdadıma Jungkook yetişmişti. Balkondan içeri girip abuk subuk hareketlerime ne yapıyorsun bakışı atarak sütü almış açarak tezgaha geri koymuştu. Arkasından banyoya giderken süt kutusunu kafasına geçirir gibi yapıp içimden sövmeden işime geri dönmedim tabii.

Sol kolumu kullanmayı beceremediğim için kaşığı tutarken döke saça yemek durumunda kaldım ve kaşığı kaseye bıraktım çünkü sinirlenmiştim. Alfa karşımda oturuyordu, bir elinde telefonu diğerinde de kaşığı vardı ve arada bir sırıtarak hem yiyip hem de bir şeyler izliyordu. Ve ben, burada mücadele veriyorum. Neden? Çünkü sarhoş bir adamı banyoda tek başına duş almak için bıraktığı için.

Ona ters ters baktım. Kaşığı tutmanın zor olmadığını biliyordum, basit bir kaşıktı işte. Biraz pratikle sol kolumla da her şeyi yapabilirdim ancak kesinlikle sağımdan iyi olmayacağını biliyordum. Ve bir de, Jungkook varken bunu neden yapacaktım ki, sonuçta kolum onun yüzünden kırılmıştı beni tek bırakmasaydı bunlar yaşanmayacaktı.

"Yaah, bana baksana." diye ayağımla aşağıdan ayağına sertçe geçirip zıplayarak bana dönmesini sağladım.

"Ne?" dedi yüzünü buruşturarak vurduğum yeri oluştururken "Ne diye vurup duruyorsun yemek yiyorum sessizce."

"Sorun da bu ya. Ben yemek yiyemiyorum ama sen yiyebiliyorsun."

"Seni durduran ne, sen de ye?"

"Beni durduran ne mi?" derken alçılı kolumu havaya kaldırıp gösterdim "Sarhoş birini duş alması için yalnız bırakan bir adam yüzünden kırılan kolum olabilir mi acaba?"

"Ben mi suçluyum yani?"

"Evet. Yemek yedir bana."

"Az ye de uşak tut kendine."

Kollarımı alçı olduğu için birleştiremediğim için arkama yaslanıp dudak bükerek tabağımı ittirdim ve duygu sömürüsü yapar bakışlarımı yüzüne diktim. Bana ciddi misin der gibi bir süre bakış attı ama pes etmeden omuz silkerek kararlı olduğumu belli edince göz devirerek kaşığını ve telefonunu masaya bıraktı, benim kasemdeki kaşığa uzanarak ağzıma doğru uzattı.

Yüzümdeki somurtkan ifade yerine hafif tatminkar bir gülüşe bıraktı ve ağzımı kocaman açarak kaşıktaki mısır gevreğini kaptım.

"Oldu mu, mutlu musun şimdi?"

Keyifle başımı sallayıp ağzımı bir daha açtığımda Jungkook cıkcıklayarak yeni bir kaşık verdi. Ona arada bir de alçının ne zaman çıkacağıyla, doktorun ne dediğiyle ilgili sorular sorup bilgi aldım. 4 hafta sonra çıkacaktı dediğine göre, önemli bir sınavıma denk gelmiyordu neyse ki, yoksa bir ton evrak işiyle uğraşabilirdim.

Büyük bir tatminle yedirdiği yemeği bitene kadar devam ettim, bir yandan da kafamda farklı şeyler kurguladım. Jungkook bunun sadece bir yemekle sınırlı kalacağını düşünüyorsa yanılıyordu, şu durumu sonuna kadar kullanmak için her şeyi yapacağımdan emin olabilirdi. Eh madem o dolandırıcıydı, benim de birazcık şerefsizlik yapmam onunkinin yanında bir hiç kalırdı.

Yüzümdeki hain planlarla bulaşık yıkayan Jungkook'u kısık gözlerle izlemek oldukça eğlenceliydi ama bir süre sonra boş boş oturuyorum diye beni odayı toplamam için dürtüklediğinde mecbur kalkıp gittim ve dediği şeyi yaptım. Ama önce sınıf grubuna girip dersle ilgili bir mesajları kontrol ettim. Bugünkü ders tamamen resim çizimiyle alakalıydı ve takip etmem gereken pek bir şey yoktu bu yüzden gitmemiş olmam sorun değildi. Sınıf grubundan çıkıp Jimin'lerle olan gruba da şöyle bir göz attım. Kısa bir durum özetlemesiyle birkaç küfürlü mesaj, hayata yakınma ve alkole tövbe mesajları sonrası durum değerlendirmesi için akşam okulun içindeki kafelerden birinde buluşma konuşması sonrası telefonu bir köşeye bırakıp hala alkol kokan kıyafetlerimi yerden toplama kısmına geçtim. Topladıkça Jungkook'un anlattığı rezilliklerim aklıma geldi. Bir şişeden ne olacak diye başlattığım düşüncenin geldiği son duruma hala inanmakta güçlük çekiyordum ve kolum her ağrıdığında kendime yaratıcı küfürler armağan ediyordum. Bir süre bu durumu atlatamayarak düşünceler içinde boğulacağımdan emindim.

Jungkook'un eve yerleşmesinden beri oraya buraya saçtığım kıyafetlerim ve dağınıklığım neredeyse yok denebilecek kadar azaldığı için etrafı toparlamak kısa sürmüştü. Ancak kirlileri sepete doldurunca sepetin kapanmamasının beni ilk başta şaşırttığını itiraf etmem gerekiyordu çünkü bazen gerçekten unutuyordum evde artık iki kişi olduğumuz gerçeğini.

Tuvaletin kapısından geriye doğru eğilip bulaşıkları kurulayan Jungkook'a "Kirlileri yıkamalıyız." diye bilgilendirme geçtim.

Ellerini havluya kurulayıp telefonunun ekranından saati kontrol ettiğinde aklında kısa bir hesaplama yaparak sormuştu "Hemen mi? Akşam yıkasak olur mu, fakülteye uğrayıp Yoongi'den ders notlarını almam gerek."

"Akşam olur. Ben de Jimin'lerle buluşacağım kampüsteki kafelerde."

Baş parmağını kaldırıp gülerek "Tamam." dediğinde kurulama işine geri döndü ve ben de odaya geri gitmek için döndüm ama sonra duraksadım. Ona baktım ve alt dudağımı dişleyerek bekledim. Belirli bir ritimle başını sallıyor ve keyif dolu bir şekilde şarkı mırıldanıyordu. Bizimle gelmesini arzulamam yanlış mıydu, sebebini anlayamadığım bir şekilde Jungkook'un bizimle birlikte olma fikri kalbimi sıcacık etmişti. O da yanımıza gelmek ister miydi ki? Belki notlarını aldıktan sonra doğruca eve geçecekti ve gelmek istemeyecekti belki de her gün görüşmek onu sıkıyor olabilirdi. Yine de sormak istedim, boştaki elimle pijamamın ucuyla oynayarak tezgahın orada oyalanan bedenin bana olumlu bir dönüş sağlaması için heyecanla bekledim.

"Notlarını aldıktan sonra yanımıza gelmek ister misin?"

"Olur, gelirim."

Bezle kuruladığı kaseyi yerine yerleştirirken kaşla göz arasında dudaklarında gördüğüm ufacık gülümsemeye eşlik edip kalp çarpıntımı sakinleştirmek için odaya gittim ve kapıyı kapadım.

Bu neydi şimdi? Alt tarafı yanımıza gelir misin diye sormuştum bunda heyecanlanacak ne vardı ki? Ayrıca, daha önce de gelmişti, gerçekten heyecanlanmamı gerektirecek kadar bir durum yoktu.

Elimin tersiyle yanağımın üzerine bastırıp derince bir nefes aldım ve kendi kendimi azarladım "Sakin ol aptal, böyle bir şey için liseliler gibi tepki vermene gerek yok."

Ama itiraf et, bu aptalca liseli heyecanı hoşuna gitti.

Yani...

İtiraf et işte.

Oradan oraya zıplayan omegamın kabul etmem için defalarca itiraf et demesini göz ardı edemedim ve tamam, hoşuma gitti diye onayladım. Eğer içten söylemeseydim muhtemelen burun kıvırıyor olurdu ama tam aksine kalbimi göğsümden çıkartacak daha büyük sevinçle koşturmaya başlayarak kıkırdamamı sağladı.

Dudaklarımda gülümsemeyle dolabımdan temiz kıyafetlerimi ve iç çamaşırlarımı çıkartırken bir yandan da telefonumdan saati kontrol edip hazırlanmaya başladığımı söyleyen bir mesaj atarak bu kez dolabımın önünde durdum. Ev fazlasıyla soğumaya başlamıştı, geçen gün duştan sonra giydiğim ince havlu yüzünden üşümüştüm bu yüzden de çekmecedeki bornozumu çekip çıkarttım ve banyoya götürdüm, eski havluyu da kirliye attım.

Jungkook bu sırada çoktan işini bitirmiş, evin eskiden kendi tarafına ait olan yerde dövme malzemelerinin olduğu dolabın üzerine koyduğu kağıda notlar alıyordu. Çekmeceden streç filmi alıp yardım etmesi için sordum hemen "Duş almam gerek. Kolumu streçleyelim mi su değmesin?"

"Hı-hm." diyerek aldığı son notlara bakıp dişinin arasına sıkıştırdığı kalemin kapağını kapatarak yanıma geldi ve dikkatlice kolumu sarmaya başladı "Güvenebilir miyiz bilemedim, sen yine de çok kalma."

"Tamam."

"Çok da hareket ettirmemeye çalış."

"Tamam."

"Bir şey olursa da seslen."

"Tamam."

Sadece onu ve alçımın üzerini dikkatle kapatan ellerini izleyerek uslu uslu tamam dediğime ben de inanamıyordum ama ilgilenilmek hoşuma gitmişti. Yani, ilgilenmesi de gerekiyordu sonuçta onun ihmali yüzünden kolum bu haldeydi, tabii ki üzerime titremesine izin verecektim.

Yalancı. Yine bahanelere sığınıyorsun.

Omegama cevap vermedim ama ısrarla imalı konuşmalarını sürdürdü.

O zaman neden ona bakarken heyecanlanıyorsun?

Neden dokunduğu yerler karıncalanıyor?

Neden feromonlarımız artıyor?

Jungkook, omegamın söylediği gibi farkında olmadan arttırdığım feromonlarım etrafa yoğunca dağılmaya başlayınca özenle streçlemeye çalıştığı kolumdan bakışlarını kaldırdı ve doğruca gözlerimin içine baktı. Gözleri daha önce kimselerde görmediğim karanlıkta olmasına rağmen gözbebeklerinin büyüdüğünü görebileceğim kadar yakınımdaydı ve bana anlamaya çalışır gibi bakıyordu.

"İyi misin? Feromonların neden arttı?"

Strecin son katını elinden çekip bir adım geri gittim ve aceleyle ona "İyiyim, her zamanki omegam işte ha-ha, gideyim de duşa gireyim geç kalacağım." diyerek gülüp bir dizi şey geveleyerek ısıtıcının şartelini kaldırdığım gibi kendimi lavaboya attım oradan da düşüncelerimin esiri olmamak için doğruca duşa.

Sıcak soğuk ayarı yüzünden zar zor aldığım duşta fazlasıyla düşünmek için vaktim olduğu için kafamın içi başımı ağrıtacak kadar doluydu. Bir anda neden böyle olduğunu anlamakta zorlanıyordum ve tek tahminim duştayken bile terlemeye başlayan ellerimle kafama balyoz gibi indi. Kızgınlığım yaklaşıyordu ve her kızgınlığım bir öncekinden ağır geçtiği için bundan asla hoşlanmıyordum. Ancak Jungkook'a olan tavırlarımın sebebinin ya da bir anda ilgimi çekmesinin bu olduğunu da düşünmüyordum çünkü ne hissettiğimi biliyordum, ayrım yapmak kolaydı. Daha önce de alfalara yakın olduğum durumlar olmuştu, en basitinden Hoseok hyung vardı ve ona karşı hiç böyle bir şey olmamıştı.

Oflayarak duşu kapattığımda Jungkook'un ağzı kulaklarında bir şekilde taktığı tekir kedi duş perdesini aralayıp bornozumu giydim ve hala terleyen ellerimi üzerime sürterek sinirli bir nefes verdim. Sonra da kalan köpük ve şampuan kalıntıları gitsin diye duş başlığına uzandım ama ellerim gerçekten terlediği için kayıp büyük bir gürültüyle küvetin sert zeminine çakıldı. Aynı anda da bağırarak bir küfür savurdum.

"Siktiğimin eli!"

"Ne?!" Jungkook başından beri bir şey olacağını bekliyormuş gibi tetikte olmalı ki içeriye bodoslama daldı "Ne oldu? İyi misin düştün mü?"

"Düşmedim ama-of! Duş başlığı kırıldı."

"Aptal mısın öyle bağrılır mı ödüm koptu."

"Ne yapayım birden düşünce refleksle bağırdım." diyerek eğildim ve sinirle duş başlığının kırılmış tepesini elime alıp incelemeye başladım. Bu sırada Jungkook da yanıma gelip küvetin içine girdi ve diğer parçayı eline alarak bakındı.

"Yapıştırsak olmaz mı?" bir diğer muhteşem fikrimi de eklemeyi ihmal etmedim "Ya da koli bandıyla bantlasak?"

"Muhtemelen yine düşer, şuradan çatlamış bak." gösterdiği yere baktığımda büyük bir çatlağın delikli köşelere kadar ilerlemiş ve dişlilerinin kırıldığını görmüştüm "Yenisini almamız gerek."

"Of kaç paradır ki ay sonu geldi beş kuruşum yok."

"Bende biraz var akşam dönüşte büyük markete uğrar alırız." parçaları pür dikkat bir şekilde inceliyordu ve neler yapabileceğini anlamaya çalışıyordu. Birbirimize yakın olduğumuz için ilk fark ettiğim şey çok fazla odaklandığında kaşlarını hafifçe çatıyordu ve dudaklarını birbirine bastırarak kendi kendine mırıldanıyordu. Bu haliyle tek başına oyun oynayan çocuklara benziyordu ve çok tatlı görünüyordu.

Öylece durmuş yüzündeki bütün mimik ve detayları izlerken Jungkook beklemediğim bir anda yukarıya doğru uzandı ve başlığı yerleştirmeye çalışarak "Şöyle dursun şimdilik hallerim akşam." dediğinde beni duvarla arasına sıkıştırdığını fark etmedi. Dudaklarım aralandı gözlerim açıldı, yüzü hemen dudaklarımın önündeydi, üzerinden yayılan sıcaklık henüz yeni duştan çıkmış serin bedemi ısıtacak kadar yoğundu.

Islak duvara elimi yaslayıp gözlerimi yakınlığının darmadağın ettiği halimden bihaber alfanın uzandığı için sweatinden bile belli olan sert kollarında dolaştırdım. Yakınlığı nefesimi kesecek kadar heyecanlanmamı sağlamıştı, üzerinden feromonları hariç yükselen kendi kokusu ise çok daha cazip gelmeye başlamıştı.

Gözlerimi kırpıştırarak bakışlarımı yüzüne ve çenesindeki benim yüzümden oluşmuş morluğa, oradan da elmacık kemiğine çıkarttım. Güzel yüzünün benim yüzümden yaralanmasını istememiştim. İz kalacağı o kadar belliydi ki, dayanamadım, çok kısa anda, sonrasında utanacağımı bile bile parmak ucumda yükseldim ve dudaklarımı hızlıca kabuk bağlamış çizgiye dokundurup çektim.

Yanaklarıma yakıcı bir sıcaklık doldu hızlıca. Fazla ileri mi gitmiştim diye telaşa kapıldım ama Jungkook benden daha çok telaşlandı. Onu öylesine şaşırtmış olmalıydım ki yerine oturtmak için çabaladığı duş başlığı elinden kayıp yeniden yeri boyladı ve onu tutacağım derken ayağı kayarak üzerime yalpaladı. Bir anda yüzlerimiz karşı karşıya geldi ve bana gözlerini kocaman açarak kitlendi. Eğer eli yüzümün yanına doğru yaslanmasaydı ve kendini durdurmasaydı...

Sesli yutkunmasına araladığım dudaklarımdan bıraktığım nefesimle eşlik ettim ve yaptığım şeyin belki de onu rahatsız etmiş olabileceği düşüncesine tutulup hızlıca atıldım "Bir anda tutamadım kendimi. Özür dilerim."

Jungkook bir süre yüzüme eğilmiş bir şekilde kaldı ve yoğun bakışlarla birbirimize bakmayı sürdürürken gözleri gözlerim ve dudaklarım arasında mekik dokudu ama sonunda kapatarak "Önemli değil, omega. Hiç önemli değil." diye mırıldandı. Böylece üzerimdeki baskısını da geri çekerek bana kendi alanımı geri verdi. Banyodan çıkmadan önce ise,

"Üzerini giyin üşüteceksin." demeyi ihmal etmedi.

Yarattığım heyecan ve sessizlikle bir başıma kalınca az önceki anı düşünmeden giyinmek için odama geçtim.

Ancak düşünmemek çok zordu, kendimi ona çekilirken bulduğum her an her kıyafet parçasında zihnime doluştu ve bu hiç iyi değildi. Kendime olan güvenim yerinde olmadığı için sürekli onu rahatsız etmiş olduğum, benden uzaklaşacağı düşüncesiyle mücadele ettim.

Üzerimi alçım yüzünden sızlana sızlana giyinmiştim. Sweatim bol olsa bile kol kısmı çok zorladığı için ettiğim küfürün haddi hesabı yoktu ama en azından kıyafetim ince olmadığı için askısı kolumu kesmiyordu. En son montumu giyinmiştim ama o da alçılı kolum içeride kalacak şekilde biçimsiz durmuştu, mecbur gidene kadar elimle önümü tutacaktım.

Aynadan son kez kendime bakıp çıkmak için kapıya ulaştığımda duraksadım ve Jungkook'a baktım. Fazla kararsızdım ve biraz da çekingen, bu yüzden okula gideceğimiz için birlikte çıkıp çıkmayacağımızı sormak korkunç derecede zor geldi. Sadece sessizce yok olmak istemiştim ancak Jungkook bankın üzerinde çoraplarını giyerken bütün olumsuz düşüncelerimi tek seferde atmamı sağlayan bir cümleyle bütün senaryolarımı çöpe attı.

"Acelen yoksa beş dakika bekle beraber çıkarız. Aynı yere gideceğiz zaten kampüste ayrılırız."

Demek ki, o kadar da kafamda büyütebileceğim kadar rahatsız olmamıştı, kaçmak ya da konuşmaktan kaçınmak da istemiyordu, değil mi?

Ellerimi cebime sokuşturup parmak ucumda kalkarak ona kısık sesle tamam dedim ve beklemeye başladım. Gerçekten de beş dakika içinde üzerine krem rengi bir kapüşonluyla mavi bir kot geçirip montunu giyerek hazır bir şekilde kapıya çöp poşetleriyle gelmişti. Önce ben çıktım sonra Jungkook'un elindeki dört tane çöp poşetinden hafif olanını sağlam elimle aldım. O da son bir kez evi kontrol ederek kapıyı çekip merdivenlerde bana eşlik etti. Tam anlamıyla kış geldiği için hava kapamıştı ve başımı kaldırdığımda ileriden gelen kara bulutlar akşam saatlerinde yağmurun habercisi gibi duruyordu. Rüzgar da onu takip ederek yüzüme karşı sertçe esmişti.

"Yağmur yağacak gibi." Jungkook'un aklımı okurcasına söylediği cümleye karşı başımı ona çevirdiğimde kapüşonlusunu kapatıyordu. Bir kolum alçıda diğerinde de poşet olduğu için şapkamı kapatamadım ama Jungkook'un eli beni durdurdu ve sonra önüme geçti.

İlk başta neden durduğumuzu anlamadım, ne oldu diye sorar gibi bakarak bekledim. Ama çöp poşetlerini bırakıp önce şapkamı sonra da montumun önünü boğazıma kadar sıkıca kapatıp "Duş aldın üşüteceksin." diye açıklama yaparak yürümeye devam edince anladım ve hemen burnumu montun içine gömüp gülümsedim. Yaptığı şey çok...

Çok tatlı...

Ve de çok hoştu. Buz gibi havada içimi ısıtacak kadar hem de.Bugün yaptığı bütün hareketler dikkatimi dağıtıyordu ve kalbimi hızlıca çarptırıyordu. Gerçekten her zaman böyle miydi yoksa ben mi bugün ona farklı bakıyordum bilmiyordum, neyin değiştiğini cidden bilmiyordum. Tek bildiğim bu şeyin beni çok heyecanlandırdığıydı.

Aptal gibi gülümseyerek başımı iki yana sallayıp toparlanmaya çalışarak çöpleri atmaya başlamış alfanın yanına koşturdum.

Poşetlerin içindeki çöplerin her birini tek tek önümüzdeki büyük çöp kutularına atmaya başladık ve ben yine Güney Kore hükümetine bize bunu yaptırdığı için sayıp sövdüm. Hatta kolum kırıkken bunu yaptığım için ekstra sövdüm.

Miyav!

"Oh!" diye irkilip çöp kovalarının oradan gelen sese doğru bakındım. Aniden kedi sesleri arttı ve üç tane yavru kedi pıtı pıtı yürüyüşleriyle üzerimize doğru devrilerek gelmeye başladılar. Elimdeki poşeti bırakarak çömeldiğim gibi sarman olan yavruyu elime aldım.

Miyav!

Yüzüme karşı çığlık atar gibi bağırırken dudağımı büküp burnunun üzerinden öperek yanağıma yaslarken alfaya bakındım "Yaa Jungkook şuna baksana! Çok tatlı değil mi?"

O benim aksime eğildi ve tekir olanlardan bir tanesini ensesinden tutarak doğruldu. Kedi onun kocaman ellerinde ufacık duruyordu ve ciyaklayarak çırpınıyordu. Jungkook gülerek kediyi altından destekledi ve bana doğru tutup hafifçe zıplattı "Bak sana benziyor."

"Hayır en çok bu benziyor bir kere."

"Saçmaladın. Baksana cırıl cırıl söylenip duruyor senin gibi." kedi elini ısırdığında da "Ah! Aynı sen işte hemen geçiriverdi dişlerini." diyerek kediyi geri bıraktı yere. Paytak paytak yürüyen kediye bakarken diğer ikisinden ayrı olarak daha ufak kalmış kara yavrunun Jungkook'un botunun üzerine çıkmaya çalışıp tırnaklarıyla çizdiğini fark ettim. Fazla hareketli ve yaramazdı.

Sarmanı bırakmak istemiyordum ama sağlam olan tek kolumla yalnızca bir tanesini alabildiğim için mecburen bıraktım ve kara yavruyu aldım. Ellerini iki yana açarak patilerinin arasından tırnaklarını çıkartıp tiz bir çığlık attığı gibi minik dişlerini gösterdi.

"Daha çok küçükler," alt dudağını büküp kediyi montuma yaslarken aşağıdan Jungkook'a bakarak sordum "Anneleri var mı acaba?"

"Vardır bence, baksana gözleri falan açılmış, çok da hareketliler."

"Ama ya yoksa?"

"Vardır... Gel hadi, hava soğumaya başladı bir an önce gidelim üşüteceğiz."

Eğilip sağlam kolumdan tutarak beni kaldırdığında kediyi alıp yere koydu ve oradan yavaş yavaş uzaklaşmam için eliyle destekledi. Onları orada hiç bırakmak istemiyordum ama tek yapabildiğim giderken arkama bakıp üzülmekti. Soğuk havada dışarıda kalmalarından hoşlnamamıştım, üstelik anneleri var mı yok mu emin de değildim. Okulun içine kadar da dudak bükerek düşünmeyi sürdürmüştüm bu konuyla ilgili. Ama yalan yok, Jungkook biraz da olsa mantıklı konuşarak beni rahatlatmaya çalışmış, dönüşte tekrardan bakabileceğimizi söylemişti. Bu yüzden üzüntüm hafiflemişti diyebilirdim.

Okulun içine girdiğimizde temel derslerin verildiği fakültenin önünde bir saat sonra görüşmek için vedalaşıp iki ayrı yöne ayrıldık ve ben kafelerin olduğu çarşıya doğru yürüyüp her zaman oturduğunuz Milkbar'a girdim.

Dış kısmı gök mavisi brandalarla çevrilmiş kafenin içine girip ısıtıcının önündeki masada oturan biri gözlüklü iki arkadaşımın yanına alçılı kolumla gidince onları şoka uğrattım. Hoseok hyungun gözleri kocaman olmuştu ve üzerimi çıkartmama yardım etmek için ayaklanmıştı.

"Seni en son bıraktığımda sapasağlamdın ne oldu böyle?"

"Biliyorsun ki alkol alan bir Taehyung asla sağlam kalmaz." çenemle kollarını birbirine bağlamış gözlüğüyle dümdüz bir surat takınmış Jimin'i işaret ettim "Buna ne oldu?"

"Utanç köşesine çekildi. Dün gece mesaj atmaması gereken birine mesaj attı da ondan." diye cevapladı beni Hosoek hyung.

"Kime?"

"Kim Namjoon."

Adı söylendiğinde Jimin dudaklarını biraz daha birbirine bastırıp başını brandanın penceresine çevirerek suskunluğunu sürdürdü.

Kaşlarımı kaldırarak koltuğa otururken bakışlarımı Jimin'den Hoseok hyunga döndürdüm "Numarasını nereden buldu ki?"

"Instagramdan sesli mesaj atmış."

"Ne söyledi de bu kadar utanç içinde."

"Aisssh! Susun sakın söylemeyin." diye yükselttiği sesiyle Jimin ellerini başının arasına alıp alnını masaya hafif hafif vurmaya başlayınca Hoseok hyung elini masa ve başı arasına koyarak iç çekti "Sen aseksüel misin benimle neden ilgilenmiyorsun gibisinden ağlamalı zırlamalı bir sesli mesaj atmış. Ne ara yaptı bunu hiç bilmiyorum ama sabah kalktığında onu böyle gözlükle ve düz bir suratla buldum."

"Benimkinden kötüymüş desene o zaman." gelen garsonu bekletmeden her zamanki gibi ballı çilekli sıcak süt sipariş vererek bir çırpıda döküverdim kelimeleri belki arada kaynar diye "Ben de Jungkook'un kucağına çıkıp feromonlarını sevdiğimi falan söylemişim."

Ama tabii ki de yanılmıştım. Jimin'in masada olan başının anında kalkması beni korkutttuğu için irkilip geriye kaçındım. Ne olduğunu anlamadığım bir hızla gözlüğünü bir kenara fırlatıp kıpkırmızı, şişmiş gözlerini büyülterek bana doğru eğildi ve inanamıyormuş gibi sordu "Ne söyledim dedin?"

Aniden böyle bir tepki verdiği için ve ne yapacağını kestiremediğim için az önce söylediğim şeyi yavaşça tekrar ettim "Kucağına çıkıp feromonlarını sevdiğimi söylemişim."

"Sonra?" eliyle masaya iki kere sabırsızca devam etmem için vurdu "Sonra ne oldu? Öpüştünüz mü, yattınız mı ne oldu?"

"Sonrası yok. Hiçbir şey olmadı. Kolumu da banyo yapmaya çalışırken düşüp kırmışım işte."

"Ohh... Tanrıya şükür... Gerçekten güvenimi sarsmadığın için teşekkür ederim Jungkook."

Hoseok hyung Jimin'in ellerini birleştirip tanrıya minnetlerini sunmasına izleyip kınar gibi bir sesle göz devirdi ve kırık koluma üzüntüyle bakarak "Çok canın yanıyor mu?" diye sordu. O sırada onu cevaplamadan evvel garsondan her zaman içtiğim ballı çilekli sıcak süt siparişini vermiştim.

"Sabah kalktığımda ağrı vardı ama doktorun verdiği ilaçları kullanınca hafifledi."

"Ee, ne zaman çıkacak peki finallere az kaldı biliyorsun değil mi?"

Jimin gibi ben de bu konudan dolayı endişe duyuyordum ama Jungkook dört hafta sonra çıkabileceğini ciddi bir kırık olmadığını söylediği için rahatlamıştım. Ki zaten iki hafta sonra doktor kontrole çağırdığı için de tek ağızdan dinleme şansım olacaktı. Durumdan pek etkilenmeyecektim yani. Ve zaten final yerine geçecek ödevlerimin hepsi son hafta teslimdi. En kötü Jimin'den yardım isterdim ya da son çarem Jungkook'du çünkü dövme yapabildiğine göre resmi de iyiydir diye düşünüyordum.

Onlara bunun sorun olmadığını ve sürecin ne kadar süreceğini tek tek anlatıp dün gecenin kritiğini yapmaya başladık. Hepsi bildiğim detaylardı ama Jungkook'un anlatmadığı korumacı ve kıskanç tavırlarımı öğrendiğimde ne yalan söyleyeyim ikinci bir utanç krizine girmiştim. Ona böyle bir sorumluluk yüklediğim için çok utanıyordum, güya eğlenecek final öncesi stres atacaktık. Gerçekten bununla ilgili utanmaktan başka bir çözümüm yoktu, beni gerçekten güzel idare etmişti.

Jungkook'tan bahsediyorken, Milkbar'a geleli neredeyse bir saat olmuştu ama hala ortada yoktu. Bu yüzden konuşmalarımız arasında istemsizce telefonumun ekranını açıyor, mesaj olup olmadığını ya da arayıp aramadığını kontrol ediyordum. Merak etmiştim ama cesaret edip de mesaj atamıyordum çünkü elmacık kemiğine kondurduğum öpücük yüzünden hala utanıyordum. Beklemekten başka çarem yok gibi görünüyordu, saat de ilerlemek bilmiyordu doğrusu. Haliyle biraz modum düşmüştü.

"Selam."

Beklemediğim bir anda sesle birlikte sıcak çikolataya benzeyen feromonlar burnuma doluştu, onunla birlikte de benim feromonlarımın onunkine karışmış kokusu da hızlıca etrafaya yayıldı. Dünden beri yanında olduğum için fark edememem normaldi, onu işaretlediğim için gerçekten de benim gibi kokuyordu. Benim gibi kokuyordu ve omegam anında kulaklarını dikerek ayaklanmıştı.

Sahiplenme hissini baştan aşağı beni ele geçirdi ve sıcak sütümden aldığım yudumu bitirip bardağı masaya koyarken, sol tarafıma atılan birkaç not kağıdıyla ağzı kulaklarına varana kadar gülümseyen sesin sahibine döndüm. Birbirimizden ayrıldığımız gibi krem rengi kapüşonlusu hala kapalıydı ama montunu çıkartmaya başlamıştı. Öne doğru eğildiği için saçlarından birkaç asi tutam aşağı doğru sarkmış yüzünü gölgeliyordu.

"Bir saate geliyorum demiştin nerede kaldın?" diye ağzımdan bir hayıflanma döküldü. Bir an için kendimi tutamayarak kurduğum cümlenin hesap sorar gibi mi olduğunu düşündüm çünkü asla böyle bir amacım yoktu, sadece merak etmiştim.

Ve ona yakın olmak.

Omegamın tamamladığı cümleye herhangi bir karşılık verme fırsatım olmadan Jungkook elini uzatıp parmağıyla dudağımın üzerini sildi ve "Ne o, çok mu özledin beni?" diyerek yanıma yerleşti, aynı anda da masadakilerle selamlaştı.

Elini huysuzca ittirip dudağımın üzerini kendim silmeye çalıştım hemen "Hayır hiç özlemedim."

"Dün feromonlarımı çok sevdiğini söylüyordun bugün de özlediğini söylesen şaşırmam."

"Ya dalga geçmesene! Öyle bir şey yok."

"Nasıl yok, senin gibi kokuyor sevmesen işaretlemezdin."

"Jimin!" diye yakındım ama Jungkook açığı buldu ya, devam ettirmeye yeminli gibi göz kırpıp "Benim hiç itirazım yok bu duruma." beni daha da utandırmıştı.

"Sus, susun ikiniz de!"

Elimle en yakınımda Jungkook olduğu için koluna vurup onu biraz acıdan kıvrandırarak aramızda ufak ve onun bolca güldüğü bir tartışma yarattım. Hoseok hyung anında beni korumak için devreye girdi ve ikisini de savuşturarak beni daha fazla utandırmalarına mani olmaya çalıştı. İkisi çok abartmadan sustuklarında sessizce sütümden yudumlayarak sakinleşmeye çalıştım. Belli etmesem bile bu durum hem hoşuma gitmiş hem de deli gibi kalp çarpıntımı arttırmıştı.

Birkaç sohbet sonrasında Jungkook için sipariş verdik. Okula kayıt olduğundan beri buraya ilk kez geldiği için ne içeceğine dair hiçbir fikri olmayınca ortaya değil de doğruca bana fikrimi sorması beni heyecanlandırmıştı. Hemen qr kodu okutup öneride bulunmak için yanına iliştim. İlk açıldığı zamandan beri mutlaka her hafta buraya geldiğimizden neredeyse bütün içecekleri denemiştim. Haliyle bolca fikrim vardı ve Jungkook'un ilgiyle dinlemesi beni daha çok anlatmaya teşvik etmişti.

Ona hepsinden bahsedip aralarından favorim olan birkaçından da tavsiye vererek seçimi kendi tercihine bıraktığımda favorim olan ballı vanilyalı ve muzlu olanı sipariş vermiş, seçimlerine güveniyorum diyerek içimi çocuksu bir heyecanla doldurmuştu. Sohbet arasında gelen sütü beğenip beğenmediğine baktığımda ise dudaklarındaki minik gülümsemenin sebebi olmak istemsizce beni de gülümsetmişti.

İlerleyen saatlerde ısıtıcının önünde olduğumuz için durgunlaşmıştım ve biraz da kolum ağrımaya başladığı için huzursuzlanmıştım. Gündelik hayatın ve öğrenci yaşamının zorluğundan bahsettiğimiz hararetli sohbetimiz arasında birden suskunlaştığımı fark eden ilk kişi Jungkook olmuştu. Eliyle omzumu tutup Jimin'le Hoseok hyung kendi çaplarından gider hesaplaması yaparken "İyi misin?" diye sordu.

"İyiyim. Sadece biraz kolum ağrıdı askı yüzünden."

"Askıyı çıkartıp bana doğru yaslanmak ister misin?"

"Rahatsız olmaz mısın öyle."

"Sorun değil, gel."

Jungkook askıyı dikkatlice çıkartırken eliyle kolumu desteklemiş ve diğeriyle de belimden kavrayarak beni kendine doğru çekip yaslanmamı sağlamıştı. Bir anda kendimi kolları arasında göğsüne yaslanmış bir şekilde kokusuyla sarmalanmış bi şekilde buldum. Elini belimden çekip arkadan hafifçe sağlam olan koluma doğru sarıldı. Diğer eliyle de kucağında duran alçılı kolumu destekledikten sonra çenesini de başıma yaslayınca yutkundum. Bu yeni pozisyonun bende oluşturduğu rahatlık ve sıcaklık, ben gibi kokan feromonlarıyla birleşince güvenli hissettirmişti.

"Şimdi nasıl, daha iyi mi?"

"Hı-hmm... Daha iyi." diyerek başımı hafifçe göğsüne sürterek mırıldandım "Teşekkür ederim."

Rica ederim der gibi okşadığı kolumdan bedenimin her yerine bir elektriklenme yayıldı ve sakince gülümsememi sağladı. Onlar konuşmalarına devam ederken dinlenmek iyi gelmiş, sakince solumuştum havayı. Aslında, Jungkook'u.

Dalgınca geçenleri izlediğim yolda asla beklemediğim şey, Suho ve yanında getirdiği omeganın el ele yürümesiydi. Birbirlerine yakın yürüyor, hararetli bir konuşma yapıyorlardı ve ikisinin de yüzü gülüyordu.

Bir an için dün yaşananlar eğer Suho ile olsaydı neler olabileceği düşüncesi bana sertçe çarptı. Alkol aldığım zamanlardan nefret ederdi ve her seferinde bana kendimi rezil biriymişim gibi hissettirirdi. Bana çok boş konuştuğumu, çok fazla temas ettiğim için bundan hoşlanmadığını, o zamanlar beni olduğundan daha az sevdiğini de söyleyerek bir daha içersem ayrılmakla tehdit ederdi. Sanırım benim için en zor olanı, beni içki içtiğim zaman daha az sevdiğini söylemesiydi, o zamandan beridir de ne bara gitmiştim ne de alkol almıştım çünkü beni daha az sevmesine tahammül edememiştim.

Şimdi o anları düşündüğümde bugün kendimi iyi hissediyordum çünkü bana dünyanın en kötü şeyini yapmışım gibi hissettiren kişi hayatımda yoktu. Bana yaptığım şeylerden dolayı kendimi kötü hissetmeyeyim diye büyük detayları bile sanki dünyanın en önemsiz şeyini yapmışım gibi alayla anlatıp içimin rahat olması için uğraşan Jungkook vardı. Göğsüne yasladığım omzumdaki çiçeklerin sahibi olmasa bile bana bütün güzel şeylerin varlığını belli etmeden hissettiriyordu, çünkü hassas olduğumu görüyor, anlıyordu. Önceki isimlerinde yerine Jungkook olmalıymış gibiydi. Çünkü eğer o olsaydı, hayatımdaki hiçbir kötü anı olmayaktı.

Jungkook, tam orada olduğunu belli etmek ister ve kanıtlar gibi sweatimin üzerinden belli belirsiz tuttuğu kolumu baş parmağıyla okşadı.

Omegam huzurla gözlerini açıp kapatınca ona bakmak için kendimi göğsünden hafifçe çektim. Jungkook hyungla konuşmaya devam etse bile alçılı koluma destek olmayı bırakmadı ben de dikkatle izlemeyi sürdürdüm. Şimdi omegamın neden ona bakmam ve görmem için ısrar ettiğini anlıyordum.

Konuşurken belirginleşen keskin çene hatları vardı, gülerken önce gözlerinin altı kırışıyor sonra dudakları kıvrılıyordu. Yanağındaki gamzesi terste kalıyor diye göremiyordum ama gülerken en son o son onun çıktığını biliyordum. Ha bir de, kimilerine göre cilt kusuru denebilirdi ama bence gözünün köşesindeki, burun deliğinin oradaki, çenesinin biraz üzerindeki, elmacık kemiğiyle yanağından kulağına doğru dört tane beni yüzünün en güzel detaylarıydı.

Ona uzun süre baktığımı fark edince bakışlarımı çevirdim ve bu kez beni durgunca izleyen Jimin'in gözleriyle karşılaştım. Başka zaman olsa alayla göz kırpar ya da kaşıyla gözüyle işaret ederdi ama sadece bana bakmayı tercih etti. Sonra Hoseok hyungun koluna dokundu ve geç olduğu, gözleri ağrıdığı için kalkıp kalkamayacaklarını sorduğunda hyung ona tamam dedi.

Onlar kalkıp hesabı öderken Jungkook dikkatlice alçımın askısını takıp montumu giydirdi ve döndüklerinde vedalaşarak ayrıldık.

Düşüncelerim beni kara bir delik gibi ele geçirmişti. Geçmişi ve şimdiyi kıyaslamadan duramıyordum. Suskun kalmak da istemiyordum, sadece bir şeylerden emin olmak istiyorduk omegamla çünkü içinden çıkamadığımız bir nokta vardı.

Yol boyunca gelişimizdeki gibi konuşmasak da sohbet etmeyi sürdürmüştük ancak benim aksime o daha fazla bir şeyler anlatmıştı. Yine de söylediği hiçbir şeyi kaçırmamıştım ve beni gerçekten güldürdüğü anlarda kahkahamı sakınmamıştım. Eskiden yapmaktan çekindiğim ve şimdi rahatça yapabildiğim kahkaha bile bana bir şeyler için işaret gösteriyordu.

Yaya geçidine geldiğimizde etraf kalabalıktı ve bir anda insanların arasına karıştığı için gözden kaybolacağını hissettim. Bu fikir hiç hoşuma gitmedi ve birkaç kişiye çarpmayı umursamadan dudağımı ısırıp ona doğru yaklaştım ve bir cesaret serçe parmağımı onunkine doladım.

Tam o anda yayalar için yeşil yandı ve Jungkook kenetlenmiş serçe parmaklarımızı ayırıp elimi sıkıca tutarak karşıya çekiştirdi. Sanki bunu hep yapıyormuşuz gibi rahat oluşu içimi rahatlattı kısa süreliğine. Elini bırakmak istemesem de, tutmak için bir sürü nedenim olsa da karşıya geçtikten sonra ellerimiz yavaşça birbirinden koptu. İç çekerek razı gelmek durumunda kaldım.

Bu an ve diğer tüm anlarda takılı kalmıştım. Kafamın içi Jungkook'un göğsüne yaslandığımda farkına vardığım şeylerle doluydu. O andan bir türlü çıkamıyordum ve düşündükçe sanki bir bataklığa saplanıp kalıyordum. Aslında cevabını çok netti ama bir şey vardı, o korku hep oradaydı, bir türlü aşamıyordum.

"Yumuşatıcıyı sağa mı sola mı ortaya mı koyacağım?"

Kirli bir sarıyla aydınlatılmış ve deterjan kokan çamaşır dairesindeki makinelerden birinin üzerinde dalgınca otururken Jungkook'un sorusuyla düşüncelerimi bir kenara ittirdim.

Eve geldikten sonra planım doğruca uyumaktı çünkü kafamdaki binlerce düşünceden kaçmak için en mantıklı çözümüm buydu. Ancak Jungkook öğleden sonra konuştuğumuz gibi akşam çamaşır yıkayacağımız konusunda ısrar edince mecburen ona eşlik etmek durumunda kaldım. Çünkü burayı sadece dövme yaptığı dükkan olarak kullandığı için aşağıdaki makineleri kullanmasını bilmiyordu.

"Ortaya yumuşatıcı sola da deterjan. Elli derece, altı yüz sıkma." dedim ve elindeki yumuşatıcıyla söylediklerimi belli bir ritimde başını sallayarak tekrar edişini izledim. Sonra dediğim gibi eğildi, dağınık buklelerini eliyle arkaya attı ve düğmelere basmaya başladı. Makine çalışana kadar gözleri kocamandı ve bir an olsun ayırmamıştı, arada bir de kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu.

"Oh, sanırım oldu? Başardım." dediğinde ellerini makineye yaslayıp kocaman gülümsemişti.

Gözlerimi kısa bir an açıp kapatarak nefes verdim ve hafifçe güldüm bu haline. Komikti. Jungkook'u izlemek insanı istemsizce gülümsetiyordu. Beni gıcık ettiği ya da sinirlendirdiği tüm anlarda bile içten içe güldürdüğü ya da utandırdığını itiraf etmek biraz zordu ama düşündükçe inkar etmek de zorlaşıyordu.

Dalmış olmalıyım ki yanıma geldiğini ve ellerini oturduğum makinenin iki yanına koyarak bacaklarımın arasına girdiğini fark etmemiştim. Bir anda karşımda gözlerini görmeyi ve üzerime eğilmesini beklemiyordum. Parmaklarından biri de makinenin üzerindeki elime değiyordu. Kalbim hızla çarpmaya başladı. Bana bu kadar yakın olması aklımın içinde mantığıma oturtmaya çalıştığım her detayı sıfırlamamı sağlıyordu.

"Neyin var omega?" diye yavaş bir tonla sorduğunda ne diyeceğim bilemedim. İlgiyle sorusuna cevap bekleyen gözlerine, kapalı dudaklarına ve yüzündeki bütün detaylarına kısaca göz gezdirdim.

"Yok bir şey." desem de bana pek inanmadığı için yüzünü biraz daha yaklaştırıp içimi okur gibi bir derinlikte gözlerime bakmayı sürdürdü.

"Kolum ağrıyor dediğinden beri tadın yok. Şimdiye elli milyon kere dırdır etmeliydin, anlat, ne oldu?"

Tam o zamandan beri farkında oluşu beni bir kez daha şaşırtmıştı. Yolda fark etmemesi için konuşmaya ve belli etmemeye çalışmıştım, en azından kolumun ağrısından dolayı suskunum sanır diye düşünmüştüm ama Jungkook fazla dikkatliydi. Önünde iki seçenek vardı, ya sessiz kalmamı görmezden gelecek ya da beni görecek, sorarak dinlemek isteyecekti. Bana asla yapılmayan o şeyi yapmıştı Jungkook, bir şeyim olduğunu fark etmiş ve sormuştu. Dikkat ettiği şeyler aslında farkında olmasa bile çok önemliydi. Çünkü tüm bunlar benim için bir yara niteliğindeydi.

Yutkunuşumu çamaşır makinesi seslerinin arasında duymamasını diledim ama Jungkook gerçekten dikkatliydi ve hemen bakışları adem elmamla gözlerim arasında mekik dokumuştu.

Makineye yaslı elimi hareket ettirip parmaklarımızın temasını biraz daha arttırarak konuşmak için dudaklarımı araladım. Ne söyleyebilirdim bilmiyorum, aklımda bir sürü şey vardı yerine oturtamadığım ve de cevabını henüz bilmediğim. Ama aklımda sadece iki kelime belirgindi. Gerçek ve samimi olan o iki kelime.

"Teşekkür ederim."

Dudaklarımı Jungkook'un çenesindeki morluğa hafifçe ve temkinle bastırıp geri çekilerek bakışlarımı kaçırdım. Ancak Jungkook buna izin vermedi ve parmak ucuyla çeneme dokunup gözlerime bakarak ondan daha önce hiç duymadığım, kalbimi çarptıracak kadar tatlı bir ses tonuyla sordu "Ne için?"

Bana farkında olmadıklarımı fark ettirdiğin, 

görmediklerimi gösterdiğin,

ve hissetmediklerimi hissettirdiğin için.

Tüm bunlar ona söyleyebileceklerimin belki de yarısından azıydı ve kelimelere dökemeyeceğim kadar da özel. Jungkook, aptal bir alfa değildi ve aslında teşekkür ettiğimde ne için olduğunu az çok tahmin edebiliyordu. Sadece benden duymak istiyordu ve bunu olabilecek en güzel şekilde de hareketleriyle belli ediyordu. Ve en önemlisi asla zorlamıyordu.

Parmaklarından birini kendi elimin üzerinde hissedip hafifçe okşadığında dudaklarımı birbirine bastırıp bu hareketine çok minikçe gülümsedim.

Benim aksime o kendinden daha emin bir gülümseme kondurdu dudaklarına ve üzerime doğru eğilerek dudağımın köşesine dudaklarını hafifçe bastırdı. Tatlı nefesi ve sıcak dudaklarının baskısı içimi titretecek, karnımdaki binlerce kelebeği uyandıracak kadar heyecan vericiydi. Kalbim deli gibi çarpıyordu ve omegam konuşma yetisini kaybetmiş, sadece bu anın tadını çıkartıyordu.

Jungkook elimin üzerindeki elini bir kez daha hafifçe okşadıktan sonra geri çekildi ve tepkimi ölçmek için pasparlak gözlerle gözlerime baktı.

"İki oldu omega." dedi kalbimi sıkıştıracak kadar derin ve tatlı bir sesle ve sıcak nefesi dudaklarıma çarparken göz kırparak üzerimden çekilip gitmeden önce de ekledi "Bir hakkım daha var."

Chapter 16: dünyanın en güvenilmez alfası ve dünyanın en güvenli sığınağı

Chapter Text

ResimLink - Resim Yükle

Çamaşır dairesinde birbirimizle yakınlaşmamızdan sonra bununla ilgili konuşmamıştık, daha doğrusu kıpkırmızı kesilerek onu doğruca peşinden takiplemiş ve yatağıma girerek saatlerce bu anı düşünmüştüm. Gerçek bir öpücük bile değildi aslında ama heyecanımı, o an hissetiklerimi hatırladıkça sanki bu hisleri ilk kez yaşıyormuşum gibi bütün kan akışım hızlanarak kıpkırmızı kesilmeme neden oluyordu.

Ertesi gün ve onu takip eden birkaç gün ise çok daha zordu, ona bakmak dudaklarımın köşesindeki sıcaklığı, bedeninden yükselen o çekici kokuyu hala hissettiriyordu ama ikimiz de hiçbir şey söyleyemiyorduk. Bütün hislerimiz havada asılı kalmıştı ve ben sürekli o ana giderek kaybolmaya başlamıştım. Onunla her göz göze gelişimde söylenmemiş, yarım kalmış bir şeyler olduğunu bilerek deli gibi düşünüp duruyordum.

Tüm bunların devamındaki günlerde de hiçbir şey yok gibiydi ama var gibiydi de. Her hareketini izliyordum ilgiyle, bana bakışından tutun dokunuşuna kadar her küçük detayı kafamda kurarak belli kalıplara sığdırmaya çalışıyordum ve her seferinde hayır ben yanlış anlıyorum dediğimde Jungkook'un küçük, nazik ve rahatsız etmeyen temasları bacakları güçsüz bir ceylan yavrusu gibi pata küte yere düşmeme neden oluyordu.

Oturduğum masada kıpırdandım ve elimdeki kalemi belli bir ritmi olmadan sallayıp durarak kafamı toparlamaya çalıştım. Düşünmemek zordu. Odaklanmak hayatım boyunca en büyük mücadelelerimden biri olmuştu. Ses, ışık, hareket ya da herhangi başka bir şey... Çevremdeki en ufak şeyde bile dikkatimi dağılır, sürekli odağımdan kayarak başka şeylerle ilgilenirdim ve bu da beni bir noktada çok fazla kitlerdi. Ancak bugün ve geçtiğimiz bir haftadır düşünmemeye çalışmakla odaklanmak her zamankinden daha zordu çünkü evin içindeki varlığı her şeyden daha çok dikkatimi dağıtıyordu. Odanın içinde olmasa bile feromonlarını solumak bile zihnimin sabit kalmasını engelliyor, zaten zayıf olan odaklanma becerilerimin arasına şeytan gibi sızıyordu.

Tamam, şimdi odaklanıyorum ve bu soruyu çözüyorum dediğim noktada Jungkook yine hiçbir şey yapmadan dikkatimi dağıtmayı başardı. Sadece tuvaletten çıkarak dövme malzemelerinin olduğu evin diğer tarafına geçti ve dolabın üzerine koyduğu bilgisayarından tuşlara bastı. Akşamüzeri gelecek olan müşterisi için muhtemelen hazırlık yapıyordu.

Dolaba doğru yaslandığı için uzun kollu tişörtünün üzerinden sırt kasların kasılmıştı. Her hareket edişinde kürek kemiklerini sırtında bir bir çıkıntı oluşturuyor ve o çıkıntının arasından beline kadar uzanan sırt çizgisi görsel bir şölen sunuyordu.

Tırnaklarımız çok yakışırdı.

Yutkundum ve dudaklarımı sıkıca birbirine bastırarak terleyen ellerimi dizlerime sürttüm. Kızgınlığım yaklaşıyordu ve ben düşüncelerime engel olamıyordum. En tehlikelisi ise bu düşüncelerin sadece kızgınlığımdan kaynaklı olmadığını bilmekti.

Kendime gelmeye çalışarak başımı iki yana salladım ve dikkatimi ondan çekmeye çalıştım ancak Jungkook doğrularak dolabın üst rafına uzandı. Boya kutularından birini uzun parmaklarıyla sanki çok hassas bir şeyi tutuyormuş gibi zarifçe alarak üzerindeki yazıları okumak için gözlerini kıstı. Yazıların üzerinde hareket eden parmakları sanki en küçük detayı bile kaçırmak istemez gibiydi ve ah... Arkasında küçük bir topuz yaparak topladığı saçlarından dökülen asi, siyah dalgalar önüne dökülmüştü, gözlerini kırparken hareket ediyordu ama o buna aldırış etmeden okumaya devam ediyordu. Bir boya şişesini bırakıp diğerine geçerken bazen dudaklarından anlamadığım belli belirsiz mırıltılar çıkıyordu.

Eliyle önüne düşmüş birkaç tutamı geri ittirip pozisyonunu değiştirince başımı iki yana sallayarak dalgınlığımı def etmeye çalıştım. Cidden, oturduğum yerde onu sapık gibi izlemeyi bırakmam ve iki hafta sonraki alttan aldığım dersin finaline çalışmam gerekiyordu yoksa yine kalacaktım. Bir şekilde odaklanmanın yolunu bulmam gerekiyordu.

Boğazımı hafifçe temizleyerek kalemimle hiçbir haltından anlamadığım matematik notlarımdaki problemi bilmem kaçıncı kez daha okudum ve altına bir şeyler karalamaya başladım. Ezberlediğim formüle yerleştirdiğim sayılarla tek isteğim doğru sonuca ulaşmaktı ve ters kolumla bile çözerken iyi gittiğimi düşündüğüm, bazen de içinden çıkamadığımı fark ettiğim noktada düğümün kolayca çözülmesi ne yalan söyleyeyim beni heyecanlandırmıştı. Çünkü matematikten bir bok anlamıyordum ve çözüme ulaşıyor olmak benim için büyük bir şeydi. Ne yazık ki, o kadar çözmeme rağmen kesinlikle bir sonuca ulaşamamış, takılıp kalmıştım.

Sinirlenerek kalemi notların üzerine attım ve arkama yaslanarak "Sikerim senin gibi soruyu da çözümünü de ama ya. Of!" diye bağırdım. Gerçekten, zaten zor odaklanıyordum ve bir de çözüme yanlış ulaşınca iyice modum düşüyordu.

"Yine neye sinirlendin?"

"Her şeye."

Jungkook elindeki küçük boya kutusunu bırakıp dövme koltuğu ve bankın etrafından dolanarak masaya yürüdü. Tam karşımdan notlarımın üzerine doğru eğildiğinde dirseğini masaya çenesini de avcunun koydu ve ilgilendiği şeylere karşı takındığı tavır olan kaş çatma hareketini yaparak kağıda şöyle bir göz attı "Bu temel matematik değil mi? Üçüncü yılınızda da mı bunu görüyorsunuz?"

"Alttan almış olamaz mıyım?" derken direkt olarak saldırgan bir tavır takınmayı durduramadım çünkü gerçekten bu dersten iki yıldır 0,1 puanla kalıyordum, üçün kez olamazdı. Veremediğim için aşırı stresliydim ve stresli olduğum zamanlarda daha kolay öfkeleniyordum. Tabii bir de ona karşı bin bir türlü düşüncem vardı, istemsizce hırçınlaşabiliryordum kızgınlığımın verdiği heyecanla.

"Alabilirsin tabii ki, sadece sordum." dedi ve kalbimi çarptıran bir gülümseme kondurdu dudaklarına. Diğer eliyle de beklemeden saçlarımı karıştırdı "Tırnaklarını içeri sok kedicik."

"Üf, yapma."

Burnumdan soluyarak elini ittirirken başımı çevirdim ve somurttum. Bir şeyleri yapamamaktan nefret ediyordum, aptalca bir dersti, ben resim okuyordum ve neden ilk yıl matematik gördüğüm hakkında hiçbir fikrim yoktu. Tamamen saçmalıktan ibaretti.

Jungkook'un gülümsemesi ona döndüğümde biraz daha artmıştı ve neyle uğraştığımı görmek için önümdeki notta yer alan soruya tersten bakarak gözlerini kısmıştı. Bu sefer her zaman yaptığı gibi mırıltılar çıkartmadı ve kaşlarını çatarak bekledi. Parlak ve kara gözleri soruyu defalarca okur gibi sürekli sağa ve sola yavaş yavaş hareket etti ve otuz saniye kadar bir sürelik sessizliğin hemen ardından "Cevap üç." dedi.

"Ne?"

"Cevap üç."

"Sallıyorsun." dedim burun kıvırarak, eline kalem bile almamıştı ve soruya tersten bakıyordu.

"Hayır cevaba bak, üç olmalı."

Kendinden emin bir şekilde omuz silkerek söylediği cevaba karşı ona gözlerimi kırparak baktım. Bunun hala mümkün olabileceğini düşünmüyordum çünkü öyleydi, trigonometriyi nasıl kafasından çözebilirdi ki tanrı aşkına.

"Sallıyorsun ama yine de bakacağım." derken kaşlarımı kaldırıp notun arkasından yarım sayfalık çözümünü açtım. Gözlerim sayılar ve grafik arasından gidip gelerek en sonunda yuvarlak içine aldığım üçü gördüğünde inanamayarak Jungkook'a baktım ve sonra yeniden cevaba döndüm. Mantığım algılamakta güçlük çekiyordu, cevabın üç olduğunu nasıl bilebilirdi?

"Üç değil mi? Doğru çözdüm?"

Üzerimdeki şaşkınlığı atamadığım için ona aklıma en çok yatan şeyi söyledim "Cevabı biliyordun."

"Hayır çözdüm de buldum."

"Ne zaman?"

"Şimdi," burnunu kırıştırarak gülerken bana göz kırpmış ve işaret parmağıyla başına iki kere vurmuştu "Burada."

Jungkook'la geçirdiğim her gün, yeni bir şey öğreniyor ya da yeni bir özelliğini keşfediyordum ve daha bilmediğim birçok şeyi de olduğundan emindim. Bilgisayar mühendisliği okuduğu için matematiğinin iyi olduğunu tahmin edebiliyordum ama böyle bir şeyi de beklemiyordum doğrusu. Dört işlemleri ve formülleri kafasına not etmesi ve üzerine bunu tersten gördüğü bir soruyu çözmek için kullanması gerçekten çok...

Etkileyici.

Çok fenayım.

Şaşkınca ona bakarken omegam da heyecanla edindiğimiz bu bilgiye karşı kan akışımı hızlandıracak birtakım düşünceleri dolduruyordu zihnime. Bu yüzden de çok etkilendiğim gerçeğini saklamak da oldukça güç oldu, dudaklarımı aralayarak istemsizce "Etkileyici." dememe engel olamadım.

"Hmm..." dudaklarından dökülen mırıltıyla birlikte gamzesinin olduğu dudağının köşesi hafifçe kıvrıldı ve çarpık bir gülüşle fısıldadı "Demek seni böyle şeyler etkiliyor omega?"

"Evet. Ay aman hayır. Kafamı karıştırdın."

"Sen de benimkini."

Nasıl bu kadar çabuk nefesimi kesebiliyordu anlamıyordum ama göğsüm havalanıp soluma ihtiyacıyla dolmuştum ve tam karşımda bana bakarken inanın bu durum beni çok zorluyordu.

Gözleri yüzümün her noktasında hiç acelesi yokmuş gibi yavaşça dolanırken kendimi saklama isteğiyle doldum. Günlerdir dikkat ettiğim bir şeydi bu, benimle ilgili her konuda fazla dikkatli ve ilgiliydi, ben de aynı şekilde onun ilgisini fark etmeye başlamıştım.

En son dudaklarımda oyalanıp gözlerime bakıp aniden "Kafan karışmasın ister miydin?" dediğinde bahsettiği şeyi anlayamadığım için boş bulunup "Ne?" diye sordum.

"Kafan karışmasın ister miydin diye sordum."

"Hangi konuda?"

Çünkü birçok konuda kafam karışıktı ve eğer bunu çözecekse hangi konu olduğunu bilmem gerekiyordu.

"Güzel bir soru omega," Jungkook sanki aklımı okumuş gibi biraz önceki oyuncu ifadesinden sıyrılıp her zamanki alaycılığına geri dönerek eğildiği masanın üzerinden kalktı "Matematik konusunda tabii ki... Kafandaki soru işaretlerini kaldırabilirim."

Peki ya diğer soru işaretleri?

Omuzlarımın düşmesine engel olamadım ve dalga geçtiği sırıtan ifadesine surat asarak omuz silktim "Zaten yine kalacağım gibi. O yüzden gerek yok."

"Hemen negatifi çekiyorsun kendine, aşamadık şu özelliğini."

"Realistik düşünüyorum."

"İyi bir öğretmen olduğumu söylerler ama yine de sen bilirsin."

Aslında bana göstermesini istiyordum ama biraz cesaretim kırıktı. Diğer birçok kırıklığımın sebebi gibi bunun da sebebi bir kişiye aitti. Sayısal derslerim konusunda Suho'dan her yardım istediğimde bu konuda ne kadar noksan olduğumu başıma kaktığı, öfkelenip nasıl anlamadığımı bağırdığı için genelde kendim halletmeye çalışmıştım ve temel matematik hariç hepsini başarmıştım.

Kollarını göğsünde birleştirip ciddi olduğunu belli ettiğinde düşüncelerimle çelişki içindeydim çünkü aynı şeyleri yaşamak istemiyordum. Ve aslında Jungkook'un bağırıp çağıran tiplerden olmadığını da farkındaydım, hiçbir şekilde o, Suho ile karşılaştıramayacağım biriydi. Sadece bazen size zarar veren benzer tip olaylara karşı savunma mekanizması devreye girdiği için aşmak da biraz zor olurdu.

Derince bir nefes alıp sandalyemi biraz yana kaydırdım, kalemi elime aldığımda başımı eğip kaşlarımı da çatarak ona "İyi tamam." dedim ve uyarı niteliğinde bir ekleme yaptım "Ama salaklığımla ilgili tek bir kelime dahi edersen kafana alçıyı yersin. Tamam mı?"

İşaret ve baş parmağını birleştirdi ve "Anlaştık." diyerek sandalyeyi yanıma çekip oturdu. Kolu koluma, bacağı da bacağıma değdi ve sıkıştığımı hissettim. Duvarla arasında kaldığım için ne yapacağımı şaşırdım çünkü şey... Jungkook biraz iriydi. Pekala ben de pasif olmama rağmen çok minyon bir omega sayılmazdım ama o da hem safkan hem de baskın bir alfaydı, kesinlikle boyutlarımız eş değildi.

Masaya attığım köşeden hemen kalemi aldı ve boş bir defter sayfası açtı. O anda yüzüne dikkatle baktığımda hızlı ve kendinden emin şekilde hareket ediyordu "Bak şimdi," derken sesi yumuşak ve etkileyiciydi "X bir reel sayıymış, sin x eşittir x bölü üç... Bu soruda açmaya çalışırsan olmaz, sin x ve x bölü üçün aynı koordinatlarda grafiğini çizmen gerek."

Her kalem darbesi ve her çizgi detayı kusursuzdu, ellerinin hareketlerini izlemekten kendimi alamıyordum. Ve yan yana oturduğumuz için aramızdaki bu yakınlık, biraz daha yakınına sokulup kokusunu daha mı fazla solusam diye düşüncelerimi karıştırıyor, hiçbir şey yapamıyor olmak ellerimin daha da terlemesine neden oluyordu. Ve tabii ki sesi... Kulağımda hafif bir tını bırakıyordu. Ama söylediklerinden hiçbir anlamıyordum.

Göz ucuyla bana kısaca baktığında anlamadığımı fark etmiş olmalı ki daha dikkatli ve detaylı açıklamaya başladı "Sonra bu iki grafikte hangi noktalardan kesiştiğine bakacaksın. Bunların kesiştiği nokta sayısısı çözüm kümesinin eleman sayısına eşit oluyor." Bakışlarımız kısa süreliğine de olsa kesiştikten sonra yine soruya döndü ve bu kez anlamam için başka bir boş kağıt daha alarak "Daha kolay anlaman için sin x ve x bölü üçün ayrı grafiklerini çizeceğim. Ama bir de şöyle bir şey var," dediğinde, sesi biraz daha yumuşadı, "Açı değerleri koordinat sistemine yazılamadığı için radyana çevirmemiz gerek."

Açı değerlerini radyana çevirip grafikleri kolayca çizdiğinde ortaya çıkan görüntüye karşı acımsı bir suratla baktım. Sanki çok basit iş gibi çizmişti, hesap makinesi kullanmaya gerek bile duymadan dört işlemi kafasından halletmişti ve ben sadece hayran kalarak bir bok anlamamıştım. Çizdiği grafik bana göre bir deniz dalgasına benziyordu, söyledikleri ise kulağıma yalnızca bir uğultu, bla bla gibi geliyordu.

Sonra fosforlu kalemi eline alıp, grafikteki dalgalanmaları vurgulamak için sertçe çizdi. "Artık bütün tablo tamam olduğuna göre, kesiştikleri noktaları görmek için, grafikleri öpüştürebiliriz," dediğinde, içimden gelen ani bir sıcaklık dalgasını saklamaya çalıştım. Ayrı ayrı çizdiği grafikleri üst üste koydu ve fosforlu kalemlerin belirttiği üç farklı kesişim noktasını kalemin ucuyla gösterdi "Bir orjinden kesti, iki buradan kesti ve üç, buradan kesti. Yani üç tane çözüm kümesi elemanı var. Anladın mı?"

Geri çekilip anlattıklarından gayet memnun bir şekilde bana gülerek baktığında anlamamıştım ama hevesini kırmamak ve biraz da kırılmamak için anlamış gibi onayladım. Beklemediğim bir kahkahayla gülerek bir anda omzuma doğru alnını yasladı "Anlamadığın o kadar belli ki..."

"Dalga geçme benimle. Gerçekten bütün sayılar birbirine giriyor, of! Ağlamak istiyorum."

"Ağlama tamam çözeceğiz." bana hafifçe kollarını doladı ve göğsüne doğru çekerek omzumu hafifçe okşadıktan sonra hafifçe geri çekildi "Al kalemi, aynı mantıkla daha yavaş anlatacağım ama bu kez anlatırken sen çözeceksin."

"Tamam." dedim ama bana bu kadar yakınlaşmışken nasıl odaklanacaktım bilmiyordum. Çünkü kolu omzumdan doğru diğer tarafıma hafifçe sarkıyordu ve kollarının altındaymış gibi ona fazlasıyla temas içindeydim. Burnuma dolan o tatlı koku yüzünden sürekli yüzüne bakma ihtiyacı duyarken problemi çözmek benim için ekstra zordu.

Jungkook biraz öncekinden daha daha detaylı anlattığı çözümü bana sorular sorarak çözdürmeye çalışırken eksik olduğum, soru içinde işime yarayacak olan konular olduğunu söyledi. Bu yüzden sorunun yarısında bana eksik olduğum, soruyu çözmem için işime yarayacak konuları notlarımı gözden geçirerek anlatmaya başladı.

Nornalinde asla çözmekten memnun olmayacağım ve hatta kaçmak istediğim dersi benim için keyifli hale getirmişti. Anlamakta hala zorlanıyordum, sinirlendiğim noktalar olmuyor değildi ancak Jungkook bana tek bir şekilde ezbere dayalı anlatmıyordu bunu. Herkesin bir anlama biçimi vardı, kimi tek seferde anlardı kimi başka yollarla sonuca ulaşılan o yolu tercih ederdi. Jungkook, eğer birden çok anlatım şekli varsa bana hepsini on kere de olsa göstermekten kaçınmıyor, anlama şeklimi bulmaya çalışıyordu.

Bütün bu zaman dilimi boyunca sabırla bütün salaklıklarıma katlandı ve sesi o tatlı inceliğini asla kaybetmedi. Hatta soru çözümlerinde başarıya ulaşmaya yakın ama takıldığım noktalarda eliyle omzumu okşayıp kulağımın hemen yanında çok güzel gidiyorsun devam et, odaklan demeyi ihmal etmiyordu. Bunu yaptığı zamanlar nefesim kesilip ellerim kalemin üzerinde kaysa da dediği gibi devam etmeye çalışıyordum..

"O kadar da zor değilmiş, değil mi?"

Parıldayan gözlerle kalemi bırakıp bana dönerek sorunca başımı eh işte der gibi iki yana sallayıp "Yanii..." dedim ve tıpkı onun gibi hafifçe gülümsedim "Biraz daha çalışmam gerek ama eskisine göre daha kolay çözebiliyorum."

"Konu ve bilgi eksikliğinden dolayı." masanın üzerindeki telefonumun ekranına dokunup saate bakarak kalemi geri aldığında hem yazdı hem de konuştu "Birkaç sorudan anladığım kadarıyla şu konularda da eksiğin var. Bir yarım saat sonra müşteri gelecek yoksa devam ederdik. Sen yazdıklarıma göz at, biraz kendin anlamaya çalış. Gittikten sonra üzerinden geçeriz olur mu?"

Küçük not kağıdına güzel bir el yazısıyla hızlıca yazarken kalem her hareket ettiğinde alnından dökülen birkaç tutam bukle kaleme değiyordu. Tereddüt etmeden elimi yavaşça uzattım ve o tutamı yavaşça kulağının arkasına sıkıştırarak duraksamasına sebep oldum.

Hafifçe döndü bana, kağıda odaklanmış olan bakışları şimdi benim üzerimdeydi. Gözlerindeki hafif şaşkınlık dalgası yerini ufak bir tebessüme bıraktı. Aramızda sessiz ama bir o kadar da derin bir bağ var gibiydi.

Elimi hala kulağının arkasına doğru hafifçe sabit tutuyorken "Teşekkür ederim," diye fısıldadım yavaşça. Ona ilk teşekkürüm değildi ve o yine bunun ne için olduğunu biliyordu.

Evin içinde büyük bir sessizlik hakimdi ve sadece nefes seslerimiz duyuluyordu. Fakat uzun sürmedi, Jungkook kalemi yeniden kavradı ve dikkatlice yazmaya devam etti "İyi bir öğretmen olduğumu söylemiştim. Bu zamana kadarki en anlamayan öğrencim olsan da başardım diyebilirim."

Göz devirip alçılı kolumla kafasının üzerine çok da ağır olmayacak şekilde vurdum ve bağırarak geri kaçınmasını sağladım. Eliyle başını tutup hemen yakındı "Bu ne içindi?"

"Salaklığımla dalga geçersen kafana alçıyı yersin demiştim."

"İnanılmazsın ya, bedavadan bilgilerimi aktardım sana biraz dalga geçme payı versen ne olurdu sanki?"

"Olmaz." başımı gururla ve gülümseyerek dik tutup sandalyemi geriye ittirdiğimde masanın üzerindeki paketimden son kalan üç dal sigaramdan birini aldım "Sigara molası."

"Tamam sen çık kahvemi alıp geliyorum. Sen içecek misin?"

Balkona çıkmak için kapının kolunu indirip "Olur, s-" diyecektim ki Jungkook benden önce davranıp "Süt de koyuyorum." diye ekledi.

Belli belirsiz gülümseyerek soğuk havaya adımımı attım ve kırık koltuğa bağdaş kurarak oturup küllüğü kucağıma koydum. Bu sırada güçlü bir rüzgar eserek sağ taraftaki çöp evin balkonundan bütün kokuyu etrafa yaydı. Gözlerimi sulandıracak kadar kötü bir kokuydu.

Jungkook elinde kahveler, üzerine giydiği pembe peluş sabahlığı ve omzuna attığı bir ceketle balkonun kapısını ayağıyla açmam için tekmelediğinde hafifçe eğilip kolu indirdim. Koku anında yüzüne çarparak iğrendiğini belli ettiği bir ifade takındı "Şikayet edeceğim burayı gerçekten. Nedir böyle bu, burnumun direği kırıldı. Nasıl yaşıyorlar o evde."

Önce uzattığı kahveyi aldım sonra da fermuarlı kalın sweatini. Omuzlarım üzerine yerleştirmeme yardım ederken ona üşümediğimi aksine kıyafetlerimi çıkartacak kadar yandığımı söyleyemedim. Çünkü feromonlarını üzerimde hissetmek hoşuma gitmişti.

"Elli milyon tane alfa kalıyor ne bekliyorsun ki?" diyerek çöpün kokusunu yok etmek için burnumu sweate sürtüp feromonlarını kokladım.

Jungkook da bu sırada koltuğun karşısındaki dar alana oturup kalçasını korkuluğun mermerine yerleştirdi ve önüne sigara izmaritlerini biriktirdiği kare şeklindeki koliyi yanına çekti. Bütün bunları yaparken gözleri üzerimdeydi ve yanağındaki gamzesini açığa çıkartarak beni ışıldayan gözlerle izliyordu.

"Bunun alfa olmakla ilgisi yok. Eğer olsaydı ben de pis olurdum."

"Tanrıya şükür ki değilsin. Biri pis diğeri dağınık, bir artı bir ev için korkunç bir ikili olurduk."

"Tanrıya şükür!"

Jungkook gülerek ellerini havaya tanrıyı gösterir gibi kaldırdığında sigaramı yakıp kahvemle eşit gitsin diye kısa bir hesap yaptım. Son sigaralarım olduğu için iyi değerlendirmem gerekiyordu, ay sonları asla denk getiremiyor, sigarasızlıktan otlakçılık yapmak zorunda kalıyordum. Jungkook'un da benden kalır yanı yoktu, bütün kampüs final döneminde olduğu için müşterisi azalmıştı ki zaten el altından gizlice yürüttüğü için sık sık almıyordu müşteri.

"Shhh," Jungkook sigarasının külünü kartona silkeleyip telefonundan bir fotoğraf gösterdi "Sence hangisi daha güzel?"

Üç tane dövme makinesi gösterdi. Hepsi güzeldi aslında ama bir tanesi diğerleri içinde kendini en çok belli ediyordu. Siyah çeliktendi ve makinenin büyük kısmında çeliğe incecik işlemeler yapılmıştı. Bakıldığı zaman kaliteli ellerden çıkmış görüntüsü için kesinlikle tercihim o olurdu.

"Kesinlikle bu."

"Of değil mi? Bence de bu ama işte rotary makineler o kadar pahalı ki alamam. Mecbur coil olanlardan alacağım."

Dudak büzerek derince bir iç çekti. Modunun düştüğü her halinden belli oluyordu ve ses tonu da fazla netti.

"Kaç para ki?"

"Çok para Taehyung..."

Makineye içinin giderek bakması benim de dudak bükmemi sağladı. Onu tanıdığımdan beri ilk kez bir şeyi bu kadar çok istediğini ve bunun için kırıldığını görüyordum ve onun gibi benim de içimde bir burukluk oluşmuştu.

"İkisi arasında ne fark var?"

"Coiller daha geleneksel bir mekanizmaya sahip, kötü asla değil hatta el yapımı pahalı olanları mükemmeldir. Benim şu anda kullandığım makine coil zaten ama rotary... Muazzam bir şey." eliyle sanki makineyi tutar gibi yaparak bileğini oynattı ve gözlerini kapatarak hayali bir çizim yapıyorcasına havaya bir şeyler çizdi "Tutuşu o kadar hafif ki, dövme yaparken çizimi aşırı konforlu hale getiriyor. Makine sistemi de gelişmiş, iğrenin derinliğini ve hızını kolayca kontrol etme imkanı sunuyor."

O kadar yaşayarak anlatıyordu ve akşamın karanlığında gözleri öylesine bir ışıkla parlıyordu ki sanki ben de onunla aynı şeyi yaşamış gibi "Woaaa..." diyerek kaşlarımı kaldırdım ve koltukta arkama yaslandım "Öyle bir anlattın ki, gerçekten ben de almak istedim."

"Değil mi, delireceğim! Bir de ben özel tasarım el yapımı istiyorum, siyah titanyum, motor kısmının üzerinde de küçük işlemeler olacak falan. Yani daha da pahalı... Ah, ahh..." sigarasından bir duman çekip üflerken dudakları arasından bir cıklama bırakıp başını hafifçe yana yatırarak ekledi "Başka bahara artık."

Güldüm onun gibi ve sigarasının ucundaki kızıllığa bakarak ileride alabilmesini umdum. Çünkü Jungkook dövme yapabiliyordu ve bundan keyif alıyordu. İnsanın sevdiği işi yaparken kullandığı malzemeleri kendi isteğine göre seçip kalitesinden istemesi çok normaldi, onu çok iyi anlıyordum ve alamamasının ona hissettirdiklerini de biliyordum.

Resim çizmeye ilgimin başladığı ilk zamanlar, annemle çok fazla kavga ederdik. Düşünceleri fazla katıydı, pasif bir omega olduğum için hayatımın zor olabileceğini defalarca başıma kakmıştı. Çünkü kendisi pasif alfa olmasına rağmen zorlanırken benim zorlanmamı istemiyordu. Ona göre güçlü ve sağlam bir şekilde hayatla mücadele etmem için mevkii olarak yüksek olan savcı, hakim gibi meslekleri seçmem gerekiyordu. Babamla da bu yüzden defalarca kavga etmişlerdi.

Babam ise deniz albayıydı, bu yüzden onu çok sık görmezdim ama görev dönüşü bana hep istediğim boyalardan alırdı, o yokken çizdiğim bütün resimlere tek tek bakarak fikrini belirtirdi. Ama en güzeli, bir gün yaptığım resimleri ona kolayca gösterebilmem için bana oldukça kalın bir albüm almıştı. O gün gerçekten kendimi dünyanın en mutlu insanı gibi hissetmiştim.

Zaman geçtikçe, evin içinde bir noktadan sonra inanılmaz bir güç savaşı oluşmuş, bu da boşanmalarıyla sonuçlanmıştı. Ama babam hala büyüdüğümde bile bana istediğim ve çok pahalı olan o boyalardan almaya devam etmişti. Sonra da zamanla bilinçlendikçe önemli olan şeyin benim ne istediğim olduğuna karar vererek resme yönelmiştim.

Jungkook'a bakınca hatırladığım anılar beni hafifçe gülümsetti. Üniversiteye başladığımdan beri pek sık eve gitmediğim için uzun zaman olmuştu görmeyeli, belki de yanına gitmem için bir işaretti bu.

Aniden çiselemeye başlayan yağmurla dikkatimi dışarı verip sigaramı hemen söndürdüm. Jungkook da benimle birlikte ayaklandı hemen "Ne oldu?"

"Kedilere mama verecektim, yağmur bastırmadan verip geleyim hemen."

"Dikkatli ol. Birazdan müşteri gelir ara perdeyi kapatmış olurum muhtemelen haberin olsun"

"Tamamdır!" diye koşturarak dolaptan püre şeklinde olan mamayı biraz sulandırdım. Tek elimle biraz zor oldu ama alışmıştım bu duruma. Merdivenlerden dikkatle inerek apartmanın biraz ilerisindeki çöp kutularının orada kedileri çağırmak için pisi pisi diyerek çömeldim.

Çok geçmeden kediler çığırtkan sesleri ve paytak yürüyüşleriyle çıkıp geldiler. O gün onları gördükten sonra her akşam yemek vermek için çıkıyordum, annelerini birkaç kere görmem haricinde asla ortalarda olmadığı için yemek yiyorlar mı yoksa yemiyorlar mı emin değildim. Bu yüzden de çıkıp yoklamak biraz da olsa yediklerini görmek içimi rahatlatıyordu.

Yemek yerken gurultular çıkartan kedileri parmak uçlarımla hafifçe sevmiş gülümseyerek izlemiştim. Tekirle sarman çok canlı ve büyük duruyordu ama siyah olan fazla minikti, sanırım diğerlerine göre en az gelişmiş olandı. Biraz onun ilgilendim ve alçılı kolumun üzerine koyarak ısınmak için göğsüme sığınmasına izin verdim.

Ne kadar vakit geçirdiğimden emin değildim ama yirmi dakika kadar onlarla oynamış ve üşüdüğümü hissedince gitme vaktimin geldiğini anlayarak onlara veda etmiştim. Dudak büküp ara sıra arkama döndüm, onlarla vedalaşmak çok zordu ve mecbur olduğumu bilmek de fazlasıyla üzüyordu.

Merdivenleri çıkarken burnuma dolan tanıdık koku yüzünden kaşlarımı çattım ve evimin olduğu kata ulaştığımda kafam karışmış bir şekilde bekledim. Zihnim ya da hafızam bana oyun oynuyor olmalıydı sanırım, çünkü Suho'nun kokusunu evimin önünde almam çok mantıklı değildi.

Karışık bir zihinle kendi tarafımın şifresini girip kapıyı araladığımda hala aynı düşüncedeydim ama henüz kapanmamış ara perdenin orada bulunan üç tanıdık yüze bakınca pek de öyle olmadığını anladım. Suho'yu sevgilisiyle birlikte evimde, hayatıma yeniden sızarken bulmayı beklemiyordum. Jungkook'un evimde olmasına alışmıştım, iyi hissettiriyordu fakat Suho'nun varlığı bir bıçak gibiydi. Burada ne işi olduklarını bilmiyordum ama Jungkook'la konuştuklarına göre bir tahminim vardı. Muhtemelen dövme için gelmişlerdi yoksa burada olmalarının mantıklı bir sebebi yoktu.

Yüzüne ilk baktığım kişi Jungkook oldu. Sert ifade ve gözlerindeki öfke çok tazeydi ve henüz yeni geldikleri anlaşılıyordu. Gözlerini Suho'nun üzerinden ayırıp benimkilerle buluşturunca orada bir yumuşama gördüm ama bu çok kısaydı. Sadece benim anlamam ve bilmem içindi. Onun da bazı şeyleri bilmediğini anladım ve zaten Jungkook da bunu bilerek yapacak bir insan değildi.

"Ah, Taehyung," Suho'nun sesindeki o sahte nezaketi duymak kapatmaya çalıştığım yaralarımın ağrısını arttırmıştı "Kokun tanıdıktı ama şu eski koltuğu göremeyince emin olamamıştım, bir an evleri karıştırdım sandım." sonra alayla güldü ve başını iki yana sallayıp devam etti "Anılara çok düşkündün nasıl oldu da attın hayret."

Gözlerimin içine bakarken, o eski bakışlarını gördüm. Soğuk, küçümseyici ve alay dolu... Yine aynı kişiyle karşı karşıya olduğumu hissettim. Bana karşı hep aynıydı zaten...

Tam karşısında, kendimi tekrar o kırılgan, Suho'nun iplerinde oynayan bir oyuncak gibi hissediyordum. Jungkook bana bakarken bir şeylerin farkındaydı, ama bunu dile getirmiyordu. İçimde bir yerde hâlâ Jungkook'un sıcaklığını hissediyor, bana uzanmasını istiyordum. Suho'nun varlığı, aramıza bir duvar örüyordu sanki. Ama bunu istemiyordum, onun gibi birinin hayatımda olması acı veriyordu. Suho'yu yavaş yavaş hayatımdan çıkarıp özgürlüğümü geri kazanıyordum. Ona hala kırgındım, evet, ama ona karşı olan hislerim bitmek üzereydi. Onun bu kibirli tavrı, sadece ne kadar doğru bir karar verdiğimi gösteriyordu.

Bu yüzden evimde olmasına katlanmıyordum. Hele kokusu... Jungkook'un kokusunun yakınından bile geçmesini istemiyordum, özellikle de evimde, benim bölgemde bir omeganın kokusuna tahammülüm yoktu. Midemi bulandırıyordu.

Yağmurluğumu Jungkook'un tarafındaki askılığa asarken çenemi sıkıp yüzüne bile bakmadan "Sadece beni mutlu eden anıları hayatımda tutmaya karar verdim." dedim.

Hala o kibirli gülümsemesiyle başını hafifçe yana eğdi ve alaycı bir ses tonuyla, "Garip, çocuksu saplantılarından vazgeçemezsin sanıyordum." dedi.

Yine her zamanki gibi, her şeyin merkezinde kendisinin olduğuna inanıyordu. Buna karşılık güldüm ve evin diğer tarafına geçerken "İnsanlar genelde kendilerini görmeden başkalarına laf söylermiş." dedim. Artık ona kendimle ilgili koz vermek istemiyordum.

Suho birkaç duymadığım şey mırıldanıp Jungkook'a döndüğünde Jungkook bana bakıyordu. Ona her şey yolunda der gibi gözlerimi açıp kapattım ve ders çalışmak için masaya oturdum. O da Suho'ya dönerek anlattığı şeyi dinlemeye başladı. Jungkook'un kaskatı olan bedeni pek rahat görünmüyordu ama onu kovamıyordu da. Çünkü Kore'de dövme yapabilmek için doktor diplomanızın olması gerekiyordu ve yaptığı şey yasal değildi, yani şikayeti halinde yüksek bir para cezası alıp eşyalarına el konulurdu.

"Matthias sana ulaşıp modeli atmıştı zaten."

Tahmin ettiğim gibi Jungkook müşteri olarak gelecek olan kişiyi bilmiyordu, omega onu bulmuş ve randevu almıştı. Dünyanın en kötü tesadüfüydü ve şu an buna katlanmak dışında yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu.

"Evet," dedi Jungkook düz bir ses tonuyla ve bilgisayarının başına geçti "Beşe beş, sağ kürek kemiğinin orası."

"Evet. Para işi-"

"Omega parayı iletti. Eğer boyutlarda tamamsan başlayabiliriz. Bastırıyorum."

"Tekrar bakayım bir..."

Suho bilgisayar ekranına bakıp birkaç direktif verdiğinde Jungkook ses çıkartmadan söylediklerini yaptı. Ancak hareketleri ne kadar sakin olsa da feromonları fazla agresifti, beni boğmuyordu ama evin içindeki baskınlığını daha önce hiç hissettirmediği kadar hissettiriyordu. Bu bana değildi, bir alfa için karşı tarafa uyarıydı, kendi bölgesini işaretleyerek belli ediyordu.

"Tuvalet nerede?" Matthias, oturduğu sandalyeden kalkarak kibarca sorduğunda Jungkook perdeyi kapatmak için elini atarak omegaya cevap vermek için ağzını açamadan Suho atladı "Soldaki ilk kapı."

Önümde oturduğumdan beridir bomboş baktığım notlardan başımı kaldırıp evin bütün detaylarına hakim olan alfaya baktım. Ben ve benimle ilgili her şeyi bilmesinden, evime gelip dilediği gibi rahatça konuşabilmesinden ve feromonlarını evimin her yerine yaymasından nefret ediyordum. Beni mahvedip hiçbir şey olmamış, tek suçlu benmişim gibi davranmasından da nefret ediyordum, Ama her şeyden önce onu her gördüğümde bana kötü hissettirmesinden ölesiye nefret ediyordum.

Jungkook'un ağır ve baskın kokusu burnuma dolunca gözlerimi Suho'dan, ona çevirdim ve bana karşı olmasa bile öfkeli bakışlarıyla yüzleştim. O gerçekten, tek bir bakışıyla duygularını belli edebilen biriydi ve ben oradaki kalp kırıklığını yakaladığımda yüreğimin sızısını hiç hissetmediğim bir acıyla bütün bedenimde hissettim. Yine de verdiği tepki yumruk yaparak sıkıştırdığı perdeyi çekerken sert ve kararlı ses tonu olarak kaldı.

"Evin o kısmını kullanamazsınız."

"Hangi sebeple?"

"Evin diğer yarısının özel alanım olması sebebiyle." ve perdenin en sona kadar çekilmesiyle görüşüm kapandı, sadece sesleri kaldı "Omegaya gelmeden kural listesini ilettim."

Sonra sadece sessizlik oldu ve bir süre Jungkook'un artık alıştığım malzeme seslerini duydum. Ardından da dövme makinesinin sesi yükseldi. Kendime gelmek için son kalan sigaramı aldım ve bir süre balkona çıktım, soğuk havayı derince soludum. Havanın güzel olmasını dilemiştim, belki o zaman onlar gidene kadar balkonda kalıp rahatça nefes alabilirdim ancak yarım saatin sonunda o kadar üşümüştüm ki parmak uçlarım uyuşmuştu.

Mecburen içeri girdim ve direkt aradaki perdeye baktım. İçerideki feromonların çoğu Jungkook'a aitti, hala Suho'ya ait kırıntılar vardı ama Jungkook öylesine baskındı ki bilmeyen biri için anlamak zordu. Ne yazık ki ben biliyordum, Suho'ya ait hiçbir kokuyu duymak bile istemiyordum.

Masaya sakince oturup elime kalemimi aldım ama kulağım hep onlardaydı. Ne soruya ne de başka bir noktaya odaklanabiliyordum. Odanın içinde bazen dövme makinesinin sesi bazen de omegayla Suho'nun sesi geliyordu. Neredeyse bir saate yakın zamanın sonunda omega, dövmeye bakmak için ayaklandığında Jungkook'un içimdeki omeganın tir tir titremesini sağlayacak kadar sert sesi yükseldi.

"Yerine otur, omega. İş yaparken birinin izlemesinden hiç hoşlanmam."

Bu cümlesinin üzerine bir kıpırdanmayla omeganın yerine oturduğunu anladım. Ancak hemen sonra Suho, gevşek ve ukala konuşmasıyla atladı "Bu kadar agresif olmana gerek yok, sadece bakmak istedi."

"Ne isteyip ne istemediği umurumda değil. Burası benim stüdyom, kurallar belli."

Dövme makinesinin sesi kesildi ve makineyi metal sehpaya bıraktığı şangırtı duyuldu. Hemen ardından da eldivenlerin çıkartılma sesiyle Jungkook "Bitti. İki güne kadar üzeri kapalı kalsın su değmesin. Açtığında nemlendiriciyi düzenli kullan." dedi.

"Yaptığın şeyi göstermen gerekmiyor mu?"

"Gerekmiyor. Yaptığım işler belli iki gün sonra görürsün."

Suho öfkeyle bir şeyler söylemeye başladı ve gidene kadar da buna devam etti ancak Jungkook'un sesi hiç duyulmadı. Kapının kapanmasıyla oturduğum yerde sırtımı dikleştirip perdenin köşesine baktım. Hafifçe oynayan köşesinden parmak ucunu gördüğümde açmasını bekledim ama açmadı. Uzun bir süre orada dikilerek beklerken feromonlarındaki karışıklığın bütün odayı kaplayışını hissediyordum.

En sonunda perdeyi açtı ve sona kadar yavaşça yürüyerek iki daireyi yeniden birleştirdi. Adımlarını dikkatlice atıyordu, omuzları düşüktü. Şakaklarına doğru çıkmış uzun bukleler yüzünün keskin hatlarını biraz da olsa yumuşatıyordu ve dudağındaki halka piercing ise tam aksine bir tezatlık katıyordu. Gözlerindeki duygular ise ne kadar saklamaya çalışsa da apaçık ortadaydı ve bana doğru kaçamak bakışlar atışı...

Kalbimde bir sıkışma hissettim, Jungkook'un öfkesi gerçekti ama kırgınlığı daha derindi.

"Sigara içeceğim."

Alfa üzgün.

Jungkook'un masanın üzerinden sigarasını alışını takiplerken omegam üzgün sesle dile getirmişti durumu. Üzgün olması hoşuma gitmemişti, dudaklarının köşesindeki her daim yüzüne neşe katan o kıvrımların oluşmasını istiyordum.Bir şey yapmam gerektiğini biliyordum ama ne yapsam bilemiyordum.

Alt dudağımı kanatacak şekilde dişlerken kararsızdım. Gözlerime karşımdaki sandalyede pembe peluş sabahlığının asılı olduğu çarptı. Hava soğuk olduğu için dışarı incecik bir uzun kolluyla çıkmıştı. Hemen kalkıp onu kaptığım gibi balkona çıktım. Onu dumanı sertçe üfleyerek her zamanki yerine otururken buldum. Bana çok kısa ve temkinli bir bakış attı, bir duman daha çekti. Bu seferki biraz iç çekiş gibiydi ve omuzlarına sessizce sabahlığı bırakırken bakışlarını gözlerimden ayırmamıştı. Ben de kaçırmadım, koltuğa oturmak yerine aynı onun gibi mermere çöküp parmaklarının arasındaki sigarayı kısa süreli aldım ve birkaç duman çekerek geri verdim. Ardından ise başımı yavaşça omzuna yasladım.

Ondan bir tepki olarak hoş kokulu ama hala gergin feromonlarını almayı kendimi ufak bir cesaret göstergesi olarak bildiğim için yanağımı omzundaki sabahlığa sürtüp bir dudak büzmeyle bel boşluğundan dürtükledim.

"Ne?" dedi hemen. Sesi yanaklarını şişirmiş de öyle konuşuyor gibi hafif peltek ve tatlı çıkmıştı. Ben de tıpkı onun gibi aynı tepkiyle karşılık verdim.

"Ne?"

"Asıl sana, ne?"

"Hiç." burnumu sabahlığının peluşuna gömerek kokusunu daha net bir şekilde ciğerlerime doldururken bir bahane sıraladım "Sabahlığın çok yumuşakmış. Nereden aldın?"

Jungkook hafifçe yüzüme bakmak için geri çekilince çenemi omzuna yaslayıp ona tatlı tatlı gülümsedim ve bu halimle kaşlarını kafası karışmış bir şekilde çatmasına sebep oldum.

"Ciddi misin?"

Yüzünün yakınımda oluşunun üzerimde yarattığı heyecanı hissettirmemek için bu küçük tatlılığı devam ettirmek istedim "Tabii ki. Ama önce senin şu ciddiyetini düzeltmemiz gerek. Bir de kızgın ifadeni."

Dudaklarının arasından hafif bir gülüş ses sesi çıktı ve gözlerindeki ifade anında yumuşayarak bana "Kızgın değilim, Taehyung." diye fısıldadı.

"Peki bu dudak büzme, bakış kaçırmak ne? Feromonların da aynı şekilde." biraz daha cesaretten bir şey olmaz diye düşünerek parmağımın ucunu dudağının köşesine dokundurarak hafifçe yukarı kaldırmaya çalıştım "Bu evin öfke ve üzüntü ihtiyacını ben yeterince karışılıyorum. Rolleri değişmeyelim lütfen."

Bakışlarım zorla tuttuğum dudağının köşesiyle gözleri arasından gidip gelirken Jungkook birden bileğimi kavradı. Bileklerimden doğru hafifçe yukarı çıkan ellerinden başparmağı avuç içimde olacak şekildeydi ve hafifçe okşuyordu. Vücudumun her noktasına ateşten daha yakıcı bir sıcaklık etki etmişti ve cayır cayırdım.

"Ellerin..." fısıltısıyla başparmağını avuç içime yeniden sürtmüş, kırgın feromonları yerini çekici bir kokuya bırakmıştı "Son zamanlarda çok fazla terliyor."

"Bazen böyle oluyor." derken yutkunup dudaklarım arasından yüzüne doğru hafif bir nefes bıraktım. Gözlerim farkında olmadan gözlerine çıktı, aramızdaki mesafe neredeyse yarıdan aza inmişti. Kalbim hızla atarken nefesi nefesime karışıyordu.

Varlığını daha önce hiç bu kadar yoğun hissettiğimi hatırlamıyordum. Nefesindeki sıcaklığın yüzümde bıraktığı o yakıcı etki ise zamanın durmasını dilememe neden olmuştu. Çünkü birbirimize yaklaşırken uzaktan gelen bir araba kornası sesiyle ikimiz de irkilmiştik ve ben sıçrayarak geri çekilmiştim refleksle.

Senin ben araba kornası gibi!

Eli avucumdan kayarken başı diğer yana, araba sesinin geldiği yöne çevrildi. Ben de sırtımı dikleştirip derin bir nefes aldım, kalbimin hızını bu nefesle dengelemeye çalıştım ve ayağa kalkarak elimi üzerime sildim. Gerçekten, gerçekten sırılsıklam olmuşlardı.

Jungkook ayaklandığımı görünce hemen döndü ve aşağıdan bana baktı. Yanaklarım alev alevdi ve kekelemeden edememiştim çünkü telaşlandığımda hep saçmalıyordum "Ben-şey... İçeri geçeyim, evet, molam bitti."

Dudaklarını aralamıştı ama konuşamadan kendini içeri attım perdeyi de çekerek sandalyeye yığıldım. Feromonlarım kafayı yemiş gibi evin her yerine yayılmaya başladı heyecanım yüzünden. Tanrım... Neredeyse dudaklarımız birleşecekti.

Kolumu masaya, alnımı da üstüne koyup salak salak sırıttım ve heyecanımı dizginlemek için düzenli nefesler almaya çalıştım. Bu heyecanı daha önce tatmıştım ve kesinlikle aynısı olmadığına yemin edebilirdim. Başka bir şey vardı, bana dokunduğunda, nefesi nefesime değdiğinde ve gözlerimiz kesiştiğinde hissettiğim her şey misliyle fazlaydı. Beni hem öldürebilecek hem de yaşatabilecek kadar güçlüydü.

İçsel düşüncelerim o kadar fazlaydı ki sakinleşmem çok uzun sürmüştü ve Jungkook'un içeri girmemesi benim için iyi bir şanstı yoksa kalp çarpıntısından hastaneye kaldırılabilirdim. Ya da omegamla delirerek üzerine atlayabilirdik.

Keşke delirip üzerine atlasak...

Lütfen yapma, dedim omegama, çünkü birimizin sakin olması gerek.

İnan bana deniyorum.

Sızlanarak yüzümü koluma sürterken derince bir iç çektim ve omegama cevap vermek için hazırlandım. Ancak o an önümde duran telefon ekranıma sesle birlikte düşen mesaj bildiriminde gördüğüm isim yüzünden bütün tadım kaçtı.

Bir yeni mesaj

suho 🌼

Önceden olsa önümde aşamayacağım engel bile olsa o mesajı açmak için mücadele verirdim, şimdi içimden açmak bile gelmiyordu. Bu yüzden telefonu ters çevirdim görmemek için ancak gelen iki tane daha mesajla dudaklarımı birbirine bastırarak sabır dolu bir nefes çektim. Muhtemelen bakmasam daha iyi olacaktı ama bildirime çoktan basarak mesajı açmıştım.

suho 🌼

poşet kaldı

onu getirir misin

taehyung

ne poşeti

suho 🌼

matthias'ın oturduğu yerin yanında

poşet unutmuş

önemli

onu getir

taehyung

bir de emir veriyor|

emredersin paşam|

yazıyor...

yazıyor...

suho 🌼

ya da dur getirme

tamam

ben sana gel dediğimde getirirsin

şimdilik gerek yok

taehyung

ben sana gel dediğimde mi?

eskort mu çağırıyorsun sen ya

gel dediğimde gel

git dediğimde git

suho 🌼

off başladın yine dırdıra

alışkanlıkların değişti sanmıştım

taehyung

gerçekten mi

yani gerçekten bu konulara mı girmek istiyorsun

suho 🌼

sen yine içtin mi?

taehyung

yazıyor...

yazıyor...

beklesene sen bi

Telefonumu kilitleyip sandalyeyi düşürürcesine bir öfkeyle kalktığımda Jungkook'un dövme malzemelerinin olduğu tarafa giderek etrafta dolaştırdım gözlerimi. Önceden de tavırları gel ya da git nasıl isterse öyle şekildeydi ve bu o zamanlar bana normal geliyordu ki... Şimdi anlıyordum Suho'nun nasıl bir insan olduğunu ve artık buna tahammülüm yoktu. Bana böyle davranmasına, hala eskisiymişiz gibi beni kullanması izin vermeyecektim. Beni suçlamasına ise asla ama asla izin vermeyecektim. Tek sorun kendisiyken, düşüncelerim benim değilmiş de tek sebebi alkolmüş tavırlarına katlanamıyordum.

Sandalyenin yanında beyaz poşeti görünce burnumda soluyarak bir hışımla aldım. Cidden, içinde ayağına kadar getirmemi istediği en fazla ne olabilir diye sinirle şöyle bir bakınmıştım ama gördüğüm şey yüzünden sinirlerim tepeme zınk diye öyle bir vurdu ki.

"Hah!" diye bir öfke nidası döküldü dudaklarımdan. Ardından da bir küfür "Sik kafalı piç."

Benden uçkurunun sonucunda bir kaza olmasın diye alıp unuttuğu poşetteki prezervatifleri istediğine inanamıyordum. Onu mahvetmek istiyordum, prezervatiflerin hepsini kafasından geçirip onu boğmak istiyordum.

Ama önce evden çıkana kadar sakin olup Jungkook'u halletmeliydim, zaten kırıldığını biliyor, hissediyordum. Şimdi ne olursa olsun gittiğimi öğrenirse daha çok kırılabilirdi.

Nefes aldım ve feromonlarımı düzenledim. Hemen sonra da balkondan kapısından başımı uzatarak sigarasının yarısına gelmiş alfaya sakinlikle nahif bir gülümseme vererek "Ben son kez kedilere bakacağım olur mu?" dedim. İçimden de umarım benimle gelmek istemez diye geçirdim ve tam da istediğim gibi şans benden yana oldu. Jungkook başını olumluca salladı "Tamam ben de ablamla konuşacağım. Dikkat et."

"Tamam."

Askıdan Jungkook'un fermuarlı sweatini aldım ve tek kolunu giyerek diğerini omzumdan attığım gibi ayağıma muhtemelen Jungkook'un olduğunu düşündüğüm kolayımda olan botları geçirip hızla merdivenlerden indim. Koşmuyordum ama yürümüyordum da. Sadece bir an önce evine varmak ve onu mahvetmek istiyordum.

Hangi katta olduğunu fakültede ortak arkadaşlarımızdan birinden öylesine duymuştum ama emin değildim. Bu yüzden apartmanındaki merdivenleri çıkarken bütün dairelere baktım ve en üst katta bir terlikle Suho'ya ait ayakkabıları gördüm.

"Bekle sen bekle." diyerek alacaklı gibi kapıyı yumrukla bütün binayı inletecek şekilde çaldım ve açana kadar da devam. En sonunda içeriden büyük bir bağırış koptu ve kapı açıldığında bir ses yükseldi.

"Bu ne böyle, ne oluyor?!"

"Ebenin amı oluyor canım. Mesajla olmuyordu bir de böyle deneyelim dedim." diyerek onu bütün gücümle ittirdiğim gibi içeriye dalarak şok ettim. Suho geriye doğru tökezlemişti, ayıcıklı pijamalarıyla ağzını şok içinde kapatan omega ise bir adım gerilemişti. Korkmuş görünüyordu.

Güzel, dedim içimden. Bana yaklaşmasa iyi ederdi, şu an patlamaya hazır bir volkan gibiydim ve her şeyi yok etmek istiyordum. Kendi iyiliği için ötede durup izlemek kendi yararınaydı.

Gözlerimle evin açık olan kapılarının hepsini dolaşmaya ve tuvaleti aramaya başladım. Bu sırada Suho kolumdan çekiştirerek beni engellemeye çalışıyordu.

"Sen kafayı mı yedin? Ayakkabılarınla giriyorsun bir de çık evimden."

"Ah özür dilerim, benim kabalığım." ayağımı havaya kaldırıp hızlıca öne doğru savurarak büyük gelen botun havaya fırlamasını ve rastgele bir yerlere uçmasını sağladım. Sonra da diğerini aynı şekilde fırlattığım gibi "Oldu mu, mutlu musun şimdi?" diye sordum.

Suho ve omega botlardan korunmak için kollarını siper ettiklerinde bu korkularından faylandım ve hızlıca tuvaleti aramaya devam ettim. En sonunda bulduğumda ise poşetteki prezervatif kutusunun içindekilerin hepsini klozete boşalttım. Bütün paketler tuvaletin kirli suyunun içine birer birer muhteşem bir görüntüyle döküldüler.

Suho onları yakalamak ister gibi koşmuştu ama pek bir faydası olması. Hepsi artık kullanılmayacak durumdaydı ve ben bu durumdan inanılmaz keyif alıyordum. Çünkü Suho gibi cimri bir alfa için bu savurganlık öfke nöbeti sebebiydi.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?! Taehyung kendine gel, bırak onları!."

"Aa neden ki?" derken masum masum gözlerimi kırpıştırdım ama biliyordum ki alev almış bir şekildeydi bakışlarım "Poşetini istemiştin onu getirdim."

"Sonra dedim sana. Ev basmak ne demek?" kolumdan sertçe tutup beni banyodan çıkartmak için iteklerken ekledi "Haddini bil, çık evimden yoksa polis çağıracağım."

"Bırak kolumu!" alçılı kolum biraz acımıştı ama yine de bu noktada acımı pek umursamadım. Ondan kurtulup bağırmaya devam ettim "Gel Taehyung git Taehyung, onu yapma bunu yapma Taehyung. Ben senin eskortun değilim duydun mu beni, neyi ne zaman istersem o zaman yaparım."

Suho öfkeli ve alay dolu bir gülüşle kahkaha atarken dünyanın en arsız en pislik alfası olduğunu bana açıkça gösterir gibi "Cidden, senin en büyük problemin bu, kafanda kurmayı bırakman gerekiyor." dedi ve küçümseyici bir bakış takındı.

"Siktir git sen asıl kafanda kurmayı bırak. Sikik manipülatif piç kurusu, bir daha aynı şekilde aklıma girmene izin verir miyim sanıyorsun."

"Omega." Suho yeşil gözleriyle alfasını ortaya çıkarttı ve feromonlarını üzerime doğru yönlendirdi "Alfanla düzgün konuş."

Kasıldım ve öfkeyle ona baktım. Omegam boyun eğmemek için direniyordu ki o her zaman direnmişti Suho'ya. Ona direnemeyen sadece bendim, omegam hep biliyordu onun ne olduğunu ve ne olamayacağını. Artık ben de biliyordum, ona direniyordum.

Bu yüzden sağlam elimle yakasını kavrayıp sertçe kendime çekerek dudaklarımı kulağına yaklaştırdığımda bu kez üzerimde kullanmaya çalıştığı feromonların işe yaramadığını ona sert bir dille hatırlattım "Sen benim alfam değilsin. Bir boka yaramayan ruh eşi zırvalığından ibaretsin."

Onu kendimden ittiğimde feromonları beni cidden zorluyordu ama pes etmiyordum. Omegamın ona karşı olduğu bu gücüne ilk kez eriştiğim için bırakmaya niyetim yoktu ancak Suho'nun şaşkınlıktan eli ayağına dolaşmıştı. Çünkü artık karşısında oyuncağı olan bir omega yoktu.

"Alfanın o olduğunu mu düşünüyorsun? O yüzden mi onu işaretledin?" ona ne saçmaladığını sorar gibi yüzümü buruşturduğumda başıyla sanki buradaymış gibi hayali bir köşeyi işaret etti "Evindeki alfa. Bir hafta önce bizim fakülteden geçerken üzerinden kokunu aldım, işaretlemişsin."

Bahsettiği şey muhtemelen sarhoş olup kolumu kırdığım gün kampüste Jimin'lerle buluştuğumuz zamana aitti. O gün Jungkook duş almamıştı ve bütün gün üzerinde kokumla dolanmıştı.

"O mu alfan? Sevgilin mi?" yeniden ısrarla sorduğu soruya çarpık bir gülüşle kaşlarımı çatarak cevap verdim "Belki öyle belki değil. Seni ne ilgilendirir?"

"Omega-"

"Hani bana demiştin ya seni arkadaş olarak görüyorum sen de beni öyle gör artık diye." omzumu tuttuğu elinden kurtulmak için silkindim ve ona iğrenç bir yaratıkmış gibi bakarak konuşmaya devam ettim "Ben seni arkadaşım olarak bile görmüyorum. Sen benim hesap vereceğim en son insansın Suho. Bizim artık seninle ruh eşi zırvalığı dışında hiçbir ilişkimiz yok. O yüzden alfamın kim olduğu seni zerre ilgilendirmez."

Ardından arkamı döndüğüm gibi geldiğim hızla evden çıktım ve ayağıma oradaki bir terliği geçirerek eve doğru koşturdum. Çok bir vakit geçmemişti, yirmi dakika içinde ortalığın içinden geçip yolda sakinleşerek evime varmıştım. İnanılmaz bir şeydi ama, tek ihtiyacım buymuş gibi rahatlamıştım. Her şeyi olmasa bile içimdeki birçok şeyi yüzüne karşı tükürmüş ona hayatımda artık yeri olmadığını en iyi şekilde söylemiştim.

Eve girdiğimde Jungkook'un hala balkonda olmasını fırsat bilerek hızlıca duşa girmek için mutfaktan streç film kaptım ve ısıtıcının şartelini açıp kendimi banyoya attım. Kıyafetlerimi bile almamıştım, tek istediğim şey Suho'ya ait feromonların üzerimden gitmesiydi. Ona ait olan hiçbir şeyi üzerimde istemiyordum, çiçeklerimi bile... Ama mecbur kaldığım tek şey de onlardı.

Streçle hızlı ve acemice kapladığım kolumla duşa girip koku bezlerimi iyice yıkayarak en sevdiğim duş jelimi yarıya inene kadar kullandım. Ne kadar kullanırsam kullanayım az geliyordu ama yine de denemiştim. Eğer sonunda kokudan kurtulacaksam değerdi.

Kısa süren duş sonrası asılı olan havluya kendimi kurulayıp odaya geçtim ve alçılı koluma dikkat ederek önce iç çamaşırlarımı sonra da pijamalarımı giydim. Kendi feromonlarım ve duş jelim koksam da gün içinde her zaman Jungkook'un kokusunun üzerimde olduğu zamanlar olmuştu ve eksik hissettiğim için kapının arkasında asılı duran ona ait fermuarlı sweati giymeden duramamıştım.

Çikolata kokulu feromonları anında burnuma doldu ve omegamın canlandığını hissettim. Suho'ya karşı koymak benim gibi pasif bir omega için çok zordu ama pasif bir alfa olmasaydı muhtemelen bitkinlikten bayılabilirdim. Ama iyiydim, omegam iyiydi ve evimdeydim. Güvenli alanımdaydım ve... Jungkook vardı.

Çıplak ayaklarımla balkona doğru ona uyuyacağımı haber vermek için yürüdüm ve biraz da, uyuyacağımı bilirse belki o da gelir diye düşündüm. Ancak kapıyı açmak için yaklaştığımda balkonun aralık olduğunu kulağıma ulaşan durgun sesinden farkına vardım. İnsanları dinlemek gibi bir huyum asla olmamıştı ama Jungkook'un sesi ve duyduklarım omegamla beni derin bir hüzne boğacak kadar üzgün gelmişti.

"Haklısın noona... Ama..." demişti ve derince çektiği içli nefesin ardından sıralamıştı kelimeleri "Ruh eşi olan bir omegaya tutulmak ne kadar mantıklı?"

Dudaklarımı birbirine bastırarak yutkundum ve pijamamın ucunu yumruğumun arasına sıkıştırdım. Jungkook da bu sırada devam ederek tam olarak tahmin ettiğim kırıklığını dile getirdi.

"Kalbinin diğer yarısında bir başkası varken onun için ben ne ifade edebilirim ki? Bu durumdan nasıl üstün olabilirim ki? Bu doğamıza aykırı değil mi?"

Ne söylemeye çalıştığını biliyordum, bana olan ilgisini artık fark etmeye başlamıştım ve bugün Suho geldiğinde onda yarattığı hüznün sebebini anlamıştım. Bu bir noktada bana da tuhaf ve anlamsız geliyordu çünkü ruh eşi kavramı özeldi ancak Suho bana özel hissettirmiyordu. Hiçbir açıdan da doğru hissettirmiyordu.

"Ama-evet. Doğru söylüyorsun, tamam. Teşekkür ederim noona."

Konuşmalarının bittiğini düşünerek irkildim ve toparlanarak birkaç adım geri gittim. Sonra dinlediğimi fark etmesin diye geldiğim sessizlikle yatak odasına geçtim. Aklım karmakarışıktı, Jungkook'un düşüncelerinin bu kadar net olmasını beklemiyordum. En azından böyle olmasını beklemiyordum. Evet, bu kalbimi ölesiye çarptırmıştı ama incitmişti de. Bu şekilde düşünmesini istememiştim, düşünmemeliydi de çünkü Suho'yla doğru hissettirmiyordu belki ama Jungkook'la hiçbir zaman yanlış hissettirmemişti. Bana olan tavırları, dokunuşu, bakışı ve yakınlığı... Omegam hiçbir zaman Suho için ölüp bitmemişti hep de temkinliydi ve ben hep şımarıktım, ona karşı çıkmış, kendi kendimi bitirerek tek aşkım Suho'ymuş gibi davranmıştım. Ama öyle değildi, asla da olmamıştı ve ne kadar yanlış, doğamıza aykırı olması da önemli değildi.

Jungkook'un böyle hissetme sebeplerini ortadan kaldırmak istemiştim. Her zaman bana karşı hissettirdiği o sıcak hisleri ben de ona hissettirmek istemiştim çünkü emin olmak istiyordum. Belki de bu ona yakın olmak için bir bahaneydi ama yavaş ilerlemek istemem bir hata mıydı ki?

Değil. Asla değil.

Alfanın yanında olmamız gerek.

Bir şey yapmamız gerek.

İçeriden balkonun kapanma sesi geldiğinde gerilmiş ve streslenmiştim. Böyle zamanlarda ise gerçekten mantıksız hareket ediyordum. Ne yaptığımı bilmeden baş ucumda duran su şişesini almış ve yatağıma döküp ıslatarak bunu doğrulamıştım. Bir de aptal gibi geldiğini hissedip sanki elim çarpmış gibi şişeyi yatağa fırlatıp yalandan "Hay ben böyle işin yaa, of!" diye hayıflanmıştım.

El çabukluğuyla yorganları kaldırdığımda çoktan yatağın üzeri sırılsıklamdı ve Jungkook hemen yanıma gelerek ne olduğunu sormakta gecikmemişti.

"Ne oldu nasıl becerdin bunu?"

"Elim çarptı tam kapatamamışım."

Dudakları arasından birkaç küçük cıkcık çıktı ve çarşafları sökmeme yardım ederek bir köşede topladı. Arada bir bana bakarak kaşlarını ufak ufak çattığında bakışlarımı ondan kaçırmış, ıslak yatağa şöyle bir bakınmıştım "Çok ıslanmış ya nasıl yatacağım burda ki?"

"Çift kişilikte yat," dediğinde acemi planımın başarıya ulaştığını düşündüm ama Jungkook bunu bozacak cümlesini hemen ekledi "Ben içeride yatarım problem değil."

"Olmaz, gerek yok!" diye çıkışınca bana şaşkınca kaşlarını kaldırarak baktığı için beceriksizce bir açıklama sundum ona "Yani şey, yatak büyük beraber uyuyabiliriz bence. Dövme koltuğu sırtını ağrıtıyor falan." daha ne kadar aptalca bir bahane üretebilirdim bilmiyordum ama kaşlarını kaldırınca kendimi konuşmaktan alamamıştım "Sonra dırdır ediyorsun içeride uyudun diye. Uyuruz işte bir şey olmaz."

Benden böyle bir teklif beklemediği için şaşırmış görünüyordu. Bana şaşkın ve dikkatlice bakarak gözlerini üzerimde gezdirdi ve hemen ardından anlamadığım bir şekilde bana doğru bir adımla mesafemizi kapatarak tam önümde durdu.

Başımı kaldırıp dikkatle bana bakan gözlerine çevirdim gözlerimi. Kendimi geri çekme isteğime karşı koydum, ondan kaçmak istemiyordum ama bana bu kadar dikkatli bakarken acaba Suho'nun kokusunu mu aldı diye düşünmeden de edemiyordum.

Uzunca bir süre baktı, baktı ve baktı... Ne düşündüğünü anlayamasam da gözlerindeki parıltıda bir üzüntü kırıntısı gördüğüm için ondan ilk kaçınan kişi ben oldum. Bakışlarındaki anladığını belli eden ifade yüzünden ona daha fazla bakamadım, doğruca koluma zarar vermeden yatağa yerleştim.

Jungkook ben yatağa yerleşene kadar bulunduğu yerden biraz bana bakmayı sürdürdü ve en sonunda sakince bir nefes aldı. Kendini ve feromonlarını dizginlemekte gerçekten iyiydi ve bunu sadece gözlerine yansıttığı için hala yapmam gereken şey konusunda emin değildim.

Kapıyı kapatıp ışığı söndürerek etrafı karanlığa gömdüğünde içeriyi perdenin arkasından hafifçe doluşan gece ışığı doldurdu. Ardından yatağın sol tarafı hafifçe çökünce alfanın sıcak bedenini hemen arkamda hissettim. Sırtım ona dönüktü ama bütün bedenim sanki beni izliyor gibi karıncalanıyordu, nefesim tekliyordu ve yutkunmakta zorlanıyordum.

Terleyen elimi yastığa bastırıp sürterken Jungkook'un arkamda rahatsızca kıpırdandığını ve feromonlarındaki agresifliğini hissettiğimde sessizliği incinmişliğiyle karışıyordu.

"Dışarıda," diyerek aramızdaki sessizliğe durgunca bir kelime bırakarak devam etti "Sadece kediler mi vardı?"

Alfa biliyor.

Kokusu hala üzerimizde.

Kelimelerini dikkatle seçmişti ama sormak istediği şeyi üstü kapalı bile olsa belli ederek dudaklarından dökmüştü. Onun için bunun ne kadar zor olduğunu biliyordum, Jungkook gerçekten incinmiş olmalıydı. O beni incitmemek için her şeyi yaparken incinmesinin biraz bile sebebi olmak hoşuma gitmemişti.

"Evet," derken sesim fazlasıyla kısıktı. Bu cevabın onun kırgınlığını geçirmeyeceğini biliyordum bu yüzden tıpkı onun anlayacağı şekilde üzeri kapalı bir cümleyle devam ettim "Birkaç çöp parçasına değdiğim için duş aldım."

"Anladım..."

Elbette anlamıştı ama kırgınlığını hala geçmemişti.

"Kokusu pek geçmemiş gibi duruyor."

Zar zor yutkunarak saklamaya çalıştığım şeyin mahcubiyetinde boğulmamaya çalıştım. Elbette geçmemişti, benimki sadece kendimi kandırmaktı, Suho üzerimde üstünlük kurmaya çalışırken nasıl tamamen geçebilirdi ki zaten. Geçmesi için gereken tek şey bir başka alfanın kokuyu bastırmasıydı. Ve genelde alfalar, omegası olarak görmediği hiçbir omegayı işaretlemeye yeltenmezdi.

"Jungkook..." diye adını bir nefes gibi bırakırken tek elimle yorganı sıkıştırdım ve alacağım cevaptan korkarak cesaretle sordum "Son kalan hakkını, beni işaretleyerek kullanır mısın?"

Tek nefesle sormak mı zordu yoksa cevabın ne olacağını duymak mı derseniz, beklemekti. Dakikalar süren bir sessizlik olmuştu, feromonlarındaki karışıklık bütün odayı kaplamıştı. Kontrolünü bu şekilde kaybettiğini ve duygularının anlaşılamaz şekilde yansıdığını ilk kez görüyordum. Onu içinden çıkamadığı bir bilmeceye soktuğumu farkındaydım, bu kadar zor olmayı ben de istemiyordum ama ben de karışıktım. Ama bu şey her ne ise çözmek istiyordum. Onunla çözmek...

Arkamda ufak bir hareketlenmeyle tuttuğumu bile fark etmediğim nefesimi bıraktım. Jungkook'un eli yorganın altından hafifçe belimi kavradı ve yavaşça kendine doğru çekmeye çalıştı. İstese bunu tek seferde yapardı ama gerçekten isteyip istemediğimden emin olmak için o kadar nazikçe tutup çekmişti ki, eğer açılmış olan belimden sıcak eli tenime değmese muhtemelen anlamazdım.

Ona bunu gerçekten istediğimi belli etmek için yardımcı oldum ve kendimi ona doğru ittirdim. Parmakları tenimi hafifçe okşadı ve sırtım göğsüne yaslandı. Jungkook bir kolunu belimin tamamına sarıp diğer elini de omuz hizamdan geçirerek diğer omzumu tutacak şekilde kavradığında elimi koluna sardım. Yakınlığı nefesimi kesmeye yetmişti ve sıcak nefesi boynuma, koku bezlerime doğru vurarak gözlerimi kapatmama sebep olmuştu.

Jungkook, burnunun ucuyla kulağımın altını dürterken kolunu sıktım ve kesik bir nefes bıraktım. Dudakları önce tüy kadar hafif bir dokunuşla boynumu öptü ve hemen sonra alfalara özgü sivri köpek dişlerini koku bezlerime sürterek feromonlarını salgılamaya başladı.

Bir anda bütün odayı feromonları kapladı ve ağız sıvının ıslaklığı tüylerimi diken diken etti. Üzerimdeki bıraktığı kokusunun baskınlığını hissediyordum. Omegam, Suho'ya ait feromonlardan kurtulduğu ve onu yeniden canlanmış gibi hissettiren alfanın çikolatalı feromonlarına sahip olduğu için mutluydu. Ben de öyle.

Geri çekileceğinden korkarak ona daha çok yaslanmaya çalıştım ve tuttuğum kolunu kendime bastırarak gözlerimi sıkıca yumdum. Sandığımın aksine geri çekilmedi, boynuma ve boynumu takip eden o alana defalarca nazik, küçük öpücükler kondurmaya devam etti. O öpücüklerin tenime her değişi içimi bir sıcacık etti. Her bir dokunuşuyla bedenimdeki tüm gerginlik yavaş yavaş çözüldü ve yerine bir huzur yerleşti.

Kalp atışlarım bir maraton koşucusu gibiydi. Her nefes alışımda, o çikolata kokusunu içime çekiyor, feromonlarının etrafımı sarmasına izin veriyordum. Varlığı, beni güvende hissettiren bir kalkan gibiydi. Alfanın yanında her şeyin yolunda olduğunu hissediyordum.

Bir şey söylememize gerek yoktu, feromonları yeterliydi ve omegamı mayıştıracak kadar da yoğun. Yavaşça bilincim ağırlaştı, nefesim derinleşti. Sıkıca tutuşu, güven verici kolları ve kokusuyla, en güvendiğim sığınakta, sessizce uykuya daldım.

 

Chapter 17: yuvalama, ay sonu durum zulası ve eskiz defteri

Chapter Text

ResimLink - Resim Yükle

therama club

sohbet grubu

küçük şeytanım

@taehyung hemen buraya geliyorsun

ve bana neden jungkook gibi koktuğunu

açıklıyorsun

hemen.

taehyung

DÜŞÜNDÜĞÜNÜZ GİBİ DEĞİL

küçük şeytanım

aynen inandık

taehyung

fırsatım olmadı ki

zaten iki gün oldu

bugün de okula geldim işte

nolur kızmayın 😭😭

yersiz yurtsuz

yani kızma kısmını geçtim

kaç gündür sesin sesin soluğun çıkmıyordu

olaya jimin gibi yaklaşmamak için

kendimi çok zor tutuyorum ama

verdin mi?

taehyung

HYUNG HAYIR

DÜŞÜNDÜĞÜNÜZ GİBİ OLMADI DİYORUM SİZE

küçük şeytanım

BİLEMEM KARDEŞİM

BİLEMEM

ÇÜNKÜ HİÇBİR ŞEY ANLATMIYORSUN

taehyung

ya dur bi hemen yükselme

her şey çok karıştı

neler neler oldu bir bilseniz

yersiz yurtsuz

başka bir şey de mi oldu

taehyung

olmaz mı oldu tabii

offf

kafam allak bullak ve işin içinden çıkamıyorum

ne yapacağımı da bilmiyorum

sadece

yazıyor...

yazıyor...

eve s*ho ve o omega geldi

küçük şeytanım

NE

yersiz yurtsuz

ne sikim işi varmış sizin evde??

taehyung

aslında tam olarak benimle işi yoktu

dövme yaptırmaya gelmişler

omega bir şekilde

jungkook'un dövme yaptığı bilgisine ulaşmış

yani ben böyle düşünüyorum

jungkook da randevuları sadece mesajla aldığı için

kim olduğunu anlamamış

randevuyu oluşturmuş

kedileri beslemek için çıkıp geri geldiğimde

ikisi de evdeydi

küçük şeytanım

hay senin bahtını ya

e jungkook suhoyu biliyor

neden kovmamış?

yersiz yurtsuz

kovamaz ki

yaptığı dövmeler

doktor diploması olmadığı için yasal değil

şikayet ederse polis ceza keser

taeyung

heh işte

tam olarak bu yüzden kovamadı

bir de üstüne evdeki bankı görünce

laf sokmaya çalıştı kendince şerefsiz

nasıl attın koltuğu anılara değer verirdin

çocuksu saplantılarından kurtulmuşsun herhalde bıdı bıdı

küçük şeytanım

o bankı alıp götüne sokmak için neler verirdim...

jungkook bunun üzerine s*honun

ağzını yüzünü kırmış olsun diyeceğim ama

jungkook bugün fazla sağlam görünüyordu

yersiz yurtsuz

sağlam olur tabii

görmedin mi

bizim oğlanı nasıl işaretlediyse

taehyungun yanından geçen herkes

ikinci kez dönüp bakmaya cesaret bile edemiyordu

taehyung

o kadar yoğun muydu ki|

hiç fark etmedim|

utançtan öleceğim|

susar mısınız daha bitmedi

o kısma gelene kadar bin tane şey oldu

küçük şeytanım

tamam devam et hadi

taehyung

dövme faslında jungkook fazla gergin ve agresif tavırlar

sergiledi ama bunun bana karşı olmadığını biliyorum

daha çok rahatsız gibiydi

yersiz yurtsuz

sana karşı mı?

taehyung

hayır bana karşı asla böyle bir tutum sergilemedi

duruma karşı rahatsızdı

böyle olmamalıydı diye düşündürecek bir rahatsızlık

onun için kırıcı olduğunu hissettim

aynı anda birden çok duygu hissettim aslında ama

bilmiyorum

jungkook her zaman evin içinde neşe saçan taraf oldu

şimdi bir anda yüzünde canı sıkkın bir ifade görünce

kendimi çok kötü hissettim

yersiz yurtsuz

sen de kendini işaretlettin?

taehyung

tam olarak öyle değil

önce s*honun ağzına sıçtım

küçük şeytanım

sen?

taehyung

eveet 🥰

küçük şeytanım

ciddi misin yoksa şaka mı yapıyorsun?

taehyung

hayır ciddiyim

evden gittikten bir yarım saat sonra mesaj attı

poşeti kalmış onu getir dedi

sonra getirme ben sana getireceğin zamanı söylerim dedi

küçük şeytanım

hayırdır amına koyayım

eskort mu çağırıyor

taehyung

EŞİM

BEN DE ÖYLE DEDİM

poşette de prezervatif varmış bu arada

şaka gibi

yersiz yurtsuz

karaktersiz puşt

taehyung

bunu görünce iyice cinlendim tabi

jungkook'a çaktırmadan çıkıp gidip evini bastım

çko havalıydım keşke görebilseydiniz 🥰

küçük şeytanım

CİDDEN BASTIN MI

VE BEN GÖREMEDİM Mİ

taehyung

bastım 🥰

sanki tek sorun ayakkabılarımmış gibi

bir de bana çıkart dedi

gelmişine doğru ayağımı bir salladım

oraya buraya saçıldı botlar

sonra da gittim prezervatifleri klozete boşalttım

nasıl kudurdu görseniz

küçük şeytanım

ananıskm nasıl keyiflendim anlatamam

cimri puşt

taehyung

SONRA

BAK YİNE SİNİRLENDİM

sonra bu sik kafalı

bana böyle yükselerek alfanla doğru konuş diye kükredi

jungkookla aramdaki ilişkiyi sorgulamaya başladı

feromonlarına karşı çıkmak zordu ama başardım

tuttum bunun yakasından

çektim kendime

sen benim alfam değilsin

seni ilgilendirmez dedim ve eve geçtim

küçük şeytanım

YA BEN BU OLAYIN ŞAHİDİ NASIL OLAMAM

YERİMDE DURAMIYORUM ÇOK İYİ

SENİNLE GURUR DUYUYORUM

YILLARDIR BU ANI BEKLİYORDUM

yersiz yurtsuz

kim taehyung exinin evini bastı...

inanılmaz bir olay

asla inanmazdım

taehyung

off keşke yüzünün halini görseydiniz

feromonları üzerimdeki etki etmeyince

alfasının gururun zedelenmesi suratına yansımıştı

yersiz yurtsuz

bu biraz garip geldi bana

taehyung

umrumda değil

havalı bir çıkış yapıp evime döndüm

üzerimdeki kokusu gitsin diye de duşa girdim

sonra jungkook'un yanına çıkacaktım balkona

ama ablasıyla konuşuyordu

birazcık mini minnacık dinlemiş olabilirim

küçük şeytanım

yani dinledin

taehyung

çok azıcık 🤏🏻

küçük şeytanım

çok azdan fazla olduğuna eminim

taehyung

of sesi üzgün geliyordu o yüzden dinledim tamam mı

başka çarem yoktu merak ettim

ruh eşi olan birine tutulmanın ne kadar mantıklı olduğunu

kalbinin diğer yarısında bir başkası varken

onun için kendinin ne ifade edebileceğini

ve bu durumdan nasıl üstün olabileceğini sordu

küçük şeytanım

jungkook

üzümlü kekim 🥹

taehyung

içeri girer gibi olunca hemen tüyüp odaya geçtim

ama bir şeylerin çok yanlış olduğunu hissettiğim için

jungkook'u iyi hissettirmek istedim

o an aklıma hiçbir şey gelmedi jungkook da odaya giriyordu

heyecanlanıp yatağa su döktüm

küçük şeytanım

tüh elin mi kaydı ☺️

yersiz yurtsuz

sen bir şeytansın

taehyung

HEYECANLANDIM NE YAPAYIM

bi anda suyu döküverdim işte uzatmayın

salonda yatarım falan dedi de çift kişiliğe yatarız

ne olacak diye bahane uydurdum

küçük şeytanım

ağız ağıza yattığınıza eminim|

tabii canım arazi gibi yatak ☺️

taehyung

evt

bi anda üzerimdeki kokuyu mu aldı ne yaptıysa artık

suratı düştü

yıka yıka da geçmedi sikik herif

küçük şeytanım

s*honun kokusu bakkallardaki 1000 wonluk gofretlere benziyor

yersiz yurtsuz

iğrenç

anlık gofret damağıma yapıştı 🤢

taehyung

ıy gerçekten iğrenç

lütfen sus devam ediyorum

yürüdü bana doğru baya uzun baktı

ben de kaçtım yatağa hemen

feromonları böyle çarpıp duruyor bana

o kadar karışıktı ki ne düşünmem gerektiğini bilemedim

sadece çok üzüldüm

ışığı kapatıp yanıma yattığında da çok rahatsız oldum

çünkü böyle olmaması gerekiyor gibi hissettim

yersiz yurtsuz

nasıl olmalı gibi hissettin?

taehyung

üzerimde s*honun kokusu yerine jungkook'un olmalı gibi

ve bunu o kadar çok istedim ki kendimi durduramadım

küçük şeytanım

BİLİYORDUM

O GÜN O BAKIŞINDAN ANLAMIŞTIM

taehyung

beni işaretlemesini istedim

başta bi duraksadı ama sonra

yavaşça belimden kavradı kendine çekti

dişlerini koku bezlerime sürtüp boynumu öptü

küçük şeytanım

ortama bak

kafayı yersin

yersiz yurtsuz

bunun ne demek olduğunu biliyorsun değil mi

bilinçli bir şekilde seni işaretlemesinin

küçük şeytanım

biliyordur herhalde

o telefon konuşması fazla belli ediyor

taehyung'dan bahsettiği çok bariz

taehyung

evet ama of

gerçekten kafam çok karışık

bir de birkaç kere öpüşmenin kıyısından döndük

küçük şeytanım

NE ZAMAN

SEN NEDEN HER ŞEYİ EKSİK ANLATIYORSUN

DÖVÜCEM SENİ

taehyung

ya kafamı karıştırdığı için emin olamıyorum

emin olamadığım için de yanlış mı anlıyorum diye

defalarca sorguluyorum

bu hafta sesimin çıkmamasının sebebi de

jungkooku izledim

her hareketini gözlemledim

yersiz yurtsuz

peki ne fark ettin

küçük şeytanım

ne fark edecek

jungkook'un taehyung'a olan davranışları

en başından beri aynı ilgideydi

evde nasıllar bilmiyorum ama

dışarıdan bakıldığında cicim aylarında gibi

görünüyorlar

taehyung

bunu nasıl anlayabiliyorsun ya 😭

ben daha yeni anlamaya başladım

küçük şeytanım

kolunu kırdığının ertesi günü

ona bakarken anladın sandım

o yüzden hyunga kalkalım mı dedim

eve gidince bir şeyleri çözersin diye düşündüm

nereden bilebilirdim anlamanın bu kadar süreceğini

bazen kafanın çalışmadığını unutuyorum

özür aşkım

taehyung

bilmiyorum

hiç o şekilde düşünmemiştim

benim için aşk faslı s*hodan sonra kapandı gibiydi

ev arkadaşlığından daha öte bir şey aklımın ucuna

bile gelmezdi yani kafama yeni yeni dank ediyor

küçük şeytanım

salakk

bir kişide aşkı bulamamış olabilirsin

ama başka bir kişide hem aşkı hem de arkadaşlığı bulabilirsin

jungkook bunu mümkün kılabilecek bir alfa

taehyung

bana da tam olarak böyle hissettirmeye başladı işte

nasıl başarıyor bilmiyorum ama

özellikle beni işaretlerken

alfasının omegamı sıkıca sardığını hissettim

baskın ve safkan olmasına rağmen beni

hiç rahatsız etmedi feromonları sıcacık olmamı sağladı

küçük şeytanım

alfası seni benimsemiş işte

yersiz yurtsuz

zaten öyle olmasa işaretlemezdi

en azından bu kadar güçlüce işaretlemezdi

ama aklıma bir şey takılmadı değil yalan yok

taehyung

neden hyung ne takıldı aklına

çok bir şey de söylemedin zaten

yersiz yurtsuz

apt seoul'a gittiğimiz gün

yan masalardan bir omega jungkook'a içki gönderdi

açıkça takılalım mesajıydı yani

ben de size göz kulak olacağımı

eğlenmeye bakmasını söyledim

küçük şeytanım

koynumuzda yılan beslemişiz

taehyung

ya hyung

inanılmazsın

yersiz yurtsuz

ne var canım yanlışlıkla test etmiş oldum işte

taehyung

çatlayacağım|

jungkook ne dedi peki hyung

yersiz yurtsuz

tek gecelik arayışında olmadığını

alfasının omegalarla geçinemediğini söyleyerek reddetti

küçük şeytanım

düştük kardeşim yalan mı söyleyelim

alfalar nasıl olsun bakınız

jeon jungkook gibi olsun

boşuna ben bu adama güveniyorum demedim

bir şey biliyoruz da konuşuyoruz

taehyung

ama alfası benimle iyi geçiniyor 🥹

yersiz yurtsuz

öyle görünüyor

taehyung

kızgınlığını da omegasız geçirmişti

küçük şeytanım

bu alfasının omegalarla geçinemediğini açıklayabilir

taehyung

bastırıcı da kullanamıyormuş

5 aydır işe yaramıyormuş

yersiz yurtsuz

yani bastırıcı kullanamaması garip

biriyle ruh eşi ya da mühürlü olmadığı sürece

alfanın bir omegayı reddetmesinin mantıklı bir açıklaması yok

doğamız gereği alfa da omega da birbiriyle olmalı

küçük şeytanım

mühürlü olsa belli olurdu

geriye bir tek ruh eşi kısmı kalıyor

ama çiçekleri de yok?

görünürde yok yani

üzerinde başka bir omeganın kokusunu da duymadık hiç

çok garip

hiç birinden bahsetti mi ki

taehyung

modum düştü şu anda|

ağlicam|

çok mutsuz hissediyorum|

hayır takım arkadaşları hariç kimseden söz etmedi

başka omega da kokmuyordu

küçük şeytanım

AAAAA

AAAAAAAAAAAAAAAA

taehyung

NE

NE VAR NE OLDU

küçük şeytanım

Bİ TANE KIZ ARKADAŞI VARDI

AYRILMIŞLARDI

taehyung

EVET

küçük şeytanım

5-6 ay önce olduğunu söylemişti

tarot baktığımda hatırladın mı

o kızla alakalı olabilir mi

taehyung

🤡

yersiz yurtsuz

sen bana o kızın başka ruh eşi olduğunu

o yüzden ayrıldıklarını söylemiştin

onunla ilgili olamaz bence

taehyung

EVET

KIZIN RUH EŞİNİ BULDUĞU İÇİN AYRILMIŞLARDI

KIZ ALDATMIŞTI JUNGKOOK'U

EVET

küçük şeytanım

tamam sakin ol sarı şeker

jungkook'un ruh eşi yok

kimse kapmayacak alfanı

taehyung

suscan

küçük şeytanım

👀

yersiz yurtsuz

ama sana karşı da bir rahatsızlığı yoksa

bilmiyorum garip

tam olarak çözemedim

küçük şeytanım

ruh eşi mevzusu fazla derin bir konu

ruh eşi çiçekleri de öyle

yersiz yurtsuz

doğru o yüzden lisede her sene

bununla ilgil bir ders de olsa işleniyor

her çiçeğin bir hikayesi var her aşkın olduğu gibi

kader misali bedenlerimize de böyle kazınıyor

taehyung

şey

ben hiçbir zaman bulamayacağımı düşündüğüm için

o konuşarı pek dinlediğim söylenemez

zaten bula bula da orospu çocuğunun tekini buldum

genel olarak ruh eşi çiçekleri olanlar

arasındaki aşkın özel olduğunu biliyorum

çiçeklerin de aradaki aşkı temsil ettiğini

yersiz yurtsuz

öyle zaten

sadece hikayesel kısımları kişiye özel olur genelde

çoğu bir sebepten çıkar anlamını da genelde

konunun uzmanları daha detaylı açıklar

sen hiç gittin mi

taehyung

hayır

doktor kaydı olarak işlenmesini istemedim

çünkü işlenirse biliyorsunuz devlet tarafında

resmileşir ve babam başımın etini yer

annem zaten başlı başına sorun

seokjin hyungu siktir ettim kendi durumuna yansın

bir de zaten çiçeklerimiz çıktıktan sonra işler boka sardı

ben bile bakmak istemedim açıkçası

o yüzden de sergilemekten kaçındım hep

sadece internetten okuduğum kadarıyla

menekşeler saf ve gerçek aşkı temsil ediyormuş

kıçımın kenarları bir boku temsil ettiği yok da neyse

zaten bu nasıl iş anlamadım

küçük şeytanım

yani gerçekten çiçeklerin hakkında

tek bir yorumum bile yok

anlamakta zorlanıyorum

yersiz yurtsuz

ben bile anlamakta zorlanıyorum

ruh eşinin feromonlarına karşı çıkabilmen bile

başlı başına ayrı bir garip

imkanın olursa doktora git taehyung

ya da bir şekilde konunun uzmanına danış

ve çiçeklerini göster

taehyung

tamam hyung

fırsatını bulduğum an göstereceğim

küçük şeytanım

kolun için doktora ne zaman gideceksiniz peki

finaller başlayacak

taehyung

bir de o konu var doğru

bugün gideceğiz de

ben biraz kaçıyorum 😬

yersiz yurtsuz

tam olarak neyden?

taehyung

hastaneye gitmeyi sevmiyorum

o yüzden oyalanıyorum

bir de jungkookla hiçbir şey olmamış gibi devam etmek

tuhaf geliyor aramızda bir şey var ama yok gibi

ikimiz de konuşmamayı tercih ediyor gibiyiz

ama bir şey var o kesin yani

birbirimize fazla dokungaç yaklaşıyoruz

yersiz yurtsuz

belki zaman kolluyordur

ya da emin olmak istiyordur

taehyung

bilmiyorum ki

off jungkook mesaj attı

sonra konuşuruz

Jungkook ve Taehyung

dolandırıcı

nerdesin

doktora geç kalacağız

enayi

kedileri seviyorum

baksana çok tatlı değiller mi

baksana çok tatlı değiller mi

EVE Mİ ALSAK

EVE Mİ ALSAK

ALALIM MI

NOLUR 🥺

dolandırıcı

şu emoji başımı yakacak|

aynı böyle bakıyordur ekrana kesin|

ay sonu geldi sigara paketi alacak paramız bile yok

kendi götümüzü zor topluyoruz

bir de onlara nasıl bakacağız saçmalama

enayi

ya ne olacak bakarız işte

minicik kedi ölsünler mi

YA ÖLÜRLERSE 😭

dolandırıcı

saçmalama ne ölmesi

anneleri geliyor tosun gibi olmuşlar baksana

süt içiyorlardır daha yazık

annelerinden ayırmayalım üzülürler

gel hadi geç kalacağız

enayi

gitmesek olmaz mı

dolandırıcı

şimdi belli oldu derdin

enayi

hastaneleri sevmiyorum

dolandırıcı

olabilir ama gitmemiz gerek

sonsuza kadar alçıyla kalamazsın

enayi

yoo kalırım

izle ve gör

dolandırıcı

taehyung

enayi

bir irkildim adımı söyleyince|

bana taehgung deme

dolandırıcı

ne diyeyim

hyung mu diyeyim

enayi

siktir git ya|

dizlerim titredi|

SUS

GELİYPRUM TAMAM

***

Terleyen ellerimle zar zor tuttuğum telefonumun ekranını kapatıp elimi enseme götürdüm ve derince bir nefes aldım. Mesajla adımı söylemesi bile kalbimi deli gibi çarptırıp terlememe sebep oluyordu. İki gündür ne yaşıyordum bilmiyordum, ikimiz de tek kelime etmiyorduk ancak birbirimize olan tavırlarımız daha samimi olmaya başlamıştı. Bana bakışları, iması ve ufak temasları... Düşündükçe...

"Off..." diyerek soğuk havada bile ısınarak sağlam elimi yelpaze olarak kullandım. Gerçekten düşündükçe ateş basıyordu, her şeyimle ona çekildiğimi hissediyordum.

Tekrardan oflayarak bir nefes bıraktım ve kendime gelmek için başımı iki yana sallayarak kedileri son kez sevdim. Nasıl bu kadar hızlı büyüdüklerini anlamamıştım, sarman ve tekir olan fazlaca tombuldu, siyah olansa diğerlerine göre fazla küçük, çelimsizdi. Muhtemelen son doğan ve az süt içen yavru olduğu için böyleydi, biraz da keyifsiz duruyordu.

Gidecektim ama onları kucağıma almam için uzunca bir ciyaklama koparmalarına dayanamayıp biraz daha sevdim ve ısınsınlar diye alçımın üzerinde koyup kazağıma bastırdım. grr grr ettiği sesleri öyle çok hoşuma gidiyordu ki yüzümdeki gülümsemeyi durduramıyordum. Her birinin mutlu olup ısındığını bilmek beni inanılmaz bir şekilde rahatlatıyordu.

Yine de gitmek zorundaydım, her ne kadar onlarla vedalaşmak benim her gün çok zordu olsa da mecburdum. Ay sonuydu ve neredeyse paramız kalmamıştı. Temel ihtiyaçlarımızı karşılamak için bir paket sigaradan feragat etmiştik, o derece wonumuz yoktu anlayacağınız. Bunun üzerine bir de eve kedi almanın sorumluluğuna giremezdik, Jungkook haklıydı. Yine de üzülmek elimde olan bir şey değildi.

Kedileri bırakıp apartmandaki merdivenleri hızla aşarak eve girdiğimde Jungkook'u dövme dolaplarının rafını karıştırırken buldum. Kafası karışık görünüyordu, kaşları hafif çatıktı, ne zaman bir şeylere anlam veremese takındığı o ifadeyi yerleştirmiş yüzüne.

"Ne arıyorsun?" diye sordum montumu askıya asarken. Dolabının içine şöyle bir bakındı ve bıkkınca doğrularak ellerini beline yerleştirdi "Krem rengi sweatimi bulamıyorum."

"Yeni yıkananlardaydı katladık diye hatırlıyorum."

"Baktım yok."

"Kirli sepeti?"

"Orada da yok. Senin dolabına karışmış olabilir mi?"

"Sanmıyorum. Yani sadece ben katlamış olsam tamam ama beraber katladık." diyerek odaya geçerek dolabıma yöneldim "Ama yine de bakayım dolabıma."

Önce dolabımın raflı kısmını açtım ve krem rengi sweat aradım. Orada olmadığından emin olduktan sonra da askılıkların olduğu sağ tarafı açarak Jungkook'a orada olmadığını bağırmak için hazırlandım ancak laf ağzıma tıkıldı. Gözlerim büyüdü ve omegamın heyecanını hissettim.

Sikeyim, hayır.

Hızla dolabı kapadım ve sırtımı kapağa yasladım. Gerçekten böyle bir şey yapmış olabileceğim gerçeğini kabul etmiyordum ancak uzun zamandır kızgınlıklarımda yanımda bir alfanın olmadığını varsayarsak... O kadar olanaksız değildi ki. Jungkook'un markete gittiği, okula uğradığı yani evde olmadığı iki gün içindeki zamanlar yaklaşan kızgınlığım yüzünden omegam tarafından kontrol edildiğim tüm o anlar zihnime doluştuğunda bunu çok daha iyi anladım.

Hayır. Hayır, hayır, hayır...

Üzgünüm...

Omegam kıkırdayarak yaptığı şeyin tadını çıkartırken sızlanarak başımı iki kere arkamdaki dolaba yavaş bir şekilde vurdum. Çok, çok utanç vericiydi, evet doğamız gereği bunu yapıyorduk ama yani Jungkook'un kıyafetlerini çalmak ne demekti.

İçeri gelip gelmediğine kısaca bir göz atıp sırtımı dolaptan ayırdım ve yeniden açarak doğru görüp görmediğimi her ne kadar çok açık bir cevabı olsa da sorgulama gereği duydum. Krem rengi dahil diğer birkaç sweat içine kıvrılmak için bir yuva gibi özenle oluşturulmuş bir şekilde dolabın içine yerleştirilmişti. Vanilyalı feromonlarımla karışmış çikolata kokusu, öylece içine uzanmam için beni çağırıyordu. Bunu buradan yok etmeliydim ve Jungkook'a çaktırmamalıydım yoksa benimle dalga geçerek utançtan ölümüme neden olurdu.

"Bulabildin mi?"

Yaklaşan sesiyle krem rengi sweati kaptığım gibi dolapla konsolun arasındaki boşluğa atıp sanki oradan bulmuşum gibi eğilerek tam içeri girdiği anda cıklayarak sweat çıkarttım ve "Al bak burada işte." diyerek şaşkınca bana bakan alfanın göğsüne doğru sweati bastırıp önünden geçtiğim gibi odadan çıkmaya yöneldim. Giderken de söylenmeyi ihmal etmedim "Savruk savruk üzerini çıkartmazsan nereye koyduğunu bulursun."

Elindeki sweat ve şaşkınlığıyla peşimden gelerek dünyanın mantıklı cümlesin kurdu "İyi de yıkandıktan sonra giymedim ki."

"Orasını bilemem."

"Senin gibi kokuyor sanki." bir yandan da burnunu sweate gömüp anlamak ister gibi koklarken hafifçe kaşlarını kaldırmıştı.

Saklamaya çalıştığım gerçekle henüz yüzleşmeye ve bunu açıkça söylemeye hazır değildim. Bu yüzden de inkar aşaması şu an için en mantıklı olandı. Ve tabi onu zihniyetiyle yargılamak da ikinci mantıklı şeydi.

"Yok artık ya, bu nasıl bir ima? Hem dolandırıcısın hem iftiracı hem de pis zihniyetli." hızla sarf ettiğim kelimelere karşılık olarak şok içerisinde bana baktı ve suçsuzluğunu ispat etmek ister gibi ellerini havaya kaldırdı "Hiçbir şey söylemedim."

"Tamam neyse of," sağlam elimle önüme gelen saçları sinirle geriye attım ve doğruca diğer taktiğe geçiş sağladım. Yani konuyu değiştirdim "Çağırdın beni gidelim diye hala oyalanıyorsun. Giyineceksen giyin de gidelim."

Jungkook sweati bir kez daha koklayarak anlamaya çalışırken hemen oradan tüydüm. Daha fazla kalırsam saçmalayacak ve kendimi açığa çıkartacaktım çünkü.

Dolaptan kendime rahat ve bol bir eşofman takımı çıkartıp kolumun izin verdiği hızda giyindikten sonra da salona geri geçtim. Jungkook da o sırada montunu giyiniyordu ve işi bitince benimkini giymeme yardım edip "Tamamdır, çıkabiliriz." dedi ve ayakkabı dolabına yöneldi. Ben henüz girdiğim için kapıdaki ayakkabılarımı giyinip onu beklemeye başladım.

"Harley botlarım nerede benim? Daha geçen gün giymiştim."

"Bilmem, orada yok mu?"

"Yok, sabah da bakındım da bulamadım."

Bilmediğimi göstermek için omuz silktim ama sonra Suho'nun evinde ayakkabıları fırlattığım o an aklıma gelerek elimle ağzımı kapatıp arkamı döndüm. Tamamen aklımdan çıkmıştı botların ona ait olup öfkeyle fırlattıktan sonra orada bırakarak eve terlikle gelmiş olmam. Ve onu tanıdığım kadarıyla çoğunlukla o botları giyiyordu, farkına varması da bu yüzden erken olmuştu.

"Neyse şunları giyeyim bugün sonra bakarım."

"Hı-hı." diye destekledim onu onaylarcasına. Bir yandan da aklımdan bununla hakkında yapabileceğim şey şeyin Suho'ya mesaj atarak ayakkabıları istemek olduğunu bildiğim için içimden sayıp sövüyordum. Kürkçü dükkanı gibi olacaktı biraz ama sonuç olarak bir şekilde o botları almam gerekiyordu.

Jungkook kapıyı kapattığında elini hafifçe sırtıma doğru bastırıp beraber inerken destek oldu. Bu hareketi birçok kez yaptığı için artık yabancı gelmiyordu ancak yine de onun tarafından böyle bir dokunuş görmek, liseli aşıklar gibi kalbimi çarptırıyordu.

Beraber durağa kadar yürüdük ve otobüsü beklemeye başladık. Çıkmadan önce saate bakmadığımız için on beş dakika kadar beklemiş ve tam iş saatlerinde olduğumuzdan da kalabalık gelen otobüse binmek zorunda kalmıştık. Sıkış tıkış bir şekilde koridor kısmından yürürken tek kolumda alçıyla tutunmak çok zordu ama Jungkook beni hep destek olarak tutup kendiyle birlikte düzgün bir yere yerleşmemiz için çabalamıştı.

İnsanların arasından sıyrılıp arka taraflara geçtiğimizde tutunabileceğim tek yer koltukların baş kısmıydı ama o kadar dengesizdi ki tek elimle kavramak. Tam bu noktada Jungkook arkamdan doğru kulağıma eğilerek hafifçe "Koluma tutunabilirsin." fısıldadığında başımı sallayarak havadaki tutamaçı kavramış olan koluna parmaklarımı sardım ama dengesiz duruşumu görmüş olacak ki bu kez de "Sırtını yaslayarak destek de alabilirsin, problem değil." diye fısıldayınca yutkundum ve onu yavaşça onayladım.

Sırtımı ona yaslarken kalbimin sesini duyacağından endişe ettiğim için hala pek rahat değildim. Ona geçtiğimiz bir hafta içinde bundan daha fazla yakın olmuştum ama her seferinde ilk kezmiş gibi çarpıntıma engel olamıyordum. Her seferinde yanaklarım kızarıyor, omegam alfanın yakınlığına delirircesine tepkiler veriyordu.

Sırtım ona tamamen yaslandığında başımın üstünde önce çenesini sonra da tatlı, sıcak nefesini hissettim. Sonra o tanıdık çikolata kokusu burnuma çalındı. Sıcak, rahatlatıcı ve güven verici. İki gündür bu kokusuyla dolanıyordum ama doğruca üzerinden solumak daha iyi hissettiriyordu. Aynı zamanda tarifi zor bir heyecan yaratıyordu.

Otobüsün ani freni yüzünden öne doğru savruldum ancak Jungkook'un tek eli güçlü refleksle belime sarıldı ve beni kendine doğru çekerek düşmeme engel oldu. Tek eliyle beni öyle bir kavramıştı ki otobüsün bir sonraki freninde kılımın bile kıpırdamayacağıma yemin edebilirdim. Kesinlikle itirazım yoktu, iki gündür aramızdaki yakınlık bariz bir şekilde artmıştı ve ufak tefek temaslarımızı arttırmak için gösterdiğim acemi çabanın yerini bu sarılma çok iyi doldurmuştu.

Halimden memnun bir şekilde hafif bir tebessümle camdan dışarıya baktığımda bir an için gözüm yansımasına kaydı. İkimizin, daha doğrusu beni kolları arasında tutarkenki yansımasına. Çenesi başımın üzerindeyken yusyuvarlak gibi görünen, etrafa rahat bakışlar atan iki simsiyah göz, bej rengi beresinin yanlarından çıkarak yüzündeki bütün hatları keskince ortaya çıkaran kuzguni saçları ve o adamın kolları arasında küçücük duran ben. Çift gibi duruyorduk ve Jimin'in dediği gibi dışarıdan bakınca cicim aylarında gibiydik. Gerçekten öyle miydik?

Alt dudağımı ısırıp gözlerimi kokusundan mayışmış bir şekilde ağır ağır açıp kapadım ve yansımamızı izlemeye devam ettim. Normalde uzun gelebilecek tüm o yolculuk öyle kısa sürmüştü ki hastanenin ışıklarını görüp Jungkook elini belimden çekince ne oldu der gibi dönüp bakma gereği duymuştum. Neyseki hemen toparlanmıştım da peşinden takiplemiştim.

Bir on dakika kadar bekledikten sonra kontrol için doktorla görüştük. Alçıyı çıkartıp gerekli kontrollerden sonra tam olarak iyileşmediğine iki hafta daha kalması gerektiğine karar verdi hatta süre uzayabilirdi ama bu ikinci seçenekti. Çünkü ilk seçenek, kurt formuna dönüşmekti. Ellerimin çok fazla terlemesini ve feromonlarımdaki düzensizliği fark ederek kızgınlığımdan önce dönüşmemin iyileşmek açısından insan formundan daha etkili olduğunu vurgulamıştı. En son ne zaman dönüştüğümü bile hatırlamıyorken sürpriz yumurtadan çıkar gibi doktorun bunu önüme sunması hiç hoşuma gitmemişti. Üstelik Jungkook yanımdayken sürekli ondan alfam olarak bahsedip feornonlarının dönüşüm sırasında yardımcı olacağını belirtmişti.

Sonuç olarak ben, doktorun verdiği ilaçları kendi kafama göre kesip kullanan biriyken Jungkook'un tam tersi bir görev adamı olduğuna kanaat getirmiştim. Çünkü odadan çıktığımızda direkt Mingyu'yu arıyorum arabasını getirir ormana gideriz demiş ve kafamda elediğim dönüşüm planını gerçekleştirmeye doğru bir adım atmıştı. Her ne kadar ona dönüşmenin gereksiz olduğunu söyleyip hararetli bir kavga başlatsam da iki hafta daha alçılı kalmak istemiyordum. Ama omegam da dönüşüm konusunda pek uzlaşmacı değildi. Yine de Jungkook'la bunu istemediğime dair savaşmayacak değildim.

Savaştım.

Ve yenildim.

Şimdi çok uzun zaman sonra devletin güvenli dönüşüm alanları ilan ettiği ormanlık alanların birinde, arabanın içindeydim. Yüzüm asık ve son derece mutsuzca ön koltukta sessizce oturarak ağaçlık alana bakıyordum.

"Burada somurtarak dönüşemeyeceğini biliyorsun değil mi?"

"Kendimi hazır hissetmiyorum."

"Yarım saattir ağaçlara bakıyorsun?"

"Demek ki yarım saattir hazır hissetmiyormuşum."

"Taehyu-"

Arabanın iç lambasını kapatım hızlıca ve bakışlarından kaçmak için cama doğru dönüp "Benim için çok zor tamam mı?" diye sızlandım "Küçüklüğümden beri de zordu, pasif olduğum için omegam kendini göstermekten hoşlanmıyor. İnsan formunda daha cesaretli ama etrafında bir alfa varken işler tam tersi oluyor. Bana biraz zaman ver."

"Tamam o zaman ben dışarıda bekliyorum. Kendini hazır hissedince gelirsin. Ben de sonra uzaklaşırım."

Jungkook beni daha fazla zorlamadan arabadan inip kaputun üzerine yaslanarak beklemeye başladığında ağzından çıkan dumanlardan havanın ne kadar soğuk olduğunu özellikle bölge olarak daha da hissedilir olabileceğini biliyordum. Elimde olan bir şey değildi, pasif omegalarda dönüşüm her zaman zor olurdu her ne kadar kendime güvensem de kurt formunda kontrol omegamdaydı yani herhangi bir alfaya yenilmesi fazla olasıydı. Güvenli bölgede olsak da içgüdüsel olarak kendini tehlikede hissediyordu ve alfası yanında olmadığı için de dönüşmeyi reddediyordu. Ancak sorun şu ki, Suho'yu alfam olarak görüp benimsediğim zamanlarda da hiç dönüşmek için çaba göstermek istememiştim. Zaten alfasını hiç hissedememiştim..

Bir süre dönük bir şekilde oturduğum koltukta dik bir konuma geçerek Jungkook'un sırtına baktım. Gerçekten de bana süre vermek için soğuğu dert etmeden öylece beklemeyi sürdürüyordu. Tabi biraz da alındığına emindim, alfa olduğu için dönüşemediğimi söyledikten hemen sonra beni tek başıma bırakmıştı..

Yanaklarımı şişirip kemerimi çıkartarak kolumdaki askıya mutsuz bir bakış attım ve derin bir nefesle kapıyı açtım. Soğuk hava anında yüzüme çarptı ve dönüşmek için bu zamanı seçmemize bin tane küfür saydım. İnsan formuna geçtiğimde çıplak olacağım için donacaktım muhtemelen.

Jungkook'un kaputun üzerine yaslanmış bedenin karşısına geçerek doğruca yüzüne baktığımda kırgın ifadesiyle karşılaştım. Aslında mimikleri normaldi ama gözleri ve feromonları onu ele veriyordu.

Kaputtan ayrılıp bana "Eğer hazır hissediyorsan arabanın arkasına geçeceğim." dediğinde gitmesini engellemek için montuna tutundum ve durmasını sağladım. Ardından ise sesimi yumuşatarak "Seninle ilgisi yok, gerçekten Jungkook... Bu benim için çok karmaşık bir durum." dedim ama sesimin titremesine engel olamamıştım.

Beni anlayacağını biliyordum, ki öyle de olmuştu. Kaputa hafifçe yaslanarak gözlerindeki ifadesini yumuşatmıştı. Ama benim için bu yeterli değildi, Jungkook'un tek düze ve solgun gözleri yerine gülümseyen, pasparlak bir şekilde bana bakmasını istiyordum bu yüzden de açıklamaya devam ettim "İçimde sürekli omegamla savaş halindeyim ama söz konusu dönüşmek olunca ortadan kayboluyor. Cesur olmak istesem de bir noktada onunla aynı içgüdüleri paylaştığım için o güven korkusunu yenemiyorum." Başımı eğerek yutkunurken "Omegam alfanın gücünü ve ağırlığını hissediyor, ona alışması için zaman tanımam gerek." diye ekledim.

Sözlerimle birlikte Jungkook'un gözlerindeki ifade biraz daha yumuşadı ancak bir kere o cesareti almıştım ya, gülümseyerek başımı yana yatırdım ve tatlı tatlı gözlerimi kırpıştırdım "Bu yüzden gitmeni istemiyorum. Hm, olur mu?"

"Olur," derken ses tonu ağır ve anlayışlıydı "İstersen yanında istersen arabada beklerim. Nasıl rahat edeceksen."

"Yanımda kal, lütfen gitme."

Jungkook, gözlerimin içine derin ve anlayışlı bir bakışla bakarken hafifçe yeniden başını salladı. Tüm varlığıyla beni anlamaya çalıştığını biliyordum ve bunu gerçekten başardığını da görüyordum. Bir alfa olarak baskın ve safkan olabilirdi, ama Jungkook'un bana karşı hep anlayışlı bir sabrı vardı.

Pasparlak gözlerle bana bakışlarını sürdürürken ellerini usulca cebine soktu ve kaputa tekrardan yaslandı. Ben de birkaç adım geri giderek kendime alan tanıdım ve gözlerimi kapattım. Soğuk esen rüzgar tenime çarparak uğuldarken bambu ağaçlarının birbirine çarpan dallarına konsantre oldum.

Burnuma birçok korku geliyordu ancak Jungkook'un feromonları en baskın olanıydı. Tam karşımda hissettiğim enerjisiyle orada olması içgüdülerimi sakinleştirse de omegamla aramdaki kopukluk yüzünden asla istediğime erişemiyordum. Haliyle bu da yüzüme yansıyor olmalıydı, gergin bir ifadeyle dişlerimi sıkıp yüzümü buruşturarak elimi yumruk yapınca bir süre bu şekilde bekledim ama çok geçmeden alfadan bir soru yükseldi.

"Ne yapıyorsun?"

Gözlerimi açarak yüzündeki anlamaya çalışır, garip ifadesine dikkatimi dağıttığı ve saçma bir soru sormuş gibi bir ses tonuyla cevap verdim "Dönüşmeye çalışıyorum?"

"Emin misin? Daha çok sıçacakmış gibi duruyorsun."

"Ya!" İki adımda Jungkook'a koşup seri hareketlerle rastgele vurup yumruk attım ve yükselen kahkahasına kendim de gülmemeye çalışarak "Siktir git arabaya geç, bende kabahat iki güvenelim dedik burnumuzdan geldi. Yürü eve gidiyoruz." diye azarladım.

"Ya ah-tamam vurma. Ne yapayım?" onu döve döve sürücü kapısına kadar onu sürükleyip kapıyı açtım ve itekledim. Bana engel olup geri çıkmaya çalıştı hemen "Tamam tamam söz uslu uslu oturacağım."

"Sus! Geçti artık çalıştır arabayı eve gidiyoruz."

"Çok ciddi görünüyordun biraz rahatlatmak istedim, ciddiyim bir daha yapmayacağım."

Kahkahalarına kınayıcı bir cıklamayla karşılık verip yanındaki koltuğa oturdum. Ardından kemerimi takıp hala aynı tavırla sırıtan alfaya kaşlarımı kaldırdım ve hayretler içinde bakakaldım "Sen hala gülüyor musun?"

"İtiraf et komikti."

"Hayır değildi. Tüm dikkatimi dağıttın."

"Gergin olmasan güleceğini biliyorum." ona cevap vermeden camdan dışarı bakmak için kafamı çevirdim ama Jungkook eliyle çenemden tutup hafifçe çevirdiğinde bana ağzı kulaklarında bir gülümseme sundu "Bakayım, gülecek gibisin. Bak güldün işte."

"Of çek elini." diyerek elini ittirdim ve cama doğru dönerek gülmemek için dudaklarımı içe katladım. Ancak ona bakmaktan kaçınışım kısa sürdü çünkü gözlerini üzerimde hissettiğim için bakışlarımı çevirme gereği duymuştum.

Yüzünde hala o ışıltılı sırıtışla direksiyona doğru eğilmiş bana bakıyordu ve açıkçası gülmemek için bastırdığım bütün o duygular bir göz devirmeyle öylece konuvermişti dudaklarıma. Bir şekilde, beni hep güldürmeyi başarıyordu işte böyle.

Kaşlarını kaldırıp bak güldün işte der gibi gülüşünü daha da büyültünce söz hakkı bana doğmuş ve ona "Tamam komikti, güldüm işte." dedim ve işaret parmağımı doğrultup yine de kendimden ödün vermeden ekledim "Ama bu dikkatimi dağıttığın gerçeğini değiştirmiyor."

Gözlerinden garip bir heyecan geçti ve ittirdiğim eli yeniden yüzüme uzandı. Fakat bu kez dudağımın köşesindeki kıvrımı hafifçe okşayıp göz kırparak "Olsun, bunun için değerdi." diyerek oturduğı koltuktaki sürüş pozisyonuna geri döndü.

Başımı iki yana sen uslanmazsın der gibi sallarken gülümsememi sürdürdüm ve içimdeki sıkıntıların bir anda uçup gidişine şaşırdım. Hayatım boyunca bir insanın varlığının nasıl başka bir insanı rahatlattığını merak etmiştim. Deneyimlerimin sonunda ise hep hata yaptığımı anlamıştım. Ancak Jungkook'un varlığı hayatımın öyle bir noktasına yerleşmişti ki farklı olduğunu belli ediyordu, kalbimi bile çok farklı çarptırıyordu ve beni rahatlatıyordu. Onun yanında gergin olmama gerek yoktu, yanında mutsuz olma gibi bir durum söz konusu bile olmuyordu olsa bile bu hep geçici oluyordu.

Bir süre sonra eve yaklaştığımızda arabayı sokaktaki parkın biraz gerisine çekerek motoru kapattı ve inmek için ikimiz de kemerlerimizi çıkarttık. Kafamda doğruca eve gitmeye odaklanmıştım ama Jungkook cebinden birkaç bin wonluk para çıkartıp "Hadi gel seni market dateine çıkartayım." dedi yarım ağız gülüş ve çapkın bir göz kırpışla "Biraz enayi parası harcayalım."

"Enayi parası mı?" diyerek anlamadığımı belli edecek bir tonla ona sorduğumda Jungkook bir kez daha göz kırptı bana ve üstü kapalı bir şekilde açıkladı "Dövme parası."

Yüzündeki sırıtış Suho'nun yaptırdığı dövmenin parası ve hınzır bir gülüş olduğundan tam olarak sebebini çözememiştim ama beni eğlendirdiği için ona takılmadan edememiştim "Beni dolandırırken de böyle eğlendin dimi?"

Dudaklarını alınmış gibi büktü ve dramatik bir şekilde elini göğsüne yaslayarak "Hiç yapar mıyım öyle bir şey, günahımı alıyorsun." dedi.

"Çok kötü birisin."

"Hayat şartları diyelim, güzelim."

Güzelim...

Hiç beklemediğim bir anda sarf ettiği kelimeyle pata küte düşeceğimi bilmediğim için kalbim tekleyince dudaklarımı aralayıp nefesimi tuttum. Basit bir kelimeydi sadece ama uzun süredir sessizlikte olan omegamı saklandığı yerden çıkartmaya yetmişti. Feromonlarımı tutamamıştım.

Jungkook'un gülüşü artık nasıl bir ifadem varsa genişledi ve bana doğru kendini çevirdi. Bu sırada beresinden çıkan siyah bukleleri yüzüne doğru düşerken yıldızlarla dolu bir evren gibi parlayan gözleriyle bana daha dikkatli baktı. O kadar parlak ve canlıydılar ki bakışları karşısında bir an nefes vermeyi unuttum.

"Ne?" dedi yaramaz bir gülüşle "Düştün mü?"

Tutacaksan her türlü.

Sus. Tanrı aşkına sus arabadayız ve alanım çok dar.

İnan nerede olduğumuz hiç fark etmez.

Yüzümde beliren sıcaklığı bastırmakta gerçekten zorlanıyordum ve heyecanımı durduramıyordum. Jungkook çok fena birisiydi, konuya nereden gireceğini ve nereye çekebileceğini çok iyi yönetiyordu, hemen anlamıştı neye düştüğümü. Gizlemek için uğraşsam da bir yandan da bu hissin tadını çıkarma isteğiyle yanıp tutuşuyordum. Karşılık versem ne olurdu ki?

"Belki de düştüm?" dedim onun gibi arabanın içinde ona doğru dönerek. Arabanın içindeki ısıyı da böylece daha çok yükseltmiş oldum.

Jungkook'un gülüşü verdiğim cevaba karşılık aynı kaldı ama kaşlarını hafifçe kalkarak "Bana böyle cevaplar vermeye devam edersen, daha fazlasını duyma isteğimi bastıramam."

Parlak gözlerinden bir kıvılcım geçti, hem beni hem de kendini yakabilecek bir kıvılcım olduğunu biliyordum. Bunu hissetmemek imkansızdı çünkü sözlerinin ötesinde saklı olan şeyi de hissetmiştim. Ama bir şey yapamamıştım. Sadece dudaklarımı aralamış, gözlerinin içine bakarak içimden dene demiştim dene Jungkook, ilk adımı atmak için cesaretim çok kırık.

Ancak sessizliğim yüzünden konuşmanın devamı gelmedi ve Jungkook derince bir nefesle arkasına yaslanarak başını arkasındaki koltuğa yasladı. Yan profilinden hala yüzünde bir gülümseme olduğunu görebiliyordum. Bana döndüğünde gözlerindeki ışıltı eksilmeden anlayışlı gözlerle hafifçe süzdü ve sakin bir tonla "Market dateine cevap vermedin." dedi.

Ben de tıpkı onun gibi bir nefes aldım ve nahifçe gülümseyerek başımı eğip onu onayladım "Peki, gidelim."

İçerideki sıcak ortam hala devam ediyordu ve feromonlarımız bütün arabanın içine doluşmuştu. Muhtemelen Jungkook, biraz önceki konuşmaya devam etseydi işler daha farklı ilerlerdi ama bunu tek başına üstlenmek istemediğini devam etmeyerek anlamamı sağlamıştı.

Arabadan inerek hemen yanına koşturdum ve bizim sokağa doğru birlikte yürümeye başladık. O sıra hangi markete gitsek diye kararsız kalsak da en yakın olan sokağın başındakinden karar kıldık çünkü böylece kedileri de görmüş olacaktım hatta onlara mama da verebilirdim.

"Kafanı kapat üşüteceksin."

Jungkook eliyle şapkamı kapatarak karışıp duran saçlarımın rüzgarını kestiğinde ona teşekkür etmek için ağzımı aralamıştım ama tam apartmanımızın önünde bize doğru sağlam bir küfür savurarak gelen bir alfa vardı, yanında da kuyruğu gibi dolaşıp duran omega.

"Seni sikik orospu evladı bilerek yaptın değil mi?!"

Suho yumruk yaptığı elini kaldırarak Jungkook'a savurduğunda Jungkook'un adını bağırıp koluna tutundum. Diğer omega ise geride öylece durmuş ve yapma diye bağırarak eliyle ağzını kapatmıştı.

Jungkook hızlı bir refleksle yumruktan kaçındı, ben de bir küfür savurdum dengemi sağlayarak. Sonra Jungkook tökezleyen Suho'nun ceketinden doğru ittirerek sırtına tekme atıp yere yuvarlanmasını sağladı. Suho umrumda bile değildi, Jungkook'un darbe alıp almadığına baktım telaşla ve tek nefeste sordum "İyi misin?"

Jungkook başından hafifçe kaymış beresini düzelterek en ufak bir telaş göstermeden başını bir şey yok dercesine bir kez kaldırıp omzumu hafifçe okşadı. Belki de cevap verecekti ama buna fırsat bulamadan Suho beni ittirip Jungkook'u yakasından kavradığı gibi duvara yapıştırdı.

"Piç kurusu!"

Nefes nefese ve kıpkırmızı olmuş öfkeli bir suratla tükürükler saçarak hala küfürlerini sürdürüyordu. Çünkü Jungkook onun aksine çok sakindi, bu da öfkesini körüklüyordu. Alçılı olan koluma lanet ederek onları ayırmak için çekiştirdim ama tek kolla bunu yapmak oldukça zordu ve ikisi de alfaydı. Gücüm iki elimle bile onları ayırmaya yetmezdi muhtemelen ve yükselen feromonları da çoktan omegamı etkilemeye başlamıştı.

"Bırak onu," diye bağırıp daha güçlü çekiştirerek son kez şansımı denedim ve diğer omegaya karşı öfkeyle bağırdım "Aptal mısın orada duracağını ayırmama yardım et de siktirip gidin."

Omega birkaç tereddütlü adım atarak Suho'nun kolunda tutup çekiştirdi ama tabii ki hiçbir işe yaramadı. Zaten yardım istemekle hata yapan bendim, bomboş bir herif olduğu Suho'yla birlikte olmasından belliydi.

"Öylece susup kalacağım mı sandın?" Jungkook'un tuttuğu yakalarından iyice kendine çekti dişlerini sıkarak devam etti "Sırtıma çizdiğin o rezilliği düzelteceksin, paramı da iade edeceksin. Duydun mu beni?"

Jungkook'un dudakları arasından bir cık sesi duyuldu ve peşinden bana arabada gösterdiği wonları Suho'nun başından aşağıya dökerek alay dolu sesi yükseldi "Paranı da al siktir git, cover up yapmıyorum."

"Orospu çocuğu seni polise şikayet edeceğim."

"Etmezsen hatrım kalır, nolur et."

Jungkook Suho'nun tehditlerine karşı en ufak bir öfke belirtisi göstermeden küçümseyici bakışlarla konuşmasını sürdürdüğü için Suho'dan yükselen feromonlar artmaya başladı ve öfkesinin patladığını hissettim. Ama güç dengesi ortadaydı, Suho'nun bu savaşı fiziksel olarak bile kazanma şansı yoktu. Pasif bir alfanın baskın ve özellikle de safkan bir alfaya kafa tutması demek alfasının bıçak üzerinde yürümesiyle eş değerdi. Bunu o da anlamış olmalı ki Jungkook'un yakalarından doğru ittirip bıraktı ve üzerini düzelterek hırslı bakışlarla son kez "Seni mahvedeceğim." diyerek gitmek için döndü ama sonra durdu.

Oradaki varlığımı öfkesinden yeni fark etmiş olmalıydı ki bedenini bana döndürüp tepeden tırnağa süzdükten sonra iğrenç bir ifade takınıp yüzüme dokunmak için elini kaldırdı. Kaşlarımı çatıp doğruca bir adım geriledim ama zaten Jungkook ikimizin arasına girmiş, Suho'nun elini tuttuğu gibi bükerek bağırtmıştı. Kırıp kırmadığını anlamamıştım ama Suho'yu geri ittirip teması kestiğinde iğreti edici bir şekilde çıkan gülüşten kırılmadığı belli olmuştu.

"Çek elini."

Jungkook'un daha önce hiç duymadığım kadar ağır olan öfkeli feromonları sarsıcı bir şekilde yükselirken dudakları arasından tüyler ürpertici bir tonla sesi yükseldi "Ona bir daha dokunmaya çalışırsan-."

"Anlamadığın şey ne biliyor musun?" sesi tahrik edici derecede çıkıyordu ve Jungkook'un yükselen feromonlarını daha da öfkeyle tutuşturuyordu "Ben ona defalarca kez dokundum. O benim ruh eşim, benim omegam."

Jungkook'un birkaç gün öncesinde Suho eve geldiğindeki kırıklığının sebebinin ruh eşim oluşundan, ayrı olsak da böyle bir durumda arada kalışından olduğunu biliyordum ve şimdi söylenen sözler tam da o kırık noktaya dokunuyordu. Feromonlarındaki öfkenin arasında süzülen o kalp kırıklığı hisleri tıpkı onun gibi benim de omegamı darmadağın etmişti.

O sırada Suho, elini kaldırıp bana doğru dokunmak için yeniden hamle yaptığında Jungkook bu kez biraz önceki kadar sakin kalamadı. Suho'yu elinden yakaladığı gibi ters çevirip dizlerinin arkasına tekme atarak yere çökmesine ve oradan da yüzünün asfaltı boylamasına sebep oldu. Kolunu ters bir şekilde sırtına bastırdığı için de yerde acıyla debelenmeye başladı.

"Cümlemi bitireyim ki daha iyi anla," Jungkook'un sesi bu kez boğuk ve fazla tehditkardı. Kelimeleri ise adeta bir bıçak gibi keskin ve soğuktu "Eğer, ona bir daha dokunmaya çalışırsan bu kadar sakin kalmam. Beni sınama alfa, işleri çirkinleştirirsen dişlerimi boynuna geçirmekten gocunmam."

Jungkook eliyle yetinmeyip bir de diziyle Suho'nun üzerine bastırdığında Suho küfür ederek kalkmaya çalıştı. Aynı anda da baskın alfa feromonları her yanımızı sararken, Jungkook'un kontrolünü yitirdiğini fark ederek işlerin daha kötüye gitmesini engellemek için hemen araya girdim, koluna tutundum.

"Jungkook, sakin ol."

Gücü karşısında zayıf kalacağımı biliyordum ama beni zorlamamış, tek seferde geri çekilerek rahat bir nefes bırakmamı sağlamıştı.

Suho'nun üzerinden tamamen çekildiğinde tek isteğim eve gitmekti ama yerden pislikçe gülerek doğrulurken bu pek mümkün görünmüyordu. Yine de o anda bunu umursayacak durumda değildim. Tek istediğim Jungkook'u bu ortamdan uzaklaştırmaktı.

Jungkook'un kolunu kısa süreli de olsa bırakıp karşıda sendeleyerek bize gülen alfayı tek elimle öfkeyle ittirip bağırdım "Sana omegan olmadığımı söylemiştim" sonra da omeganın kolundan tutup Suho'ya doğru ittirdim "Alfanı da alıp siktirip gidin buradan."

İkisine arkamı dönüp pek de sakin olmayan nefeslerle kırık bakışlara sahip alfanın elinden tutarak apartmana doğru çekiştirmeye başladım "Eve gidelim, Jungkook, lütfen."

Onun da burada kalmak istemediğinin farkındaydım ve zaten gidelim dediğimde çoktan tek hamlede ellerimizin pozisyonunu değiştirip benimkileri kendi ellerinin arasına alarak apartmana yöneldi. Hızlıydık ama beni sürüklüyor gibi de değildi, sadece öfkeliydi. Öfkesinin sebebinin ben olmadığımı belli etmek için de beni bırakmıyordu.

Şifreyi hızlıca tuşlayıp içeri girdiğimizde beresini çıkartıp eliyle saçlarını şekilli bir şekilde dağıttı. Açıkçası ne söylemem gerektiğini bilmiyordum ve Jungkook'u ilk kez bu kadar öfkeli görüyordum. Eve geldiklerinde bile böyle değildi, sadece feromonları yüksek ve kırgındı. Şimdi ise ne söyleyeceğimi bilemeyeceğim kadar gergin görünüyordu, alfasından yayılan o enerji yüzünden o kadar kararsızdım ki ağzımı açıp bir kelime söylersem ters tepecek diye çekiniyordum.

Kapının girişinde Jungkook'un kıyafetlerini asışını öylece durarak izlediğim sırada eli askıda kaldı ve başını eğerek derince bir nefes aldı. Saçları yüzüne dökülüyordu, gözlerini de kapatmıştı.

"Bir şey yapabilir miyim?" diye başladığı cümlesine devam etmeden hafifçe bana döndü ve gözlerini ağır ağır kapatıp açtı "İzin verirsen..."

Ne olduğunu söylememesi önemli değildi, onay verdiğim anda zaten iki adımla beni kendine çekip eliyle başımı desteklerek başını boynuma gömdü ve derince soludu.

Sıcaklığıyla sarmalanırken koku bezlerine istemsizce burnumu sürttüm. Varlığı her zaman güven verici olsa da, o an daha da derindi. Eli hala başımın arkasında, uzun parmakları saçlarımın arasına hafifçe karışmıştı. Nefes alıp verişi hızla yavaşladığında alfasının sakinleştiğini hissettim. Aynı anda da içime bir rahatlama yayıldı. Çikolatalı feromonları yumuşak bir dalga gibi etrafa yayılmaya başladı.

Aramızdaki sessizlik her zaman garip bir hava oluştursa da bu kez o kadar doğal ve huzurluydu ki, hiçbir kelimeye ihtiyacımız yoktu. Sadece hislerimiz vardı.

Sağlam olan elimi belinden doğru yukarı sürükleyip kürek kemiklerinin orada sweatini avcumun içine alarak sıkıştırdım. O da beni daha sıkı sararak hafifçe gülümsetti ve artık kelimeleri kullanabilmemi sağladı.

"Bu kadar öfkeleneceği ne çizdin ki?" diye temkinle sorarken merakıma yenik düşmüştüm ancak Jungkook temkinimi boşa çıkardı ve koku bezime doğru nefesini bırakırken daha fazlasını söylemeyeceğini belli edecek netlikte cevapladı "Hayatı boyunca utanç duyacağı bir şey."

Ben de üstelemedim, konuyu değiştirerek "Şimdi daha iyi misin?" diye sordum ona.

"Bir tane de sigara içsem tadından yenmez."

"Paketim bitti." dedim ve sıkıntıyla iç çektim. Böyle demiştim çünkü onun da paketinin olmadığını biliyordum. O da benim gibi iç çekmişti sözüme karşılık.

"Hay sikeyim ya, enayi parasından da olduk iyi mi, mecbur benim zulaya kaldık."

Güldüğünde ben de güldüm ve ayrılmam için bollaştırdığı kollarından çıkarken "Zula?" diye sorup montumun fermuarını indirdim. Alçıdan dolayı zorlanmamam için hemen bana yardım etmeye girişti ve sorumu yanıtladı.

"Görürsün. Hadi üzerine rahat bir şeyler giyin de de balkona geçelim."

Jungkook'u onaylayıp odaya geçtim ve ne kadar çabuk giyinebiliyorsam o kadar çabuk hareket edip üzerime bir polar almak için dolabımı açtım. Hazır Jungkook da yokken dolabımın içindeki ondan çaldığım iki kapüşonluyu dürüp çift kişilik yatağın altına fırlattığım gibi aynadan kendime şöyle bir bakıp hiçbir şey olmamışcasına odadan çıktım. Jungkook da bu sırada giyinmiş üzerine pembe peluş sabahlığını geçirmiş kemerini sıkıyordu.

Onu böyle pembeler içindeki sabahlıkla görmek komiğime gittiği için güldüm ve kettleın düğmesine basarak kalçamı tezgaha yasladım. O da bu gülümsememin sebebini anlamamış olmalı ki hemen sordu.

"Niye gülüyorsun?"

"Hiç, sadece..." dedim ama içten gelen kahkahamı durduramamış, aniden patlamıştım "Özür dilerim. Şimdi seni pembe sabahlıkla görmek... Komiğime gitti."

"Yoksa sen, pembe rengin sadece omegaların giyeceğini savunanlardan mısın?"

"Hayır, sadece biraz önce aşağıda o kadar korkutucuydun ki şimdi çok tatlı görünüyorsun."

"Yah!" diye çıkışarak ellerini cebine soktuğunda kaşlarını da minikçe çatmıştı "Havalı göründüğümü itiraf et. Ayrıca on sekizinci yüzyılda soylu alfalar da pembe giyerdi çünkü kırmızının alt tonlarından olan pembe gücün ve cesaretin simgesiydi. Bunu sana sanat tarihi dersinde öğretmediler mi?"

Pembe sabahlık giydiği yetmiyormuş gibi bir de bana sanat tarihinden ders vermeye çalışıyordu. Kaşlarımı şaşkınlıkla kaldırdım ve kettleın sesini bastıran bir kahkaha daha patlattım "Bu kadar şey biliyorsan bilgisayar yerine moda tasarımı okusaydın."

"Eğer okusaydım, inan bana güç ve cesaretin öncüsü olurdum. Benden ilham alırlardı."

Tekrardan güldüm ama komik bir şekilde etkileyici olduğu gibi hem havalı hem de tatlıydı. Bugünün en güzel şeyiydi desem yeri olabilirdi.

Tam o sırada kettle'dan buhar yükselip suyun kaynadığını fark ettim. Kendisi atmadan önce davranıp kapattım ve iki fincan alarak tezgaha koydum "Çay mı, kahve mi istersin?"

"Bu nasıl bir soru böyle, kahve tabii ki. Sigarayla en iyi kahve gider." dedi göz kırparak.

Kahveleri hazırlayıp ikimize de doldurduktan sonra, kendiminkine dolaptan çok az bir süt ekleyip yumuşattım ve fincanlardan birini ona ona uzattım. Birlikte balkona çıktık, ben koltuğa o da mermere yerleşti.

Sonra büyük bir hevesle sigara zulasını çıkartmayı bekledim çünkü en son fakültede Hoseok hyungdan otlakçılık yapmıştım. Ancak Jungkook, eve geldiğinden beri sigara izmaritlerini biriktirip asla atmamamı söylediği orta boyutlardaki küçük koli şeklindeki kutuyu kucağına alarak ışıldayan gözlerle bakındı ve "İşte, ay sonu acil durum zulası." dedi.

Gözlerim kutu ve Jungkook arasında gitti geldi, gerçekten anlamak için çok çaba sarf ettim ama gördüğüm tek şey dik konumda duran bitmiş sigara izmaritleriydi.

"Tam olarak ne görmem gerekiyor?" diye sorma gereği duydum çünkü ne kadar bakarsam bakayım tahmin edebileceğim hiçbir şeyim yoktu.

"Bak şimdi," sigaralardan birini aldı ve dudakları arasına koyarak her zaman balkonda bıraktığımız çakmakla yakarak içine çekti ve üfledi "İki nefeslik kadar çıkıyor, o yüzden paketim varken hepsinin dibinde iki nefeslik kala düzgünce söndürüyorum ki ay sonunda değelendirebileyim."

Gerçekten de dikkat ettiğim kadarıyla benim sigaralarım hariç hepsi muntazam bir şekilde iki nefeslik kala söndürülmüşlerdi. Zaten böyle bir fikir çıkacaksa ancak Jungkook'dan çıkabilirdi çünkü bu kesinlikle benim aklıma gelemeyecek boyutta bir şeydi.

Şaşkınca ikinci nefesi keyifle çekip havaya üflerken gülüşünü izledim. Kutunun içinden bir tane daha aldı ve bana uzattı "Burslar yatana kadar bizi idare eder kalanını da otlakçılıkla tamamlarız."

"Daha önce hiç öğrenci olduğumu iliklerime kadar hissetmemiştim." dedim ç ve elime tutuşturduğu bitik sigarayı dudaklarım arasına alarak yaktım. Her zaman içtiğim sigaradan daha ağır bir tadı vardı çünkü sönmüş ve diğer izmaritlerle beklemişti bu yüzden içime çektiğim an öksürmeye başlamıştım.

"Yavaş çek ağırdır."

"Sağ ol, biraz daha geç söyleseydin."

Gülerek sırtıma vurdu ve izmaritlerden yeni bir tane yakıp içmeye başladı. Ben de öksürüklerim dindikten sonra bir sonrakileri daha dikkatli yaktım.

Birlikte sessizce sigaralarımızı içmeye devam ettik. Bazen de sohbet edip birbirimizi dinledik. Onunla sohbet etmek beni dünyadan soyutluyorduk. Beni ilgiyle dinleyişi, kelimelerini özenle seçişi... Konuşma bittiğinde de dudaklarında hoş bir gülümseme kalıyordu.

Hafif bir rüzgar yüzümü sertçe okşayıp geçerken göz ucuyla başını sola çevirmiş apartmanların arasındaki yolu izleyen Jungkook'a baktım. Yüzündeki asılı kalmış tebessümün beni ne kadar rahatlattığını fark ettim. Aşağıda yaşanan gerginlikten hiçbir iz kalmamıştı ve aramızdaki konuşmanın içine hiçbir tedirginlik girmemişti.

Jungkook izmaritteki son kalan nefesi çekerek bakışları kapıya yönelince ben de istemsizce baktım ve sonra birbirimize döndük. Bu sessizliğin birkaç gün kalmış finallerimize yönelik olduğu barizdi ve çok geçe kalmadan ders çalışmamız gerektiğinin de işaretiydi.

"Sanırım artık ders çalışmalıyız." diyerek ayaklandığında ben de sızlanarak elimdeki izmariti kolinin köşesine doğru bastırıp söndürdüm ve onu takip ettim. Dışarının serinliğinden odanın sıcaklığına adım attığımızda ikimiz de rahatlamıştık ve doğruca yemek masasına yerleşmiştik.

Jungkook bilgisayarına odaklanmış, klavyesinde parmaklarını dolaştırıyordu. Benim dikkat dağınıklığımın aksine o hemen ders moduna geçiş sağlayabilmişti. Yüzü ciddi görünüyordu ve gözlerinin üzerine oturan ince, metal çerçeveli gözlüklerine yansıyan ışıklardan anladığım kadarıyla epey kalabalık bir ekrana sahipti. Ben de ilk başta sözel olan derslerimin notlarını çıkarttım. Sözel dersler benim için çöp adam çizmek gibiydi, kolayca zihnime kazıyabiliyordum ve çalışırken de oldukça eğleniyordum çünkü ilgimi çekiyordu öğrendiklerim. Ancak belli bir saatten sonra haliyle kafam bir noktada almayı reddettiğinden final yerine geçecek proje çizimimi halletmek için malzemelerimi hazırladım.

Bir yandan göz ucuyla ona bakarken, ders notlarımı toparlamaya çalıştım. Dikkatimi dağıttığı için her hareketinde onu takip etmek gibi bir huy edinmiştim. En son notlarımı düzene sokup eskiz defterimle projemi önüme çektiğimde Jungkook'u ders çalışırken kullandığı lastik tokalardan biriyle saçlarını hafifçe dağınık bir şekilde toplarken yakaladım. Dalgalı siyah saçları ensesinde serbestçe kaldı ve gözlüğünü düzelterek oturduğu yerde diz kapağına çenesini yaslayabileceği bir pozisyonda sandalyesinde yeniden yerleşti. Ardından bakışları çok kısa benimkilere kaydı ve göz kırparak hafifçe gülümsediği gibi ekrana geri döndü. Nasıl öylece odağını toplayabiliyordu bilmiyorum, ben ona baktığımda darmadağın oluyordum resmen.

Bir nefes aldım ve kendime defalarca odağımı korumam gerektiğini söyleyerek projemi dosyamı açtım. Oturduğum sandalyede bağdaş kurarak sağlam olan elimle çizim yapmaya çalışmak beni gerçekten zorladığı için asıl çizimi yaptığım kağıt bozulmasın diye eskiz defterimde alıştırma yapmaya başladım. Her zaman kullandığım sağ elimin yerini asla tutmuyordu ve çizgilerimde ufak da olsa titremeler olabiliyordu. Bu da çizimimi kararsız gösteriyordu ve asla kabul edilemezdi.

Seslice ofladım ve yeni bir sayfa açıp ayaklanarak kahvemi tazelemek için bardağımı aldım. O sırada Jungkook'un boşalmış bardağını da almayı ihmal etmedim.

"Çizmekte zorlanıyor musun?"

Omzumun üzerinde çizimime bilgisayarının üzerinden bakmak için uzanan Jungkook'a kısa bir bakış atıp bardağa granülden kahve eklerken "Sol elimi alıştırmam gerek." dedim.

"Hmm... Evet çizgiler titremiş gibi duruyor."

"Birkaç güne düzeltirim diye umuyorum."

"Düzeltemezsen de sorun değil, çizimim iyi asıl projen için yardım ederim."

"Çok iyi olur."

"Bu eskiz defterin değil mi? Diğer çizimlerine bakabilir miyim?" diye sorduğunda bardağıma sütü koyarken onu onayladım ama en son o defterin içinde Jungkook'u ilk gördüğüm zaman sağ bacağından kasıklarına uzanandövmenin devamını kendi hayalimdeki şekliyle çizdiğim aklıma geldi. Sütü fırlatıp çığlık atarcasına bağırdım.

"Hayır bakma!"

Jungkook defter elindeyken dondu ve bakışları bana döndü "Neden?"

"Bakma. Bakma işte sebebi yok."

Sandalyesinde bana dönerek telaşıma gözlerini kısıp keskin bakışlarla yanıt verirken dudaklarına da hafif alaycı bir gülüş kondurmuştu "Çok şüpheli konuşuyorsun ve bakasım geliyor omega. Yoksa içinde fantezi dünyana ait çizimler mi var?"

Öyle de denebilir.

"Hayır yok. Defteri bana ver." Elinde tuttuğu defteri almak için hızla üzerine yürüdüm ama oturduğu yerde benden kaçırdı ve kıkırdadı "Gülme! Defteri ver alfa."

"Baktıktan sonra veririm."

"Nah bakarsın, verir misin şunu lütfen."

Çocukla oynar gibi bir elinden diğerine geçirdiği defteri yakalamak için çırpınıp durdum ama sonunda bileğini tuttum. Fakat bu kez de beni çekiştirdiği için dengem şaştı ve düştüm. Tam da Jungkook'un kucağına oturur vaziyette klişe bir film sahnesi gibi.

Elim havada defteri tutan elinin bileğindeydi. Onun boştaki eli ise refleksle düşmemi engellemek için kalçamın hemen altından destek oluyordu. İçinde bulunduğumuz pozisyon ve dudaklarımızın neredeyse değmeye yakın olduğunu idrak ettiğimiz anda şaşkınca ona baktım ve Jungkook'un irislerinin büyüyüşüne şahit oldum. Aynı hızla da dudaklarından çıkan kesik bir nefes dudaklarıma çarptı ve kalçamdaki elini sıkılaştırmasıyla aramızdaki yakınlık daha da belirginleşti. Ve hatta karmaşıklaştı.

Nefes alışverişlerimiz birbirine karışırken, dudaklarımızın bu kadar yakın olması... Tanrım... Hiç iyi değildim, içimde kopan fırtınalar yüzünden bayılacak gibi hissediyordum. Kalbim hızla çarpıyor, tüm düşüncelerim birbirine giriyordu. Ama daha da kötüsü lanet olasıca eskiz defterim hala elindeydi. Eğer bir şekilde içine bakarsa ve hayal gücümün ona dair çizdiği şeyi görürse büyük rezil olurdum. Utançtan kendimi aşağıdaki çöp evin içine atar metan gazından zehirlenmeyi beklerdim.

Zihnimde dolanan paniği bastırmaya çalıştım. Çözüm bile düşünemeyecek haldeydim kalçamdaki eli ve dudaklarıma değen nefesi hiç yardımcı olmuyordu. Hele birbirimizden ayrılmayan gözlerimiz dudaklarımıza gidip gelirken daha da kafam karışıyordu. Jungkook'un feromonlarıyla aynı anda yükselen feromonlarım, bir an için tüm mantığımı uçurdu.

Bu yüzden de aklım ve mantığım kötü bir işbirliği içine girdi. Düşünmeden tam önümde duran dudaklara hızlıca eğildim ve öptüm. Dudaklarımız birbirine dokunuyorken gözlerimiz açıktı ve Jungkook şaşkınca gözlerini büyültmüştü. Böyle bir şeyi beklediğini düşünmüyordum, zaten ben de ne yaptığımın farkında bile değildim.

Aptal. Sen bir aptalsın.

Omegamın acele düşünüp mantıksız kararlar verdiğimi öfkeyle söylemesiyle kendime geldim ve dudaklarımızın temenasını kopararak geri çekildim. Ne yaptığımı farkına vardığımda çok geçti ve geri döndüremeyeceğimi de bildiğim için daha çok telaşa kapılmıştım, onu böyle şok etmek istememiştim ancak bir anda oluvermişti.

Jungkook'un kalçamdaki eli yaşadığımız andan dolayı bollaşmıştı, bileğine sarılı eli de hafifçe aşağıya düşmüştü. Tam da bu boşluğun verdiği fırsatı kullanarak, hızla elindeki eskiz defterimi kapıp kucağından fırladım.

Jungkook'un eli göğsünün üzerindeydi, gözleri de benden bir an olsun ayrılmıyordu. Ben onun aksine daha telaşlıydım, alçılı kolumun üzerinden defteri göğsüme bastırmıştım ve sıcaklamış, muhtemelen de kızarmış yanaklarımla etrafa bakınarak ona bakmaktan kaçınıyordum.. Ben böyle olmasını istememiştim, sadece... Sadece o anda her şey çok fazlaydı. Yakınlığı, sıcaklığı, feromonlarımızın iç içe geçmesi... Mantıklı düşünememiştim. Ama şimdi, ne yapmam gerektiğini de bilmiyordum.

"D-defteri alacaktım sadece." heyecandan titreyen sesimle defteri göğsüme daha sıkı bastırdım ve rastgele konuşmaya başladım "Sen-sen bana öyle bakarken ne yapacağımı şaşırdım. Bir anda oldu, böyle olmasını istemiyordum, gerçekten... Bir anda..."

"Omega..."

Yumuşak sesi ve aynı tonlamaya uyumlu anlayışlı bakışlarına yakalanınca elimi havaya kaldırıp başımı iki sallayarak kelimeleri sıralamaya devam ettim "Hayır hiçbir şey söyleme. Biliyorum çok saçmaydı, haklısın ama daha fazla utanamam tamam mı, ben odaya gidiyorum, uyuyana kadar gelme."

Eğer omegam, bir insan olsa benden pişman olduğunu belli etmek için eliyle alnına vurur, bir de üzerine bana sağlam dayak atardı. Çünkü hak ediyordum. Onu üstün körü öpmüştüm, üzerine de başımdan savmışım gibi salonda bırakıp odaya kaçmıştım. Neredeydi hoşlandığı alfaya ilk açılacak kadar cesaretli, alfaları peşinde koşturan cilveli Kim Taehyung?

Öldü. Onu bugün sen öldürdün.

Omegam haklıydı, içimdeki flört yeteneklerini de o cesaretli adamı da bugün onu telaşla öpüp kaçarak öldürmüştüm. Çift kişilik yatağın önünde diz çöküp kafamı yatağa vurarak sızlandım ve hafızamda defalarca onu öptüğüm anı yaşadım. Çok kötüydü, gerçekten onu böyle öptüğüme inanamıyordum ve onu öylece bıraktığıma. Aramızda yeni yeni yeşermeye başlayan hislerin üzerine sırf çizdiğim resmi görmemesi için onu öpmek en son isteyeceğim şeydi. Hele telaşla konuşup ve öpüp kelimeleri ağzına tıkmak...

Gerçekten kendimi öldürecektim yaptığım şey yüzünden.

İçime içime ağlayarak kendimi yatağıma sürükledim ve yorganı kafama kadar çekerek düşündüm durdum. Uyumaya da çalıştım ama hayır, hiçbir şekilde başaramıyordum. Yatakta ne kadar dönüp durursam durayım bir türlü düşüncelerimi durduramıyordum.

Omegam, Jungkook'u, alfayı, arıyordu sanki. Ne kadar acele, üstünkörü bir öpücük olsa da omegamı uyarmıştı ve alfanın karşımdaki yataktan yükselen kokusunu hatırladıkça omegamı tutamıyordum..

İçerideydi ve tam da ihtiyacım olan kişiydi. Kokusu, varlığı ve beni saran o güvenli sıcaklık... Her an ona ihtiyacım artıyordu. Nefes alış verişim bile değişmişti, daha derin, daha hızlıydı. Bedenim onun yakınlığını arıyordu, zihnim ise savaş veriyordu.

Odanın sessizliğinde, başımı yastığa gömüp gözlerimi kapatmaya çalıştım ama burnuma gelen o tanıdık koku beni tekrardan irkiltti. Nereden ve bana neden çekici geldiğini biliyordum, öğleden sonra dolabımın içine yaptığım yuvayı bozarak yatağın altına attığım sweatti.

Gözlerimi araladığımda tam da oraya bakıyordum. Omegam onu almamı istiyordu ve açıkçası ben de almak istiyordum. Ellerim terlemeye başladı, Jungkook'un kokusuyla sarmalanıp yumuşak kumaşlara sürtünerek sanki onun kollarındaymışım gibi uyuyabilirdim.

Ya da içeri gidip birlikte uyumayı teklif edebiliriz.

Yapamam. Onu öpüp kaçtıktan sonra beraber uyuyalım diyemem.

O zaman yuva yapacağız.

Hayır, diye içimden omegama bağırdığımda buna engel olamayacağımı biliyordum. İçgüdülerime engel olamıyordum ve önümde iki seçeneğim olduğu da aşikardı. Ya yakalanma riskini alarak yuva yapacaktım ya da Jungkook'a birlikte uyumayı teklif edecektim.

Omegamla muhteşem zorlu bir savaş içindeydik.

Alfa içeride ve ağzından çıkacak tek kelimeyle istediğini yapacak ama sen bunu itiraf edemeyecek kadar cesaretsizsin. Burada aptal gibi iki seçenek arasında seçim yapmaya çalışıyorsun. İki kere beraber uyuduk Taehyung, şimdi işler ilerlerken artık ondan kaçma, biraz cesaretini topla ve ona gidip sor.

Yatakta yorganı tekmeleyerek kalktım ve alt dudağımı ısırarak kapıya ilerledim ancak kolu tutarken yine kararsız kaldım. Artık eskisi gibi bir şeyleri yaparken cesaretsiz hissetmiyordum ama ikili ilişkilerde özellikle hisler beslemeye başladığım birine karşı yeniden aynı cesaret kırıklığını yaşamak korkutucu geliyordu. Ve Jungkook farklıydı, bütün telaşımın sebebi onu kaybetmek istemememdendi.

Şu git gelleri bırak, alfa kırık cesaretini toplayabilir ama onun kırdığın gururunu yalnızca sen toplayabilirsin.

Yutkundum ve derince bir nefesle kapıyı açarak küçük adımlarla salonla mutfağın köşesinden Jungkook'a baktım. Gözlüğünü hafifçe yukarı ittirip bilgisayar ekranına bakıyordu ve arada bir de önündeki defterine notlar alıyordu.

"Ne zaman uyuyacaksın?" diye sordum elimle pijamamın ucunu sıkıca tutarken. Başını not aldığı defterden kaldırmadan cevapladı "Sen uyuduktan sonra."

Yalan yok, kaçıp gitmeme kırıldığını anlamamak için aptal olmak gerekirdi. Yoksa Jungkook konuşurken yüzüme bakmayacak bir adam değildi. Ama bir kere adım atmıştım, yani durmayacaktım.

"Yok," dedim hemen ve bir adım daha atarak mutfağın ortasına geldim "Şimdi uyu."

Biraz daha mı kibar olsan?

Bu kibar değil miydi?

Jungkook'un eli durdu ve eğildiği defterden doğrularak hafifçe bir nefes alarak sandalyesinde dönüp gözündeki gözlüğü masaya bıraktı. Sonra da bana bakarak yavaş bir tonda sordu "Birbirimize isteklerimizi mi söylüyoruz?"

Tam buradan yürüyebilirdim evet!

"Belki?"

"Peki. Sadece şimdi uyumamı mı istiyorsun?"

"Benimle uyumanı?" dediğimde Jungkook'un gözlerinden yumuşak bir ifade geçti başını olumluca salladı. Henüz sevinmeme fırsat bırakmadan devam ettiğinde ise çok fena duvara toslamıştım.

"Peki. O halde ben de deftere bakmak istiyorum, bir anda kaçıp gitmeni gerektirecek ne varmış görmüş olurum."

Siktir ya, çok sağlam yerden girmişti konuya.

"Ama-" dedim fakat Jungkook omuz silkip devamında gelecek olan şeyi kabul etmeyeceğini sözsüz ifade edince yutkundum. Bu noktadan dönmek istemiyordum ama çizimi görmesini de istemiyordum. Hangisi ağır basıyordu diye düşündüğümde omegam bana gereken desteği verdi.

Siktir et ve göster.

Pijamamın ucunu biraz daha çekiştirip dudaklarımı içe katladım ve yutkunarak içeri gidip eskiz defterini aldığım gibi tekrardan salona geçtim. Jungkook'un tam önünde durduğumda her ne kadar defteri uzatmak istemesem de hızlıca masaya bırakıp başımı öne eğerek yavaşça açmasını bekledim.

İlk sayfadan itibaren yavaşça çevirdi, ilgiyle bütün çizdiklerime bakarak diğer sayfalar arasında dolaşmaya başladı. Ta ki, bacağındaki dövme çiziminin olduğu sayfaya kadar. Sayfayı çevirirken gördüğüm köşeden o anın geldiğini görüp nefesimi tuttum ve yüzüne ciddi ifadesine baktım.

Gözleri çizime odaklanmıştı. Ne düşündüğünü ya da hissettiğini anlayamayacağım nötr bir ifadesi vardı. Ama sonra yüzünde hafif bir gülümseme belirdi, o tanıdık, alaycı bakış gözlerinde parladı ve "Yani..." diyerek bana bakmadan, siyah ve kırmızı örümcek çiziminde dolaştırdı bakışlarını "Böyle olduğunu mu düşünüyorsun?"

"Sadece hayal ettim."

Kelimeler ağzımdan çıkar çıkmaz Jungkook elindeki defteri bırakmadan bana döndü ve keskince baştan aşağı süzerek "Göremediğin şeyleri böyle hayal ediyorsan, hayal gücün bayağı kuvvetliymiş omega." dedi ve göz kırparak gülümsemesini genişletti "Ama isteseydin, gerçeğini de gösterebilirdim."

Olur?

"Ya da bazen dokunmak hayal gücünü daha iyi çalıştırır. Hangisini tercih edersen..."

Utançtan kıpkırmızı kesildim ve elimle omzuna vurup defteri elinden alarak arkama sakladım. Karşı binadaki çöp eve girip intihar etmek istiyordum tam şu anda. Eğer gerçekten yapabilsem yapardım.

"Sus artık. Gördün işte yorum yapma."

Jungkook sandalyesinde başını geriye atarak kahkaha attı ve "Çok tatlısın omega, sadece takılıyorum, rahatla." dedikten hemen sonra bilgisayarındaki şeyleri kapatarak ekranı indirdiğinde ayağa kalkıp eliyle çenemin altına dokundu "Benimle ilgili hayal dünyanı gördükten sonra seninle uyumak biraz tehlikeli olacak gibi görünüyor ama neyse, bir kere laf ağızdan çıktı."

Sessizce başımı çekip çenemdeki elini ittim ama Jungkook, bileğimden tutup beni odaya doğru çekiştirdi. Onun büyük adımlarına minik adımlarla hızlıca uyum sağlayıp son anda salonun ışığını kapattım.

Odaya geçtiğimizde Jungkook ışığı kapatmadan önce yatağa geçmem için ittirdi. İstediği gibi hemen çift kişilik yatağın içine geçtim, o da hızlıca geldi ve yanıma uzandı. Şimdi odada perdenin arasından süzülen ay ışığı, feromonlarımız ve nefes seslerimiz vardı.

"Oldu mu istediğin?"

Yan yana yatıyorduk ve hiç temasımız yoktu. İstediğim şey kesinlikle bu değildi hatta yakınından bile geçemezdi. Bana sarılmasını, kendine çekerek sıkıca sarmasını istiyordum. Tıpkı beni işaretlediği gün yaptığı gibi alfasının omegama sıcacık hissettirmesini istiyordum. Ama biliyordum ki Jungkook bu kadar atak gösterirken artık her şeyi ondan beklememeliydim. Omegam haklıydı, Jungkook kırık olan cesaretimi toplamam için bana sürekli orta açıyordu.

Bu yüzden de yatağın içinde ona hafifçe döndüm ve sıcak bedenine doğru kayarak başımı göğsüne yasladım. Jungkook bu hareketimle işareti almış, kendini döndürerek bir elini başımın altından geçirip omzumu, diğer eliyle de belimi kavramıştı. Çenesini de başımın tepesine yasladığında, tam da istediğim gibiydi. Sıcaklığı, büyük ellerinin beni kavraması, güven veren o his ve alfasının iyileştiren enerjisi.

"Şimdi oldu." diye mırıldandım. Alfa güler gibi sesli bir nefes verdi ve bu bende başımı çenesine doğru sürtme isteği doğurdu.

Yavaça, başımı oynatıp çenesine sürtündüm. Ve sonra bir anda boğazımın derinliklerinden gelen sesle irkildim. Doğal, kontrol edemediğim, derin bir hırıltı gibi bir sesti. Gözlerimi aralayıp şaşkınlıktan nefesimi tuttum ve engel olmaya çalıştım ama istemsizce yaptığım bir şeydi, durmadan grrlamaya devam ediyordum.

Onun da benim gibi şaşırdığını kollarının bir an için hafifçe gevşemesinden anladım. Ancak kısa sürdü, kolları beni yeniden hatta bu kez daha sıkıca sardı ve bir nefes bıraktı.

"Bu da ne?" diye sordu, sesi heyecanlı çıkmıştı ve kalbi hızla atıyordu.

"Öylesine bir ses işte." diye fısıldadım ama öylesine olmadığını biliyordum. O da biliyordu.

İkimiz de ne olduğunu biliyorduk.. Boğazımdan yükselen bu grrlama, içgüdüsel bir tepkiydi. Omega olarak içimdeki doğanın bir yansımasıydı ve Jungkook'un varlığı bu yanımı ortaya çıkartıyordu.

Daha önce hiç böyle tamamlanmış gibi hissettiğim olmamıştı. Başımı çenesine sürtmek benim ve omegam için, sadece fiziksel bir temastan ibaret değildi. Jungkook'un bana olan bütün davranışlarıyla bağdaştırdığım bir kabullenmeydi. Kendimi ona tamamen bırakmanın, ona güvenmenin ve onun yanında olduğumda içgüdülerimin yüzeye çıkmasının bir ifadesiydi. Kelimelere dökülmeyen bir iletişimdi hatta bir itiraftı.

"İçindeki kedinin bu kadar güçlü bir ses çıkardığını öğrendiğim iyi oldu."

Sadece gülümsedim ve başımı yeniden çenesine sürterek konuşmak yerine grrlamayı tercih ettim. Bu nasıl olabiliyordu bilmiyorum ama Jungkook farklıydı. Sıradan bir alfa değildi.

Beni her şekilde tamamlayan, diğer yarımı bulduğumu hissettiren kişiydi...

***

 

Chapter 18: omegayla tanışma ve bir büyük bir küçük kedi meselesi

Chapter Text

ResimLink - Resim Yükle

Güven hayatta en zor kazanılan ve en kolay kaybedilen şeylerden biriydi. Taehyung'a baktığımda bunu çok kolay hissedebiliyordum, bana güveniyordu. Bakışlarında, kelimelerinde ve en belirgini feromonlarında belli ediyordu kendini ancak şu an bulunduğunuz noktada onun ürkekliğini görmek bana bazı şeyleri sorgulatıyordu.

Şafak vaktinden önceydi ve biz bir önceki gün Taehyung'un dönüşmesi için geldiğimiz güvenli dönüşüm alanı olan ormandaydık. Dönüşebilmesi için kafamda basit bir mantık kurmuştum ve birkaç saat uyuduğundan emin olduktan sonra onu zorla kaldırarak yeniden ormana sürüklemiştim çünkü biz bir noktada gece hayvanlarıydık. Gecenin bütün sakinliğiyle avlanır ve gerektiğinde karanlıkta gizlenirdik. Bu yüzden de düşünmüştüm, belki de omega, kendini gece daha rahat hisseder ve dönüşmek için gerekli cesareti yakalardı. Belki de akşam kurduğumuz bağ ile daha da kolay olurdu.

Ancak ona baktığımda beklediğim hareketliliği alamamış, yaklaşık yarım saat boyunca dudaklarını dişlemesini izlemiştim. Gerçekten nerede yanlış yaptığımı anlamaya çalışıyordum, gerçekten deniyordum, çözüm yolu bulmak için fazlaca düşünüyordum. Bu yüzden de Mingyu'dan aldığım pick up arabanın arkasına battaniye ve yorgandan sıcak bir alan bile yaratmıştım, sabaha kadar kalacağımızı düşünerek de termosa sıcak çay doldurmuştum. Dönüşümden sonrası için de yanıma aldığım temiz kıyafetler sıcak kalsın diye aralarına sıcak su torbası koymuştum ama bir şey eksikti ve ben ne olduğunu bulamıyordum.

Pasif omegalar için temelde yatan zorlukları anlıyordum ve onu fazla zorlamak istemiyordum. Onun için dönüşümün, sadece fiziksel bir değişim değil, ruhunun derinliklerine inmek olduğunu biliyordum. Korkusu kendi doğasıyla yüzleşmekti. İnsan formundayken bir alfaya kafa tutabilecek kadar güçlüydü, ama dönüşünce... İşler farklılaşıyordu. Bir omega olarak başka bir alfayla karşılaştığında güçsüz kalacağından ve kontrolü kaybedeceğinden korkuyordu. Haklıydı da.

Sadece... Bir noktada hepimiz insandık ve çıkmaza sürüklenebilirdik. Yapabildiklerimi yaptığım halde, zaman geçtikçe sorunun benden, alfamın enerjisinden kaynaklı olup olmadığıyla ilgili çelişkiye düşüyordum.

"Of... Çok soğuk, üşüyorum ve uykum var. Jungkook..." elini kendine sarıp mutsuzca dudak bükerek bana baktığında ufak bir adım attı ve montumdan çekiştirdi "Eve gitsek olmaz mı?"

Orman cidden soğuktu ve benim üzerimdeki montun aksine onunkinde dönüştüğünde kolay parçalansın diye ince bir eşofman takımıyla lastik terlik vardı. Kısa kollu tişörtle üşümesi elbette normaldi ama vücut ısısını düşürmesi gerekiyordu. Böylece omegası onu ısıtmak için açığa çıkardı ve dönüşüm kolaylaşırdı. Fakat işe yaramadığı da bir gerçekti...

Elimle çıplak dirseğini okşayıp "Olmaz güzelim. Yapman gerektiğini biliyorsun." dediğimde biraz yumuşar gibi oldu ve başını eğip bir adım gerileyerek benden uzaklaştı.

"Olmuyor işte boşuna çabalıyoruz omegayı böyle kandıramazsın."

"Daha geleli bir saat olmadı, sabret."

İtiraz etmek için dudaklarını araladı ama sonra derince iç çekerek arkasını döndü sessizce. Feromonlarındaki artan stresi ve omegasının ürkekliğini hissedince kendimi kötü hissettim bir an için. Onu bu kadar zorlamamalıydım, varlığım ona bu süreçte daha fazla ağırlık yüklüyorsa yanında olması gereken kişi olmamalıydım belki de diye düşünmeden edemedim.

Taehyung, omuzlarını içe doğru düşürüp elini ensesine götürerek hafifçe ovaladığında onu izliyordum. Her hareketi, her bakışını detaylıca izleyerek nasıl bir yol izlemem gerektiği hakkında etraflıca düşünmeye çalışıyordum.

Aramızda farklı bir şey vardı, alfa ve omeganın bir araya geldiğindeki gibi oluşan doğal etkiden farklıydı bu. Çok daha yoğundu. Sanki onu biraz daha zorlasam kabuğundan çıkartabilecek tek güç bendeydi ama arada bir bariyer vardı ve onu bir türlü aşamıyordum.

Belki de tüm bunlar yerine farklı bir yol denemeliyiz?

Nasıl, diye sordum alfama çünkü bütün yolları denediğimi düşünüyordum.

Bir şeylerin farklı olduğunu biliyorsun.

Evet ama baksana... Soğuktan titrediği halde omegası kılını bile kıpırdatmıyor.

O zaman ısıt onu. Gücümüzün ona zarar vermeyeceğini göster, güvenini kazan.

Alfamın cümlesi, zihnimde yankılandı. Güvenini kazan... Taehyung bana güveniyordu ama alfama değil. Henüz değil... Bulunduğum yerde Taehyung'un gittikçe küçülüyor gibi duran bedenine baktığımda sıkıntılı feromonlarını duymak tam da meselenin bu olduğunu sertçe yüzüme çarptı. Ne olursa olsun omega baskın bir alfanın karşısına çıkmadan önce güvenmek isterdi. Taehyung o yüzden dün de, bugün de hem bana yakın olmak istiyor hem de geri adım atıyordu. Bütün tereddütü omegasının alfamdan bir hamle beklemesiydi. Haliyle aramızdaki bu bağı derinleştirmeden, onun omegayla bütünleşmesini beklemek bir balıktan karada yaşamasını istemekle aynı şeydi.

Yutkunarak ona doğru ufak bir adım attım ve soğuktan titreyen omuzlarından hafifçe tutarak irkilmesini sağladım. Vücudu önce gerildi sonra hafifçe dönüp beni gördüğünde gevşedi.

Yumuşak bir sesle "Taehyung..." diye adını fısıldadığımda arkasını dönmesini engellemek için omuzlarından tutup devam ettim "Bir şey denememe izin verir misin?"

Gözlerinde bir tereddüt vardı ama aynı zamanda bir tür merak. Bana güveniyordu, ona zarar vermeyeceğimi biliyordu, ama bu dokunuşun ne anlama gelebileceği konusunda kararsızdı. Sözlü bir cevap vermedi ama dudaklarının arasından çıkan nefes sesinden ve yan profilinden gördüğüm gülümsemesinden sessiz bir izin olduğunu anladım.

Elimi yavaşça ve dikkatlice kalçasının hemen yanında duran sağlam eline uzattım. Bileğini kavrayıp bilek içini parmak ucumla hafifçe okşarken derisinin soğukluğunun altındaki sıcaklığı ve enerjiyi hissetmek beni gülümsetti. Parmak uçlarımı hafifçe yukarıya doğru sürüyerek yukarı ve aşağıya hareket ettirdim ve kendimi ona doğru aramızda mesafe kalmayacak şekilde yaklaştırıp diğer elimle boynuna dokundum. Dokunuşlarımın nazik ve içini titretecek kadar sakin olmasına olabildiğince özen gösteriyordum ve Taehyung'un bütün tepkilerini dikkatle tartıyordum.

Parmak uçlarım boynunda ilerlerken nefesi hızlanmıştı ve bana karşı koymadan, okşadığım boynunu yana düşürerek devam etmem için bir işaret vermişti. Dokunuşumu kabul ediyordu, bedeni parmaklarımla canlanıyordu sanki.

Feromonları artmaya başladığı o an, koku bezlerine yakındım. Tatlı, hoş vanilya kokusunu derin derin solumak ve belki de dişlerimi hafifçe geçirerek onu yeniden işaretlemek... Dudaklarımı boynuna yaklaştırma isteğiyle dolup taştım. Alfam, ona daha fazla temas etmem için beni zorluyordu, ama henüz bu kadarı fazlaydı. Onu rahatlatmak, güvende olduğunu hissettirmek istiyordum. Bu belki de Taehyung'a en özel şekilde temas ettiğim andı ve bu anı bozmamak için dikkatli davranmalıydım. Tek bir yanlışım omegayı da Taehyung'u da rahatsız edebilirdi.

Kendimle mücadele içerisinde verdiğim savaşı sürdürmeye de kararlıydım ancak Taehyung'un göğsüme yaslamak için bir adım gerilemesi işleri biraz değiştirdi. Kolunu okşayan elimi refleksle beline götürdüm ve hafifçe sıkıştırarak kendime çekip bana iyice yaslanmasını sağladım.

"Jungkook..."

Titreyen sesi ormana karıştı ve kafamın içinde güzel bir melodi gibi yankılandı. Beni fazla zorluyordu, ona böyle dokunuyor olmak zaten fazla zorlayıcıyken bir de adımı böylesine bir tonda fısıldaması kalbimi tekletiyordu. Ancak sırf bu yüzden de geri çekilme niyetinde değildim çünkü omeganın alfama güvenini hissediyordum. Tam göğsümün üzerinde bana sıkı sıkıya tutunarak bekliyordu.

Taehyung'un belini hafifçe okşarken boynundan yükselen o tatlı kokuya karşı koyamadım ve dudaklarımı usulca kulağının altına değdirdim. Feromonları aniden değişti, kalp atışları hızlandı ve kesikçe nefeslendi. Omegaya daha da yaklaştığımı hissediyordum.

"Shhh..." diye sakinleştirici bir tonla onu telkin ederken boynundan aşağıya tişörtünün açıkta bıraktığı bronz tenine dudaklarımla minik bir öpücük bıraktım "Sakinleş omega." sonra bir tane daha "Güven bana," ve bir tane daha "Sana zarar vermeyeceğim."

Bu sadece bir söz değil, bir vaatti. Taehyung'un güvenini kazanmak için tüm sabrımla onu sarmalıyordum. Omega, en zayıf olduğum anda bile irademe hakim olup olamayacağımı bir güven meselesi haline getirdiyse ben de bunu yapmaya hazırdım. Aramızdaki bağ o kadar güçlüydü ki, sadece fiziksel değil, ruhsal olarak da birbirimize dokunuyorduk ve bu irademi kontrol etmemdeki en önemli etkendi.

Ona böyle dokunurken, dudaklarımın altındaki teninin alev alev yandığını hissederken ve feromonları deli gibi artarken Taehyung'un bedenine yayılan titremeyi hissettim. Ona zarar vermeden, yavaşça sınırlarını ve sınırlarımı zorlamaya devam ettim. Her hareketimde, her dokunuşumda onu rahatlatarak içindeki omegayı açığa çıkarmak için ona ihtiyacı olan zamanı ve güveni vermeye çalışıyordum.

Alçılı kolunun tişörtünün kol kısmındaki açıklıktan elimin tersini tenine değdirerek nazikçe okşarken Taehyung dudaklarının arasından bana seslendi. Sesindeki titreme, hissettiği duyguların karmaşıklığını yansıtıyordu.

"Alfa..."

Tek bir hitabın göğsümde yankılanacağını, kalbimi bu denli hızlandıracağını tahmin etmemiştim. Daha önce de defalarca bana alfa demişti ama bu sefer başkaydı, doğrudan ruhuma, alfama dokunuyordu. Beni tanımlıyor, ona ait kılıyordu. Basit bir hitaptan öteydi, aramızdaki bağın derinliğini hissettiriyordu aslında ve sesindeki titreme, içindeki karmaşayı olduğu gibi dışarı vuruyordu.

Bir şeyler söylemek için kıvranıyordu, ama kelimeler yetersiz kalıyordu. Arkasını dönüp yüzüme bakmak istediğini hissettim ancak henüz dikkati dağılsın istemediğim için belinden sıkıca tutarak onu yerinde tuttum. Bedenimiz arasında hissettiğim bu yakınlık, bir alfa olarak derin bir sahiplenme duygusunu da beraberinde getiriyordu.

"Benim, omega. Yanındayım ve güvendesin." Dudaklarımı yeniden koku bezlerine bastırıp burnumun ucuyla kulağının altını hafifçe dürttüm. Bu sırada ellerimle de onu hafifçe okşayarak telkin etmeye çalışıyordum "İşte böyle... Sakinleş..."

"Alfa..."

Bir an için her şey durdu, rüzgarın sesi bile kesilmiş gibiydi. Taehyung'un dudaklarından yankılanan hitap, bu kez daha keskin, derin ve boğuktu. Elimin altında Taehyung'un akıl almaz bir güçle dolduğunu ve hızla gevşediğini hissettim. Aynı anda alfamın yükselen feromonlara karşı tepkisi de açığa çıkmak için beni zorlamak oldu ama tepki vermek zordu. Dudaklarım öylece boynundaki ince tenine değerken hareketsizce beklemekteydim.

Taehyung'un kırık olmayan eli yukarıya, yüzüme doğru kaydı ve yanağımı hafifçe okşarken kollarım arasından sıyrılıp yüzünü döndü. Şaşkınlık ve büyük bir heyecan içinde gözlerinden ayrılamadım. Gözlerinin çevresindeki halkalar alev alev yanan kehribar rengiyle gecenin karanlığında parlayarak bana bakıyordu ama en önemlisi omeganın burada oluşuydu.

Gözleri ağır ağır kapanıp açıldı ve yanağıma yasladığı elinin parmak uçlarıyla ipek kadar yumuşak bir şekilde okşadı. Soğuk bir rüzgarın sarı saçlarını dağıttığını fark ettim ama o halinden memnundu, dudağının bir köşesinde hafifçe bir gülümseme belirmişti.

Bir adım atarak mesafemizi kapattığında yüzüme detaylıca bakındı. En çok da yanağımın üzerinde sarhoşken sebep olduğu iz kalan ince çizgide oyalandı. Aklından ne geçiyordu, ne düşünüyordu bilmiyorum ama çılgınca salgıladığı feromonlarının tatlı kokusunu sakince solumaktan başka çarem yoktu. Sadece bekliyor, bana istediği şekilde dokunmasına, bakmasına izin veriyordum. Çünkü bu benim için neredeyse bir hediye sayılırdı. Omeganın da Taehyung'un da bana güvendiği için sunduğu muhteşem bir hediye.

Sonra yanağımdaki eli yavaşça aşağıya kaydı ve tam göğsümün üzerinde soluklanıp bastırdı, gözlerini kapattı. Sakin nefesleri ve elinin hafif ama bir o kadar da kararlı baskısıyla kalp ritmim hızlandı. Kalbim de, hislerim de avucunun içindeydi, bana bir insanın başka bir insana dokunamayacağı, hissettiremeyeceği şekilde gerçek hislerle dokunuyordu. Oradaydı, göğsümde, bütün damarlarımda akan sıcak kanda, zihnimde, ciğerlerimde... Sanki ruhumun her bir zerresi onunla bütün haline gelmeye çalışıyordu. Bu his bambaşkaydı.

Göğsümde hafif bir sızlama hissettim ve bu acının sesi dudaklarım arasından kaçınca Taehyung gözlerini araladı. Kehribar rengi gözleri doğruca bana odaklandı. O da bu bağlantının yoğunluğunu hissediyordu ve benim kadar da şaşkın görünüyordu.

Alfamı kontrol etmek neredeyse imkânsız hale gelmişti ve feromonlarım Taehyung'un etrafını sarmaya başladığı anda karşımdaki yüz ifadesi daha da şaşkın bir hale dönüşerek sorar gibi kaşlarını kaldırmıştı.

"Sendin," diye fısıldayarak devam etmeden hemen önce havayı kokladı "O gün oradaki sendin değil mi?"

Ne söyleyeceğimi bilemedim, gözlerini öyle bir kilitlemişti ki benimkilere, bakışlarımı ondan kaçırmam imkansızdı. Dokunuşunun altındaki kalbim deli gibi atıyordu ve ben kelimelerimi bir türlü toparlayamıyordum. Omeganın bu kadar dikkatli olduğunu tahmin etmemiştim, nefesinin göğsüme çarptığı ilk an dün gibiydi ve omega bunu bana dokunduğu anda anlamıştı.

"Ben..." diye başladım cümleme ama devamı gelmedi. Ne diyebilirdim ki, henüz bir şey söylemek için doğru muydu? Çözemediğim hala emin olamadığım o kadar şey varken... Korkmak hakkım değil miydi?

"Ona söylemeyeceğim."

Omega ellerini göğsümden yavaşça çektiğinde bir an içimde soğuk bir boşluk hissettim. Nefesimi tuttum, sakin kalmaya çalıştım. Kızmış mıydı? Ya da güvenini mi sarsmıştım?

Ona doğru telaşla bir adım attığımda omeganın sesiyle olduğum yerde kaldım.

"Arkanı dön ve bana bakma, alfa. Sana güveniyorum."

Sanırım bu şu an için yeterli diyebilirdim. Sesinden bana güvendiği o yumuşaklığı ve aynı zamanda Taehyung'un da öfkesini nereden aldığını belli eden sert ses tonunu anlamıştım. Emir almaktan hoşlanmasam bile dediği gibi yaptım, arkamı döndüm ve sadece bekledim.

Taehyung'un varlığını, omegasını ve gittikçe artan feromonlarını duyumsuyordum. Henüz kurda dönüşmediğini biliyordum ama yakındı. Beklediğim gibi de oldu bu yakınlık.

İlk önce bir hırıltı, ardından acıyla dolu bir nefes sesi duyuldu. Kalbim acısıyla sıkıştı. Bir an geri dönüp ona yardım etmeyi düşündüm ama kendimi tuttum. Bana güveniyordu ve ben bunu boşa çıkarmamak için kendimi tutmalıydım.

Sonra daha acı dolu bir ses geldi. Taehyung'un kemiklerinin yer değiştirdiği, yeniden şekillendiği o çatırtılar geceye karıştı. Ses her seferinde daha da sertleşerek yankılandı ve sonra bunu kumaş parçalarının yırtılma sesleri takip etti.

Ve birden, o acı dolu sesler kesildi. Geriye sadece ormanın sessizliği, rüzgârın melodisi, bambu yapraklarının hışırtısı kaldı. Derin bir nefes aldım ve dinlemeye devam ettim, hiçbir hareket ya da ses yoktu, ta ki...

Elimin altındaki bir ıslaklığa kadar. Önce ne olduğunu anlayamadım, ama ardından hafif, sıcak bir nefes ve kalın bir kürkün temasıyla irkildim. Kalbim göğüs kafesimden çıkmak ister gibi güm güm atmaya başladı. Yaptığı şeyi idrak etmekte zorlandım çünkü burnuyla elimi dürtüp bana sürtünmesini beklemiyordum. Az önce çektiği acıyı düşündüğümde o kadar narin bir hareketti ki, sıcacık olup gülümsemeden edemedim.

Yavaşça elimi oynattım, parmaklarım tüylerinin arasından geçti. Taehyung bu hareketimle kendini sevdirmek için biraz daha yaklaştı, başını elime doğru iterek, yumuşak bir hırıltıyla temasımızı koparmadan kendini bana göstermek için adımladı.

Gördüğüm manzara bir an nefesimi kesti. Karşımda duran kurt, Taehyung'a aitti. O kadar büyüleyici ve narin görünüyordu ki ondan başka hiçbir şeyi gözüm görmüyordu. Çok büyük değildi ama bir insan boyutuna yakındı. Fakat bu küçüklük onu zayıf ya da kırılgan yapmıyordu, aksine, pasif bir omega olmasına rağmen gücünü ve direncini misliyle hissettiriyordu.

Kürkünün beyaz uçları, gece ışığının altında hafif bir gri tonuna bürünmüştü ve tüylerinin her teli rüzgarla salınırken bir karahindibanın pamukçukları gibi dağılacak görünüyordu.

"Çok güzelsin, omega." diye fısıldarken oldukça temkinliydim. Başını okşuyordum ve tüyleri arasında kaybolan parmaklarıma hafifçe gülümsemiştim. Bu sırada omeganın kapanmış gözlerini aralayışıyla o tanıdık bakışı yakaladım. Taehyung'un kendisi, derinlerde bir yerde saklıydı, onu o parlak kehribarların ardından görebiliyordum, bu gerçekten büyüleyiciydi.

Ona doğru adım attım, dikkatli ve yavaştım. Tek amacım başından sırtına doğru ellerimi tüylerinin arasından geçirip ensesini okşamak, onu rahatlatmaktı ama o Taehyung'du. Huysuzca kendini geri çekmiş, beni geriye sıçratacak şekilde arkasını dönerek yere düşmeme sebep olmuştu. Aynı hızla da ayaklarıyla yerdeki toprağı eşeleyip beni baştan aşağı toprağa bulamıştı.

Elimle yüzümü kapatıp oturduğum yerde kahkaha atarken Taehyung bu tavrıma sinirlenip arka ayağıyla biraz daha eşelendi ve daha çok toprağa bulanmamı sağladı.

"Baş belasısın, biliyorsun değil mi?" diye alayla gülmeye devam ederken Taehyung'dan bir hırıltı koptu ve meydan okur gibi bana dönüp kulaklarını havaya diktikten sonra hızla koşturarak uzaklaştı. Peşinden ayağa kalkıp üzerimi bile silkelemeden birkaç adım koşmuştum ama kurt formunda fazla hızlıydı ve onu yakalamam imkansızdı.

Bambu ağaçlarının arasındaki karanlığa uzun uzadıya bakarak beklediğim sürenin sonunda pick upın arkasına oturdum. Dediği gibi uzun süre dönüşmediği için şimdi özgürce dolaşması onu fazlasıyla rahatlamış olmalıydı. Çünkü ileride bir yerde sıcaklığını, az da olsa mutluluk dolu feromonlarını hissediyordum ve bu beni ister istemez gülümsetiyordu.

Geçen sürenin ardından omeganın hızla toprağı döven seslerini duyunca ben de alfam da dikkat kesildik ve bambu ağaçlarının arasından güçlü bacaklarıyla attığı adımlarla çıkan yaprakları dövüş seslerini dinledik. Beni gördüğünde gözleri parıldadı ve adımlarını bana doğru yönlendirip yavaşlattı.

Yürürken ağzında bir şey tuttuğunu fark ettim. İlk başta ne olduğunu anlamadım, gördüğüm kadarıyla dişlerinin arasından sarkan, kahverengi bir şeydi ama tam anlamıyla yanıma geldiğinde arabanın üzerine yasladığım elime burnunu hafifçe sürttü. Elimi açıp ona doğru uzattım ve avcumun içine bıraktığı kozalağa baktım.

Gözlerim Taehyung'un kehribar gözleriyle buluştu ve şaşkınca sordum "Bu... Benim için mi?"

Onay verir gibi dilini elimin üzerinde gezdirip yaladı ve gülümsememe neden oldu. İçimde bir şeyler kıpırdanmış, kalbim de teklemişti çünkü inanamamıştım. Henüz Taehyung da omega da bana olan güvenini yeni oluşturmuşken bana olan bağlılığını bir hediyeyle dile getirmesi çok beklenmedikti. Üstelik çam ağaçları güvenli bölgenin sınırında fazlasıyla uzakta kalıyordu ve benim için, bana bir hediye vermek için yapmıştı bunu.

Dudaklarımda bir gülüşle teşekkür etmek, ona dokunmak için elimi uzattığımda Taehyung yeniden arkasını döndü ve hızla koşarak ormanın içinden kayboldu. Aynı süre içinde ağzında yeni bir kozalakla geldi ve onu da avcumun içine koyarak elimi yaladı.

Bu kez ona teşekkür etme fırsatım oldu ama Taehyung durmadı. Defalarca kez o yolu bana kozalak getirmek için arşınlayıp durdu. Pick upın arkasında her getirdiği kozalak için başını okşayıp gülümsedim ancak bir süre sonra sabah ayazı vurdu ve her ne kadar çaktırmamaya çalışsam da Taehyung yeni bir kozalak almaya gitmek için döndüğünde soğuk havanın vücuduma işlediğini hissettim. İstemsizce kollarımı göğsümün üzerinde kavuşturup bir nefes bıraktım.

Taehyung'un adımları durdu. Geriye dönüp baktığında, gözlerimiz buluştu ve neden durduğunu anlamaya çalıştım, ama o kadar derin bir sessizlik ve anlaşma vardı ki aramızda sözlere gerek yoktu. Birbirimizi kelimeler olmadan da anlayabiliyorduk ve o havaya bıraktığım nefesten üşüdüğümü anlamıştı.

Yavaşça bana doğru yürüdü, gözlerindeki keskin bakışları yumuşadı. Tam yanımdan pick upın arkasına tek hamlede atladı ve battaniyelerin üzerine oturdu. Sağ ve sol patisini hafifçe aşağı yukarı yaparak hırıldarken yanına gelmemi istediği o kadar belliydi ki ve ben her ilerleyen dakika daha da şaşırıyor, heyecanla doluyordum. Omega gerçekten bana güvenerek kendini bütün çıplaklığıyla sunuyordu. Sunduğu gibi benim için bir şeyler de yapmak istiyordu.

Oturduğum yerden emekleyerek hemen yanına geçtiğimde omega ağzıyla yorganı üzerime çekiştirdi ve ıslak burnunu yanağıma sürterek kucağıma doğru uzandı. Henüz tam olarak ısınamamıştım ama sıcak tüyleri yüzünden eskisinden daha iyi olduğum kesindi. Üstelik omega da elimin altındaydı, parmaklarımı bu kez daha cesaretle ensesinden geçirip onu dikkatle okşamakta gecikmemiştim. Tıpkı bana sarılırken çıkarttığı o küçük grrlamanın daha yoğun ve daha seslisini çıkartmaya başladığında ona biraz daha yaklaşıp burnumu küçük kulaklarına sürterek gözlerimi kapadım.

Artık daha sıcaktım ve geceden beri yarım yamalak uyuduğum için de fazla uykulu. Oturduğum yerde biraz daha kayarak Taehyung'un kürküne daha çok sarıldım ve gözlerimi kapatıp vanilyalı feromonlarını soluyarak derince bir uykuya sürüklendim.

Sabahın ilk ışıkları, ufuktaki gri bulutların ve bambu ağaçlarının yaprakları arasından üzerimize vuruyordu. Hava kapalı, ama artık karanlık değildi. Uyurken hissettiğim sıcaklığın aksine de artık o tüylerle sarılmadığım için bedenimi titreten hafif soğukla gözlerimi aralamıştım.

Her şey bir rüya gibi geldiği için ilk fark ettiğim şey, bir pick upın arkasında ve battaniyelerin arasında bana sıkıca sarılarak göğsümde uyuyan Taehyung olmuştu. Kurt formundan insan formuna geçtiği için çıplaktı ve ısınmak için bana doğru sokulmuştu. Elimin altındaki teni hafifçe titrediğinde sırtındaki elimi ısınmasını ister gibi okşayıp omzuna tutundum.

Hafifçe mırıldandı ve bedeni gevşeyerek rahatladı. Ağır ağır gözlerimi kapatıp açarak üzerime yayılmış, toprak ve yaprak içindeki sarı saçlarında dolaştırdım gözlerimi. Bu an, içinde bulunduğumuz durum inanılmazdı. Kendimi özel hissediyordum, Taehyung'un düzenli nefesleri, kalp atışı sesleri ve bana sarılışı... Duygularımın hepsi iç içeydi ve ifade edemeyeceğim kadar kuvvetliydi.

Onu daha sıkı sarıp gülümserken gözlerim parmağımın hemen yanına, omzunun arkasındaki soluk renklerdeki menekşe çiçeklerine takıldı. İçimdeki mutluluk aniden gölgelendi ve öfkeyle karışık bir üzüntü göğsümde yükselmeye başladı. O çiçeklerin bir başkasına ait olması ve bir başkası için çıkmış olduğu gerçeğini kabullenemiyordum.

Dişlerimi sıkarak alfamın öfkesine mani olmaya çalıştım ama gözlerimi ayıramıyordum. Orada olmamalıydı, o kadar yanlış geliyordu ki baktığımda gördüğüm şey ve ona kitlenmiş bakarken her geçen saniye kalbimi o kadar kırıyordu ki... Omega biliyordu, ben de biliyordum bunu ama nasıl sorusunun cevabı yoktu.

Hemen onu tuttuğum omzunun orada, parmaklarımın ucundaydı, küçük ve mor renkteydiler. Her ne kadar acı verse de bakmaktan kendimi alamıyordum ve baktığım her saniye, çiçeklerin olması gerektiğinden farklı olduğu hissine kapılıyordum. Gerçekten fazlasıyla solgun ve renksizlerdi, canlı değil gibiydiler ama şu an Suho'yla olan ilişkileri bittiği için solmuş görüntüleri ihtimaller dahilinde mümkündü.

Onları görmek istediğim gibi gördüğümü, zihnimin beni yanılttığını düşünüyordum ama yanılmamayı da diliyordum. Bu yüzden de hafifçe çiçeklerine yakından bakmak için eğildiğimde Taehyung kıpırdanıp pozisyonumuzu bozdu ve sardığı kollarını çekerek doğrulmaya çalıştı. Sıkıca tuttuğum omzundaki elimi gevşettim ve ona izin vererek bitkin yüzüne bakındım. İnsan formuna alışmak için biraz zaman gerektiğini etrafda attığı şaşkın bakışlardan anlayabiliyordum, garipsememiştim.

Yorgana sarılarak titriyordu ve saçları birbirine karışmıştı, yüzü de toprak içindeydi. Ama böyle bile dünyanın en güzel omegası diyebilirdim. Taehyung her haliyle gerçekten eşi benzeri bulunmayan bir omegaydı ve ben bunu sesli bir şekilde dile getirmeyi dört gözle bekliyordum.

Düşüncelerim yüzünden gülerek yüzündeki toprakları elimle dikkatlice silmeye çalışırken hemen sordum "Nasıl hissediyorsun, iyi misin?"

"İyiyim ama çok üşüyorum."

Gerçekten iyi görünüyordu, yorganı sıkıca tutarken kırık olan elinin de düzeldiği belliydi. Üşümesini çözmek içinse pick upın arkasına yerleştirdiğim çantadan kalın, yünlü kıyafetleri çıkartarak kazaklardan birini aldım. Hemen ısınsın diye başından geçirip kollarını sokmasını sağladım. Sıcak su torbası kıyafetleri fazlasıyla ısıtmış olmalı ki yüzünden rahatladığı belli oluyordu ve dişleri artık birbirine çarpmıyordu.

"Şimdi nasıl?"

"Daha iyi."

"Peki ya kolun? Hareket ettirebiliyor musun?"

Taehyung, kolunu yavaşça hareket ettirerek kontrol ederken buruşturduğu yüzünden hala sızısının olduğunu belliydi ama kırığı geçmiş gibi görünüyordu.

"Biraz ağrıyor."

"Dönüşümün de etkisi vardır, birkaç saate daha iyi hissedersin." dedikten sonra ona kıyafetleri verdim "Şimdi bunları da giyin. Ben de etrafı toparlayayım ve gidelim olur mu?"

"Olur." diyerek bana gözlerini kırpıştıra kırpıştıra bakarken bir şeyler söylecek gibi duruyordu ama beklemedim onu. Bir an önce arabanın içine girip ısıtıcıyı çalıştırmak ve eve vararak Taehyung'un rahatlamasını istiyordum.

Hızlıca kalkıp arabayı ve ısıtıcıyı çalıştırarak etrafı toplamaya başladım. Kozalakların birini cebime diğerlerini ormandaki ağacın dibine bırakıp yerlerdeki kıyafet parçalarını çöp poşetine koydum. Bu sırada Taehyung da arkada üzerini rahatça giyinmiş, hatta bir ara kendine gelmeye başladığını belli edecek şekilde söylenmeye başlamıştı.

Çevrenin temizliğinden sonra giyindiğinden emin olunca Taehyung arabaya binmişti ben de arabanın arkasındakileri çantalara koyarak arka koltuğa bırakıp sürücü koltuğuna oturmuştum. Ve içsin diye de termosu uzatmıştım.

"Kendine geldiysen bunu iç."

Termosu hızlıca aldı ve içip dudaklarını yalarken sızlanmayı da ihmal etmedi "Bütün kemiklerim ağrıyor."

"Olur o kadar. Eve gidince sıcak bir duş alır rahatlarsın."

"Önümüzdeki on beş sene dönüşmek istemiyorum. Duydun mu, beni bir daha bunun için zorlarsan seni çok fena döverim."

"Bu, önümüzdeki on beş sene boyunca benimle görüşeceksin anlamına mı geliyor?"

"Bunun onunla ne ilgisi var?"

"Yok mu?"

"Yok."

"Neden yanakların kızardı o zaman?"

Biraz eğlensin biraz da gülümsesin diye ortaya alayla attığım cümleye yanaklarının kızaracağını düşünmemiştim. Agresifçe yaklaşıp sinirle kaşlarını çattığı zamanlardan, utanıp kızardığı anlara geçtiğimiz için memnundum. Gerçi, kaşlarını çattığı zamanlar da fazlasıyla eğlenceli oluyordu ama zaten ben, Taehyung'un bütün hallerinden memnundum.

Elinin tersiyle boynuna birkaç kere bastırıp sessiz kalmayı seçtiğinde artan feromonları aslında çok fazla şey söylüyordu bu da onunla daha fazla uğraşmam için beni zorluyordu.

"Tamam tamam, bugün çok tatlı olduğun için üzerine daha fazla gelmeyeceğim."

"Güzel. Biraz daha konuşmaya devam edersen seni arabadan atarım."

"Ben de Kim Taehyung nerede diyordum, hoş geldin güzelim. Omegan sana nazaran daha sevecen birisiymiş bu arada," gülerek cebimden kozalağı çıkartıp görmesi için aramızda tuttum "Bana bir sürü güzel kozalak bile verdi."

"Sanki sadece o verdi."

"Efendim, bir şey mi söyledin?"

"Hiç. Önüne bak." diyerek kısa süreli çevirdiğim başımı önüme dönmem için eliyle ittirmek için yanağıma dokunduğunda dayanamadım, eline denk gelen herhangi bir yere çekinmeden öpücük kondurdum.

"Ya of, uğraşma benimle."

Arabanın içini dolduracak bir kahkaha bırakıp dediği gibi onunla uğraşmayı bırakıp sessizce oturmasına izin verdim ve doğruca eve sürdüm. Yolculuk boyunca yolu izledi, bazen de gözlerini kapatarak uyuklayıp durdu ama varmamıza yakın uykusu açılmış olmalı ki kalan çayından yudumlayarak etrafı izledi.

Evin çevresindeki boş alanlardan birine aracı park edip hızlıca Mingyu'ya arabayı alabileceğine dair mesaj attığımda Taehyung çoktan inmiş beni bekliyordu. Ona ağır olmayan kıyafet çantasını verdim, diğerlerini de kendim sırtlanarak evin yolunu tuttuk.

Apartmana girmeden önce Taehyung kedilere bakacağım diye tutturdu ama onu ensesindeki şapkadan yakalayıp önüme doğru ittirerek engel oldum. Çünkü zaten dışarıda fazlaca kalmış ve üşümüştü, şimdi de hava kapanmaya gök gürüldemeye başlamıştı ıslanıp hasta olmasını istemezdim. Eve geçip sıcak duş alarak rahatlaması daha sağlıklıydı.

Sızlanarak da olsa dediğimi yapıp eve yürüdü ama ben ne olur ne olmaz ona güvenmediğim için şapkasından tutmaya devam ettim eve girene kadar. Planı tam olarak neydi bilmiyorum ama içeri girdiğimizde ilk işim onu banyoya iteklemek olmuştu çünkü toz toprak içindeyken odaya girmesini istemiyordum.

Taehyung banyodan çıkmasın diye siper ettiğim koluma tutunup hafifçe dürterek "Birazcık uyuyup duşa öyle girsem olmaz mı?" dediğinde başımı iki yana sallayıp net bir şekilde cevapladım onu.

"Hayır olmaz."

"On dakikacık?"

"Hayır dedim. Çok pissin salon kirlenir."

"Sen de pissin ama burada oturacaksın. O zaman sen de duşa gir."

Sinirlenip inatlaştığı için kelimelerini düşünmeden dudaklarından çıkartmış bir süre anlamamış gibi yüzüme bakmıştı. Tabi ben de onun toparlamasına fırsat vermeden kaşlarımı kaldırıp gülerek atlamıştım "Bana birlikte duşa girmeyi mi teklif ettin az önce?"

Ve sonra kapı suratıma hızlıca kapanmıştı. Ardından Taehyung'un vanilya kokusunun öfkeli söylenmelerine tezat şekilde yükselişini duymuştum. Gülerek elimi kapıya yasladım ve başımı iki yana yaslayarak kapının önünden çekildim. Gerçekten onunla uğraşmaya bayılıyordum ve derinlerinde yavaş yavaş ortaya çıkan gerçek Kim Taehyung'un, balkonunda değmeyecek biri için ağlayarak kendini mahvedecek bir adamdan çok daha fazlasına sahip olduğunu biliyordum. Sadece gözlem ve hisler değildi konu, bunu bugün göğsüme nefesi ilk değdiğinde biliyordum, omega kalbime dokunduğunda ise emin olmuştum.

Banyodan suyun sesi geldiğinden emin olunca kıyafetlerimi dövme koltuğunun üzerine çıkarttım ve aç bir şekilde uyumasın diye sevdiği gibi çilek reçelle ekmeği tabağa koyup sıcak süt ısıttım. Bütün bunları yapmamdan beş dakika sonra su sesi kesilmiş, Taehyung kapıyı açarak odaya geçmeden çıktığını bağırmıştı.

"Çıktım ben."

"Tamam." diyerek tepsinin içine tabağı ve sütü yerleştirdim, sonra da banyoya girip kapıyı kapatmadan seslendim "Tezgaha reçelli ekmekle süt koydum, yemeyi unutma. Girdim ben duşa."

"Tamam, unutmam."

Ondan onayını aldığım gibi ben de kıyafetlerimi omzuma asıp doğruca duşa girdim. Isıtıcının 1 ve 3 ayarında gidip gelmek beni bazen delirtiyordu, gerçekten durmaksızın akan sıcak suya hasret kalmıştım. Şu durumu Busan'da bile yaşamazken Seul'de yaşamayı inanın mantığıma sığdıramıyordum.

Sıcak ve ılık arasında git gelli mücadele sonucu banyoyu etraflıca toplayıp çıktım ve üzerimi değiştirerek salona geçtim. Ev sessizdi, birkaç kere seslendiğimde alamadığım cevabı belki balkonda bulurum diye baktığımda da göremeyince odayı da kontrol etmiştim ama yoktu.

Kafam karışmış bir şekilde etrafta dolanırken tezgahta kemirilmiş reçelli ekmeği ve üzerindeki notu görerek adımlarımı oraya yönlendirdim.

Kedilere gittim geleceğim.

-K.T (❁ᴗ͈ ˬ ᴗ͈)

Taehyung'un kargolarımın kendisinde olduğunu not olarak yazıp kapıma astığı bloknotlardan birisini yeniden görmek beni gülümsetti. Düzgün ve özenli el yazısını birkaç kez daha okuduktan sonra kalan reçelli ekmeği ağzıma atıp iki parmak kalmış sütü kafaya dikerek sudan geçirip süzülsün diye bıraktım. Hemen ardından da çantaların içindeki kirli eşyaları ayırıp bir köşeye koydum ki diğer kirlilere toprak bulaşmasın.

Tüm bunların tuttuğu zaman neredeyse yarım saat kadardı ve Taehyung'un eve henüz gelmemiş oluşu beni tedirgin ediyordu. Hiç bu kadar geç geldiği olmamıştı, telefonu da burada olduğu için cevap veremeyeceğini biliyordum bu yüzden gidip bakmak en doğru şeymiş gibi geliyordu.

Üzerime pembe sabahlığımı geçirip askıdan küçük şemsiyeyi alarak merdivenleri hızlıca indim ve etrafa bakınıp tanıdık yüzü bulmaya çalıştım. Apartmanın bahçesinden çıktığımda kedilere her zaman yemek verdiğimiz yerde görünmüyordu, bu da beni daha çok endişelendiriyordu.

Sokak boyunca yürürken yağmur kokusunun arasında Taehyung'a ait olan vanilyalı feromonları, biraz ilerideki duvarın dibinde duyunca adımlarımı hızlandırıp takip ettim ve onu gördüm.

Yere çömelmişti ve bir elini dizlerine sarmış bir şekilde elindeki şemsiyeyi ıslanmak uğruna yan tarafındaki boşluğa tutuyordu. Biraz daha yaklaştığımda şemsiyeyi aslında boşluğa değil de önündeki ıslatılmış ekmek parçasını kemiren siyah yavruya tuttuğunu fark ettim. Kedi titreyerek öylece duruyordu ve yemek için ufakça mücadele veriyordu.

Taehyung yüzüne akan suları temizlemek için saçını geriye attığında sudan rahatsız olmuştu ama kediyi korumaktan da vazgeçmiyordu. Hafifçe bir nefes alıp aramızdaki boşluğu sessizce kapatarak şemsiyemi daha fazla ıslanmasın diye ona tuttum, şimdi yağmur damlalarının hepsi beni ıslatıyordu..

Bir anda kesilen yağmur yüzünden başını kaldırıp bana kocaman olmuş gözleriyle boncuk boncuk bakarken biraz üzgün görünüyordu. Sürekli onları görmek istemesinden kedilere çok fazla bağlandığı anlaşılıyordu ama hasta olmak uğruna kendini yağmurda bırakacak kadarını tahmin etmemiştim.

"Jungkook..." diyen sesi hafifçe çatlayıp biraz da titrerken dudaklarını büküşüyle kalbimin acıdığını hissettim "Onu bırakmışlar."

Küçük kara kediyi yerden alarak sanki onu bu dünyadan korumak ister gibi göğsünün üzerine sımsıkı bastırıyor, elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyordu. Ne yaparsam yapayım düzeltemeyeceğimi hissettirir cinstendi ve elimi kolumu bağlamıştı.

Tıpkı onun gibi çömelip ikimizi de şemsiyenin içine alarak kedinin başını okşadım ve devam etmesi için bekledim.

"Şurdaki teyze söyledi, diğer yavruları alıp götürmüşler ama bu çok cılız, ölecekmiş gibi durduğu için bırakmışlar. Çöpün altında titreyerek duruyordu." Sonlara doğru gözlerinden birer damla yaş süzülürken burnunu çekmesiyle ona üzüntüyle bakıp yanağını elimin tersiyle temizledim ama konuşmaya devam ederken bir yenisi sessizce akıverdi tekrardan "Onu nasıl bırakırlar."

"Ağlama." demekten ve içten içe minik yavruyu bırakanlara küfür etmekten başka bir şey gelmiyordu elimden.

"Minicik Jungkook, şuna bak..."

Gözlerim onun parmaklarına, minicik kedinin zayıf bedenine takılı kaldı. Gerçekten Taehyung'un elinden daha küçüktü, kuyruğu kıl gibi incecikti ve tüyleri de tel teldi. Zayıftı da, zaten ilk bulduğumuzdan beri küçük oluşundan en son doğan yavru olduğu belli oluyordu ancak şimdi daha da küçük ve çelimsiz görünmüştü gözüme.

Akmaya devam eden yaşlarını temizlerken parmağımın ucundaki damlaların sıcaklığı kalbimi titretti. Yağmurun altında, onun bu saf hüznünü görmek... bana Taehyung'un sadece fiziksel olarak değil, ruhen de ne kadar incinebilir olduğunu göstermişti.

Kollarımı yavaşça onun omuzlarına doladım, şemsiyeyi biraz daha üzerine eğdim ki en azından yağmur onu daha fazla ıslatmasın. Sonra omzunu hafifçe ovuşturarak derince bir nefes aldım, konuşmak zor geldi çünkü bu üzerine teselli edemeyeceğim bir şeydi.

Taehyung, kollarım arasında göğsüne yasladığıı kediyle bana döndüğünde ıslanmış gözlerini ve su içinde kalmış yüzüne baktım. Sadece yüzünü değil, kalbini de görüyordum o an. Yüreğindeki kırılganlık, sanki göğsümde yankı buluyor, beni olduğum yere mıhlıyordu.

"Ölmesin Jungkook... Eve alalım..."

Dünyanın durduğunu hissettim. Islak kirpiklerinin arasından bana bakan gözleri, kelimelere dökülmeyen bir çaresizlik taşıyordu. Taehyung'un bakışı, beni tamamen sarıp sarmalayan bir derinlikteydi. Öylesine saf, öylesine gerçek...

Onun hüznü, benim hüznümdü.

Bizim hüznümüz.

"Lütfen..."

Küçük yavru, sanki aramızda geçen konuşmayı anlamış ve Taehyung'a destek çıkmak ister gibi incecik bir sesle miyavlamıştı. Gözlerim önce kollarındaki cılız yavruya kaydı sonra da hüzünle bakan omegaya. İncinmesin ya da tek bir damla gözyaşı dökmesin diye her şeyi yapabilirdim ve eğer ki o, ben bunu yaparken yanında bir kedi istiyorsa, o zaman onu da korurdum.

"Etrafı kirletirse, sen temizleyeceksin."

Kelimeler ağzımdan çıktığı anda Taehyung'un gözleri ışıldadı ve neredeyse beni düşereceği bir hızda boynuma sıkıca sarılıp geri çekilirken de yanağımdan hızlıca öptü, geri çekildi. Ardından beni daha da şaşırtarak bir daha ve bir daha sulu sulu öperek bana sanki ona dünyaları vermişim gibi gülümsedi.

"Temizlerim, her yeri temizlerim. Tek bir pislik bile olmayacak söz veriyorum." beni ikna etmek ister gibi seri halde konuştuktan hemen sonra kediyi yüzüne bakacak şekilde kendine çevirip bu kez onunla tatlı bir pelteklikle konuşmaya başladı "Bak gördün mü, izni kaptık. Artık bir evin var, sıcacık da yatağın. Birlikte kocaman bir aile olacağız, çok mutlu olacaksın."

Aile.

Ağzından çıkan bu sıcak kelime içimde tuhaf kıpırtı yarattı. Kalbim hızlandı ve istemsizce gülümsedim. Bazı kelimeleri onun dudaklarından çıkmasını ve onun sesinden kulağıma dolmasını sevdiğimi fark ettim.

Yağmurun yağışını bile umursamadan ayağa kalktığında dudaklarımda hala bir gülümseme vardı. Islanmasını engellemek için hem kendi şemsiyemi hem onun şemsiyesini tutarak peşinden koşturup apartmana girene kadar siper ettim ona. Kediyle o kadar meşguldü ki, duvar, merdiven ve basamak görmeksizin bir an önce eve doğru koşturuyordu. Neyseki dikkat etmesi için elimden geleni yaparak düşüp kafasını gözünü yarmadan eve girmemizi sağlamıştım.

Taehyung doğruca odaya gitti ve birkaç havlu parçasıyla birlikte iki büyük ayakkabı kutusu getirdi. Bir tanesini elime tutuşturdu "İçine toprak doldurur musun saksının dibinden. Yarın kum alırız şimdilik idare etsin. Sonra da sıcak suyu torbaya ekle ben de yatak yapayım ona."

Dediği gibi, ikinci elciden pazarlıkla aldığım kurumuş bitkinin dibindeki topraktan yeteri kadar koydum kutuya. Sonra da kaynasın diye bastığı kettleın yanındaki sıcak su torbasını doldurmak için tezgaha yürüdüm.

Gözüm hep üzerindeydi, bir an olsun ayrılmamıştı Taehyung'dan. O kadar dikkatliydi ki, yavruyu hala göğsünde tutarken rahatsız etmemek için elindeki kutuya havlulardan sıcak bir yatak yapmaya çalışıyordu. Havluyu yerleştirirken yüzünde beliren sevgi dolu bakış, dünyanın en önemli varlığıyna sahipmiş gibi hissettiriyor olmalıydı.

Bana su torbası için elini uzattığında hemen yanına gittim ve verdim. Sırılsıklam saçlarından damlayan suyu bile umursamadan önce torbanın sıcaklığını kontrol etti sonra da üzerini havluyla kapatıp kucağındaki kediciği yerleştirdi. Dudaklarındaki o güzel gülüş hiç gitmemişti ve mutluluk dolu tatlı vanilyalı feromonları bütün evi kaplamıştı. Onu bu kadar mutlu görmek, içimi tarif edemediğim bir hisle doldurmuştu. Hissettiği bütün duyguları göğüs kafesimin içinde de hissetmek, alfamı ve beni iyi mutlu ediyordu.

"Anne yatağı yaptım sana bak, beğendin mi?"

Taehyung sessizce ufaklığın başını okşamaya başlayınca sıcaklığı hisseden yavru, grrlayarak patileriyle minik bir masaj yapmaya başladı havluya. Çok geçmeden de birkaç küçük miyavlamayla kıvrılıp gözlerini kapattı.

Yanında olduğunu bilerek elini arkaya atıp, ıslak sabahlığımı tutarak "Baksana, ne kadar mutlu oldu. Bebek gibi hemen uyudu sıcağı görünce." dedi ve çekiştirdi. Elimi omzuna yaslayıp eğilerek tıpkı onun gibi gülümsedim ve kutuyu dikkatlice tutarak masadan kaldırdım. Hemen bileğimi tuttu ve gitmemi engelledi "Nereye?"

"Sakin ol, odaya götüreceğim. Karanlıkta daha rahat uyur."

"Hih, doğru. İki yatağın ortasına koy o zaman."

Dediği gibi onu iki yatağın ortasına koydum ama soğuk çekmesin diye de altına iki kalın battaniye yerleştirip, temiz iki havlu alarak geri içeri geçtim. Birini boynuma astım, diğerini de masaya yaslanmış üzerindeki ıslak polarını çıkarmaya çalışan omeganın yüzüne atarak "Yavru kediyi kurutup uyuttuğumuza göre şimdi büyük kediyi kurutalım ve uyutalım." dedim hafif bir alayla ve Taehyung'un saçlarına havluyu nazikçe sürtmeye başladım.

Saçlarını kuruturken her dokunuşumda burnuma o tatlı, yumuşak vanilya kokulu feromonları doluyor, şampuanının o hafif ama etkileyici kokusu her nefesimde ciğerlerimi sarıyordu. Onun kokusuyla sarmalanmak, asla şikayet edeceğim bir şey değildi. Hatta bunun ona yakın olmak için bir bahane olması da umrumda değildi ve bilerek yavaş kurutmaya çalışmam da bir gerçekti.

Kendimi kandırmak için "Hasta olacaksın." dediğim sırada sessizce hareketlerime izin veren Taehyung, havluyu yüzünden çektiğim kısa bir anda bakışlarını üzerimde dolaştırıp kendini geri çekti. Islak saçları alnına yapışmıştı, yüzüne kaçan birkaç telin ardından bana bakmaya başladı. Gözlerinde hala dönüşümünden kalan yorgunluk vardı.

"Sen de hasta olacaksın." diye yavaşça mırıldanıp boynuma astığım havluyu aldı ve saçlarıma doğru uzandı. Parmakları dikkatli ve özenliydi, her dokunuşu da nazikti. Gözlerini saçlarını kuruturken bir an olsun benden ayırmadı. Her hareketi yavaş, her bakışı derin ve yoğundu. Saçlarımı kuruturken, gözlerimi Taehyung'dan alamadım, zaten ezberlerdiğim yüzünün bütün detaylarının üzerinden tekrar tekrar geçtim.

Tüm dikkatim ondaydı ve burnumun dibindeki feromonları bana biraz daha yakınlaştığı için daha da yoğunlaşmış, alfamı dikkat kesilerek benim de kalbimi hızlandırmıştı. Gözlerimi dudaklarının yumuşak hatlarında yavaşça gezdirdim. İçimde bir yerde, ona bu kadar yakın olup hiçbir şey yapamamanın ağırlığı vardı. O kadar yakındık ki, sadece tek bir adım atmam yeterliydi...

Aramızdaki hava, her zamankinden daha sıcak, daha ağırdı, dayanmak gerçekten zordu. Elimle yavaşça onun bileğini kavrarken buldum kendimi, tam saçlarımı kuruttuğu yerden, narin bir şekilde bilek içlerine parmaklarımla dokundum. Yumuşacık teni, nabzının o hafif ritmi... Bir anlığına duraksadı ve gözleri gözlerimin içine kilitlendi.

İkimiz de donakaldık. Sanki dünya durmuş, yalnızca biz kalmıştık. Dudaklarıma ve dudaklarına bu kadar yakın olmak dayanılmazdı ve hiçbir şey yapmamak ise fazlasıyla zorlayıcıydı. Mantıklı düşünemiyordum, aramızdaki birkaç santimlik mesafe, beynimde yankılanan düşüncelerimi daha da güçlendiriyordu. Ona dokunmak, onu hissetmek... Sadece minik bir hareket, o birkaç santimi kapatmaya yeterdi.

Kalbim deli gibi çarpmaya başladı. Artan ve birbirine karışmaya başlamış feromonlarımızın yarattığı çekim yüzünden bedenim ısındı. Aramızdaki o elektriği iliklerime kadar hissediyordum.

Taehyung'un kirpikleri ağır ağır açılıp kapanırken araladığı dudaklarından çıkan sıcak ve titreyen nefesi bu zamana kadar kendimi tuttuğum bütün anların yanında beni en zorlayanıydı. Bana bakıyordu, gözleri gözlerim ve dudaklarım arasında mekik dokuyordu ve feromonları bana altından kalkamayacağım sinyaller yolluyordu. Alfam çoktan ona kapılmıştı.

Aramızdaki çekim daha da yükselirken, kendimi bir an kontrolsüzce ona daha da yakınlaşırken buldum. Altından kalkamadığım hislerle başa çıkamadım, dudaklarımızı birleştirmek için hızlıca eğildim ve onu öptüm.

Dudaklarım birkaç saniye sıcak ve kurumuş dudaklarının üzerinde beklerken Taehyung'un tepkisiz kalışı beni kendime getirdi. Korkuyla atan kalbim ve erken davranmış olmanın verdiği endişeyle geri çekilerek kocaman olmuş gözlerini görüp telaşlı bir şekilde kendimi açıklama girişiminde bulundum.

"Ben... Bir anda oldu."

Alfa endişe içindeydi. Onu incitmek ve sınırlarını zorlamak en son isteyeceğim şeydi. Aramızdaki bu şeyin sağlam temellerle ilerlemesi ve Taehyung'un geçmiş endişelerini yok etmek için bu kadar uğraşmışken bir anda fazla ileri gittiğimi sanmıştım. Bu da beni derin bir telaşa sokmuştu.

Ancak Taehyung, bütün endişelerimi bir kenara atmamı sağlayarak bütün kararlılığıyla bileğini elimden kurtardı ve yanağıma yasladığı gibi dudaklarını benimkilerin üzerine kapattı.

Sıcak dudakları istekle hareket ederek dudaklarımı aralamam için beni zorlarken kendimi toparladığım anda kulağıyla boynu arasından kavrayarak ona istediği şeyi verdim. Dudaklarımı aralayıp öpüşmemizi derinleştirdim.

Taehyung'un yanağımdaki eli yavaşça enseme doğru ilerleyerek saçlarımı sıkıştırdığında öpüşme seslerimiz salonu dolduruyor ve feromonlarımız birbirine giriyordu. Tatlı nefesinin onu şiddetli öpüşümden dolayı bazen kontrolsüzleştiğini fark ediyordum ama bu anı uzun zamandır bekliyordum. Onu öpmeyi, dudaklarını hissetmeyi, kalbimi çarptırışını gerçekten uzun zamandır bekliyordum ve kendimi kontrol etmek için deli gibi mücadele veriyordum. Şimdi bu an gerçekleşmişti, onu öpmek, dudaklarının ucundaki bütün dünyamı tutuyormuşum gibi hissettiriyordu. Göğüs kafesimi delip geçecek bir histi.

Taehyung öpüşmemizin arasına ufak ısırıklar bırakırken dilimle damağına ufak darbeler attığımda saçlarıma asılarak refleksle bana yaslanmasına sebep oldum. Böylece durumu içinden çıkamayacağımız bir hale getirmiştim.

Hala bileğini tutmakta olduğum elini serbest bırakıp kalçasından destek alarak onu tek hamlede kaldırdım ve masadaki eşyaların üzerine sertçe yatırarak üzerine eğildim. Bacaklarını belime sarmıştı ve beni kendine bastırıyordu.

Sırtına batan kalemler yüzünden kesik bir tıslama bıraktı ve çok kısa ayrılmış dudaklarımla o sesi keserek yeni, hararetli bir öpüşme başlattım. Taehyung'un feromonları bütün evi kaplamıştı ve ben, benimkileri kontrol etmek için öfkeli bir çaba harcıyordum bu yüzden de dudaklarını biraz fazla hırpalıyordum.

Gerçekten o kadar uzun zamandır alfam, omegaya kavuşmak için bekliyordu ki onu kontrol etmeye çalışmak güçtü. Ve Taehyung, bunu bilmediği için belime doladığı bacaklarından kendini bana doğru ittirerek sürterken hiç yardımcı olmuyordu. Hele bir eliyle ensemdeki saçları çekiştirirken, diğer eliyle omzuma asılması durumu daha da zorlaştırıyordu.

Nazik bir öpüşmeyle başlayıp birbirimizin dudaklarını talan ettiğimiz andan güzel boynunu kaldırarak öpücüğümü çenesine yönlendirmesine uyum sağladım. Hafif ısırıklar kattığım öpücüklerimle yetinmeyip dudaklarımı ve dişlerimi koku bezlerine sürtmeye başladım. Benim gibi kokmasını istiyordum, yoldan geçen herkes Taehyung gibi mükemmel bir omegayı benim işaretlediğimi bilsin istiyordum. Elinden tutamadığım ve yalnız olduğu her anda kokumu soluyarak hiçbir zaman onu bırakmayacağımı bilsin istiyordum.

Sanki düşüncelerimi duymuş gibi boynunu açarak başımı bastırınca bu hareketinden aldığım cesaretle koku bezlerini boylu boyunca yaladım ve köpek dişlerimi sürterek onu bir öncekinden daha kuvvetli bir şekilde işaretledim.

Feromonlarım onun tatlı vanilyalarıyla birleşirken omeganın altımda kıvranan bedeninin rahatladığını fark ettim ve eş zamanla da nefeslerinin sıklaşarak incecik bir inleme bıraktığını duydum.

Öyle güzel bir sesti ki, bu ses dudaklarından dökülürken yüzünün halini görmek için yanıp tutuşmuştum ama geri çekilirsem bir daha onu öpemeyeceğimden korktuğum için dudaklarındaki yerimi geri aldım.

Ellerimle kalçasını hafifçe sıkarak ince uyluklarını okşadım ve dakikalardır kendini bana ittiren omegayı şiddetle öperken kasıklarımdaki büyüyen sıcaklığı tam anlamıyla hissetmesi için gerçek anlamda kendimi ona bastırdım. İkimiz de birbirimizden kötü durumdaydık ve ben kendimi toparlayamayacak kadar kontrolü kaybetmiştim. Eğer şimdi, şu anda durmazsak, eğer bana engel olmazsa daha ileri gitmemem için hiçbir sebep göremiyordum.

Taehyung'un tuttuğum bacağını sıkarak göğsüne doğru bastırıp beni hissetmesi için daha sert bastırdığımda ağzımın içine doğru inleyerek enseme tırnaklarını bastırdı.

Durmayacaktım, yemin ederim o bana dur diyene kadar durmaya niyetim yoktu ama siktiğimin evreni, kapının çalmasını layık görmüştü. Kapıya vurulan ritimli sesle dudaklarımızı birbirinden ayırarak nefes nefese birbirimize bakmış idrak etmeye çalışmıştık durumu.

Taehyung'un ellerinin ensemden kayarak bedeninin de doğruluşuyla orantılı ben de kendimi geri çektim ve bir kere daha alacaklı gibi tıklayan kapıya doğru dönerek tanıdık sese kulak verdim.

"Benim, Mingyu."

Siktiğimin araba anahtarı, sanki acelesi vardı da alması için bugün mesaj atmıştım. Mingyu da her zaman üşenirdi ama bugün gelesi tutmuştu.

"Ve, Jimin."

Kaşlarımı kaldırarak Taehyung'a döndüm hala nefes nefese bir şekilde bana bakarken dağılmış görüntüsünü göz ardı etmeye çalışarak fısıldadım "Bekliyor muydun?"

"Hayır. Ya sen?"

"Evet ama... Sikeyim böyle işi." diyerek elimi saçlarımın içinden geçirdim ve kapıya doğru bağırdım "Geliyorum!" sonra da Taehyung'un masadan inmesine yardım ettim "Üzerine kuru bir şeyler giyin ben açarım kapıyı."

Taehyung koşturarak giderken ben de üzerimdeki peluş sabahlığı çıkartıp bir kenara attım ve tezgahtan anahtarı almayı ihmal etmedim. Neyseki içimdeki kıyafetlerim ıslanmamıştı da değiştirmeme gerek olmadığı için hızlıca kapıyı açabilmiştim.

Mingyu siyah yağmurluğuyla elleri cebinde kapıda dikilirken beni gördüğü anda toparlanıp elini hesap sorar gibi bana salladı "Cebindeki o telefon ne boka yarıyor acaba sadece soruyorum."

"Doğru söylüyorsun, kafama sokayım keşke telefonum olmasa."

"Şey bölüyorum ama, Taehyung'la çöpçatanlık yapmamız gereken minik bir mesele var."

Jimin, eliyle tırnak ucunu gösterip gözlerini kırpıştırarak gülümserken oldukça heyecanlı ve istekli bir şekilde sallanıp duruyordu. Yani gerçekten, biri oturduğu yerden götünü kaldırmaya üşenirdi ama buradaydı ve Jimin de aklına bir mesele geldiği için bir anda gelivermişti, öyle mi? Evren bana öfkeden kuduracağım bir plan kurmuştu. Ve başarmıştı da...

Evrenin amına koyayım.

Hepsini gönder ve Taehgung'u öpmeye devam et.

Bütün planım bu yöndeydi hatta yüzlerine kapıyı kapatıp hiçbir şey söylemeden doğruca Taehyung'la kaldığımız yerden devam etmemek için kendimi zor tutuyordum. Ancak bu elimde olan bir şey değildi. Mingyu benim en yakın arkadaşım, diğeri de Taehyung'un en yakın arkadaşıyken tesadüfi gelişen bir olay için vereceğim tepkinin de bir sınırı vardı.

İçeri girmesinler diye yaslandığım kapıdan arkadan Taehyung'un koluma dokunmasıyla çekilip onun için alan yarattım. Taehyung yavaşça önüme geçip hiçbir şey yokmuş gibi sakin bir tonla konuşsa da üzerinden buram buram gelen feromonları ve göremesem de kiraz kırmızısına dönmüş şiş dudakları ikimizi de ele veriyordu.

Belinden tutup kapıyı da kapatmaman için hiçbir sebep yok.

Var, nezaket.

Aynı nezaketi sıkıyorsa yatakta da göster.

Denemeyeceğimi kim söyledi?

Doğru, deneyeni sikmiyorlar.

"Jimin-ah, bir şey mi oldu, haber vermeden gelmezdin?"

Jimin Taehyung'a yüzünü buruşturup ne saçmalıyorsun der gibi bakarak "Birbirimize gelirken ne zamandan beri haber veriyoruz?" dediğinde gözlerini arkadaşının üzerinde dolaştırarak bir süre bekledi ve ardından bana bakarak bir süre ikimizin arasında mekik dokudu. Kaşları kalktı ve gördüğü şeyi idrak etmiş olmalı ki arkaya uzanarak Mingyu'yu çekiştirdi "Ay biz geçerken uğramıştık da, neyse gidelim bence."

Güzel, dedim içimden, en azından aramızda akıllı birileri var.

"Yoo, yolda karşılaştık?"

"Ahahaha, işte onu diyorum ben de, şimdi de gidiyoruz. Gel bakayım şöyle."

"Yoo, gitmiyorum." diyerek kendini Jimin'den kurtararak üzerini silkeledi. Bugün Mingyu'yu dövmeyeceğim diyerek içimden sabretmek için defalarca kez kendi kendimi telkin ettim ve derince bir nefes alarak yapmacık bir gülüşle inatçı tavrına karşılık verdim "Yok yok, git bence işin vardır. Arabanın anahtarını vereyim, Jimin'i de evine bırakırsın."

"Yav yok, seni almaya geldim. Hazırlan gidiyoruz."

Sakin olacaktım. Sakin olmalıydım.

"Hangi sebeple?"

"Bir zahmet telefonla arabayı alabilirsin diye mesaj atacağına üstteki yazdığıma baksaydın görürdün. Koç finallerden önce son bir antrenman ekledi."

"Ne zaman ekledi, şaka yapmıyorsun değil mi?"

Hızlıca etrafa şöyle bir baktım ve tezgahtaki telefonumu alarak cevapsız çağrılarla mesajlara bastım. Ormandan sabah saatlerinde döndüğümüzde akşamüzeri için koç bir antrenman eklediğine dair ciddi bir yazı paylaşmıştı. Cidden bu kocaman bir şaka olmalıydı.

"Gelmeyenleri ve performansı düşük olanları yedeklere alacakmış."

"Hay sikeyim böyle işi." Elimle alnıma vurup sinirle yakındım. Gitmek istemiyordum. Gerçekten şu an hiçbir şekilde antrenmanın sırası olduğunu düşünmüyordum ancak mecburdum, yedeklerde kalamazdım ve takımı final maçından önce riske atamazdım.

Onaylayarak "Bekle çantamı alıp geliyorum." dediğimde Taehyung arkasını dönerek bana bakmamıştı ama omuzlarının düştüğünü görmüştüm ve az çok feromonlarının değişen kokusu burnuma dolmuştu.

Tam şu an arkasından sarılarak ellerimi beline dolamak ve boynundan yükselen kokuyu derince soluyup hafifçe kulağının altından öpmek istiyordum. Fakat şimdi bunu yaparsam ortamdaki garipliği daha da fazlalaştırmış olurdum. Bu yüzden başımı iki yana sallayarak kapıdan ayrıldım ve spor çantamı almak için yatak odasına geçtim.

Henüz yeni bir dolap almadığım için yatağın altındaki valizimden temiz bir basket takımı çıkartıp yan tarafa koyduğum çantama özensizce doldurarak fermuarı kapattım. Başka bir gün olsa kesinlikle daha düzenli olurdum ama o kadar isteksizdim ki buruşması umrumda bile değildi. Sadece gitmek ve bir an önce geri dönmek istiyordum.

Düşüncelerim arasında arkamdaki kapanan kapıya bakmak için döndüğümde dudaklarıma hızla kapanan sıcak dudaklarla bir an için bocaladım ve şaşkınca gözlerimi açtım. Taehyung'un ellerinden biri yanağıma diğeri de omzuma yerleşip oradan enseme kaydı.

Beklediğim bir şey değildi ama hızlıca toparlanıp kolumu beline sararak diğer elimi yanağına yasladım. Dudaklarının her hareketi kalbimi yerinden çıkacak kadar hızla attırıyordu ve dilinin ağzımın içindeki her darbesi odanın içini ıslak seslerle dolduruyordu.

Baş parmağımla elmacık kemiğini hafifçe okşayarak ona uyum sağladım. Sonsuza kadar öpebilirdim onu. Dudaklarının ucunda nefesime karışan nefesinde hayat vardı, beni hem yaşatacak, hem de öldürebilecek güçteydi.

Taehyung, alt dudağımı hafifçe ısırarak geri çekildiğinde gitmesini istemediğim için burnumu burnuna sürttüm ve ondan hızlıca birkaç ufak, ıslak öpücük daha kazandım.

Sardığım belini istediği zaman gidebilsin diye bollaştırsam da alfamın deli gibi etrafta koşturmasına sağlayarak kollarım arasında ayrılmadı ama yüzüme de bakmayı reddetti. Başını eğerek ensemdeki saçlarla oynayıp hafifçe fısıldadı "Şans öpücüğü."

Hafifçe güldüm ve çenesinden tutarak gözlerinin etrafında hafifçe belirginleşmiş kehribar rengi güzelliklerden ayrılmadan uzun uzun baktım. Omegayı Taehyung'la aynı anda görmek hoşuma gitmişti ve bu artık tamamen bana karşı açık olduğunun göstergesiydi. Bu yüzden ben de, dakikalardır kendini omegaya göstermek isteyen alfama izin verdim. Gözlerindeki yansımadan kızıllığın ortaya çıktığını gördüğümde ise dudağının köşesinden öpüp geri çekildim ve "Maç günü," diye fısıldadım, bu sırada da yüzünün tüm detaylarını yeniden gözden geçirmeyi de ihmal etmedim "Bu öpücüğe daha çok ihtiyacım olacak."

Dudaklarını birbirine bastırıp bana güzel bir gülüş verdi ve yavaşça sordu "Ne zaman?"

"Yarın, omega. Saat dörtte."

"Yarın..." dedi ama devam edemeden iki yatağın ortasından yükselen cılız miyavlamayla sözü kesildi. Bugün, anlaşılan o ki hiçbir şekilde şans bizden yana değildi ve kaderime razı gelerek başımı iki yana sallayarak çantamı koluma asmaktan başka çarem yoktu.

Taehyung kapıya kadar peşimden geldi ve botlarımı giyerken istemsizce beş karış takındığımı suratımı gören Mingyu ayağıyla baldırıma vurarak sendelememi sağladı.

"Yavaş ol!" diye geri tekmeledim onu.

"Ne bu surat? Sen var ya bi değiştin ha, önceden böyle değildin. İki güzel omega görünce götü başı dağı-"

"Aa-aaa!" diye gürleyerek Mingyu'ya sarılıp kolumla kafasını sıkıştırarak susması için sessizce tehdit ettim onu "Tek kelime daha edersen seni potanın direğine oturturum."

"Sen daha dur, yeni başlıyoruz."

"Bak sakın..."

"Böldüğün bütün sekslerimin acısını çıkartacağım."

Kolumla kafasını daha çok sıkıştırıp yerden çantamı alarak Taehyung'a el salladığım gibi Mingyu'yu merdivenlerden sürüklemeye başladım. Şerefsiz herif kaçmak için debelenmedi bile, apartmandan çıkana kadar da pis pis gülüp durdu.

Onu hızlıca ittirip kalçasına doğru tekme savurdum "Daha başlamayan ilişkimi bitirteceksin, sen başıma bela mısın."

"Sen on seksimden sekizini böldün, bir tane ilişkinin lafını mı yapacaksın canım."

Sonra o da bana aynı şekilde tekmeyle vurmaya çalıştı. Apartmanın önünde iki koca adam, güreşir gibi birbirimizle uğraşmaya başladık.

"İkisi bir mi piç, ben o adamla ömrümü geçirmeyi planlıyorum."

"İyi işte, ömrünüze doğru kıvrılıveririm ne olacak."

Elimle ona vurur gibi yapıp somurtarak "Yah! Rahat bırak bizi." derken kaşlarımı çatıp üzerimi başımı agresifçe düzelttim ve çantamı omzuma geri astım. Mingyu da gülerek işaret parmağını çeneme sürttü "Kıyamam, çok mu korktun?"

Elini ittirerek bahçeden çıkarken "Siktir git uğraşma benimle. Kimliğin üzerinden şirket kurup borçlandırırım seni bir anda evine icra kağıdı gelir neye uğradığını şaşırırsın." diyerek arabaya yürüdüm.

Birbirimizle sürekli uğraşırdık ama en çok ben bunu ben yaptığım için bu kez uğraşılan taraf olmanın verdiği sinir bozucu tavra engel olamadım ve yalandan somurttum. Mingyu hemen yanıma koşturup elini omzuma atarak sarıldığında suratımı düzeltmem için dürtüklemesine yumuşamıştım ama çok da belli etmemeye çalıştım.

Arabaya oturup kemerimizi bağladığımızda artık daha sakin bir ortam vardı, bu yüzden de Mingyu yola çıkmadan önce dönerek sordu.

"Şhh, anlat bakayım, ne oldu?"

İlk başta kemerin ucuyla oynayarak susmayı tercih etsem de derince bir nefesle omuz silkip "Öpüştük işte. Sonra sen geldin." diye mırıldandım.

"İyi ki de gelmişim, yiyip bitirmişsin çocuğu."

"Kendimle uzun süredir savaştığımın farkındasın değil mi?"

"Belli belli, öyle bir işaretlemişsin ki Taehyung'u alfa sanacaktım üzerindeki kokudan."

"Engel olamadım ne yapayım."

"Peki annen ne dedi? Sebebi ne olabilirmiş?"

"Henüz sormadım. Busan'a gittiğimde görmesi daha sağlıklı olur."

Mingyu bir şey söylemedi, ama altı aydır anlattıklarımı bildiğinden sessizliği tercih etti ve arabayı çalıştırdı. Ben de derin bir nefes alıp koltuğa yaslandım, elimi enseme atarak dışarıyı izlemeye başladım. Bir süre sonunda camdaki yansımamdan tebessümümü yakalayınca bunu genişleterek gerçek bir gülümsemeye çevirmeden edemedim.

Geçen ayları düşündüğümde, bugün gerçekten bir dönüm noktasıydı. Çünkü omegasıyla tanışmıştım, bana bir sürü kozalak vermişti ve kendini bana hiç olmadığı kadar açmıştı. Ama kalbimi en çok titreten şey, onu öptüğüm anı hatırlamaktı. O anın sıcaklığı, günün her anını güzelleştirmeye yetmişti.

Gözlerimi kapattım, o anı tekrar zihnimde canlandırdım. Dudaklarının yumuşaklığı, tatlı feromonları ve içime dolan o tarifsiz his... Taehyung nihayet duvarlarını kaldırmış, bana gerçek anlamda yaklaşmıştı. O an, bütün her şeyin yerine oturduğunu hissettim. Bugün, bir başlangıçtı. Ve belki de, her şeyin tam olması gerektiği gibi olduğunun işaretiydi.

***

Chapter 19: kampüs kıskançlığı ve şans öpücüğü

Chapter Text

ResimLink - Resim Yükle

Jungkook’a olan güvenim bir anda oluşmamıştı. Bana sarf ettiği her kelimesi, bakışı ve dokunuşuyla onun tarafından yavaş yavaş inşa edilmişti. Yanımda olduğu her dakika beni rahatlatmış, içimdeki korkuları birer birer yok etmişti. İlk başta ona temkinli yaklaşmıştım çünkü Suho’nun bende bıraktığı izler hala tazeydi. Ama zamanla, onun sabırlı tavırları, gösterdiği şefkat ve anlayışla, güven dediğimiz o kırılgan duygunun temellerini atmaya başlamıştı. Ve bu da aramızda tarif edemeyeceğim bir bağ oluşturmuş, daha cesaretli olmamı sağlamıştı.

Kolumun iyileşmesi için kurda dönüşmem gerektiğinde bile bu kadar zor bir şeyin üstesinden gelmemin tek nedeni Jungkook’un orada olduğunu ve beni yarı yolda bırakmayacağını bilmemdi. Omegam ona kendini gösterecek kadar güvenmişti ve en zor anında bile gücünü kontrol edebildiğini, beni asla kötü hissettirmeyeceğini kanıtlamıştı. Ona verdiğim kozalaklar da sadece bir teşekkür değil, aynı zamanda ona olan inancımın, güvenimin bir sembolüydü.

Tam da bu yüzden beni öpüp çekildiğinde onu yeniden öpme cesaretini göstermiştim. Onunla öpüşmek, derin bir nefes almak gibiydi. Taze, yeni ve sarhoş ediciydi. Daha önce birine karşı hiç bu kadar cesur hissettiğimi ve sınırlarımın ötesini zorlamak istediğimi hatırlamıyordum. Öyle ki, sıcak dudaklarının dokunuşunu, beni kavrayışını ve ağırlığını hala üzerimde hissedebiliyorum.

O anları hatırlarken Jungkook’un biraz önce çıktığı kapıya yaslanmış kendimi sırıtırken bulmuştum. Yanaklarımdan doğru kulaklarıma kadar bir sıcaklık yayıldı ve alt dudağımı dişleyerek düşüncelerimi dizginlemeye çalıştım. Ancak unuttuğum şey, Jimin’in evde olduğuydu.

Tuvaletin kapısını baskın yapar gibi açınca neye uğradığımı şaşırmış, kendimi kapıdan uzaklaştırarak hiçbir şey yokmuşçasına buzdolabına yürümek için adımlamıştım. Tabii buram buram Jungkook kokarken ve dudaklarım da şişmişken bu kaçışım hiçbir anlam ifade etmiyordu, Jimin çoktan anlamıştı ve Jungkook gitmiyor olsaydı asla eve girmeyeceğini biliyordum. Ama ne yazık ki, buradaydı. Buzdolabına adımlayamadan önümü kesmiş, üzerime yürümüştü.

Dudaklarındaki gülümsemeyi saymıyordum ama gözlerinin içine kadar şeytanice bir zevkle bana bakarken durumdan fazla mutlu görünüyordu. Özellikle dudaklarıma bakarak elini ağzıyla kapattığında, resmen gözleri ışıldamıştı.

“Tam da tahmin ettiğim gibi.” dedi başını duygusal bir şekilde iki yana sallarken “Yemek yediği gibi yemiş seni de.”

Elime dudaklarımı kapatıp Jimin’in omzuna vurarak “Ya sussana, öleceğim sandım kalbim çıkacaktı yerinden.” dediğim gibi onu ardımda bıraktım ve banka oturdum. Sonra da her zaman orada asılı olan polar battaniyeye sarıldım.

“Anlat çabuk, ne oldu nasıl oldu.”

Üç kişinin oturabileceği bankta dibime kadar girerek beni sıkıştırdığında bütün dikkatini üzerime verip beni baskı altında bıraktı. Özellikle sırıtarak büyük bir dikkatle yüzümü incelediği için poları yüzüme kadar çekip sadece gözlerimi gösterecek şekilde gizlenmeye çalıştım.

“Öpüştük işte.”

“Ay nasıl olur? Hiç de belli olmuyor oysaki…” hemen ardından kafa doğru sert olmayan bir şaplak patlattı “Doğru düzgün en başından anlat şunu.”

“Ya tamam vurma anlatacağım.”

Tıpkı bana vurduğu gibi ona vurup ayağımla itikleyerek uzaklaşmasını sağladım ve battaniyeye geri sarınıp bankın üzerinde bağdaş kurdum. O da aynı şekilde heyecanla dönmüş, dikkat kesilmişti anlatacaklarıma.

“Doktor kolumun düzelmesi için dönüşmemi söyledi, ben de dönüştüm.” dedim tek nefeste ve işte o zaman Jimin’in asıl şok ifadesini yüzünde gördüm. Çünkü öpüşmem ya da Jungkook’la sevişmem fazlasıyla normal olabilirken dönüşümüm kesinlikle değildi. Beni tanıyordu, bunun benim için nasıl zor olduğunu, küçüklükten beri de sadece Seokjin hyung ve kendisiyleyken rahatça dönüşebildiğimi biliyordu. Bu yüzden de kaşlarını çatıp az önceki şen şakrak ifadesini yüzünden silip ciddiyetle “Taşak geçme benimle.” dedi.

“Gerçekten dönüştüm.”

“Siktir git, şaka yapıyorsun.”

“Yemin ederim.”

Birkaç saniye gözlerime baktı ve doğru söylediğime ikna olmuş olmalı ki bu gerçeği sindirmek için omzuma tutunarak konuştu “Nasıl? Omega olduğum halde benimleyken bile zor dönüşmüştün.”

“Bilmiyorum, Jungkook omegamın güvenini kazandı. Çok garipti… Ben… Jimin… Hava çok soğuktu ve omega çıkmayı reddediyordu ama o bana dokundu. Parmak uçlarını kollarımda gezdirdi, boynumu öptü ve hep ona güvenmem gerektiğini söyledi. Ruhuma fısıldıyor gibiydi, içimin titrediğini hissettim, omegam bilincimi ele geçirdi. Oradaydım ama yoktum da sadece hisler vardı.” sanki yeniden o hislerle dolmuşum gibi Jimin’in omzumdaki elini sıkıca tuttum ve kucağıma koyarak hafifçe gülümsedim “Omeganın ona dokunduğunu parmak uçlarımda teninin sıcaklığı değince anladım. Sanki bedenim onu tanıyordu, nasıl anlatabilirim bilmiyorum ama bir insan başka bir insanın kan akışının hızını hissedebilir mi? Ya da kalp ritmini? Çok garipti ama çok güzeldi.”

Jimin’in yanımda olduğunu, onun varlığının beni rahatlattığını hissettim. Ona hislerimden heyecanla bahsederken beni can kulağıyla dinleyip gülümsediğimde gülümsedi, sesim titrediğinde başını eğip dudak büktü. Kelimelerimdeki her duyguya en samimi hislerle karşılık vererek elimi bitirine kadar tutmaya devam etti. Ardından derin bir nefes aldı, hafifçe başını sağa eğdi ve gözlerini bana dikti.

“Taehyungie,” diye fısıldadı, sesi yumuşak çıkmıştı “Bana ilk kez hislerin hakkında bu kadar gerçek şeyler söylüyorsun.”

“Çünkü ilk kez böyle hissediyorum.”

“Peki bu söylediklerinin kolunun iyileşmesiyle ya da dönüşümünle ilgili olmadığını, fazla derin olduğunu biliyorsun değil mi?”

Sözleri kafamın içinde yankılandı, haklıydı. Haklı olduğunu biliyordum ve farkındaydım. Onu sadece bir alfa olarak değil, çok daha fazlası olarak hissetmiştim. Jungkook’a olan duygularım, artık her gün değil her geçen dakika giderek artmaya başlamıştı ve ben bugün bunu en net haliyle anlamıştım. Anladığım gibi de engel olamayacağımı görmüştüm.

Bu düşünce beni sessiz bıraktı. Jimin’in tırnaklarıyla oynarken başımı eğdim ve her ne kadar bunları hissetsem de peşimi bırakmayan bir diğer hissi dile getirdim “Evet ama biraz korkuyorum.”

“Bu çok normal. Çünkü Suho puştu senin aşka, sevgiye ve hislere dair bütün güvenini sikti attı. Ama şimdi kalbinde bir şeyler değişiyor, Jungkook senin için bütün bu hisleri yeniden güvenle oluşturuyor.”

“Öyle… Jungkook Suho’yla kıyaslama yapamayacağım bir alfa.”

“Keşke kendini benim gözümden görebilsen. O zaman her geçen gün gülüşünün genişlediğini, öfkenin azaldığını ve Jungkook’a bakışlarının derinleştiğini fark ederdin.”

Söylediklerini düşününce haklı olduğunu biliyordum ve bunları ben de farkındaydım. Sadece bugün, bir anda bütün bu hisleri tatmak fazla ağır gelmişti. Bu yüzden de sessizce baş sallamakla yetinmiştim çünkü yapabileceğim en doğru şey, kabullenmekti. Bundan memnundum ama ilerisi için ne olacağını kestirememek beni korkutuyordu.

Jimin’le sessizce kabullenme evresi yaşarken bir anda ortalığı yıkacakmış gibi cılız bir sesle kendini belli etmeye çalışan bir yaygara koptu. Dört ayağının üzerinde mutfak köşesinde uzun uzadıya miyavlayarak ikimizin de dikkatini dağıttı.

Hayatımda hiç bu kadar uzun bir kedi çığlığı duymadığım için oldukça şaşkındım ve bu sesin ondan çıkabilme ihtimaline inanamamıştım. Jimin ise ilk kez evde gördüğü yavru kediye olan şaşkın cümlesini gizleyememişti “Bu bok böceği de neyin nesi böyle?”

“Hih, öyle demesene.” diye banktan ayaklanıp çoktan bana doğru koşmakta olan yavruyu göğsüme yaslayarak geri oturdum “Neresi bok böceği, olsa olsa bal böceği olur.”

“Bal mı? Dibi tutmuş yemeğe benziyor.”

“Hayır sana demedi balım.” sanki konuşulanları anlıyormuş gibi yeniden bağıran yavruyu teselli etmek için konuştum ve başının tepesinden öperek Jimin’e ayağımla vurdum “Kes sesini onu üzüyorsun.”

“Aynaya bakmadığı sürece üzüleceğini pek sanmıyorum.”

“Jimin!”

“Ne?”

“Ufacık kediyi zorbalamaya utanmıyor musun? Zaten terk edip gitmişler bir de sen üzme.”

“Ama ne yapayım?” peltek peltek konuşarak göğsümdeki yavruyu parmak uçlarıyla sevmeye başladı. Bunu yaparken de söylediklerine tezat bir şekilde gülüyordu ve aslında kast ettiği şeyin tam tersine tatlı bulduğunu anlayabiliyordunuz “Şuna bak, bebek tüyleri bile gitmemiş tiftif tiftik, elektrik çarpmışa benziyor.”

“Onu yemek istiyorum.”

Yavruyu gövdesinden tutup yukarıya kaldırdım ve patilerini dudaklarımın üzerine koyup minik minik öperek kımıldanmasını sağladım. Tabii çok geçmeden de uzun uzadıya bir miyavlama kopartıp gitmeye çalıştı. Daha fazla zorlamayıp onu Jimin’e verip kolunun altına sığınmasına izin verişini izledim.

“Jungkook eve kedi alabilecek bir tipe benzemiyor. Nasıl ikna ettin?”

“Dönüştükten sonra eve geldik. Ben duş alıp çıktım o girince de direkt kedilere bakmaya indim. Sadece o kalmıştı çöpün kenarında diğerlerini sahiplenmişler, yağmurdan ıslanmış titriyordu. Sonra da Jungkook geldi, ben de sordum tamam dedi.”

Jimin yavrunun başını okşarken bana sırıtarak bakıp “O köpek yavrusu başını attın değil mi? Dolu dolu boncuk gözler, hafif bir iç çekiş…” dediğinde beni çok iyi tanıdığına dair cevap verdiği için dudak büküp omuz silktim.

“Ne yapayım, kanmasaydı.”

“O bakışlara kanmayacak bir tane alfa bile tanımıyorum. Öyle bakarken mi öpüştünüz?”

“Hayır,” derken öpüştüğümüz anı yeniden hatırlamak yanaklarımı kızarttı ve elimin tersiyle dokunarak sıcaklığın almaya çalıştım “Daha fazla yağmurda ıslanmamak için kediyi de alıp eve girdim ve ona sıcak yatak yaptık. Sonra Jungkook elinde havluyla gelip saçımı kurulamaya başladı ama o da ıslanmıştı. Bu yüzden ben de onunkileri kuruladım. Öpeceğini hiç düşünmemiştim, bir an bileğimi tutup öptüğünde ne yapacağımı şaşırdım.”

“Lütfen bana ikinci atağı senin yaptığını söyle.”

“Ben yaptım.”

Aslında teoride telaştan bile olsa onu ilk ben öpmüştüm ama bu detayı Jimin’le paylaşırsam neden devam etmediğim için beni dövebileceğinden paylaşmamaya karar verdim.

“Tanrıya şükür…”

Bankın üzerindeki pozisyonumu değiştirerek battaniyeyle birlikte dizlerime sarıldım ve çenemi oraya yaslayıp devam ettim “Tepki vermediğimi görünce yüzünde hata yaptığını düşündüğü bir ifade gördüm. Kendince saçma sapan şeyler geveledi ve bu doğru hissettirmedi.”

“Ay çok heyecanlı. Sanki romantik bir drama izliyormuşum gibi.”

Jimin yavruyu hareket ettirdiği için minik bir miyav tepkisi alınca kıkırdayarak başını okşadı ve dinlemek için yeniden dikkatini bana yöneltti. Ben de hemen devam ettin.

“Daha öncesinde söylediğim gibi bana o kadar iyi hissettiriyordu ki ben… Denemek istedim. O hep bana bir adım atmak için hazırda beklerken bu kez o adımı ben atmak istedim.”

Durdum ve parke zemine bakarak hatırladıklarım yüzünde gülümsedim. Dudaklarımı onunkilerle tam anlamıyla buluşturduğum an sanki içimde patlamaya hazır bir fırtına oluşmuştu. Ama bu fırtına bana zarar vermek yerine beni sarıyordu, koruyordu. O an sadece bizi hissetmiştim, ikimizden başka hiçbir şey yoktu. Sadece o ve ben. Feromonları bana karıştığında, kendimi yeniden keşfettiğimi hissettim. Vücudumun her hücresi onu tanıyor gibiydi, onu kabul ediyor ve ona teslim oluyordu.

Derince bir nefes alarak gülümsememi durduramadan Jimin’e döndüm “Gelmeseydiniz sonuna kadar giderdim.”

“Nerede lütfen söyleyin. Artık şu yüzünde seks yapmış omega ışıltısını görmek istiyorum.”

“Tamam sus artık yeter.” diyerek omzundan ittirdiğimde kapının ardından buraya geliş nedenini söylediğini hatırlayıp sordum “Sen ne çöpçatanlığı için gelmiştin?”

Jimin’in gülen yüzü aniden mod değişikliğiyle asıldı ve başını geriye atarak yüksek sesli bir of çekip bıkkın bir ifadeyle bana döndü “Ben şu adama fena tutuldum.”

“Kime?”

“Kime olacak ya, Kim Namjoon işte. Yoongi’nin ağabeyi.”

“Sen hala unutmadın mı o adamı ya?”

Bana sanki dünyanin en absürd bir şeyini söylemişim gibi rencide eden bir bakış attı ve kımıldanmaya başlayan yavruyu yere bırakırken “Sen hiç Namsan dağının adını unutuyor musun? Bu da öyle işte, unutamayacağım bir dağ.” diye bir açıklama yaptı.

“Adam iletişim kurmayı reddediyor Jimin. Adından başka da hiçbir şey bilmezken ne yapmayı planlıyorsun.”

“Sen bana bir baksana, benden boş duracak tip var mı? İçinden geçtim stalkun.”

Kaşlarını kaldırıp indirirken gülüşüne de aynı oranda dünyanın bütün sırlarını bilirmiş gibi genişledi. Kafasından geçirdiği ve uyguladığı şeyleri bilmek zordu, ayaküstü Jungkook’un doğum saatini öğrenip tarihine de okul takımının sitesinden bakarak doğum haritasına ulaşması uzun sürmemişti. Hatta düşürmek için seçtiği alfaları derinlemesine araştırır ve tanışmak için kendine en uygun anı yaratırdı. Bu konuda gerçekten usta olduğunu söylemem gerekiyordu yani.

İnanılmaz bir insan olduğunu belirtmek için seslice gülerek başımı iki yana salladım ve ondan umursamaz bir omuz silkiş kazandım.

“Ne var canım, araştırmayı seviyorum.”

“Bunu bu kadar basit söylemen…”

“Basit söylemem basit olduğu anlamına gelmiyor. Sosyal medyayı bisiklet sürmek, doğa ve kitap fotoğrafı çekmek dışında kullanmayan biriyle ilgili bilgilere erişmek gerçekten çok zorlayıcıydı. Haftalardır bunun için uğraşıyorum.”

“Gören de telefon numarasını buldun sanacak.” deyip göz devirdiğimde alay etmiştim. Çünkü bu biraz fazlaydı, Namjoon’la ilgili tek ulaşım sağlayabileceği kişi Yoongi’ydi ve bir kere görüşmüşlerdi. Onun dışında zaten Yoongi’nin telefonu öylece vereceğini düşünmüyorum fakat Jimin bana tam tersi bir gururla bakarken kendinden oldukça emin görünüyordu bu yüzden kaşlarını şaşkınca kaldırmıştım “Buldun mu gerçekten?”

“Tabii ki buldum, ne demişler bilirsin… Büyük hedefler büyük çabalar ister.”

“Tanrı aşkına, bunu nasıl başarmış olabilirsin ki? Yoongi mi verdi?”

“Aman o suratsıza yaklaşmak ne mümkün. Tamamen stalk üzerinden ulaştığım kaynaklarla hareket ettim. İlk önce instagramında dolandım, manzaralar, kitaplar, sanat galerileri, Han nehrindeki bisiklet sürdüğü fotoğraflarla doluydu. Bir de seyahatlerinde yanında sürekli bir keçi vardı, bu biraz garip ama sonra sebebini anladım. Etiketlendiği fotoğraflara baktım ve bum!” eliyle havada hızlıca elleri çarptı ve beni zıplattı “Hafta sonları Yangju’da bir çiftliğe gidiyormuş.”

“Çiftlik mi?”

“Hı-hm.. Sanırım çiftlik hayatı falan çok seviyor.”

“Bu yüzden insanlarla iletişim kurmayı pek tercih etmiyor olabilir. Bu da seninle konuşmama sebebini açıklar.”

“Hayır canım, ilk başta ben de böyle düşündüm ve insan sevmiyorsa beni nasıl sevsin diye tribe girdim ama biraz daha araştırınca aslında sosyal biri olduğunu gördüm.”

“O zaman yalnız takılmayı tercih ediyor ama sosyal hayatı da va demek oluyor. Peki bu kanıya nasıl vardın?”

“Instagram hesabında takip ettiği ve takipçisi olan herkesin profilini inceleyerek tabii ki! Böylece kimlerle zaman geçirdiğini, hangi etkinliklere katıldığını bile buldum.”

Battaniyeye sarınıp titremiş gibi yaparak gülümserken “Giderek ürkütücü olmaya başlıyorsun.” demek zorunda hissettim kendimi.

“Of dur,” diye ayaklanıp geldiğinde banka koyduğu ceketine ulaştı “Sigaram geldi, devamını balkonda anlatacağım.”

Jimin balkona çıkarken ben de etrafı tanımak için koklayıp duran yavruyu kontrol edip şöyle bir bakındım ve çevrede ona zarar verecek bir şey olmadığından emin olduktan sonra balkona çıktım. Yağmur hala yağmaya devam ediyordu bu yüzden koltukta arkasına geçtim ve battaniyeyi onu da içine alacak şekilde Jimin’e sarıldım.

Benim için bir sigara yaktı ve elime tutuşturduktan sonra yerleştiğimizden emin olunca kaldığı yerden anlatmaya devam etti.

“Takip ettiği ve onu takip eden birçok barmenle kokteyl hesapları vardı. Seoul Shakers’ın sahibi olduğu düşünülünce alkole olan ilgisi pek şaşırtıcı olmadı benim için. Ama içlerinden bir barmenin hesabında Namjoon ve Ko Un’un aynı karede bir fotoğrafı vardı.”

Sigaramdan bir nefes alıp Jimin’in tersime doğru üfleyerek sordum “Ko Un, şair olan mı?”

“Aynen öyle, bu yüzden hemen profiline girdim ve Namjoon’la olan birkaç fotoğraf daha gördüm. Bil bakalım nerede?”

“Nerede?”

“Çiftlikte.”

“Aa… O zaman tanışıyorlar.”

“Hem de Namjoon’a lakap takacak kadar. Profilini biraz incelediğimde el yazısıyla bir şiir yazdığını gördüm. Dur bekle bakacağım,” cebinden telefonunu çıkarttığı ve galerisini açarak ekran görüntüsünden şiiri okumaya başladı “ Yıldızları şarkı söyleyen bir kalple, her solup giden şeyi sevmeliyim, ve bana verilen yolda yürümeliyim. Bu şiire Namjoon’u etiketleyip bizim Myeongun’a bakın, kelimeleri yüreğimi ısıtıyor yazmış. Namjoon da ona sizden ilham aldım Gongsa Sunbae-nim yazmış.”

“Şiir de mi yazıyor?”

“Bundan emin değilim ama bunu Namjoon’un yazdığından eminim. Çünkü telefonuna Namjoon’u Myeongun diye kaydetmiş Namjoon da Gongsa Sunbae diye.”

Şokla Jimin’in yüzüne bakmak için hafifçe ittirdim çünkü yani nereden nerelere gelmiştik ve şimdi bana telefon numarasında kayıtlı olan ismi söylüyordu.

“Sen adamın telefon numarasını nereden biliyorsun?”

“Şu çiftlik var ya, orada bazen şiir etkinlikleri oluyormuş, muhtemelen Namjoon’la Ko Un orada tanıştı. Eh ben de durur muyum-”

“Bana şiir etkinliğine gittiğini söyleme.”

“Ay hayır tabii ki, sanatın o kısmı kafamı ütülüyor. Edebiyat fakültesinden şiir kulübünün başkanına yazdım hemen. İki işve cilve sohbet derken şairlerden konuşmaya başladık ve ona ödevim için Ko Un’un şiirinden ilham alarak resim çizeceğimi söyledim. Sonra biraz derinlere indik ve ona şair kafasını anlamak için Ko Un’la tanışmak isteğimi söyleyip anlattım. O da bir sonraki buluşmada Ko Un’u numarasını vereceğini söyledi.”

Kahkaha atarak küfür ettim. Şerefsiz, işini biliyordu ve romantik bir şerefsiz olunca otomatik zekilik yükleniyordu. Bir sonraki buluşma için elbette kendini garantiye alacaktı.

“Gülme ya,” diye dürtüklemişti ama sesi eğlenir gibi çıkmıştı “Valla götümü zor kurtardım ama numarasını aldım. Sonra da etkinliğin organizatörüne ulaştım, adam beni gruba ekledi, grup konuşmaya kapalıydı sadece konseptle ilgili içerikler atılıp hafta sonu hazırlanmamız için yardımcı oluyordu. Tam da burada zekam devreye giriyor…”

“Ne gelecek acaba.”

“Şimdi elimde Ko Un’un telefonu ve gruptaki tanımadığım on iki bilinmeyen numara vardı. KaKao Connect’den elimdeki numaraların birbirlerini nasıl kaydettiklerine baktım. Hepsini tek tek kontrol ettim ve sadece bir numara Ko Un’u ‘Gongsa Sunbae’ diye kaydetmiş. Ko Un da o numarada ‘Myeongun’ adıyla kayıtlı. Bum!”

KaKao Connect aklıma hiç gelmemişti. Karşıdaki kişinin sizi rehbere hangi isimle kayıt ettiğini gösteren bir uygulamanın Jimin’in bu denli işine yaradığını inanamıyordum. Bu gerçekten fazlaydı, Jimin için bile inanılmaz derecede ileri seviyeydi. Bir şekilde aracı yollarla telefon numarasına ulaşacağını düşünürken…

“Vay canına…” demekle yetindim çünkü dilim tutulmuştu ve şaşkınlığım en üst seviyedeydi.

“Biraz sabır, biraz da zekanın çözemeyeceği hiçbir şey yoktur.”

“Peki şimdi ne yapacaksın? Öylece arayacak mısın?”

“Şu an hayır. Sadece gerektiğinden orada olduğunu bilmek hoşuma gidiyor.”

Sigaralarımız bittiğinde Jimin’le içeriye geçtik ve sohbetimize devam etmeden ortalarda bağırıp çağırarak birilerini arayan yavruyu kucağıma aldım. Hemen üzerime tırmanıp boyuma doğru kıvrıldı ve sıcağın tadını çıkartmaya başladı.

“Of bank götümü ağrıttı. Sakın Jungkook’la fantezi denemeyin orada yemin ederim götün kırılır.” diyerek masanın önündeki sandalyeyi çeken Jimin’in omzuna sertçe geçirip bir diğerine de ben oturdum.

“Konuyu sürekli benim cinsel hayatıma getirme de devam et.”

“Senin cinsel hayatın neredeyse dokuz aydır falan yok da neyse… Öyle işte yani. Şimdi iki seçeneğim var, ya şiir etkinliğine gideceğim ya da şu kokteyl etkinliğine. Sence hangisi?”

Düşündüğümde kokteyl etkinlikleri tam bizim tarzımıza uygundu ama Namjoon’un çiftlik ve doğa hayatını sevdiğini düşündüğümüzde en sakin olabileceği ortam da şiir etkinliğiydi.

“Şiir daha mantıklı gibi geldi.”

“Bana da öyle geldi ama kokteylin de cezbedici bir yani var. Kendimi daha iyi gösterebilirim.”

“Sarhoş Taehyung ne kadar kötüyse sarhoş Jimin de öyle. Riske girme bence.”

“Of kokteyl demen gerekirdi.”

Kollarını göğsünde kavuşturup sandalyede arkasına yaslandığında burada aslında amacının onu kokteyl için desteklememle ilgili fikir almak olduğunu anlamıştım. Ancak doğruları söyleyen birinin de olması gerekiyordu.

“Adam seni alkolik sanıyor olabilir. Sarhoşken dmden ses kaydı atıp görüldü yediğini unuttun herhalde.”

“Sen çok doğru konuşuyorsun ve ben şu an senden nefret ediyorum.”

Ona havadan bir öpücük atıp boynumda uykusunu sürdüren yavrunun sırtını okşayarak kendimden emin bir şekilde gülümsedim. Söylediğim şeye geleceğini biliyordum, ve öyle de olmuştu. Jimin her şekilde mantıklı olanın şiir etkinliği olduğuna karar verdi ve oraya gittiğinden ne giyeceğiyle ilgili bir kombin konuşması yaptık. Her bir detayı konuştuktan sonra cebimizde beş won bile olmadığı helde paralarımızı birleştirip ortak yemek sipariş ettik ve masabaşı sohbetine tutulduk ancak onun da sonu çalışmamız gereken finaller yüzünden pek uzun sürmedi.

Jimin’e yaptığım resimleri ve final için araştırmalarımı gösterip üzerinde detaylıca tartıştık. Kolum henüz yeni düzeldiği için sızı hala vardı ama yine de denediğimde kalemi tutabiliyordum, hatta çizgilerim de düzgündü. Sadece kalemi uzun süreki tuttuğumda kasılarak ağrıyordu ama zamanla geçeceğini biliyordum. Bu yüzden çok fazla çizim yapmak yerine Jimin’in bana verdiği ilginç fikirleri dikkatle dinledim ve hepsini not edip son eklemeler şeklinde geçirmeye karar verdim. Akşam saat dokuza gelirken de Jungkook’dan akşam gelemeyeceğine, sabah erken saatte okulda sınava girip antrenman yapacakları için grubunun Eunwoo’da kalacağına dair bir mesaj almıştım. Yalan yok, yüzüm düşmüştü ve yalnız kalmamak için Jimin’e bizde kalmasını teklif etmiştim.

Kabul etmişti etmesine ama bu sefer de uyumak için odaya geçtiğimizde yeni bir sorunumuz vardı. Jimin geldiğinde hep beraber çift kişilik yatakta uyurduk ancak şimdi beni ittirip kafama yastığı çarptığı gibi “Bütün gece Jungkook gibi kokmanı hiç çekemem. Ben teklide yatacağım.” demişti.

Haliyle ben de Jungkook’un olmadığı yatakta, kokusunu soluyarak uyumaya çalışmıştım. Biraz zordu ve nasıl desem… Yaklaşan kızgınlığım kasıklarımı hafiften yakmaya başladığı için bir sağa bir sola dönüp duruyordum ve ellerimle çarşafı sıkıştırıp duruyordum. Tabi bir yandan da kendimi frenlemeye çalışıyordum çünkü omegam alfanın kokusunu da tadını da yanında istiyordu ve pek rahat durmuyordu. Yuvamız…

Başımı yastığa gömerek yorganı gözlerime kadar çektim ve omegama susmasını söyledim. Jimin’in uykusu ağırdı ama feromonlarım artarsa onun da omegası rahatsız olurdu. Ancak omegamın durmaya niyeti yoktu.

Alfaya yuvamızı gösterelim, bizi yuvamızda öpsün, birlikte yuvamızda uyuyalım.

Lütfen Taehyung…

Yoğun bir şekilde yuvalama ihtiyacı duyuyordum ve Jungkook’dan önce hiç böyle bir hisse kapılmamıştım. Suho’yla arada sırada yaşardım bunu ama uzun süredir biriyle birlikte olmadığım ve kızgınlıklarımın düzensiz olduğu düşünülünce o kadar zorlayıcıydı ki bu durum. Resmen beni kıvrandırıyordu.

Omegamın sesini ve bastıran ateşimi göz ardı etmeye çalışarak burnumu yastığa göndüğümde iki yastık arasındaki yavru kedi mızmızlanarak kımıldanınca diğer tarafa döndüm ve uyumaya çalıştım. Fazlasıyla zorlu bir uyku geçirmiştim ve bütün gece kıvranıp durmuştum. Uyandığımdaysa, gece ve gündüzü ayırt edemeyeceğim kadar karanlıkta gözlerimi derinden gelen bir alarm sesiyle açmıştım. Sırtım, kollarım ve bacaklarım dahil bütün eklem yerlerim ağrıyordu.

Yattığım yerden kalkmaya çalıştığımda pek de yumuşak olmayışından yatağımda olmadığımı anladım ve hareket ettiğimde bana engel olan dar alan yüzünde ne yapacağımı bilemedim. Algılarım bir şeyleri idrak etmeye başladığında ise yavaş yavaş hatıralarım tazelendi, bütün gece parmak ucumda Jungkook’un salondaki dolabından tişörtleri taşımış, bavulundan kazaklarını alarak özenle yuvaya yerleştirmiştim. Bir öncekini omegam yapmıştı ama bu kez bilincimin berrak olduğu anlar da vardı ve ben engel olmamıştım. Yuvayı Jungkook’un kokusuyla doldurmak için dolabın içinde küçük bir yığın oluşturarak uyumayı seçmiştim.

İçimden birkaç küfür savurarak dolabın kapısını ittirdim ve tam karşımda yatağın içinde doğrularak etrafı uykuyla izleyen Jimin’le göz göze geldim. İlk başta anlayamadı ama şöyle bir bakındığında ve havayı kokladığında başını aşağı yukarı sallayarak “Anlıyorum…” dedi.

“İsteyerek olmadı.”

Öyle bir isteyerek oldu ki…

Sus.

“Hep söylediğim gibi… Bir kere sikişsen kızgınlıkların bu kadar azgın geçmeyecek.”

Ona gözlerimi kaçırarak sus demekten başka bir şey söylemedim ve ağrıyan uzuvlarımı gözeterek dolabın içinden kalktığım gibi banyoya gittim. Doğru söylüyordu. Haksız da olsam her zaman kendimi savunacağım bir durum olurdu ama bu konuda aylardır bu acıyı çeken biri olarak kesinlikle Jimin’e hak veriyordum. Çünkü şu an Jungkook’un beni işaretlemiş olması ve üzerimde koku bırakması yeterli gelmiyordu. Tek istediğim sıcaklığıydı…

Yuvayı yaptığım anlar gözlerimin önünden geçerken elimi yüzümü yıkayıp rahatlamaya çalıştım, yetmedi bir de dişlerimi fırçaladıktan sonra saçlarımı köpükleyerek odaya geri döndüm. Tüm bu yaptığım gündelik şeyler tamamen görmezden gelmekti, ancak Jimin sağ olsun, bakışlarını bir an için benden ayırmadığından dolabın içinde uyandığım gerçeğini unutmak pek mümkün olmuyordu. Neyse ki birkaç yastık fırlatıp ona gözlerini benden uzak tutmasını ve içeri siktirip gitmesini söyleyerek kovalamış, hazırlanmaya başladım. Zaten sonra da daha fazla oyalanmadık ve bir şeyler atıştırıp hazırlanmaya başladık.

Az kalsın evden çıkmadan artık bir kedimiz olduğunu unutup mama vermeden çıkıyordum ama son andaki çığlık atarcasına bağırışıyla kendini hatırlattı ve hemen mama koydum.

Sabah dokuz buçuk derslerinden nefret ediyordum. Şu an neredeyse her fakülte final haftasında olduğu için birçok profesör ders işlemeyi bırakmıştı ama lanet olasıca birisi hala devam ediyordu. Profesör Seunghan için ölüm döşeğinde olsak bile derse gelmeliydik çünkü henüz ölmemiştik… Kendisi de zaten ölmeyi unutmuştu.

Dünyanın en yavaş konuşan profesörüyle bir ders içinde ölmeden nasıl sağ çıkabilirim savaşını uyuklayarak başarıyla tamamlayıp bitik bir halde kafeteryaya geçtik Jimin’le. Karton bardakta içtiğim kahve bir nebze de olsa toparlanmamı sağlamıştı.

“Hoseok hyung sınavdan çıkınca direkt gidecekmiş.”

Jimin telefonunun kilidini kapatıp ceketinin cebine koyduğunda bir sonraki dersi için çantasını koluna taktı.

“Ortak dersimize bir buçuk saat var. Biraz kestiririm burada ben de.”

Başını iki yana sallayarak karşımdaki sandalyesinden kalktı bana doğru gelerek çantasından bir lip balm çıkartıp hızlıca dudaklarımda gezdirdi. Ne yaptığını anlayamamıştım ama saçlarımı da hafifçe düzelip doğrularak gitmeden hemen önce “Ben senin yerinde olsam gider Jungkook’u görürdüm ama neyse… Yine de sen bilirsin.” deyince anlamıştım.

Kafeteryanın kapısından bana göz kırparak çıkışını izlerken öylece bakakalmıştım. Şerefsiz çoktan aklıma karpuz kabuğunu sokmuştu ve artık öylece kestiremeyeceği biliyordum. Üzerimdeki kokusunu solumuyormuşum gibi şimdi dikkatimi daha çok dağıtmıştı, zaten Jungkook’un yokluğu yüzünden sabah dolabın içinde uyandığımdan varlığını arıyordum ve şimdi de bütünen aklıma girmişti.

Alt dudağımı ısırıp işaret parmağımla masada ritim tutmaya başladım ve tek bir noktaya bakarak düşündüm. Ona güvensem de bir noktada eski kötü tecrübelerimden olumsuz dersler almıştım. Dün öpüştük diye bugün fakültesine gidersem çok mu üzerine düşüyor gibi olurdum ve bundan rahatsız olur muydu diye düşündüm. Bu bir anlık düşünceydi elbette, Jungkook asla böyle bir karaktere sahip değildi ve zaten defalarca fakülteye gelmiş, birlikte eve gitmiştik. Öğleden sonra maç için görecektim ama yine de boş vaktimde onu görmek istemem bana doğal bir şekilde normal geliyordu. Bu kez de ben gitsem ne olurdu ki?

Daha fazla düşünürsem işin içinden çıkamayacağımı bildiğimden her şeyi siktir ettim ve çantamı omzuma astığım gibi fakülteden çıkarak vakit kaybetmemek için ring durağına koşturdum. Her yirmi dakikada bir gelen ring yine aynı şekilde gelmişti ama beklemek bir saat gibiydi, içim kıpır kıpırdı ve beklemek istemiyordum. Liseli bir aşığın heyecanını yaşıyordum, karnımdaki kelebekler yüzünden yerimde durmakta zorlanıyordum.

Mühendislik fakültesinin önünde inip içeriye girdiğimde doğruca kafeteryaya yöneldim çünkü eğer aradaysa mutlaka bir şeyler yiyip içiyordur diye düşünmüştüm. Ancak ne olur ne olmaz diye de telefonumu çıkartıp nerede olduğunu sormak için mesajları açmıştım ki kafeteryanın girişinden Jungkook’un tanıdık kahkahasını duydum.

Başımı kaldırıp gözlerimi içeride dolaştırdım ve ona ait olmayan ancak üzerinde onunmuş gibi duran kıyafetler içindeki alfayı buldum. Her zamanki gibi siyah pantolon giymişti, üzerinde beyaz kısa kollu bir tişört vardı ve saçları taktığı bej rengi berenin altından ensesine dökülüyordu. Yaslandığı duvarda bir kez daha gülerek elindeki kahvesinden yudumladı ve heyecanla arkadaş grubuna yenir bir şey söylemek için atıldı. Bunu yaparken yanağındaki gamze hale belirgindi ve gözlerinin köşelerindeki minik çizgiler onu oldukça çekici gösteriyordu.

Sesleri geldiği için ne söylediğini duyabiliyordum ve kendinden emin bir şekilde “Hayır, ben hala kırmızı-siyah ağaç kullanmanın çok daha mantıklı olduğunu düşünüyorum.” derken bildiği konutlardaki özgüvenini dinlemek keyif vericiydi.

Sonra Mingyu eliyle itiraz eden bir harekette bulunarak ortaya atıldı “Bellek kullanımı ağaç yapılarında daha fazla. Kırmızı-siyah ağaç kullanmak boşa uğraş.”

Bu Jungkook’u sinirlendirmiş olmalı ki masaya eğilip deftere bir şeyler karalayarak “Bellek tüketimi biraz daha fazla olabilir ama bak, büyük veri kümelerinde performansın daha tutarlı olması uzun vadede daha verimli bir çözüm sunar.” demiş ve arkadaşlarına bakarak düşüncesine destek beklemişti.

O zamana kadar fark etmediğim ve Jungkook’un hemen yanında oturan, onun kadar olmasa da saçları hafifçe uzun, gözlüklü omeganın konuya dahil olarak Jungkook’a hak verişini izledim.

“Hmm…” demişti Jungkook’un çizdiği kağıda doğru eğilerek ve onu onaylarken de bütün algılarımı harete geçiren bir yakınlıkta elini koluna sarmıştı “Aslına bakılırsa Jungkook haklı. Çarpışma riskini minimize etmek için ek kaynak harcamak yerine, doğrudan dengeli bir yapı kullanmak daha mantıklı.”

“Evet. Evet! Ben de bundan bahsediyordum. Uzun vadede daha verimli bir çözüm olanağı sağlar!” kahvesini diğer eline alıp boşta kalanı da omegaya sarılmak için kullandı “Beni bir tek Haru anlıyor zaten, biz ikimiz bu fakültenin aydınlık yüzleriyiz.”

Arkadaşlarının verdiği tepkiye dikkat bile etmiyordum çünkü odağımda Haru’nun elini Jungkook’un sırtına doğru koyduğu an vardı.

Mağarayı sıkı kapat, rüzgar esiyor.

Omegam da kilitlenmişti benim gibi, kulakları dik ve atlamaya hazırdı. Aynı duyguları paylaşıyorduk, hayatımda hiç birini bu kadar kıskandığımı hatırlamıyordum, arkadaşı olduğu açıktı ve aslında kıskanılacak pek de bir şey yoktu. Ama Jungkook’la daha yeni yeni yakınlaşmaya başlamışken bazı şeyler henüz askıdayken kan akışım bile değişmişti. İkisini tutup ayırmak ve ortalarına yerleşerek Jungkook’un tek odağında olan tek kişi olmak istiyordum. Sadece bana bakmasını, sıcak ellerinin bana sarılmasını ve sarmalamasını istiyordum…

Yakınlığı yüzünden kalbim duracak gibi hissetmiştim ve nefesimi tuttuğumu onları izlerken Jungkook’un hafifçe doğrulup sanki burada olduğumu anlamış gibi dönerek hiç aramaya gerek duymadan gözlerimin içine bakmasından anlamıştım.

Bir anlık artan feromonlarımı mı hissetti diye düşündüm ama doğruca gözlerimin içine bakmasını kokumu duymasıyla ilgili değildi, varlığımı hissetmiş gibiydi daha çok.

Gözlerinden şaşırdığını ama asla rahatsız olmadığını, aksine memnun olduğunu belli eden ışıltılı bir parıltı geçti. O parıltı dudaklarına hafif bir tebessüm olarak kondu. Çok kıskansam da onun gülüşü içimi ısıtan bir güneş gibi içimi ısıttığı için ben de hafifçe gülümsedim ve ona doğru adımladım.

Yanına ulaştığımda sarıldığı omegadan çekildi ve elini koluma uzatıp hafifçe kendine çekerek hevesli bir gülümsemeyle yüzümü incelerken “Taehyung… Beklemiyordum seni.”

“Ders aram vardı da…Yanlış zamanda mı geldim?”

Gözlerimi kaçırarak kurduğum cümle gülümsemesini genişletti ve “Asla.” dedikten hemen sonra herkesin içinde beni kendine biraz daha çekerek dudaklarını şakağıma bastırıp kulağıma eğildi “Şu an beni sahipleniyorsan eğer, devam et omega. Çok tatlı görünüyorsun.”

Omegam tatlı tatlı kıkırdarken ikimiz de Jungkook’un üzerimizdeki ilgisinden memnunduk ancak bu benim için yeni bir şeydi. Suho’yla olan ilişkimizde kimsenin içinde böyle konuşmazdık ya da bana bu kadar yakın olmazdı. Ve asla tanımadığım arkadaşlarıyla aynı ortama girmeme izin vermezdi. Bu yüzden de biraz çekinmiş ve kulaklarıma kadar kızararak Jungkook’dan uzaklaşmıştım.

“Hep sen geliyordun fakülteme. Dün de eve gelmeyince… Göreyim dedim.”

Sahiplenme duygusuyla hareket ediyordum, herkesin içinde daha doğrusu omeganın duyacağını bildiğim bir şekilde Jungkook’un fakülteme geldiğini ve aynı evde yaşadığımızı belirtmek içimi rahatlatmıştı. Muhtemelen arkadaşlarının hepsi beni biliyordu ve gereksiz yere bunları belirtmiştim ama omegam da, ben de iyi hissetmiştik. Ancak utanmıştık da…

“Neyse öyle işte, gördüm gidiyorum. Görüşürüz.” diye aceleyle kelimeleri dizip arkadaşlarının önünde saygıyla iki kez eğilerek apar topar kafeteryanın çıkışına koşturdum.

Jungkook’un arkamdan gülerek eşyalarını toplayıp arkadaşlarıyla vedalaştığını duyduktan kısa süre sonra büyük elleri montumun üzerinden kolumu kavradı ve beni yavaşlattı. Sonra da sarılarak beni kollarının altına çektiği gibi yanağımdan hızlıca öpüverdi “Hemen de kaçıyorsun ama. Bıraksaydın da tadını çıkartsaydım.”

“Sus. Komik değil.”

“Değil ama hoşuma gitti.”

“Of!”

Kolumla onu dürtükledim ama beni kendine daha çok çekerek “Tamam tamam, kızma hemen. Gel seni fakültene bırakayım oradan da antrenmana geçerim.”

İkinci cümlesine yürüdüğü yöne uyum sağlayarak onay verirken ilki için de “Kızmadım.” dedim huysuzca.

“Kızma zaten. Tercihlerim konusunda kararlıyımdır, alfamın ilgisini çekmek…” sesini hafifçe alçaltarak dün beni işaretlediği boynumu öpüp içimi titretecek bir fısıltıyla devam etti “Pek kolay değildir.”

Dudaklarımı birbirine bastırıp hafifçe gülümsedim. Üstü kapalı bir cümle olsa da omegam da ben de ne demek istediğini anlamıştık. Bir alfanın bir omegayı işaretlemesi ve bunu açıkça yapıyor olması, omegayı sahiplendiğini gösterirdi. Kimse ikinci kez dönüp bakmasın, o sadece benim demenin sözlerden daha keskin ve ilkel bir ifadesiydi.

Elimi Jungkook’un beline doğru gevşekçe sardım. İkimiz de soğuk havada birbirimize sarılır bir şekilde yürümeye başladık. Aslında sıcaklığı benim için yeterliydi ama soğuğu bahane ederek ona sokulmak ve beni daha fazla sarması hoşuma gittiği için biraz nazlanmanın sorun olmayacağını düşünmüştüm.

Fakülteme giden en kestirme yolu birkaç dakika sessizlikle sürdürürken Jungkook bana dün neler yaptığımı sorunca Jimin’le özel konuşmalarımız hariç ona özet geçtim, kediden bahsettim ve asla yuvalama konusunu açmadım. Kısa sohbetimiz maçtan sonra markete gitmeye karar vermekle sonlandı.

Ellerimi belinden ayırıp cebime sokarak gitmek için birkaç adım uzaklaştığımda Jungkook dudağımın köşesinden hızlı bir öpücük alarak beni şaşırttı ve geri çekilerek ağzı kulaklarına varana kadar sırıttı.

“Maçta görüşürüz omega, şans öpücüğümü unutmazsın umarım.”

Ben de güldüm ama onun aksine gıcıklığımdan ödün vermeden burnumu kırıştırıp omuz silkerek “Bakarız.” dedim.

“Aman dikkatli bak da unutma,.”

Kıkırdamama engel olamadan son kez “Söz veremem alfa, unutkan bir insanım.” diyerek arkamı döndüm ve hızlıca uzaklaştım ancak Jungkook için son söz söylemek bir kural gibiydi. Bu yüzden bana gönderdiği mesajı okurken heyecanlanmamı durduramamıştım.

bir yeni mesaj - dolandırıcı

neyse ki ben unutkan değilim omega

hatırlatırım

Kalbim hızlandı, dudaklarımda daha geniş bir gülümseme belirdi. İçimden taşan mutluluğu kontrol edemiyordum. İçgüdülerim ona kayıtsız kalamıyor, beni derinlerde bir yerlerde yakalıyor, sevince boğuyordu. Oysaki o kadar uzun bir an da değildi, minicikti ama Jungkook’la yaşadığım bu küçük anlar bile yetiyordu. Sanırım bu duyguyu özlemiştim, biri tarafından ilgi görmek, sevilmek, kalbimin bu denli çarptığını hissetmek… Güzeldi.

İlgisi, kelimeleri, tavırları ve duraksadığım kendimi çektiğim anlarda ufak hamlelerle destek oluşu bana güç veriyordu. Geri planda durmaya alışmıştım, ama onun yanında bu çekingenliğim yerini cesur bir sevince bırakıyordu.

“Pişt, önüne bak önüne aklın bir karış havada, düşeceksin.”

Telefondaki mesajı okuyarak öylece yürürken duvara yaslanmış sigara içerek bana imalı sözler söyleyen Jimin’i farkına varmamıştım.

“Jimin-ah!” diye bağırarak hemen yanına koşturdum ancak gülümsememe engel olamadım.Jungkook’la konuşmam o kadar tazeydi mi zihnimde sürekli maçtan öncesi için onu öptüğüm düşünceler vardı.

“N’aber diyeceğim de iyi olduğun belli. Şuraya bak ağzın yırtılacak gülümsemekten.”

Ceketine elimi atıp paketinden bir dal sigara alarak ağzındaki sigarayla kendiminkini yaktım “Durduramıyorum ne yapayım. İstemsiz oluyor.”

“Onu anladım zaten. Suho’nun önünden geçerken ekrana gülümsemekten kafanı kaldırıp bile bakmadın.”

Önceden olsa burada olup olmadığını kontrol ederdim ama şimdi etrafa bakma gereği bile duymadan sigaramdan nefeslenmiş, Jimin’e hissettiğim şeyleri ifade etmiştim “Benden aldığı bütün güzel şeyleri fark ettikten sonra varlığı o kadar umrumda değil ki. Uzun zamandır ilk defa gerçekten yaşıyormuşum gibi hissediyorum.”

“Jungkook’u alnından öpsem kızar mısın? Benim bir senedir yapamadığımı gerçekten iki ayda başardı resmen.”

Haklıydı, zamanın bana kattığı bütün acı hisleri o kadar kısa bir zaman diliminde tatlıya çevirmişti ki… Ve en önemlisi tüm bunları güvenle, sapasağlam yapmıştı. Bu yüzden de pek bir şey söyleme gereği duymadım, sadece güldüm, sigaramı içerek başka şeylerden bahsettim. Sonra da derse girdik zaten ama planlarım beklediğim gibi ilerlemedi. Her zaman blok olarak işlediğimiz ve erken biten dersin profesörü özellikle bu günü seçerek dersleri birleştirmemiş, üzerine bir de uzatarak bitmesi için dakikalar saydığım dersi cehenneme çevirmişti.

Telefonumdan saate bakıp bacağımı sallayıp dururken bir an önce bitsin diye bekliyordum fakat aksi gibi uzadıkça uzamış, maçın başlama saatini geçirmiştim. Zaman ilerledikçe de yetişme şansımı kaybetmiştim tabii ki ve benim için en üzücüsü olanı Jungkook’a geç kalacağımı mesaj attığımda tek tik oluşuydu. Kendimi açıklayamadığım durumlarda kalmaktan nefret ediyordum, söz verdiğimde her zaman tutmaya çalışırdım ancak şu an yaşadığım şey, geçmiş ilişkimin yarattığı bir korkuydu. Bu engel olamadığım bir histi, Jungkook’a bunu açıklayamamaktan korkuyordum. Her ne kadar onun beni anlayacağını bilsem de içim rahat değildi. Bu kadar kadar basit bir durumda bile içimdeki o eski korku nüksediyordu istemsizce.

Telefonu elime alıp tekrar mesajıma baktım. Tek tik. Mesajı göremeyeceğini biliyordum fakat yanıt gelmemesi içimdeki huzursuzluğu daha da büyütüyordu.

Jungkook böyle biri değil.

O geçmişimiz değil.

Omegam hem kendini hem beni ikna etmek için desteklerken kötü düşüncelerimin ardı arkası kesilmedi.

Ya kızarsa?

Ya vazgeçerse?

Ya kaçtığımı düşünürse?

İçimdeki tüm korkular, mantığımla çarpışıyordu, bir türlü susturamadığım o küçük ses, her şeyin ters gideceğini fısıldıyordu.

Jimin bacağımı tutarak sakin olmam için fısıldadığında denedim. Gerçekten denedim ama başaramadım. Endişem o kadar yoğundu ki profesör dersi bittiğini söylediği anda Jimin’e hiçbir şey söylemeden çantamı kaptığım gibi kapalı spor salonuna koşturdum. Havanın ne kadar soğuk olduğu ya da rüzgarın yüzümü ne kadar yaktığı umrumda değildi. En azından maç bitmiş olsa bile Jungkook sahadan ayrılmadan yakalamak istiyordum.

Fakültenin bahçesini arşınlayıp kampüsün yoluna çıktığımda elimi göğsüme koyarak kısacık bir nefes aldım ve ileriden görünen spor salonuna doğru var gücümle koşmaya devam ettim. Arada birkaç kişiye çarpmamak için özür diledim ama yine de durmadım, varana kadar koştum.

Salonun dağıldığı çok az kümeler halinde etrafta olan insanlardan anlaşılıyordu. Bu yüzden gitmiş olabilme ihtimaline karşılık ceketimden telefonumu çıkarttım. Ellerim soğuktan buz kesmişti ve oksijenim yeterli gelmediği için öksürmeye başlamıştım. Öksürükle beraber de gözlerim sulanınca Jungkook’un numarasını bulmak bir hayli zor olmuştu.

Telefonumu kulağıma koyduğumda üç kere çaldı ve hat kapandı. Aklıma gelen tek şey Jungkook’un açmak istemediği için aramayı sonlandırmasıydı. Bir kez daha açmama ihtimalinin beni paramparça edeceğini bile bile aradım onu ama bu kez, sesi yerine stres dolu feromonları ulaştı burnuma. Anlayamadığım bir hızla oldu her şey.

Jungkook’un sıcak elleri omuzlarımı buldu, beni kendime çevirdi ve gözleri gözlerimi buldu. Görmeyi beklediğim şey, kızgın bir yüz, kırılmış duygular ve belki de soğuk bir mesafe olmuştu. Ama gördüğüm şey bambaşkaydı. Yüzünde kızgınlık ya da öfkenin en ufak bir izi yoktu. Bunun yerine, gözlerinin içinde daha önce görmediğim bir telaş vardı. Derin, kaygılı ve yoğun bir endişe.

Yüz hatları keskin, dudakları biraz gergin ve kaşları da anlamak ister gibi havaya kalkmıştı. Ben nefes nefeseydim ve de korku dolu bir telaş içinde, o ise bana ne olduğunu anlayamamanın telaşındaydı.

“Ne, ne oldu?” dediğinde sesi yüksekti ve beni sarsmamak için omuzlarımı sıkıca tutuyordu “İyi misin? Nefes nefesesin, bir şey mi oldu? Feromonların neden böyle kötü?”

Göğsümdeki sıkışma, yüzündeki o telaşı gördüğüm an bir nebze olsun hafifledi. Onun öfke göstermemesi, tam tersine, her an harekete geçmeye hazır bir telaş içinde olması içimdeki korkuları alt üst etti. Ona güveniyordum evet, ama eski ilişkimde yaşadığım kötü tecrübeleri atmanın zaman alacaktı. Ve ben o an fark etmiştim ki, Jungkook’un gözlerinde asla eski ilişkimde yaşadığım şeylerin bir yansıması olmayacaktı, o, benim düşündüğüm gibi biri değildi. Beni her an anlamaya çalışan, sabırlı ve her zaman burada olacak olan kişiydi.Bana kırgın olabilirdi belki ama yine de önceliği farklıydı ve bunun hissettirdikleri kesinlikle pahabiçilemezdi.

Ona olan hislerimin göğsümü delip geçecek şekilde büyümesiyle elimi boynuna sarıp dudaklarımı onunkilerin üzerine kapattım. Soğuk havaya rağmen dudaklarının sıcaklığını hissetmek içimi ısıttı. Başta sadece hafifçe dokundum ancak sonra şaşkınlığını üzerinde atarak bana karşılık verince dilimi diline dolayarak öpüşmemizi derinleştirdim. Ona şans öpücüğünü veremediğim için her şeyin alt üst olmasından deli gibi korkmuştum.

Öpüşümüz derinleştikçe, içimdeki tüm kötü hisler yavaş yavaş kayboldu. Her şeyin ters gideceğini düşündüğüm bir anda, sadece onun yanında olmanın ne kadar büyük bir rahatlık olduğunu hissettim. Jungkook’un nazikçe yanağımı okşarken öksürük yüzünden yanaklarımdan akan yaşları temizlemeyi de ihmal etmedi. Diğer elini de sırtıma destekleyip beni kendine yaslandı ve dudaklarımın tadını çıkarmak ister gibi hareket etti. O an, tüm dünyadan kopmuş gibiydik. Ne soğuk ne de etrafımızdaki kimse vardı. Sadece ikimizdik. Aramızdaki bağ, basit bir öpücüğün ötesine geçmiş, ruhlarımızı birbirine daha da yaklaştırmıştı.

Jungkook, öpüşmemiz boyunca beni sıkıca tutarken hareketleri yavaşladı. Sırtımdaki eli gevşedi ve yavaşça dudaklarımızı ayırdı. Nefesi dudaklarımda hafif bir ısı bırakırken yüzüme derin bir şaşkınlıkla baktı. Gözlerinde kafası karışmış bir ifade vardı, neden nefes nefese kalacak kadar koştuğumu, onu telaşla aradığımı merak ediyordu.

Gözlerimi kapatarak soğuktan buz kesmiş ellerimi saçlarının arasına soktum ve alnımı göğsüne koyarak titreyen bir sesle “Jungkook, ben…” diye adını fısıldadım “Ben sana mesaj attım. Dersin uzayacağını geç kalacağımı ama en kötü çıkışa geleceğimi. Tek tikte kaldı, görmeyince… Görmeyince yanlış anlarsın diye korktum.Her şey planımın dışında gerçekleşti, ben gerçekten maçtan önce şans öpücüğünü-”

“Dur, bekle bir saniye.” diyerek beni böldüğünde iki eliyle sıcak ellerini yanaklarıma yaslayıp başımı göğsünden kaldırdı ve şaşkınca bana baktı “Öpücük veremediğin için mi bu kadar telaşlandın?”

“Geç kalınca kızarsın diye-”

“Kızmam. Bu sana kızmam için bir sebep değil.” dedi başını iki yana sallayarak “Taehyung, beni istediğin zaman öpmeni istiyorum ve seni istediğim zaman öpmek istiyorum. Maçtan önce, maçtan sonra, yemek yaparken, fakültene bırakırken ve yeniden buluştuğumuzda, uyurken ya da uyandırırken… Ama beni öpmediğin zamanlar da sana kızmayacağımı bilmeni istiyorum. Çünkü seni, beni öpmediğin zamanlarda da seviyorum.”

Jungkook’un dudaklarından dökülen o tek kelime, içimdeki tüm dengeleri alt üst etti. Kalbim aniden hızla çarpmaya başladı.

Seviyorum.

Ondan bu kelimeyi ilk kez duymuştum ve tam anlamıyla içime işlemiş, kalbim büyük bir gümbürtüyle atarak beni büyük duygularla sarmalamıştı. Bu kadar sıradan bir anda, bu kadar büyük bir şey yaşamayı beklemiyordum. Jungkook’un beni sevdiğini duymak, her şeyin değiştiği bir andı. İçimdeki o en derin korkular, kaygılar, geçmişten gelen tüm yaralar bir anlığına sustu.

Gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım ve başımı tekrar göğsüne yasladım. Bu kez ellerimi saçları yerine göğsüne koyup montunu avuçlarımın arasına sıkıştırdım.

Kendimde konuşma gücü bulamamıştım ve Jungkook da bunu anlamış olmalıydı ki beni sıkıca sarmış başımın tepesinden öperek keyifle gülmüştü. O anda onun kollarında olmak, dünyanın en güvenli yeri gibiydi.

Gülümsemesini hissettim, kahkahasındaki sıcaklık içimi daha da ısıttı “Eh, sonuçta maçı kaybettim ama öpücük hariç başka bir şeyde daha kazandım, değil mi?” dediğinde sesi tatlı bir pelteklikle çıkmıştı ve altındaki derin sevgi çok belirgindi.

Ona sıkıca sarıldım ve montunun üzerinden göğsüne usulca bir öpücük bıraktım. Bu basit bir dokunuş gibi görünebilirdi, ama içinde o an hissettiğim her duyguyu taşıyordu. Sevgi, ait olma hissi ve huzur. Onun kalp atışlarını, nefesinin ritmini hissetmek, içimdeki tüm karmaşayı dindiriyor, beni her şeyden soyutluyordu. Jungkook’un varlığı her şeyi silip süpürüyordu, kaygılarımı, geçmişin hayaletlerini, içimde bir yerlerde hala inatla direnen o kırılgan yanlarımı… Beni güçsüz kılan hiçbir şey kalmıyordu geriye, sadece onun yanında hissettiğim dinginlik ve huzur vardı.

Maçı kaybetmiş olabilirlerdi, çok korkmuş, çok telaşlanmış ya da öpücüğü geç vermiş olabilirdim ama onun kollarında olmak ve birlikteyken hissettiğimiz o derin bağa sahiptim. Ve Jungkook, bana bunun her şeyden daha önemli olduğunu öğretmişti.

Jungkook’un eli, sırtımdan dağılmış saçlarımın arasına ulaştı ve çenesini başımın tepesine yaslamadan bir kez öptü. İkimizin arasında kelimelere gerek kalmadan kurulan bu bağ, tarif edilemez bir huzur ve mutluluk veriyordu bu yüzden rahatlamış bir şekilde gülümsemeden duramadım. Hissettiğim şey sadece bunlardan ibaret de değildi, tam anlamıyla anlam bulmuş bir varoluştu. O anda, dünyanın geri kalanı ne kadar karışık olursa olsun, burada, alfayla her şey mükemmeldi.

***

 

 

Chapter 20: kafein, omeganın yuvası ve çöp ev

Chapter Text

ResimLink - Resim Yükle

 

[yetişkin içerik]

Geçtiğimiz üç gün hayal edebileceğimin ötesinde olduğu için yaşanılan her şey inanılmaz derecede beni şaşırtıyordu. Uzun zaman sonra sevmek, sevilmek, ilgilenilmek kavramlarını yeniden tatmıştım ve önceki ilişkilerimde bu kavramları aslında tam anlamıyla tatmadığımı fark etmiştim. Tüm bunları istemediğim konusunda kendimi ikna çabalarım da yerle bir olmuştu çünkü Jungkook bunu mümkün kılmıştı ve hislerimi asla tarif edemeyeceğim boyutlara ulaştırmıştı.

Onunla ilişkimiz hakkında doğru düzgün konuşacağımız bir fırsatımız olmamıştı ama bunu yapmamamız aramızdaki şeyi pek değiştirmemişti. Zaten gerek de yoktu, ikimiz de hala aynıydık sadece daha yakındık. Sürekli beraberdik ve en güzeli ise gerçek anlamda yakındık.

Jungkook tam da dediği gibi uyurken, uyanırken, yemek yaparken, fakülteye bırakırken ve yeniden buluştuğumuz her anda ufak bile olsa beni öpüyordu. Sadece, insanların içindeyken biraz çekiniyordum böyle yakınlıklara alışkın olmadığım için ama söz konusu olan kişi Jungkook olunca bir anda bütün kötü düşüncelerim uçuveriyordu ve yavaş, özellikle de temkinli ilerlememi problem etmiyordu.

Özel alanlarımızda ise durum daha farklıydı. Jungkook, gerçekten hayal gibi bir alfaydı ve kolları arasında olmanın iyi hissettirdiğini bilmeme rağmen artık bunu çekincem olmadan yapmak kalbimi öylesine derinden titretiyordu ki ifade etmek yerine sadece anın tadını çıkartıyordum. Yine o anlardan birindeydik, sabah önce ben sınava girmiş, çıkmıştım. Öğleden sonra da Jungkook sınavdayken fakültesine gidip beklemiş, birlikte eve geçip yemek yemiştik. Ardından biraz ders çalıştıktan sonra kendimizi film izlerken bulmuştuk. Yarın proje teslimim vardı ancak o sınava çalışmaktan kaçınmak istediği gerçeğini bütünüyle reddetmiş, saçma sapan bir western filmi ilgisini çekmiş gibi davranıp izlemeye karar vermişti. Eh, bana da oyununa ortak olmak kalmıştı.

Bankın üzerinde yorgana sarılıydık, sırtım, Jungkook’un göğsüne yaslıydı ve kolları bana dolanmıştı. Arada sırada koluma ve karnıma değen elleri hafif hafif okşayarak tüylerimi diken diken ediyordu ama tepki vermemeye çalışıyordum. Sonra bir şey olmuştu ve ikimiz de o kadar aptaldık ki gereksiz bir deney yapma çabasına girmiştik. Sonucunda da…

“Ben sana böyle mi yaptım ya…”

Jungkook’un bana ulaşmaya çalışan elini ittirip hafifçe kanayan dudağımı ondan saklamaya çalışarak huysuzca bağırdım. Diğer yandan da acıyan canım yüzünden ağlamamak için kendimi zor tutuyordum ama bu fazlasıyla zordu. Dudağımın köşesi o kadar kötü sızlıyordu ki gözlerim istemsizce sulanmış, görüşüm bulanıklaşmaya başlamıştı.

“Öyle yapmak istemedim, elini çek bir bakayım güzelim.”

“Hayır bakma. Dokunma bana istemiyorum!”

Güzelim demesine düşmüş olsam da huysuzluğumdan ödün vermeden onu bu sefer de ayağımla ittirdim ama Jungkook’un gücü öylece savuşturabileceğim basit bir güç değildi. Bu yüzden de beni ayak bileğimden kolayca yakalayıp bankın ucundan kendine doğru çekmiş, sonra da üzerime eğilerek ağzımı kapattığım bileklerimden tuttuğu gibi tepinmeme engel olmuştu.

“İki dakika rahat durup bakmama izin ver.”

Sesi otoritesini belli etmek için sert çıksa da gözlerinden endişe okunuyordu ve elleri tuttuğu bileklerimi hafifçe okşayarak istediği şeyi fiziksel olarak da gösteriyordu. Üzerime biraz daha eğildi ve yumuşak, uzun bukleleri alnıma değerken bu kez sabrını derin bir nefesle daha kibar bir tonda konuşarak belli etmeye çalıştı.

“Lütfen?”

“Hayır.”

“Taehyung elin hep kan oldu aç artık dudağını.”

“Ne diyorsun, ne kanı?!”

Telaşla elime bakmak için çektiğimde Jungkook çenemi yakaladı ve dikkatlice dudağımın köşesine bakmaya başladı. Elimde kanı göremediğim için beni kandırdığını anlamam da çok sürmedi ve hemen onu ittirip ayağa kalkarak bakmasına engel olmaya çalıştım ancak Jungkook beni kolumdan yakalayıp kendine çekti. Çok hızlı döndüğüm için banka doğru tökezledim, o da bunu fırsat bilip üst bacağımdan kavrayarak beni doğruca kucağına oturttu.

Ellerim refleksle omuzlarını bulmuştu ve duraksamış, birkaç saniye ona bakakalmıştım çünkü nasıl desem… Yadırgadığımdan değil ama oturduğum yer tam olarak onu fazlasıyla, gerçekten fazlasıyla hissettiğim bir noktaydı. Haliyle susup kalmam da bence çok normaldi. Jungkook içinse beni susturmanın kolay olduğunu düşündüğü bir yol olmalıydı ki eliyle çenemi tutup büyük bir ciddiyetle “Güzel, demek bugın buymuş.” demişti.

Şerefsiz.

Ve dolandırıcı.

Kaşlarımı çatarak kendimi kucağında daha rahat bir pozisyona alıp omzuna sertçe vurdum ve tehdit etmeye çalıştım ama dudağıma saplanan acıyla cümlem yarım kaldı.

“Seni öldür-of!”

“İki saniye dur n’olursun.”

Haklı olması onu seslice onaylayacağım anlamına gelmiyordu bu yüzden susup dikkatle dudağımı inceleyen alfaya bakınmayı seçtim.

Yıldız parlaklığındaki gözleri özellikle geceleri daha da belirginleşen bir ışıltıyla dudağımdaki şişliğe odaklanmıştı. Kaşları da her zamanki gibi odaklandığı için hafifçe çatılmıştı ve yüzündeki ifadeden pek endişe edecek bir şeyin olmadığı anlaşılıyordu. Oldukça dikkatli bir şekilde parmağını sızlayan noktanın altına dokundurduğunda yüzüme anlık bir acı dalgası yayıldı ve omuzlarını sıkarak seslice inledim.

“Acıyor!”

“Tamam bir şey yok kontrol ettim sadece.”

“Neyi kontrol etmiş olabilirsin acaba, kemerle dudağıma vurup patlattın işte.”

Jungkook gözlerini abartıyorsun der gibi açarak “Yok canım olur mu öyle şey kemerle dövdüm.” deyip hafifçe geri çekildi ama parmağı hala dudağımın üzerindeydi “Birazcık kanamış sadece. Ayrıca ben bilerek yapmadım ama sen acıtıyor mu acaba diyerek kemerle kırbaç attın. Dayak yiyen benim yani, bilmem anlatabildim mi?”

“O kadar sert vuracağımı tahmin etmemiştim.”

“Ben de kemerin yüzüne geleceğini tahmin etmemiştim.”

Bir noktada haklıydı, izlediğimiz filmde gördüğüm sahnede adam diğer adamı sorgulamak için kemerini çıkartıp şaklatmıştı. Bir kemerden nasıl böyle bir ses çıkabileceğini düşünüp deney yaparken Jungkook’a doğru bunu yapıp acıyıp acımadığı sormuştum. Haliyle elim ağır olduğu için ayarı kaçırarak uyluğuna oldukça sert ve evini inleten bir sesle kemeri vurmuştum. Sonra da Jungkook gözlerini kocaman açmış, öldün sen diyerek beni kovalamaya başlamıştı ve kemeri elimden alıp yalandan savurmuştu. Her şey kemer dudağıma gelene kadar iyiydi, gülerek eğleniyorduk ancak kemerden sonra ışığı gördüm diyebilirdim. Öyle aman aman bir şey olmadığını biliyordum ama yine de ilk başta çok sızlamıştı işte.

Ama bu haklı olduğu için öylece kabullenmemi gerektirmiyordu. Onunla laf dalaşına girmek gerçekten zordu ve beni her seferinde haklılığıyla kitlediği için inanılmaz sinirlerimi bozuyordu. Ne söylersem bir cevabı olacağından, susup omzuna tekrar vurmak için elimi kaldırdım ama Jungkook tek eliyle kalçamın altından desteleyip “Sıkı tutun.” diyerek aniden kalktığında bütün planlarımı bozmuş, düşmemek için ona sarılmak durumunda kalmıştım.

Bacaklarımı beline sıkıca sardım, omuzlarını tuttuğum ellerimden birini ensesine çıkartıp saçlarının arasına geçirdim. Sonra da dudak bükerek yanağımı yanağına yasladım ama bu pozisyonumuz uzun sürmemiş, beni soğuk tezgahın üzerine oturtarak bedenini geri çekmişti.

Kucağına oturduğumda bocalamıştım ancak inmek de istememiştim çünkü üç gündür sıcaklığına o kadar alışmıştım ki uzak ya da ayrı düşünce omegam ve ben pek iyi hissetmiyorduk. Bu yüzden de hemen ayaklarımı tezgahın üzerine toplayıp kollarımı etrafına dolama gereği duymuştum o sıcaklığı kaybetmemek için.

Jungkook bu sırada tepedeki ilaç kutusuna ulaşmak için yukarı doğru uzandı, yüzlerimizi yakınlaştırarak dudaklarına gözlerinin içindeki ışıltıyı yansıtan güzel bir gülümseme kondurdu. Tabii sonrasında dudağımın diğer köşesinden minik bir buse çalmayı da ihmal etmeyerek beni yumuşatmayı başardı.

Hemen burnumu kırıştırdım ve yerden bize doğru bağırarak varlığını belli eden yavru kedimize baktım. Büyük tartışmalar sonucu geceleri şeytan gibi evin içinde dört dönerek asla uyumamasından kaynaklı adını kesin olarak Kafein koymuştuk. Masum görünüşünün altından çıkan küçük şeytanın onu eve alabilmemiz için olduğunu gecenin bir yarısı perdeye atlayarak asılı kalıp bütün evi çığlıklarla inletmesinden hemen sonra anlaşılmıştı. Şimdi de aynı şeytani bağırışla beni de alın dercesine bağırmıştı ve ben ne yapacağını anladığımda bağırarak engel olmaya çalışmıştım ama Kafein hepimizden daha atikti.

“Hayır, hayır Jungko-”

“Hay babanın çanağına!”

Bacağını tırmanma duvarı olarak kullanarak Jungkook’u bağırta bağırta tam omzunun tepesine çıkana kadar durmadı ve en son bir güzel başını Jungkook’un çenesine sürtüp minik bir miyavlama bıraktı.

“Bak ya, bir de masum masum miyavlıyor.” dediğinde Kafein’in kulağını canını acıtmayacak şekilde ısırır gibi yapıp küçük bir miyavlama daha kazandı “Senin de hoşuna gitmedi gördün mü, demek ki neymiş, hoşumuza gitmeyen şeyleri yapmamalıymı-ahh! Yah!”

Ben Jungkook’la nasıl laf dalaşını kazanamıyorsam Jungkook da Kafein’le olan kavgasını kazanamıyordu işte. Aralarında sürekli bir yarış vardı ve kaybeden hep kendisi oluyordu. Bu kez de tırmalamak yerine çenesini ısırarak karşılığını vermişti.

“Bak dostum, ısırılmaktan hoşlanmam. Bir daha bunu sakın yapma.”

Ne demek ısırılmaktan hoşlanmam?!

“Ne demek ısırılmaktan hoşlanmam?”

Kelimeler ağzımdan döküldüğü anda ne dediğimi farkına varıp dudaklarımı içe katlayarak far görmüş tavşan gibi Jungkook’a bakakalmıştım. Jungkook ise kaşlarını kaldırarak dudaklarına çarpık bir gülümseme kondurup konunun hoşuna gittiğini belli eden bir ifadeyle bana bakmıştı.

“Bakma bana.” dedim elimle yüzünü ittirip bana bakmasın diye ama bu pek mümkün değildi. Feromonlarım heyecandan artıp Jungkook’u sarmalamaya başlamıştı ve Jungkook bunu fark ettiği için kendi feromonuyla benimkilerin karışmasına izin vermişti.

“Bu kadar çok merak ediyorsan istediğin zaman deneyebilirsin.” diye fısıldarken gözleri hafiften kararmış sesi de boğuk çıkmıştı ve yüzünü biraz daha yaklaştırarak dudaklarından çıkan nefesinin dudaklarıma değmesiyle devam etmişti “Ama beni ısırırsan ben de seni ısırırım, haberin olsun.”

Dudaklarını hızlıca benimkilerin üzerine örttüğünde biraz acıtmıştı ancak tepki vermeye fırsatım yoktu. Çünkü her öpüşmemizde dünyanın yörüngesi şaşıyordu ve düşüncelerimi allak bullak ediyordu. Haliyle dudağımın acısını düşünecek vakit bulamamıştım ama geri çekildiğinde omzunu hafifçe ittirip “Acıdı.” demeyi akıl edebilmiştim.

Jungkook’un kararmış bakışları yumuşadı ve eliyle kafamın tepesini hafifçe patpatlayarak başını iki yana sallayıp “İşine gelince canın ne kadar tatlı oluyor.” dedikten sonra aşağıya indirdiği kutudan antibakteriyel bir krem çıkarttı. Bu sırada ben de kımıldanıp durmaya başlamış kedimizi kucağıma alıp sakinleşmesini sağladım.

Jungkook kremi dikkatlice parmağının ucuna bulayıp önce Kafein’e koklattı sonra ondan ufak bir miyavlama onayı alarak dudağımın köşesine hafif hafif yedirmeye başladı. Dokunuşları canımı acıtmamak için fazla dikkatliydi, gözleri de bir an olsun yaptığı işten ayrılmıyordu.

“Köşesi çok az kanamış sadece.”

“Kötü görünüyor mu peki?” dedim dudağımı oynatmamaya çalışarak.

“Biraz şiş görünüyor ama buz koyarsak yarına bir şeyi kalmaz gibi.”

“Tamam. Öyle yapalım o zaman.”

Buzdolabına yönelmek için bir an hamle yaptı ama aklına bir şey gelmiş, daha doğrusu takılmış olmalı ki ellerini tezgahın üzerindeki kalçalarımın yanına koyarak doğrudan gözlerimin içine bakmayı seçerek “Gerçekten yanlışlıkla oldu.” dedi ve hafif mahcup bir gülümseme takındı yüzüne.

Aslında çok büyütülecek bir şey değil değildi ve kasıtlı olabileceğine dair kesinlikle düşüncem yokken içine bu kadar dert olmasına üzülmüştüm.

“Yanlışlıkla olduğunu biliyorum ama yine de cezalısın.” dedim omuz silkerek.

Kaşlarını kaldırdı hemen ve yüzündeki o mahcubiyet silinerek yerine daha ışıltılı bir bakış yerleşti “Cezalı mı?”

“Evet. Beni bir sürü bir sürü öpeceksin.”

“Bir sürü bir sürü mü?”

“Evet, ne oldu? Çok mu geldi?”

“Hayır. Sadece senden bunları duyuyor olmak gerçekçi gelmiyor. Genelde seni döverim falan dediğin için insan bir yadırgıyor.”

“İstersen dövebilirim.” dediğimde Jungkook başını hızla iki yana sallayıp yanağıma, çeneme, boynuna seri halde öpücük kondurdu ve en son Kafein’i öpüp geri çekilerek “Yok onu almayayım, ben öpücükten devam.” dedi.

Dudaklarımı birbirine bastırıp güldüm ve sessiz kalarak küçük yavruyla oynamaya başladım. Jungkook buzu getirdiğinde kediyle değiş tokuş ettik, bir süre de böyle vakit geçirdikten sonra sınavlardan kaçamayacağımıza karar verip gece yarısına dek ders çalıştık. Uyuyacağımız zaman ise her ne kadar Jungkook’la birlikte uyumak kalbimi deli gibi çarptırsa da onun sınavları benimkinden çok daha zordu. Bu yüzden ben yatakta debelenirken o içeride kahve içerek uyanık kalmaya çalışıyordu. Ama gece gözlerimi araladığımda mutlaka kolları bana dolanmış oluyordu ve bu o kadar hoşuma gidiyordu ki… Özellikle geldiğini fark ettikten sonra ona sarılmak için dönerken yarı uykulu olduğu halde yüzümün herhangi bir yerine öpücük kondurmayı ihmal etmiyordu. Bu dünyanın en rahatlatıcı şeyiydi ve şu son üç gündür uyku kalitemin bile değişmiş olması bunu açıkça gösteriyordu.

Ertesi günün sabahı yorganın içine girerek cenin pozisyonunda, karnımın yanına doğru uyuyan yavruyla gözlerimi araladığımda yatağın soğukluğu yüzünden titredim. Dün gece uyumadığını, doğruca kampüse gittiğini uyanırken huzursuz oluşumdan anlamıştım bu yüzden de alfanın yokluğu bütün evdeymiş gibi hissetmiştim. Üç gün içerisinde kazandığım yeni alışkanlığın beni bu denli etkileyeceğini tahmin etmiyordum.

Yorganı parmaklarım arasına sıkıştırıp Kafein’i rahatsız etmeden Jungkook’un tarafına kaymaya çalıştım ve burnumu yastığına doğru sürterek soludum. Benim sadece akşamüzeri sınav yerine geçecek elden teslim etmem gereken projem, onun ise sabah erkenden bir ve akşamüzeri bir tane sınavı vardı. Yani gidip gelmekle uğraşmamak için tüm gün okulda olacağını biliyordum. Ve bu, kesinlikle kızgınlığım yaklaştığı için ne benim ne de omegam için kolaydı. Öte yandan, Jungkook’a bu durumu yansıtmamak için deli gibi uğraşıyordum ama ellerimin terlemesi eskiye göre daha çok artmış, bazen de öpüşürken feromonlarım aniden yoğunlaşmaya başlamıştı. Aptal bir alfa değildi, anladığını biliyordum.

Alfa…

Nefesim teklediğinde gözlerimi aralayıp dizlerimi karnıma doğru çektim ve omegama rahat durması için fısıldadım. Ancak alfa yanımızda olmadığı ve kokusu da yetersiz geldiği için sözlerimin hiçbir yetkisi yoktu ki, sadece omega değil ben de kokusunu istiyordum bunun için de yapmam gereken tek şey yuvalamaktı.

Evet yuva, yuvamızı yapalım.

Alfanın kokusuyla sarmalanalım.

Jungkook yanımda olunca yuvalama isteği duymuyordum ama şimdi yoktu ve kesinlikle yapmam gereken şeyin bu olduğunu bildiğimden yataktan kalktım. Sabah sessizce giderken çıkarttığı kıyafetlerini kucağıma topladım, sonra da içerideki dolabından onun gibi kokanları da yüklendim. Tabii bunlar yetersizdi ve en büyük keşiflerimden birisi antrenmanda giydiği takım tişörtüyle havluydu. Çünkü en çok feromon onların üzerine siniyordu.

Kucağıma topladığım kıyafetleri doğruca dolabımın içine yerleştirdim ve tatmin olmuş bir gülüşle arasına kıvrıldım. İşte şimdi, daha mutluydum ve omegam grrlayarak başını patilerinin üzerine koymuştu.

Dolabın kapağını kapatarak sessizlikle çikolata kokan feromonları soludum. Birkaç saat benim için yeterli olurdu, zaten sonra Jungkook beni uyandırmak için arayacak ve hazırlanıp okula gidecek ardından da beni fakülteden alıp eve geçecektik.

Gözlerimi kapatarak kokusunu içime çekerken elimle de kazaklarından birini buruşturup burnuma doğru götürdüm ve başımın altındaki bir diğer kıyafetine sürtünerek gözlerimi kapattım. Jungkook’un kıyafetlerime dokunduğunda hissettiğim o tanıdık sıcaklık, tıpkı onun yanımdaymış gibi bir ferahlık yaratıyordu ve öyle güzel kokuyordu ki mayışmadan durmak imkansızdı. Her nefeste, o kokuyu içime çektikçe gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu.

Kokusu sayesinde hızla kendimi uykunun tatlı kollarına bıraktım. Ancak geçen süre konusunda birtakım aksaklıklar yaşandı ve Jungkook’un adımı bağıran sesiyle irkilerek sıçradım. Dolabın içi karanlık olduğundan görüşüm yoktu ve birkaç saniye idrak etmek zorunda kalmıştım. Bu kadar fazla uyumadığımdan emindim, Jungkook anlayamadığım bir şekilde erken gelmişti ve ben yuvanın içindeydim, deli gibi feromon salgılıyordum.

Kendime geldiğim birkaç saniyeden hemen sonra apar topar dolabın kapısını ittirip yere yuvarlanarak büyük bir gümbürtü çıkarttım. Elim ayağıma dolanmıştı ve nefes nefese yerden kalkmaya çalışırken odanın ortasında kolunda çantasıyla bana gözlerini kırpıştırarak bakan Jungkook’la karşılaşmıştım.

Jungkook bir bana bir de içinden çıktığım dolaba bakarak anlamaya çalışıyordu ve ben utanç içinde kızarmıştım. Aramızdaki ilişki bu şekilde gelişmemişken kıyafetlerinin kaybolduğunu fark ettiği oluyordu ama onları yuvalamak için çaldığımı bilmiyordu. Şimdi de öğrenmesini istememiştim, en azından bu şekilde değil, yuva bu kadar dağınıkken değil… Daha güzel olabilirdi, o zaman alfasının daha çok hoşuna giderdi.

“Akşam sınavın vardı, neden erken geldin?”

Aceleyle kelimeleri sıralarken Jungkook çantasını yatağa bırakarak “Dün gece sabahladığım için eve gelip birkaç saat uyuduktan sonra beraber geçeriz diye düşündüm.” dediğinde gözlerini benimkilerden ayırmadan çantasını yatağa yavaşça bırakıp bana doğru yürümeye başladı. Aceleyle dolabın kapağını kapattım ve tam karşıma geldiğinde sırtımı yaslayarak açmasın diye kendimi siper ettim.

“Ne? Neden üzerime geliyorsun?”

“Taehyung…” diye adımı fısıldadığında gözlerini dudaklarımda dolaştırıp yutkundu ve yeniden yukarı, gözlerime çıkıp heyecanlı bir parlaklıkla sordu “Dolabın içine bakmak istiyorum.”

“Hayır.”

“Taehyung…”

“Bakmasan olmaz mı?”

“Olmaz.” derken bana bakışlarından utanıp başımı diğer yana çevirdim. Onun için nasıl bir anlam ifade ederdi bilmiyordum ama yuva alfa ve omega ilişkilerinde, işaretlemek kadar önemliydi ve bunu yanlış anlamasını istemezdim. Jungkook için erken oluşundan ve ters tepeceğinden korkmuştum. Ama Jungkook düşüncelerimin aksine görme isteğini belli etmek için parmağının ucuyla çeneme dokunup ondan kaçınmamı engelledi.

Dudaklarımı birbirine bastırıp avuç içlerimi dolabın kapısına dayarken Jungkook’un gözlerine bakmak çok zordu. Bana içimi okur gibi bakıyordu ve bu bakışlara karşı gelmek çok zordu. Feromonları ise, tanrım… Üzerinden öyle bir yayılıyordu ki yuva yerine Jungkook’un üzerine atlamamak için hiçbir sebebim yoktu.

Jungkook’un çenemdeki eli yavaşça dudağımın altını okşayabilecek bir pozisyonda kaldı ve “Omega, son bir kez daha soracağım. Eğer yine istemezsen ısrar etmeyeceğim.” diyerek parmağıyla alt dudağımın çizgisini boydan boya takip etti “Dolabın içine bakabilir miyim?“

“Bu hiç adil değil. Beni yönlendiriyorsun.” derken hafifçe sızlanmıştım ama yuvayı göreceği için edindiğim telaş yavaş yavaş garip bir heyecana dönüşmeye başlamıştı. Bana olan bakışları ve her hareketi o kadar etkiliyordu ki hayır bir seçenek olmaktan çıkıyordu.

“Hayır diyebilirsin.”

Yuvayı gösterelim Taehyung.

“Çok dağınık.”

Avuç içlerinden birini başımın yanına yasladığında bana biraz daha yaklaştı ve aramızdaki ufak boy farkını hafifçe çenemi dikkeştirerek kapatmaya çalıştı. Şimdi bana biraz üstten bakıyordu, dudaklarından çıkan sıcak nefes dudaklarıma çarpıyordu ve yumuşak bakışları yüzümün her detayında, en çok da dudaklarımda dolanıyordu. Bana hiçkimsenin bakamayacağı hislerle bakıyordu.

Aldığım nefesin yetersiz gelmesiyle dudaklarımı araladığımda Jungkook’un yanağındaki ufak gamze biraz belirginleşti ve başparmağı bir kez daha alt dudak çizgimde dolanıp eğildi, dudaklarıma tüy kadar yumuşak, sıcacık bir öpücük bıraktı. Kendini geri çekerken üst dudağım köpek dişlerine takılınca heyecanlandım ve gitmemesi için yakınlaşmaya çalıştım ama bana engel oldu. Ancak çok da uzaklaşmadı, hala yakındık ve aramızda birkaç milim vardı.

Parmağı hafifçe dudağımın köşesine ilişip bastırdığında “Olsun,” dedi tek nefeste ve devam etti “Dağınık olması önemli değil. Sadece görmek istiyorum. İzin ver, omega...”

Belki beğenir…

Beğenir mi dersin?

Dudaklarımdaki gözleri yavaşça gözlerime çıkınca heyecanını ve istediğini belli eden parıltıları göz ardı edemedim. Bir şey söylemek ve eklemek istedim ama şimdilik sadece sırtımı dolaptan çekerek kenara doğru kaymakla yetindim.

Jungkook’un eli dolabın kulbuna doğru indi ve kapısını araladığında kıyafetlerinden oluşan yuvaya uzun süren bir sessizlikle baktı. Hiçbir şey söylememesi endişe vericiydi ve bu beğenmediğine yormama sebep oluyordu çünkü ondan çaldığım kıyafetlerle acele bir şekilde yapılmış yuva beklediğini düşünmüyordum.

“Dağınık olduğunu söylemiştim sana. Sakın bir şey söyleme bununla ilgili tamam mı? Dalga geçersen eğer-ne yapıyorsun?” seri halde açıklama yaparak önlem almaya çalışıyordum ki birden yuvaya doğru eğilince kolundan tutup ona engel oldum.

Jungkook tuttuğum koluna ve bana sırasıyla baktı. En az benim kadar şaşırmış, neden ona engel olduğumu anlamak ister gibi bir süre bekledikten sonra heyecanla “Yuvaya uzanmamı istemez misin?” diye sordu.

Jungkook’un sorusuyla bir anlığına donup kaldım. Gözleri istekle parlıyordu, heyecanı her halinden belli oluyordu ve onu onaylamam için benden bir yanıt bekliyordu. Kalbime sıcacık bir dalga yayıldı, nefesimi tutarak feromonlarımı kontrol altına almaya çalıştım ama hissettiğim şeyler çok yoğundu. Yuvamı bu kadar ciddiye alması ve özen göstermesi hoşuma gitmişti ve ne söylemem gerektiğini bilememiştim. Yıllardır kimsenin bu kadar samimi ve içten bir şekilde benimle bağ kurmasına alışık değildim. O yüzden de içgüdüsel bir koruma dürtüsüyle onu durdurmak istemiştim belki de. Ancak şimdi… Bu düşünce aklımdan geçerken, Jungkook’un ciddiyeti ve ona olan güvenim ağır bastı.Olumsuz düşüncelerim birer birer yok olmaya başladı.

Yuvamı paylaşmak, onun dokunmasına, orada olmasına izin vermek… Bu benim için sıradan bir şey değildi ve Jungkook’un bakışlarındaki o sıcaklık bana cesaret veriyordu.

Yavaşça tuttuğum kolundaki elimi gevşettim ve başımla biraz önce sorduğu soruyu onayladım.

Yavaşça yuvaya doğru diz çöktü, ardından da kıyafetlerin arasına, sırtını dolaba yaslayacak şekilde oturarak bana baktı. Yuvadan yayılan feromonlar ağırlıklı olarak benim vanilya kokumken bir anda varlığıyla en çok istediğim çikolata kokusuna dönüşmeye başladı çünkü yuvayı yaparken neyi istediğimi anlamıştı. Bu yüzden feromonlarıyla doldurmakta gecikmemişti.

Memnun olduğunu görüyordum, hatta memnun olmasından çok alfasının mutlu ve sahiplenici feromonları beni çok daha heyecanlandırıyordu. Alt dudağımı ısırarak ellerimi arkamda birleştirip parmak ucumda kalkıp indim ve omegamın neşesine hafifçe tebessüm ederek ortak oldum.

Ben henüz onun yuvayı benimseyip içine yerleşmesine alışamamışken bu kez beni yeni bir soruyla şaşkına çevirdi.

“Yanıma gelmek ister misin?”

Jungkook’un gözlerinde gördüğüm ışıltı, kalbimde heyecan dolu bir kıpırtıya ve ellerimde de hafif bir titremeye neden oldu. Göğsümdekibasınç hissi yüzünden nefesimi tuttuğumu fark ettim ve omegamın kendini göstermek için çırpınışlarını göz ardı etmedim.

Bu Jungkook’un da kendini göstermesine sebep oldu ve gözlerinin etrafındaki kırmızı haleler kısa süreli görünüp kaybolunca heyecanlandım. İstemsizce, kendimi dizginlemeye çalışsam da, içimdeki saf heyecanla ona doğru adım atmanın kaçınılmaz olduğunu fark ettim ve direkt kucağına oturdum.

Jungkook elini nereye koyacağını bilemediği için birkaç saniye bocaladı ve kirpiklerini kırpıştırarak belimi tuttuktan sonra “Kucağıma da olur…” dedi ve ekledi “Sen sevdin sanırım.”

Ancak o zaman heyecanım yüzünden yanına değil de kucağına oturduğumu fark edip kendime gelmiştim.

“Yok yok sevmedim, ondan değil. Bir an yanlış anladım, şöyle oturac-.”

“Hayır kalkma.” belimi sıkıca kavrayıp bana engel oldu ve alnını alnıma dayayıp burnunu burnuma sürterken ben de refleksle ensesindeki saçlara tutundum “Sana yakın olduğum her anı seviyorum. O yüzden lütfen kalkma.”

Ona yakın olduğum her anı ben de seviyordum ama sanırım en çok yuvamın içinde oturduğu bu anı hiçbir şeye değişmezdim. Çünkü kendimi her zamankinden daha yakın hissediyordum ona.

Ensesindeki tutamları hafifçe çekiştirip başını yukarı kaldırmasını sağladığımda dudaklarına erişmem çok kolay oldu. Bana hemen karşılık verdi ve ama hızlı da gitmedi çünkü dudağımın hala şiş olduğunu biliyordu. Sadece bana ayak uydurdu, dilimi içeri ittirdiğimde dudaklarını araladı, dudaklarını ısırdığımda sadece ellerini kapüşonlumdan içeri sokarak belimi sıkıştırdı, yavaşça yukarı doğru çıkarttı.

Fiziksel olarak karşılık verdiği her hareket beni iliklerime kadar titretiyor ve alev alev yakıyordu. Bana nasıl dokunması gerektiğini biliyordu, bedenimi nasıl bu kadar iyi tanıyabiliyordu bilmiyordum ama parmak uçları sırtımda aşağı yukarı dolanırken öpüşmemiz o kadar yetersiz geliyordu ki bu his beni çıldırtıyordu. Gerçekten ufak hareketleri bile yetiyordu.

Sanki daha fazlasına sahip olabilirmişim gibi Jungkook’un saçlarını daha sert çekiştirip daracık alanda dizlerimden güç alarak kendimi ona doğru bastırdım ve kasıklarımdaki şişkinlikle ağzının içine doğru hafif bir inleme bıraktım. Sonra da dudaklarından çenesine yönlenerek boynuna doğru ilerleyip dişlemeye, işaretlemeye başladım.

Koku bezlerine değen dişlerim yüzünden Jungkook’un altımdaki bedeni kasıldı ve hırıltılı bir ses çıkartarak kalçamı avuçlayıp büyük bir güçle sıkıştırdı. Çikolatalı feromonları her yerdeydi ve o kadar güçlüydüler ki sanki kendi feromonlarım gibi bana güç, en önemlisi de ilerleme cesareti veriyordu.

Sahip olduğum bu yeni hislerle durmaya pek niyetim yoktu ama Jungkook’un beni ensemden yakalayan elleri ve yuvada doğrulan bedeni bütün kontrolü eline almak için oradaydı.

Beni kendinden güç bela ayırdığı için ikimiz de nefes nefeseydi ve Jungkook’un sesindeki boğuk, hırıltılı tınıya bakılırsa kendini kontrol etmekte epey zorlanıyordu.

“Shh…” derken ensemdeki parmaklarını biraz daha sıkılaştırdı ve kalçamı boydan boya okşayarak yutkundu “Yavaşla omega.”

Bu, beni tam olarak durdurmasa da dizginlemeye yetmişti. Ona yakın olmak için çıldıran bedenim biraz gevşedi ve nefes alışlarım düzene girdi.

Sıcaklığından, böylesine yakın oluşumuzdan memnundum ancak yeterli gelmediği için o daracık alanda ona sarılırcasına biraz daha yaklaştım. Gözlerim onun her ayrıntısında dolandı. Parmaklarım da yumuşak bukleleri arasında kayarken, ellerim bilinçsizce ona daha da yakın olmak için harekete geçti. Yanağını okşayan ellerimin altında sıcaklığını hissettim. Gülümserken yanaklarında beliren o ufak çizgiler, ona ayrı bir muziplik katan gamzesi… Şu an orada yoklardı ama ben hangi detayının orada olduğunu biliyordum.

Jungkook ben nasıl onu izliyorsam aynısını yapıyordu ve bana ona dokunduğum gibi dokunmayı ihmal etmiyordu. Elinin tersiyle yüzümü hafifçe okşadığında, içimde bir dalga gibi yayılan o tanıdık his yine beni ele geçirdi. Saçlarımı gözlerimin önünden usulca iterek yüzümü görmesine engel olan tutamları kenara çekti. Dudakları bir kez daha dudaklarıma yaklaştı. Bu kez her şey daha yavaştı, daha sabırlı ama bir o kadar da tutkuluydu. Kontrol ondaydı, her kısa, sesli öpücüğünde, sanki beni en derinimde hissediyormuş gibi, her nefes alışımda beni daha çok içine çekiyordu.

Dudakları bazen hafifçe yana kayıp boynuma yakın yerlerde dolaştığında ve oraya ufak ısırıklar bıraktığında nefesimi kontrol etmekte zorlanıyordum. Boynum, özellikle çeneme doğru olan kısım hiçbir zaman hassas noktam olmamış fakat Jungkook öptüğünde gökyüzünde kayan bir yıldız görmüşüm gibi heyecanlanıyordum. Göğüs kafesimdeki boşluğa sızıyordu ve orada yer ediniyordu.

Jungkook’un öpücükleri yavaş yavaş azaldı ve geri çekilmeden hemen önce kucağındaki bedenimi yan oturmam için yönlendirdi. İkimiz de derin, sakin nefeslerle birbirimizin izliyorduk. Jungkook bazen dayanamıyor, yüzümün rastgele noktalarına minik buseler kondurup duruyordu ve ben de gözlerimi kapatarak parmak uçlarımla omzunu sıkıştırıyordum.

İkimiz de sakinleştiğimizde Jungkook yuvada hafifçe kaydı ve başını dolaba yaslayıp “Bir an, dolabının içinde Sırlar Odası’na açılan gizli kapıyı saklıyorsun diye çok korktum.” diyerek bir kıkırtı bıraktı.

Oturduğu yerde rahatsız olmaması için biraz geri kayıp göğsüne doğru yaslandım ve sonra kapüşonlusunun ucunu avuç içlerimi sıkıştırdım “Niye? Benim için Sırlar Odası’ndaki tehlikelerle kapışmaz mıydın?

“Senin için Harry Potter evrenini komple yakardım.” derken kolları bana sıkıca dolandı ve çenesini başıma yaslayarak devam etti “Ama bugün değil. Uykum olduğu için Basilisk biraz zorlardı.”

Jungkook’un en çok bu huyunu seviyordum, utanacağım ve konuşmak istemediğim şeyleri irdelemek yerine beni güldürmeyi, ortamı yumuşatmayı çok iyi başarıyordu. Bu yüzden de onunla konuşmak ve sohbet etmekten asla kaçmıyordum

“Fluffy de zorlardı bence.” deyip tıpkı onun gibi kıkırdadım.

“Üç tane başının olması köpek olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Ben kurdum, ondan üstünüm. Ayrıca hangi salak sırf üç başlı ve korkutucu diye odayı koruması için müzikle uykuya dalan köpeği kapıya bekçi diye koyar ki? Saçmalık… Bak yine sinirlendim işte.”

Bu kez daha sesli güldüm ve istemsizce başımı çenesine sürterek grrlamaya başladım. Jungkook’un beni tutan ellerinden biri enseme ulaşıp hafifçe okşamaya başladı ve rahat etmem için yeni bir çabaya girdi ama burada iki büklüm olan kendisiydi. Bir de üzerinde ben vardım, haliyle rahat olmadığını farkındaydım.

“Yatağa geçebiliriz istersen.”

“Böyle rahatım.”

“Ciddiyim, yuvadan çıkmamız problem değil. Rahat etmeni isterim.”

“Yuvanda olduğum için mutluyum ve rahatım Taehyung.” sesi biraz öncekine göre daha mayışmış geliyordu ve sessizliğinden dolayı neredeyse uyuyacağını düşünmüştüm ama bir sürenin sonunda devamını getirmişti “Beni yuvana kabul ettiğin için teşekkür ederim.”

Jungkook’un içten teşekkürü kalbimin derinliklerine dokundu ve içimi sıcak bir yuva gibi hissettirdi. Çünkü içinde bulunduğum yuva, önceden sadece onu temsil eden kıyafetlerle doluyken şimdi varlığıyla açıklanamayacak anlamlar kazanmıştı.

Gülümseyerek boynundaki ellerimi sıkılaştırdım ve koku bezinden öpüp burnumu sürttüm. Omegamın içimdeki sessiz teşekkürünü sesli dile getirememesinin sıkıntısına razı gelemedim onunkinden farklı olarak daha üstü kapalı bir fısıltı bıraktım.

Yuvam olduğun için teşekkür ederim alfa.

“Yuvamda olduğun için teşekkür ederim alfa.”

***

Sıcak yatağımı, pardon, Jungkook’un sıcak kollarını bırakıp da beş dakikalık proje teslimi ve imza için fakülteye yürümek inanılmaz can sıkıcı bir durumdu. Özellikle ay sonu olduğu için kartlarımızda basacak paramız yoktu ve mecburen Kore’nin göt kesen soğuğunda yürümek zorundaydık. En kötüsü ise evden çıkarken Jungkook’un dolapları karıştırarak hala botlarını arıyor oluşuydu. Merdivenlerden depar atarak inmiş, şapkamı, atkımı ve resim çantamı bile unutmuştum çünkü ona verebilecek hiçbir cevabım yoktu. Ne diyebilirdim ki, eski sevgilimin evini basıp ayakkabılarını fırlattım ve orada kaldı falan mı? Suho’yla hiçbir şekilde yüz yüze diyaloğa girmek dahi istemiyordum ama bu işi de çözebilecek tek kişinin ben olduğum gerçeği vardı. İstemediğin ot hep dibinde biterdi ve maalesef kötünün iyisi olan mesajlaşma seçeneğini seçmek zorundaydım.

Jungkook şapkam, atkım ve resim çantamla aşağıya indiğinde ona kahramanımmış gibi rol kesmek zorunda kaldım. Sonra da kollarımı boynuna dolayıp yanaklarından defalarca kez öperek elinden tuttum ve konuyu değiştirdim. Neyse ki yol boyunca küçük sohbetlerimiz, şakalarımız ve bazen de bir konuda anlaşamadığımız için atışmalarımız bot meselesini bir süre rafa kaldırmaya yaradı.

Fakülteye yaklaştığımızda elini bırakıp çantamı almak için uzandığımda bana engel oldu ve bıraktığım elini yeniden parmaklarım arasına geçirerek Hoseok Hyung ve Jimin’e selam vermek için geleceğini söylemesi biraz gerilmeme sebep oldu. Gerçekten alışmaya çalışıyordum, kafama öyle bir işlenmişti ki eski ilişkimin kalıntıları, Jungkook bunları zaman zaman yok etse de bazen bir anda göğsüm sıkışıyor yeniden nüksediyordu. Yine aynısı olmuştu, saklamak istediğim hiçbir şey yoktu, Hoseok hyung ve Jimin Jungkook’la aramızdaki yakınlaşmaları biliyordu ama doğruca fakültenin içine el ele girmemiştik. Eğer toplum içinde Jungkook’a sırnaşırsam akşam evde kavga edecekmişiz hissini durduramıyordum ama Jungkook’a da güveniyordum. Çünkü elimi tutuşu güvensiz değildi, sıkı ve kendinden emindi bu yüzden sadece gerilmekle sınırlı kalıyordum.

“İyi misin?”

Başını doğru eğip sorduğunda öğrenci işlerinin oradaki koltukta oturan Hoseok hyung ve Jimin’i görmüş, tutuştuğumuz ellerimizle işaret vererek onu yanıtlamıştım “İyiyim, ne oldu ki?”

“Feromonların arttı da aniden.”

“Ne?” dedim şaşırarak ve hemen üzerimi kokladım ama söylediği gibi yoğun bir feromon kokusu almadığım için başımı iki yana salladım “Bilmem, bir şey olmadı aslında. Belki sana öyle gelmiştir.”

“Olabilir…” dediğinde bir şey daha ekleyecek gibiydi ama ortaya fişek gibi atlayan Jimin onu böldü.

“Dudağına ne oldu?!”

Hoseok hyung lenslerini takmamış olacak ki gözlerini kısarak oturduğu yerden bana bakarken refleksle boştaki elimi dudağıma götürdüm ve sıkıntıyla tüm okları Jungkook’a çevirdim “Bak belli oluyor işte, neden yalan söylüyorsun?”

“Yalan söylemedim ki, birazcık şiş sadece o kadar.”

“Birazdan biraz fazla gibi.” diyen Hoseok hyungun ensesine Jimin’den bir tokat şakladı ve dişlerinin arasından hyungu susması için uyardı ama konuyu bilmediği için biraz yanlış anladı “Hyung ne salak salak sorular soruyorsun. Yiyişmişler işte sussana.”

“Ne yiyişmesi ya, kemerle vurdu köpek.”

“Ne?!” ikisi birden aynı tepkiyi vererek alev alan gözlerle Jungkook’a döndüğünde Jungkook da bana dönmüştü.

“Ya sen bana düşman mısın? Kemerle vurdu ne demek, bir de ağzımı burnumu kıracaktı zor kurtuldum de tam olsun.” durdu ve bir şey hatırlamış gibi ellerini beline koyarak devam etti “Ayrıca ayıp, bana kemerle vuran sendin. Sabah gitmeden baktım kafam kadar morarmış.”

“Ya ben nereden bileyim o kadar ağır vuracağımı.”

“Ben nereden bileyim arkanı döneceğini. Kemer çarptı işte. Bu arada telafi de etmedin hatırlatırım.”

“Sen de etme-” din diye tamamlayacaktım ki bir sürü öpücük aldığımı hatırlayıp kirpiklerimi kırpıştırdım ve gözlerimi kaçırdım.

“Güzel, hatırlamana sevindim…”

Yine bütün lafları ağzıma tıkamıştı işte.

Sinirden kaşlarımı çatıp “Tamam, daha fazla konuşmak istemiyorum.” diyerek elinden resim çantamı almak için uzandım ama ellerim terlediği için kayıp yere düştü. Bu da daha çok sinirlenmeme sebep oldu çünkü “Sikeceğim elimin terini de şimdi.” deyince Jimin fırsatı değerlendirmek için yeltenmişti.

“Seni sik-ah!” Cümlesini tamamlayamadan resm çantamı nasıl aldım nasıl yüzüne çarptım bilmiyorum ama tam zamanında yetişmiştim “Ne vuruyorsun ya?”

“Elimden kaydı canım, pardon.”

Kaş göz işaretleriyle daha fazla konuşursa onu öldüreceğime dair hareketler yaparak susmasını sağladıktan sonra çanta düşmesin diye sıkı sıkıya tuttum. Daha faza kaosu kaldıramazdım.

Jungkook hala tuttuğu elimi çekiştirip ona dönmemi sağladığında tek eliyle gideceğini belli eden bir sarılış verdi bana ve kulağıma “Projeni teslim ettikten sonra eve git istersen.” diye fısıldayarak geri çekildi. Neden böyle bir şey söylediğini anlamamıştım, beraber döneceğimizi konuşmuştuk. Doğruca fakültesine gidip onu bekleyecektim çıkınca da eve geçecektik.

“Yok gitmem, teslim ettikten sonra geleceğim, beraber geçeriz.”

“Sadece söyledim. Eve geçersen mesaj atarsın.”

“Geçmeyeceğim.” dedim inatla. Jungkook sadece güldü ve bana yeniden fakat bu sefer daha kısa bir sarılma bahşedip diğerleriyle gülerek vedalaştı, sonra da, fakülteden hızla gitti. Etrafındaki baskın alfa aurası yüzünden birkaç omega aralarında fısıldaşınca içimdeki kıskançlık dürtüleri kabarmaya başlamıştı çünkü yani, montundan bile belli olan geniş omuzları, uzun boyu ve çekici yan profiliyle dönüp bakılmayacak bir alfa değildi. Zaten ben de bu yüzden onu ilk gördüğünde direğe çarpmıştım omegaların dönüp bakması asla yadırganamazdı. Hele kokusuna yok muydu, delirtmeye bile yetiyordu ama Jungkook, tüm bunlara sahipken etrafında olan hiçbir şey ilgisini çekmiyormuş gibi öylece gidiveriyordu.

Alfalar alfası.

Öyle….

Bugün hissettin mi?

Neyi?

Sürtünürken nasıl hırladığını.

Sus, dedim içimden yutkunarak ama omeganın hissettiklerini ben de hissettiğim için o an gözümün önüne geldi. Eliyle enseme tutunmuş ve kalçamı sıkıştırmıştı çünkü etkilenmişti, kendini de bu yüzden tutmuştu.

Biraz daha zorlasaydık sıkıştırdığı tek şey bacağımız olmayacaktı.

Şu an sırası değil.

Eve gidince bizi sıkıştırmasına izin vereceksen olur.

Bakarız….

Peki ya düğüm? İçini bebekleriyle doldurmasına izin verecek misin?

Sakinleş, dedim yükselen ısıyı hissederek. Her ne kadar, koruyucu aşım olduğu için alfanın bebeklerine sahip olamayacağımı bilsem de düğüm isteğime engel olamamak doğamda vardı.

“Omeganın edepsizliği gözlerine yansıyor, aç gibi bakmasan mı acaba arkasından.”

Jimin sol omzundaki şeytan gibi kulağımın dibinde fısıldayarak kıkırdadığında elimle onu ittip toparlanmaya çalıştım. Zaten üç gündür on mesajından beşi yat onunla ben arkandayımdı, üçü finallere ettiği küfürdü diğer ikisi de Namjoon falandı şimdi sağ olsun cinsel imaları yakamı bırakmıyordu. Üzerine de omegam çıkmış, tam olmuştu.

“Rahat bırakın beni.”

Jimin’i de omegamı da görmezden geldim ve Hoseok hyungun yanına oturup resim çantamı açtım. Raporumda hata olmasını istemediğim için ondan göz gezdirmesini istedim, Jimin de bana kendininkini verip kontrol ettirdi. Yaklaşık yarım saatin sonunda ikimiz de bir sorun olmadığına karar verdik ve Hoseok hyungu yazılı sınavı için test ettik. Sonra o ayrıldı biz de profesörlerin olduğu kata çıkıp sıramızı beklemeye başladık. Benim sıram önce olduğu için bir grupla içeri girmemle projemi teslim edip raporu vererek birkaç sorusuna cevap vermem çok sürmemişti ama Jimin’i biraz beklemiştik çünkü sıranın en sonunda içeri girince biraz uzun sürmüştü.

Bu sırada Suho’nun uzak bir köşede olduğunu görmek sinir kat sayımı arttırıp botla ilgili mesaj atmam gerçeğini yüzüme vurdu.

Doğrudan konuya girdiğim bir mesaj atıp cevap vermesi için beklemeye başladım ama sabırsızdım. Bekleme koltuklarında ayağımı aralıksız sallayarak Suho’dan bakışlarımı ayırmadım. Cebinden telefonunu çıkarttı, kilidini açtı ve mesajı okuyup geri cebine koydu.

Hayretler içinde yaptığı şeye baktım ve öfkeyle ardı ardına mesaj göndermeye başladım. Bu kadar kolay görmezden gelemezdi, muhatap olmayı ben de istemiyordum ama o botları almam gerekiyordu.

taehyung

botlarım sizde kaldı

onları geri ver

görüldü

sana söylüyorum

görüldü

mesajlarımı görmezden gelemezsin

botları vereceksin

poşete koy kapına as alacağım

görüldü

suho

ne var

taehyung

ebenin amı var|

cevap vermeye tenezzül ettin sonunda

botları diyorum

poşete koy kapına as

alacağım

suho

asamam

taehyung

???

ne demek asamam

asacaksın benim o botlar

suho

bana bıraktın

taehyung

sana bırakmadım

sinirlenip ayağımı kafana doğru salladım

suho

yani bana bıraktın

taehyung

😀😀😀

sen beni çıldırtmak mı istiyorsun

bir daha tekrar etmeyeceğim

botları poşete koy

kapına as alacağım

bitti.

suho

sattım ben botları

taehyung

pardon??

anlamadım???

suho

nesini anlamadın sattım işte

taehyung

sen salak mısın

botlarımı neden satıyorsun

çıldıracağım

suho

ayakkabıları bırakıp gittin

birkaç gün bekledim ben de

sonra dedim almaz

almayınca sattım yani

taehyung

bana sordun mu amına koyayım satarken

suho

bırakan sensin

neden sormam gerekiyor

taehyung

benim olduğu için?????

suho

ama bıraktın

cillop gibi ayakkabı

çöpe atamazdım

boşa gitmesin dedim

taehyung

aklımı yitireceğim ya

kaça sattın parasını at o zaman

suho

atamam

taehyung

ne demek atamam

BENİM

botumu sattın

suho

benim de sen de eşyalarım var

taehyung

çöpe attım|

ben satmadım hiçbirini

suho

o da senin mallığın

taehyung

öldürücem seni|

botumun parasını istiyorum

suho

ben de çok şey istiyorum ☹️

ama hayat bazen böyledir

taehyung

ya sen

ne iğrenç şerefsiz

haysiyetsiz dalyarak

sik kırığı bir adamsın

nerenin çingenesisin

ben sana nasıl katlanmışım ya

suho

düzgün konuş benimle

taehyung

siktir ordan sana mı soracağım

sen botumu satarken bana sordun mu

fırsatçı pezevenk

suho

seni mahkemeye veririm

benimle düzgün konuş dedim sana

taehyung

ver

götün yerse verirsin hadi bakalım

sattığın botumun parasıyla

kendine don almayı da unutma

abim götündeki dona kadar alır çünkü

suho isimli kişiyi engellediniz

Telefonumu öfkeyle çantama atarak ayaklandığımda hiçbir şey yokmuş gibi arkadaşıyla konuşan Suho’ya kitlenip hızla yürümeye başladım. Sinirim tepeme vurmuştu, burnumdan soluyordum resmen ve dişlerimi sıkarken vücudumdan yükselen ısı bütün dengemi alt üst etmişti. Özellikle Suho’ya doğru yürürken ayaklarımın altına kadar yanmıştım. Ve kasıklarım..

Siktir.

Göğsüm, aldığım kesik nefesle yükseldi ve bir duvara çarpmış gibi olduğum yerde durdum. Tam o anda da Suho başını kaldırdı ve göz göze geldik. Gözlerimin renginin değiştiğini biliyordum ve sertçe vuran o his yüzünden ağlamak istiyordum. Şu an olmamalıydı, Suho’ya bakarken değil, onun yüzünden değil.

Elimle montumun ucunu tutup bir adım geri gittim ve gözlerini bana dikmekte olan Suho’dan kaçınmaya çalıştım ama alfası beni tanıyordu. Kokumu biliyordu, omegama defalarca kez dokunmuştu ve ne olursa olsun o bir alfaydı. Gitmem gerekiyordu, eve gidip kendimi kilitlemem ve bu süreçle ağır bir şekilde yüzleşmem.

Yutkunarak bir adım daha geriledim ve kararlı bir şekilde merdivenlere yöneldim. Koşarak fakülteden çıkarken kendimi darmadağın hissediyordum. Alfayı istiyordum Jungkook’u yanımda istiyordum, onu bütünüyle hissetsem yeterdi. Sadece onun için dağılmak istiyordum, beni iyi hissettirebilecek tek kişi oydu, omegamı yatıştıracak aynı zamanda da ateşini körükleyecek tek kişi de oydu. Boktan bir adam olmamalıydı.

Fakülteden çıkıp eve koşturmak pek doğru bir karar değildi belki ama yüzüme vuran rüzgar soğuktan ziyade, kasıklarıma kamçı misali tatlı tatlı haz vermeye başlamıştı. Enerjimi atmanın da bir diğer yoluydu ama benim durumumda pek işe yarayacağı söylenemezdi. Kızgınlığım bu kez, beni sağlam bir şekilde mahvedecekti belli ki.

Yarım saatlik yürüme mesafesini koşarak on beş dakikaya düşürdüğümde apartmanın kapısında soluklanıp merdivenleri hızla arşınladım. Bu sürede de boş durmamış, katları çıkarken montumu çoktan üzerimden sıyırmıştım.

Kapının şifresini girmek ölüm gibiydi. O kadar çok terlemiştim ki tuşlara bir türlü basamıyor, parmak ucumu sürekli üzerime silmek zorunda kalıyordum. İçeri girmeyi sonunda başardığımda ise kıyafetlerimi birer birer çıkartarak odaya girmiş kapıyı kapatarak iki kere kilitlemiştim üzerime. Çünkü korkuyordum, omegamı kontrol edememekten, bilincimi kontrol ederek hata yapmasından.

Evde olduğum için daha kolay olur sanmam da sanırım bu kızgınlığım için çok büyük bir hataydı çünkü odanın içi Jungkook gibi kokuyordu. Yataktan ve yuvadan yükselen koku burnuma doldukça o hassas noktanın kaşındığını hissediyordum. Ve hayal etmeden duramıyordum.

Bana dokunduğu, ellerini tenimde gezdirdiği, dudaklarının her yerime değdiği ve en çok istediğim şey olan içimi doldurduğu o anın hayali… Gözlerime bakıp içime vururken kasılmış kollarına tutunarak beni mahvetmesine izin verebilirdim. Bana istediği her şeyi yapabilirdi.

Kasıklarımdaki ağrı şiddetlenirken gözlerimin dolmaya başlamasıyla bacaklarımı birbirine bastırdım. Onu istiyordum, hem de her şeyden çok ama burada olmadığına da şükrediyordum çünkü fazlasıyla kendimi kaybettiğim anları görmesini istemiyordum. Omegamın isteklerini köreltmek alfaya olan ihtiyacını arttırmıştı. Jungkook’u her şeyiyle istemek ve sadece içimi doldurma arzusuyla yanmak olması bana korkunç derecede kötü geliyordu. Onu da zorlayacaktım, biliyordum ve bunu istemiyordum.

Ona mesaj atmam gerekiyordu, eve gelmemesini söylemeliydim ancak omegaya o kadar güvenmiyordum ki… Ve kahretsin ki telefonum kapının ardında, üzerimi çıkarırken elimden bıraktığım salonda kalmıştı.

Mesaj atmak ve içimdeki kaşıntıyı dindirmek arasındaki mücadelemi elbette kaybettim. Alfanın kokusu her yerdeydi, dayanmak bu noktada mümkün değildi. Küfür ederek üzerimdeki kapüşonluyu çıkarttım ve sadece iç çamaşırımla kaldım. Dolabımın içinden gündüzden içinde uyuduğumuz kıyafetlerden birkaç tane alıp çekmecemin en dibinden de en son ne zaman kullandığımı unuttuğum şişeyi alarak onun yattığı tarafa geçtim.

Suho’yla ilişkimizin son zamanlarında cinsel hayatımız gerçek anlamda bok gibiydi, kendimi tatmin ettiğim anlarda ve ayrıldıktan sonraki anlarda da kimseyi düşünmeden sadece o ana odaklandığımı, kendimi rahatlattığımı fark etmiştim. Bunu şimdi fark etmemin sebebi, tam şu anda Jungkook’a duyduğum yoğun arzuydu. Hayatımın hiçbir noktasında böyle hissetmemiştim, nasıl durduracağım hakkında da hiçbir fikrim yoktu.

Bir elimi belimden yukarı çıkarı çıkartarak boynuma ulaştığımda yanağımı Jungkook’un kazağına sürterek diğer elimi iç çamaşırımın içine soktum ve kendime dokunmaya başladım. Ev soğuktu, ben yanıyordum ve içimi ısıtacak alfanın hayaliyle yetinmeye çalışıyordum. Acı içindeydim… Ve de acınası…

Alfa… Alfayı istiyorum.

Alfaya ihtiyacım vardı. Her şeyden çok hem de…

Gözlerime dolan yaşlarla uzunluğumu çekerken yatakta, eşyalarının arasında kıvranıyordum ve yeterli gelmediği için diğer elime kayganlaştırıcı dökerek yüzük ve orta parmağımı içeri göndermiştim. Fazlalık hissi rahatsız ediciydi ama kesinlikle yeterli değildi, onun yerini tutamazdı. Jungkook’la sevişmenin nasıl olacağını bilmiyordum ama parmaklarımdan çok daha iyi hissettireceğinden emindim. O hassas noktamı darbeleyerek bana bambaşka bir dünya verecekti, dokunurken bütün tüylerimi havaya kaldıracak, nefes almanın varlığını unuttururcasına üzerimde hakimiyet kuracaktı.

Düğüm, düğüm istiyorum. Bebeklerini istiyorum.

Hıçkırarak parmaklarımı hassas noktama ilerletmeye çalıştım ve Jungkook’tan bir düğüm almanın hayaliyle son noktaya ulaşmak için çabaladım. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım tek yaptığım belli bir süre rahatlamamı sağlamaktı. Bütün bedenim kasılıp titreyerek boşalıyordum ve sessizce de inleyip kendimi boşaltıyordum ama beş dakika sonra yeni bir sıcaklık kasıklarıma vuruyordu. En başa dönüyordum, döngü bu şekildeydi ve en kötüsü istediğimi alamadığım için bir süre sonra bilincimi omegam ele geçiriyordu, ne yaptığımı hatırlamayacak kıvama geliyordum. Bu da en korktuğum şeydi, Suho’nun karşısında kızgınlığa girmişken risk almak istemediğim için kendimi kitlemiştim odaya.

Geçen son bir saati hatırlamıyordum. Sırılsıklam ve bitkin bir şekilde dağınık yatağın bir köşesinde gözlerimi dış kapının açılma sesiyle araladığımda üzerimde Jungkook’a ait gömleklerden biri vardı. Bütün ev de feromonlarımla doluydu, kızgınlığımın en yoğun kokusuyla karşılaşmıştım onu.

“Taehyung…

Jungkook bana seslenerek kapıya iki kere tıkladığında omegam, alfanın sesiyle çoktan dikilmişti ve sonunda varlığından yükselen feromonlarını duyduğu için sıcaklığım yavaş yavaş artmaya başlamıştı.

Yutkundum ve kapıya doğru ilerleyerek adını söyledim “Jungkook.” fakat tutamadığım hıçkırığım kasıklarımda başlayan yeni sıcak ağrıyla çoktan yere çökmüştüm bile.

“Fakülteye gelmeyince, seni de bulamayınca bir şey oldu sandım.” diyerek kapının ardından açıklama yaparken sesi biraz daha yakından gelmişti “Bilseydim, gelmezdim.”

“Jungkook…” dedim yeniden ve elimle çıplak bacağımı sıkıştırdım. Konuşmakta zorlanıyordum, sesini duydukça nefesini kasıklarımda hissetmek istiyordum. O kadar guzel geliyordu ki kulağıma…

“Gideceğim.”

“Gitme. Tanrım lütfen gitme.”

“Kendinde değilsin, şu an olması gerekmiyor. İyi olacaksın.”

“İyi değilim.” dedim ağlayarak. Böyle bir şey için yalvarmak çok küçük düşürücüydü, onunla başka bir zamanda bilinçlice sevişmek istiyordum ama şu an gitmesini istemiyordum “Jungkook aylardır iyi değilim ama bu… Bu çok farklı, yapamam. Seni istiyorum.”

“Kendimi kontrol edemem.”

“Tanıdığım en kontrol sahibi alfasın.” derken bacaklarımı birbirine bastırarak inlememe engel olamamıştım.

“Sadece kardeşimiz için öğrendik. Feromonlarımızdan rahatsız olmasın diye. Bu çok başka…”

“Ya ben? Benim için neden kendine güvenmiyorsun.”

Uzun süre sessizlik oldu ve ıslak gözlerimle kapının koluna bakmaya başladım. Aşağıya inmedikçe kırıldığımı hissettim. Çünkü zaten Suho’nun önünde kızgınlığa girmişken, şimdi de istediğim adamın kendine olan güvensizliğiyle mücadele ediyordum. Ve tabii bu anın kızgınlığıma gelişi yüzünden de aşırı huzursuzdum.

Dudaklarımı içe katlayıp gömleğin ucuna tutunarak kendime sürttüğümde hafifçe inleyip başımı öne eğdim ama kapının kolundaki ufacık hareketliliği duymamla eğdiğim başımı kaldırdım. Kalp atışlarım hızlandı, içeri girmesi için kola biraz daha bastırması yeterliydi. Ancak benim tahammülüm yoktu, açıp açmamak arasında gidip geldiği mücadeleyi sonladırmak için kapının koluna asıldım.

Sonra bir daha asıldım ve sonra bir kez daha çünkü açılmamıştı. Neden açılmadığını ise kilide bakınca anlamıştım. Anahtar olması gereken yerde değildi ve nerede olduğu hakkında da hiçbir fikrim yoktu.

“Kilidi aç omega.”

Verdiği mücadeleden sağ çıkamadığını boğuk ve sakin sesinden anlamıştım ve kapı açılmamak için en yanlış zamanı bulmuştu.

“Açamam.”

Kapının kolu birkaç kez aşağı inip kalktı “Ne demek açamam. Kilidi döndür.”

“Açamam işte. Anahtarın nerede olduğunu bilmiyorum.”

“Etrafına bak, ulaşamamak için bir yere saklamış olmalısın.”

“Bakıyorum.” diyerek elimle yüzümdeki yaşları silip odanın ortasına emekledim. Yerdeki dağınık kıyafetlerin altına, çekmecelere ve dolapların içlerine kadar baktım. Hatta dolapların arkasına bile eğilip göz gezdirdim ama kesinlikle bulamadım.

“Sikeyim, her yere baktım, yok.” ellerimle saçlarımı çekiştirip nefes nefese boynumdaki teri silerek kapıya doğru yürüdüm. Daha ne kadar dayanabileceği bilmiyordum.

“Ne yapacağız?”

“Kapıyı kıracağım. Çekil.”

“Saçmalıyorsun, kirada oturuyoruz ve kapıya verecek paramız yok.”

“Hay sikeceğim… Düşün o zaman, nereye koymuş olabilirsin?”

“Düşünüyorum ama-” diye devam edecektim ki omegamla savaş içerisinde olduğum süreçte camı açıp balkonun demirine doğru tutunarak anahtarı atmak için kolumu havaya kaldırdığım o anı hatırladım. Anahtarı atmış mıydım o kısım bulanıktı ama kolumu hızla ileri götürdüğüm bir gerçekti ve karşı binanın giriş katındaki çöp dolu balkonun kokusu burnumdaydı “Hayır… Hayır ya hayır! Yapmış olamam.”

Elimle ağzımı kapatarak altıma bir baksır geçirip camı açtım ve balkondan aşağıya, tam o noktaya baktım. Eğer gerçekten attıysam hedefim tam orası olmalıydı ve öyle görünüyordu ki bunu yapmıştım.

“Ne, ne oldu? Hatırladın mı?”

“Sanırım çöp evin balkonuna attım.”

“Şaka yaptığını söyle.” bir sessizlik oldu ve ben konuşmadığım için Jungkook gerçeklerle yüzleşerek bir küfür savurdu “Eline sıçayım Taehyung, of! Bekle geleceğim.”

Evden gidecek ve gelmeyecek korkusuyla kapıya koşarak “Nereye? Hayır gitme, alfa lütfen gitme.” diye telaşla bağırdım. Hatta dikkatini çekerim diye kapıya iki kere de avucumun içiyle vurdum. Neyse ki düşüncelerimin aksine Jungkook “Anahtarı bulmaya gidiyorum. Döneceğim omega, merak etme.” diyerek içimi rahatlattı.

Kapının kapandığını duyunca direkt balkona koştum ve çömelerek demir korkuluklarına tutundum. Jungkook birkaç dakika içinde otların arasından elinde uzun bir dal parçası tutmuş bir şekilde söylenerek yürürken göründü. Ne söylediği anlaşılmıyordu ama yere yayılmış çöpleri ittirken küfür ettiğine adım gibi emindim.

Çöp evin balkonuna yaklaştığında mermere değmeden üstten üstten karıştırmaya başlamıştı. Diğer eliyle de ağzını kapatmış, koku gelmesin diye uğraşıyordu. Benim için çöp dolu o yere inmesi ve anahtarı araması normalde ölümüne güleceğim, bir o kadar da dalga geçeceğim bir hareketti ve muhtemelen bunu sonrasında zaten yapacaktım ama şimdi… Tanrım, o kadar çekici gelmişti ki gözüme kapıyı açtığı anda üzerine atlamamak büyük aptallık olurdu.

Aşağıdan yukarıya doğru bakıp beni görünce “Emin misin buraya attığına?” diye bağırdı, peşinden de karnını tutarak öğürdü. Ama yılmadan toparlanıp çöpü karışmaya da devam etti.

“Oraya atmış olmalıyım.”

Bir beş dakika kadar uğraşsa da bulamadığı her dakika hava buz gibi olsa da kasıklarımın kor gibi yanmasına neden oluyordu. Jungkook’la aramızda bir kapı mesafesi olup da ulaşamamak o kadar acı veriyordu ki demirleri sıkmaktan parmak boğumlarım bembeyaz kesilmişti.

Bakındığı alandaki çöplerden birine öfkeyle bir tekme atıp yukarı baktığında çenesindeki kasılmayı görebiliyordum. Dizlerimin üzerinde kıpırdandım ve yutkunarak bana bu şekilde tepeden baktığını hayal ettim, onu tam ağzıma almışken. Ve bir de, boşalırken… İzlemesi keyifli olurdu.

Sanki beni duyabilirmiş gibi sessizce “Alfa,” diye mırıldandığımda Jungkook hala yukarı bakıyordu. Uzun uzun izliyordu beni, çaresizliğimi ve ona attığım bakışları.

Sonra bir anda, dalı fırlatıp koşturarak gözden kayboldu ve ne yapacağımı şaşırdım. Balkondan ayrılarak kapıya yöneldim, kolu indirerek açmak için uğraştım çünkü gittiğini sandım. Ama beni yine yanılttı, dış kapının açılma sesi geldi ve ben daha ne olduğunu soramadan Jungkook’un “Balkona çık.” diyen sesi yükseldi.

Dediğini ikiletmeden yaptım ve balkona koştum. Jungkook, mutfak tarafının balkonunu açarak bana elini uzattı “Gel.”

Bir eline bir de aradaki yarım kol mesafesinden kısa boşluğa baktım. Evin büyük balkonu hariç diğer balkonlar Fransızdı ve diğer balkonlarla mesafesi çok kısaydı. Ama bu demek değildi ki kolayca bir diğerine geçebilirdik, aradaki yarım kolluk mesafeyi görmezden gelemezdim. Gerçi, şöyle bir bakınca pek de boşluk yoktu ama yine de cesaret isterdi.

“Ya düşersem?” dedim ama elini tutmayı da ihmal etmedim çünkü şu an yapabileceğim tek şey buydu ve ben bu fırsatı kaçıramazdım.

“Düşmeyeceksin, çok mesafe yok.” önündeki mermere bastı ve karnını demire dayayarak bana doğru eğildi “Mermere bir adım atıp kollarını boynuma sar.”

“Jungkook…”

“Bana güven tamam mı, hiçbir şey olmayacak. Seni sıkıca tutacağım omega.”

Ona kendimden bile çok güveniyordum ve elimi sımsıkı tutarken söylediği şeyi yapacağından da emindim. Bu yüzden mermere bir adım attım ve karşıdaki balkona eğilerek kollarımı sıkıca Jungkook’a doladım. Burnum, koku bezlerine yaslandı hemen. Saatlerdir kıyafetleriyle yetindiğim için şu an kendimi o kadar rahatlamış hissediyordum ki…

Jungkook, elini sırtıma sardı ve beni çekerken diğer eliyle kalçamdan destek verdi. Ayrı bedenlerimiz o beni çektikçe birbirine yaslandı ve bir ayağım boşluğa gelince demire doğru basarak kendimi Jungkook’a doğru ittirdim. Bu hareketimle onun olduğu tarafa tam anlamıyla geçmiştim ama Jungkook’un dengesini kaybetmesine yol açmıştım. Bu da işime yaramıştı tabii…

Evin içine doğru yalpalayıp mutfağın ortasına sırt üstü düştüğünde üzerinde olmanın avantajını kullandım ve edeceği küfürü dudaklarımla kestim ama benim öpücüğümü de gömleğimin cebinden parkeye düşen anahtar sesi kesti. Siktiğimin anahtarı bunca zaman cebimde miymiş yani?

Düşen anahtara bakarak “Sanırım omegan oyun oynamayı seviyor.” dediğinde sesi normaldi ama bu delirmem için yeterliydi. Altımdaki sıcak bedeni beni kendimden geçirdi ve elimle çenesini kavrayıp gözlerime bakmasını sağladım “Oynayacak mısın peki?”

Jungkook’un ellerinden birisi çıplak bacağımı sıktı ve gözleri dudaklarımda dolandı. Üzerinde olan bendim ve altımda olan da o ama bu şeyin tüm kontrolünün onda olduğu tamamen hissedebileceğim bir güçteydi. Elleriyle bacağımı kavrayış şeklinden bile belli oluyordu ve bütün bedenime aklımı kaybedeceğim sinyaller yolluyordu.

“Omega…” derken derince bir nefes aldı ve diğer eliyle boynumla yanağımın arasını kavrayıp baş parmağını dudağımın ortasına bastırdı “Beni ne kadar zorladığına inanamazsın.”

“Ne kadar?” diye sordum masumca ve parmağının ucunu dudaklarım arasına aldım.

“Çok.”

“Göster.”

İçinin gittiğini, gözlerindeki parıltının karanlık bir hale büründüğünü gördüğümde onu etkilediğimi anladım. Yanağımdaki eli enseme ulaştı ve parmağını dudaklarımdan kurtarıp beni tek hamlede kendine çekerek aramızdaki kısacık mesafeyi kapattı. Sonunda dudakları olması gereken yerdeydi ve ellerinin tutuşu sıkılaşmıştı. Omegam ve ben istediğimize kavuştuğumuz için fazlasıyla memnunduk ama yakınlığımız yeterli değildi, sanırım aramızda kıyafetlerimiz olduğu müddetçe de yeterli olmayacaktı.

Dilinin içeri süzülmesine izin verdim ve dudağımdaki şişliği umursamadan ona, onun şiddetinde davrandım. Kızgınlığım yüzünden köpek dişlerim belirginleşmişti ama bu haliyle bile onun normal halindeki köpek dişleri kadar uzun değildi. Ama hoşuma gidiyordu dişleri dudaklarıma her değip, sürtündüğünde kasıklarıma kadar yanıyor, sürtünme isteğime engel olamıyordum.

Islak öpüşmemizi sürdürürken karnının üzerinden belirgin sertliğine kadar kayarak kendimi bastırmama karşılık kalçamı sıkıştırıp sesli bir nefes bıraktı. Fırsat bildiğim bu boşluğundan faydalanıp dudaklarımı çenesine götürdüm oradan da boynuna, adem elmasına kapadım. Boynuna dudaklarımın her değişinde, damarlarındaki yaşamı hissedebiliyordum, çikolatalı feromonları sadece benim için artıyordu, kalbi benim için çarpıyordu ve o an dünyada sadece biz varmışız gibi hissettiriyordu. Teni, o kadar sıcaktı ki her temasımda adeta içime işliyordu.

Belimi kıvırıp ona bir kez daha sürtünürken dişlerimi boynuna doğru sürtünce Jungkook’un ensemdeki eli sıkılaştı ve beni kendiyle birlikte kaldırırken dudaklarımı ayırdı.

“Şu arkadaş bize bakarken odaklanamıyorum.” diyerek hızlanmış nefesiyle konuşurken ilk başta anlamamıştım ama gözümün ucundaki hareketi görünce bakma gereği duymuştum. Ama bu sadece bir an içindi çünkü Jungkook, tek eliyle beni tutup yerden hızla ayaklanmıştı. Çığlık atarak boynuna sarıldım, Jungkook hızla balkonu kapatıp odaya geçerken göz ucuyla Kafein’in, masanın ucunda oturmuş, ellerini katlamış bir şekilde kuyruğunu salladığını ve gözlerini kısıp açarak bizi izlediği garip bakışları yakalamıştım.

Odanın kilidini açtığında apar topar içeri girdi ve ben, beni yatağa atmasına fırsat vermeden kucağından inip dizlerim üzerine çökerek onu kapıya ittirrdim, aşağıdan gözlerimi kırpıştırarak baktım. Çünkü yapmak istediğim, en başından beri kendimden bile sakladığım şeyi sonunda almak istiyordum.

Jungkook’un adem elması aşağı yukarı hareket etti ve eliyle saçlarımı önümden çekerek yanağımı okşayıp parmaklarını alt dudağımda gezdirdi. Bana bakışları çok yoğundu ve baktığında gördüğü şeye inanamıyor gibiydi. Ki ben de bu kadar açık olduğuma inanamıyordum ama tek istediğim şey oyken açık olmamak da imkansızdı zaten.

“Mahvediyorsun beni.” dedi başını iki yana sallayarak kabul etmek istemezcesine “O kadar güzelsin ki reddedemiyorum.”

Elleri dudaklarımdan yanaklarıma çıktı ve gerçekliğimi sorgulamak ister gibi hafif hafif dokundu yüzüme. Gözlerimi kapatıp dokunuşlarının tadını çıkarttım. Sıcak ve nazik parmaklarının üzerimde bıraktığı o karıncalanma hissiyle göğüs kafesimi şişirip nefeslendim ve dudaklarımdan çıkan inlemeye engel olamadım.

Bana böylesine inanılmaz hislerle dokunmasını beklemek çok güzel bir duyguydu. Normal bir zamanda normal bir sevişme anında saatlerce, keyiften dört köşe olarak tadını çıkartabilirdim ancak şu an değil. Çünkü cinsel arzularım bu noktada ötelenemeyecek boyuttaydı bu yüzden parmaklarımı pantolununun kemerinde dolaştırıp düğmesini açmak için atıldım ve çabuklukla fermuarını indirdim. Kalçalarını saran baksırı da kıyafet yığınının arasındaki yerini aldı. Şimdi, hayalini kurarak çizdiğim dövmenin tamamı gözler önünedeydi ve bana nefis bir görüntü sunuyordu.

Deli gibi korktuğum hayvanı tenine işlenmiş bir şekilde görmek bende dokunma isteği yarattı. Parmaklarımla örümcek ağlarının oluşturduğu kara desenlere dokundum ve ağ yapmış simsiyah örümceğin bacaklarını takip ettim. Tam tahmin ettiğim gibi, siyah örümceğin kırmızı versiyonu ağın diğer ucundaydı ve kırmızı bacaklarından birisi tam kasıklarına, penisinin başlangıcına doğru uzanmıştı. İşçiliği mükemmeldi ve o kadar gerçek duruyordu ki…

Bu noktada düşündüğüm şey kesinlikle farklıydı. İnsanların zevkleri, düşleri ve arzuları alışılmadık olabilirdi. Jungkook’la tanışmadan dövmesini görmüş, hayal ederek birkaç çizim yapmıştım ancak şu an o hayali bambaşka bir zevkle gerçekleştirecektim. Jungkook da şaşkındı çünkü ağzıma almam, ya da yalamam gereken şeyin penisi olduğunu düşünüyordu fakat kesinlikle değildi. Dokunuşlarımı bu kez gözlerinin içine bakarak sürdürdüm ve uyluklarındaki siyah örümceğin bacağından kasıklarına doğru uzanan kırmızı örümceğin bacağına kadar yaladım.

Nefesi sıklaştı ve hafifçe başımın tepesindeki saçları çekiştirerek tepki verdi ama ben durmadan, kırmızı olanın bacağını dişleyip emmeye başlayınca adımı inledi.

Jungkook’un sessiz iradesi de dayanma gücü de buraya kadardı çünkü hepsini son kırıntısına kadar kullanmıştım. Verdiği savaşı elini arkasındaki kapıyı kırarcasına vurarak sonlandırdı ve beni kolumdan sert ama acıtmayacak şekilde tutup kaldırarak öpmeye başladı. Dudaklarının ıslakça ettiği hareketle geri geri gittiğim her adımda üzerimdeki gömleği sıyırarak attı ve dizlerimin arkası yatağa değdiği anda dağınık yatak çarşaflarının arasına iki kere yatakta sekmemi sağlayacak bir hızda düşürdü.

Bana tepeden bakarken gözleri parlak ve karanlıktı. Beni öylece izlemek dışında hiçbir şey yapmıyordu ama baktığında üzerimde kurduğu otorite iliklerime kadar tir tir titreyip arzuyla kıvranmama sebep oluyordu. Çıplakken daha ne kadar çıplak hissedilebilirse tam olarak öyle hissediyordum işte.

Odayı yoğun bir şekilde baskın feromonları kapladı ve kalan kıyafetini çıkartıp rastgele atarak bana bakışlarını sürdürdü. Yattığım yerden keyifle izledim onu. Çok sevdiğim bir filmin en sevdiğim sahnesini başa döndürüp defalarca seyrediyormuşum hissi veriyordu. Vücudunun her köşesi mükemmelliğin tanımına uyuyordu, kusursuz bir sanat eseriydi her bir detayıyla. Dövmeleri bile belli bir özenle, tenine uygunca işlenmişti, bir hata aramak imkansız gibi bir şeydi. Ve göğsündeki o yıldırım çarpmasına benzeyen dövmesi, tıpkı bacağındaki gibi bende garip bir şekilde dokunma hissi yaratıyordu. Sanki dokunduğumda beni çarpacak ve kendine bağlayacak gibiydi.

Jungkook, eliyle bacak içime dokunduğunda çaba harcamasına gerek kalmadan, onun için araladım. Üzerime eğilirken koluna tutunarak gücünü belli eden kaslarını okşamamı durduramadım ve dudaklarını istekle karşıladım. Bir eli başımın yanından destek alıyordu beni öperken, diğer eli ise çıplak belimi, kalçalarımı okşamayı asla bırakmıyordu. Dilimi diline dolayarak öpüşme seslerimi çoğaltıp dizlerimden birini göğsünün yanına sürterek oradaki kaslara dolaylı yoldan dokundum. Şimdi bile böyle cennete dokunur gibi hissettiriyorsa kızgınlığında nasıl serttir diye heyecanlanıp kendimi ona sürtme gereği duydum.

En son ne zaman böyle öpüştüm, en son ne zaman birinin dokunuşlarından etkilendim ve en son ne zaman böylesine güçlü duygular hissettiğimi hatırlamıyordum. Bu zamana kadar yaşadığım her duygu bomboş geldi, Jungkook her şeye bir anlam kattı. Beni öperken kavradığı belim bile onun için kıvrılırken bedeniyle uyum sağlıyordu resmen.

Sıcak bedeni, sıcak elleri, sıcak ağzı... Tanrım, sıcaklığını muhteşemdi, dişleri dudaklarımı çekiştirirken bazen dilimi onunkine dolayıp damağında dolaştırırken nefes nefese kalmaktan çok hoşlanmıştım. Çaldığı nefeslerimden zar zor kalan oksijeni ciğerlerim için kullanmaya çalışırken inlemelerimi bastıramadım ve saçlarından çekiştirdim. Bu his gittikçe şiddetleniyordu.

Dudakları yönünü şaştı ama asla bocalamadı, aksine ustaca boynuma yöneldi, ince deriyi dişleri arasına alarak sanki sevişmiyormuşuz gibi beni işaretlemeye başladı.

“Jungkook…” diye inledim ama köpek dişleriyle boynuma ısırıklar bırakarak penisinin şişliğini belli etmek için sürtünmeyi kesmedi ve göğsünün iki yanında olan dizlerimin arkasında göğsüme bastırdı. İşte o zaman kalbim göğüs kafesimi delecek gibi oldu çünkü onu tam orada, sıcak ve sert bir şekilde hissettim ve öncekinden daha güçlü inledim. Bu kez, omegam kendi belli etti ve gözlerimin rengi değişti.

Boynuma yaptığı şey belki de yapacağı şeylerin yüzde biri bile değildi ama beni mahvetmişti. Omega sıvım bacaklarımın arasından süzülerek yatağı kirletiyordu, dudaklarıyla onları temizlemesi için her şeyi yapabilecek noktaya ulaşmam çok uzak değildi.

Jungkook ısırdığı yerleri öpüp yalayarak orada derince soludu beni “Kokun beni delirtiyor omega. Kafayı yiyecekmiş gibi oluyorum.”

Ne diyebilirdim ki? Ben de aynı şeyleri yaşıyordum, üzerinden yükselen feromonları yüzünden ateş gibi yanıyordum, dudakları o ateşi daha da harlarken nefesimi kestiği için içten içe çığlık atıyordum. Asla bitsin istemiyordum, asla beni bıraksın istemiyordum.

Elimi sırtına götürerek tırnaklarımla hafif bir yol çizdim ve dudaklarını aşağıya doğru indirirken saçlarına ulaştım. Göğsüme kapanan dudakları ve dilinin akıl almaz işlevi yüzünden olduğum yerde sabit durmak çok zordu. Hayatımın en uzun ön sevişmesiydi ve ben çok sabırsızdım. Onu içime almak için, düğümüne sahip olmak için o kadar sarbırsızdım ki hazır olup olmam zerre umrumda değildi.

Alt dudağımı ısırıp kendimi kıvırarak aklıma dolan kirli düşüncelerle yatak çarşafını çekiştirdim. Jungkook halimi görüyordu ama hala yavaştı. Aksine rahat durmam için kalçamı sıkıca tutarak yatağa sabitleyip duruyor ve aşağıya doğru öpücüklerini sürdürüyordu. Beni baş etmesi zor hislerle doldurup sadece izlememi istemesi çok acı vericiydi. Sırtındaki kasların ve aşağıya uzanan sırt çizgisini belirginleştiği o görüntü böylesine nefisken sadece kıvranıp durmak haksızlıktı.

Çizdiği ıslak yol kasıklarımdan bacaklarıma kadar indi ve dişleriyle dili iç kısmına darbeler bıraktı. Artık saçlarına dokunamayacak kadar uzakta olduğu için iki elimle bulduğum her hangi bir yeri parçalamak ister gibi çekiştirerek kıvranıyor, beni delirttiği için de sızlanıyordum.

Jungkook’un dudakları daha aşağıya diz kapaklarıma ulaştığında dizlerinin üzerinde kalkıp bana yukarıdan, dağılmış saçlarının arasından baktı. Alfasıyla birleştiği için irislerinin etrafında kırmızı çizgiler oluşmuştu ve normalde bana utançtan öleceğim keskinlikte bakıyordu ama kızgınlığımın cesaretinin fazlalığını unutuyordu.

Altımdaki iç çamaşırı çıkartıp çırılçıplak kalmaktan çekinmedim, keskin gözleri de bedenimi özellikle kalçalarımın arasını izlemekten çekinmedi. Bunun üzerine Jungkook bir ayağımı havaya kaldırarak bileğime dişlerini değdirdiğinde ısırana kadar gözlerine bakmayı sürdürdüm. Hassas olduğum bir noktanın olduğunu bunu yapana kadar bilmiyordum ve ayak bileğimden itibaren beni boşaltabilecek güçte bir etkisi olmasını da beklemiyordum. Yaptığı her hareket daha ne olabilir ki dedirtiyordu.

Bu kez adı yerine “Alfa,” diye seslendim ona ve elimle yüzümü kapatarak başımı geriye atıp inledim. Çok fazla geliyordu, tanrım, onu hissetmeye ihtiyacım vardı ama sadece bana dokunarak süreci uzatıyordu. Ama gittikçe büyüyen ve sertleşen penisine baktığımda bunu neden yaptığını anlayabiliyordum. Beni, kendine hazırlamak için çabalıyordu.

Yine de dayanamadım, yeniden inledim.

“Alfa lütfen, çok kaşınıyor.”

Jungkook ayak bileğime yeni bir ısırık bırakırken kıvranan halime gülümsedi. Yemin ederim, hayatımda daha çekici daha seksi bir gülümseme görmemiştim.

Başımı geriye atarak bacaklarımı birbirine bastırmak için kıvrıldım ama Jungkook buna izin vermeden diğer ayak bileğimden de tutup beni hızlıca ters düz etti ve dizlerim üzerinde durmam için kalçamı kaldırdı. Aramızdaki mesafeyi fazla açmadan üzerime kapandığında eli kolumun altından boynuma sarıldı ve dudakları mühür yerime ıslak bir öpücük bıraktı. İçimdeki bütün dürtüler aynı anda harekete geçti.

“Sakinleş omega. Henüz hazır olmadığını biliyorsun.”

Bacaklarım arasındaki sertliği belli etmek ister gibi kendini bana bastırdığında biliyordum, beni zorlayacaktı, hatta ağlatacaktı ama tahammülüm gerçekten yoktu. O sınırı aşalı çok oluyordu. Şu an tek istediğim içimi doldurarak bana düğüm vermesiydi.

“Umrumda değil, istiyorum.” diye sızlanarak yaptığı şeyin işe yaramadığını ona biraz daha yaslanarak göstermeye çalıştım ama ensemden sırtıma doğru ilerlettiği öpücükleri yüzünden kollarım güçsüzce yatağa yaslandı.

“Gerçekten beni zorluyorsun Taehyung.” derken yatağın üzerinde kapağı açık duran şişeyi alarak eline döktü ve bu kez kolunu iki kolumu tutabileceği şekilde önümden geçirerek omzumu kavrayıp doğrulmamı sağladı. Şimdi sırtım göğsündeydi, omzuma tutunduğu koluna da ellerimi sarmıştım destek almak için.

“Zorlamıyorum.” diye inlerken başımı arkaya, omzuna doğru attım “Sadece kaçak oynuyorsun.”

Alfa kulağımın hemen dibinde boğuk bir sesle güldü ve jelden dolayı ıslanmış elini kalçalarımın arasına götürerek parmağını yasladı “Gerçekten hazır olduğunu mu düşünüyorsun. Bu halde mi?”

Parmağı beni genişletmek için ilerlerken nefesimin kesildiğini hissettim ve koluna asılarak gözlerimi sıkıca kapattım. Verdiği his o kadar iyiydi ki, kendi parmaklarımın neden yetersiz geldiğini çok iyi anlamıştım. Bana nasıl iyi hissettireceğini biliyordu, parmaklarının nereye dokunacağını ya da ikinci parmağını da içeri gönderdiğinde inlememi kesmek için dudaklarıma kapanması gerektiğini.

Daha ikincisine alışamamışken üçüncü parmağı yüzünden yatağın üzerindeki dizlerim titremeye başladığında Jungkook’un dudaklarından kendimi çekerek öne doğru savurdum. Jungkook sert bir şekilde düşmemem için belime sarılıp ellerimle kendimi desteklemem için dikkatle tuttu beni. Onu o kadar çok istiyordum ki, yapamadım, kollarım düştü ve yüzümü yastığa gömerek ellerini reddettim.

“Lütfen, alfa, parmaklarını istemiyorum. Seni istiyorum.”

“Üzgünüm, böylesi senin için daha rahat olacaktı.” derken isteğime uyum sağlamak için diziyle bacağımı ittirip kendine alan açtı ve penisini kalçalarım arasına yerleştirerek göğsünü sırtıma yasladı.

“Lütfen… İyi hissetmek istiyorum alfa.” diye mırıldanıp başımı arkaya atarak yanağına sürttüm. Jungkook elimin üstüne elini kapatarak yanağımdan ufak, kalbimi eriten yumuşaklıkta bir öpücük aldı. Peşi sıra da boynuma ufak buseler kondurup sakin bir sesle konuştu.

“İyi hissedeceksin. Sadece, durmamı istediğinde, feromonlarım ya da ben fazla geldiğimde seslen.”

Ona, buna gerek olmadığını ve adını defalarca seslensem bile durmaması gerektiğini söyleyecektim ama Jungkook kendini bana ittirerek içimi doldururken ne demek istediğini anlamıştım. Nefesimi kesmişti, içimdeki doluluğun arttığı her dakika nereye tutunacağımı şaşırdığım için göğsümün yatağa serilmesine engel olamadım. Bedenimin onu kabul etmesi için kıvrandım.

Jungkook da benim gibiydi. Zorlandığı elimin üzerindeki elinin kasılmasından belli oluyordu ama kendinden çok benim için uğraşıyordu. Ensemin her noktasına, yüzüme erişebildiği her yerine öpücükler konduruyordu. Ve en son dudaklarıma erişerek beni öptüğünde sınırlarıma tam anlamıyla dayanmış, inlememi kesmişti.

Hareket ettikçe ve onu bütünüyle almaya başladıkça daha iyi hissettim. Daha iyi hissetikçe de daha fazlasına ihtiyaç duydum. Bana dokunuşu, içimdeki hareketleri ve kulağıma fısıldadığı kelimeler bunun sadece basit bir sevişmeden ibaret olmadığını hissettirdi.

Bana her yaklaştığında bedenlerimizin birbirine çıkardığı şeyi şiddetlendirmek için kendimi ona ittirip duruyordum. Her şey yeterli bile olsa daha fazlası için çırpınıyordum çünkü kızgınlığım beni buna sürüklüyordu.

Jungkook’la birlikte artan inlemelerimiz, onun hareketlerini hızlandırışı hatta sertleşmesi ve benim adını defalarca söylememden ikimizin de sona yaklaştığını gösteriyordu. Kollarım içimde hızlıca hareket edişi yüzünden gücünü kaybetti ve düştüğümde Jungkook beni yan döndürdü.

Yeni edindiğimiz pozisyon artık bütün hassas noktalarıma erişimini kolaylaştırmış, beni tutuşunu daha rahat hale getirmişti. Kalçamı kavradığı elinin bileğini tutup destek alarak ona dudaklarımı aralayarak baktım. En güzeli de buydu işte, onu görebiliyordum, üzerimde bütün gücünü gösterirkenki o halini…

Terden ıslanmış saçları yüzüne yapışıyordu, boynundaki damarları şişmişti ve bana bakarken gözlerinde nefes kesici bir ifade vardı. Feromonları birbirimizin gözlerine bakarken baskınlığını belli edercesine arttı ve bilincim gidip gelmeye başladı. Omega, alfadan güç alıyordu dolayısıyla da kendini göstermek, hatta fazlasıyla sunmak için ondan alabileceği her şeyi misliyle almak için çabalıyordu.

Kendimi Jungkook’a ittirirken Jungkook bileklerini tuttuğum ellerimi ittirdi ve başımın yanına koyduğu gibi üzerime eğilerek hareketlerine devam etti. Canımı acıtmayacak kadar sert, incitmeyecek kadar yumuşakken içimde vurduğu o hassas nokta her şeyi bir havai fişek gösterisi kadar aydınlattı.

Çığlık atarak ona geleceğimi söyledim ama içimden çıkmasından ve düğümünü vermeyecek oluşundan ödüm koptuğu için “Bana düğümünü ver.” diye ağlamaya başladım “Bebeklerini istiyorum alfa, lütfen, lütfen…”

“Hayır.” diye hırladı ama sesindeki kararsızlık baskındı. Omega ve ben bunu hissettiğimiz için zayıf anından faydalanmakta gecikmedik.

Yüzüne karşı ıslanmış gözlerimie ona “Düğümünü ver alfa.” diyerek kendimi olabildiğince ittirmiş, içimden çıkmasını engellemeye çalıştım. Gittikçe şişen düğümünün sıcak yakıcılığını hissedebiliyordum ve onu benden almasına izin vermek gibi bir niyetim yoktu. Ona ihtiyacım vardı.

“Hayır dedim omega. Düğüm de bebek de… Y-yok…”

Kekelememesinin sebebi, onu etkilemek ve istediğimi almak için bulduğum en basit yoldu ve işe de yaramıştı. Feromonlarıma karşı çıkamayacağını biliyordum, o bir alfaydı, baskın bir alfa pasif bir omeganın çağrısına kayıtsız kalamazdı. Doğasının en zayıf anında yakalamıştım onu.

Jungkook’un sert nefesi çok anlık tekledi ve gözlerini kapatarak içime kendini en sona kadar itti. Bileğimi tutuşundan kurtarıp uzaklaşmaması için kalçasından kendime bastırdım ve “Alfa,” diyerek çığlık attım.

Öyle bir histi ki bu, yüksek bir noktaya çıkmak kadar heyecan verici, oradan atlamak kadar da gözü karalıktı. Onunlayken dünyanın en yüksek noktasına çıkabilirdim ve oradan atlaya da bilirdim. Eğer her seferinden bunu hissedeceksem sonuna kadar buna hazırdım.

Kalbim göğüs kafesimden çıkmak ister gibi atıyordu ve başımı yastığa bastırıp iki yana defalarca sallayarak ağlarken defalarca kez ona hitap etmeyi durduramıyordum.

“Alfa, alfa, alfa… ah!”

Jungkook küfür ederek ağırlığını üzerime bıraktı beni son anda sıkıca arkamdan sardı. Omzumda bıçak gibi bir acı hissettim, Jungkook’un köpek dişleri tenime saplandı. Ardından da kasıklarımın arasından bütün bedenimin kaskatı kesilmesini sağlayan dolu, keskin bir acıyla gözlerimi sıkıca yumdum ve nefesimi tuttum. Düğümünün acı vericiliğine mi yoksa dişlerinin omzuma batışına mı tepki vereceğimi şaşırarak hıçkırmaya başladım. Duygularım karmakarışıktı, ne hissedeceğimi bilmiyordum, alfalar çoğu zaman omegaları böyle anlarda ısırabiliyordu. Alfanın salyası, ısırdığı yerden omeganın kanına karışınca sarhoş edici bir zevk veriyordu ve sahiplendiğini gösteriyordu. Mühür gibi değildi, işaretlemenin daha güçlü bir versiyonuydu.

Daha önce hiç yaşamadığım ve kimse tarafından böylesine sahiplenilmediğim için bunun Jungkook tarafından yapılması hem hoşuma gitmiş hem de duygusal anlamda hassaslaşmama yetmişti. Çünkü ısırdığı yer çiçeklerimdi ve o benim sadece ona ait olmamı istiyordu. Aramızda kelimeler kullanılmasa da onlardan nefret ettiğini göstermişti.

Öte yandan, bir de düğümü vardı. Bana öyle bir kenetlenmişti ki düğümü aracılığıyla içime uzun uzun boşalırken “Acıyor.” diye karşılık vermiştim. Ama bunu omzum için mi yoksa gerçekten düğümün acısından mı yapmıştım bilmiyordum.

Sızlanmam yüzünden Jungkook’un sarılışını daha çok arttırmıştı ve dişlerini omzumdan ayırarak “Özür dilerim, güzelim. Birazdan geçecek. Ağlama…” demiş ve düğümün acısına bir şey yapamasa da en azından ısırdığı omzumu hafifletmek için iç güdüsel olarak yalamaya başlamıştı.

Hafifçe gülümsedim bu hareketine ve burnumu çektim. İlgilenilmek hoşuma gitmişti, beni özenle telkin ediyordu bu yüzden de ağlamam neredeyse durmuştu, omega artık yatışmıştı ve içimdeki düğüm yüzünden bacaklarımdan süzülen omega sıvım yavaş yavaş durulmaya başlamıştı. Sadece, düğüm ne zaman çözülürdü bilmiyordum ama Jungkook’un beni sonuna kadar tutacak olduğunu biliyordum. Çünkü ilk kez biriyle böyle bir bağ kurmuştum bu sadece fiziksel değildi, sanki ruhlarımız birbirine dokunmuştu. Jungkook, bana daha önce kimsenin hissettiremediği kadar derin bir mutluluğu, tamamlanmışlığı ve sevgiyi hissettirmişti. Kızgınlığımda yaşadığım o bilinçsiz anları bile idare edebilmişti ve sanırım bu, benim için en önemli şeydi.

Düğüm çözüldüğünde Jungkook kendini geri çekti ve birbirine karışmış sıvılarımız yatağı pisletti. Üzerimde inanılmaz bir bitkinlik vardı. Kasıklarım sızlıyor, bütün eklemlerim ağrıyordu ve Jungkook’un içimdeki boşluğu yüzünden üşümüş hissediyordum.

Jungkook üşüdüğümü anlamış gibi kollarımı okşayıp doğruldu ve üzerimizi örttü, beni kolları arasına alarak yüzüme yapışmış saçları parmak uçlarıyla itekledi. Sonra gözlerimin altını nazikçe sildi ve ben tüm bu anları yarı uykulu bir şekilde izledim. Sadece anlayamadığım tek şey uyku beni ele geçirirken eliyle yanağımı okşadığında hafızama dolan o görüntüydü.

Sarhoş olduğum ve dağıttığım geceydi. Çift kişilik yatakta yatıyordum, Jungkook üzerime eğilmişti ve eli boynumla çenem arasındaydı. Omegam, onu izliyordu, ona gülüyordu ve sanki birbirlerini tanıyormuş gibi bakıyorlardı. Omega, Jungkook’un bileğini sardığında gülümseyerek tuttuğu elin avuç içini öpüp feromonlarının birbirlerine karışmasına izin vermişti. Omegam, onunla ilk kez o zaman iletişim kurmuştu. Çünkü Jungkook’un söylediği şey üzerine kendini göstermişti.

Bir gün seninle tekrar karşılaşacağımızı biliyordum.

Daha önce karşılaştığımızı hatırlamıyordum. Bu yüzden şaşırmıştım, çünkü Jungkook bundan hiç bahsetmemişti…

***

 

Chapter 21: alfanın ısırığı ve güvensizlik meselesi

Notes:

(See the end of the chapter for notes.)

Chapter Text

ResimLink - Resim Yükle

Sırtımda hissettiğim sıcaklık ve Jungkook’un çıplak kolumu okşayan elleriyle gözlerimi hafifçe aralayarak arkamdaki bedene biraz sokulup mırıldandım. O kadar bitkin ve yorgundum ki uyanmak istemiyordum ama Jungkook’un tüylerimi diken diken eden dokunuşu yüzünden bu pek de mümkün değildi.

Nazik ve neredeyse belli belirsizdi. Eli, tenimde usulca geziniyor, her seferinde daha da fark edilir bir sıcaklık yayıyordu vücuduma. Sanki beni bu yatakta, bu anın içinde tamamen güvende hissettirmek için yapıyordu. Fakat içten içe derin bir üzüntüyle sarsıldığım da bir gerçekti. Sebebinin ise beni ısırmasından kaynaklı olduğunu düşünüyordum. İşaretlemekten daha yoğun, daha anlamlı bir şeydi. Isırığı kokumu bastırmıştı, tamamen alfa gibi kokuyordum ve aramızda onun hissedebildiğim geçici bir bağ vardı. Muhtemelen bu birkaç gün içinde geçecekti ama şu an, alfa üzgün hissediyordu. Ve bu bana geçtiğimiz iki günü düşündürüyordu.

Jungkook’la iki gündür sevişiyordum, hem de defalarca, birkaç şey atıştırıyor ve devam ediyorduk. Her şey, uzun zamandır hiçbir alfayla beraber olmadığım için fazlasıyla yoğundu bu yüzden omegam bütün kontrolü ele geçirmiş zaman zaman bilincim olmadan ona yalvarmıştım. Ve bir enkaz haline gelmiştim. Bütün uzuvlarım ağrıyordu, kalçamın sızısını saymıyorum bile ve duygusal açıdan da çok fazla hassastım. Hiç hatırlamıyor değildim, zaten hatırlamasaydım kendimi ciddi anlamda bok gibi hissederdim ama beni unutamayacağım hislerle sarmalamıştı Jungkook. Bana dokunduğu her anın izi tenime işlenmiş, dudaklarının değdiği yerler karıncalanarak hala o ana takılıp kalmama sebep oluyordu.

Yine de, bu anın kızgınlıkta olmamasını isterdim çünkü o anlara dair bütün detayları omegamın açlığı yüzünden sadece cinsel arzularla yaşamak biraz üzücüydü. Üzülüyordum da çünkü Jungkook’un belki de böyle hissetmesinin sebebi bendim, belki de bu yüzden onun hissettiği huzursuzluğu ve hüznü hissediyordum. Onu fazla zorlamıştım.

Bir de, sarhoş olduğum günden bana anlatmadıkları vardı. O gün kurtlarımız gerçek anlamda ilk kez birbirleriyle tanışmıştı ve ikinci kez karşılaşacağımızı bildiğini söylemişti. Sakladı şey her ne ise kafamı karıştırmıştı, o gün birçok şey olmuştu ve bana söylediği şeyler konusunda dürüst olduğunu söylemişti. O halde, neden bu detaydan hiç bahsetmemişti? Aklım ve mantığım bu cevapları hiçbir doğruya oturtamıyordu.

Jungkook uzandığı yerden hafifçe doğrulduğunda aklımdaki düşünceleri durdurup ona biraz daha sokulmak ve sarılmak için dönerken yüzümdeki düşünceli, üzgün tavrı silmeye çalıştım, hafifçe de tebessüm ettim. Ancak Jungkook bu hareketime karşılık beni sarmak yerine yanağımı okşayıp dudağımın köşesine parmak ucuyla hafifçe dokundu ve kısa bir öpücük kondurup “Duş alıp geliyorum.” dedi.

Eğer hüznünü hissetmesem bu garipsemeyeceğim bir şeydi ancak şimdi kötü hissetmiştim ve ne söyleyeceğimi bilemediğim için de sadece “Tamam.” demiş, gözlerimi kırpıştırarak yüzüne bakmıştım.

Bana olan bakışları yumuşak ve hoştu, gözleri de hala kalbime dokunacak kadar parlak. Hafifçe gülümsedi ve alnıma düşen saçlarımı dikkatlice ittirip kısa bir öpücük kondurduktan hemen sonra omuz başıma değdirdi dudaklarını ve yataktan kalktı.

Arkasından çıplak sırtındaki küçük kırmızı şeritlere, geniş omuzlarına ve baksırının sıkıca sardığı kalçalarına göz gezdirip yatakta doğruldum ben de. Hareketleri, tavrı ve diğer detaylarında değişen hiçbir şey yok gibi duruyordu ama neden hüzünlüydü?

Jungkook banyonun kapısını kapattığında kafamdaki birçok düşünce yüzünden yüzümün düşmesine engel olamadım ama sonra gözlerim karşımdaki aynadan kendime takıldı. Bedenimin belirli noktalarında özellikle de mühür yerime yakın noktalarda çok fazla diş izi vardı. Çok büyük değillerdi ama bakıldığında diş izlerinin bir alfaya, özellikle de baskın bir alfaya ait olduğu eşit şekilde duran dört küçük yara izi sayesinde kolayca anlaşılıyordu. Defalarca köpek dişlerini derime sapladığını biliyordum, hafifçe sızladığı da bir gerçekti ama bunu daha önce yaşamamış olsam da omegalar ve alfalar arasında yaygın olmakla birlikte normal bir durumdu.

Ancak daha iyi görebilmek için sırtımı hafifçe aynaya doğru döndürdüğümde çiçeklerimin etrafında ve üzerinde çok sayıda diş izi fark ettim. Diğer izler acımıyordu ama çiçeklerim fazlaca hırpalanmış, neredeyse tenim çürüyecek kadar morarmıştı.

Şaşırdığım için parmaklarımla dokunma gereği duydum ve dokunduğum anda da hafifçe sızlamasıyla tısladım. Birilerine göstermeyi geçtim, çiçeklerime kendim bile dokunmazdım pek ve zaten uzun zamandır da keşke olmasalardı diye düşünüyordum. Ait olmak istediğim tek kişi Jungkook’du, çiçeklerimin de ona ait olmasını istemek bu açıdan bakılınca mantıklıydı. Şimdi, bir başkasına ait olan çiçekleri hırpalayıp beni tamamen kendine ait yapmak istediğini belli edecek derece vahşileşmesi çok hoşuma gitmişti.

Parmaklarımı tekrardan çiçeklerimin üzerinde gezdirerek sızısını hissetmek kalbimi heyecanla attırdı. Suho’yu hiçbir zaman hissedememiştim ama şimdi onlara her dokunduğumda ya da her sızısında Jungkook’u hissedecek olmam beni garip bir heyecana sürüklemişti fakat bu kısa sürdü. Çünkü Jungkook üzerinde sadece baksır ve saçlarını kuruladığı havluyla banyodan çıktığında beni aynadan kendime bakarak çiçeklerime dokunurken gördü. Bakışları üzerimde, daha çok morluklarımın üzerindeki parmaklarımda dolanıp bir saniyeliğine duraksadı ve toparlandı.

O saniyelik süre içinde içime dolan üzüntü benim de toparlanmamı sağladı. Sorunun tam olarak çiçeklerimi ısırmasından kaynaklı olduğunu anladığım için onun gibi ben de üzülmüştüm. Çünkü beni ve omegamı sahiplenmesi hoşuma gitmişti ve onun açısından da problem olabileceğini hiç düşünmemiştim. Anlaşılan o ki, pek de düşündüğüm gibi değildi, onu çok zorlamıştım ve kendini kötü hissetmesine yol açmıştım. Belki de o yüzden sonraki sevişmelerimizde yalvarmama rağmen bana başka bir düğüm vermemiş, içime de boşalmamıştı. Bu yuvalama kadar basit değildi, belki de bu yüzden onu korkutmuştum.

Jungkook, hissettiğim hislerini fark ettiğimi bilmediği için gülümsedi ve hafif endişeli bir ifadeyle yanıma gelerek yatağın ucuna oturdu. Sonra da elini yanağıma yaslayarak “Çok mu ağrın var? İlaç ister misin?” diye sordu.

Gözlerine uzunca bir süre bakarak tepkilerini ve hislerini anlamaya çalıştım. Bana bakışlarında, ses tonunda ve dokunuşlarında hiçbir fark yoktu hatta öncekilerden daha da ilgiliydi. Ona baktığım zaman üzüntüsü haricinde bir sorun göremediğim için sebebini merak ediyordum.

Aramızdaki bu garip havanın benim yüzümden oluşmasını istemediğimden, Jungkook’un dudağına kısacık bir öpücük kondurup kollarımı ona doladım ve o da dolayınca gülümseyerek çenemi göğsüne doğru koyup yukarı baktım “Ağrım yok ama çok açım.”

“Hmmm… O zaman üzerini giyin güzelce yemek yiyelim.”

Onunla birlikte sabahları yemek yemeyi seviyordum, ben konuşurken ya da boş boş şeyler anlatırken beni ilgiyle dinliyordu ama daha çok istediğim şey beni kollarının arasına alıp birazcık sarıp sarmalamasıydı. Bu yüzden de yorganı üzerimden ittirip kucağına kayarken hiç düşünmemiştim.

“Biraz böyle kalsak?”

“Yedikten sonra kalırız hm, olmaz mı?”

Dudak büzerek “Olmaz.” dediğimde yüzümü çıplak göğsüne yasladım ve parmak uçlarımı göğsündeki damlaların üzerinde dolaştırdım “Birazcık böyle kalalım, lütfen...”

“Gerçekten bir şeyler yemen gerek Taehyung.”

Hafifçe iç çektim ve parmaklarımı sürüyerek yıldırıma benzeyen dövmesine doğru yaklaştırdım ama Jungkook henüz dokunamadan elimi yavaşça tuttu ve avuç içimi okşayarak ellerimizi iç içe geçirdi. Birden heyecanlandığını hissettim, peşine de bir üzüntü doldu içime ondan doğru. Bir başkasının hislerini hiç bu denli yoğun hissetmemiştim, nasıl tepki vereceğimi bilmiyordum. Haliyle anlamak istiyordum onu bu yüzden de yüzüne bakmak için başımı kaldırdım ama Jungkook’un dudakları benimkilerin üzerine kapanınca hislerime karışan hislerindeki üzüntü dağılarak yerine sevgiye bıraktı. Ruhu ruhumdan aktı ve kalbim heyecanla çarpmaya başladı.

Jungkook, tuttuğu elimi yukarıya, ensesine götürünce ben de dudaklarımı aralayarak öpüşmemizi derinleştirmesi için onu yönlendirdim. Önce yavaş yavaş dilini dilime doladı, ellerinden biri belimi sıkıştırdı.

Hafifçe doğruldum bu hareketiyle kucağında ve yan oturduğum pozisyonu değiştirerek bacaklarımı iki yanına konumladım. Artık ondan yüksekte olduğum için öpüşmemizin bütün kontrolü bendeydi ama onun da bedenimin kontrolü elindeydi. Eli iç çamaşırımın içine süzülüp beni tam popomdan kavradığında parmaklarından birisi açıklığıma değerek kızgınlığımın hafiflemiş azgınlığını körüklemeye başlamıştı.

Refleksle saçlarını çekiştirdim ve onu içime derince çeker gibi öpmeye başladım. Uzun zamandır hiç böyle tatmin olmadığım için geçtiğimiz iki günde kızgınlığımı yeteri kadar doruklarında yaşamıştım ama sanırım bu kızgınlık sonrası azgınlığı dedikleri olsa gerek, şu an öpüşü o kadar cezbediciydi ki dayanamıyordum.

Jungkook beni kontrol altına almak için omzumdan kavradığında çiçeklerimin üzerindeki izlerinin sızlamasıyla kendime engel olamadım ve ağzının içine doğru inledim. Ancak beklediğim heyecanın aksine bu, derin bir üzüntü hissiyle sonuçlandı. Jungkook’un omzundaki eli gevşedi, çamaşırımdaki elini de çıkartarak beni kendinden hafifçe uzaklaştırdı.

Karışık hislerle nefes nefese alnımı alnına dayayarak iki elimle yanaklarını kavradım ve anlamaya çalıştım. Gözleri hala parlaktı, bana hala her şeyiymişim gibi bakıyordu ve bu şu an bile özel hissetmeme yetiyordu. Tenimde soluklanan parmak uçlarından bile vücudumun her noktası nefesimi kesmeme yetecek kadar sıcak hisler yayılırken, o da bundan memnunken, gerçekten neden diye sorgulamakta haksız mıydım?

“Jungkook…”

Adını fısıldamış ve konuşmak için dudaklarımı aralamıştım ama sonra bir şey boğazıma düğümlenmişti, kelimelerin çıkmasına engel olmuştu.

“Hmm?” dedi bana gözlerini kırpıp gamzesinin yerini belli edecek kadar hafif bir gülüşle saçlarımı geriye atarken. Parmağımı o çukura değdirip ben de gülümsemeye çalıştım. Bu içimdeki fırtınayı biraz olsun dindirse de, gerçek şu ki, kalbimin en derininde bir yer hala titriyordu. Onun gözlerindeki sıcaklık bana güven veriyordu ama geçmişin izleri, eski korkularım ve başarısız ilişkimin yarattığı duvarlar hâlâ önümdeydi.

Neden, neden yapıyorsun bunu Jungkook?

Neden kalbin bu kadar kırık?

Neden konuşmuyorsun?

Ya istediğim cevabı alamazsam, ya kalbimi kırarsa, ya çiçeklerimden rahatsız olduğu içinse ve bunu fark ettiğimi bildiği için kendini geri çekmesine sebep olursa…

Daha önce bir sorun yaşadığımda, Suho bana hep “her şeyi kafanda kuruyorsun” diyerek suçu üzerime atmıştı. Ve sonunda ona inanmaktan başka çarem kalmamıştı.

Jungkook böyle biri değildi, bunu biliyordum. Gözlerinde sadece sevgi vardı, beni anlıyordu ve sevgisini iliklerime kadar hissettiriyordu. Ama bu sevgiye tam anlamıyla güvenmek, her şeyin yolunda olduğuna inanmak, düşündüğüm kadar kolay değildi. Korkuyordum. Her şeyin bir gün kırılabileceği ihtimali zihnimi kemiriyordu.

“Ne oldu?” diyerek bu sefer ne söyleyeceğime yönelik bir soru sorduğunda gülüşümü genişlettim ve aklımdakileri konuşmak yerine konuyu değiştirdim “Düşünüyorum.”

“Neyi?”

“Seni ne kadar çok sevdiğimi.”

Jungkook’un yüzündeki gülümseme heyecan ve mutluluk hisleriyle eş zamanlı arttı “Ne kadar çokmuş bakalım?”

“Çok.” derken omuzlarına tutunup burnuna ve yüzünün diğer noktalarına seri halde öpücükler kondurarak tatlı tatlı konuşmaya devam ettim “Çok, çok, çok fazla.”

“Hmm… Öyle miymiş?”

“Öyle, bir sürü çok kadar seviyorum.”

Jungkook’un ilk önce gözlerinin köşeleri kırıştı, sonra dudakları kıvrıldı ve başını geriye atarak hafif bir kahkaha bıraktı “Bu kadar tatlılık sence de biraz şov değil mi? Omegan Taehyung’u yemiş olabilir mi acaba?”

“Senin yüzünden çünkü beni buna alıştırdın,” deyip tatlı tatlı konuşmayı bırakmadan beni büyülenmişcesine bir hayranlıkla izleyen adama bakmayı sürdürerek devam ettim “Ayrıca omegamın beni yemesi yerine senin beni yemeni tercih ederim. Tercihen, şimdi.”

Gözbebekleri büyüyünce ve heyecanını hissedince kendimi durduramadım. Parmaklarımı boynunun hizasında gezdirdim ve kendimi penisine sürterek onu baştan çıkartmak için ilk adımı attım. Nefesini sertçe bırakarak çikolatalı feromonları arttı ve belimden aşağıya doğru bastırdı.

İstediğimi çok kolay şekilde elde edebileceğimi biliyordum, Jungkook’un da gözlerinde bir kıvıcım vardı ve artık istediğim her anda ona sahip olma avantajına sahip olma durumunu şu anda değerlendirmeye hazırdım ancak beklemediğim tek şey, işaret ve orta parmağını alnıma bastırıp beni kucağından hızla devirmesiydi. Ne olduğunu bile anlayamamıştım, bir anda onunla öpüşeceğimi beklerken yatakla yüz yüze gelmiştim. Üzerine bir de havaya kalkan ayağımı da ittirmiş, beni yatağın diğer ucuna savurup daha çok şaşırtmıştı. İki gündür olağanüstü bir eforla azgınlık mücadelesi veriyordum ve her yerim sızlayarak yatakta tepinerek toparlanmaya çalışmıştım. Jungkook ise pis pis sırıtarak çoktan yataktan kalkıp arkasına bakmadan el sallaya sallaya gitmiş, mutfak tarafına geçmeden de “Hadi hadi oyalanmadan duşa gir yemek yiyelim.” demişti.

“Yaah!” diye bağırarak tepki gösterdim “Bu yaptığın dolandırıcılık, biliyorsun değil mi?”

“Huylu huyundan vazgeçmez güzelim.”

“Beni böyle bırakamazsın! Bari öpseydin!”

“Bik bik bik…” Jungkook yüzünü göstermeden elini görebileceğim şekilde mutfak dolabının köşesinden çıkarttı ve çok konuşuyorsun der gibi elini oynatarak sözümü kesti “Biz de bu yollardan geçtik, bak ben ölmedim sen de ölmezsin.”

Sızlanarak kendimi yatağa geri attım ve debelenip durdum. İçeriden tencere sesleri yükselirken çıkardığı ıslığın sesi bana dudaklarının şeklini anımsatıyordu ve sırf bu yüzden bile mızmızlanmayı hakkım görüyordum çünkü kızgınlık sonrası azgınlığı tam olarak böyle bir şeydi. Şimdi kızgınlıktan sonra eve geldiğinde hissettiği şeylerin tam olarak bunlar olduğunu çok iyi anlıyordum. Ki ben iki gündür Jungkook tarafından çeşitli pozisyonlarda tatmin ediliyordum, onun çok daha kötü halde olduğundan emindim. Dediği gibi öldürmüyordu ama hayal ederken kasıklarımın sızlamadığını söylemek de doğru olmazdı.

Yine de yatağa geri gelmesi için çabaladım, feromonlarımı arttırarak belki pes eder diye bekledim ama ikimiz de inatçıydık ve üstelik ben açtım. Birkaç karın gurultusuna dayanabilirdim ancak ilerleyen dakikalarda kesinlikle sürünerek yemek yiyeceğimden emindim. Yani bu durumda zorlanacak olan kişi sadece bendim. Böylece mecburen de olsa kalkmak zorunda kaldım ve kılını bile kıpırdatmayacağını bile bile bin bir kere söylenmeyi ihmal etmedim.

Dolabımdan yanları beyaz çizgili kırmızı eşofman takımı ve temiz iç çamaşırlarımı aldım. Sonra da banyoya geçerek kirli olan çamaşırımı sepete atıp hemen duşa girdim. Su ısıtıcısının iki ve üç ayarındaki git gellerim olmasa daha fazla keyif alabilirdim ve belki de ağrılarım sıcak yüzünden daha da rahatlardı ama ailemden ayrıldığımdan beri devamlı akan sıcak su artık sadece ara tatillerde eve gittiğim zaman kullanabileceğim lüks bir ihtiyaç haline gelmişti.

On beş dakikada aldığım duşun ardından hızlıca iç çamaşırımı ve eşofman altımı giydim sonra da yeterli ısı olmadığı için buharlaşamamış camı alışkanlıktan elimle temizleyerek sırtıma bakmak için döndüm.

Su çok kaynar olmasa da ısırık izlerine değdikçe biraz daha pembeleşmesine sebep olmuştu ve çiçeklerimin oradakilerin rengi daha da koyulaşmıştı. Ama güzeldi, parmak uçlarımda sanki Jungkook’u hissediyor gibiydim, bana dokunduğu bütün anılara yeniden sahip oluyordum ve sızladıkça vücuduma yayılan o tatlı acı… Nasıl anlatılırdı bilmiyorum, ayağınızı çok sıkan bir çorabın iz yaptığı yeri kaşımak kadar keyif verici bir acıydı. Beni gülümsetiyordu. omegamı canlandırıyordu ve kalbimi heyecanla çarptırıyordu.

Dudağımı ısırarak işaret parmağımı köpek dişlerinin kalın izine bastırıp gözlerimi kapattım ve derince bir nefes aldım. Üzerimde kurduğu hakimiyetle dişlerini omzuma geçirerek kontrolünü kaybedercesine içimde gidip gelirken zevkten dört köşe ağlayıp durduğum o anların hepsi o izde saklıydı. Muhteşem bir histi ve beni yeniden ısırması için ağlayarak yalvarma isteğime engel olamıyordum. Benimle birlikte bu hissi onun da yaşamasını istiyordum. Kızgınlığım yüzünden tek taraflı hazza yöneldiğimiz için onu ısıramamıştım ama zaten baskın olduğu için alfasının buna izin vereceğini düşünmüyordum. Şu anda da hisleri karmaşıkken bu daha da olanaksızdı ve onunla konuşma düşüncesi içimi korkuyla dolduruyordu.

Son kez parmaklarımı izlerde gezdirerek derin bir iç çektim ve içimden bu kötü hislerin geçecek olduğunu tekrarlayarak kapüşonlumu üzerime geçirdim. Banyonun kapısını açıp içeriye geçmek için adımnladığımda Kafein ayaklarıma dolanarak miyavlayınca eğilip onu kucağıma aldım ve duş aldığım andan itibaren diline koreli kız gruplarından birinin şarkılarını mırıldanan Jungkook’un yanına yürüdüm.

Kolay yapılan bir tofu çorbasını içine yeşil soğanları atarken bir yandan karıştırıyor, bir yandan da söylediği melodiye göre hafifçe dans ederek “Ay ışığı, gün doğumu… Ay ışığı, gün doğumu…*” diye eşlik ediyordu.

Yanına geldiğimi görünce önce Kafein’in başını okşadı sonra elimden yakaladığı gibi beni etrafımda döndürüp sesinin volümünü attırarak “Ay ışığı, gün doğumu… Ay ışığı, gün doğumu…” diye şarkıya devam etti ve kendine çekti.

Mutlu enerjisi yüzünden gülümsemeden duramadım ve sırtım göğsüne hızla yaslanıp belimi sarınca başımı geriye atarak kıkırdadım. O da hiç durmadan kulağımın altından öperek şarkının devamını derin ses tonuyla fısıldadı “Bebeğim, gel benim yıldız ışığım ol.

Jungkook’u bu evde ilk kez duş alırken Koreli kız gruplarının şarkılarını konser verir gibi söylediğini duyduğumda şok olmuştum ve hala daha alışabildiğim söylenemezdi. Ama merak ediyordum doğrusu bu yüzden hazır şarkı söylüyorken sorma gereği duydum.

“Sen k-pop kız grubu fanı falan mısın?”

“Evet?”

Çorbayı karıştırırken tek eliyle sarmaladığı kolu arasından dönerek son derece ciddi bir şekilde bunu ifade edişine kaşlarımı şaşkınca kaldırmıştım “Ciddi misin?”

“Twice deyince akan sular durur.”

“Twice mı?”

“Herhalde ciddiyim. Tzuyu karımdır.”

Şaşkınlıktan ağzım yere yapışacaktı, k-pop kız grubu fanı olduğu gibi Twice fanıydı ve üzerine bir de Tzuyu’ya karım demişti. Kullandığı kelime yüzünden mavi ekran vermiştim resmen “Karın?”

“Yanii…” diye hafif düşünür gibi bir ifade takınarak havaya baktıktan sonra kafasında bir işlem yapmış gibi sonucu söyledi “Teknik olarak senden sonra sevdiğim bir hanımefendi diyebiliriz, yalan yok.”

“Jungkook!” diye çığlık atarcasına bağırıp elimle omzuna vurdum “Gerçekten kafanda bunun sıralaması için düşündün mü?”

“Yok çok düşünmedim aslında.”

“Bana bak seni ö-”

“Sus, asıl sen bak bakayım tadı nasıl olmuş?” diyerek beni susturup ağzıma sıcak çorbayı tıkarak cayır cayır yanmama sebep olduğunda ondan sıyrılarak suya ulaşmaya çalıştım ama Jungkook doğruca dudaklarıma kapanıp dilini dilime doladı. Yanan ağzımken bir anda bütün bedenim aynı duruma ulaşmıştı ve kalbim de bu beklenmedik duruma hızlanarak cevap vermişti.

Dudaklarımı araladım ve dilinin utanmazca benimkine dolanmasına izin vererek öpüşmemizi daha sulu bir duruma getirdim. Ağzımın acıyor oluşu bu noktada pek de önemli değildi, beni öyle bir iştahla öpüyordu ki aklımı tamamen yitirmiş durumdaydım.

Kafein’i aramızda sıkıştırmadan kendimi ona biraz daha yaslayıp bir elimi yanağına koydum. Jungkook bu hareketimle üzerime daha çok eğilip beni seslice son bir kez öpüp geri çekildi ve gözleri parıldayarak dudaklarını yaladı. İlk kez öpüşmediğimizi varsayarsak, gülümsemesindeki o heyecan bütün yüzüne yayılmıştı ve bana ilkmiş gibi bakarak “Oh be, o gün çok içimde kalmıştı öpemedim diye.” demişti.

İlk başta hatırlamadım ama sonra anlamıştım. Bana yine yemek tattırdığı ve ağzımdan düşen parçayı yediği günden bahsediyordu. O gün de böyle yakınlaşmıştık ve neredeyse öpüşecek kıvamdaydık ama Jungkook bunu yapmamıştı.

Onun gibi sırıtırken parmağımı dudağının kıvrılmış köşesine değdirdim “Öpmediğin için pişman mısın?”

“İnan hiç değilim.”

Fırsat bu fırsat, gözlerimi kıstım ve ellerimi omzuna koyup yavaş yavaş sıkarak gözlerimi kısmaya başladım ve ona “Tzuyu olsa öperdin ama dimi şerefsiz.” diyerek çıkıştım. Akıllı adamdı, tabii ki savuşturmak için en etkili yöntemi seçerek beni öpmeye yeltenmişti ama kıskanç Taehyung’u uyandırmaması gerektiğini ona öğretmek için parmağımı alnına bastırıp geri ittim “Arada kaynar sandın dimi, yok öyle öperek kurtulmak. Karım falan ne oluyor?”

“Ya o lafın gelişiydi güzelim,” diyerek sırıtırken belimi okşayıp diğer eliyle çenemi tuttu ve dudaklarımdan ufak bir öpücük çaldı “Sence sen varken benim bir başkasına bakmam mümkün mü? Ayrıca, beni sevdiğinden emin değildim ki, o gün öpseydim kafamı kırardın kesin riski göze alamadım.”

Kurduğu cümledeki detaya biraz şaşırmıştım çünkü aradan neredeyse bir buçuk aya yakın bir süre geçmişti. Şimdi bana o günkü hislerimden emin olmadığı için atak yapmadığını söylüyordu, o halde bu kadar uzun süredir bunu içinde mi tutuyor demek mi oluyordu.

“Bu o günden beridir bana aşık olduğunun itirafı mıydı?”

Benim gülerek ve gözlerim parlayarak kurduğum cümlenin ondaki hislerini tam aksine bir telaşla sonuçlandı. Heyecana yakın bir telaş olsa bu kadar garibime gitmezdi ama sanki bir şey saklıyormuş da açık vermiş gibi hissedişi bende duvara çarpmışım gibi bir etki yarattı. Ve hislerinin tam aksine yüzündeki ifadeler normaldi, bu da beni daha çok şaşırtmıştı.

“Belki öyle belki de değil.”

Jungkook’un tereddütsüz bir şekilde döktüğü kelimeleri dinlerken kafamın içinde yankılanan seslere hakim olamıyordum.

Belki öyle, belki de değil.

Savunması kulağa bir kalkan gibi geliyordu, sanki yalan söylememek için net cümle kurmayarak doğruları bir nevi gizlemeye çalışıyordu. Ama ona baktığımda içime dolan hisleri ve arkasında gizlediği her neyse o kadar netti ki…

Ona bakarken içimde bir şeylerin düğümlenişi midemi ağrıttı. Sözlerinin ardında duran doğruluğa inanmak mı, yoksa beni şüpheye düşüren bu davranışlarına kulak vermek mi daha doğruydu?

Jungkook burnumun ucuna bir buse kondurarak belimdeki elini biraz yukarıya çıkartıp sırtımın ortasını okşadığında “Sana senden önce aşık oldum diye beni suçlayamazsın.” dediği an, elimde olmadan bir adım geri çekilmek istedim. Geri çekilmek ve neden yalan söylediğini sormak. Çünkü Jungkook anlaşılması kolay bir insandı, bakışları ve kelimeleri böyleyken hislerinin çelişkisi yalan söylediğini anlamamı kolaylaştırıyordu. Ve ben ona güvenmeye başlamışken bana böyle hissettirmesi kalbimi neredeyse parçalara ayırıyordu.

Gözlerimi kaçırarak ona yeniden baktığımda yüzündeki nahif ve sevecen parlaklık bir nebze bile değişmemişti ama dikkatli bakınca anlıyordunuz. Gözleri aslında her şeyi ele veriyordu. Karşımda öylece hiçbir şey çaktırmamaya çalışırken içimde tetiklediği karmaşayı kontrol edememek beni ürkütüyordu. Bunu daha önce yaşamamıştım. Gözlerindeki o kararsızlık ve savunma, duygularının yoğunluğunu saklayamadığı gibiydi. Ama en çok garibime giden şey, bakışlarındaki mimiklerin bir aynası gibi olmamdı. Onda kendimi görüyordum, korkuyordu. Bu aynı korkuydu, bir zamanlar Suho’nun gözlerine baktığım gibi hissediyordu bana bakarken. Onun hislerini çözmekte zorlanmak benim için yeniydi. Ve şimdi sakladığı her neyse bana bakarken, ben de artık korkuyordum.

Kalbim kırıldığı zaman bunu hemen söyleyemezdim, canımı sıkan şeyler beynimi kemirerek beni günden güne delirtirken tek yaptığım daha fazla düşünmek olurdu. Çünkü sonunda incineceğimi bilirdim, bildiğim için de acıyı ne kadar öteleyebilirsem o kadar ötelemeye çalışırdım. Tıpkı sabah yaptığım gibi bu anı da görmezden gelmem bu yüzdendi.

Bu kez, geçiştirmeme gerek kalmadan bu görevi Kafein üstlenmiş ve kucağımdan Jungkook’un halka küpelerine doğru pati atarak tırnağını çeliğe takıp ortamın suskun havasını kaosa çevirmişti.

“İyi oldu sana.” gülmeye çalışarak sarf ettiğim sözlerle Kafein’in tırnağını çıkarttığım gibi göğsüme bastırdım kedimizi “Bu evde artık iki düşmanın var. Bunu unutma.”

“Düşmanın birini yatakta hallederim.” dedi ve hemen ardından kalçama sert, kasıklarıma kadar sızlama gönderecek bir tokat atarak zıplamamı sağladı “Diğerini de yaş mamayla kandırırım.”

“Çok piçsin.”

Onu omzundan ittirerek yanaklarımdaki kızarıklığı gizlemek için doğruca masaya geçtim ve sandalyede dizlerimi göğsüme çekerek Kafein’i oraya yerleştirdim sonra da çenemi kafasına dayayarak çorbaları tabaklayan Jungkook’u boydan boya süzdüm.

Çenesinin keskin çizgisi ve burnunun belirgin yapısı o kadar etkileyiciydi ki, onu uzun süre izlemek keyif vericiydi. Tüm o sert hatların aksine, yanağında incecik çizik vardı. O yarayı ben yapmıştım sarhoşken ama garip bir şekilde, ona aitmiş gibi görünüyordu. Hatta uzun kollu tişörtünün köşesinden belli olan dövmeler bile… Hiçbir şey, ne yaralar ne dövmeler, ona uyumsuz durmuyordu, hepsi sanki doğduğundan beri oradaydı.

Bakışlarım tişörtün ensesine kaydı, tırnak izlerimi gördüm. Çizikler boynundan aşağıya doğru devam ediyordu ve ben nereye kadar uzandığını biliyordum. Bunu hatırlamak nabzımı hızlandırarak alev alev yanmamı sağladı. Hepsi benim eserimdi, inanılmaz bir keyif alarak yapmıştım, adını defalarca bağırmış ona sıkıca tutunurken tırnaklarımı derisine geçirmekten çekinmemiştim. Ve bundan inanılşmaz keyif almıştım. Ama en çok hangisi diye düşündüğümde cevabım kesinlikle bacağındaki örümcek dövmesini yalamak olurdu.

O anın sıcaklığını dilimin ucunda hissederken yutkundum ancak Kafein kucağımda mırıldanarak kıpırdanınca dikkatim dağıldı. İyi ki de dağıldı çünkü Jungkook tam o anda çorba kaselerini tezgâhtan alıp masaya getirmek için dönmüştü.

Gözlerimizin buluşması saniyelik bir şeydi, ama o kadar yoğundu ki kalbimin bir an için durduğunu hissettim. “Bunu Insoo tekvando antrenmanından döndüğünde yapardım. Eklem ağrılarına iyi gelirdi.” önüme bir kaşık koyarak karşıma oturduğunda hafifçe karıştırdı “Tabii eldeki malzemelerle bu kadar oluyor.”

O kadar güzel kokuyordu ki Kafein’i yere bıraktığım gibi kaşığıma tofu, kabak ve midyelerden birer parça alarak dumanı tüten çorbayı dikkatle içtim. Damağımda dağılan ilk şey, midyenin baharatlarla olan uyumu oldu ve peşinden yeşil soğanla sarımsağın baskın tadı geldi.

“Woaaa…” dedim elimi sıcaktan dolayı yanan ağzıma yelpaze ederek “Çok güzel. Nasıl bu kadar iyi olabilir?”

“Biraz karides olsa çok daha iyi olurdu.”

“Böyle bile çok iyi. Mmmh,”

Hiç beklemeden birkaç kaşık daha içtim ve arkama yaslanıp bayıldığıma dair garip sesler çıkarttım. Yedikçe midem daha fazlasını istiyordu ve kaşıklamadan duramıyordum.

“Yavaş, yavaş… Bu kadar mı çok acıktın.”

“Acıkmışım…” diyerek birkaç kaşık daha aldığımda kaşığımla çorbayı gösterdim “Gerçekten… Böyle yemek yapmayı nerede öğrendin?”

“Ablalarımdan Doyeon askeri üniversite okuyordu, Soyeon da öğretmenlik, annem de çalıştığı zamanlar eve geç gelirdi. Ben de okuldan çıktığım gibi eve gelir Insoo için hem kolay hem de besleyici yemekler yapardım.”

“Sürekli mi?” diye sordum şaşkınca çünkü ablalarıyla aralarında altı yaş kadar fark vardı. Yani yemek yaparken liseye gidiyor olmalıydı, her şekilde küçük bir yaştı.

“Sürekli olmasa da uzun bir süre böyleydi.”

“Ne güzel… Seokjin hyung beni çiğ mantarla beslemişti. İşte hyung farkı.”

“Insoo burda olsaydı böyle dediğin için gülerdi.” diyerek kahkaha attığında biraz daha tok hissettiğim için yavaşladım ve ablasının askeriyede oluşu detayını sormadan geçemedim.

“Ablan askeriyede mi?”

“Kara Kuvvetleri. Sağlık ve Tıbbi Lojistik Birimi’nde subay.”

“Çok havalı... Babamla iyi anlaşırlar, o da deniz albayı. Tabii şimdi emekli oldu orası ayrı.” diyerek göz devirince Jungkook’un babam hakkında tepki vermeyişi dikkatimden kaçmadı “Biliyordun değil mi?”

Gülerek ağzını silerken sorduğum sorunun cevabını almıştım zaten ama yine de açıklamasını dinlemek için konuşmasını bekledim.

“Açıkçası, sapık gibi aileni araştırmadım ama babanın mesleğinin gördüğüm anda direkt ekranı kapattığımı söyleyebilirim.”

“Yani seni annem savcı ağabeyim avukat derken korkutamam ama babam albay deyince korkutabilirim demek mi bu?”

Düz bir mantık kurmuştum kendimce ve bu benim açımdan inanılmaz keyifli bir hale gelmişti. Üstelik Jungkook’un kıpırdandığını görmek gözlerimin kocaman olmasını sağladı. Gerçekten haklıydım, ufaktan korkmuştu ve gerildiği her halinden belli oluyordu.

“Sıçtın artık biliyorsun değil mi? O korkuyu gördüm, bunu kullanacağım.”

“Kullanırsan bundan sonraki hayatında benim yerime gemi dümeniyle idare edersin.”

“Umrumda değil.”

“Benden bu kadar kolay vazgeçtiğine inanamıyorum.”

“Ah inan bana, Tzuyu’ya karım demen daha inanılmazdı.” diye laf soktuğumda Jungkook yine mi bu konu der gibi göz devirince omuz silktim “Unutmayacağım boşuna uğraşma.”

“Ben sana unutturmasını bilirim.”

Onu elimle geçiştirir gibi bir hareket yaptım ve göz devirirken Jungkook’un kalkarak tezgaha doğru ilerlemesini izledim. Oradan ne aldığını göremedim ama önüme gelip benimle aynı hizada olmak için dizlerinin üzerine çökünce ona döndüm.

Nereden çıkmıştı bilmiyorum ama birden bir dal kamelyayı gözümün önüne getirdi ve “Al bakalım.” dedi.

Kamelyayı sap kısmında tutarken o kadar çok şaşırmıştım ki çiçekten gözlerimi ayırmadan hafifçe bozulmaya başlamış taç yapraklarına dokundum ve Jungkook’un beni izleyen yüzüne baktım.

“Çok güzel, nereden çıktı bu?”

“Fakülteye gelmeyince sana bakmaya geliyordum. Yolda gördüğümde aklıma sen geldin. Sana çok benziyordu göstermek istedim.” çiçeği tutan elimin üzerine minicik bir öpücük kondurarak omuz silkerek gözlerime bakmaya devam etti ve boşluğumdan faydalanıp çiçeği aldığı gibi de kulağımın arkasına sıkıştırdı. “Kızgınlığın araya girince tezgahın üzerinde kalmış. Solmadan vereyim dedim.”

Hayatımda iki kez çiçek almıştım ve ikisi de Jungkook tarafındandı. İlk yine fakültede Jimin’lerle banklarda otururken rastgele bir çalıdan koparttığı ve elime tutuşturduğu çiçekti, belki öylesineydi ama şaşırtmıştı, İkincisi ise benim için daha anlamlı diyebilirdim çünkü sadece bana benziyor diye kopartmış, bana göstermek istemişti. Sevgisi, sevme biçimi ve bunu göstermesi kalbimi yumuşacık ederek heyecanlandırıyordu. Ve artık diğer hisler yüzünden korkutuyordu da.

Elimi yanağına koyup eğilerek onu öperken sadece o ana odaklandım. Zihnimdeki bütün sesler sustu. Sadece onun varlığına odaklandım, kötüyü düşünmek istemedim ve öteleyebildiğim kadar öteledim. Onu öpmemle aralandığı dudakları yumuşak, nefesi sıcacıktı. Kalbim hızla çarparken, her şeyin tam da böyle olması gerektiğini biliyordum sanki, acele etmeden, yavaş yavaş bir dinginlikle. Çünkü onunla olmak, kendimi tamamlanmış hissettiriyordu.

Elleri omuz başlarımdan dirseklerime indi ve oradan elimi tutarak kendi omzuna koyup elini belime sardı. Bu sırada ben de diğer elimle öpüşürken yanağını hafifçe okşuyordum.

Jungkook diz çöktüğü yerden yavaşça ayaklandı ve beni çok kolay bir şeymiş gibi belimden çekerek tek hamlede kucağına aldı. Bacaklarım yerini yadırgamadan sarıldığı belini sıkıştırdı ve kendimize daha samimi bir yakınlaşma sağladık.

Kucağında ona biraz daha yaklaşmaya çalıştım ve onu belirli bir ritimde öperken parmaklarımı yüzünün kenarından boynuna doğru ilerletip cildinin sıcaklığına dokundum. İç geçirir gibi bir nefes bıraktı ve dudağımı hafifçe ısırarak öpüşmemizi devam ettirdi.

Yatak odasına geçerken çıkan öpüşme sesleri melodi gibi ahenkliydi ve beni kendiyle birlikte yatağa oturturken Jungkook’un dudakları daha cesurca hareket etmeye başlamış, içimde bir kıvılcıma sebep olmuştu.

Bir an için geri çekilip nefes alma ihtiyacı hissettim ve ellerimle ensesindeki yumuşak saçları çekiştirirken bakışlarındaki anlamı hiç gitmeyen o parlak gözlere bakındım.

Jungkook’un gözleriyle bana dokunması, fiziksel bir temas kadar etkiliydi. O bakışların altında her şeyden soyunmuş, tamamen çıplak bir şekilde onun önünde duruyor gibi hissettiriyordu. Sanırım kasıklarım arasında gittikçe büyüyen uzunluğuna dayanamayıp sürtündüğümde bu kıvılcımı tutuşturan da ben olmuştum. Çünkü sabahtan beridir uykudan olan omegam, alfanın göz çevresindeki kızıllıkları fark ettiği an çoktan yeni bir sevişme için ayaklanmıştı.

***

therama club

sohbet grubu

taehyung

↳ yatakta hayvana dönüşmüyorsa kafama sıksınlar

yatak yamulmuş 🙂🙂

görüldü

küçük şeytanım

NE DİYORSUN

VERDİN Mİ

taehyung

defalarca…

küçük şeytanım

ÇIĞLIK ATIYROUM

DELİRİYROUM

yersiz yurtsuz

hassiktir

çift kişilik olan demir yatak değil miydi

taehyung

evet 🤡

küçük şeytanım

demir yatağı yamultan

seni ikiye katlar

beşle çarpıp sekize böler

ama olsun

OLSUN

BUNA DA ŞÜKÜR

taehyung

yemin ederim kaçla çarptığını sayamadım

kaça katladığını da

yersiz yurtsuz

beş gündür yoksun

o kadar gün deli gibi sikiştiniz mi gerçekten

taehyung

kızgınlığa girdim

hayatımın en vahşi geçirdiğim sevişmesiydi

kızışmış köpekler gibiydik

yersiz yurtsuz

teorik olarak zaten köpeksiniz

küçük şeytanım

hyung konu bu mu gerçekten

taehyungun bu grupta verdim demesinin

üzerinden kaç yıl geçti farkında mısın

taehyung

ay sahiden

birinci sınıfın sonundan beri s*hoylayım

düşününce iğrenç geldi

küçük şeytanım

zaten biraz daha devam etseydiniz

ya polis kıçını teslim alsın diye ihbar edecektim

ya da kıçına kilit vuracaktım

yersiz yurtsuz

bunu gerçekten düşündü bu arada

şakasız

taehyung

ya şu puştu bırakın nolursunuz

konumuza dönelim

küçük şeytanım

DÖNELİM

ANLAT ÇABUK

taehyung

cennet jungkookun altındaymış

(gerçek anlamda

küçük şeytanım

BEN ASLA YANILMAM

BİLİYORDUM

taehyung

durmadı

durmasını da istemedim

bak düşündükçe azıyorum

küçük şeytanım

okuduğum şeyler göz yanılması olmasın diye

ss aldım öyle bi ümitsizlik var içimde

taehyung

bir de

düğümünü verdi 😬

küçük şeytanım

NE DEMEK DÜĞÜM VERDİ

yersiz yurtsuz

korunmadınız mı

taehyung

seokjin hyung beni biriyle yiyişirken yakalayıp

ensemden tutarak madem bu boku yiyeceksin

bari korunmayı öğren de başına iş alma

dediği günden beri aşıyı aksatmıyorum

ama zaten prezervatif yoktu evde

malum aylardır seks hayatım

argonot yumuşakçası gibi olduğu için

yersiz yurtsuz

yine de korunsaydınız iyiydi

düğüm aşının yüzde birlik risk payını arttırıyor

küçük şeytanım

pasif omega olduğu için sorun olacağını sanmıyorum

yersiz yurtsuz

bu işler belli olmaz

küçük şeytanım

sanmıyorum

ruh eşi değiller ki

yersiz yurtsuz

öyle de denmez amına koyayım

taehyung

bok gibi hissettim|

yazıyor…

yazıyor…

doğru değiliz

küçük şeytanım

öyle demek istemedim

sadece öyle olsaydınız risk olabilirdi

demeye getirdim

özür dilerim 😔

taehyung

dilemene gerek yok

haklısın yani değiliz ki

zaten çiçeklerim de var

imkansız gibi bir şey

küçük şeytanım

taehyungie gerçekten özür dilerim

hayvanlık yaptım

bazen öylece ağzımdan çıkabiliyor

asma yüzünü

taehyung

yok

asmadım

sadece

yazıyor…

yazıyor…

yersiz yurtsuz

sadece ne

taehyung

üzerine düşmek istemiyorum|

daha ben bile ne olduğunu çözemedim|

uzun zaman sonra garip hissettiriyor

küçük şeytanım

hissettirir tabii 🥺

taehyung

her şey bir anda bozulacakmış gibi de hissediyorum

küçük şeytanım

başladı yine senin mesai

overthinklemesen olmaz dimi

taehyung

napim

ben buyum

ResimLink - Resim Yükle

yersiz yurtsuz

götünü yerim üzülme

taehyung

götümü rahat bırakın lütfen

acıyor

yersiz yurtsuz

ay doğru

jungkook yedi

küçük şeytanım

bugünleri de mi görecektik

taehyung

valla biraz daha zorlasa göremeyebilirdim

NEYSE

NEYSEEEEE

size ne diycem

akşama seoul shakersa gideceğiz jungkookla

siz de gelsenize

küçük şeytanım

jungkook için sorun olmasın sonra

yersiz yurtsuz

malum…

s*ho çok hoşlanmadığı için bizden

taehyung

s*hoyu siktim öldü

jungkook çağırdı zaten

vizelerin bitişini kutlayacağız çocuklarla

sizinkiler de gelsin söyle dedi

küçük şeytanım

bu çocukla evleneceksin

evlenmezsen unfriend

başına kakarım ölene kadar

taehyung

ya jungkook benden bi yaş küçük salak mısın

en az üç senemiz var

AYRICA KONUDAN SAPMA GELİYOR MUSUNUZ

küçük şeytanım

HERHALDE GELİCEZ SALAK

yersiz yurtsuz

benim çok gelesim yok

yorgunum

taehyung

yoongi de geliyor hyung

yersiz yurtsuz

saat kaçta gidiyorsunuz?

küçük şeytanım

var ya uçkurun için delmeyeceğin dağ yok hyung

yersiz yurtsuz

kes

söyle taehyung

taehyung

bir yarım saate falan herhalde

jungkook telefonda

küçük şeytanım

gittiğinizde söyleseydiniz

ayıp gerçekten

hazırlanma sürem hiç yeterli değil

namjoonun karşısında böyle çıkamam

yersiz yurtsuz

boş yapacağına hazırlan

küçük şeytanım

OYALIYORSUNUZ BENİ YA

BB

taehyung

orda görüşürüz o zaman

yersiz yurtsuz

görüşürüz

taehyung @taehyung

çiçeklerini kontrol ettirmeni söylemiştim

onu aksatma tamam mı

taehyung

tamam hyung

aklımda ☺️☝🏻

***

Jimin ve Hoseok hyungla konuştuktan sonra Seokjin hyung’dan gelen mesaja gıcıklıkğından dolayı sayıp sövdüğüm şeylerle dönerken tezgahın üzerinden içeri giren Jungkook’a döndüm hafifçe. Hala telefondaydı ama benimle göz göze gelir gelmez hafifçe gülümseyip göz kırparak bana doğru yürümeye başlamıştı.

“Yok, aslında gelebilirim telafiye kalacağımı düşünmüyo-yaah! Hoparlöre alsana beni Nuna, Insoo-ya! Kaç kere söylenmeden iş yap dedim sana.” Busan lehçesiyle kız kardeşini azarlarken beni de tezgahla arasına sıkıştırıp şakağımdan bir sessizce öptü ve hemen ardından konuşmasına devam etti “Sus bana cevap verme.”

Kız kardeşiyle ilişkisi ve konuşma tarzı Seokjin hyungla bana benziyordu. Sanırım ağabey-kardeş olunca otomatik olarak büyük olana yüklenen zorbalık özelliği vardı ve Jungkook’un böyle olabileceğini beklememiştim. Nedense küçük kardeşi Insoo’yu anlıyordum, muhtemelen Jungkook ona hayatı zindan ediyordu ama çok da seviyorlardı birbirlerini.

Birkaç cümle daha konuşup ablasına görüşürüz dedikten sonra telefonu kapatıp dudaklarını bükerek bir elimi tuttuğunda ben de aynı onun gibi dudak büktüm ve dağılmış saçlarını geriye atmadan hemen önce sordum “Ne oldu?”

“Sanırım iki gün sonra Busan’a gitmem gerekecek.”

Açıkçası ara tatilde ne yapacağımızı çok konuşmamıştık. Ben genelde Seokjin hyungla annemin yanına uğrardım ve öğrenci evime geri dönerdim. Ha bir de, babamla görüntülü konuşurdum o kadar. Babam Daegu’da emneklilik hayatı yaşadığı diğer ikisinin de uzun çalışma süreleri olduğundan evde kalmak pek işime gelmiyordu ki zaten sofrada yapılan sıcak aile muhabbetleri pek bizim aileye göre değildi. Jungkook’un ne yapacağı ya da genelde ne yaptığı hakkında ise herhangi bir fikrim yoktu ve şimdi gidecek oluşu nasıl desem… Benim için biraz hüzünlü olacak gibi hissettirmişti. Çünkü zaten aramızda konuşulmayan, iki tarafın da kalbinin kırık olduğu bir şeyler vardı ve polyannacılık yaparken üzerine bir de birbirimizden uzak kalacak olmamız pek mutlu hissettirmiyordu.

Biraz moralim bozulmuştu ama yine de ona belli etmek istemediğim için elimle geriye doğru attığım saçlarını ensesinde hafifçe sıkıştırdım “Aile işleri mi?”

“Her sene yılın bu zamanları Gaejeong Nori için toplanırdık. Geçen sene Doyeon nuna göreve gittiği için yapamamıştık ama şimdi izin alabilmiş.”

Açıkçası şaşırmıştım çünkü Gaejeong Nori çok eski bir gelenekti. Çocukken Daegu’da babamın görevde olmadığı zamanlar ormanda ailece toplanıp dönüşürdük, en azından onlar dönüşürdü ama hiç sürekliliği olmamıştı ve Seul’e taşındığımızda da unutulup gitmişti. Şimdi hala bu geleneğin devam ediliyor oluşu ve Jungkook’un da buna sahip oluşu ailesinin geleneksel sürü mantığını sürdürdüğü anlamına geliyordu.

“Ara tatil beraber vakit geçirmemiz için güzel bir zamandı ama buna katılmam gerek. Üzgünüm.” diye yeni bir açıklama yaptığında yüzümden düşüncelerimi okumasın diye ona sarılarak boynundaki benine bir öpücük kondurup burnumu tam koku bezlerinin üzerine yasladım. O da elini belime sarıp beni sıkıca kendine bastırdı.

“Olsun, sonuçta aile geleneği ve her yıl yaptığınız bir şey. Bir yere kaçmıyorum.” dedim ve birazcık nazlanarak “Benden ayrılmayı düşünmüyorsan eğer, döndüğünde bolca vaktimiz olur.”

Sözlerim sadece basit bir şaka niteliğindeydi ama Jungkook açısından pek öyle algılanmamıştı. Çünkü belimdeki elleri sıkılaşmış, bedeni de hafifçe kasılarak ondan doğru büyük bir üzüntü ve korku akmıştı içime. Peşi sıra da feromonları değişmeye başladı. Beni bu kadar kolay etkiliyor oluşu yüzünden feromonlarım aynı şekilde acılaşarak tepki verdi.

Boğulduğumu hissettim ve aynı korkuyu ben de yaşadım. Bu hissi defalarca kez yaşadığım için nefret ediyordum ve bildiğim tek yol kaçmaktan başka bir şey değildi. Çünkü kaçmazsam, konuşursam belki de aynı şeyleri yaşayacaktım. Belki bu sefer susmalıydım, suçlanmamak, kafanda kuruyorsun denmemek için.

Bana bir cevap veremeden hemen atıldım ve yarım ağız gülerek onu omzundan ittirdiğim gibi tatlı tatlı “Şaka yaptım hemen de modun düştü.” dedim, hemen ardından da aralanan dudaklarınma kapanıp onu öptüm. Seri halde gülerek dudaklarına kondurduğum öpücüklerin bir nebze de olsa ikimizi de rahatlatacağını düşündüm.

O tatlı öpücükler Jungkook’un ensemden tutup beni tam anlamıyla öpmesiyle son bulunca gözlerimi kapattım ve dudaklarımı aralayarak kendimi ona bıraktım. Öpüşü derindi ve son üç güne bakıldığında o kadar telaşsızdı ki gergin bedenim gevşeyerek ona doğru yaslandı, parmak uçlarım ensesindeki saçlardan çenesine kayıp hafifçe dokundu.

Dudaklarımız arasında, nefeslerimiz birbiriyle karışırken parmaklarını hafifçe belimde dolaştırarak derin bir nefesle geri çekildiğinde gözleri yüzümü ezberlercesine ağır ağır dolandı ve “Taehyung.” diye mırıldandı.

Adımı daha önce hiç böyle söylememişti. İyi miydi kötü müydü emin olamadım, korktuğum hisler gerçek miydi bilemedim ve hislerinin karmakarışıklığı karşısında bocaladım. İçinden bana süzülen o his ne ise konuşmaya hazır hissetmedim ve yine kaçmayı seçtim. Yine dudaklarıma bir gülümseye kondurdum, onu sözlerimle ekarte ettim.

“Düzelt bakayım modunu. Bak saat kaç oldu, finallerin bitişini kutlayacağız ve gidene kadar beraber vakit geçireceğiz işte.”

Tanrıya şükür ki çok üstelemedi ve kolları arasından sıyrılmama izin verdi. Jimin’lere yarım saate çıkacağımızı geç kalacağımızı söylediğimi belirtip hızlıca odaya kaçarken de sessiz kaldı.

Konunun havada asılı kalması içimi hiç rahat ettirmiyordu, iletişimimizde bir problem olmasa da bunun kısa süreceğini de farkındaydım ama o korku çok başkaydı. Jungkook’un rahatsız olduğu şey eğer gerçekten çiçeklerimin olmasıysa ve anlamasının sebebi kızgınlığımsa, bunu kelimelerle dile getirdiği an mahvolurdum. Diğer yandan ya kafamda kuruyorsam düşüncesi vardı ve Jungkook bana bunu hissettirirse diye de sürekli kafamı kurcalıyordu. Sürekli düşünüyordum bunu ve Jungkook’un da kötü hissettiği hisleri bana doğru akarken aksini yapamıyordum.

Düşünceler içinde altıma siyah bir palazzo ve bol beyaz bir gömlek giyip yarısını içine sıkıştırarak kollarını iki kat kıvırdım. Saçlarımı da köpükleyip altın rengi ince bir zincir takmaya çalıştım boynuma. Bu sırada odaya giyinmek için giren Jungkook mücadelemi görüp hemen yardımımaı koştu, kolyeyi boynuma geçirip geri çekilmeden bir öpücük kondurdu. Ona aynadan göz kırptım ve karşılığında kalçama ufak bir tokat alıp kıkırtı bıraktım.

Giyinirkenki cilveleşmemiz yüzünden hazırlanmamız yarım saat sürmüştü, otobüs de yirmi dakikada Seoul Shakers civarlarında durmuştu. Yol boyunca Jungkook’un koluna girip ellerimi cebine sokmuştum ve o da kapüsonlusunu kapatıp bana sarılmış bir vaziyette ufak tefek sohbetlerle on dakika içinde bara varmıştık.

Tabii ki haddinden fazla geç kalışımız yüzünden herkes bizden önce yerleşmişti ve içeri girdiğimizde kalabalık ortamlardaki henüz aşamadığım çekincem yüzünden biraz gerilmiştim. Bu yüzden de çaktırmadan ellerimizi ayırarak Jimin’e el sallayıp Jungkook’un sadece koluna girmiştim. Ancak arkadaşlarım, çekincelerimden bihaber oldukları için sağ olsunlar kıpkırmızı kesilmeme neden olmuşlardı.

İlk atak geçmişte Jungkook’un yaptığı şeylerden dolayı hayatı zindan etmeye and içmiş Mingyu’dan geldi. Elimi sıkmak için uzattı ve “Aa merhaba, sanırım siz alfanız.” diyerek tamamen çikokata kokan feromonlarıma gönderme yaptı. Sonucunda da Jungkook’dan okkalı bir küfürle ensesine tokat yedi.

İkinci atak ise Jimin’den geldi. Gözlerimi yapma der gibi açsam da fayda etmedi, elini havaya kaldırıp şıklattı ve işaret parmağıyla beni göstererek göz kırptı “Ben bu ışıltıyı nerede görsem tanırım.” diyerek devam etmek için ağzını açtı ama masadaki limonlardan birini tanrıya şükürler olsun ki devam edemeden ağzına tıkmayı başardım.

Neyse ki Hoseok hyung, masada sırf Yoongi’nin ağırbaşlı oluşu yüzünden uslu uslu gülümsemekle, Eunwoo da hınzırca gülmekle yetinmişti de üçüncü bir atakla karşılaşmamıştım.

Masaya oturduğumuzda bu kez Jungkook’la karşılıklı değil de yan yana oturmamız kalbimde küçük bir heyecan yarattı ama bir yandan da tedirgin etti. Arkadaşlarımızla bir yere çıkmaktan keyif alıyordum ve düşüncesi de kulağa artık hoş geliyordu fakat ortamda bulunmak, geçen seferki gibi beni fazlasıyla germişti. Özellikle Jungkook’un bana davranışları normal olsa da karşılık verirsem fazla darlıyormuş gibi hissedeceği düşüncesine kapılmaya başlamıştım.

Bu yüzden sırtımı ona doğru yasladığımda ve masanın altından tutuştuğumuz ellerimizi çok fazla sıktığımı o söyleyince fark ettim.

“İyi misin?” diye derince bir sesle kulağıma fısıldamıştı.

“Hı-hmm, iyiyim sorun yok.”

Sorun yoktu, gerçekten ondan yana hiçbir problem yoktu ama ben, günün sonunda herkesin içinde çok yakın olursam Jungkook’la kavga ederiz diye deli gibi korkuyordum. Aşmak için de kendimi fazlasıyla zorluyordum açıkçası ama başarılı mıydım emin değildim.

Masaya gelip giden soju ve biralar arttığı için eğlence fazlasıyla tavan yapmıştı. Ben çok fazla içmemiştim, Jungkook da ayık kalacak şekilde içmişti ve sojuları sallama görevinin tamamen kendisine ait olması konusunda oldukça fazla ısrar etmişti. Heyecanla ayağa kalkıp şişeyi sallayarak içinde oluşturduğu küçük girdabı kapağın ucuna vurup dışarı fışkırttığında hepimiz alkış tutup ne kadar havalı olduğunu vurguladık ve bardaklara dolduruşunu izledik. Küçük bir çocuğun en sevdiği şey hediye verilmiş gibi yüzü gülüyordu ve bu onu olduğundan genç gösteriyordu. Onu bu şekilde izlemek çok keyifliydi benim açımdan, gözlerimi bir an olsun üzerinden çekmemiştim.

Zaman ilerledikçe Jungkook’a daha fazla yanaşmaya başlamış, gerginliğim biraz daha azalmıştı. İyi hissediyordum ve iyi hissettiğim için de sohbetlerine daha fazla dahil olmaya başlamıştım.

“Hassiktir geliyor.” diyen Eunwoo’nun gösterdiği yere baktığımda Jimin çoktan saçını başını düzeltmeye girişince Yoongi’nin ağabeyi Namjoon’u buraya doğru yürürken gördüm.

Altında koyu renk bir kot vardı, üzerine de soluk yeşil, ince bir kazak giymişti. Kazağın inceliğinden vücudundaki birçok hat belli oluyordu ve elleri cebinde olduğu için omuzlarının genişliği gerçekliğini sorgulamama sebep oluyordu. Onu hep uzaktan görmüştüm ve fotoğraflardan, yakınlaştığında yüz hatlarının tamamını artık seçebiliyordum, dudakları kalındı burnu da biçimli. Keskin yüz hatları bir yana gözlerinin çekikliği bütün omegaların bayıldığı ejder gözüne benziyordu ve bu ona ayrı bir çekicilik katıyordu. Üzerinden yükselen amber ve rom kokulu feromonları ise baskın bir alfa oluşunun ağırlığını fazlasıyla yansıtıyordu.

Masaya ulaştığında arkada çalan hafif Kore rock müziği harici kimseden ses çıkmıyordu ve geliş sebebini söylemesini bekliyorlardı. Bütün bu sessizliği, ellerini çenesine yaslamış, melül melül bakarak gözlerini kırpıştıran Jimin bozdu, en tatlı ses tonuyla atıldı ortaya.

“Merhaba!”

Namjoon, dikkatini kısa süreli Jimin’e çevirdi ve bir süre bakınıp “Yah, Jeon Jungkook…” diye seslenerek bakışlarını Jungkook’a döndürdü “Yeni olanlar tombaladan arkadaşların mı?”

“Hyung ne alakası var tombalayla.”

“Senin yanındaki değil de diğer sarışın hile hurdacıya benziyor dikkat et diyecektim.”

“Ben mi?!” Jimin şok içinde bağırarak elini göğsüne koyduğunda gülmemek için dudaklarımı içe katladım. O kadar komik ilerliyordu ki ikisinin arasındaki konuşma.

“Hiç öyle denir mi çok ayıp.” diyen Jungkook’un sesini Jimin’in sesi böldüğünde Hoseok hyung yerinden kalkmasın diye kolundan çekiştirdi.

“Ya sen nereden gördün benim hile hurdacı olduğumu? Şhhh, sana diyorum.”

Tabii Namjoon yine tınlamadı ve ilgisiz gözlerle Jimin’i süzüp Jungkook’a geri döndü “Her neyse, borcunu öde.”

“Borcum yok ki.”

“Var. Öde.”

Az ve öz konuştuğunu fark etmiştim ve nedense verdiği cevaplardan onun neden garip biri olarak nitelendirildiğini anlamaya başlamıştım.

“Namjoon hyung, kredili bursa bile üç senede bir af çıkıyor sen yazdan kalan üç tane ellilik fıçının borcunu hala silmedin, çok kırıcısın.”

“Burası hayır kurumu değil, paran yoksa içme o zaman.”

Sesi fazla tok ve net geliyordu ve sanırım biri benimle böyle konuşsa neye uğradığımı şaşırırdım ama Jungkook’a dönüp baktığımda hiç oralı olmadan parlak parlak Namjoon’a bakmayı sürdürüyor, bir yandan da sojusunu yudumluyordu.

Namjoon, ona sanki umutsuz bir vakaymış gibi bakmayı sürdürüp başını iki yana salladığında başka bir konuya giriş yaptı “Busan’dan getirdiğin şu organik yemi aldığın adresini at bana. Busan’a gideceğim işlerim var.”

“Aaa ne zaman gideceksin ki ben de gidecektim.”

“Yarın. Adresi at sana.”

“Hyung…” Jungkook’un ses tonu tatlılaşıp parlak gözleri kapkara birer misket tanesine dönüştüğünde beklemeden isteğini dile getirdi “Ben de geleyim mi?”

“Hayır.”

Jungkook bana bu şekilde bakıp konuşsa ben şahsen hiç düşünmeden tamam derdim ama Namjoon o kadar net konuşmuştu ki ben konunun kapandığını düşünmüştüm. Fakat Jungkook için öyle olmamış, ısrarla teklifini sürdürmüştü “Lütfen hyung.”

Namjoon, bıkkın ve bezmiş bakışlarını sürdürürken yeni bir red ile konuşmayı sonlandıracağını sanıyordum ama tam tersine, ellerinden birini cebinden çıkarttı ve telefonundan bir şeyler yaparak birkaç saniye bekledi, sonra da geri koyarak “Olur. Dominic’le arkada oturacaksın ama.”

“Olur!”

“Yarın sabah sekizde hazır ol.”

“Ay ben de ara tatilde Busan’a gideceğim, ben de gelsem olur mu?”

Daha Jungkook’un iki gün sonra gidecek oluşunun ertesi güne çekilmesinin üzüntüsünü yaşayamadan araya atlayan Jimin’e dönüp şaşırarak baktım. Böyle bir şeyden hiç bahsetmemişti ama zaten bu fikrin anlık olarak ağzından çıktığını anlamıştım. Bu yüzden ağzımı kıpırdatarak ne yapıyorsun diye sorma gereği duymuştum. Anlık olarak aldığı birçok karar vardı, kafasında dolaşan tilkileri asla bilemezdiniz ama Busan’a aniden gidiyor oluşu onun için bile fazlaydı bence, kaldı ki telafi sınavına girip girmeyeceği belli değildi.

Bana cevap vermeyip hayran hayran Namjoon’a bakmayı sürdürürken dikkatini çekmek için ayağımla alttan ona vurup yerinden hoplatarak dönmesini sağladım. Bana sen sus diyerek konunun asıl muhatabına dönüp kirpiklerini kırpıştırmaya devam ettiı.

Aralarında uzun bir bakışma oldu. İkisi de birbirini tarttı ama Jimin, zaten Namjoon’la ilgili bütün detaylara hakimdi ve stalk planını uygulamadan önceki ilk gerçek iletişimleri olduğu için heyecanı yüzünden okunuyordu.

Bakışmalarını, elbette sorgulmakta haklı olan Namjoon “Sen ne alaka tombalacı?” diyerek sonlandırdığında Jimin kısa bir göz devirip hitap ettiği kelimeyi es geçerek cevapladı “Busanlıyım ben. Uzun zamandır gitmemiştim büyükannemi ziyarete. Özlemiş kadın, bir göreceğim.”

“Otobüse bin?”

Mantık olarak bakınca Namjoon haklıydı, tanışmıyorlardı ve onu da götürmesi için hiçbir gerekçesi yoktu. Jimin ise fazla ısrarcıydı ve kabul ettirmek için yapmayacağı şey yoktu.

“Hyung gelsin işte beş dönüm araban var arkada Dominic’le takılır.”

Jungkook ağzı kulaklarında bir halde Namjoon’u ikna etmek için çabalayınca dönüp şöyle bir baktım. Bir şeyler karıştırmasa Jimin’in de gelmesi için çabalamayacağını biliyordum.

Bana göz kırparak kolunu omzuma attı ve dudaklarını kulağıma değdirerek “Eve gidince söylerim.” dedi sonra kolunu dirseğime kadar sürterek okşadı. Oradan da belime sarılarak bana daha rahat bir alan tanıdı. Ben de hem Jungkook’u hem de diğerlerini rahatça görebilmek için masaya eğilip elimi çeneme yasladım.

“İyi tamam. Sabah hazır olun.” Namjoon gözlerini Jimin’in üzerinde son kez dolaştırıp gitmeden Jungkook’u yine borcunu ödemesi konusunda uyardıktan sonra masamızdan uzaklaştı ve gidişiyle birlikte masadaki diğer herkes derin bir nefes aldı.

“Yoongi, hyungun falan ama aşırı ürkütüyor beni garipliği.”

Mingyu üşümüşçesine kolunu sıvazlayarak titrer gibi yaptığında Eunwo da Jimin’e uzanıp sırtını sıvazladı “Azmini tebrik ederim bebeğim ama şimdiden geçmiş olsun demek istiyorum.”

“Siz gülün gülün. Benim isteyip de başaramadığım hiçbir şey yok.” Jimin hafifçe çattığı kaşlarıyla masadaki sojudan bir shot atıp benden ve hyungdan destek istedi “Öyle değil mi Hoseok hyung, Taehyung?”

“Jimin ister Jimin alır. Bu hep böyle oldu.”

Hoseok hyung enerjisini yanında oturan Yoongi’ye karşı ufak tefek dokunuş çabalarına harcadığından dikkati dağınıktı bu yüzden pek bir şey söyleyememişti ama ben öfkesini anlıyordum. Bir şeyi başarmak istediği zaman hırslanırdı ve şu an masadaki çoğu kişi tam aksini söylüyordu. Bu da onu daha çok sinirlendiriyordu haliyle. Bu yüzden de hemen “Gerçekten öyle. Jimin’in isteyip de başaramadığı bir şey yoktur, şeytan tüyü var resmen. Ama şey,” diyerek merak ettiğim detayı sordum hemen “Dominic kim?”

Sanırım sorduğum soru tam olarak olayın can alıcı noktası olmalıydı ki masada büyük bir kahkaha koptu. Bir tek ben, Jimin ve Hoseok hyung ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk.

Jungkook gülerek masanın diğer köşesindeki soya sosuna ulaşmak için hazır eğilmişken hemen dudaklarını hızlıca yanağıma değdirip işini halletti ve geri çekildi. Sonra da elini bacağımın üzerine koydu ve ağzına attığı kimchiyi çiğneyerek hem ortaya, hem de Jimin’e açıklama yaptı “Sana o gün Namjoon hyungun garipliğinin açıklayabileceğim bir şey olmadığını herhangi bir insanın yaşayarak öğrenmesi gereken bir şey olduğunu söylemiştim. İşte yarın tam olarak bunu yaşayacaksın.”

“Abarttığınızı düşünüyorum yani en fazla ne olabilir ki?”

“Yarın göreceksin işte.”

Ortamın yeniden sessizleşmesi Eunwo’nun ayağa kalkarak yeni bir soju getirmesiyle son bulunca buraya toplanış amacımızı hatırlatıp hepimize teklememiz için birer shot doldurdu. Sonra bir şey oldu, Jungkook bana yeniden sarılmak için çiçekli olan omzuma dokunmuş ve kendine çekerken parmakları gömleğimin üzerinden diş izlerime değmişti. Hafifçe yüzümü buruşturduğum o an Jungkook’un gözleriyle denk gelince akşam üzerinden beri ortada olmayan hislerin hepsi ondan bana doğru akmaya başladı. Gözlerindeki pişmanlık kalbime sağlam bir bıçak darbesi gibi vurdu ve beni tam da korktuğum noktadan vurdu.

Çiçeklerimdi.

Başından beri sorun çiçeklerimdi ve onu bok gibi hissettiriyorlardı.

Gözlerimi kaçırıp başımı eğdim, sessizce boş bardağımı döndürmeye başladım. Ruhumun bir parçası sanki çok acıyordu, bir ısırık izinin bu denli incitebileceğini düşünmemiştim, bu his o kadar kötüydü ki sanki sadece onun değil benim kalbim paramparça olmuştu.

“Aa Jungkook…” Jimin gülerek ortaya atılınca dikkatim dağıldı ve ondan tarafa bakıp beni işaret edişini izledim “Taehyung Busan’a hiç gelmedi biliyor musun?”

“Evet, bir kere söylemişti.” derken benden tarafa bakmadan sojusundan bir yudum aldı.

“İşte çok görmek istiyordu ama bir türlü denk getiremedi.”

“Ara tatildeyiz bence gitmenin tam sırası. Busan bu aylarda çok güzel oluyor, hazır Namjoon hyung da götürüyor. Süper olur.”

Mingyu Jimin’e katıldığını belli ettiğinde sessiz kaldım ve Jungkook’un çaprazından su şişesini almaya yeltendim. Benden önce davranıp bardağı önüme ittirdi ve kendi soju bardağından bir yudum almadan önce sakin bir sesle sordu “Ara tatile girdik, gelmek ister misin?”

Jungkook’un teklifi üzerine bir sessizlik oluştu. Boş bardağıma bakarken içimde biriken o ağır hissi dağıtmanın bir yolunu arıyordum. Gerçekten gelmemi istiyor muydu, yoksa bu yalnızca anlık bir nezaket miydi bilmiyordum. Bunu çözmek istiyordum ama aynı zamanda öğrenmekten korkuyordum. Çünkü cevabı tahmin edebiliyordum.

Başımı eğip bardağıma baktım sessizce. Çiçeklerim, diye fısıldadım içimden. Onlar sorun olmayacaktı da ne olacaktı başka. Sadece derimin altında değillerdi ki, ruhuma işlemişlerdi. Kocaman bir yüklerdi hem de lanetim.

Bütün bu düşünceler zihnimde bir girdap gibi dönüp dururken, yine ona bakamadım. Bakarsam, gözlerinde bir cevap bulabileceğimden korktum. Ve belki de o cevabın beni daha da fazla yaralayacağından…

Kendimi gülmeye zorlayarak başımı iki yana salladığımda Jimin bir şeyler olduğunu anlamıştı ama ona gözlerimle bir sorun olmadığını ufak bir hareketle anlatıp “Bizim son birkaç sınav açıklanmadı ama telafiye kalacağım sanırım. Başka zaman giderim artık.” dedim.

Aramızdaki tüm konuşulmamış şeyler gibi, o gece kurduğum bu cümleyle her şeyi havada asılı bıraktım. Çünkü eve gittiğimizde küçük polyannacılık oyunumuza devam ettik. Öpüştük, sarıldık ve Kafein’i de yanımıza alıp birbirimize sarılarak uyuduk. Bok gibi hissettik ama öyle değilmiş gibi davrandık. Ta ki, sabah Jungkook’u yolcu edene kadar.

Bana su almayı unutmamamı, sebze yememi, öğünleri atlamamı ve bir şey olursa mutlaka aramamı tembihleyip son kez öpmüştü ve asıl gerçekle, kapıyı çekip çıktığında karşılaşmıştım.

Jungkook’un yokluğunu…

Göğsümdeki ağırlıkla kapının önüne gidip yavaşça dokundum. Jungkook’un az önce elini koyduğu yerde şimdi yalnızca boşluk vardı. Bir oda bir salon evde kokusu hâlâ etraftaydı, yastığın kumaşında, bankın üzerindeki battaniyede, havada asılı duran o tanıdık sıcaklıkta ve üzerimde. Ama olmadığı süre boyunca günden güne onlar da gidecekti.

Hepsi benim yüzümdendi. Benim ve çiçeklerim.

Çiçeklerimin, hislerimin, kısacası her şeyin altında ezildim. Onu seviyordum, onu o kadar çok seviyordum ki, bu sevgi ona yük olmaktan başka bir şey değilmiş gibi hissettiriyordu çiçeklerim yüzünden.

Bir süre öylece kapıya yaslandım ellerimi yumruk yaparak, nefesimi kontrol etmeye çalışarak. Ama kontrol edemediğim tek şey, bu yükün üzerimde bıraktığı derin duygulardı. Jungkook gitmişti ve o an, onunla birlikte bir parçamın da kapının dışına çıktığını hissetmiştim. Ve ben o kapıyı kendi ellerimle kapatmıştım.

***

 

Notes:

** Twice-moonlight sunrise

Chapter 22: korkularımız ve konuşmaktan kaçındıklarımız

Chapter Text

ResimLink - Resim Yükle

therama club

sohbet grubu

yersiz yurtsuz

varınca haber ver

iletildi 08.10

görüldü 08.15

taehyung

evet merakta bırakma

iletildi 08.10

görüldü 08.16

küçük şeytanım

keçiymiş

iletildi 13.15

görüldü 13.17

yersiz yurtsuz

ne

taehyung

keçi mi

küçük şeytanım

dominic

keçiymiş

yersiz yursuz

nasıl yani anlamadım

arabada keçi mi var

küçük şeytanım

EVET AMINA KOYAYIM

ARKA KOLTUKTA KEÇİYLE GİDİYORUZ

KOKUDAN BAYILICAM

BENİ YİCEK GİBİ BAKIYO

taehyung

şaka mı yapıyorsun

anlayamıyorum

küçük şeytanım

ResimLink - Resim Yükle

 

sence şaka gibi mi duruyor??

yersiz yurtsuz

SİKTİR GİT BU NE

taehyung

ne tepki vermem gerekiyor bilemedim

küçük şeytanım

sikicem

adamın evcil keçisi varmış

benzinliklerde durup gezdiriyor

enerjisini atsın diye koşturuyor

üzerine titriyor resmen

hayvanın özel yemi özel otu var

domdom deyince geviş getirmeyi bırakıp

dik dik suratına bakıyor

neymiş sadece namjoonun domdom demesinden

hoşlanıyormuş ben de denedim

hayvan bana yargılar gibi baktı

hayatımın hiçbir noktasında sik gibi

hissetmemiştim

böyle bir şey nasıl olabilir amına koyayım

ne yaşıyorum ben

taehyung

şok oldum

yersiz yurtsuz

inan ben de

küçük şeytanım

GÜLMEYİN AMINA KOYAYIM

ÖOK SİNİRLİYİM

jungkook da kıskıs gülüyor

şerefsiz köpek

başından beri biliyordu da söylemedi

bilerek yaptı sana da söyledi dimi

ikiniz iş birliği yaptınız

adiler sizi

taehyung

kendimi bok gibi hissediyorum|

ve o eğleniyor mu yani|

yine de keşke gülümsemesini görebilseydim|

yok söylemedi

eve gelince uyuduk doğruca

küçük şeytanım

ben bilmem

hem seni öldürcem hem de enişte katili olucam

hassiktir

bi snaiye OF

yersiz yurtsuz

noluyo

noluyo çabuk bilgi ver

küçük şeytanım

SİKİCEM SIÇTI BU ARABAYA

yersiz yurtsuz

İŞİCEM

ÖOK KOMİK

taehyung

ıyyy

iğrenç

küçük şeytanım

sensin iğrenç

kafein sıçmıyor sanki

taehyung

benim kızım kum kabına yapıyor bir kere

küçük şeytanım

siktir ordan kum kabıymış

kum kabı pahalı diye marketten küçük leğen aldınız

hayvan fakirlikten leğene işeyip sıçıyor

taehyung

ne fark eder

her şekilde benim kızım kumuna yapıyor

ve üzerini kapatıyor

kendi durumuna ağla

küçük şeytanım

😭😭

oooff

ağlicam her yer bok kokuyor

bak

BAK

BEN BU JUNGKOOKU SİKERİM

taehyung

ne yaptı yine

küçük şeytanım

şerefsiz bana peçete uzatıp

al poşete koy diyo

yakıcam bu arabayı içindekilerle

taehyung

altı saat oldu|

onu çok özledim|

yazıyor...

yazıyor...

yersiz yurtsuz

jungkookun şerefsizlik boyutu bambaşkaymış

helal olsun

taehyung hatırlat

jungkookun elini sıkacağım geldiğinde

taehyung

benden ayrılmazsa hatırlatırım|

hatırlatırım hyung

küçük şeytanım

aşk uğruna katlandığım şeylere bak ya

busanı da sikeyim namjoona da koyayım

nerden gideyim dediysem 😭

iletildi 14.04

görüldü 14.05

jungkook x taehyung

dolandırıcı 💖

nasılsın|

nası|

of|

yazıyor...

yazıyor...

biz vardık

enayi 🌼

keşke hiç gitmeseydin|

ne kadar hızlı varmışsınız

nasıl geçti yolculuk

dolandırıcı 💖

seni bıraktığım için bok gibi hissediyorum|

böyle olmamalıydı|

yanında olmalıydım|

konuşmamız gerekiyordu|

güzel geçti

jimin yol boyu şok içindeydi

o kadar komikti ki

enayi 🌼

kötü hissediyorsun|

yanında yokken bile kötü hissediyorsun|

bu kadar mı kötü etkiliyorum seni|

jimin anlattı

seni gördüğü yerde öldürebilir dikkat et

dolandırıcı 💖

o biraz zor

ee sen ne yaptınn

enayi 🌼

biraz ağladım|

sonra evdeki kazağına sarılıp uyudum|

yeni uyandım

şimdi de küçük canavarla uğraşıyorum

dolandırıcı 💖

konuşmak istiyorum|

ama ne demem gerek bilmiyorum|

yemek yedin mi

enayi 🌼

kalkınca biraz yemek yedim ama kustum|

eskiden suhoyla kavga ettiğimde mideme vururdu|

yine aynısı oluyor|

yedimm merak etme

dolandırıcı 💖

bu şey her ne ise daha güçlü|

ne hissettiğini artık daha net hissedebiliyorum|

korkuyorum|

emin misin?

enayi 🌼

eveet

off bir dakika yaaa

şuna baaak

ResimLink - Resim Yükle

dolandırıcı 💖

oyyy öpeyim de geçsin

enayi 🌼

😔

dolandırıcı 💖

eşek kafalı

bi de dik dik bakmış kameraya

enayi 🌼

hep senin yüzünden

dolandırıcı 💖

nedense bu söylediği Kafein'le ilgili değil gibi|

doğru haklısın

öyle sevmemem gerekiyordu

enayi 🌼

ya ben|

beni de mi|

beni de mi

dolandırıcı 💖

ne

enayi 🌼

hiç

dolandırıcı 💖

çiçeklerini ısırdığım için sana kötü hissettirmekten|

kendimi kontrol edemediğim için üzülmenden|

benim yüzümden böyle hissetmenden nefret ediyorum|

eğer kendimi kontrol edebilseydim bunlar olmayacaktı|

seni o kadar çok seviyorum ki|

eğer bana çiçeklerini ısırdığım için|

kendini kötü hissettiğini söylersen|

kendimi asla affetmem|

keşke busana gelseydin|

bunu çiçeklerine yanlışlıkla dokunduktan sonra|

o kadar korkuyla tereddütle sordum ki|

gelirsen bir şeyler yanlış gider diye ödüm koptu|

ama asıl konuşmadan gitmek hataydı|

taehyung

yazıyor...

yazıyor...

enayi 🌼

çiçeklerim yüzünden|

beni istemediğini duymaya hazır değilim sanırım|

neyse

gece uyuyamadım

biraz uyuyacağım

sonra yine konuşuruz olur mu

öbtüm seni koccaman 💖

dolandırıcı 💖

taehyung

iletildi 17.20

ben de kocaman öptüm

iyi uykular

iletildi 17.21

görüldü 01.17

enayi 🌼

ResimLink - Resim Yükle

günaydınn

iletildi 13.10

görüldü 13.12

dolandırıcı 💖

beş dakika güzelim

enayi 🌼

tamamm

dolandırıcı 💖

geldim

Insoo'yla güreşiyordum da

enayi 🌼

ay yazık kıza

cüssenden utan

dolandırıcı 💖

hyunguna karşı çıkan her küçük kardeş

bedelini ödemeyi de göze almış demektir

enayi 🌼

ne yaptı ki

dolandırıcı 💖

dün gece çıkarken odamın ışığını söndürmedi

onun cezası

enayi 🌼

aMAN TANRIM

SEOKJIN HYUNG DA BANA AYNISINI YAPIYOR

dolandırıcı 💖

haklı

enayi 🌼

hayır siz sadece zorbasınız

dolandırıcı 💖

hiç de bile

hak etti

ayrıca geçtiğimiz yazdan kalma cezaları da var

onlar için de farklı cezalarım olacak

enayi 🌼

Insoo'nun numarasını ver de

kaç kurtar kendini yazayım

birinin onu uyarması gerek

dolandırıcı 💖

gelip kendin uyarabilirsin

enayi 🌼

yine o his|

gerçekten gelmemi mi istiyorsun anlayamıyorum|

alttan aldığım dersin finali daha açıklanmadı

telafiye kalabilirim

dolandırıcı 💖

birkaç gün kalır açıklanınca dönerdin

enayi 🌼

bir sonrakine gelirim olmaz mı

hem aile buluşmanız da var

Kafein'i de bırakamam ki

dolandırıcı 💖

konuşmadığımız her gün|

daha kötü hissediyorum|

seni ısırdığım için benden uzaklaştığını hissediyorum|

seni kaybetmek istemiyorum|

hoseok hyung bize kalmaya gelebilirdi ama peki

sen nasıl istersen

enayi 🌼

çiçeklerim yüzünden kötü hissettiğin için|

beni bırakmandan korkarken nasıl gelebilirim|

bugün ne yapacaksın

dolandırıcı 💖

annemle seraya gideceğiz

kar yüzünden ısıtma sistemi gidip geliyormuş

elektriği halledeceğim

enayi 🌼

elektriği sen mi düzelteceksin

dolandırıcı 💖

başka kim yapacak

tabii ki ben düzelteceğim

enayi 🌼

hihh dikkat et

çarpılma

dolandırıcı 💖

ısıtma ve havalandırma sistemini ben kurdum

bir şey olmazz merak etme

enayi 🌼

olsun sen yine de dikkat et

dolandırıcı 💖

tamamm ederim

sen ne yapacaksın bugün bakalım

enayi 🌼

biraz Kafein'le oynarım

hoseok hyung dışarı çağırdı

ama çok gidesim yok

evde cips kola film gecesi yapıcam sanırım

dolandırıcı 💖

sen yemek falan bi boşladın ha

enayi 🌼

ne yapayım

yemek yapmayı beceremiyorum

ramen için de param yok

olsa da bin tane laf söylüyorsun aldırmıyorsun

bi de senin yemeklerin daha güzel

ama sen de uzaktasın 😔

dolandırıcı 💖

sana döndüğümde bir sürü güzel yemek yapıcam

enayi 🌼

döndüğünde

yemek yapmadan önce beni öper misin peki

dolandırıcı 💖

sadece öpmekle kalmayacağımı bil

enayi 🌼

söz mü

dolandırıcı 💖

söz

enayi 🌼

tamam

sözünü tut ama olur mu

tutmazsan üzülürüm

dolandırıcı 💖

şimdi de üzülüyorsun|

bu yüzden ben de üzülüyorum|

keşke teklifimi kabul etsen ve gelsen|

tutacağım söz verdim

enayi 🌼

gözlerim sulandı işte of|

ayy Kafein ortalığı dağıttı sonra yazacağım

dolandırıcı 💖

gözlerim acıyor|

ağlıyor musun|

dikkatli ol yemek ye

ben de seraya gideceğim

***

therama club

sohbet grubu

küçük şeytanım

@taehyung

sal şu çocuğu artık

masaya oturduğumuzdan beri telefonda

iletildi 22.18

görüldü 22.26

taehyung

anlamadım

küçük şeytanım

ResimLink - Resim Yükle

 

ResimLink - Resim Yükle

 

taehyung

ben değilim

yersiz yurtsuz

ne demek sen değilsin

taehyung

sabahtan beri modu düşüktü|

biraz önce iyi olduğunu hissettim|

demek konuştuğu kişi yüzündenmiş|

değilim hyung

mesajlaştığı her kimse ben değilim

küçük şeytanım

bekle ben çözücem

taehyung

bilmek istemiyorum

ben biraz uyuycam

yersiz yurtsuz

gündüz de keyifsizdin

kızgınlıktan çıktığından beri bi haller var sende

anlatmak ister misin

iletildi 22.30

görüldü 23.58

küçük şeytanım

Yoonsu diye biriymiş

bahsetti mi hiç

taehyung

ağladım birazcık|

ama hala rahatlamadım|

hayır

kim bilmiyorum

küçük şeytanım

ağladın dimi

taehyung

☹️

küçük şeytanım

boşuna ağladın

yakın arkadaşıymış

taehyung

tamam biraz da olsa rahatladım|

yine de bok gibi hissettiğim bir gerçek|

öyle miymiş

yersiz yurtsuz

dökül

ne oldu

taehyung

bir şey yok

sadece kendimi kötü hissediyorum o kadar

küçük şeytanım

yalan söylüyorsun

Seul de belli değildi ama

yolculuktan beri jungkook'un yüzü asık sürekli

iki saniye gülse beş dakika surat asıyor

feromonları da agresif acı bitter gibi

çikolatadan nefret ettirecek beni öyle yani

taehyung

bir saniye izin verir misiniz

yersiz yurtsuz

HAYIR

AĞLAYACAKSIN DİMİ

İZİN FALAN VERMİYORUM

ÖABUK BURAYA GELİYORSUN

taehyung

hyung

ağlamak istçyorum ama

yersiz yurtsuz

hayır izin vermiyorum

yeter artık ağlayınca bir şeylerin düzelmediğini

hala anlamadın mı

bu sefer konuş bizimle anlat

belki bu sefer daha farklı olur

için rahatlar ya da ne bileyim bi çözüm buluruz

sorun her neyse seni dinleyeceğimizi biliyorsun

taehyung

jungkook

küçük şeytanım

amına koy de koyayım bak tam karşımda

masadaki çanağı kafasına bi koyarım

neye uğradığını şaşırır

mekanı ona mezar ederim

taehyung

HAYIR YA

CANI YANAR YAPMA

KIYAMAM

yersiz yurtsuz

o zaman anlat işte

taehyung

bir sorun var

jungkook biraz tuhaf davranmaya başladı

yani

şey

yazıyor...

yazıyor...

yersiz yurtsuz

ney

küçük şeytanım

o ne demek

nasıl tuhaf

taehyung

kızgınlığımdan sonra oldu

düğümle ilgili sandım

ama sonra şey

yazıyor...

yazıyor...

yersiz yurtsuz

sikicem ney

NEY

taehyung

ilk kez biriyle bağlandım

düğümü acı vericiydi

o kadar sıkıydı ki nefesimi kesti

ve yani doluluk hissi yüzünden karnımın içi

patlayacak gibiydi

yersiz yurtsuz

bir anda nasıl seks hayatına girdik ben anlamadım

kendimi hyugun olarak gördüğüm için

bi küçük kalbim tekliyor sen böyle anlatırken

ama devam et iyiyim

taehyung

hyung 🥺

küçük şeytanım

ne güzel işte taehyung

bunda sorun ne

taehyung

beni defalarca ısırdı

küçük şeytanım

NE YAPTI DEDİN

yersiz yurtsuz

MÜHÜRLEDİ Mİ

taehyung

hayır ya öyle değil

seks sırasında alfalar omegaları bazen ısırıyor ya

öyle bi ısırma mühürlemedi zaten ki yapamaz da

malum...

küçük şeytanım

ödüm koptu salak öyle söylenir mi

çanağı geçiriyordum kafasına

gözüm döndü

taehyung

hayır yaa yapma 😭

yersiz yurtsuz

tamam devam et

taehyung

neyse işte beni ısırdı

böyle baya çok

şey gibi edward balayında bellayı ısırmıştı ya

sırtı falan kolları her yeri ısırık iziydi

aynı öyle ama daha çok çiçeklerimi ısırdı

hem de boşalırken defalarca kez yaptı bunu

yersiz yurtsuz

çiçeklerimi derken

nasıl yani

doğrudan çiçeklerini ısırdığını mı söylüyorsun

taehyung

evet

yersiz yurtsuz

hiçbir şey hissetmedin mi yani

küçük şeytanım

nasıl ya

çok saçma

taehyung

zaten s*hoyu hiçbir zaman hissedemediğim için

bu çok büyük sorun gibi gelmedi

asıl sorun beni ısırdıktan sonra onun duygularındaki

kırgınlığı ve üzgünlüğü fark etmem

çünkü bana bir kez düğümünü verdi

sonra ne kadar yalvarırsam yalvarayım bunu yapmadı

uyandığımızda da benim aksim duygularla karşılaştım

ilk başta düğüm yüzünden sandım

sonra çiçeklerim yüzünden olduğunu fark ettim

bak hadi tamam diyeceğim sonuçta çiçeklerim var

bu bir gerçek inkar edilecek bir konu değil

küçük şeytanım

sana karşı tavır mı koydu ki

çok garip

hiç öyle biri gibi durmuyordu

taehyung

hayır diyorum ya ısırdığı için onu hissediyorum

bütün hisleri sanki ondan bana akıyor gibi

hareketleri beni sevişi dokunuşu içimi titretiyor

beni sevdiğini hissediyorum bunda hiçbir sorun yok

ama hislerindeki değişimler kötü hissediyor gibi duruyor

bir şey var onu rahatsız eden ve ben soramıyorum

çünkü bana baktığında söyleyeceği şey

beni o kadar korkutuyor ki

ölecekmişim gibi hissediyorum

yersiz yurtsuz

ama konuşmazsan için içini yiyecek

hatta yiyor bile

taehyung

biliyorum

ama konuştuğumda ya incinirsem

küçük şeytanım

zaten incineceksen bırak şimdi olsun

yersiz yurtsuz

doğru

bunu en başından konuşman gerek

taehyung

bilmiyorum

küçük şeytanım

busana gel

ve onunla konuş

taehyung

beni istemiyor

seoul shakersda görmedin mi

yersiz yurtsuz

o gün üzerine titriyordu

hareketlerinde bir farklılık yok gibiydi

başka bir şey mi yaptı fark edemediğimiz

küçük şeytanım

o gün sadece seni fark ettim

bozulmuş gibiydin

taehyung

çünkü siz onu benim hissettiğim gibi hissedemiyorsunuz

ama ben hissettim eli omzuma çarptı

çiçeklerime dokundu diye hissettiği o his var ya

rahatsız oldu ve ben

bunu hayatım boyunca düzeltemeyeceğim için

bok gibi hissettim

göğsümün içi acıdı sanki

benimle hep konuşuyordu

ama şimdi saklıyor

tanrım böyle söyleyince daha çok kafamda kuruyor

gibi hissediyorum ama yemin ederim öyle

küçük şeytanım

pek duygularını saklayacak biri gibi durmuyor

sana karşı çok açık olduğu belli

ne saklıyor olabilir bilemedim ama

senden ayrılmak gibi bir düşüncesinin

olduğunu düşünmüyorum

taehyung

o zaman ne olabilir

kafayı yiyeceğim

yersiz yurtsuz

konu tam olarak bu değil ama

anlamadığım bir şey var

ısırıklar yüzeyseldir

yani alfanın köpek dişlerinden

kanına karışan salyası sana onun duygularını

yüzeysel hissettirir mutluysa için kıpır kıpır olur

hüzünlüyse modun düşer evet

zaten amaç da seks sırasında o duyguların birleşmesidir

ama daha seni mahvedecek göğsünü delecek kadar

yoğun olmamalı bunu daha önce hiç duymadım

küçük şeytanım

bu yüzden ben de diyorum ki busana gel

jungkookla konuş ve korkularını yen

taehyung

ya benden çiçeklerim yüzünden ayrılırsa

o zaman ne yapacağım

ömrüm boyunca bu çiçeklerle yaşayacağım ben

ya jungkook benden ayrılacak son kişi olmayacaksa

ya hep aynı şey olursa

hep benden bu yüzden ayrılırlarsa

yersiz yurtsuz

yani

gerçekten jungkook senden ayrılmasın diye

onunla konuşmayacaksın

kendine sonuna kadar acı çektireceksin

evde ağlayıp duracaksın öyle mi

gerçekten bunu mu istiyorsun

kazık kadar adamsın

ve bulduğun tek yol bu mu cidden

küçük şeytanım

hyung haklı taehyung

jungkook seninle konuşmaktan kaçınsa bile

senin de duyguların fikirlerin var

belki bu kez sen konuşmalısındır

ve belki de senin konuşmanla çözülecektir

yersiz yurtsuz

insanlar eski ilişkilerinden ders alırlar

yaptıkları hataları tekrar etmemek için çabalarlar

senin eski ilişkindeki tek hatan da buydu işte

konuşmuyorsun, uyuyorsun ve öteleyebildiğin kadar

öteleyerek gerçeklerden kaçmaya çalışıyorsun

ama ne kadar kaçarsan korkuların ve kaçtıkların

beslenerek seni takip eder

öncekinden daha çok incinirsin

bu yüzden siktir git busana ve onunla konuş

taehyung

ama Kafein var

yersiz yurtsuz

üç yıldır evinin şifresini biliyorum

taehyung

kumunu temizleyebilecek misin

çok kaka yapıyor

yersiz yurtsuz

jimin'in kusmuğunu temizledim ben

küçük şeytanım

kahramanımsın

taehyung

her gün mama vermen gerek ama

yersiz yurtsuz

veririm ne olmuş yani

taehyung

oyun da oynar mısın

bi de bizde kalır mısın

yorganın altına karnıma doğru

kıvrılıp uyumayı çok seviyor

yersiz yurtsuz

oynarım da kalırım da taehyung

busana gider misin artık

taehyung

45bin won atsana tren bileti alıcam 🥺

yersiz yurtsuz

bilmem farkında mısın ama

ben göçebe yaşıyorum

sahip olduğum tek şey kör topal arabam

ve bir miktar gururumla şerefim

küçük şeytanım

şerefsiz jungkook da az önce bana hesabı kitledi

siz ikiniz plan yapmış olabilir misiniz acaba

kanma buna hyung çete bunlar

taehyung

😭😭

tamam yaa şansımı denedim sadece

abimi dolandırırım ben sonra

yarın sabaha alacağım biletimi

küçük şeytanım

kar yağıyor

kalın şeyler al

taehyung

tamammmmm

***

jungkook x taehyung

dolandırıcı 💖

Busana geliyormuşsun

iletildi 01.55

görüldü 01.56

enayi 🌼

evet jimin çok ısrar etti

telafiye kalırsan dönersin geri ne olacak dedi

hoseok hyung da Kafeine bakacağını söyledi

düşününce mantıklı geldi ben de tamam dedim

dolandırıcı 💖

tam da korktuğum gibi oldu işte|

benden uzak durmaya başladın|

iyi yapmışsın

görüşürüz geldiğinde

enayi 🌼

bunun seni biraz da olsa|

mutlu edeceğini düşünmüştüm|

neden karamsar düşüncelerle doldum aniden|

neden mutlu değilmişsin gibi tek düze cevaplar veriyorsun

dolandırıcı 💖

değilim çünkü

ama bunun gelmenle ilgisi yok

enayi 🌼

neyle ilgisi var o zaman

dolandırıcı 💖

iki kere çağırdım seni

ikisinde de bahane yarattın

ama jimin çağırınca geliyorsun

enayi 🌼

sorunun jimin olduğunu mu düşünüyorsun

dolandırıcı 💖

sorunun aramızda konuşmaktan kaçtığımız şey olduğunu düşünüyorum

enayi 🌼

o zaman neden kaçıyorsun

dolandırıcı 💖

çünkü ben korkuyorum

yazıyor...

yazıyor...

enayi 🌼

ben de korkuyorum

neden tek taraflı düşünüyorsun

dolandırıcı 💖

ve bunu nasıl aşacağımı bilmiyorum

bildiğim tek şey bu şekilde olmaması gerektiği

ve bu da pişman olmama sebep oluyor

bu yüzden doğrudan konuşmak beni korkutuyor

kendimi bunun için hazırlamaya çalışıyorum

enayi 🌼

bok gibi hissediyorum|

ağlamadan duramıyorum|

yani düşüncelerim doğru

benimle olduğun için

çiçeklerim ve ruh eşim olduğu için pişmansın

benden ayrılmak için ortam hazırlıyorsun

öyle mi

dolandırıcı 💖

siktir ne|

ne?

hayır

asla böyle bir şey düşünmedim

arıyorum

dolandırıcı 💖 arıyor

çağrıyı yanıtla / çağrıyı reddet

dolandırıcı 💖

açar mısın telefonu

enayi 🌼

açmicam arama

dolandırıcı 💖

çok yanlış anlamışız birbirimizi

asla böyle bir şey düşünmedim

busana neden geldiğimi biliyorsun

ortam hazırlamak da nereden çıktı bilmiyorum

seni bırakmayı aklımdan dahi geçirmedim

aksine tam tersini düşündüm

enayi 🌼

konuşmak için hazır hissetmiyorum jungkook

açıkçası busana da gelmeyi istemiyorum artık

dolandırıcı 💖

busana gel taehyung

enayi 🌼

konuşmak istemiyorum

dolandırıcı 💖

lütfen

busana gel

enayi 🌼

geldiğimde kırılacağımı bile bile mi

dolandırıcı 💖

hayır tam tersine gelmezsen kırılacağımız için

konuşmamız ve yanlış anlaşılmaları düzeltmemiz gerek

enayi 🌼

düşüneceğim

dolandırıcı 💖

taehyung lütfen

gelmeni istiyorum

jimin'e ya da bir başkasına değil

doğruca bize gel

her şeyi konuşalım

birbirimizden kaçmayalım

iletildi 02.45

görüldü 02.46

***

Chapter 23: busan, aile ve alfanın mağarası

Chapter Text

 

ResimLink - Resim Yükle

 

Sırt çantam omzumdan düşerken kayışlarından tutup hafifçe zıplayarak düzelttiğimde kar soğukluğu yüzünden üşüyen ellerime eldiven almadığım için binlerce kez küfür ettim ve trenin vagondan içeriye doğru yürüdüm. Sonra da biraz da olsun ısınmak için ellerimi ceplerime koyarak atkımı burnuma kadar çektim çünkü Seul ve Busan arasındaki sıcaklık farkı gözle görülür bir şekilde fark ediliyordu. Açıkçası bu kadar olacağını tahmin etmiyordum ve kalın giymeme rağmen de üşüyordum.

Birkaç küçük kar yığıntısı üzerinden atlayarak adımlarımı hızlandırıp binanın içine girdim ve beş dakika önce görüşerek nerede olduğunu sorduğumda ah merak etme çıktığında görmemen imkansız diyen Jimin'i bulmak için dışarıya bakındım. Ne dediğini tam olarak geldiğinde anlamıştım. Kırmızının en kirli tonunda, külüstür bir kamyonet garı inletecek bir şekilde tam önümde durduğunda buharlaşmış camı bir el tarafından hızla silindi ve içerideki kişi bana el salladı.

Hava karanlık olduğu için ilk başta anlayamadım ama bir kez cama tıklayınca gözlerimi kısıp anlamaya çalıştım ve Jimin'i fark edip yan koltuğuna binmek için koşturdum. Ancak kar yüzünden ayağım kaydı ve son anda arabaya doğru tutunarak düşmekten kıl payı kurtuldum.

Arabaya bindiğimde çantamı kucağıma koydum ve Jimin'e hızlı bir sarılma verdim. Sonra da burnuma eskimiş suni deri ve kötü kokan bir küf kokusu dolunca yüzümü buruşturarak Jimin'e döndüm "Havalandırmayı mı açsak?"

"Doksanlardan kalma külüstür bir arabadan istediğin şey sence de biraz fazla değil mi sarı şeker?"

Elini direksiyona yaslamış bir şekilde bana tek kaşını kaldırıp ve tam bir Busanlı gibi agresifçe konuşarak bakmıştı ama kafasındaki renkli ponpon şapkasıyla o kadar tatlı görünüyordu ki... Yine de bu sadece bir düşünce olarak kaldı çünkü pek kıkırdayacak modum yoktu.

Omuz silkip arkama yaslandım ve esneyerek Jimin arabayı sürerken "Çabuk adapte olmuşsun Busan hayatına." dedim.

"Çocukken taşınmış olsam da insan özünü unutamıyor işte. Sadece sabah altıda kalkmak hiç benlik değil."

"Altı mı?"

"Evet. Kalktığın gibi günlük işlerini halletmen gerek. Korkma alışıyorsun."

"Ciddi mi söylüyorsun."

"Ah, ah... Keşke..."

"Gece hiç uyuyamadım, gündüz trende uyurum sandım ama o da olmadı. Şimdi de eve gidince uyumayı düşünüyordum. Yapamayacak mıyım yani?"

"Merak etme Jungkook sen dinlen diye kapında bekler." derken direksiyonun hidrolik olmayışına sövmesi beni engellemedi, hemen ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırıp başımı eğdim.

"Jungkook'la konuşmayacağımı söylemiştim."

"Gece üçte mesaj atmışsın, on ikiden sonra alınan kararlar mantıklı değildir bilmiyor musun?" dediğinde sessiz kalmayı tercih ettim ve bu ona biraz daha konuşması için bir fırsat doğurdu "Ayrıca, konuşmak istemiyorsun ama Busan'a geliyorsun ne anlamam gerek tam olarak? Ufak bir karmaşa yaşadığın çok belli bu yüzden seni Jungkook'lara bırakacağım ki konuşup anlaşın sorunlarınızı çözün."

"Jimin-"

"Ay sus be, hemen de itiraz. Birinin seni itelemesi gerek yoksa aynı bokun laciverti olacak yine."

Yaptığım şeyi farkındaydım ve kendimi yiyip bitirdiğimi iş işten geçtikten sonra anlayıp daha çok üzülmenin verdiği yükü biliyordum. Ama insan bazen farkında olduğu şeyler için harekete geçmeyi başaramıyordu, farkında olsa dahi bunu yapamıyordu. Jimin, bu noktada sahip olabileceğim en iyi arkadaştı ve tecrübelerimden alamadığım dersi ağzıma sıçsa bile kafama vura vura öğretmekte kararlıydı. Yani itiraz etmek gibi bir lüksüm yoktu.

"Ama kötü hissedersem aradığımda gelirsin değil mi?"

"Aramayacaksın."

"Dalga geçme benimle, ciddi soruyorum."

"Gelir seni alırım, Busan'ı da ateşe veririm ne diyorsun."

Jimin, kısa süreli gözlerini yoldan ayırıp bana gülümseyerek geri döndüğünde elini vitesten çekti ve omzuma koyup iki kere sıktı. Ona hafifçe gülümseyip omzumdaki elinin üzerine yanağımı yasladım yorgunca "Teşekkür ederim Mimi."

"Güzelce konuşun, başbaşa vakit geçirin. Sorunlarınızı çözeceğinize inanıyorum, hatta eminim."

"Umarım..."

Jimin vitesi attırana kadar elini omzumda tuttu ve sonra çekerek sürmeye devam etti. Yaklaşık yirmi dakikanın ardından araba büyük ve metalik bir gürültüyle eskimiş demirlikleri olan ve yukarı doğru basamakla çıkılan bir evin önünde durdu. Jimin başıyla arabadan inmem için işaret verdi "İn bakalım."

Onu yanağından öpüp arabanın kapısını araladım ama kapatamadan beklememi söyleyip arabanın arka koltuğuna uzandı ve oradan renkli bir çiçek buketi çıkartıp elime tutuşturdu "Al şunu da bakayım, elin boş gitme kaynanan ve görümcelerinle tanışacaksın."

"Ne?" dedim şaşkınlıkla. Aklımda sadece Jungkook'la konuşmak vardı ailesinin de evde olduğu gerçeği tamamen unutmuştum, aptal kafam, mantıken evlerine gitmem onlarla da tanışacağım anlamına geliyordu.

"Hadi görüşürüz canım!"

"Jimin!"

Elimde bir çiçek buketi, sırtımda çantam karların arasında gürültüyle giden kırmızı eski kamyonette gözlerimi kırpıştırarak bakakalmıştım. Büyük bir anksiyete içerisinde ne yapacağımı bilemeden kafamdaki gri şapkamın üzeri ve omuzlarım karla kaplanana kadar öylece bekledim. Bazı zamanlar cesaretsiz oluyordum direnebildiğim yere kadar direnme şansım oluyordu ama soğukta, tam da Jungkook'un evinin önünde kapısını çalmaktan başka çarem yoktu.

Git ve konuş.

Bu kadar fazla düşünürsen kafanda kurdukların gerçek olacak.

Omegam, kızgınlığımdan beri yeterli bir şekilde tatmin olduğu için memnundu ama bu kadar kafamda kurduğum için benimle iletişime geçmeyi reddediyordu. Bu da bana daha fazla kötü düşünme imkanı veriyordu. Suho ile beraber olup ilişkim kötüye giderken bile benimle tartışır kendimi kötü hissetmemi sağlardı ve bu yüzden de anlaşamayınca kendini ya geri çeker ya da düşüncelerimi ahlaksızca etkilemeye çalışırdı. Fakat Jungkook'a karşı kimseye davranmadığı kadar anlayışlıydı, bunun beni şaşırtması bir yana doğru yolda olduğumu da hissettiriyordu. Bu yüzden buketi parmaklarım arasında sıkıştırıp derince bir nefes alarak merdivenleri dikkatlice aştım ve beyaz demir kapıyı ittirip eve şöyle bir göz attım.

Beyaz karların arasında evin kırmızı tuğladan yapılmış dış cephesi, çatısının da hafif bir eğimi vardı. Çatıdaki küçük yuvarlak pencere ise sanki o güzel eve ayrı bir sıcaklık katmıştı.

Sağ tarafta bahar aylarında oturup dinlenilen büyük, tahtadan bir platforma, maruya, çarptı gözlerim. Muhtemelen burada bahar aylarında oturup sohbet ediyorlardı. Hemen arka tarafında da mavi şemsiyesi olan, geniş, tahta bir masayla sandalye bulunuyordu, burada da hep beraber akşam yemeği yiyorlardı muhtemelen. Biraz daha göz attığımda bahçenin içinde en sonunda iki ağacın arasına asılmış bir salıncak vardı. Bir an için, gözümde liseye giden Jungkook'un onu kardeşi Insoo için elleriyle hazırladığı görüntü geldi ve bu beni istemsiz gülümsetti.

Bahçeden bile aile ortamlarının ne kadar sıcak ve iç yumuşatacak kadar güzel olduğunu anlayabiliyordum çünkü bizim evimizdeki balkonda bile bir masaya yoktu ama onlarınkinde kış ayında bile yeşil duran güzel saksı çiçekleri vardı. Nereden bakılırsa bakılsın, o samimi havayı hissedebiliyordu insan.

Yutkunarak evin kapısına doğru ilerlerken kendimi telkin etmek için derince bir nefes alıp elimi havaya kaldırdım ve düğmeye basarak ding dong diye çıkan sesin kalbimin gümbürtüsünü bastırmasına izin verdim. Sanırım bu hayatımda aldığım en cesur karardı.

Evin içinde küçük bir ayak sesi duyuldu ve ardından kısa süre içinde kapıyı bir kız araladı. İki ucundan özenle çekilmiş gibi duran, kocaman ve pasparlak gözleri, kim olduğumu anlamak ister gibi kısaca beni süzmüştü. Omegalara özgü hafifliği, amber ve bal kokusudan onun Insoo olduğunu çoktan anlamıştım.

Insoo, saçının sol tarafını kulaklarının arkasına sıkıştırırak bana bakmaya devam ederken kapı koridorun tamamını görebileceğim şekilde genişçe aralandı. Arkasından anneleri olduğu belli olan yaşça büyük, siyah küt saçlı ve kahküllü bir kadın çıktı ve "Kimmiş?" diye sordu. Bir anda hem kız kardeşi hem de annesiyle tanışmayı beklemediğim için üzerimde ufak bir şaşkınlık vardı ama kadın bana nazikçe tekrardan sorunca toparlandım.

"Merhaba, kime bakmıştınız?"

"Jung...kook..." diye fısıldadım çekingence ve ismi ağzımdan çıktığı anda koridorun bir ucundaki kapıdan uzun, dalgalı saçlı genç bir kadın göründü, kaşları şaşkınca kalkarak sordu "Jungkook mu?"

Peşinden salon olduğunu düşündüğüm kapıdan aynı yüze sahip başka genç bir kadın kafasını uzatınca onların ikiz ablaları Doyeon ve Soyeon olduğunu anladım. Dalgalı ve uzun saçlı olan muhtemelen Soyeon'du çünkü yüz hatları ancak bir öğretmenin inceliğiyle bir tutulabilirdi, başını en son uzatan ise muhtemelen Doyeon'du, sıkı bir at kuyruğu şeklinde topladığı saçları ve ciddi ifadesiyle ordudan olduğunu belli ediyordu. Yine de benzerliklerine bakılınca ikisi de bir şey söylemezse anlamak imkansızdı ama Jungkook o kadar çok bahsetmişti ki sanki tanıyor gibiydim.

En son gördüğüm genç kadın, Doyeon, beni tek kaşını kaldırarak ilgiyle süzdü ve elimdeki çiçeklerde gözlerini gezdirerek dudaklarına munzur bir gülüş kondurdu. Tam da Jungkook'un bir şeyler karıştırmadan önce parlayan gözleri gibi bakışlarını gözlerime çıkarttığında omzunun üzerinden arka tarafa bağırdı.

"Yaah, Jeon Jungkook! Koş sana görücü geldi."

Jungkook'dan bol bol duyduğum Busan Lehçesi evi doldururken söylediği şeyle kıpkırmızı kesilmiş, içimden Jimin'e sövebildiğim kadar sövmeyi ihmal etmemiştim. Artık bütün gözler daha çok ilgiyle üzerimdeydi ve bu kendimi karların arasına gömme isteğiyle dolup taşırmıştı beni.

Jungkook'un üç gündür duymadığım sesi kulağıma doldu ve "Ne?" diyerek unla kaplı elleriyle salonun köşesinden gözüktü "Ne geldi ne geldi?"

Sadece elleri değil, üzerindeki önlük de unla kaplıydı ve ensesinde ufak bir topuz şeklinde bağladığı saçlarından asi olanları yüzüne dağınık tutamlar şeklinde dökülüyordu. Heyecanım yüzünden nefesimi tuttum ve dudaklarımı aralayarak beni gördüğünde gözlerinin parlayış şeklini izledim.

Alfa mutlu.

Kızgınlığımdan beri mutlu olduğum anlar elbette vardı ancak içimdeki o kötü his beni yiyip bitirmeye başlamıştı. Şimdi o zamandan bu zamana ilk kez içimdeki huzursuzluk son bulmuştu. Tepkisi gerçekti ve beni gördüğüne sevindiği, hatta sevinmekten daha farklı hislerle dolduğunu ondan bana akan hisler sayesinde fark etmiştim. Bu da kalbimin göğüs kafesimi delecek kadar hızla çarpmasını ve gülümsememi sağlamıştı.

Jungkook kapıda olduğumu ve bütün aile üyelerinin bizi izlediğini fark edip aceleyle unla kaplı ellerini önlüğüne silerek üzerinden çıkarttı. Hareketleri bir an önce yanıma gelmek için aceleciydi ve başardığında unun bütün tozlarını etrafa saçarak bana koşmaktan da geri durmamıştı.

Yaklaşırken tam olarak yapacağı şeyi kestirmemiştim ama sanki yılladır ayrı kalmışız gibi kız kardeşi ve annesinin arasından sıyrılıp bir elini yanağıma yaslayıp diğer eliyle de belimi kavraması gözlerimin büyümesine sebep oldu çünkü ne yapacağını biliyordum. Onu aklından geçirdiği şeyi yapmasın diye uyarmak için dudaklarımı araladım ama çok geç kaldım.

Dudakları çoktan benimkilerin üzerine kapanıp içimi titreten yoğunluk ve kısalıkta bir öpücük vermişti. Geri çekildiğinde soluğumu kesen öpücüğü yüzünden ne yapacağımı şaşırarak sadece nefes almaya ve ona bakınmaya başladı. Jungkook'un yanağımı okşayan elini şaşkınca aralık duran alt dudağımın köşesine doğru sürükledi. Bakışları yüzümün her noktasında dolanıyordu, gerçekliğimi sorgular gibiydi çünkü hala burada olduğuma inanamıyordu. En son gece ona görüldü atmış, sabaha kadar da karamsar düşüncelerine maruz kalmıştım ki ben bu durumda daha kötüydüm. Çünkü onunkiler bir yana kendi negatif düşüncelerim de vardı. Ama şimdi bütün her şeyin düzeleceğine dair güvenle, bana kelimeler içermeyen ancak milyonlarca güzel his taşıyan gözlerle bakıyordu.

"Geldin." dediği noktada beni yeniden öpmek için eğilince iki elimi de göğsüne hızla bastırıp başımı yasladım ve "Dur," dedim sızlanan bir sesle. Beni öpmesini elbette istiyordum ama şu an değil, şu an gerçekten yerin dibine girmiştim "Utançtan kafa üstü kara atlamak istiyorum, n'olur bir daha öpme."

İlk başta anlamadı ama sonra bütün ailesinin burada olduğunu ve beni hepsinin içinde öptüğünü fark ederek "Ah," diye bir ses çıkartıp sessizce sardı beni. Göğsündeki ellerimle uzun kollu tişörtünün kumaşını avuç içlerime alıp birkaç saniye soluklandım. Üç gündür kıyafetlerinden tükettiğim kokusu en canlı haliyle alfadan yükselirken içimin bu denli rahatlayacağını düşünmemiştim ve bu kadar çabuk gerginliğimi alacağını da beklememiştim.

Cesaretimi toplayıp utancımı yanaklarıma kırmızılık olarak belli ederken göğsünden çekildiğimde Jungkook son kez yanağımı okşadı ve dudaklarını hafifçe şakaklarıma değdirdikten sonra elimden tuttu, beni görmeleri için yanıma geçti.

Elleri dakikalardır dışarıda olan ellerime göre sıcacıktı ve tuttuğunda baştan aşağıya ısındığımı hissetmiş, beni tutuşundan güç alarak aile üyelerine bakma cesaretini almıştım.

Annesinin beni ilk gördüğünde kim olduğumu sorgulayan bakışları artık daha yumuşak, daha anlayışlıydı ve dudaklarında sıcacık bir gülümseme oluşmuştu.

Jungkook boştaki eliyle ensesini kaşıyıp "Imm, şey," diye başladı ve nasıl devam edeceğini bilemediği için tutuştuğumuz ellerimizi havaya kaldırdı "Yani, şey... Gördüğünüz gibi işte, erkek arkadaşım."

Aptal çocuk.

Daha önce sevgilisini ailesiyle tanıştırmadığı o kadar belli ki...

Sanki ben tanıştırdım.

Bu detay beni bir yandan heyecanlandırsa da daha çok ağlatacak gibiydi çünkü hayatımın hiçbir noktasında sevgilimin ailesiyle böyle tanışacağımı düşünmemiştim.

"Onu gördük zaten," Doyeon kız kardeşi Soyeon'un yanındaki kapı girişine yaslanarak Jungkook'a munzur bir gülüş verdi "Bir adı yok mu, yoksa ona Jungkook'un erkek arkadaşı mı diyeceğiz?"

"Nuna-"

"Taehyung, Kim Taehyung" diyerek Jungkook'u böldüm ve dirseğimle dürtüp bu garip tanışma faslına son vermek için fısıldadım "Lütfen daha fazla konuşma, konuştukça batırıyorsun."

"İnan bana görmek o kadar keyifli ki..." Soyeon dudaklarını gülmemek için içe katlarken Insoo kapının köşesinden hafifçe kıkırdamayı seçmişti ama anneleri bu kadar eğlencenin yeterli olduğunu düşünmüş olmalı ki "Shhh, bu kadar yeter." diyerek kızlara bir uyarı yapmış sonrasında da önüme gelerek "Sen onların kusuruna bakma, birbirleriyle uğraşmak için yarış etmeden duramıyorlar. Çok memnun oldum Taehyung, ben de Yonghee. Şu soldaki bir numara olan, Doyeon, sağdaki iki numara Soyeon ve ah, bu da dört numara Insoo."

Tam tahmin ettiğim gibiydi, Jungkook'un anlattığı kadarıyla kimin kim olduğunu çabucak kavramıştım.

Hepsi bana hafifçe eğilerek selam verdiğinde onların önünde saygıyla eğildim. Sanırım benim için en zor kısmı buydu ve biraz önceki bocalamayı saymazsak tanışma faslını atlattığım için artık daha az gergindim.

Bayan Jeon doğrulduğumda elimdeki çiçeklere uzandı "Bize mi getirdin," çiçekleri alıp derince kokladığında gülümsemesi daha da arttı "Frezyaya bayılırım. Çok teşekkür ederim."

"Beğenmenize sevindim."

"Yanakların soğuktan kıpkırmızı olmuş, içeri geç lütfen. Jungkook yardım et, eşyalarını al."

Soğuktan değildir o.

Omegam kıkır kıkır gülerken onu görmezden gelerek Jungkook'un çantamı almasına izin verdim. Montu da çıkarttığımda Insoo'nun alması için nazikçe uzatıp Soyeon'un önüme bıraktığı ev terliklerini giyerek teşekkür ettim. Sonra da Bayan Jeon tarafından evin içine doğru çekildim.

Kapının arkasında minimal bir ayakkabılık ve vestiyer vardı, cilalı parkeler salondaki parkelerle birleşerek bütünlük sağlıyordu. Açık renkli koridordan aile sıcaklığını bütünüyle hissedebileceğimiz samimi bir salona adım attım.

Odanın ortasında koyu renklerde büyük bir koltuk takımı vardı ve önünde de ahşap bir orta sehpa. Birkaç kitap üst üste konulmuştu ve bir vazo içerisinde frezyalar bulunuyordu. Sanırım Jimin'in özellikle frezya seçmesinin sebebi buydu, bir noktada öğrenmiş olmalıydı. O kadar şeytandı ki, gözünden hiçbir şey kaçmıyordu.

Gözlerimi çiçeklerden ayırıp loş ışıkla aydınlatılmış salonda gezdirdiğimde televizyon ünitesi ve raflara takıldım. Küçük seramik objeler, kitaplar ve çerçevelenmiş aile fotoğrafları gibi kişisel eşyalar bulunuyordu. Bej rengi perdeler kapalıydı ve gece olduğu için ışık dağılımını göremiyordum ama sabah yeteri kadar aydınlık olacağı belliydi. Haliyle yer yer farklı bitkilerin canlı duruşu ışıktan bolca beslendiğini gösteriyordu. Dikkatimi çeken bir diğer şey ise odanın koyu renk ve mobilyalarına rağmen asla iç karartıcı olmamasıydı. Ama bence bu tamamen aile olmakla ilgiliydi. Seul'deki evimiz tam doğu cephesindeydi ama ağabeyimle oturduğumuz mutfakta, pencere kenarındaki masa haricinde pek aile olarak görebileceğim durumlar yoktu.

"Dur ben sana su getireyim, otur dinlen yoldan geldin."

Bayan Jeon sol tarafta salonla bir olan, aynı renkli koyu mobilyalara sahip mutfaktan bir bardak alıp buzdolabının gözüne koydu ve su doldurup bana uzattı. Teşekkür ederek eğildim ve suyu sonuna kadar içerek boş bardağı geri uzattım.

"Jungkook, sen Taehyung'a odayı göster yorgundur dinlensin biraz."

"Daha çok uykusuz aslında."

"Hayır değili-"

"Gel hadi."

Onlarla tanışalı çok olmamıştı ve eve girdiğim anda odaya kapanmanın nezaketsizlik olacağını düşünüyordum ama itiraz edemeden Jungkook bir elini belime diğerini de omzuma koyarak beni arkadan hafifçe sarılır gibi merdivenlere doğru çekince yeniden itiraz etmek istesem de annesinin ufak çaplı uyarısı yüzünden kıpkırmızı kesilip susmak durumunda kaldım.

"Yukarda Insoo'nun odası var."

"Biliyorum anne. Son on beş senedir karşı odamda."

Annesi ellerini iki yana açıp "Sadece söyledim." diye alaylı bir ima yaparken çoktan merdivenlerden çıkarak görüş açımdan kaybetmiştim onları.

Sessizce üst kata çıktığımızda Jungkook ellerini üzerimden çekti ama hızlıca elimi tutarak temasımızı kesmedi. Bundan memnundum, konuşmamız gereken şeyleri konuşmamıştık ve bu konuda son derece korku dolu hissediyordum ama bu yakın tavrı tasasızca rahat hissetmemi sağlıyordu.

Jungkook beni ortada korkulukları olan holden soldaki odaya yöneltip içeri soktu ve kapıyı kapattı. Insoo ile arasındaki yaş farkının altı olduğunu düşününce yirmi yıldır bu odayı kullanıyor oluşu yüzünden feromonları yoğunca odaya sinmişti. Ciğerlerim de onun çikolata kokusuyla dolup taşarak soluklarıma yeni bir derinlik kazandırıyordu. Omegamla bu durumdan memnunduk ama benim asıl heyecanlandığım şey feromonlardan çok, onun odasında bulunmak, kişisel eşyalarını görmek ve incelemekti.

Evin dışındayken gördüğüm yuvarlak, büyük pencere dışarısı karanlık olduğu için görmemi engelliyordu ama muhtemelen ağaçlık alana bakıyordu. Sağında oldukça dağınık bir kitaplık bulunuyordu pencerenin. Alçak, açık renk nevresimli yatağı, pencerenin tam karşısında girdiğimiz kapı yüzünden de biraz solda kalıyordu ve duvara yakın komidininin üzerinde bir şişe suyla hava temizleyici, alt rafında da ince olduğu için plak olduğunu düşündüğüm kartonlar vardı. Yatağının diğer yanında ise adını hiç duymadığım birkaç küçük poster asılmıştı. Altındaki rafa ise bir basketbol topu, birkaç küçük uçak maketi ve başarı belgesi olduğu belli olan altın köşeli bir fotoğraf çerçevesi koyulmuştu. Onun altında ise el yapımına benzeyen üç askı çakılıydı. İlk askıda siyah bir kot ceket, ikincide bir çift boks eldiveni ilkinde ise artık askıya sığamayacak kadar çok madalya vardı.

Jungkook çantamı odanın en solundaki bilgisayar ve çalışma masasının yanına bırakırken "Holdeki tuvaleti daha çok Insoo kullanıyor ama sen benimkini kullanabilirsin. Nasıl rahat edersen." dediğinde başımı sallayıp masaya doğru yürüdüm.

Üzeri bir sürü çizimlerle doluydu, bazıları ufak bantlarla duvara yapıştırılmıştı, bazıları ise üst üste konularak öylece kendi haline bırakılmıştı. Bütün bu karmaşanın arasında ise düzleştirici olduğunu düşündüğüm bir alet, kablo kısmından açık bir şekilde duruyordu.

"Insoo'nun düzleştirici kablosu temassızlık yapıyordu da, onu tamir etmeye çalışıyordum."

"Anladım..."

Düzleştiriciyi hızlıca toplayıp bana döndüğünde ben de ona dönüp parıl parıl parlayan gözlerine baktım. Beklediğimin aksine orada hafif de olsa bir çekingenlik hissettim ve bu hissin bana doğru akışı yüzünden ona sadece ufak bir gülümseme verebildim. Aynı kötü hisler değildi ama yine de aşağıdaki halinden daha mesafeliydi.

"Yorgun ve uykusuz görünüyorsun," diye başladığı cümleyi yarıda kesip boğazını temizledikten sonra ensesini ovuşturdu. Ne zaman söyleyecek bir şey bulamasa ve düşünceli olsa böyle yapıyordu "Kimse seni rahatsız etmez, biraz dinlen, hatta uyu. İstediğin bir şey olursa çekinmeden söyle olur mu?"

"Sen? Sen nerede kalacaksın?"

"Aşağıda salonda yatacağım. Beni dert etme."

Söylediği şeyden pek de mutlu değildi ve ben de kesinlikle değildim. Bu yüzden de önümden geçip giderken bileğine sarılmıştım "Burada kalacaksın sandım? Annen öyle ima etmişti."

"Kalmamı istemezsin diye düşündüm."

Her ne kadar konuşacaklarımız olsa da ona sarılmayı, bana sarılmasını ve yatakta beni sararken uyumayı özlemiştim. Buna o kadar ihtiyacım vardı ki kendimle çelişkiye düşmem umrumda değildi ve biliyordum, kararlarımda güçsüzmüşüm gibi görünüyordum ki öyleydim de.

"Sen de uykusuz görünüyorsun. Salonda rahatsız olmanı istemem."

Sanırım bu kal demenin farklı versiyonuydu.

Hiç de bile. Sadece gözleri yorgun duruyordu.

Tabii... Öyledir.

Jungkook dudaklarını aralayarak bana anlayışlı bir gülümseme verirken bileğindeki elimi tuttu ve "Üzerini değiştir, geleceğim." diyerek odadan ayrıldı. Arkasından iç çekerek baktım, yine o sıkıntılı hislerle dolmuştum ama bu kez daha farklıydı, istenmeme duygusu ya da başka bir şey değil. Tamamen birbirimizi üzmenin pişmanlığıydı bu.

Yutkunarak başımı öne eğdim ve bıraktığı çantamdan hızlıca bol, siyah bir eşofman takımı çıkartarak yavaşça giydim, eskileri de özensiz bir katlamayla çantama koydum. Sonra ellerimi yıkamak için banyoya girdim.

Camdan küçük bir duşakabin vardı ve musluğun üst rafında Jungkook'a ait kişisel bakım ürünleri dizilmişti. Diş fırçası, diş macunu, diş ipleri, tarak, birkaç bileklik ve evdekinin aynısı olan doldurma bir parfüm şişesi... Ona ait olan her küçük detaya hakim olmak içimi tarif edilemez bir heyecanla dolup taşırıyordu.

Daha fazla oyalanmadan el yapımı olduğu her halinden belli olan ve tarçın kokan sabunla ellerimi yıkayıp koyu renk havluya sildim. Ben banyodan çıkarken o sırada da içeri elinde tepsiyle Jungkook girdi.

"Uyumadan bir şeyler atıştır." diyerek yatağına oturdu "Evde çok ekmek olmuyor o yüzden sabahtan pankek kalmıştı, üzerine çilek reçeli koydum."

"Sorun değil, aç değildim zaten." yanına oturduğumda doğruca pankeklerden birini ağzıma atarak yalanımı ortaya çıkardım çünkü doğruydu. Üç gündür doğru düzgün yemek yediğim olmamıştı ve Jungkook'un getirdiği şey mideme giren en sağlıklı şey olma kategorisi taşıyordu.

Sessizce ikinci pankeki de mideye indirip ılık sütten bir yudum aldım ve Jungkook'un durgun yüzüne baktım. Hiçbir şey söylemeden beni izliyordu, gözleri mutlu bir ışıltıyla parlasa da o buruk, kırık parçaları görebiliyordum. Göremesem bile hala hissedebiliyordum yoğunca.

Çatalımla oynayarak başımı öne eğdiğim dudaklarımı birbirine bastırıp sakince nefes almaya çalıştım. Hiçbir şey olmamış gibi davranmak güvende hissettiriyordu, susmak olabilecek kötü şeyleri duymama, kötü şeylerin sonunda olabilecek başka kötü şeylere de engel oluyordu. Bir anlık cesaretim de işte bu kadardı, onu görene kadar...

"Aşağıda... Bir anda öptüğüm için özür dilerim. Gelmeni beklemiyordum ve görünce çok heyecanlandım çünkü gittiğim günden beri hep aklım sendeydi ve-"

"Jungkook," diyerek çatalımı bırakıp fazla devam etmemesi için onu böldüm ama devam edemedim çünkü Jungkook çoktan tepsiyi çekip bana dönerek ellerimden tuttarak beni engellemişti.

"Aramızdaki sorunları halletmeden hiçbir şey olmamış gibi davranmak istememiştim. Birbirimizi yanlış anladıysak ve kötü hissettiriyorsak bunu konuşmalıyız."

Defalarca kez yaşamıştım bu git gelli durumları ve ilişkim boyunca özür dilerim kelimesini sadece ben kullanmıştım. Şimdi sadece aramızda konuşulması gerekenler konuşulmadan beni gördüğünde heyecanlanıp öptüğü için özür dilemesinin benim için değerini kelimelere dökemezdim. Benim için anlamı o kadar büyüktü ki... Onun için değerli olduğumu hissettirmişti.

"Ama şimdi değil, tamam mı?"

Başımı sallarken konuşmak güç geldi ama eli yanağımı bulup gözlerine bakmam için çevirince üzgünce dudaklarımın köşelerini aşağıya düşürüp burnumu çektim ve "Tamam." diyerek başımı salladım.

"Doyduysan, şimdi güzelce uyu, dinlen omega."

Dudakları şakaklarıma uzanında kendimi hafif bir şekilde geri çektim ve gözlerinden ayrılmadan "Benimle kalmayacak mısın?" diye sordum.

"Kalmamı istersen kalırım."

"Salonda rahat edemezsin diye düşündüm."

"Gerçekten böyle düşünmediğini ikimiz de biliyoruz." diyerek saçlarımı parmak uçlarıyla ittirdi ve yüzümü dikkatlice incelerken devam etti "Seninle bir konuda anlaşalım, bundan sonra, bütün konuşmalarımız dahil birbirimize karşı açık olalım, düşündüğümüz her şeyi birbirimize söyleyelim ve karşı tarafı hiç bölmeyelim. Tamam mı?"

"Tamam."

"Güzel, o halde önce ben başlıyorum." Oturduğu yerde yüzümü daha iyi görebilmek için döndü ve iki elimi de tutarak gözlerimin en derinine bakmaya başladı. Göğsümde tatlı bir ağırlıkla keskin yüz hatlarına "Yanında uyumak, sana sarılmak ve kokunun ciğerlerimi doldurmasına izin vermeni istiyorum. Çünkü üç gündür seni düşünüyorum, doğru düzgün de uyuyamıyorum omega. Ama bunu istemezsen de anlayışla karşılamaktan başka yapabileceğim bir şey olmadığını biliyorum. Bu yüzden sen ne istersen onu yapacağım."

Söylediği şeyler benim de tam olarak istediğim şeylerdi ve aramızdaki tartışma göz önünde bulundurulduğunda tercih hakkını bana bırakması, benim isteğime göre davranacağını söylemesi tıpkı beni öptüğü için özür dilemesi kadar özeldi. Bana hayatımda hiç sahip olamayacağım kadar çok güven veriyordu.

Sıcak ellerinin arasındaki ellerimin üzerini baş parmağıyla hafif hafif okşayarak bana temkinli bakışlarını sürdürdü ve söyleyeceklerimi beklemeye başladı. Elini güç almak ister gibi hafifçe sıktım ben de ve gözlerimi çok kısa kaçırıp yeniden ona baktım.

"Sadece..." diye başladım ve devam ettim "Seninle uyumayı seviyorum. Seninle uyuduğumda beni iyi hissettiriyorsun, hiçbir şey düşünmeden tasasızca uykuya dalabiliyorum. Ama gittiğinden beri uyuyamıyorum çünkü kafamda sürekli kötü senaryolar kurup duruyorum. O yüzden kalmanı istiyorum."

Aferin Taehyung.

Filtreli bile olsa ona duygularını söylemeyi başardın.

Omegamın sakince bana verdiği destekle kendimde burukça gülümseme cesareti buldum. Duygularımı ve düşüncelerimi seslice söylemek, özellikle kafamda kurduğum, benden ayrılacak mı diye düşündüğüm birinin yüzüne karşı söylemek Suho'dan beri ilk kez yaptığım bir şeydi. Ne kadar Jungkook'a güvensem de bazı noktalarda kendimi durduramadığım için temkinli ilerliyordum, haliyle de şimdi biraz çekinceliydim.

Gözlerindeki ışıltı daha ne kadar artabilirdi bilmiyorum ama gerçekten her kelimemde açık bir gökyüzündeki yıldızlar gibi parlaklıkları teker teker yanıp sönüyor, içimi mutlu eden hoş hislerle dolup taşmamı sağlıyordu.

Jungkook başını sallayarak ellerimden birini dudaklarına bastırdı ve tüy kadar hafifçe dokundurup geri çekildi "O zaman uyuyalım omega."

Hiç sorgulamadım, zaten yorgundum ve aklımda sadece bana sarılması, sıkıca sarması fikri olduğu için tereddüt bile etmemiştim yatağın içine doğru emeklemekte. Jungkook da aynı şekilde kalkıp tepsiyi masaya koymuş ve üzerinde hala yer yer un olan tişörtünü çıkartarak üst bedenini çıplak bırakmıştı.

"Üşümeyecek misin?" diye sordum yorganın altına girerken.

"Aslında feromonlarımı kontrol etmeye çalışacağım için terleyeceğim. Seul'de seninleyken kontrol etmek kolay ama burada bazı şeyleri kestiremiyorum, çünkü seni çok özledim. Annemin Insoo'nun odası karşıda derken kastettiği şey de buydu."

Insoo'nun pasif bir omega oluşu ve evde dört baskın alfayla oluşunu onun için güvenli bir hale getirmek için gösterdiği çaba çok güzeldi. Ve söylediğinde fark etmiştim, evde yaşayan baskın alfa sayısına göre feromon kokusu minimum düzeyde, oldukça rahat bir seviyedeydi.

Jungkook ışığı kapatıp yatağın içine girerek bana yaklaştığında bir kolunu boynumun altından geçirdi diğerini de belime sarıp beni göğsüne çekti. Bedeni arasında sıkışan ellerimden birini göğsüne yaslayıp diğerini beline sararak burnumu da boyuna bastırdım.

Hem sıcak vücudu hem de yoğun feromonları tarafından kuşatılmak o kadar iyi gelmişti ki kendimi dudaklarıma kondurduğum gülümsemeyle boynuna ufak bir öpücük kondurmaktan alıkoyamamıştım. O da burnunu saçlarımın arasına sokarak nefeslenerek aynı hislere sahip olduğunu kelimelerini kullanmadan belli etmişti. Sonrası zaten hayal gibiydi, üç gündür alamadığım uykumu kollarında o kadar güzel almıştım ki uykuya ne zaman daldığımı bile hatırlamıyordum. Sanki gözlerimi kapatmış ve yuvarlak pencereden giren gün ışığıyla aralamıştım.

Saatin kaç olduğunu bilmiyordum, ama bu önemli değildi. Kar bulutlarının ışığı, odanın her köşesine yayılan o belli belirsiz aydınlık, zamanı unutmamı kolaylaştırıyordu. Önemli olan, elim Jungkook'un ellerinin arasında sımsıkı tutulmuştu ve nefesi her seferinde yüzüme hafif bir esintiyle çarpıyordu. Uyandığımda gördüğüm ilk şey bu olmuştu; elleri ve nefesi.

Jungkook'un siyah saçları alnına ve yüzüne düşmüştü, ince ve karışık bukleler o kadar doğal duruyordu ki, sanki bilinçli bir karmaşa yaratılmış gibiydi. Boştaki elimi dikkatle kaldırıp, uyanmasından korkarak parmak uçlarımı saçlarının üzerinden geçirdim. Yavaşça o ince telleri yüzünden çektim. Göz kapaklarının kapalı hali bile ne kadar çekici olduğunu hatırlattı. Yüzünü ezbere biliyordum, burnunun ucunun hafifçe büyük oluşunu, dudaklarının yumuşak kıvrımını, yanağında iz bıraktığım çizgiyi ve minik yıldızlar gibi yüzünden konumlanmış benlerini... Ama üç gündür görmediğim bu yüz, şimdi önümde duruyordu ve ona bakmak içimi hiç beklemediğim bir huzurla dolduruyordu.

Her nefesiyle göğsü yavaşça inip kalkıyordu. Gözlerim o ritme takılı kaldı, sonra tekrar yüzüne döndü. Kendime engel olamadan bir an için daha uzun baktım. Aslına bakılırsa onu ciddi anlamda incelediğim ilk an olabilirdi çünkü birlikteliğimizin üzerinden pek zaman geçmemişti, kızgınlığım işleri batırmıştı ve peşinden kötü düşüncelerin ilişkimizi ele geçirdiği döneme girip Jungkook'u Busan'a yolcu etmiştim.

Dayanamadım, parmağımı yavaşça yüzünde dolaştırdım, sanki uykusunun derinliğini bozacak olsam bu an sonsuza dek kaybolacakmış gibi. Gamzesinin olduğu yere dokunduğumda dudaklarıma bir gülümseme kondurmaktan geri kalamadım.

Ellerim kendi kendine hareket ediyor gibiydi. Sıcak tenini parmak uçlarımın altında hissederek çenesinden boynuna, ardından çıplak omzuna doğru indim. Nefes alışları düzenliydi, göğsü her kalkıp indiğinde elimi geri çekmek istesem de bu anı bırakmak istemiyordum. Sonra gözlerim göğsünden yukarıya, boynuna doğru uzanan ve şimşeğe benzeyen dövmesine kaydı. Sanki her gördüğümde şimşeğin keskin kıvrımları daha da uzuyor, yukarı doğru büyüyor gibiydi. İncecik hatlarla, özenerek çizilmesi bir yana çok canlı duruyordu ve bu bende dokunma isteği oluşturuyordu.

Parmak ucumu şimşeğin köşesine dokundurduğum anda bir şey oldu. Göğsümden boynuma doğru yoğun bir sıcaklık hissettim. Hatta sıcaklık demek yetersiz kalırdı, daha çok derin bir huzur, aynı anda hem sonsuz bir rahatlık hem de yoğun bir heyecan dalgası vurdu beni. Sanki tüm bedenim aniden ısınmış, damarlarımın içinde bir ışık dolaşmaya başlamıştı. Jungkook'un nefes alışverişleriyle aynı ritme girmiş gibi hissediyordum, sanki onun nefesi benimkine karışıyor, bir bütün oluyorduk.

Anlık hissettiğim bu duygularla irkilerek kendimi geri çekince Jungkook kıpırdanarak gözlerini açtı ve nasıl olduysa eli bileğimi nazikçe sardı, parmaklarıma kadar sürüyüp iç içe geçirdi ve dudaklarına değdirip öptü.

"Günaydın, omega."

"Günaydın." diye fısıldadım. Ben fısıldayınca bu sefer o da sesini alçaltarak konuşmaya başladı.

"İyi uyudun mu?"

"Hı-hm, evet. Sen?"

"Ben de öyle."

Yastıklarımızda yan dönmüş, ellerimiz kenetlenmiş bir şekilde birbirimize bakarken gözlerinden dinlendiği, güzel uyuduğu belli oluyordu. Ve çok dikkatli baktığımda sabahları iki kara misket gibi görünen gözleri, çok daha parlak görünüyordu. Sanırım fazla dikkatli bakmış olmalıyım ki birkaç kere gözlerini kırpıştırıp sordu.

"Neden bana öyle bakıyorsun?"

"Sabahları gözlerinin daha parlak olduğunu fark ettim."

"Sabahtan değil o," derken bakışları anlık dudaklarıma kaydı ve yeniden benimkileri bulup devam etti "Sana baktığım için."

Dudaklarımdan küçük bir tıh sesiyle gülüş kaçıncı bana eşlik ederek gülümsememe katıldı ve parmakları benimkilerin arasında daha sıkı sarıldı. Bu içimi anında sıcacık etti. Oldukça basit bir hareketti aslında ama bu kadar basit bir hareketin bile bu kadar fazla şey hissettirmesi garipti.

Bir süre sadece birbirimize baktık, sessizlik konuşmamızdan daha anlamlıydı. Ancak çok uzun sürmemişti Jungkook elini yanağıma koyup okşadı ve hızla kalkarak "Bu böyle olmayacak, kalk gidiyoruz." dedi.

"Nereye?"

"Gidince görürsün, kalk hadi."

Yatağın içinde ne olduğunu anlayamadan oradan oraya koşturuşunu izledim. Bu kadar ciddi olduğunu düşünmemiştim ama dolabından çantasına birkaç parça eşya doldururken gideceğimiz yerin kalmalık olacağını da hesaba katmamıştım açıkçası. Küçük bir kafede manzaraya karşı konuşabileceğimiz sessiz bir ortam olur sanıyordum ama sanırım onun kafasında standartın dışında bir şeyler vardı.

Öylece onu izlerken hala yatakta oturur vaziyette duruşumu fark edip toparlanmam için kolumdan çekiştirince kendime gelerek hazırlanmaya başladım. Dünyanın en hızlı hazırlanışı olmuştu, dişlerimi bile düzgünce fırçalayamamıştım.

Jungkook her şeyden emin olduğunda elimden tutup beni merdivenlerden sürüklercesine çekiştirerek mutfağa götürdü. Bayan Jeon hariç, bütün kardeşler mutfaktaydı. En az benim kadar şaşırmış, koşuşturmamızı anlamlandırmak için işlerini duraksatmışlardı. Benim için yine utanç verici bir andı çünkü beni her gördüklerinde oradan oraya sürükleniyordum, doğru düzgün konuşma fırsatını yakalayamamıştım.

Ablası Doyeon, masaya dolu bir kase koyarken bize kısa bir bakış atıp hepsinden hızlıca olayı kavramış, rahatsızlığımı hemen dile getirmişti "Çocuk bir karnını doyursaydı, daha geleli on saat olmadan dağa mı kaldırıyorsun?"

Dağ mı?

"Dağ mı?"

Karşılarında anlamayan gözlerle omegamla dağdan kastının ne olduğunu sorgularken Soyeon bana hafif bir sarılma verip kız kardeşini azarladı "Öyle söylenir mi şok oldu çocuk, duyan da kaçırıyor sanacak."

Dağa kaldırmak, kaçırmak... Gerçekten hiçbir şey anlamıyordum.

"Kaçırıyor zaten?"

"Nuna! Onu ürkütüyorsun, yapma."

Jungkook bez çantanın içine küçük saklama kaplarını doldururken uyarı yapınca Doyeon göz devirerek sandalyesine keyifle oturdu ve bana göz kırptı "Ne var canım, iki satır sohbet bile edemedik çocukla. Sabahın köründe alıp götürüyorsun. Bu dağa kaldırmak değil de ne?"

Insoo eliyle ağzını kapatıp kıkırtısını bastırmaya çalışırken onunla göz göze geldim ve Jungkook hemen bunu fark etmiş, uzakta oluşunu umursamadan "Sen az önce güldün mü?" diyerek ayağını uzattığı gibi omzunu sarsacak şekilde ittirmişti kız kardeşini. Tıpkı, Seokjin hyungun bana yaptığı gibiydi, bizim ağabey-kardeş ilişkimizin neredeyse aynısıydı.

"Oppa ya, ne vuruyorsun!?"

"Sus, oppana cevap verme. Oppanın vurduğu yerde gül biter."

"Siyah kuşağım ben, hiçbir şey yapamazsın."

"Bak hala konuşuyor. Sus bakayım."

Jungkook bu kez yemek çantalarını koluna takıp Insoo'nun arkasından geçerken kafasının tepesine yumruğuna sürtüp kızın özenle şekillendirilmiş saçlarını dağıttı ve bu işten koluna aldığı bir tokatla kolayca sıyrıldı. Kavgalarını izlemek, Seokjin hyungla kendimi izlemek gibiydi ve beni gülümseterek özlemle doldurmuştu.

Jungkook yanıma geldiğinde elimden tuttu ve "O zaman biz gidiyoruz. Yarın görüşürüz." diyerek el salladı, sonra bana zar zor veda etme şansı tanıyıp arabaya hızlıca sürükledi.

Büyük ve beyaz bir traktöre benzeyen arabanın ön kapısını benim için açıp kapattı, ardından çantaları arka koltuğa koyup arabanın etrafından dolanarak yerine yerleşti. Hareketleri hızlı ve aceleciydi, ben kemerimi takmaya uğraşırken çoktan kontağı çevirmişti bile ve hatta sürmeye de başlamıştı.

"İkidir beni sürüklüyorsun yanlarından, ayıp oluyor."

"Merak etme döndükten sonra bolca vaktin olacak."

"Nereye gidiyoruz peki? Çantalar, yemekler falan..."

"Seni dağa kaldırıyorum, mağarama."

Jungkook direksiyonu tutarken bana hiç dönmeden gülümsemesine hayretle baktım. Muzur çocuklar gibiydi, aramızda yaşanan ufak bir tartışma vardı ama yakınımda olunca her şeyi önemsizmiş gibi göstermişti bana. Söylediği şeyin şaka olduğunu bilsem bile onun ağzından duymak içimde gereksiz bir heyecan oluşturmuştu, omegam kıpır kıpırdı. Yine de elimle koluna vurdum "Şaka yapma, ciddi soruyorum."

"Tamam, tamam... Rahatça konuşacağımız bir yere gidiyoruz."

Cümlesine başlar başlamaz gözlerimi kaçırarak önüme döndüm ve kucağımdaki ellerimle montumun ucunu sıkıştırdım. Hava kardan dolayı aydınlıktı ama gittiğimiz yöne doğru hafifçe kara bulutlar vardı. Bu da içimi hiç rahat ettirmiyordu, huzursuz olmuştum. Kalbim karnıma inmiş gibiydi, düşüncelerimse kafamın içinde durmadan dönmeye başlamıştı.

Her şey fazla... kolay mıydı? Fazla iyi mi? Yoksa sadece bana mı öyle geliyordu? Tartışmıştık, ama buraya geldiğimde Jungkook'un yanındayken bir şeyler çok doğal, çok hafif hissediliyordu. Daha önce de böyle başlamıştı. Çok inandırıcı, çok güzel, sanki bu defa gerçekten farklı olacakmış gibi hissettiren bir başlangıç. Ta ki her şey tersine dönene kadar. Bir anda bitmişti. Aynı böyleydi, sakince konuşabileceğimiz okyanus kenarında bir bank, aydınlık ancak ileriden yaklaşan fırtınanın habercisi kara bulutlar... Her şey beni o güne götürüyordu. Daha da kötüsü bitmemiş gibi yapıp uzun süre yerimde saydıran, beni kendi içimde parça parça eden o dengesiz ilişkiye.

Aniden sessizliğin hakim olduğu arabanın içi kafamdaki o sessizliği paramparça eden bir sesle dağıldı. Ya yine böyle olursa?

Mesajlaşırken birbirimizi yanlış anladığımızı, benden ayrılmayı aklından bile geçirmediğini söylemişti ama sorgulamadan edemiyordum.

Rahatça konuşacağımız bir yer...

Bu kadar çok düşünmeyi istemiyordum ama zihnim beni dinlemiyordu. Bütün bu kötü senaryolar birbirine bağlanarak zihnimin içinde büyüyordu. Bir yandan da kendimi sakinleştirmeye, telkin etmeye çalışıyordum çünkü evet, bir noktada ona güvendiğim baskın bir yönüm vardı çünkü Jungkook bunu sağlamıştı.

Tamam, Taehyung, sakinleş. Jungkook senden ayrılmayı düşünmediğini söyledi, aklından bile geçirmedi. Ona güven, alfa hiçbir zaman güvenini boşa çıkartmadı.

Düşüncelerimin derinliklerine daldıkça nefes alışlarım ağırlaşmaya başladı, göğsümün içi sızladı. Feromonlarım farkında olmadan değişmiş olmalı ki Jungkook'un direksiyondan bana doğru eğilerek yüzüme bakmaya çalıştığını fark edip sağ tarafıma döndüm ama pes etmedi, bir sorun olduğunu fark ederek sordu.

"Ne oldu? Feromonların düzensizleşmeye başladı. Neden rahatsız oldun?"

Endişeli ses tonu, ondan bana doğru çeşitli hislerle akarken boğazım düğümlenmiş gibiydi. Sadece başımı iki yana salladım ve kısaca "Lütfen," dedim, sesim neredeyse bir fısıltı kadar alçaktı. "Gidene kadar konuşmasak olur mu."

Çünkü sana her ne kadar güvensem de kendimi kötüsüne de hazırlamam gerek ve bunu seninle hiçbir şey yokmuş gibi konuşurken yapamam.

Jungkook bir an sessiz kaldı, arada sırada göz attı, sonra gözlerini tekrar yola çevirdi, bir daha hiç bakmadı. Hiçbir şey de söylemedi. Kendimi kötü senaryolar da dahil bütün senaryolara hazırlamaya çalışıyordum. Eğer konuşmanın sonunda gerçekten biterse ne yapacağım hakkında bir fikrim yoktu. Aslında vardı... Muhtemelen Suho'da yaşadığım depresyon ve çöküş döneminden daha ağır olacaktı çünkü şu kısacık zaman diliminde onun kadar mükemmel bir alfanın hayatım boyunca karşıma çıkmayacağını biliyordum. Çıksa bile çiçeklerim hep sorun olacaktı işte...

Başımı koltuğa yaslayıp hafifçe cama doğru dönerek gözlerimi kapattığımda ondan bana doğru süzülen iç karartıcı feromon kokusu burnuma, oradan ciğerlerime yol aldı. Uyuyamayacağımı bilsem bile denedim ama hiçbir işe yaramadı. İşe yarayan tek şey, kafamda bütün senaryoları kötü sonla bitirmek oldu.

Yaklaşık olarak kırk dakika süren ama bir ömür gibi geçen araba yolculuğumuz, hırıltılı motor sesinin durmasıyla son bulunca gözlerimi aralayıp şöyle bir etrafa bakındım.

Çıktığımız sarsıntılı yollardan buranın gerçekten bir dağın yamacı olduğu belliydi. Etraf karla kaplıydı ve ağaçlar bir kartpostal gibi görünüyordu, çok güzeldi ve eğer düşüncelerim bu kadar negatif yoğunlukta olmasa burada olduğum için mutlu olduğumu söyleyebilirdim.

Jungkook arabadan inince birkaç saniye dışarıyı izledim ve sonunda cesaretim olmasa bile kapıyı açarak ben de çıktım. Arabanın arka tarafından yamaca doğru ilerlerken onu takipleyerek etrafı izledim. Yürüdüğümüz birkaç dakikanın ardından yüksek ağaçların arasında küçük, kulübemsi bir ev göründü.

O eve doğru kardan çıkan ayak seslerimiz hariç sessizliğimizi koruyarak yürürken soğuk yanaklarımı kesiyordu ama kalbimin sızısı kadar da sızlamıyordu.

Jungkook, kulübenin girişine uzanan tek merdivenli antreyi çıkıp cebinden çıkarttığı anahtarla kapıyı açarak içeri girdiğinde birkaç saniye bekledim ve öyle girdim.

Tamamen ahşaptan olan kulübenin içi tahmin ettiğim gibi tek odadan oluşuyordu. Kapının karşısında ahşaba uygun bir şömine alanı, önünde de yer yatağı, onun yanında da taşınabilir yer masası, soban, vardı. Sağ tarafında da küçük musluk, dolap, elektrikli bir ocakla küçük bir kapı bulunuyordu, sanırım burası da tuvaletti.

Fark ettiğim diğer detay, kulübe sadece Jungkook gibi kokuyordu. Ne omega ne de başka bir alfanın kokusu vardı ve belli ki uzun zamandır buranın sahibi sadece Jungkook'tu.

"On dakikaya ısınır, istersen çantada küçük şal var onu omuzlarına al üşümezsin."

Jungkook şömineyi yakmak için hızlıca hareket ederken ben de getirdiği yemek çantalarından küçük saklama kaplarını çıkartıp içlerini açtım. Normalde tercihim kimchiyi olduğu gibi yemektir ama sırf boş durup düşünmemek için elektrikli ocağa küçük dolapta bulduğum tencereyi koyup biraz susam yağında kavurmaya başladım. Onlar orada kavrulurken dediği gibi montumu çıkartıp kapının arkasındaki askıya astım, çantanın içinden şalı omuzlarıma koyup işime geri döndüm.

Kimchiyi kavururken burnuma yayılan susam yağı ve fermente lahana kokusu, kısa süreliğine düşüncelerimi bastırmama yardımcı oldu. Zaten girdiğimiz gibi buna girişmemin sebebi de buydu, kafamı dağıtmak, düşüncelerimden kurtulmak. İşe yaradı mı derseniz, pek yaradığını söyleyemezdim. Isınmaya başlayan kulübede, ocağın hafif cızırtısı ve şömineden gelen çıtırtılar huzurlu bir atmosfer yaratıyordu ama içimde kopan fırtına bundan çok uzaktı. Bu yüzden de düşüncelerim fazla yoğundu.

Göz ucuyla Jungkook'u izledim. Şömineyle uğraşıyordu, hareketleri bir yandan hızlı ve kendinden emin, bir yandan da sakinleştirici bir ritme sahipti. Onunla olmak, her zaman doğru hissettirmişti, şimdi de öyleydi, sakin kalabilmem için feromonlarını yatıştırıyordu.

Benim aksime rahat ve kendinden emin görünüyordu. Seul'de olduğu gibi ondan bana doğru iç karartıcı hisler akmıyordu.

"Bana kapının oradan odun sepetini getirir misin?" yumuşak sesi kulübeyi doldurduğunda ocağın altını kapatıp dediği sepeti dikkatlice aldım ve ağır olduğu için sürükleyerek Jungkook'un yanına götürdüm.

Gözlerimle kısa bir süre ateşi güzelce harlayarak daha fazla ısı elde etmek için verdiği uğraşı izledim ve sonra başımı hafifçe sallayıp doğruldum, küçük tezgaha yürüyüp saklama kaplarını birer birer önce tepsiye sonra yer masasına koymaya başladım.

Ellerim bunları yaparken mekanik bir şekilde hareket ediyordu. Aklımda sürekli düşünceler vardı ve artık ne kadar çoklarsa Jungkook'un bana seslenişini duymamış, bileğimi tutmasıyla irkilerek tencereyi devirmiştim.

O an refleks olarak eğilip dökülenleri temizlemeye başladım ama temizleyecek bir şey olmayınca Jungkook'un tutuşundan kurtulup bir bez aramak için tezgaha koşturup küçük bir bez bulur bulmaz yere eğilip yemek artığını toplamaya başladım. Farkında olmadan acele ediyordum çünkü durmak istemiyordum. Durursam korkularımın gerçek olacağını düşünüyordum.

"Taehyung," dedi Jungkook, sesi önce nazik ve sakin bir şekilde bileğimi tuttu "Bırakır mısın lütfen."

Kafamı kaldırmadan bezle ahşabı silmeye devam ettim. "Sorun değil," dedim hızla, sesim titriyordu ama belli etmemeye çalıştım. "Hallederim şimdi."

Jungkook bir öncekinden daha sert ancak canımı acıtmayacak şekilde beni tuttuğu gibi kendine döndürdü ve yüzüne bakmamı sağladı "Sana halledemezsin demedim, bırak dedim. Yeri silmeyi, çok fazla düşünmeyi, endişelerini..."

"Ama-" derken Jungkook beni kolumdan biraz çekerek yer yatağına doğru oturttu ve sözümü kesti "Ama ne? Neden bana güvenmiyorsun? Neden şimdi buraya senden ayrılmaya gelmişiz gibi davranıyorsun anlamıyorum. Üstelik sana böyle bir şey olmayacağını söylemişken."

Jungkook'un kelimeleri keskindi ve gözlerime baktığında biraz da kırgın olduğu belli oluyordu. Ona güvenmem için çabaladığını da biliyordum ama her ne kadar şu an böyle olsa da hislerinin içime akarak beni mahvettiği o zaman için bir sebep sunmuyordu. Bu da beni arada bırakıyordu.

"Kelimelerin ve hislerin birbiriyle çelişirken sana bu konuda güvenmemi nasıl beklersin?"

"Çünkü korkuyordum tamam mı? Bu şekilde olmamalıydı..."

Öfkelendiğimde ağlamak gibi bir huyum vardı, ya da kaçmak... Ancak elleri bileğime sarılıyle ve karla kaplı bir ormandayken bu pek mümkün değildi. Bu yüzden de gözlerim çoktan dolmaya başlamıştı.

Onu anlayamıyordum. Bu durumda korkması gereken kişi bendim ve hala bana olmaması gereken şeyden bahsediyordu. Ne anlamamı bekliyordu bilmiyordum ama gerçekten kafamda hiçbir şey oturtamıyordum.

"Olmayan şey ne Jungkook? Çiçeklerim mi, bir başkasıyla ruh eşi olmam mı, bu yüzden mi korktun? Başından beri bildiğin şey mi korkuttu seni yani, bu mu sorun?"

"Bunların hiçbiri benim için bir sorun değil, asla da olmadı omega ama çiçeklerini ısırdığımda... Tanrım..." soluğu kesilmiş gibi nefeslendi ve başını ellerinin arasına alarak iki yana hızla sallayıp bakışlarını bana çevirdiğinde gözlerinin kızardığını gördüm "İçgüdüseldi, alfam delirmiş gibiydi ve ben kendimi durduramadım. Tamamen bana ait olmanı istedim, o çiçekleri yok etmek istedim ve bunu yaptığım için benden nefret edeceğini düşündüm. Çünkü, yanlış anlamandan, seni istemediğimi düşünmenden korktum. Konuşursak ve bana düşündüğüm şeyleri söylersen ne yapacağımı bilmediğim için susmak ve ötelemek o an doğru geldi ama yanlıştı."

Ne kadar güçlü, ne kadar kendinden emin görünse de önümde tamamen savunmasızdı. Beni istemediğini düşündüğüm her saniye, o aslında beni kaybetmekten korkmuştu.

Burnumu çekerken onun endişesini hissettim, sanki ruhumun bir köşesinde yankılanıyordu. Söyledikleri, korkularını açıkça dile getirişi... Jungkook'u ilk defa böyle görmek beni sarsmıştı. Bu, aramızdaki bağın ağırlığını ve onun ne kadar karmaşık olduğunu anlamamı sağladı. Ama aynı zamanda her şeyin ne kadar yanlış anlaşıldığını da...

"Ben sandım ki..." diyerek cümleme başladığımda alt dudağımın titremesine engel olamadım "Sandım ki, çiçeklerime elin çarpınca ya da değince hissettiğin duygulardan yaşadığımız her şey hakkında pişman oldun. Çünkü beni ısırman çok hoşuma gitmişti, beni sana ait yapmak istemen, çiçekleri yok etmek istemen inanılmaz güzel bir histi ama seni hissettim, beni ısırdığında bütün hislerin içime aktı, oradaydı, pişman olmuştun ve bu beni mahvetti Jungkook."

Jungkook buruk ve kırgın bir gülümsemeyle elini yanağıma dayadığında söylediğim şeylere ilk kez pozitif bir karşılık almanın verdiği cesaretle elimi elinin üzerine koyduğum gibi devam ettim.

"Ben..Ben ne yapmam gerektiğini bilemedim, Busan'a davet ettiğinde bile isteksiz gibiydin. Kafamda kurduğum senaryoların hepsinde beni çiçeklerim yüzünden terk ettin. Hepsinde Jungkook, hepsinde pişmandın."

"Seninle olduğum için asla pişman olmadım Taehyung. Pişman olduğum tek şey, kızgınlığında sevişmemizdi. Çünkü sana kızgınlığın getirdiği o vahşi hislerle değil," derken sona doğru hafifçe fısıldamış, gözümün altını başparmağıyla temizleyerek şakaklarımı okşamıştı "Aşkımı belli edeceğim, en güzel, en doğal hislerle dokunmak isterdim. Parmak uçlarımı o güzel yüzünde dolaştırırdım," söylediği gibi narince dokundu yüzüme ve dudaklarıma doğru ilerledi "Dudaklarından yavaşça öperdim, seni sevdiğimi defalarca kez söylerdim ve sana düğümümü verirdim. Nefesinin kesildiği her ana şahit olmak için bir saniye bile gözlerimi ayırmazdım seninkilerden. Seni kimsenin sevemeyeceği kadar çok severdim, omega ve bunu hissettirmek için elimden geleni yapardım."

Benim gibi gözlerinden yaşlar süzülmüyordu ama gözleri hafifçe nemlenmişti ve burnu hafifçe kızarmış, arada çekip duruyordu. Çok güzeldi, beni sevme biçimini ifade edişi, istediği ve yapamadığı şeyleri anlatırkenki ses tonu... Onun gibi birine sahip olmak, sevgisini hissetmek ve verdiği güvenin sağlamlığını görmek... Jungkook, bambaşkaydı.

Derince bir iç çekerek dudaklarının köşesinden birini kıvırdığında ona sarılmak için yaklaştım ve yüzümü boynuna gömerek kokusunu içime çektim. Jungkook'un elleri yavaşça belimi bulup biçimsiz duruşumuzu düzeltmek için beni yönlendirince kucağına çıktım ve doğrudan yüzüne baktım.

Ellerimden birini yüzüne dökülen saçlarını kulaklarının arkasına sıkıştırmak için kullandım, diğeriyle ise yüzüne dokundum. Tıpkı söylediği gibi, ben de aynı şeyleri düşünüyordum, kızgınlığımda olmasaydı işler çok daha farklı olurdu. Şanssız bir tesadüftü ama onu bu kadar sevdiğimi hissetmemi sağlayan en büyük etkenlerden de biriydi belki de.

"Seni tahmin edemeyeceğin kadar çok seviyorum omega. Her şeyinle..."

Gülümsedim ve dudaklarının köşesini hafifçe okşadım "Ben de seni çok seviyorum alfa. Seni ve sana dair her şeyi, çok ama çok seviyorum."

Parmağımın ucundaki dudağının köşesi biraz daha genişledi ve gözleri gökteki yıldızlar gibi parıl parıl parladı. Hiç konuşmadı ama söylemek istediklerini zaten hissettim... Kafamdaki kötü düşünceler o ateşin içinde eridi, yerine aramızdaki bağın gücü doldu.

Kafamdaki bütün karmaşa, bütün kötü senaryolar birer birer çözülmeye, mutlu sona erişmeye başladı. Jungkook'un sıcaklığı, bakışlarındaki samimiyet, kelimelerindeki dürüstlük... Bütün bu karmaşanın arasında birbirimizi bulduğumuzu hissettim. Sadece o ve ben vardık. Korkularımız, hatalarımız, sevgiyle yoğrulmuştu. Evet, hâlâ korkularımız vardı belki ama ilk defa birbirimize gerçekten bakıyorduk.

Alnını alnıma dayayıp nefeslenirken bana sevgisini gösterdiği en saf haline, o güzel, ışıltılı gözlerine yumuşak bakışlarla karşılık verip dudaklarımı onunkilerin üzerine kısaca bastırdım ve geri çekildim. Parmak uçlarımla hala yüzüne dokunuyordum, Jungkook'un nefesi dudaklarıma değiyordu ve feromonları burnuma doluyordu.

"O zaman," diye fısıldarken ister istemez anın verdiği heyecanla sesim titremiş, dudaklarım onunkilere sürtmüştü "Söylediğin gibi, beni nasıl seveceğini gösterir misin? Çünkü ben de seni nasıl seveceğimi, bu kez en doğru şekilde göstermek istiyorum."

Jungkook parmak uçlarını usulca yanağımdan aşağı kaydırıp çeneme, oradan da alt dudağıma doğru ilerletti. Dokunuşu öylesine nazik ve sevgi doluydu ki, bu küçük hareket bile kalbimin hızlanmasına yetmişti. Gözleri gözlerimden hiç ayrılmamıştı.

Başparmağıyla alt dudağımı hafifçe okşarken fısıldar gibi konuştu. "Seni, hak ettiğin gibi seveceğim, omega. Öyle seveceğim ki, bir daha asla şüpheye düşmeyeceksin."

Sesi yumuşak ama bir o kadar da derindi. Sözcükler kulağımdan kalbime işlediğinde kendimi tamamen ona bırakmaktan başka bir şey yapamayacağımı anladım. Dudaklarıma uzandı ve beni öptü. İçinde binlerce duygu taşıyan, beni hem kırılgan hem de tamamlanmış hissettiren bir öpücükle tüm korkularım, tüm tereddütlerim birer birer yok oldu. Ve bir şeyden emin oldum.

Jungkook, hissettiğim diğer yarım ve sahip olduğum en doğru şeydi.

***

 

ResimLink - Resim Yükle

372beğeni

kthvante: 💖

(bu gönderi yoruma kapalıdır)

 

***

 

ResimLink - Resim Yükle

308 beğenme

jeon: he got some dangerous hobbies, like chasin' after the sun and making me fall in love ☀️

(bu gönderi yoruma kapalıdır)

***

 

 

Chapter 24: alfanın sevgisi ve busan'a hoş geldin hediyesi

Chapter Text

 

ResimLink - Resim Yükle

[yetişkin içerik]

 

Geçmişi düşündüğümde hiçbir ilişkimde sevildiğimi tam anlamıyla hissetmemiştim. Kimsenin dokunuşu, parmaklarını tenimde gezdirişi, dudaklarının sıcaklığı Jungkook'unki gibi değildi. Beni öperken tuttuğu çenemdeki elleri o kadar nazikti ki sanki bedenime bir kuş tüyü sürtünerek beni gülümsetiyordu. Sadece o da değil, diğer eli de kapüşonlumun içinden içime giydiğim iki kat kıyafeti aşmayı başarmış, çıplak belimi okşuyordu. Bana sevebileceği, sevgisini hissettirebileceği her şekilde dokunuyordu.

Parmak uçlarımı yanaklarından omuzlarına indirip dudaklarını aralaması için dilimi kullandığımda itiraz etmeden yaptı. Ve ben de kalçalarının yanındaki dizlerimi biraz ona doğru yaklaştırıp kucağına daha yakın bir şekilde yerleştirerek dudaklarını daha önce hiç keşfetmemiş gibi öpmeye devam ettim.

Dakikalardır böyleydik, dudaklarıma karışan tadı bağımlılık vericiydi ve nefes nefese kalsam bile ondan ayrılmak, seçeneklerimin arasında değildi. Çünkü dili ağzımın içinde her hareket ettiğinde ıslak seslerimizi arttırması daha fazlasını istememe sebep oluyordu.

Jungkook, alt dudağımı hafifçe ısırırken belimdeki parmaklarını biraz yukarıya, omurgama doğru çıkartarak bütün bedenimin hassaslaşıp titremesine sebep olunca istemsizce ağzının içine hafif bir inleme bırakıp kendimi ona bastırma gereği duydum. Aynı anda omzunu sıkıştırdım.

Yüzümdeki eli enseme doğru kayarak beni hiç istemediğim bir şekilde hafifçe geriye çekti. Birkaç küçük, kısa öpücük kondurarak ondan nefes nefese ayrıldım ve göz kapaklarım titreyerek gözlerine baktım. Şöminenin harlı ateşinden yansıyan parlaklık, gözlerinin çevresinde kızıllığı ön plana çıkartarak tehlikeli bir ifade katıyordu ona ve bakışlarında kalbimi durduracak kadar yoğun bir arzu vardı.

Bunu nasıl yapabiliyordu bilmiyorum ama yüzüme dökülen saçlarımı geriye doğru hafif hafif ittirken bana dünyanın en özel, en güzel insanıymışım gibi bakıyor, gözlerini bütün hatlarımda cesurca dolaştırarak utançtan kıpkırmızı olmamı sağlıyordu.

Dokunuşları altında başımı eğip alt dudağımı ısırma gereği duydum ama Jungkook'un elleri buna engel oldu, önce elinin tersiyle elmacık kemiklerimi okşadı ve "Utandığın zaman hep buralar pembeleşiyor," diyerek başparmağını, ısırdığım dudağına bastırdı "Ve dudaklarını ısırıyorsun."

Soluklarım hızlandı, bedenimin tamamı ısındı ama sanki hiç oksijenim yokmuş gibi nefes alamadım, hava buz gibiymiş gibi titredim. Jungkook'un sırtımdaki parmakları omurga çizgimin üzerinde aşağıya bir hayalet dokunuşları gerçekleştirirken dudaklarını kulağıma yaklaştırıp burnunu hafifçe sürttü ve "Dokunuşlarıma verdiğin tepkiler hoşuma gidiyor," derken derin bir ses tonuyla devam etti konuşmasına "Ya senin? Hoşuna gidiyor mu?" boynumu ve koku bezlerimi öpüp yalarken kesik bir nefes aldım "İyi hissediyor musun?"

Tanrım...

İyiydim, hayatımda hiç iyi olmadığım kadar hem de. Ona karşı yaptığım her hareketimi oldukça detaylı gözlemlemişti ve beni delirtecek kadar da başarılı dokunuşlara sahipti. Kötü olma ihtimalim bile yoktu, aksine daha fazlası için delirmek üzereydim ama yavaş olmak istiyordum, söylediği gibi bu anın tadını çıkartmak ve ona saf duygularla dokunup bana saf duygularla dokunmasının keyfini çıkartmak istiyordum.

Dudaklarımdan hafif bir mırıldı çıktı cevap olarak fakat bu Jungkook için yeterli olmamış olmalı ki ellerinden biri belimi sert olmacak şekilde kavradı. Diğeri ise eşofmanımın içine, oradan da iç çamaşırımın arasına yavaşça süzülerek kalçamı avuçladı.

"Sesini duymama izin ver omega."

Evet.

"Evet!" diyerek daha yüksek sesle inlerken omegamın hisleriyle kendi hislerime tercüman olmuştum ve kendimi ona bastırmaya çalışmıştım "O-o kadar iyi hissediyorum ki..."

Jungkook'un boğuk kıkırtısı ruhuma sahip olmak için zaman kollayan bir şeytan kadar kurnazdı, elleri ise bir o kadar becerikli ve oyuncu. Bana istediğim doluluğu vermenin henüz erken oluşundan dolayı elleri çamaşırımın içinden ayrılıp kapüşonlumun ucunu kavradı ve üzerimi çıkarttı. Ona uyum sağlayarak ben de onunkini çıkarttım ve hızlıca ayrı kaldığımız saniyelerin telafisini öpücükle sağladım.

Dudaklarını aralayarak beni ıslak seslerle öpüp bazen de ufak ufak ısırırken elleri eşofman altımı çıkarmak için hareketlendi. Dizlerimin üzerine kalkıp çıkartması için yardımcı oldum ve bütünüyle çıplak kalmaktan utanmadım. Aynı şekilde o da üzerini çıkartmam için hamle yaptığımda hemen karşıladı ve küçük kulübenin herhangi bir noktasına kıyafetlerini gönderdi. Şimdi ikimizde iç çamaşırlarımızlaydık ve öpüşmemize soluksuzca devam ediyorduk.

Yavaştık ancak yine de birbirimizle yarışıyorduk ve ben her seferinde onun yüzünden kaybediyordum. Elleri kalçalarımı öyle bir sıkıyordu ki kalbim ağzımda atıyordu ve diğer eli çıplak bacaklarımı okşarken aklımı yitirmemek için büyük bir mücadele veriyordum.

Jungkook dudaklarının yönünü çeneme, oradan boynuma doğru ısırıklarla ilerleterek omuz başlarıma küçük öpücükler kondurdu. Öpülmedik tek bir nokta bırakmadı ve sonra göğsüme doğru indi. Dişleri acıtmayan ancak inlememi sağlayan bir ısırıkla göğüs uçlarımı yakaladığında can havliyle saçlarına asılıp derince bir nefes aldım ve başımı geriye attım.

Şöminenin çatırtısı, Jungkook'un güçlü nefesleri ve göğsümü emerken çıkarttığı sesler yüzünden içimden taşıp büyüyen hislerle inledim.

Öpüşü, ısırışı, yalayışı... Duygularım çok yoğundu, dudakları da tehlikeli. Beni mahvediyordu, ona ulaşmak için saçlarını çekiştirip duruyordum ama emmeyi asla bırakmıyordu ve ah, eli çoktan iç çamaşırımın arasından süzülerek ıslanmaya başlamış kalçalarımın arasına yerleşmişti bile. Parmağını tam orada hissediyordum, hafif hafif okşayarak kaşınmaya başlayan içimi dolduracağının hazırlığını yapıyordu. Beni tam anlamıyla kucağında kıvrandırıyordu.

"Alfa..." derken sesim yalvarır gibiydi "Lütfen..."

"Shh..." Jungkook belli belirsiz bir fısıltıyla geri çekildiğinde irislerini çevrelemiş kızıllıklarla bana yoğun bir tutkuyla baktı ve orta parmağını alt dudağıma bastırıp aralamamı sağladı "Güzelce ıslat. Seni hazırlamam gerek.,"

Orta parmağını boğazımın gerisine doğru birkaç kere ittirip çekerken dediği gibi yaptım. Alabileceğim en son noktaya kadar alıp dilimi parmağının etrafına doladım ve çıkartıp geri aldım. Ancak sadece bununla kalmadım, ellerimden biri iç güdülerimle hareket etti çünkü o nasıl ki beni tatmin etmek için uğraşıyorsa ben de aynısını istiyordum. Baksırını zorlayan sertleşmiş penisini okşayıp onu testislerinden kavradığımda kasıldığını fark etmem böylece doğru yolda olduğumu anlamamı sağladı. Sanki emdiğim şey parmağı değil de kendisiymiş gibi keyif aldığım mırıltılarla iki işime de devam ettim.

Jungkook'un tutuşları sıkılaştı ve gittikçe büyümeye başladı. Benim ıslandığım gibi onun da ıslandığını kumaş parçasının neminden anlıyordum ve bir an önce içimdeki yerini almasını diliyordum. Bu yüzden de olabilecek en iyi şekilde bunu yapmaya çalışıyordum.

Jungkook parmakların ıslaklığının artık yeterli olduğunu düşünmüş olmalı ki iç çamaşırımı kenara ittirip parmağının ucunu hafifçe içeri ittirdi.

İstemsizce irkildim ve Jungkook'un omuzlarına tutunup parmağından kaçındım ama beni kalçamdan tuttu ve gözlerimin içinden ayrılmadan orta parmağını içeri ittirdi. Yüzüne doğru arsızca nefesim kesilerek inledim. Omega sıvım bana daha dokunmadan onun için fazlasıyla açıklığımı ıslatmıştı ki onu sarmakta zorlanmadım fakat içim çok kaşınıyordu. Beni nasıl zorladığını, penisinin içimi nasıl doldurduğunu ve içime akarkenki sıcaklığını çok iyi bildiğim için parmağı yetersiz geliyordu.

Jungkook orta parmağının yanına yüzük parmağını hazırlıksız olduğum bir anda eklediğinde hırıltıyla inledim, ilerlettikçe de yüzümü de omzuna gömerek hafifçe ısırdım..

Canını yakmış olmalıyım ki sırtımı parmak uçlarıyla okşamaya başladı sakin olmam için ama mümkün değildi. Deliriyordum.. İçimdeki git-gel hareketlerine alışmak için ona uyum sağlamaya çalışarak kalçalarımı hareket ettirirken kelimenin tam anlamıyla kafayı yiyecek gibi hissediyordum. Elimle omzuna tırnaklarımı geçirerek hafifçe hıçkırmaya başlamıştım bile. Üstelik henüz sadece parmakları içimdeydi. Bu yüzden de uzunluğuna tuttuğum elim düzensizce onu okşuyordu ama durumdan memnun olduğunu tıpkı benim gibi inleyişlerinden anlayabiliyordum sadece benim aksime nefesleri daha kontrollüydü.

Jungkook burnuyla koku bezlerimi soluyup omzuma doğru öpücüklerini sürdürürken bazen de yalayarak "Çok güzelsin." diye mırıldanıyordu. O anlarda dişlerini tenime geçirmesini o kadar çok istiyordum ki nefesim kesiliyordu bana hissettirdikleri yüzünden.

Sırtımı okşayan elleri aramıza uzandı ve uzunluğundaki elimi ittirerek baksırını sıyırdı. Hareketlerine uyum sağlamakta gecikmedim ve parmakları hala içimde hareketlerini sürdürürken kendimi ona bastırırken buldum, sabırsızca bir şeyler yapmasını bekledim.

Ancak beklediğimin aksine "Omega," deyip elini enseme yönlendirerek tuttu ve beni boynundan ayırarak gözlerime baktı. Gözlerindeki kızıllık artmaya başlarken alfanın bana kendini gösterişini kabul ettim ve omegama izin verdim, gözlerinde kendi gözlerimin renginin değişimini izledim ve yemin ederim bir an, çok kısa bir an onu gördüm. Kıpkırmızı gözleri, uçlarında yer yer hafifçe kızıllık olan simsiyah tüyleriyle bana bakıyordu, ruhuma, omegama. Bu durum beni o kadar sarstı ki, gözlerimi kaçırma gereği duydum ama Jungkook sözleriyle engel oldu.

"Gözlerini kaçırma," dedi ve elinin tersiyle tüylerimi diken diken edecek bir yavaşlıkla boştan kalan eliyle bileklerime doğru indi "Bütün bu an boyunca gözlerime bakmanı istiyorum. Seni severken, hiçbir anını kaçırmayı ve kaçırmanı istemiyorum."

Bileklerime ulaştığında onları nazikçe tutup boynuna sarılmam için kaldırdı ve sonra diğerine de aynısını yaparak belime sarıldı. Uzunluğunu konumlayıp kalçalarımın arasındaki yerini aldı, sonunda onu hissetmek heyecan verici bir telaşa kapılmama neden olmuştu ama söylediği gibi, kaçınmadım. Gözlerim gözlerinden asla ayrılmadı.

Yavaşça, çok yavaşça dizlerimi alçaltıp uzunluğunu kabul ettim. Doluluk hissi giderek arttı ve duvarlarım sızlarken bakıştığım o anı istemsizce koparmış bulundum, gözlerim geriye doğru kayarak yüksek sesli bir inleme bırakıp Jungkook'un omuzlarına tırnaklarını geçirip göğsüne doğru indirdim.

İnanılmaz bir histi. Bütünüyle içimdeydi ve kucağında hafif bir ritimle zıplarken bana bir süre sonra kafayı yedirtecek o noktayı ufak ufak darbelemeye başlamıştı bile. Gözlerimdeki ıslaklıktan hissedebiliyordum o duygusallığın yakınlığını.

Bir süre başımı geriye atıp içimdeki hareketlerine odaklanarak ona yeniden bakmak için gözlerimi aralayınca Jungkook'un da aynı şekildeydi olduğunu gördüm,, artık gözleri kızılın en tehlikeli tonuna bürünmüştü. Beni tutuşu biraz sıkılaşmıştı ancak hala aynı nezaketteydi. Beni dünyanın en narin şeyiymişim gibi tutuyordu, beni dünyanın en değerli varlığıymışım gibi koruyordu ve bana bir sanat eseriymişim gibi davranıyordu. Feromonları da bütün kulübeyi sarmalamıştı ama beni boğmuyordu, aksine üzerimde öyle güzel dolanıyordu ki o tatlı noktaya eriştiğinde dudaklarım kıvrılarak yüzüne doğru gülüp, inlemiştim.

Jungkook'un gözlerindeki parlaklık gökyüzündeki yıldız kümelerinden bile daha çok ışık saçarak üzerimde dolandı ve bana "Duyduğum en güzel ses," diyerek boynumu kokladı "Soluduğum en güzel koku," dili boynumdan çeneme kadar ıslak bir yol çizdi sonra da orayı dişledi "En güzel tat..."

Kelimelerinin üzerimdeki etkisi büyüktü. Söylediği gibi, bana sevgisini o kadar iyi gösteriyordu ki ona nasıl karşılık vereceğimi bilmiyordum. Sevgisi altından eziliyordum ve sadece onun olmak istiyordum.

"Jungkook," diyerek ona seslenmeye çalışırken kalçamı kendine tamamen bastırarak sesimin titremesine sebep oldu ve yeniden gözlerime ulaşınca bana saf bir tutkuyla bakarak cevap verdi "Seni sevdiğimi keşke ilk böyle gösterebilseydim."

Hem baskıladığı o noktadan uzaklaşmamak hem de gözlerinden kopmamak için artık oturup kalkmak yerine kalçalarımı ileri-geri hareket ettirmeye başlayıp elimi yanağına yasladım. Jungkook hızlıca avcumun içini öpüp boğazının gerisinden bu andan keyif alan bir ses çıkartarak kalçamı sıktı ve içimden çıkmadan sırtımdan destek vererek geriye, yatağa doğru yatırdı beni. Hareketlerindeki ritim kucağında olduğumdan daha farklı, daha hızlı bir ritme dönüştü ancak bana dokunuşlarını bir an olsun kesmedi.

Bacaklarımı kalçalarının iki yanına sürtüp bir elimi tıpkı bana yaptığı gibi kollarında dolaştırarak gülümsedim ve sırtını okşadım. Jungkook ise derinliğini arttırmak için bacaklarımdan birini göğsüme doğru bastırıp omzuna koydu ve ellerini bileklerime doğru götürüp parmaklarımızı iç içe geçirerek kendini biraz daha ittirdi.

Baskısıyla ona doğru kıvrılıp gülümsedim. Beni hayranca izleyerek sırtındaki elimi yanağına koyup "Beni sevdiğini zaten yeterince hissettiriyorsun Jungkook." diye fısıldadım.

Kelimelerile birlikte kasları rahatladı ve ellerimizden güç alarak içimdeki yerini hızlıca belli etmeye çalıştı, duygularımı en üste çıkarttı.

Göğsü sık sık inip kalkıyor, her darbesiyle nefesleri sıklaşıyordu. İkimiz de neredeyse sarsılmak üzereydik ve sona ulaşabilmek için artık göz temasımızı koparmaya başlamıştık. Aşağıda duran ayağımın topuğuyla kalçalarını içime doğru ittiriyordum ve o bana çarptıkça çıkan sese inlemelerimiz eşlik ediyordu.

"Lütfen," diye çığlık atarak ağlamaya başladığımda boynuna doğru sarılıp tırnaklarımı hafifçe sırtına geçirdim ve hıçkırdım "Lütfen, lütfen alfa..."

"Siktir, ah."

Boğazının gerisinden çıkan ilkel seslere engel olamayarak kasılmaya başladı, boynundaki damarlar belirginleşti ve feromonları bana doğru saldırıya geçti. Ama iyiydim, hayatımın en güzel sevişmesini yaşıyordum. Jungkook, içime her vurduğunda adını söyleyerek ona yalvarıyordum ama o asla durmuyordu.

Sızlayan penisim ve içimdeki doluluk yüzünden duygusal bir arbedenin içerisinde mücadele veriyordum. İçime doğru akmasını, bana kenetlenmesini istiyordum ve beni ısırmasını. Tıpkı kızgınlığımda yaptığı gibi onu hissedebileceğim ısırıklarla kuşatılmayı...

Son kez kalçamı yere çarptıracak bir hızla içime hızla vurduğunda boynundaki kollarım güçsüzce çözüldü ve çığlık atarak boşaldım. Peşimden o da boşaldı ama aynı anda düğümünün içime yerleşerek kenetlenip şiştiği an göz göze geldik. Gözlerim acıyla kocaman oldu ve istemsizce acı yüzünden onu ittirdim.

Jungkook uzunca boşalırken nefes nefese kalmıştı ve düğüm yüzünden sersemlediği için toparlanması uzun sürmüştü ancak ondan uzaklaşmamam için de kalçalarımı sıkıca tutuyordu. Ve muhtemelen de tuttuğu yerler moraracağı için bundan memnun değildi. Alfasıyla bunun yüzümden mücadele ettiği gözlerinin kızıllığından belliydi ve kendine geldiği anda dirseklerini omzumun üstüne yaslayıp bana tepeden bakarak "İyi misin?" diye sormuştu. Sonra da eliyle ıslanmış saçlarımı geri ittirmişti "Canını yaktım mı?"

"H-hayır. Sadece biraz acıyor."

"Üzgünüm, kendimi tutamadım."

"Olma."

Acıdığı doğruydu ama katlanılamayacak kadar da değildi ve bunu seviyordum. Bu bağlanma hissini, içindeki o doluluğu, düğüm aracılığıyla içime doğru akmasını, her birinden çok hoşlanıyordum ve onun da bundan hoşlanıp, kendini tutamadığı için üzgün olmasını istemiyordum.

"Çünkü hoşuma gidiyor. Omegamın da öyle, korunma aşıma rağmen içimi bebeklerinle doldurmandan keyif alıyoruz," derken burnumu çektim ve şakaklarıma doğru yol alan gözyaşlarımı titreyen ellerimle temizlemeye çalıştım "Gerçekten... Beni ısırman ve düğümünü vermen gerçekten hoşumuza gidiyor alfa, tamamen seninmişim gibi hissettiriyor."

"Zaten tamamen benim değil misin?"

"Öyleyim," dedim hayran bakışlarına aynı şekilde karşılık verirken ve gülümsedim. Sonra uzanıp ince dudaklarının bütün kıvrımlarının tadını çıkara çıkara öptüm onu. Uzun uzun, keyifle dilinin ağzımın içinde dolanmasına izin verdim.

Jungkook geri çekilirken birkaç küçük öpücük kondurmayı ihmal etmedi ve hala daha düğümü sürdüğü için dudaklarını mahcup bir tavırla içe katladı "Düğümün çözülmesi sandığımdan uzun sürecek sanırım."

"Sorun değil, o kadar da acımıyor artık," derken aslında yalan söylüyordum. Acıyordu ama alıştığım için gözyaşlarım durmuştu sadece ama bunda Jungkook'un öpücüklerinin de faydası vardı, beni rahatlatıyordu.

"Yerlerimizi değiştirmek ister misin peki, daha rahat edersin?"

"Olabilir."

"Gel bakalım." diyerek belimden destekleyip göğsüne yatabileceğim şekilde sırt üstü uzandı ve hızlıca yorganı üzerimize çekti. Hareketi yüzünden düğümü zorlaması canımı yaksa da çok tepki vermemeye çalıştım ama Jungkook hemen anlamış, kalçamı hafif hafif okşayarak başımın tepesini öpmeyi ihmal etmemişti "Biraz hızlı davrandım, üzgünüm."

"Özür dileme artık lütfen, sadece sarıl bana Jungkook. Sessizce bu anın tadını çıkartalım olur mu?"

"Eğer güzelim öyle istiyorsa, olur tabii."

Jungkook'un kalçamı okşayan ellerinden biri çıplak sırtıma sarıldı ve sıvazlayarak beni mayıştırmaya başladı. Mırıltıyla göğsüne doğru kıvrıldım, keyifle gülümsedim. İçimdeki düğümün rahatsız edici doluluğu git gide azalmaya başlayarak yerini tatlı bir sızıya bırakırken duygusal ve fiziksel yorgunluk beni yavaşça ele geçirdi. Hiç uykum olmasa bile sıcaklığı ve parmaklarının tenimde dolanışı sayesinde çok geçmeden gözlerim kapandı.

Yeniden uyandığımda doğan güneş tam anlamıyla tepeye ulaşmış, sabah gördüğüm karanlık kar bulutları tıpkı Jungkook'la çözdüğümüz problemlerimiz gibi dağılmıştı. Hatta kulübenin içi küçük kuşların şakımalarıyla dolmaktaydı.

Jungkook'un kolları arasında dönerek bacaklarımı yorganın altından onunkilere hafifçe sürttüm ve dirseğimin üzerinde doğruldum. Kalçalarım ağırdan alsak da hafif hafif sızlıyordu ama bu onu izlemem için engel değildi.

Uyuduğu için feromonları düzensizce yayılıyordu ve tatlı çikolata kokusu benim vanilyalı feromonlarımla karıştığı için mi bilmiyorum ama gözüme o kadar öpülesi geliyordu ki ona biraz daha sokulup yanağından ufak bir buse aldım. Ama yeterli gelmedi, bir tane daha buse aldım ve sonra buna bir sınır getirip dudaklarımı yüzündeki benlerin üzerine değdirdim. En sonunda ise dudağının altındakini öptüğümde Jungkook'un boğuk, uykulu kıkırtısıyla birlikte gözleri aralandı ve irkilmemi sağladı. Kendini o kadar iyi saklıyordu ki feromonlarından bile uyanık olduğunu anlayamıyordum.

Elimle göğsüne vurup "Çok kötüsün, korktum." dediğimde geri çekilemeden hızlıca dudaklarımızı birleştirip yastığa başını koydu.

"Fırsatım varken değerlendirdim diye beni yargılayamazsın."

"Dudağından öpmemi bekledin değil mi?"

"Güzel bir uyandırılma şekliydi, bunu da kaçıramazdım. Bir daha öpsene bakayım?"

Kıkırdayarak ona doğru uzandım ve belimden tutup tam anlamıyla beni kendine çekmesine izin verdim. Ardından ise seri halde öpücükler kondurdum dudağına. En son Jungkook ayrılmamak üzere dudaklarını benimkilere kapatışına sakince uyum sağlayıp karşılık verdim.

Öpüşmemizin verdiği dinginlikle birbirimize yakınlığımızı arttınca Jungkook'un elleri göğsümü, belimin kıvrımını ve kalçalarımı okşayıp durdu. Dokunuşları öyle güzel, öyle nazikti ki eriyip gitmemek imkansızdı ve kalbimi titretiyordu.

Üzerime doğru eğilerek pozisyonlarımızı biraz değiştirdiğinde bana üstten bakacağı şekilde kolunu yasladı ve başını yumruğuna dayayıp dağılmış saçlarını yüzümden ittirdi.

"Böyle olduğumuz için çok iyi hissediyorum Taehyung." diye mırıldanırken bakışlarına utangaç bir gülümse vererek gözlerimi kırptım.

"Ben de öyle... Ben..." sesim biraz az çıksa da Jungkook'la açık konuşabilmenin verdiği güven yüzünden o cesarete biraz da olsa sahiptim artık "Benim için ilişkilerde bir sorun olduğunda konuşmak çok zor. Bunu konuşarak çözmemiz benim için çok değerli."

"Benimle her şeyi konuşmanı istiyorum. Bu konu bir istisnaydı, benim de hatam vardı kabul ediyorum, seninle konuşmam gerekirdi. Çünkü birbirimizi yanlış anladığımız durumlar bizi incitirse sonrasında toparlamak zorlaşabilir ve günün sonunda güven denilen o şey sarsılır." saçlarımı okşayan elleri omuzlarıma inip aşağı yukarı hareket ederken temkinle devam etti "Birbirimizin güvenini sarsmayalım, ne olursa olsun konuşalım istiyorum. Bu konuda anlaşalım mı?"

"Anlaşalım." dedim ona ve çenesinden öptüm "Geçtiğimiz üç gün gerçekten hayatımın en kötü günüydü."

"Benim için de öyleydi güzelim."

"Kafamda o kadar çok düşünce vardı ki... Şimdi hepsi komik geliyor."

"Ama şimdi konuştuk ve düzelttik, aynı şeyler yaşanmayacak. İkimiz de buna dikkat edeceğiz."

"Evet, öyle, aynı şeylerin yaşanmasını istemiyorum." yeniden duygusallaşmaya başladığım için yüzümü boynuna gömdüm "Seni gerçekten çok seviyorum Jungkook, beni buraya ayrılmak için getirseydin de muhtemelen yine seni severdim."

Jungkook'un göğsü gülerken titredi "O zaman benden nefret etmen gerekirdi, aptal."

"İşte ben de böyle enayiyim. Beni kendine bu kadar bağlamasaydın."

"Eh, ben de biraz öyle olduğunu söyleyebilirim. En azından sana karşı."

"Benim kadar olamazsın."

"Bilmek istemezsin, omega."

"Belki istiyorumdur?" derken parmaklarımı göğsündeki yıldırıma benzeyen dövmesine değmeden köşelerinde gezdirdim. Nedense her gördüğümde yıldırımlar daha da yukarı ve aşağı uzanıyor gibi duruyordu bu yüzden dikkatim dağılmış, sorma gereği duymuştum "Bu dövmen diğerlerinden çok farklı görünüyor."

"Nasıl farklı?"

Yıldırımın küçük çıkıntılarına dokunurken nedensizce kalp atışlarım hızlanmıştı ve parmak uçlarımdan bütün bedenime bir karıncalanma hissi yayılmıştı.

"Diğerleri de senin bir parçan, ama bu sanki olması gerektiği gibi, seninle daha bütün gibi. Ama şey, ilk gördüğümde böyle değildi sanki, eklemeler mi yaptın?"

"Evet."

"Neden hepsini tamamlamıyorsun?"

Jungkook'un feromonları belirgin düzeyde artış gösterdiğinde dövmesine dokunduğum elimi alarak parmaklarımızı iç içe geçirdi ve yüzüme bakmak için kendini hafifçe geri çekti. Gözleri ışıl ışıldı, her zamankinde daha farklı bakıyordu ama bunun nedenini çözememiştim.

"Sen tamamlamak ister misin?"

"Ben mi?" diye sordum sorusuna karşılık şaşkınca "Dövme yapmayı bilmiyorum ki."

"Denemeden bilemezsin."

"Yani bilemedim, denerim ama yanlış bir şey yaparsam silemeyiz ya da sonrasında düzeltmek için aklındakinden daha farklı bir şeye dönüştürmek canını sıkmazsa bana gösterebilirsin."

"Seul'e dönünce bunun hakkında konuşuruz o zaman." derken tuttuğu elimi dudaklarına götürüp dikkatlice öptü ve sırtım göğsüne gelecek şekilde döndürüp şömineye yaklaştırdı. Hareketlerine uyum sağladım ve bizi kaşık pozisyonuna sokmasına izin verdim.

Jungkook'un bacaklarımı kendi bacaklarının arasına sokarken üzerimize örttüğü ana kadar neden pozisyonumuzu değiştirdiğini anlamamıştım ama sırtımın açıkta kalan yerleri üşümüş, kollarım ve omuzlarım yorganın sıcağıyla beni rahatlatmıştı. Üşüdüğümü ben bile fark etmemiştim ama o bir şekilde bunu anlamıştı. Beni bu kadar iyi incelemesi, farkında olmadığım şeyleri görmesi ve hızlıca harekete geçiyor oluşu yüzünden yanağımı yaslandığım koluna sürttüm "Teşekkür ederim, fark etmemiştim."

Jungkook bir şey söylemedi ama dudakları nazikçe boynumu öptü. Sıcak nefesini dakikalarca boynumda dolaştırarak da oradan bir süre ayrılmadı. Hatta bir ara çiçeklerimin çevresindeki dokunuşlarını hissedince aklıma beni ısırdığı görüntüler doldu ve o andan ne kadar hoşlandığımı hatırlayarak yeniden istediğimi fark ettim. Kafamın en net köşesine bunu not aldım, gerçekten beni ısırdığı anların her birinden deli gibi keyif almıştım ve bunu yeniden yapmasını istiyordum.

Dudakları kulağımın altına doğru gelerek bana boğuk bir sesle "Aklından ne geçiriyorsun da feromonların artmaya başladı omega?" sorduğunda elleri karnımı dikkat dağıtıcı bir şekilde okşuyordu.

Tek solukta ancak nefes nefese konuştum "Beni neden bu kez ısırmadığını."

"Gerçekten hoşuna gidiyor yani?"

"Gitti tabii. Bu konuda yalan söylemiyordum."

"Biliyorum, ısırmamamın sebebi bu değil zaten, Insoo yüzünden ısırmadım. Feromonlarım seni rahatsız etmiyor ama ısırdığım zaman yoğun bir şekilde üzerinde kalacağı için kontrol bende olmayacak bu yüzden evdeyken Insoo için sorun olmasını istemedim."

"Ah, anladım. Bu yüzden evde feromonlarınız pek belli olmuyor zaten."

"Evin içinde dört baskın alfayla ancak bu kadar kontrol altına alabiliyoruz işte."

"Bence çok başarılısınız ve Insoo da çok şanslı bir omega."

Jungkook arkamda kıpırdanıp bana tepeden bakmak için eğildiğinde ona gülümseyerek baktım. Baş parmağı yanağımı okşuyordu ve biraz düşünceli, biraz da çekinceyle bakıyordu gözlerime. Sebebini sormak için dudaklarımı araladığımda kelimelerini yavaşça döktü "Senden bir şey isteyebilir miyim? Gaejeong Nori için çıktığımızda Insoo her zaman tek başına dönüşmek zorunda kalıyor, bazen de hiç dönüşmüyor. Sadece benimleyken rahat edebiliyor ama yine de çekindiğini biliyorum. Belki kendi türünden biri yanında olursa daha rahat dönüşebilir. Dönüşmek zorunda değilsin, ne kadar zorlandığını biliyorum seni buna zorlayamam ama dediğim gibi en azından yanında olursan belki bu kez Insoo rahat eder."

Insoo'nun yaşadığı zorluğu tahmin edebiliyordum ve Jungkook'un endişesini anlıyordum. Dönüşmem için çabalarkenki mücadelesi için de ona fazlasıyla minnettar olmuştum çünkü bunu hiçbir gerekçesi olmadan isteyerek yapmıştı. Şimdi aynı şeyi kız kardeşi için istemesi, özellikle bunu benden istemesi ve ailesiyle birlikte sürdürdükleri dönüşüm geleneğine beni de çağırması çok büyük bir şeydi. Sürü mantığı aile kavramıyla aynıydı ve dışarıdan birini kabul etmeniz demek sürüye, aileye, dahil etmek demekti ve Jungkook da tam olarak beni buna dahil etmek istiyordu. Kendim için önemini geçtim, omegam için bile çok, çok fazlaydı. Teklif ettiği anda kalbim deli gibi atmaya başlamış, omegam olduğu yerde dikilerek kulak kesilmişti.

Ne söyleyeceğimi bilemedim, kelimeler dilimin ucundaydı ve çıkan tek şey sadece bir kelimeydi, onu da Jungkook hızlıca bölmüştü.

"Ama-"

"Eğer fazla gelirse yapmak zorunda değilsin Taehyung, sadece sormak istedim. Kendini mecbur hissetme."

Şaşkınlığımın onu yanıltmasını istemediğim için yanağını okşayan elini tutup rahatladın diye öptüm ve başımı iki yana salladım "Hayır ondan değil. Ben sadece aile geleneğinize birden dahil olmanın sorun olup olmayacağını düşündüm."

"Seni seviyor olmam ve senin beni seviyor olman yeterli."

Ağzından çıkan her söz, her kelime nasıl oluyordu da üzerimde böylesine sağlam bir güven oluşturup beni rahatlatıyordu inanamıyordum. Ona hayır diyemezdim, beni aile geleneğine davet ediyor oluşu ölümüne utanacağım bir şey olsa da söz konusu olan kişi değer verdiği kız kardeşi Insoo'ydu ve bunu onun için yapmamı istiyordu.

Başımı olumlu bir şekilde sallarken Jungkook'un parlayan gözlerinden ayrılmadım "Dönüşebilir miyim bilmiyorum ama deneyeceğim."

"Sadece yanında olsan bile yeterli, teşekkür ederim."

Jungkook önce yanağımdan öptü sonra kulağımın altından ve en son boynumdan öperek derince koklayıp sıkıca sarıldı. Şöminenin ateşi azalana ve sıcaklık düşene kadar biraz daha sarıldık. Onunla sevişmek güzeldi ama sonrası daha da güzeldi. Elleri temas etmeyi asla kesmiyordu, bazen okşuyor bazen de sarılıyordu ve dudakları çoğu zaman tenimden bağını koparmıyordu. En çok hoşuma giden şey ise Jungkook'la sohbet etmekti, her şeyden konuşuyorduk ve beni çok fazla güldürüyordu.

O kadar güzeldi ki bir süre sonra guruldayan midem ve döktüğüm yemekler burada daha fazla kalamayacağımızı anlamamızı sağladı. Jungkook'un planı tahmin ettiğim gibi bugünü burada geçirmek ve beraber etrafı dolaşarak ertesi gün eve dönmekti ama planı biraz bozduğum için kalkıp eve gitmek zorunda oluşumuz tat kaçırıcıydı.

Benim uyuşukluğumun aksime Jungkook üzerini ilk giyinen oldu ve kıyafet yığının arasındaki son parçasını da üzerine geçirdikten sonra gözüne bir şey takılmış olmalı ki parmağına utançtan kıpkırmızı kesilmemi sağlayan açık mor, üzerinde karpuz resmi olan iç çamaşırımı takarak havada döndürürken bana alaylı bir gülüşle göz kırptı.

"Karpuzu gerçekten seviyor olmalısın."

Rezil birisin.

Libidom öldü.

Ciddi anlamda yerin dibine girmiştim. En azından dümdüz bir baksır olsa bu kadar utanç duymazdım ama kahretsin ki değildi ve ben karşısına en azından daha iyi bir iç çamaşırıyla çıkmak isterdim.

"Gerçi internet şifrenden belliydi."

"Ver şunu." diyerek hala çamaşırı döndürdüğü parmağına atıldığımda kıkırdayarak geri çekildi.

"Niyeymiş, utandın mı?"

"Utanmadım ver şunu."

Ayağa kalkıp kaçmasın diye bileğinden tuttum ve aldığım gibi çamaşırımı bacaklarım arasından geçirip eşofman altımı almak için eğildim. Tam o anda çamaşırımın açık bıraktığı popomun alt kısmına inen ağır şaplakla neye uğradığımı şaşırıp hızla Jungkook'a döndüm.

Bir elini kıkırtısını bastırmaya çalıştığı dudaklarına kapatmış oldukça eğlenir bir vaziyette biraz da çocukça bir neşeyle bana bakarken diğer elini suçsuzmuş gibi kaldırdı.

"Özür dilerim, bunu yapmayı o kadar uzun süredir istiyordum ki yapmasaydım içimde kalırdı."

O böyle tatlı tatlı konuşurken nasıl kızabilirdim ki? Hemen ben de gözlerimi devirdim ve ellerimi belime koyarak başımı iki yana salladım "Senin de yapmak istediğin ne çok şey varmış."

"Merdivenlerden çıkarken ellerim kaşınıyordu ne diyorsun."

"Eğer yapsaydın seni döverdim."

"Eh, şimdi sevgilim olduğuna göre artık-"

"Hala döverim," diyerek onu kesip ayağımla oturduğu yerden omzuna doğru hafif bir tekme attım ve kendini yere atarak gülüşünü aynı şekilde bir gülüşle izledim. Ben üzerime kıyafetlerimi geçirmeye devam ederken yattığı yerde kaldı ve beni tatlı tatlı izlemeyi sürdürdü. Ardından da hiperaktifliğinin verdiği o kıpırtıyla kalkarak ben toparlanamadan etrafa çeki düzen verdi.

Tam anlamıyla giyindiğimde ve artık gitmek için hazır olduğumda Jungkook şöminenin söndüğünden emin olup kalıntıları hızlıca temizledi, sonra da evden çıktık. Sabahın aksine karlar belirgin derecede erimişti ve bazı yerler çamurlaşmaya başlamıştı. Muhtemelen şehre doğru indiğimizde kar yerine bolca çamur görecektik.

Dağın eteğinden iniyorken saatlerdir telefonuma bakmadığım için Hoseok hyunga mesaj atarak Kafein'in ne durumda olduğunu sordum ve karşılığında kedimizin bir canavar olduğu yanıtıyla ellerinin komple çizili olduğu bir fotoğraf aldım. Bize çok fazla bağlandığı için evde başkasının olması muhtemelen onu huysuzlaştırmıştı ve döndüğümüzde bize de bir süre bu tavrı takınacaktı ama sonuç olarak bu protestovari halleri elbet geçecekti.

Hoseok hyungun mesajına gülerek cevap verirken bir yandan da Jungkook'a anlatıyordum ama yokuş aşağıya inişimizin aniden hızlandığını fark edip başımı kaldırdım ve gerçekten de ibrenin arttığını gördüm. Üzerine bir de Jungkook'un direksiyonu sıkıca tutuşunu fark edince "Biraz yavaş mı olsan?" diye sordum.

"Bir şey... Söylemem gerek sanırım..."

Sesindeki tını ve arabanın eski olduğunu belli eden ses yüzünde istemsizce gerilerek emniyet kemerine tutundum "Ne?"

"Şey..."

Gözüm bir yola bir hızlandığımız için geçip giden ağaçlara ve giderek yakınlaşmaya başlamış yol ayrımının ardındaki dere olduğunu düşündüğüm su arasında dönüp duruyordu. Kalbim mantığımla işbirliği yaparak hızlıca atmaya başladı çünkü arabanın hızı gerçekten normalin dışındaydı bu da tek bir seçeneğin göstergesiydi.

"Frenler tutmuyor."

"Ne-ne diyorsun? S-saçmalama." diye kekeledi ve gözlerimi yoldan ayıramadım.

"Tutmuyor işte."

Kalbim ciddiyetini beynimden önce kavradı ve göğsümdeki atışlar daha da hızlandı. Boğazımdaki düğüm, nefes almayı zorlaştırırken ellerim farkında bile olmadan emniyet kemerine daha sıkı yapıştı. Ellerim titriyordu ve bacaklarımı hissetmiyordum.

Jungkook'un sıkıca kavradığı direksiyondaki parmak boğumları beyazlamıştı sıkmaktan ve suratındaki ifade, korkudan çok bir şeyleri kontrol etmeye çalışan bir adamın ifadesine benziyordu, ama gözlerinde o an göremediğim bir şey vardı.

"Şaka yapıyorsan," dedim titreyen sesimle çünkü hala bir tarafım bu gerçeği inkar etmek için mücadele veriyordu, "Hiç komik değil, Jungkook. Hem de hiç."

Gözlerim bu kez direksiyondan, yola ve sonra hız göstergesine kaydı. Sayılar artıyordu. Ellerim buz gibiydi. Kalbim çıkacaktı.

"Saçmalıyor gibi mi görünüyorum Taehyung," dedi. Sesindeki ton bıçak gibi keskindi ama sakin bir kontrolü de vardı. Bu da beni daha çok korkutmuştu.

Derin bir nefes almaya çalıştım ama ciğerlerim hava almaya direnir gibiydi. Göğsüm sıkışmıştı. Çaresizlik hissi tarafından ele geçirilmiştim. Kendime telkin edici şeyler fısıldıyordum, hiçbir şey olmayacak, sakin ol Taehyung, nefes al.

Ama o kadar kolay değildi. Kendimi telkin etmeye çalışsam da gözlerim, hızla yaklaşan yol ayrımına takılmıştı.

"Jungkook," diye seslenmeye çalıştım ama olmadı. Boğuluyor gibiydim ve gözlerim kendimi sıkmaktan dolmaya başlamıştı. Ellerimden birini uzatıp koluna sardım sanki fiziksel olarak ona dokunursam hiç acıtmayacakmış gibi... Onu yanımda hissedersen eğer hiçbir şeyin önemi yokmuş gibi...

Fakat Jungkook bana döndü, dudağının kenarında belli belirsiz bir kıvrılma vardı. Önce anlayamadım sonra ayağının frene dokunuşunu fark ettim ve peşinden de ibrenin azalışını, arabanın hızının düşünü gördüm. Yola baktım, bu kez de yol ayrımından normal bir hızda dönüşümüzü gördüm.

"Bizim buralarda buna ne denir biliyor musun?" dedi ve gözlerindeki tanıdığım alaylı ve neşeli bir ifade vardı "Busan'a hoş geldin şakası."

Dolu gözlerle emniyet kemerini sıkı sıkıya tutmaya devam ederken Jungkook'a bakındım ve anlamaya çalıştım.

"Ne?"

"Yüzünün halini bir görsen. Bayılacak gibiydin."

Arabanın freni, hız, ibre... Sinirim tepeme çıktı, sanki beynimde bir şalter attı.

"Şaka mıydı?"

Sesim çığlıkla öfke arasında bir yerdeydi. Bedenimdeki bütün panik ve korku bir anda sinire dönüştü çünkü sorumu şaka olduğunu belli ettiği bir gülüşle zaten cevapladı. Bu da beni daha çok öfkelendirdi.

Elimle, özür dilerim, titreyen elimle gözümdeki yaşları silerek "Durdur arabayı." dedim ve hala panikle çarpmaya devam eden kalbimin sakinleşmesi için nefes alarak yeniden tekrarladım "Durdur arabayı."

Jungkook dediğim gibi biraz ilerledikten sonra sağa doğru yanaştı ve durarak el frenini çektiği anda sinirlerimin boşalması bir oldu. Oturduğum yerden kemerimi çıkartıp Jungkook'a döndüğüm gibi denk getirdiğim her yere vurup bağırdım.

"Sen geri zekalı mısın? Ödüm koptu aptal herif böyle şaka mı olur! Ne kadar korktum haberin var mı! Şakana da sokarım Busan'ına da!"

Eliyle kendini korumaya çalışarak durmam için bir şeyler söylemesini zerre dinlemedim. Sinirimi atana kadar vurdum durdum ve sonunda koltuğuma oturup ellerimle nefes nefese yüzümü kapattım, sakinleşmeye çalıştım..

"Nefret ediyorum ya senden, nefret!"

"Ya güzelim, ben böyle olacağını düşünmemiştim ki, gülersin sanmıştım." diyerek ellerimi yüzümden çeken Jungkook dudaklarını yanaklarımın iki yanına bastırıp çekildi "Ağlama lütfen."

"Fren tutmuyor dedin bunun nesi komik, öleceğiz sandım!"

"Oyyy, kıyamam ben sana, şerefsizlik ettim haklısın ama sakinleş artık."

"Bırak, çekil git şuradan." diyerek Jungkook'un elini kendimden uzaklaştırmaya çalıştım ama bana engel oldu. Saçlarımı ittirdi dudak bükerek gözlerimi temizleyip bana sarıldı ve yeniden yanaklarımdan öptü. Birkaç dakika içerisinde nefesimi normale sokup onu kendimden öfkeyle uzaklaştırmayı başardım "Git, dokunma bana," diyerek işaret parmağımla bir tehdit savurdum "Bir daha böyle saçma sapan şakalar yaparsan yemin ederim seni öldürürüm. Ne kadar korktum haberin var mı?"

"Tamam, tamam..."

"Bak gerçekten, yemin ederim ki öldürürüm şakam yok bu konuda. Bir daha sakın böyle bir şey yapma."

"Tamam, bir kere öpeyim barışalım mı?"

"Ne öpücüğü ya aptal, öpücük falan yok sana, defol."

Kollarımı göğsümde birleştirerek somurtkanca yola diktim gözlerimi ve de sessiz kalmayı tercih ettim. Biraz daha sakindim ama içimdeki korkunun geçtiğini söylemek doğru olmazdı. Dizlerim hala titriyordu ve kalbim de hala hızlıca çarpıp durarak gerçekliğe alışmak için mücadele veriyordu.

Jungkook beni öpmek için yüzüme yaklaşarak yeniden "Bir kere öpeyim hadi," dediğinde çatık kaşlarla tatlı mı tatlı bakan ifadesine döndüm ve cıkladım. Cidden, ona kızmak istiyordum çünkü çok korkutmuştu beni ama bana iki kara bilye gibi parlak gözleriyle bakıp yanağındaki çukurları gösterirken kızgın kalma sürem bir dakikadan fazlaya çıkamıyordu.

Omuz silkip "İstemiyorum." dedim ve yine de kızgın kalmayı denedim. Fakat burnunu yanağıma sürtüp ısrarla beni öpmek istemesine de dayanamadım, başımı hafifçe eğip somurtkanlığımı bozmadan bekledim öpmesini.

Dudakları yanağıma dokundu, seri halde öpücük sesleri çıkartarak sanki bir sürü öpüyormuş gibi yaptı. Boş bulunup gülmem de fazla uzun sürmedi çünkü ister istemez huylanmıştım ama hemen toparlanıp onu omzundan ittirerek yeterli olmamasına rağmen kararlı görünmeye çalıştım, "Yeter tamam, gidelim artık hadi." diyerek koltuğuna gitmesinin uyarısını yaptım.

Jungkook neşeyle kıkırdayıp sürücü koltuğundaki yerini aldı ve kontağı çevirerek arabayı çalıştırdı "Kemerini tak."

"Doğru, Busan'da can güvenliğim tehlikede sonuçta." diyerek ima yapmaktan geri durmayıp kollarımı yeniden göğsümde birleştirdim. En azından eve gidene kadar tepkimi koyamayı deneyecektim.

"Küs mü kalacağız böyle?"

"Canım isterse evet, bir mahsuru mu var?"

"Yok tabii güzelim, sen nasıl istersen."

Jungkook'un yan tarafımdan gülümseyen bir ifadeyle beni izlediğini tahmin etmek pek zor değildi ve bu tavrı yüzünden istediğim şeyi de öylece kabul edeceğini düşünmüyordum.

Beş dakikalık sessizliği konuşmadan başardı ama sonra tahmin ettiğim gibi oldu. Işıklarda durmak için frene küçük küçük basarak beni ileri geri sallandırdı ve ona hızla döndüğümde küçük bir çocuk gibi sırıttıp durdu.

"Yapma şunu." dedim ve elimle koluna vurdum ama frene basarak yaptığına devam etmesi yüzünden gülüşümü saklamakta zorlanarak yakındım durdum "Ya of iki dakika sinirli kalacağım ona da izin vermiyorsun."

"Sen bana baksana bir, şu tatlılığa nasıl sinirli kalacaksın aklın alıyor mu hiç?"

Işıklarda direksiyona doğru eğilerek bana gözlerini tatlı tatlı kırpıp cümlesinin altını fazlasıyla doldurmak için çabaladı. Haklıydı, beni dolandırdığı anları saymazsak ona sinirli kalabildiğim çok bir an yoktu. Busan'ın havasından mıdır suyundan mıdır bilmiyorum ama Jungkook gerçekten başkaydı. Bana bakarken gözleri parlıyordu ve sanki gülümserken hayattaki bütün güzellikler dudaklarının köşelerinde toplanıyordu.

Derince bir iç çektim ve dudağımı bükerek ona minik, bıkkın bir gülümseme verdim "Bu kadar tatlı olman hiç adil değil. Çok kötüsün."

"Ama beni seviyorsun?"

"Çok." dedim ve elini tutmam için dizime koyduğu eline bakıp beklemeden tuttum parmaklarımızı iç içe geçirdim.

"Ne kadar çok peki?"

"Çok... Çok çok çok. Çok kere."

Jungkook cevabıma karşılık burnunu kırıştırarak güldü ve "Ben de seni," dedi ve elimin üzerini öpüp yeşil ışıkla birlikte arabayı hareket ettirmeden devam etti "Çok çok çok. Çok kere seviyorum."

Yol boyu Jungkook'la ellerimiz hiç ayrılmadı ve gelişimizde suskun kaldığımız yolu hep konuşup sohbet ederek sürdürdük. Beni ertesi gün çiftliğe, oradan da sereya götüreceğini söyledi. Bir de Busan'a bahar ayında da gelmemiz gerektiğini vurguladı, çünkü beni havaların çok daha güzel olduğu günlerde götürmek istediği çok fazla yer vardı. Bana bunların hepsinden bahsederken o kadar hevesliydi ki sanki her bir detayını yaşıyor gibiydi.

Bütün o an boyunca gülüşüne uyum sağladım ve yer yer kıkırdayarak cevap verdim. Geçirdiğim en güzel araba yolculuğuydu, o kadar çok eğlenmiştim ki bir ara gülümsemekten çenemin ağrıdığını bile hissetmiştim ama umurumda değildi. O güldükçe ona uyum sağlamak yaşıyormuşum gibi hissettiriyordu.

Konuşmasını dinlemek bile başlı başına bir huzur kaynağıydı. Hevesi, o enerjik tınısı, her şey o kadar samimi ve güzeldi ki gözlerimi bir an bile ondan alamıyordum.

"Ciddiyim bak, bahar ayında kulübenin oradaki gölde nilüfer çiçekleri açıyor. O kadar güzel kokuyorlar ki bir sürü kelebek geliyor kokularına." durdu ve aklıma gelen bir diğer şeyi sordu "Gün batımını mı doğumunu seversin?"

"Doğuşunu daha çok sanırım. Bir şeylerin yok olmasını çok hoşuma gitmiyor."

"O zaman sahilde rüzgarın daha ılık olduğu bir zamanda gün doğumunu da izleriz."

"Sahil soğuk olmaz mı?"

"Olmaz ama üşürsen eğer kollarımı sararım sana."

Benimle vakit geçirmek istemesi, bana zaman ayırması ve çabasızca sarf ettiği kelimeler... Gerçek olamayacak kadar mükemmeldi. Küçükken gittikleri balık köyünde yemek yemek, Busan Tapınağına uğramak, Yeong adasına gitmek ya da gün doğumunu izleyip sokak satıcısından tatlı patates alıp sokakta dolaşırken yiyerek sohbet etmek... Benimle yapmak istediği şeyler çok sıradandı, Busan'ı avcunun içi gibi biliyordu ama yine de benimle yeniden gezip görmeye istekliydi. Hepsi de kulağa onunla olduğu sürece dünyanın en mükemmel aktivitesi gibi geliyordu.

Evlerine giden tanıdık sokağı köşedeki gimbapçının önünden geçerken Jungkook aklından gezecekleri yerleri düşündüğünü belli eden kocaman bir gülümsemeyle yola bakıyordu.

"Gerçekten tüm bunları yapmak istiyor musun ki, hepsi gezdiğin ve bildiğin yerler." diye sorarak cevabını beklerken Jungkook omuz silkti.

"Yani?"

"Sıkılmayacak mısın?"

"Hayır çünkü o anların hiçbirinde sen yoktun."

Bu cümle üzerine bir şey söyleyemedim. Sadece ona bakmakla yetinebildim. Çünkü söyleyeceğim ya da ona karşı sevgimi belli edeceğim hiçbir şey onun kelimeleri üzerine geçemeyek kadar az kalacaktı yanında. Zaten söyleyebileceğimi de sanmıyordum sadece onunla bir sürü anılar yaratmak istiyordum, onun ve benim olduğum bütün anlardan keyif almasını sağlamak istiyordum. Bahar geldiğinde, bunu yapacaktım bu yüzden şu an elini sıkmak ve başımı eğerek gülümsemek en doğru şey gibi geldi.

Jungkook arabayı park ettiğinde eve beraber girmek için kemerimi çıkartıp onu beklemeye başladım ama bana cebinden anahtarı uzatıp soğukta kalmamam için gidebileceğimi söyledi. İlk önce beklemekte karar kıldım çünkü ailesinin olduğu eve tek başıma anahtarla elimi kolumu sağlayarak girmek pek hoş gelmedi kulağıma. Ama sonra bana evde kimsenin olmadığını ve herkesin akşamüzeri geleceğini söylemesi üzerine hızlıca eve çıkan merdivenleri düşmeden tırmandım ve kapıyı titreyen ellerle açtım.

Ayakkabılarımı hızlıca yerleştirdikten sonra montumu da asarak yukarı odasına çıktım. Normalde asla yapmayacağım bir şeydi ama üzerimde çok fazla feromonu vardı, en azından onlar gelmeden duş alarak biraz hafifletmek istiyordum. Çünkü evlerinde neredeyse alfa feromonu yokken Insoo'nun benden rahatsız olmasını istemezdim, özellikle bana yaptığı tekliften sonra hiç istemezdim.

Jungkook'un merdivenleri hızla tırmanan sesi ve bana seslenişine dönerken kapısını araladığımda yatağının üzerinde boylu boyuncu uzanmış bir kişi, bir omega, yüzünden kelimelerim boğazıma dizildi. Omega ise gelen kişiye bakmadan önündeki dergi sayfasını çevirerek bağırdı.

"Yaah, Jeon Jungkook, yatağının altında hala edepsiz dergiler olduğuna inanamıyorum!"

Sonra çocuk başını kaldırdı, kaşlarının üzerinde düzgünce duran siyah saçları dalgalandı ve gelen kişinin Jungkook değil de ben olduğunu görerek şaşkınca siyah gözlerini kırpıştırdı.

"Oh," dedi dergiyi kapatıp yatakta dizlerinin üzerinde kalkarak "Sen Jungkook değilsin."

Tam o anda da arkamdan nefes nefese Jungkook girdi ve odasını buram buram yasemin kokutan omegayı tanıdığını belli ederek ismini söyledi.

"Nam Yoonsu? Ne işin var burada, ne zaman geldin, arasaydın ya?"

"Aradım ama açmadın."

"Dağda, kulübedeydik." hızlıca telefonunu kurcaladı "Sanırım düşmemiş çağrın."

Çocuk kulübede olduğumuzu duyduğunda bir bana bir de Jungkook'a bakarak olayı kavramaya çalışırken ben hala kapıyı açtığım anda yatağa kaygısızca bir rahatlıkla uzandığı görüntüdeydim. Neden ve nasıl diye sorguluyordum ama mantıklı tek bir cevabım yoktu. Sonra, bir açıklama olmasa bile taşları yerine oturtacak cümle omeganın elini sallaması ve kendini tanıtmasıyla dudaklarından döküldü.

"Merhaba, ben Yoonsu."

Nam Yoonsu.

İsmi kafamın içinde bir yankı yarattı. Omegam bir tehdit olarak algıladığı omeganın adını kulağıma fısıldarken isminin nereden tanıdık geldiğini fark ettim. Aynı anda da kafamda milyonlarca şimşek çakmaya başladı. Ben evde Jungkook benden ayrılacak diye kafayı yerken Jimin Busan'da mesaj atmıştı bana onun ismini.

Nam Yoonsu.

Jungkook'un gülerek mesajlaştığı yakın arkadaşı.

Jungkook evde yokken evine girip yatağına uzanacak kadar yakın arkadaşı.

Bir omega.

Chapter 25: alfanın arkadaşı ve frezya çiçekleri

Notes:

(See the end of the chapter for notes.)

Chapter Text

ResimLink - Resim Yükle

...

...

...

"Merhaba, ben Yoonsu."

Nam Yoonsu.

İsmi kafamın içinde bir yankı yarattı. Omegam bir tehdit olarak algıladığı omeganın adını kulağıma fısıldarken isminin nereden tanıdık geldiğini fark ettim. Aynı anda da kafamda milyonlarca şimşek çakmaya başladı. Ben evde Jungkook benden ayrılacak diye kafayı yerken Jimin Busan'da mesaj atmıştı bana onun ismini.

Nam Yoonsu.

Jungkook'un gülerek mesajlaştığı yakın arkadaşı.

Jungkook evde yokken evine girip yatağına uzanacak kadar yakın arkadaşı.

Bir omega.

Ne tepki vermem gerektiğini bilemediğim için yatakta dizleri üzerinde bana el sallayan omegaya gözlerimi kırpıştırarak bakmakla yetiniyordum. Bir yandan da içimdeki kıskançlığı kamçılamak için çabalıyordum çünkü bilmediğim şeylerle ilgili aşırı kıskançlık yaparak problematik biri gibi görünmek istemiyordum. Ama içim de içimi yiyordu, çok zordu sakin kalabilmek. Hele feromonlarıma engel olmak, daha da zordu.

Sonunda Yoonsu hala onu yatağın üzerindeyken incelediğimi yüz ifademden anlamış olacak ki gülümsemesini biraz daha genişleterek devam etti.

"Sen de Taehyung olmalısın. Çok memnun oldum."

Güzel. En azından bizi biliyor.

Omegam karşısındaki omegaya tıpkı benim gibi kitlenmişken söylediği cümleye katılmadan edemedim. Bu, Jungkook'un benden bahsettiği anlamına geliyordu ama hala yatağında hiçbir şey yokmuşcasına durarak bana gülümsediği kısmı aşamıyordum. Bir noktada zihnim, beni tanıyorsun, o halde neden hala yatağındasın diye omegadan ufak da olsa bir atak bekliyordu.

Kulağımın hemen yanından ufak bir öksürükle birlikte Jungkook'u sesi bir fısıltı gibi yükselerek omegayla birbirimize olan sessiz bakışmamızı böldü.

"Yaah, Yoonsu-yah, yataktan kalksana."

İşte o zaman omega sanki kafasına bir el tarafından vurulmuş gibi kendine gelip "Doğru, evet, yataktan kalkayım ben, çok pardon, evet. " diyerek yataktan sürünerek çıktı ve tökezleyerek ayaklandı. Ancak bununla da bitmedi, Jungkook tarafından bir öksürük daha uyarı olarak yükselince Yoonsu kaşlarını kaldırdı ve dudaklarını büzerek sessizce alfaya ne var diye fısıldadı. Sonra tekrardan bana bakarak elini uzattı.

Artık yatakta olmadığı için memnundum fakat yine de tanışma şeklimizin uygunsuzluğu yüzünden içimdeki rahatsız hissi atmam uzun sürecek gibiydi ama daha fazla sessiz kalmanın da fazlasıyla tuhaf olacağını düşünüyordum. Buna bir son vermek adına Yoonsu'nun uzattığı eli tutup hafifçe eğildim. Aynı şekilde o da eğilerek birbirimizle ilk etkileşimi vermiş olduk.

Jungkook arkamdan yeni bir uyarı yaparak boğazını temizlediğinde Yoonsu bu kez doğruca sesini yükseltti "Ne? Ne var? Boğazında gıcık varsa git su iç tanrı aşkına, sürekli ses çıkartıyorsun."

"Odadan çık diye yapıyorum salak mısın?"

"O zaman öyle söyle, kaş göz yapıp tütün kusacak gibi öksürme."

"Söyledim ya işte." dediğinde Jungkook cümlesini gerçekleştirmesi için Yoonsu'ya bakmıştı ama Yoonsu gözleri kırpıştırarak munzur çocuklar gibi olduğu yerde kalmaya devam edince Jungkook işleri eline almak için harekete geçti "Bak hala duruyorsun. Çıksana kardeşim odadan, çık bakayım hadi."

"Ama tanışıyorduk-"

"Odamda yayılarak biraz zor. Çık, geleceğiz beş dakikaya, hadi, hadi!"

Jungkook Yoonsu'nun kolundan tuttu ve kapının dışına doğru çıkartırken Yoonsu bana özür dileyen bir bakış atarak görüş alanımdan kayboldu. Peşinden ise kapının kapanma sesi geldi ve Jungkook önüme geçip ellerini yaramaz çocuklar gibi arkasında birleştirerek bana bakındı.

"Yoonsu benim çocukluk arkadaşım, Ulsan'da okuyordu. Bugün gelmesini beklemiyordum. Insoo mesaj atmış evde olduğunu ama yeni gördüm." seri halde anlatırken en sonunda nefeslenerek başını yüzüme doğru eğdi ve elini yanağıma yasladı "Ona tüm detayları yüz yüze anlatacaktım ama erken geldiği için... Öyle işte."

Parmağının ucu yanağımı güven vermek için tüy kadar hafifçe okşarken ondan açıklama beklememiştim ama söylediğinde rahatladığımı da fark etmiştim. Aslında sorun açıklama yaptığı şey değildi çünkü Hoseok hyung da baskın bir alfaydı ve Jungkook hiçbir zaman bunun lafını yapmamıştı. Şimdi ben bunun lafını yaparsam bu sefer göze göz dişe mantığı ortamına zemin hazırlamış olacaktım ve ben bunu istemiyordum. Jungkook'la birbirimizi boğmak, saçma sapan sebeplerden kavga ederek eski ilişkimin aynılarını istemiyordum. Beni rahatsız eden şey daha içgüdüseldi.

Dudak bükerek omuz silktiğimde Jungkook'un kapüşonlusundan sarkan ipini parmağımın arasına dolayıp omuz silktim ve ona "Sorun değil," diye fısıldadım "Sadece aniden alfamın kişisel alanında yabancı bir omega görmek çok beklenmedikti."

"Ne?"

"İlk kez gördüğüm için biraz şaşırdım sadece. Yani odada yatağında görmek, ne bileyim, beklediğim bir şey değildi."

"Hayır, onu demiyorum, biraz önce söylediğin..."

"Sorun değil dedim." derken Jungkook'a bakmak için başımı kaldırdığımda beni omuzlarımdan beklemediğim bir şekilde ittirip hafifçe kapıya yasladı ve üzerime eğildi. Neye uğradığımı şaşırarak gözlerimi kocaman açtım ve ona baktım. Gözlerinde daha önce görmediğim bir yoğunluk, hiç olmadığı kadar da parlaklık vardı ve feromonları üzerinden belirgince yükseliyordu.

Ona ne yaptığını sormak için dudaklarımı araladığımda elini arkamdaki kapıya yaslayıp üzerime daha fazla eğildi ve "Alfam kısmını." diyerek dudaklarım üzerine fısıldadı "Tekrar söyle."

Nefesi dudaklarımın üzerine usulca dokunuyordu ve içerinin havasını bir anda değiştiren feromonları beni çoktan etkisi altına almıştı. Kalbim çok hızlı attığı için kelimeleri idrak etmekte zorlanıyordum. Ama anlamıştım, ona alfam diyerek sahiplendiğimi ilk belirtişimdi ve bunu duymak onu tahmin edebileceğimden çok etkilemişti.

Jungkook gözlerini yüzümde dünya üzerinde kalan son ve en güzel şeymişim gibi dolaştırarak parmağını alt dudağıma sürttüğünde yeniden duymak için sabırlı ve titreyen bir fısıltı bıraktı "Alfan olduğumu duymak istiyorum omega. Benim için söyler misin?"

Aslında pek zor değildi çünkü onu alfam olarak benimsiyordum. Ona beni işaretlemesi için izin vermiştim, onunla sevişmiştim ve beni ısırmasından keyif almıştım. Bunların her biri zaten onu alfam olarak kabul ettiğimi gösteriyordu, haliyle kelimelere dökmek de kolay olur sanmıştım çünkü biraz önce söylemiştim. Fakat bana böyle yoğun gözlerle bakarken ve üzerindeki sıcaklık gittikçe artarken o kadar kızarmıştım ki...

Hayatımda gelip geçici birçok alfa olmuştu ve beni en yaralayanı Suho'ydu. Ancak düşündüğümde çiçeklerim olsa bile onu hiç alfam olarak görmediğimi, bu tabiri onun için kullanmanın beni heyecanlandırmadığını fark ettim. Jungkook'a baktığımda ise bütün benliğimle alfam olduğunu hissediyordum ve bu durum asla yanlış hissettirmiyordu, aksine bu zamana kadar yaşadığım her şeyin ona varana kadar yanlış olduğunu biliyordum sanki. Özel alanı benim de özel alanım sayılırdı ve bunu sahiplenmek, bir başkasıyla paylaşmayı reddetmek doğamın kanunuydu. Ben ne kadar onun omegasısıysam o da benim alfamdı.

Çok fazla olmayan boy farkımızı başımı yukarı kaldırarak kapattığımda göz kapaklarımı ağır ağır kapatıp açtım ve doğruca gözlerine bakarak yakın olan göğüslerimizi birleştirdim, hafifçe "Alfam..." dedim fısıltıyla ve dudağımın altında soluklanmaya devam eden parmağının ucunu öptüm "Değil misin?"

Bunu sorduğum anda Jungkook beni kapıyla arasına daha sert sıkıştırarak bocalattı ve irislerinin etrafında kızıllıklar belirginleşti "Öyleyim, alfanım."

Tehlikeli bakıyordu, sanki bu tabiri kanıtlamak için bir şeyler yapmak istiyordu ama kendini dizginlemeye çalışıyordu. Basit ve içgüdüsel olarak ortaya çıkmış bir kelimenin aramızdaki çekimi bu kadar arttıracağını düşünmemiştim ama tam önümde duruyordu. Bana baktığında gözlerinin ardında gördüğüm o ifade her şeyi yaptırabilecek güçteydi. Evde olmamız da umrumda değildi, eğer kendini tutabileceğini düşünüyorsa, bana gerçekten her şeyi yapmasına, alfam olduğunu kanıtlamasına itiraz etmezdim, söylemesi yeterdi.

Jungkook sanki aklımdakileri okumuş gibi yutkunarak başımın yanına yasladığı elini yumruk yaptığında "Aklından geçenleri sakın sesli söyleme." diye bir uyarı yaptı.

Evde Yoonsu hariç kimsenin olmayışından cesaret alarak dudaklarımı dudaklarına hafifçe sürterek kulağına ulaştım ve fısıldadım "Neden? Sadece aklımdan geçiriyorum, sen geçirmedin sanki."

"Aklımdan geçirdiğim şeyleri duysaydın eğer aklını yitirirdin."

"İstiyorumdur belki de?"

"Yapma, omega." derken sesi o kadar derin geliyordu ki bir an için dağdaki o kulübede olmayı dilemiştim. Bunu onun da dilediğinden emindim "Söz konusu sen olunca başlarsak duramam."

"O zaman Seul'e dönünce durmanı istemiyorum."

"Yazdım kenara. Bu sözünü unutma."

Hafifçe kıkırdadım ve kapıya yaslanmadan hemen önce çenesinden öpüp hala kızıllıklar barındıran gözlerine bakındım. Kendini dizginlemek, feromonlarını kontrol altında tutmak için fazlasıyla mücadele veriyordu ve bunda zorlandığını da görebiliyordum. Devam etmek sadece şu an için bizi mutlu ederdi ama sonrasında ev içerisinde büyük sorunlara yol açacağını ikimiz de biliyorduk.

Jungkook, sakinleşmek için derin bir nefes alıp alnını alnıma dayadı ve avuç içini yanağıma yasladı. Bir süre ikimiz de sakinleşmek için nefes seslerimizi dinledik ve sonrasında Jungkook ilk konuşan oldu. Sesi sakindi ancak hala biraz da olsa boğukluk vardı.

"Yoonsu için gerçekten endişelenmene gerek yok omega, biliyor olsaydı böyle davranmazdı."

"Sorun yok." elimi boynuna dolayıp iç çektim "Dediğim gibi, beklenmedik bir tanışmaydı."

"Halledeceğim. Yoonsu daha önce de yapmıştı, söyleyince dikkat ediyor." Jungkook söylediği şeyin hangi kapıya çıktığını kaşlarımı kaldırdığımda anladığında gözlerindeki kıvılcım ani bir telaşa dönüşerek başını iki yana salladı ve hızlı bir açıklama bıraktı "Öyle söylemek istemedim."

"Sus."

"Ağzımdan çıkıverdi."

Söz konusu ikili ilişkiler olduğunda kıskançlığımın boyutunu kestiremiyordum ancak Jungkook'a olan sevgimin büyüklüğü göz önüne alındığında ne olabileceğini tahmin edebiliyordum. Bu yüzden dudak büzüp onu omuzlarından ittirerek iki kez vurdum ve kapıyla arasından kurtulduğum gibi odanın ortasına geçtim, banyoya yürüdüm.

"Ağzının ayarını ya, çıkmasın ağzından falan, konuşma benimle."

"Yemin ederim ağzımdan çıkıverdi omega."

"Konuşma benimle dedim. Git, dokunma bana of."

Jungkook beni beklemediğim bir hamleyle arkadan kollarımı kıskaca alacak şekilde sarınca kurtulmak için oflayarak çırpındım fakat sonunda pes etmek zorunda kaldım. O da elbette bunu fırsat bilip yanağını yanağıma yasladı ve hafifçe öptü.

"Kıskanç Taehyung tatlıymış."

"Kıskanç Taehyung iyi birisi değil Jungkook, kan çıkar buradan."

"Dişlerini boynuma geçirmen inan hoşuma giderdi." dediğinde cıklayarak daha çok sinir olduğumu belli ettiğim için güldü ve boynuma öpücükler kondurdu "Tamam, tamam sinirlenme, ağzımı açmayacağım bir daha."

"Açma. Gülüp durma da."

"Ciddi olamıyorum ne yapayım, insan sevdiğini kıskanırmış derler, hoşuma gitti beni kıskanman işte. Birazcık alttan alsan olmaz mı?"

Jungkook'un tatlı dille ve peltekçe söylediği cümlesiyle kolları arasında küçük kalmış bedenimi biraz daha sıkıştırarak benden bir cevap beklediğini gösterdiğinde elimin uzandığı yere, üst koluna doğru hafifçe vurdum ve göz devirerek uzatmamak için tamam diye mırıldandım.

Benden önceki ilişkileri beni ilgilendirmezdi ama duymak, ya da imasının yapılmasından da hoşlandığımı söylemek yalan olurdu. Sadece çok ileri gitmemesi benim için yeterliydi ve sanırım bu kez biraz alttan almamda bir sakınca yoktu. Tabi bunda Jungkook'un tatlı mı tatlı dilinin de büyük bir etkisi vardı, orası ayrı bir konuydu.

Bu konu üzerine sonrasında bir şey demedim ve iç çekerek beni birkaç kez daha öpücük yağmuruna boğmasına izin verdim. En sonunda ayrıldığımızda da bu kez duş alma kavgasına tutuştuk. Kendine hakim olamayacağı için evde sevişmeyi reddediyordu ama duşa birlikte girmek için beni ikna etmeye çalışıyordu. Bahanesi de Seul'deki evde beraber duş alamayacağımız için burada tadını çıkartmaktı, üstelik aşağıda arkadaşı vardı. Kesinlikle reddetmiştim ve o da asla beni dinlememişti ancak dediğime de gelmesi pek uzun sürmemişti. Üzerimizi çıkartıp duşakabine girecekken güçlü olabileceğine dair inancını onu duvara yaslayıp öperek avuçladığımda yok etmiştim. Şaka yapmıyordum, onu sıkıca avuçladığımda bütün algısını yitirmişti, kendini banyodan zar zor atarak sonra duş alacağını bağırıp beni kahkahalarla orada bırakmıştı.

Uzun zaman sonra durmaksızın akan bir sıcak suda duş almak o kadar iyi gelmişti ki hiç çıkmak istememiştim. Özellikle şampuan ve duş jeli Jungkook gibi kokarken ergen aşıklar gibi gülümseyip durmuştum çünkü duşa zaten Jungkook'un kokusu üzerimde çok durmasın, Insoo rahatsız olmasın diye girmişken yine onun gibi kokarak çıkmıştım.

Hızlıca çantamın içinden vanilyalı vücut kremimi çıkartıp kurulandıktan sonra sürerek kahverengi bir eşofman altı, üzerine de krem rengi bir sweat giydim. Saçlarımı da kurutunca doğruca aşağıya, sesin olduğu tek yer olan mutfağa yöneldim.

Yoonsu mutfaktaki sandalyelerden birinde oturmuş oflayarak telefonunu kurcalarken Jungkook da tezhgaha yaslanmış elindeki kaseden kocaman kaşıklarla pudinge benzeyen bir tatlı yiyordu. Ağzındaki kaşığı çıkartıp Yoonsu'ya doğru salladığında bıkkınca göz devirdi.

"Sürekli sayfayı yenileyince notlar açıklanmıyor. Bırak artık şu telefonu."

"Herkes senin gibi ortalama kasmıyor tamam mı, telafiye kalma ihtimalim var."

"Kim demiş ortalama kastığımı? Bütün ders uyuyorum bir kere."

"Ya siktir git şuradan ortalaman dört amına koyayım, asabımı bozma benim."

Jungkook ağzında kaşıkla kahkaha atarak gülerken beni görünce sustu ama gülümsemesi dudaklarında asılı kaldı "Ah, çıktın mı?" deyip yediği kaseyi ve kaşığı makineye koyduğu gibi birkaç adımda bana ulaştı "Ben de girip geleceğim hemen. Siz takılın."

Göz açıp kapayıncaya kadar şakağıma bir öpücük kondurup uzaklaştı. Bir anda Yoonsu'yla başbaşa kalmak çok gerici bir fikir gibi gözüktüğünden Jungkook'u bileğinden yakalamaya çalıştım ancak ellerimin arasından kayıp giderek arkasından bakakaldım. Ne konuşacağımı ya da ne yapacağımı bilmiyordum ve tanışma şeklimiz göz önüne alındığında gerçekten gergindim.

Duş alırken rahatlamaya çalışmıştım ama açıkçası aşağıya indiğimden beridir biraz endişem artmıştı. Eski tecrübelerime göre Jungkook ne söylerse söylesin Yoonsu'nun problem çıkartacağını düşünüyordum. Eğer böyle bir şey olursa da pek sakin kalamayacağımı biliyordum.

Benim gerginliğimin aksine Yoonsu fazla tasasızdı, kocaman bir gülümsemeyle gözlerini üzerime dikmiş bekliyordu.

Öylece dikilmemek için avuç içlerimi sweatime sürtüp etrafa bakınarak masaya ilerledim. Karşısına oturmak fazla uzak kalacağı için çaprazına oturup ellerimi de kucağıma koydum. Aradaki sessizlikte ilk fark ettiğim şey Yoonsu'nun kokusu olmuştu. Yasemin çiçeklerinin çekici kokusu artık benim feromonlarımı geçmeyecek şekilde üzerinden yükseliyordu.

Yoonsu kucağıma koyduğum ellerimden bakışlarımı yüzüne çevirmeme sebep olacak şekilde tanışmak için elini ikinci kez uzattığında bu sefer bekletmeden sıktım ve o konuşmaya başlarken hafifçe eğildim.

"Biraz önce pek düzgün tanışamadık tatsız oldu, üzgünüm. Nam Yoonsu ben."

"Kim Taehyung. Biraz öyle oldu ama önemli değil."

Jungkook endişe etmemem için gereğinden fazla bir çaba sarf etmişti ve bunun üzerine söyleyebileceğim pek bir şey olmasa da yine de Yoonsu'yla ne zamandır arkadaş olduğunu merak ediyordum. Ama bunu nasıl sormam gerektiği konusunda hiçbir fikrim yoktu çünkü sorarsam sorguya çekiyormuşum gibi görünecekti ve bunu istemiyordum.

"Jungkook'u benden bahsetmedi diye öldüreceğim. Eğer bahsetseydi böyle garip bir şekilde birbirimize bakmazdık ve sen de rahatsız olmazdın."

Hafifçe gülerken başımı ona katıldığımı belli edercesine salladım "Kesinlikle öyle."

"Aklında bir sürü soru işareti olduğuna eminim." diyerek derince bir nefesle bana bakarken elimi tuttu ve hafifçe sıktı "Ama şunu bilmeni isterim ki Jungkook ve ben beş yaşından beri arkadaşız, ailelerimiz de öyle, haliyle kardeş gibi büyüdük. Bu yüzden birbirimizin evi kendi evimiz gibi, sürekli girer çıkarız. Bizim için normal ya da kardeş gibi olan şeyler karşı taraf için aynı hissi uyandırmayabilir. Ancak söz konusu ilişkiler olunca bu konudaki sınırlarımız da bellidir. Sana bunu nasıl daha iyi anlatabilirim bilmiyorum ama Jungkook'un kulübesine götürdüğü ilk kişisin, ailesi ve ben dahil kimseyi o kulübeye sokmaz. Bir omega için yuva nasıl özelse Jungkook'un yuva olarak gördüğü mağarası da o kulübe işte. Bu yüzden gözündeki değerini farkındayım ve az önceki gibi bir durumda kalmamak için de gereken önemi göstereceğim. Bu konuda endişen olsun istemem."

Demek mağara esprisinin anlamı buydu.

Kulübede de bu yüzden sadece alfanın kokusu vardı.

Omegamla aynı düşünceler içindeydim ve açıkçası biraz şaşırmıştım. Yoonsu'yu geçtim, ailesinin bile oraya girmeyişi sadece beni götürmesinin yarattığı his nefesimi kesecek kadar heyecanlanmama sebep olmuştu. Bana değer verdiğini her zaman bakışları ve hareketleriyle hissettirmişti ama bu... Bu o kadar farklıydı ki tarif bile edemiyordum. Hayatımda ilk kez omegamla bu kadar yakın duygular paylaşmıştım, ilk kez omegama yakın olduğumu ve benim için en özeli baskın bir alfanın gücünü hissetmiştim. Göğsümden yukarıya doğru tatlı bir sızı yükselirken istemsizce elimle boynumu okşayıp gözlerimi ağır ağır kırpıştırdım.

Oysaki neler düşünmüştüm. Yoonsu'nun çirkeflik yaparak o benim arkadaşım herkes yerini bilsin muhabbetlerine bile girecek diye beklemiştim ama tam aksine, söyledikleri yüzünden heyecanlanıp düşüncelerim yüzünden de çok utanmıştım.

"Ben..." derken duraksayarak kelimeleri toparlamaya çalıştım ama olmadı. Bunun yerine Yoonsu'nun eliyle ağzını kapatıp kıkırtıyla konuşmasına şaşkınca bakındım.

"Jungkook haklıymış."

"Ne?"

"Utandığın zaman çok tatlı oluyorsun."

İşte bu beni daha çok kızarttı ve bu yüzden ellerimle yüzümü gizleme gereği duyarak başımı iki yana salladım "Tanrım, onu öldürmek istiyorum."

"Kesinlikle!"

Yoonsu biraz daha kıkırdadı ve ona yüzümdeki parmakların arasından bakarken aynı şekilde bir kıkırtıyla eşlik ederek rahatlamış bir şekilde sandalyemde arkama yaslandım. Zihnim de bedenim de gereksiz düşüncelerle dolmayı durdurmuş ve anı yaşamaya odaklanmıştı. Mutlu hissediyordum, kalbim göğsümden çiçekler açarak çıkacak kadar neşeyle atıyordu ve en güzeli o anın verdiği rahatlamaydı.

Yoonsu tıpkı benim gibi sandalyesine yaslanarak bilmiş bir tavırla duraklar gibi elini havaya kaldırdı ve bana göstererek "Ayrıca gerçekten söylemek istediğim bir şey daha var," deyip devam etmeden hemen önce yüzünü buruşturdu "Jungkook kesinlikle benim tipim değil. Iyy yani."

"Siktir git bu evden beni alan almış sen kendine yan." diyerek mutfağa kafasına koyduğu havluyla gelen Jungkook bir şeyi unutmuş gibi yüzünü buruşturarak ekledi "Ayrıca asıl sana ıyy!"

İkisinin atışmasını Jimin ve kendiminkine benzetmiştim aniden. Biz de böyle birbirimize sataşırdık ve aramızdaki ilişki nefret eder gibi olsa da günün sonunda ikimizden birine bir şey olsa ortalığı yakardık.

"Ya bırak, hadi tipin tamam olsa, titizliğin ve düzen manyaklığın insanı çileden çıkartır. Bırak biraz bokumuzda boğulalım."

Yoonsu bunu söylediği anda istemsizce başımı sallamam Jungkook'un dikkatini çekmiş olmalı ki kafasını kurularken duraksayıp kaşlarını kaldırarak "Taehyung?" diye bir soru yöneltti.

Ellerimi iki yana açtım gülerek "Ağzımı bile açmadım."

"Ama onayladın."

"Artık evde ne yaptıysan çocuğa ağzını açamadı kafa salladı."

"Bu zamana kadar bir şey yapmadım ama dönünce yaptığımdan emin olacağım." diye bana imayla baktığında yukarıdaki konuşmamıza gönderme yapması yüzünden gözlerimi kaçırıp sweatimin ucunu sıkıştırıp susmayı seçtim. Busan'da olmaktan memnundum ama sözleri yüzünden bir an önce de Seul'e dönmek istiyordum.

Tabii ben kendimi dizginlemeye çalışırken Yoonsu cin gibiydi hemen anlamış ve anladığı gibi de cıklamıştı "Bir şeye de cinsel ima yapma."

Jungkook "Bik bik." derken eliyle de hareket yaparak onu başından savınca Yoonsu dikkatini yeniden bana çevirdi ve sandalyesini yaklaştırarak bana Jungkook'u siktir edip hoşlandığı çocuğun da resim okuduğunu söyleyerek birkaç çizimini göstermeye başladı. Jungkook ise bu sırada akşam için yemek yapacağını söyleyerek işe girişti. Pek yanaşmadım, yemek yaparken genelde tek başına hareket etmeyi seviyordu ve biraz da agresifleşiyordu. En iyisi kendi haline bırakmaktı.

Konuşmamız ilerledikçe ortak noktalarımızı keşfettik Yoonsu'yla. Ben de ona çizdiğim resimleri gösterdim ve o da bana çektiği fotoğrafları gösterdi ve fark ettim ki onunla sohbet etmek gerçekten keyifliydi. Zamanla tereddütlerim kaybolmuştu ve onun da bana yaklaşımı biraz samimileşmişti. Ona fotoğraflarda gördüğüm çantasının güzel olduğunu söylememle birbirimiz hakkında konuşmaya başlamamız da uzun sürmemişti.

Yoonsu telefonundan başka bir şeyler gösterirken, konunun nasıl buraya geldiğini tam hatırlamıyordum ama kdramalardan konuşmaya başlamıştık ve bir anda en sevdiğim oyuncunun adı geçince dayanamayıp "Hih sus çabuk, bu var ya mükemmel öpüşüyor!" diye içim gidermiş gibi avcumu göğsüme bastırdım. Aynı anda da yemekten artan bulaşıkların olduğu tarafta bir gümbürtü koptu "Ne?!"

"Hayali saç beyazlatır."

Jungkook, Yoonsu ve benim onu hiç umursamadan konuşmama öfkelenip elini burada olduğunu belli edercesine hava şıklattı "Kime diyorum, alo?"

"Of sus sen karışma." Yoonsu Jungkook'u eliyle savuşturup keyifle ellerini çırparak devam etti "En iyi öpüşen kdrama alfası listeni dök çabuk!"

"Bekle, ne, öyle bir listeniz mi var? Şaka mı yapıyorsunuz?"

"Var tabi ki!" derken ona göz devirmiş, iki elimi birleştirerek hülyalı hülyalı sallanmıştım "Ama hangisini ilke koymam gerek bilemedim. Hepsi o kadar muhteşem ki... Ahn Bohyun kesinlikle listemde."

"Kairos! Bayılırım. Peki Ji Changwook ve Park Seojoon? Onlar listende yoksa yemin ederim küserim."

"E zaten!" derken aklıma gelen bir diğer ismi söyledim çünkü kendisi en sevdiğim kadın alfalardandı "Seo Hyunjin'in de baya öpüşüyor."

"Sen deli misin, kadın tanrıça!"

"Pardon ama, sikerim, ben de burdayım biraz ayıp olmuyor mu?"

Hülyalı ve heyecanlı bakışlarımı imalı ve kınayan bakışlara çevrildiğinde Jungkook'un elleri belindeki halini baştan aşağıya süzdüm. Sonunda intikam alacağım o gün gelmişti ve şimdi benim sıramdı. Tabi ki bunu değerlendirebileceğim en iyi şekilde tam da doğru noktadan atış yaparak değerlendirecektim.

"Sen yüzüme Tzuyu için karım derken bana ayıp değil miydi?"

İşte böyle! Biraz da sen kıskan bakalım alfacık.

Aynen öyle.

Jungkook sanki dünyanın en normal şeyiymiş gibi "Tzuyu'nun bu konuyla hiçbir ilgisi yok." dediğinde dudaklarım arasından alay dolu bir tıh sesi çıkartarak gözlerimi devirdim ancak Yoonsu sesindeki alaycı tonla gülümserken masanın altından ayağıma vurup kendisi atıldı "Sen bi kıskandın sanki?"

"Yoo ne alakası var?"

"Sus o zaman." diyerek benimle konuşmak için üzerime eğildi ve Jungkook'un daha çok sarsılmasını sağlayan bir cümle kurdu "Tabi bir de Gong Yoo var-"

"Adam kırk beş yaşında amına koyayım siz ne anlatıyorsunuz?!"

"Ne dedik sanki ya, oyunculuklarını konuşuyoruz, öpüşmüşüz gibi tepkiler veriyorsun."

Ben Jungkook'a söylediği şeyin saçmalıktan ibaret olduğunu elimi sallayarak belli etmeye çalıştım. Bu sırada telefonu çalan Yoonsu hafifçe geri çekilerek hole doğru çıktı ve bizi başbaşa bıraktı. Oldukça keyfim yerinde bir şekilde oturduğum saldalyemde onu tadı kaçmış, kaşlarını da çatık bir şekilde görmek hoşuma gitmişti. Sanki o her zaman feromonlarını kontrol edebilen alfa gitmiş, yerine kıskançlıktan tatlı mı tatlı tavır takınan bir alfa gelmişti.

Gülümsememi biraz daha arttırdığımda Jungkook başını iki yana sallayarak beklemediğim bir şekilde dudaklarını iki yana kıvırdı. Sanki aklından onu keyiflendirecek bir şey geçmişti de modu bir anda yükselmişti. Bir anda kıskanç halinden alaycı bir tavra geçiş yapmasına işkillendim çünkü bu bakışını biliyordum, şerefsizce bir şeyler düşünmüştü. Haliyle de kaşlarımı kaldırıp sorma gereği duymuştum "Ne? Ne geldi aklına."

"Hiç."

"Yalancı. Söyle çabuk."

"Seni hiç ilgilendirmez."

"Ya meraktan çatlarsam?"

"Ne yapayım?" diyerek daha çok gülümsedi ve bulaşıklarını yıkamaya devam etmek için arkasını döndü. Ama bir şey olduğunu bildiğim ama ne olduğunu bilmediğim için gerçekten söylemezse uyuyamayabilirdim ve hatta çatlayabilirdim bile.

Hızlıca ayaklanarak kolundan yakalamakta gecikmedim ve "Ya söylesene delirtme beni." diye ısrarla çekiştirdim çünkü merak etmiştim bir kere, öğrenmeden duramazdım.

Önümde ısrarımın sonucu olabilecek iki seçenek vardı. İlki soruma cevap verecekti ikincisi ise cevabı almak için fazlasıyla uğraştıracaktı. Ancak hiçbiri olmadı ve cümlem bittiği anda Jungkook bana doğru dönerek belimden kavradı ve beni masanın üzerine yatırıp bacaklarımın arasına kendini yaslayarak dudaklarını dudaklarıma kapattı. Bileklerimi ne ara aldı da başımın üzerine sabitledi anlamamıştım bile, her şey bir göz kırpma süresi kadar kısa sürede olmuştu. Şaşkındım, heyecanlıydım ve etkilenmiştim.

Dudakları daha önce hiç olmadığı kadar aç ve kasıklarımı sızlatacak kadar yoğun bir şekilde beni istila ederken tek yaptığım ona uyum sağlamaktı ancak o kadar savruktu ki yetişmek imkansızdı. Sanki aylardır öpüşmemişiz gibiydi, kontrolsüzdü ama aynı zamanda da kontrollüydü, dili dilime karışırkenki her darbesi beni derine çekiyor, kendimden geçiriyordu.

Bileklerimdeki tutuş sıkılaştı ve öpüşmesindeki şiddet tam aksine azalırken tam dünyamı durdurmasına yakın Jungkook geri çekildi. Ciğerlerim oksijenine kavuşmuş gibi inip kalkmaya başladı ve gözlerim doğruca kızıllarına odaklandı. Bakışları yıkıcı, aynı zamanda da vahşiydi, bana oradaki baskınlığı ve gücünü ruhuma kadar hissettiriyordu.

Jungkook, yüzümü gururla incelerken "Acıdım." dedi.

Aklımı uçurmuştu ve kelimeler bir türlü toparlanmıyordu. Bu yüzden dudaklarımdan kısaca "Ne?" kelimesi dökülmüştü.

"Listendeki alfalara. Acıdım."

"N-neden?"

"Çünkü hiçbiri seni böyle tadamayacak."

Siktir.

Tam şimdi, bu masada, gözlerimizin içine bakarak...

Yapma, dedim içimden omegama. Çünkü ben de istiyordum ve tam şu anda bunun için sızlanabilirdim.

Belki ilkel düşünüyordu bu konuda ama haklıydı Jungkook, sanki hep oydu olması gereken hayatımda ve bendim onun hayatında olması gereken. Başkalarına da buna sahip olamadıkları için acıyordum. Bunu dile getiriş şekli ise... Muazzamdı. O kadar hoşuma gitmişti ki evlerinde olmamız önemli değildi, eğer isterse bu masada beni hırpalayabilirdi, feromonlarını üstüme salabilirdi ve ben onu en harika şekilde kabul ederdim.

Yutkundum ve dudaklarımı aralayarak bir nefes verdim. Konuşamadım da... Sadece gözlerinin içine baktım. Bana olan hislerini ve düşüncelerini tam orada, heyecanla görmek nefes kesiciydi. Jungkook bana kimsenin daha önce bakmadığı gibi bakıyordu, yapmak istediği şeylerin yarısını bile yapmadığını anlayabiliyordum ve yapması için heyecanımı hissettirmeye çalışıyordum.

Jungkook'un bileklerimdeki elleri gevşeyerek beni masadan kaldırdığında son kez sertçe öptü ve geri çekilerek toparlanmam için süre tanıdı ancak başaramadım. Yoonsu doğruca içeri girdiği anda kokumu yakalamış, masaya yaslanmakta olan ben ve profesyonelce bulaşık yıkamakta olan Jungkook arasında gidip gelmişti gözleri.

"Her yer feromon olmuş iki dakika yalnız bırakmaya gelmiyorsunuz. Hemen oynaşın, öpüşüp koklaşın. Edep ya biraz edep."

"Öyle değil." derken elimin tersini yanaklarıma bastırıp sakinlemeye çalıştım ama hiç fayda etmedi. Aksine Yoonsu daha çok üstüme geldi, göz kırparak imalarına "Tabi değil, şu haline bak, mugunghwa çiçeği gibi pespembe olmuşsun." diye devam ederek daha çok sızlanmamı sağladı ama bunu çok uzun tutmadı. Garip bir şekilde beni rahat hissettirecek şekilde konuyu değiştirip başka konulardan konuşmaya başladık.

Saat akşam beşe yakın Insoo sessizce eve geldi ve Jungkook'la kavgaya tutuştu. Çünkü Jungkook bir ağabey olarak yapabileceği en büyük zorbalığı, dolapta Insoo'ya ayrılmış tatlıyı 'üzerinde ismini göremedim' diyerek yiyerek yapmıştı. En sonunda da Insoo'yu tek eliyle omzuna attığı gibi susması için koltuğa atıp bu sefer güreşmeye başlamışlardı. Gerçekten, Seokjin hyung da böyleydi, sanırım ağabey olmanın bazı gereklilikleri vardı ve hepsi hemen hemen aynı mantıkla küçük kardeşe zorbalık yapıyordu.

Havanın kararmasına yakın da Bayan Jeon arayıp birkaç saatliğine yardıma ihtiyacı olduğunu söylediğinde Jungkook gelmek isteyip istemediğimizi sordu. Yoonsu onları beklerken masayı hazırlayacağını söyleyip kalmayı seçti ama ben de biraz çekindiğim için reddettim ama Jungkook kolumdan tuttuğü gibi yürü gidiyoruz diyerek beni çekiştirdi.

Üzerimizi sıkıca giyinerek bir daha saçma sapan şakalar yapmayacağının onayını aldıktan hemen sonra arabaya binmeyi kabul etmiş, öyle yola koyulmuştuk. Jungkook her zamanki gibi bana yol boyu bir şeyler anlatmıştı. Şehir merkezinden yirmi dakika içinde uzaklaşıp ağaçların ve bir sürü seraların yoğunlukta olduğu bölgeye geldiğimizde bana ilerideki beyaz seraları gösterdi ve bunu biraz da gergin tavırlarımın rahatlaması için yaptığını anladım. Bana ailesinin geçimini nasıl sürdürdüğünden bahsetti.

Anladığım kadarıyla genişçe bir alan onlara aitti ve sebze üreticiliği yaparak onları çevredeki, merkezdeki dükkanlara pazarlıyorlardı ve bu sebzelerin çoğunluğunu da lahana, turp, yeşil soğanla soya filizi oluşturuyordu. Eh, Güney Kore'nin bu sebzelere olan düşkünlüğü göz önüne alınınca da bu kadar serada üretim yapıp satmak onlara güzel bir gelir sağlıyor olmalıydı.

Jungkook köşeyi döndükten sonra "Bak şuradan sonrası," derken direksiyona doğru eğilip ileriyi işaret etti "Hep çiçek seralarımız, bir serada da üzümle çileğe ait. Annem sabahtan sebzeleri ve meyveleri kontrol edip çiçeklerin olduğu kısma geçer, vereceklerini ayırır sonra da tüm gününü çiçeklerle geçirir, onların bakımlarını yapar."

"Evdeki çiçeklerden belli oluyor sevdiği."

"Öyle. Sen frezya getirdiğinde de çok sevindi. Ama sadece sevdiği için değil biraz da mesleğinden dolayı ilgisi var demek daha doğru olur."

Gözlerimi seralardan kısa süreliğine ayırarak arabayı park etmekte olan Jungkook'a "Mesleği mi? Ziraat mühendisi falan mı ki, ya da pezajla mı ilgileniyor? " diye sordum.

Aynayı kontrol edip tek eliyle direksiyonu döndürürken arabayı tek seferde park edip bana ışıldayan bir gülüşle döndü ve kemerini çıkartmadan beni kısaca öpüp cevapladı "O kendisi anlatır, bayılıyor mesleği hakkında sohbet etmeye."

Israr etmedim ve tıpkı onun gibi kısa bir öpücük vererek arabadan inişine eşlik ettim. Jungkook'un annesi arabanın sesinden anlamış olacak ki dışarı çıkıp bize el salladı ve beni görünce doğruca gülümseyerek yanımıza koşturdu. Açıkçası biraz çekinmiştim, dün apar topar tanışmıştık şimdi de hiçbir sohbetimiz olmamasına rağmen buraya gelmiştim.

"Ah ne iyi oldu geldiğin Taehyung," diyerek beni sıkıca sarıp sırtımı pat patladı. Kokusu burnuma o kadar hoş ve ferah gelmişti ki Jungkook'un çikokata kokusunun aksine onunkiler tam anlamıyla hafif odunsu ve biraz da tarçını andırıyordu. Kış gibiydi, soğuk havalarda sıcak bir kafede taze demlenmiş tarçın ve elma çayı gibi huzurlu hissettiriyor. Çok sıcak hissettirmişti bana, rahatladığım için de geri çekilirken gülümsemeden edememiştim.

"O kadar çok bahsetti ki çiçek seralarınızdan, merak ettim, gelmek istedim doğrusu."

"İyi yaptın, yaptın ama kanma bu numaralara, seni etkilemek için yapıyor. Daha bir kere girip de topraklarını değiştirdiğini görmedim."

"Anne!"

"Anneye ses yükseltilmez, sus bakayım."

"Ama üzerime oynuyorsun."

"Beni kandırman ilk değildi neden yakınıyorsun." diyerek annesine destek olup kıkırdarken Bayan Jeon koluma girerek eğlendiğini belli eden hoş bir kahkaha attı. Tabi ki bu Jungkook'un pek hoşuna gitmedi "Ayıp ya, ben buraya laf işitmek için mi geldim?"

"Hem evet hem hayır. Üzümlerin aydınlatmasında sorun var, onun için çağırdım."

"Aydınlatma değil, elektrikle ilgili bir sorun var sanırım. Aydınlatmaya bir bakayım ama bugün çözüleceğini sanmıyorum. Yarın merkeze Kyung'un dükkanına uğrarım."

"Olur, ben de Taehyung'a serayı gezdireyim biraz da işim vardı bana yardımcı olur, gel hadi gidelim Taehyung."

Beni kolumdan çekiştirerek seraların arasına doğru yönlendirdiğinde hayır diyemedim ve biraz da utanıp gerildim. Annesiyle yalnız kalacağımı hiç düşünmemiştim ve her ne kadar candan bir insan olsa da sonuçta o Jungkook'un annesiydi, daha önce beraber olduğum kimsenin ailesiyle tanışmamıştım yani ufak da olsa çekincelerim vardı.

Seraya adım attığım an içimi saran sıcaklıkla birlikte burun deliklerimi dolduran çiçek kokusu o kadar yoğundu ki bir an olduğum yerde durup derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim. Kokuları az çok hayal etmiştim ama bu bambaşka bir kokuydu. Hafif nemli, ancak rahatsızlık vermeyen bir hava vardı içeride. Tavandaki otomatik sistemlerden yavaş yavaş damlayan suyun sesi eşliğinde her şey sanki büyüleyici bir ahenkle çalışıyordu.

Bölüm bölüm şeffaf camlarla ayrılmış alanlara bakınca hepsinin düzenine hayran kaldım. İlk dikkatimi çekenler beyaz frezyaların olduğu bölüm oldu, tam girişin sağında, diğer çiçeklerden biraz daha serin bir alanda büyüyorlardı. Tap tazeydi görünüşleri, yanlarında beyaz etiketlerle hangi çeşit olduklarını belirten zarif işaretler vardı. Frezyaların ilerisinde ise iri çiçekli daha tropikal bitkilerle süslenmiş bir alan gördüm. Bu bölüm biraz daha nemli olmalıydı çünkü camlar damla damla iz olmuştu, ısıyı ve nem oranını düzenleyen cihazlar hafif bir uğultuyla çalışıyordu.

Soldaki alan ise tam bir renk cümbüşüydü. Pembe, mor ve kırmızı tonlarda açan güller sıralanmış, aralarına özenle lavantalar yerleştirilmişti. Biraz daha derine ilerledikçe adını bilmediğim bir sürü çiçek vardı. Burada güneş ışığını andıran sarı bir aydınlatma vardı. Her şey o kadar düzenliydi ki insanın saatlerce burada kalası geliyordu, burada olmak istemesine şaşırmamıştım. O kadar güzel ve huzur doluydu ki, büyülenmiş gibi bakmaktan kendimi alıkoyamıyordum.

"Etkileyici, değil mi?" diye sordu Bayan Jeon, koluma hafifçe dokunarak.

Başımı çevirip onun gülümseyen yüzüne baktım. "Evet, kesinlikle öyle," dedim hayran hayran "Her şey o kadar düzenli ve güzel ki... Kokularını söylemiyorum bile. Bu kadar farklı çiçeği bir arada yetiştirmek kolay olmasa gerek."

Bayan Jeon gülümsemesini koruyarak ellerini cebine soktu. "Evet, kolay değil ama yıllar içinde bu işi tutkuyla yapmayı öğreniyorsun. Her çiçeğin farklı bir hikâyesi, farklı bir karakteri var. Onları tanımak ve onlara en uygun ortamı sağlamak benim için bir tür terapi gibi."

Birlikte yürürken bir ara durup, toprak torbalarının olduğu bir alanı gösterdi "Frezyaların topraklarını değiştirmem gerekiyor, bana yardım eder misin?"

"Tabi ki," dedim hemen. "Ne yapmam gerektiğini söylerseniz elimden geldiğince yardımcı olurum."

Bayan Jeon güzel bir gülüşle başını sallayarak yürümeye başladığında beklemeden onu frezyaların bölümüne doğru takiplemeye başladım o muhteşem kokuyu anında içime çektim. İçerideki hava diğer alanlardan biraz daha serindi ve hafif bir çiğ kokusu vardı. Frezyalar muntazam sıralar halinde ekilmişti, yapraklarının ve çiçeklerinin zarif kıvrımları güneş ışığını taklit eden aydınlatmada ışıl ışıl parlıyordu. Saksıların bir kısmı köşede istiflenmişti ve Bayan Jeon, oradan bir taneyi alıp masaya koymuştu.

Frezyaların arasından iki tanesini alıp bana verdi ve kendi de iki tane alarak onları masaya koyduğunda bana iki tane eldiven uzattı "Ellerin kirlenmesin, giy bunları."

Ona teşekkür ederek eldivenleri hızlıca giydim ve başlamadan giydiği kareli gömleği, dirseklerine kadar özenle kıvırmasını sakince beklerken, sağ el bileğinin içinden dirseğine kadar uzanan ve daha önce sadece ders kitaplarından gördüğüm yanmış ruh eşi çiçeklerini gördüm. Simsiyah olarak teninde duran küçük filizlerin ve büyük taç yaprakların özenle ve sıralı oluşu önceden çok güzel olduklarını belli ediyordu.

Gözlerimi kaçırmak istesem de yapamadım ve ne diyeceğimi bilemediğim için dudaklarımı birbirine bastırdım. Ne söylenebilirdi ki zaten, iki eşten biri, bir sebeple artık dünyada olmadığında çiçekler yanardı. Dünya üzerindeki belki de en kötü şey denilebilirdi ve ömrünü yitirene kadar ruh eşiyle tamamlanmış olan çiçeklerini kömür gibi yanmış şekilde görecekti.

Bayan Jeon duraksama sebebimi anlamış olacak ki eliyle çiçeklerinin üzerine dokunup "Ah... Onlar..." diye fısıldadı ve başını öne eğerek beni daha çok kıran şeyi söyledi "Frezya çiçekleri..."

Frezya çiçekleri derkenki buruk sesi kalbime bıçak gibi saplanmıştı. Baskı feromonları ise hafifçe ağırlaşarak hüznünü açığa çıkartmıştı. Frezya çiçeklerini bu kadar sevmesinin sebebi buydu yani, onlar ruh eşiyle olan çiçekleriydi. Artık bu dünyada olmayan ve izlerini her gördüğünde canını yakan çiçeklerine hala aşıktı. Onlara serasında yer vermişti ve her daim evinde bulundurmak canını yaksa da bir an için bile vazgeçmemişti.

Gözlerimi kaçırıp aceleyle "Çok özür dilerim, sizi kötü hissettirmek istememiştim." diye bir açıklama yaptım. Gerçekten isteyerek bakmamıştım ve bir an için gördüğümde de kendimi bakmaktan alıkoyamamıştım, bunun nasıl hissettirdiğini asla tahmin edemezdim, bir insanın ruh eşini kaybetmesi ve hala hayatına devam ediyor oluşu çok zorlu bir mücadele gerektiriyor olmalıydı ki şu anda karşımda bu kadar sağlıklı bir şekilde durabiliyordu.

Bayan Jeon, gözlerinin köşelerini kırıştırarak eliyle omzuma dokundu ve sıvazladı. Ona başımı eğerek karşılık verip yaptığım patavatsız bakışın suçluluğu yüzünden kendime çok kızdım. Bu hassas bir konuydu ve dikkatsizliğimin onu üzmesini gerçekten istememiştim.

"Endişe etmene gerek yok, kötü günler solan çiçek yaprakları gibi dökülüp gidiyor." dedi ufak bir tebessümle ve bir frezya saksısını önüne çekip küçük filizleri parmağının ucuyla okşayarak devam etti "Ta ki, yerine yeni filizler gelene kadar. Her yeni filiz, daha güzel taç yapraklarını doğurur. Çiçeklerle uğraşmak bana bunu öğretti."

Çiçeği o kadar nazik, o kadar hassas dokunuşu vardı ki bu sevgisini çocuklarına da aynı özenle gösterip her birinin de aynı nazikliğe sahip olmasını sağladığını hemen anladım. Ebeveynlerin her hareketi, çocuklarının gelecekteki hareketlerinin şekillenmesine sebep olurdu. İkiz ablaları ve küçük kardeşi öyle miydi bilmiyorum ama Jungkook'un bana bakışlarında annesinin frezyalara bakış şeklini, dokunuşlarında da aynı hassasiyeti görmüştüm.

"Oradan boş saksının içine yarıya kadar toprak koyar mısın?"

Daldığım noktadan, isteğiyle çıkarak toprağa ve saksıya uzandım. İçindeki küçük kürekle saksıyı yarısına kadar doldurduğumda Bayan Jeon bana teşekkür ederek "İlk önce eski saksıdan dikkatlice yerinden çıkarmamız gerekiyor ama acele etmemeliyiz. Frezyaların kökleri hassastır, olabildiğince nazik olmalıyız." dedi. Sonra da saksının köşesinden hafifçe toprağı havalandırdı. Hareketlerini ve işlemleri uygulayışını dikkatle izledim.

Frezyaları topraktan çıkarttığında yüzündeki ifade bir ressamın eserine odaklanışı gibiydi. Parmakları, toprakla çiçeğin kökleri arasında nazikçe hareket ediyor, adeta her bir kökle konuşuyormuş gibi bir duruş sergiliyordu.

Birkaç dakika boyunca tek bir kökün çevresinde oyalanmıştı. Minik bir taş parçasını fark edip parmak uçlarıyla aldı ve kenara koydu. O an fark ettim ki sadece toprağı değiştirmiyor, aynı zamanda kökleri de temizliyor ve onları sanki yeniden nefes alabilir hale getiriyordu. Sol elindeki eldiveni çıkarıp çıplak parmaklarıyla toprağa dokunduğunda şaşırdım. Toprağın dokusunu, nemini anlamak için bunu yapmış olmalıydı. Bir çiçekle bu kadar hassas bir bağ kurabilmesi beni büyülemişti, Bayan Jeon gerçekten işini değer vererek, sevgiyle yapıyordu.

Yavaşça içine toprak koyduğum saksıya yöneldi ve elindeki frezyayı köklerinden nazikçe tutarken, diğer eliyle de saksının ortasında küçük bir yuva açtı. Kökleri bu yuvaya dikkatlice yerleştirip pozisyonunu kontrol etti. Çiçeğin sapını tam dik tutacak şekilde hafifçe düzeltip, ardından avuç dolusu toprak alıp köklerin etrafını kapatmaya başladı. Ancak bunu yaparken bile acele etmiyor, her bir avuç toprağı koyduktan sonra nazikçe bastırarak köklerin sıkışmadığından emin oluyordu.

Sulama kabına uzandığında, suyun ilk damlasını dökmeden önce frezyanın duruşunu bir kez daha kontrol etti "İşte böyle, iyi değil mi?" dedi, sanki çiçek onu duyabilirmiş gibi "Artık daha rahatsın."

O an bu işin onun için ne kadar özel olduğunu, neden bu kadar keyif aldığını daha iyi anladım. Çiçeklerle ilgilenmek onun için sadece bir iş değil, bir tür hayat felsefesiydi. Bir şeyleri sabırla yetiştirmenin, onlara emek vererek hayat katmanın kıymetini çok iyi biliyor ve çiçeklerle hayat buluyordu

"Sadece frezyalar değil, her birinin ayrı bakımının olduğu belli," dediğimde dikkatlice çiçeğin yapraklarını okşadım "Nasıl öğrendiniz tüm bunları? Jungkook bana mesleğinizle ilgili olduğunu söyledi."

Bayan Jeon, gözleri parlayarak bana döndüğünde orada bir miktar da hüzün görmek beni incitmişti çünkü yine yanlış bir şey yaptığımı sanmıştım. Ancak o, hafifçe bir tebessüm etti. Bu tebessümde ise o kırılganlık yerine genç bir kadın vardı, kırılgan, narin ve aynı zaman tüm bunlara rağmen güçlü.

Yeni bir frezya aldığında onun için saksıya toprak hazırladım ve sakin sesine kulak verdim "Seul Üniversitesinde öğretim görevlisiydim aslında. Doktoramı yaparken bırakmak zorunda kaldım."

"Yaa..." derken sonunu pek düşünmemiştim ama sonra doktorasını bırakacak kadar önemli ne olabileceğini düşününce ruh eşi çiçeklerinin yanmış olması, eşinin vefat ettiği gerçeğini yüzüme vurdu. Üzüntüden neredeyse ağlayacaktım, telaşla koluna tutundum "Çok özür dilerim. Gerçekten pot üzerine pot kırıyorum. Sizi üzmek istememiştim, yemin ederim-"

"Jungkook biraz bahsetmişti ama gerçekten öyleymiş. Utandığında çok tatlı oluyorsun, yanaklarının üstü kızarıyor."

Ölmek istiyordum. Kafamı toprağa gerçekten gömmek istiyordum. Jungkook çevresindeki herkese benden böyle bahsetmişti gerçekten.

Mahcup bir şekilde başımı öne eğdiğimde Bayan Jeon omuzlarını sarsarak güldü ve frezyaları özenle dikme işlemine devam etti. Bir yandan da mahcubiyetimi geçirmek için çabaladı.

"Özür dilemene gerek yok. Hayatta her zaman talihsizlikler olabilir, başıma gelen hiçbir şeyi şanssızlık olarak görmüyorum, anlatmaktan da kaçınmıyorum çünkü o gün frezyaların hikayesiyle tanıştım."

Farklı çiçeklerin farklı anlamları olduğunu biliyordum, bazen bu anlamlar hikayelerle birleşirdi, bize öğretilen okullarda anlatıldığı kadardı, sonrasında çiçekler çıktıktan sonra doktorlar tarafından kontrol edilerek gerekli bilgilere ulaşırdık. Şimdi ilk kez bu kadar detaylı duyuyor olmak meraklanmama sebep olmuştu. Bu yüzden dikkatle sormuştum.

"Çiçeklerinizin bir hikayesi mi var?"

"Her çiçeğin bir hikayesi vardır Taehyung. Ve o çiçekler farklı hikayelerle ruh eşlerinin teninde çıkar. Frezyalar da o hikayelerden biri." diyerek minik bir tebessüm kondurdu dudaklarına ve devam etti "O zamanlar Seul Üniversitesinde Antropoloji son sınıf öğrencisiydim. Alfa ve omegaların eski kültürlerini ve inanışlarını, ruh eşi çiçekleri ile bağlı olması üzerinden araştırırmalar yapardık, o zaman benim için bitirip kurtulmak istediğim boktan bir bölümdü, yalan yok."

Tecrübelerini gülerek anlatması, onlarla ne kadar barışık olduğunu gösteriyordu. Bu beni gülümsetti çünkü sanırım tam olarak erişmek istediğim konum buydu.

"Üniversitenin bahar festivalindeydim, arkadaş grubumla gülüp eğleniyordum. Sonra birden, masaya genç bir adam oturdu. Elinde belki de bir koreli olarak garip gelecek ama en sevmediğim çiçek, sakuralardan bir demet tutuyordu." Bayan Jeon kısa bir kahkaha attığında neşesine eşlik etmek için güldüm ben de ve dudaklarımdaki gülümsemeyle dinlemeye devam ettim "Jungkook gibi uzun saçları vardı, bahar rüzgarının esintisiyle dalga dalga oluyordu. Kokusu sabah yağmurunda yürüyüşe çıkmak gibi rahatlatıcıydı. O zamanlar ilişkilerde çekingenlik vardı ama Yun gözlerimin içine çekingesizce bakıyordu."

"Jungkook da böyle bakıyor!" dedim sızlanarak.

"Çok rahatsız edici ama için de bir tuhaf oluyor değil mi?"

"Evet, çok..."

"Tam olarak öyle oldu ama baskın alfayım ya, hemen yükseldim, dik dik baktım ben de ne var der gibi. Yun da durur mu, ruh eşleri, mutlaka doğduktan sonra en az bir kere karşılaşırmış, beni birkaç zamandır görüyormuş falan, anlatı da anlattı... Sonuca varmasını göz devirerek beklerken aniden birlikte olmak için yaratılmışız diye girdi aniden konuya."

O kadar şaşırmıştım ki hayretler içinde sesimi yükselttim "Öylece mi dedi yani?!"

"Evet! Bir de gözüme soktu çiçekleri. O kadar şaşkındım ki ve sakuralardan öyle nefret ediyordum ki aklıma gelen ilk şeyi söyledim."

"Ne, ne söylediniz?"

"Ben frezya severim, sakuralardan nefret ederim dedim. O da bana güldü ve dünyanın en güzel frezyalarına sahip olmak için beklemem gerektiğini, eğer onunla yemeğe çıkarsam vereceğini söyledi. Reddedecektim bu ukalalığı yüzünden ama bir parçam biliyordu işte, tamam dedim ve numarasını aldım. O gece de araştırdım onu, adını okulun yıllığından buldum. Uçak mühendisliği okuyomuş, yüksek linsanstaymış ve okula katkı sağlayan proje öğrencilerindenmiş. Hakkında sadece bunları bilerek ertesi gün çıktığım o yemekte, bana dünyanın en güzel çiçeklerini verdi gerçekten."

Bayan Jeon, o kadar güzel gülümsedi ki yüreğimden bir parça koptu ve gözlerime yaş olarak dolmaya başladı. Hele çiçekleri diken elleri duraksayıp koluna, çiçeklerine dokunduğunda ağlamamak için masayı sıkıca tuttum.

"Mezuniyetime doğru çiçeklerim yüzünden antroflora üzerine lisans yapmak istedim. Çiçeklerime ve diğer insanların çiçeklerine dair şeyler öğrenmek istedim ve mezun olmadan iki buçuk ay önce ikizlere hamile olduğumu öğrendim. Evlenmek, evde oturup çocuk bakmak ideallerim arasında değildi çünkü kariyer hedefimi daha yeni oluşturmuştum ve Yun doktoraya başlayacaktı. Ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yokken Yun bana siktir et dedi. Siktir et ve yüksek lisansını yap. Miden bulanırsa saçlarını toplarım, üşürsen ısıtıcıyı açarım, yazmaktan ellerin şişerse kalemi ben tutarım ve düşünmekten yorulursan senin yerine ben düşünürüm." durup söylediklerine inanamaz gibi başını iki yana salladı "Hepsini yaptı... Karnım büyümeden evlendik, Doyeon ve Soyeon doğdu, bir kere bile şikayet etmedi. Her şeyi paylaşarak yaptık, o doktorasını bitirdi öğretim üyesi oldu ben de yüksek lisansımı bitirdim doktorama başladım. Ve sonra tekrar hamile olduğumu öğrendim."

"Jungkook," dedim neşeyle. Bayan Jeon neşeme karşılık başını salladı.

"Evet, o. İkizler altı yaşına girmek üzereydi ve artık tecrübeliydik, eh parasal olarak da orta gelirliydik. Ama işte, bazen hayat beklenmeyen şeyler getirebiliyor."

Durdu ve biraz bekledi. Kelimelerini çıkartmakta zorlanır gibiydi. Ancak kokusu bütün duygularını belli edecek şekilde acıydı.

"Hamileliğimden altı ay sonra Yun'un içinde olduğu otobüs bir kaza yaptı." sesi sona doğru titrerken gözlerimi kaçırıp nefes almaya çalıştım ama çok zorlandım. Ne kadar zorlandığını bilemezdim, tahmin etmek bile yere çöküp ağlama isteği oluşturuyordu bende. Empati yapmak bile olanaksızdı böyle bir durumda. O adam ruh eşiydi, sıradan bir arkadaşı değildi. Bu yüzden başımı başka bir yöne çevirerek dinledim onu.

"Doktorların bir şey söylemesine gerek yoktu. Ben zaten biliyordum, o benim diğer yarımdı ve yok olmuştu. Dünyanın geri kalanı önemsizdi, ben de onunla yok olmalıydım... Aptal alfa... Bana dünyanın en güzel frezyalarını vermişti, dünyanın en saf sevgisiyle narince açan güzel çiçekleri..."

"Nasıl başa çıktınız? Çok... Çok zor..." derken burnumu çektim ve ıslak gözlerle Bayan Jeon'a bakındım. Burukça baktı bana ve başını iki yana sallayarak eliyle göğsüne dokundu "Benim ruhumun yarısı gitse de burada üç tane kalbim vardı. Zorundaydım."

Insoo geldi aklıma, konuşurken hep üçünden bahsetmişti ve onun bu hikayedeki yerini oturtamamıtım ve sormak istemiştim. Çünkü ruh eşini bu kadar seven bir kadın, başka birinden çocuk yapamazdı ama biraz yersiz olacağını düşündüğüm için cesaret edememiştim. Zaten o da derince bir nefesle toparlanmak için harekete geçmişti.

"Ruh eşi çiçekleri gerçek çiçekler gibidir. Köklerinin sağlam olması gerekir ki filizlenip çiçek açsın. Bu her çiçekte farklıdır, kimi toprağınsağlamdır kökleri sıkıca tutunur, kiminin toprağı yüzünden kökleri sağlam olmak zorundadır. Bu yüzden de toprağı sıkıca tutması için güçlenmesi gerekir. Ama her şekilde kökler toprağa tutunur, ruh eşi çiçeklerinin kökleri de aynı şekilde bir ruha tutunur. Kök ölürse çiçek de ölür ve eğer diğer çiçeklerin yanından ayrılmazsa etrafındakileri de öldürür. Bu yüzden, çiçek topraktan sökülmelidir."

"Ama ruh eşi çiçeklerini sökemeyiz." dedim zayıf bir fısıltıyla.

"Doğru, sökemeyiz. Bu yüzden ruh eşlerinden biri ölürse kalan ruha zarar vermemek için çiçeklerin yanarak yok olması gerekir. Kalmak ya da gitmek o dakikadan sonra arkada kalanın kararıdır. Onlar için kalmayı seçtim, çünkü öyle olması gerektiğini düşündüm. Doktoramı bırakıp Busan'a ablamın yanına geldim, burada bir hayat kurdum. Doktoramı bitiremedim ama mutlu olmaya çalıştım, oldum da... Yun'un kopyasını doğurdum, hepsini sevgiyle büyütmeyi başardım ve hayatım boyunca seveceğim bir işi yapmayı sürdürdüm."

"Ne desem bilemiyorum. Bu çok güç isteyen bir durum ve siz bunu misliyle başarmış bir kadınsınız."

"Geçip giden günler kötü de olsa tecrübe oldu. Arkama baktığımda keşke dediğim tek şey Yun'un yaşaması oldu." diyerek frezyayı özenle saksıya yerleştirdiğinde yeni bir tane önüne çekti ve bana nazikçe gülümseyerek sordu "Denemek ister misin?"

Sorusuyla tereddüte düştüm ve çiçeğe zarar vermekten korktuğum için korkuyla cevapladım "İsterim ama yapabilir miyim bilmiyorum, hassas olduğunu söylediniz. Zarar vermek istemem."

"Ruh eşi ya da normal bir çiçek, fark etmez... Kimse bir çiçeğe sahip olmadan, nasıl dokunması gerektiğini bilmez. Bir dene."

Yaşayan bir çiçek neyse, ruh eşi çiçekleri de aynıydı bir noktada. Bir çiçek nasıl toprakta hayat buluyorsa suyla hayatta kalıyorsa, ruh eşi çiçekleri de tenimizde ruhunu tamamlayan eşini bulduğunda hayat bulurdu, sevgiyle yaşamını sürdürürdü. Bu yüzden, hayatım boyunca hissetmediğim kadar kötü hissettim ve Jungkook'un çiçekli bir omega olduğumu söylemediğini anladım.

"Hadi, bir dene lütfen."

Gözlerimi kırpıştırarak uzattığı saksıyı önüme çekip çekingen bir gülümseme verdim ona ve yaptığının aynısını yapmaya çalıştım.

Dikkatlice saksıyı havalandırdım ve soğanlı kısmından tutarak eski toprağının içinden çıkartıp köklerini ortaya çıkarttım. Soğanlı yapısının altından aşağıya doğru uzanan frezyaların kökleri, ince beyaz iplikçiklere benziyordu ve topraktan çıkarken birbirine dolanmamış olmasına dikkat etmek gerekiyordu. Parmaklarımla kökleri düzeltirken Bayan Jeon hafifçe eğilerek "Çıplak elle dokunmak ister misin? Güzel hissettiriyor, canlılığını anlıyorsun." diye fısıldadı.

İçimdeki o rahatsız his daha da yoğunlaştı ve gözlerim frezyanın ince beyaz köklerine kaydı. Köklerin arasında minik, düzensiz çıkıntılara dikkatle baktıkça sanki her biri, hayata tutunmak için küçük bir hikâye anlatıyordu. Eldivenimi çıkartıp yavaşça köklerden birine doğru dokundum. Parmaklarım ilk teması sağladığında, köklerin yumuşaklığı ve hafif pürüzlü dokusu beni anında başka bir zamana geri çekti.

İnce beyaz köklerin üzerindeki o pürüzlü, canlı dokunun verdiği his, hafızamın en derin köşelerinde bir yerde saklanmış bir anıyı uyandırıyordu. O dokunun sıcaklığı, pürüzlerin ritmik düzeni... Daha önce bu hissi yaşamıştım, çok tanıdık bir histi. Hayata dokunmak gibiydi, birinin varlığına dokunmanın hissiyle eş değerdi sanki.

Göğsümde bir ağırlık hissettim. Nefes almak bir an için zorlaştı. Parmaklarım, köklerin arasından hafifçe geçtiğinde, zihnimdeki düşünceler hızla karmaşık bir düğüme dönüştü. Bu yalnızca bir çiçeğin kökünü anımsatmıyordu. Hayat bulmaya çalışan, bir yerden başka bir yere uzanarak bir bağ arayan bir şeydi.

"Nasıl, iyi hissettiriyor değil mi?"

Bayan Jeon'un yumuşak sesi düşüncelerimin arasından bir ip gibi sıyrılıp beni çekti. Gözlerimi ona çevirdiğimde yüzündeki tatlı tebessüme gülümsemek için zorladım kendimi.

"Evet," diye fısıldadım ama sesimdeki titremeyi saklayamamıştım. Gözlerim tekrar frezyanın köklerine kaydı "Çok canlı hissettiriyor..." bir an duraksadım kelimeleri nasıl ifade edeceğimi bilemedim "Sanki eksik gibiler ve bir şey söylemek istiyorlar."

"Yaşama tutunmak için güvenli bir toprak arıyor." dedi kökleri tutan ellerimin altına elini koyarak "Onları anlamak için kalbini açman gerekir. Sevgiyle dokunursan, sana hikayelerini anlatırlar. Bu yüzden kökler önemlidir, ona güven verecek sevgiyi, toprağı verirsen kökleri güçlenir," Bayan Jeon gülümsedi ve beraber frezyanın köklerini toprağa ekip filizleri nazikçe okşadı "Ve kökleri toprağa güvendiği, onu çok sevdiği anda filizlenir."

Çiçekler, sevgiyle hayat buluyordu. Ruh eşi çiçekleri de öyleydi. Sevgi, onları büyütüyordu. Ama ya sevgi eksikse? Ya yanlış birine ait olduğunu düşündüğüm çiçekleri sevemiyorsam, o zaman ne olacaktı? Hayatım boyunca çürümeye ve mutsuz olmaya mı mahkum olacaktım? Bu durumda Jungkook ne olacaktı, onun hisleri, sevgisi ve aşkı... Bunlar zamanla benim yüzümden ölüp gidecek miydi?

Kelimelerim hislerim gibi düğüm düğümdü. Bayan Jeon bana sıradan ders kitaplarında bulamayacağım kadar dokunaklı ve gerçek bilgiler vermişti. Ne yapacağımı bilmiyordum ve açıkçası bana bu kadar sevecen yaklaşan, her şeyini açan bir kadının, oğluyla birlikteyken bir başkası için açmış çiçeklerimin olduğu gerçeğini bilmesini istemiştim.

"Ben..." diye mırıldandığımda acı çeken ifademe engel olamadım "Jungkook benden ne kadar bahsetti bilmiyorum ama... Size bir şey söylemek istiyorum."

"Jungkook bize sadece çok güzel olduğundan ve utandığında yanaklarının kızardığından bahsetti. Bir de öfkelendiğinde barut gibi oluyormuşsun." dediğinde başımı eğip sakince gülümsedim ve boğazımı temizleyerek kendimi konuşmak için zorladım.

"Bunu nasıl söylemem gerektiğini bilmiyorum ama söylemem gerektiğini düşünüyorum. Ben... Benim çiçeklerim var. Menekşeler..." Bayan Jeon'un kaşları şaşkınlıkla kalktığında sanki bana olan sevgisi azalmış gibi kolundan nazikçe tutup açıklamaya devam ettim "Jungkook bir başkasına ait olmasını pek önemsemiyor olsa da en azından sizin bilmeniz gerektiğini düşündüm."

"Taehyung," dediğinde aceleyle sözünü kestim ve konuşmasına izin vermedim.

"Köklere dokunduğumda yaşadığını hissettim, bana ruh eşi çiçeklerinin de aynı hissettireceğini söylediniz. Ben... o his çok tanıdıktı. Ruhun ruha akması, parmak uçlarımdaki karıncalanma... Çiçeklerime defalarca dokunmama rağmen bunu hissetmediğimden eminim. O alfayı sevdiğimi sandım ama hiç sevmemişim."

"Konuşmama izin verebilir misin?" derken burnumu çekerek tuttuğum kolundan elimin kayarak düşmesine izin verdim ve hafifçe fısıldadım.

"Jungkook'u çok seviyorum."

"Bunu farkındayım."

Bayan Jeon, dudaklarını büzerek elini yanağıma yasladığında gözlerimi kapatarak derince bir nefes aldım ve bakışlarında ufak da olsa aksi bir durum fark edeceğim ihtimalini göze alarak da araladım. Ancak hiçbir değişiklik görmemek beni şaşırttı. Bana gerçekten hissedebileceğim kadar kuvvetli bir şefkatle bakıyordu, tıpkı çiçeklerine baktığı gibi.

"Ben doktor değilim ama çiçeklerini hissetmemen gibi bir şeyin söz konusu olamayacağını biliyorum. Eğer izin verirsen onlara dokunmadan da olsa bir göz atmak isterim."

"B-ben..."

"İstemezsen de bir doktora gitmen gerektiği kanısındayım."

"Hayır, gösterebilirim. Benim için sorun değil, gerçekten çözmek istiyorum kafamdaki karışıklığı." diyerek montumu hızlıca çıkarttığımda sweatimin omuz kısmını titreyen ellerimle kavradım ve hafifçe çekiştirip menekşe çiçeklerimi açığa çıkarttım. Çiçeklerimi Jungkook'dan sonra en detaylı ve yakından gören ikinci kişiydi Bayan Jeon.

"Şöyle ışığa doğru gelebilir misin?" diyerek diğer omzundan tuttu ve hafif bir şekilde çekerek beni ışığın biraz daha altına çekti. Uzunca bir süre incelediği omzumda, çıplak parmağını çiçeklerimin olduğu yerin biraz altına bastırdığında irkilerek Bayan Jeon'a doğru çevirdim bakışlarımı.

Dikkatle incelediği çiçeklerime bakarken biraz şaşırmış gibi kaşlarını çattı ve "Menekşe çiçekleri demiştin, değil mi?" diye sordu.

"Evet, öyle."

"Anne! Işıklar yarına kadar idare eder gibi, işiniz bittiyse gidelim mi?"

Jungkook'un içeri dolan sesiyle neden bilmiyorum, çiçeklerimi kapatma gereği duyarak Bayan Jeon'dan uzaklaştım ve aynı anda da kapıdan neşeyle giren alfaya baktım. Yakamı düzeltirken göz göze geldik ve yüzündeki o gülüş bir anlığına kayboldu. Bakışları hızla üzerime, ardından da annesine kaydı. Ve sonra, yeniden bana baktı.

"Bir şey mi... Oldu?"

"Yoo, olmadı bir şey, terlediğim için üzerimi çıkartmıştım sadece." dediğimde Bayan Jeon da bana eşlik ederek masanın üzerindeki saksıları alıp diğer frezyaların yanına ilerledi.

"İşimiz bitti aslında gidebiliriz, siz geçin ben geliyorum."

Konu hakkında konuşmaması ve geçiştirmesi iyi mi oldu kötü mü bilmiyordum ama huzursuz olduğum için kısa bir an başımı eğdim, bakışlarımızı ayırdım. Göğsüm sıkışmıştı. O an ağzımdan bir şey dökülecek gibi hissettim ve susmak için yutkundum. Çünkü çiçeklerimi göstermemin sebebinin hala Suho'ya karşı bir şeyler hissedip araştırabileceğimi düşünmesinden korkmuştum. Susmamın da bunu destekleyeceğini düşünmüştüm.

Şimdi değil, dedim içimden, lütfen şimdi ne olduğunu sorma Jungkook.

Ona karşı dürüst olmak istiyordum, onu incitmek istemiyordum. Ama nasıl iyi hissettirebileceğimi de bilmiyordum. Yalan söylemek doğru gelmiyordu ve bu durum omegamı da huzursuz ediyordu ama diğer türlü de annesinin yanında ilişkimiz hakkında bir tartışma başlatmayı, kırıldığını görmeyi ve kırılırsa annesinin bunun benim yüzümden olduğunu görmesini istemiyordum.

Jungkook'a tekrar baktığımda dudaklarımı araladım ve elimde tuttuğum montumu hızlıca giydim. Sonra, ona doğru yürüdüm. Kaşlarının ortası düşüceyle kırıştı ve bu hali ruhuma dokundu, bir şey oldu, düşüncelerimin arasından bir şey sıyrıldı.

Omegam...

Göğsümde büyüyen küçük bir enerji yukarı doğru taşmak için çırpınmaya başladı. Jungkook'u hissedebilmek ve onun beni gerçekten anlamasını sağlayabilmek için içimdeki güce yöneldim. Omegama izin verdim.

Gözlerimin renginin değiştiği, onun karşısında kendimi tamamen açığa çıkardığım an, kalbim bir anlığına duracak gibi oldu. Başımı yavaşça kaldırarak ona baktım. Omegamın, kelimelerle ifade edemediğim her şeyin bir yankısı olmasını diledim ve gözlerimle ona dokunmaya çalıştım. Çünkü biliyordum, Jungkook beni izlediğini, her hareketimi takip ettiğini ve bunların ne anlama geldiğini bilebilecek birisiydi.

Ona rahatlatıcı bir gülümseme sunduğumda elimi tutması için uzattım ve bekledim. Beni anlamasını, sorun olmadığını bilmesini ve bir şekilde karşılık vermesini... Ufak bir göz kırpması bile yeterdi...

Elimin havada kaldığı her saniye beni anlamadığına dair korkum artmaya başlarken sıcak elleri, ellerimi kavradı, dudakları, sorun olmadığını belirten bir şekilde hafifçe kıvrıldı. Ama bundan çok daha fazlası, çok daha önemlisi vardı.

Alfası.

Bana alfasıyla cevap vermişti. Gözlerinin etrafındaki kızıl halkalar, belirgin bir şekilde benimkilere kenetlenerek sorun yok demiş ve o anda içimdeki tüm ağırlığı, pişmanlığı ve huzursuzluğu hafifletmişti. Bu, benim için yeterliydi, Jungkook'un beni anlaması her şeyin yolunda olduğu anlamına geliyordu.

***

 

Notes:

yeni yılın ilk bölümü 🥹

Chapter 26: aile yemeği, Gaejeong Nori ve alfanın çağrısı

Chapter Text

ResimLink - Resim Yükle

Birinin, kendini açıklamana fırsat bile vermeden seni anlayabilmesi çok güzel bir duyguydu ama Jungkook’un hiçbir kelime kullanmadan sadece gözlerimin içine bakarak bunu yapması…

Bunu daha önce kimse yapmamıştı. Birinin bunu yapabileceğine olan inancım da Jungkook yapana kadar yoktu. Alfasını hissettiriyordu, bir kelime söylemeden bile benimle bağlantı kuruyordu. Gözlerindeki o sıcak ama kararlı ifadeyle sadece yanımda olduğunu değil, hep yanımda olacağını da hissettiriyordu aynı zamanda. Ve bu his, içimde öyle derin bir güven yaratıyordu ki… Ne kadar karmaşık olursa olsun, onun yanında kendimi daha özel biriymiş gibi hissediyordum. Daha tamamlanmış, diğer yarım gibi.

Bu yüzden kelimelere ihtiyaç duymamıştık arabaya ilerlerken. Sıcak avuçlarında sıkıca duran elimi tutuş şekli bile yeterli gelmişti. Bayan Jeon arabaya bindiğinde de öyleydi. Bana dikiz aynasından arada sırada attığı kaçamak bakışlarda, o bakışların tebessümüyle birlikte göz kenarlarında yarattığı çizgilerde her şeyi okuyordum. Herkesin göremediği, bana ait olan o kısmı, alfanın anlayışını bana gösteriyordu. Bu yüzden de rahatlıklıkla başka konular hakkındaki sohbetlerine dahil olurken göğsümü sıkıştıracak düşünceleri zihnimde bulundurmamak daha kolay oluyordu. Yine de arada kaçamak bakışlarımızın birbirini yakalaması iyi hissettiriyordu, gözlerindeki içimi titreten o histen hoşlandığım için kopamıyordum. Eh, haliyle de tebessüm ederek yanaklarımın kızarmasına da engel olamıyordum.

Yol boyu süren kısa bakışmalarımızla eve vardığımızda Jungkook sanki elimi tutuşunun beni rahatlattığını bilir gibi yürüdüğümüz otuz saniyelik mesafede bile hızlıca elimi yakalamayı ihmal etmemişti. Gerçekten işe yaradığını söyleyebilirdim.

Kapıyı Soyeon nuna açtı, gözleri parıl parıldı, Jungkook’unkine benzeyen gülüşü hoş bir şekilde dudaklarına işlenmişti ve sonunda beni tam anlamıyla görebileceği, biraz da olsa sohbet edebilecekleri için heyecanlıydı. Hatta tutuştuğumuz ellerimizi gördüğü anda hızlıca ayırarak beni kendine çekmiş ve Jungkook’u ‘Yeter artık sen çok tanıdın biraz da biz tanıyalım’ diye azarlamıştı.

Üzerimdeki bu ilgiden mutsuz olduğumu söyleyemezdim, ilk başta garip gelmişti yakınlıkları ama onların genel olarak candan insanlar olduğunu Jungkook’tan bildiğim için alışmak zor olmamıştı.

Fakat biz gelene kadar yemek çoktan hazır olduğu için ne yazık ki sohbet kısmını henüz gerçekleştiremeden doğruca masa hazırlama faslına geçildi, Yoonsu bu sırada hasret giderdiği aile üyeleriyle vedalaştı ve Insoo’nun da gelmesiyle toplam altı kişi masaya yerleştik.

Masanın köşelerinde Bayan Jeon ve Insoo otururken karşıda Soyeon ve Doyeon nuna oturuyordu. Ben de Insoo’nun çaprazında, Jungkook’la onların karşısında. Annem ve babam boşandığından beri, bu çok uzun bir zaman demekti, aile yemeği yememiştim, masa o kadar kalabalıktı ki ve herkes birbiriyle kaynaşmış bir şekilde sohbete dalmıştı.

Sessizce onları dinleyerek çubuklarla pilavı didiklemeye başladım, bu şekilde görünmez olduğumu ve dikkat çekmeyeceğimi düşündüm ama sol tarafımdan kasemin üzerine bırakılan soslu yumurta tam aksini gösterdi. Gözlerimi soluma, Bayan Jeon’un gülümseyen yüzüne çevirdim. Yemek çubuklarıyla yumurtayı gösterdi ve “Büyükannemin tarifi, marinasyonu çok farklıdır, bir dene.” diye bir tavsiyede bulundu.

Samimi yaklaşımına hemen gülümsedim. Sonra da önce yumurtayı ardından pilavı tattım ve ağzımda dağılan aromatik tadın lezzetinin şaşkınlığını yaşadım. Ekşinin yoğunluğu damağıma doğru hafif bir tatlıyla harmanlanmıştı. Muhtemelen soya sosundaki aromadan kaynaklıydı.

“Imm…” diyerek beğendiğimi belki eden bir sesle Bayan Jeon’a gülümserken devam ettim “Çok güzelmiş, aroması muhteşem.”

“Farklı olduğunu söylemiştim.”

“Ekşi ve tatlı uyumu çok hoş.”

“Jungkook dönerken bir kavanoz koyarım. Hatta biraz da kimchi koyarım, eminim ki Busan’ın baharatlarıyla denememişsindir. Daha farklı oluyor.”

Jungkook benden önce davranıp “Taehyung Soyeon nuna gibi baharatlı şeyler yemeyi sevmiyor anne, bizim kimchileri yiyemez. “ demiş, sonra da önündeki tabaktan marulla et alarak dolu yanaklarıyla bana tombul bir gülümseme vermişti. Ona aynı şekilde gülümsedim, ne yalan söyleyeyim, hoşuma gitmişti sevmediğim bir şeyi söyleyerek engel oluşu. Ve evet, baharatlı yiyeceklerle pek aram yoktu, bu doğruydu ama evde tek başıma yaşamadığım için Jungkook’un da sevdiğini bildiğim için Bayan Jeon’a hızlıca baş sallama gereği duydum ve minik isteğimi söyledim.

“Sevmiyorum ama Jungkook seviyor. Yine de koyun lütfen.”

“Taehyung için de benim kimchilerden koyarız, olmaz mı anne? Hem daha baharatsız, sebze ve pilavlarla soteleyince tadı çok iyi oluyor.”

Bayan Jeon, Soyeon nuna’nın söylediği şeyi hızlıca onayladı “Tabii koyarız, hatta tteok da koyarız. Seversin onu değil mi?”

“Çok, çok severim. Genelde baharat sevmiyorum ama tteokla yapılan yemeklere dayanamıyorum.”

“Daegulu olduğuna göre baharatlara alışkın olman gerekmez mi?”

Masaya oturduğumuzdan beri konuşmaları sadece dinleyen Doyeon nunayla ilk etkileşimimizi gerçekleştireceğim için heyecanla döndüm ve gülümseyerek cevapladım “Öyle. Çok zorlandım ama zaten çok uzun süre Daegu’da kalmadık. Ailem boşandıktan sonra annem ve ağabeyimle Seul’e yerleştik.”

“Bir anda yer değiştirmek zor olmadı mı?”

“Aslında hayır.” diyerek gülümsedim “Babam deniz kuvvetlerindendi, yılın çoğunda görevdeydi annem de savcı olduğu için çoğu zaman zaten Seul’e giderken bizi yanında götürürdü. Oradan alıştığım için taşındığımızda yadırgamadım.”

“Baban hala orduda mı?” Soyeon nunanın sorusuna başımı iki yana salladım “Hayır, albay olarak emekli oldu.”

Böyle söylememle gözlerini merakla kocaman açtı ve ikiz kardeşi Doyeon’u dürttü hemen “Doyeon da kara kuvvetlerinde.”

“Jungkook bahsetmişti.” diyerek hemen ekledim “Sağlık ve Tıbbi Lojistik Biriminde değil mi?”

“Evet öyle, subayım.”

“Ama evin de komutanıdır.” Jungkook sırıtarak ablasına gülümserken ablası yemek çubuklarını ona doğru atar gibi ses çıkarttı “Aish! Dalga geçme benimle çocuk.” ancak devam edemeden çalan telefonu onu böldü ve ayaklanmak zorunda kaldı. Biraz önceye göre yumuşamış, sevecen ifadesi yerini tam bir asker gibi sert bir ciddiyete dönmüştü.

“Bunu açmam gerek, çok pardon.”

Elbette Jungkook bu ani telefon çalışını fırsat bilerek alaya almayı ihmal etmemiş, ablasının salondan çıkan bedeninin arkasından “Hıh, komutan yine iş başında. Astlarına sabır diliyorum.” diyerek herkesi gülümsetmişti.

Onlara eşlik ederek ekşi soslu salatadan bir parça alıpp mideme indirdim ve peşinden de bir parça et yiyerek Bayan Jeon’un nazik sesine döndüm.

“Hangi bölümü okuyorsun?” diye sorarak hafifçe kıkırdadı ve hemen yanımda oturan Jungkook’u göstererek başını iki yana salladı “Böyle sorguluyormuş gibi görünüyorsam üzgünüm. Seni tanımaya çalışıyorum, lütfen yanlış anlama.”

Ona, onun gibi bir gülüşle baktım. Bayan Jeon ve ailenin diğer üyeleri yanlış anlaşılmamak ve bana kendimi kötü hissettirmemek için gerçekten çok tatlı bir çaba sarf ediyorlardı. Gergin ve yüksek sesli bir aile ortamında yetiştiğim için şu an bulunduğum bu ortam bana o kadar güvenli geliyordu, kendimi o kadar rahat hissediyordum ki bir şeyler anlatmak, kendimle ilgili bir şeyler söylemek için çekincem kalmıyordu. Bana hiçbir ön yargıyla yaklaşmadan kendimi tanıtmam için fırsat vermeleri de çok özeldi. Ve bir de hazır fırsatım varken Jungkook’un utanınca yanaklarımın kızarmasını söylediği harici bir şeyler de söyleyebileceğim için memnundum.

“Hayır asla.” dedim hızlıca Bayan Jeon’a ve gururla gülümseyerek okuduğum bölümü açıkladım “Resim okuyorum.”

“Severek seçtiğin ses tonundan o kadar belli ki.”

“Babam küçükken her görev bitimi renk renk boyalarla gelirdi eve. Ben de bir sonraki görev bitimine ona bir sürü resim çizerdim ki onu şaşırtıp gülümseteyim. O zamandan beri çok seviyorum.” anlatırken o anın heyecanını yeniden yaşıyormuşum gibi mutlu olmuş, içim o küçük çocuk gibi dolmuştu. Ama sonra aklıma annem gelmişti ve başımı öne eğerek devam etmiştim “Her ne kadar annem bundan pek hoşlanmayıp daha garanti bir işim olsun istese de ben severek seçtim.”

Soyeon nuna başını eğerek anlayışla gibi gülümsedi bana “Sanatla ilgilenmek çok özel bir şey ama ailelerin, çocuklarını daha güvenli alanlara yönlendirmek istemesi de normal. Bu seni hala üzüyor olmalı.”

“Eskiden üzüyordu ama artık kendimi kanıtlamaya çalışmak yerine yaptığım işten keyif almaya bakıyorum.”

“Bu çok önemli biliyor musun? Bir ana sınıfı öğretmeni olarak sana bunu çok rahat söyleyebilirim, çocuklara bunu aşılamak çok kolay, sevdiği şeylere yönlendirerek onlara hayatları boyunca mutlu olma şansını vermeye çalışıyorum.”

“Ama aileler bunu bazen anlayamıyor, değil mi?”

“Tanrım, evet! Beni gerçekten zorluyorlar.”

Soyeon’un yakınmasına karşılık hafifçe güleerek ortadaki soslu perilla yaprağına uzandım ve ince yaprağı bir diğerinden ayırma mücadelesine giriştim. Tabii bu çok sürmedi, Jungkook yemek çubuğuyla altındaki yaprağı tutup kolayca sıyırmamı sağladı ve ona döndüğümde evimizi hamam böceklerinin bastığının ertesi akşamı yaptığımız konuşmayı hatırlatan ufak bir göz kırpması bahşetti.

Çok tatlı.

Dünyanın en tatlı alfası.

Kıkırdadım ve bunu hiç çekinmeden yaptım. Jungkook dünyanın en tatlı alfasıydı ve de en muhteşemi. Bana da aynılarını hissettirirken çekinmem gereken hiçbir şey olmadan bunu belli etmenin tadını çıkarttım. Ve elbette ailesi yanımızda olduğu için yanaklarımın kızarmasına hiçbir şekilde engel olamadım ama zaten onlar da buna Jungkook sayesinde aşinaydılar.

“Biliyor musun Taehyung, Insoo da resim çizmekle ilgileniyor.”

Bayan Jeon bütün okları Insoo’ya çevirince oturduğum yerde onu görmek için eğilerek masanın diğer ucundaki evin en küçük kızına baktım “Gerçekten mi?”

“Evet, muhteşem çiziyor.”

“Oppa-”

“Ne, yalan mı?”

“O kadar da büyütülecek bir şekilde çizmiyorum.”

Insoo yemeğiyle oynarken başını eğip sessizleştiğindeki o ufak gülüşü yakaladım dudaklarının köşesinde. Ailesinden destek görmenin ve övülmenin içten içe yaşanan o gururun dışa vuruş şeklinin en nahif biçimiydi.

Avukatlık, askerlik ya da dokturluk seçeneklerim arasında bile değildi. Annemin, pasif bir omega olduğumdan dolayı toplumda yerimi en azından yasalarla yer edebileceğim avukatlık statüsünde bir meslek seçimine yöneltmem için baskı kurarken ben onu umursamadan yetenek sınavıyla resim bölümünü kazanmıştım. O sırada Seokjin hyung, annemin çığlıkları arasında beni boşluğumdan dürtüp kulağıma fısıldamıştı.

Seninle gurur duyuyorum.

Sanırım en güzel takdir edilme şekliydi aileden birini desteği. Köpek gibi kavga etsek de konu birbirimizin mutluluğuysa her zaman omza konan elin sıcaklığını hissettirmeye çalışırdık, fiziki olmasa bile manevi olarak bunu yapardık. Bu yüzden Insoo, gerçekten çok şanslı bir kızdı, her açıdan…

“Kendini bu kadar küçümseme, gayet de muhteşem çiziyorsun.” diyerek onu ikna etmek için çabalayan Jungkook’a kısa bir bakış attıktan sonra biraz da olsa Insoo’yla iletişim kurmak için ben konuşmak istedim ve ona sordum “Jungkook böyle söyleyince merak ettim şimdi. Ne tarz çizimler yapıyorsun?”

Merakım hoşuna gitmiş olmalı ki Jungkook’unkinden biraz farklı olan daha çekik gözleri benimkileri buldu “Daha çok dijital şeyler çizmekten hoşlanıyorum.”

“Pokemon gibi işte.”

“Oppa, milyon kere söyledim.” Insoo kaşlarını kaldırarak hafif tatlı bir sinirle Jungkook’un yanlışını düzeltmek için atıldı “Pokemon animedir, çizim olarak da manga uyarlaması var. Ben daha çok webtoon çizimleri yapıyorum.”

“E tamam işte aynı bokun laciverti.”

“Saçmalama,” diye atladım hızlıca “Bütün Doğu Asyalılar Çinli demekle aynı şey bu.”

“Bu söylediğin şey ırkçılık. Biliyorsun değil mi?”

Insoo da benim onu desteklediğim gibi hızla atladı “Senin yaptığınla aynı şey işte.”

“Evet, çizim teknikleri, sayfa düzeni, panel tasarımı bile farklı olan iki ayrı şeyden aynı diye bahsedemezsin. Zaten kültürel olarak da mangaların kökeni Japonya’ya özgüdür, webtoonlar ise daha çok Güney Kore’ye. Aynı demek çok da doğru değil.”

Jungkook yemek çubukları ve dolu ağzıyla ellerini teslim olur gibi havaya kaldırıp “Tamam, tamam tek tek gelin.” dedi ve yaptığından gayet memnunca sırıttı bana. Göz devirip başımı salladığım gibi elimin tersiyle göğsüme hafifçe vurarak yeniden Insoo’ya çevirdim dikkatimi.

“Meslek olarak bu alana mı yönelmek istiyorsun peki?”

Insoo’nun gözlerindeki kararsızlık çok belirgindi. Ya gerçekten kafası karışıktı ya da seçmek istediği yolu çevresinde ona bu konuda yol gösterecek biri olmadığı için bilmediğindendi bu kararsız hali. Bu yüzden de biraz önceki gülen yüzü biraz solgunlaşmış, ses tonu da alçalmıştı “Öyle düşünüyorum.”

“Henüz lisedeydin değil mi, bizim üniversitenin grafik tasarımı bölümü çok iyidir. Yetenek sınavı ya da portfolyo şeklinde bölüme kabul ediyorlar diye biliyorum ama düşünürsen öğrenebilirim senin için.”

Insoo’nun gözleri yeniden ışıldamaya başladığında bana sanki, ona dünyanın en önemli şeyini söylemişim gibi baktı “Düşünüyorum…”

Biraz bekleyerek dudaklarını içe katladı Insoo. Sanki aklında başka bir düşünce vardı da söylemekte kararsızlığı vardı ancak o cesareti toplamış olacak ki benimle gözlerinin içi gülerek konuştu “Seul…” dedi hevesle “Seul Üniversitesini düşünüyordum aslında. Grafik tasarımı. Prestij olarak bana çok kapı açabilir ve istediğim hedefleri gerçekleştirmemi kolaylaştırabilir.”

“Ah, bu harika bir hedef bence. Hem yetenek hem de portfolyoyla aldıklarını duymuştum.”

“Henüz bir portfolyom yok.”

Sanırım çekincesi tam olarak buydu. Portfolyosu olmadığı için yetenek sınavında başarılı olamayacağını düşünüyor olabilirdi ama bu önemli değildi, henüz çok erkendi ve bence halledilebilirdi.

“Dijital çizimlerde çok iyi değilim ama istersen, yani çizimlerini göstermek istersen beraber fikir üretebiliriz. Portfolyonu da zamanla oturturuz. Hatta bak,” derken heyecanla yerimde kıpırdandım “İyi anlaştığım bir profesörüm var, bana çok yardımı dokunmuştu geçtiğimiz yıllarda. Portfolyonu oluşturduktan sonra ona danışırız, değerlendirir ve fikir verir, hm?”

Bayan Jeon masanın diğer ucundan heyecanla “Insoo, bu harika bir fikir!” dediğinde Insoo annesine aynı heyecanla karşılık vererek yeniden bana döndü bana “Olur, çok isterim.”

Insoo’nun eline uzanıp hafifçe tuttuğumda destek olurcasına sıkıştırıp yemek yemeye geri döndüm ancak Jungkook’un öylece durmuş bana olan dikkatli bakışlarını üzerimde hissedince bakma gereği duydum.

Dikkatle, neredeyse sabit bir şekilde bana bakıyordu. Ancak bu bakış sıradan bir bakış değildi. Derin bir anlam taşıyordu sanki ve ruhumun derinliklerine dokunuyordu. Gözlerinde ne bir acele ne de bir kararsızlık vardı. Tam aksine, kararlılıkla, yumuşak bir sevgiyle ve tanımlayamadığım bir hayranlıkla bana bakıyordu. Yüzünde hafif bir gülümseme vardı, ama bu gülümseme de sıradan bir tebessüm değildi. Bir şeyleri fark etmiş gibiydi ve o fark ettiği şey sanki bir anlam ifade ediyordu. Daha çok dünyanın en değerli varlığına bakıyormuş gibi bir ifade taşıyordu. Öyle bir his verdi ki bana, kalbim hızlanırken nefes alışlarım bir an için kesildi.

Bakışları altında tamamen savunmasız hissediyordum kendimi. Gözlerini kırpmadan beni süzerken, içimdeki her şeyi okuduğunu, en derindeki duygularımı bile hissettiğini düşündüm. Öyle derin, öyle samimi bir an yaşanıyordu ki sanki odadaki tüm sesler kaybolmuş, sadece ikimiz kalmıştık.

Sonra, o yumuşak ama bir o kadar da kararlı sesiyle konuştu “Seninle evleneceğim.”

Şok olmuştum.

Kelimenin tam anlamıyla şok olmuştum ve ne yapacağımı şaşırmıştım, yemek çubuklarım elimden neredeyse düşüyordu. Hafifçe öksürdüm ne dediğinden emin olmak için de gözlerine baktım ancak yüzündeki ifade değişmemişti. Ciddiydi. Hem de fazlasıyla ciddiydi. Şaşkınlıktan donmuş bir şekilde ona bakarken, hızlıca suya uzanıp içmeye başladım.

Bu sırada dudaklarındaki gülümseme biraz daha belirginleşti. Bu sefer daha da cesur bir şekilde konuştu “Ve iki çocuğumuz olacak, yaz bunu kenara.”

Bu kez de neredeyse suyu boğazıma kaçırıyordum. Öksürükle boğuluyormuş gibi sesler çıkarmaya başladım. Jungkook, sanki bu durumda hiçbir gariplik yokmuş gibi yüzündeki o rahat ve memnun ifadeyi koruyordu. Masada kısa bir sessizlik yaşandı. Kalbim sanki göğsümden çıkacak gibi hızla çarpıyordu.

“Feromonların çok tatlıymış.”

Insoo ve kıkırdayarak söyleyene kadar kontrolsüzce yaydığım feromonların farkında bile değildim. Bayan Jeon ve Soyeon nuna da aynı şekilde kıkırdadığında gözlerimi kaçırdım. Gerçekten, ne yaptığımın da ne olduğunun da hiç farkında değildim. Elimle ağzımı kapatarak birkaç kere daha öksürüp peçete aldım ve dudaklarımın kenarlarından akan suyu silip sandalyemi hafifçe geri ittirdim.

“Şey… Imm… Ben, izninizle tuvalete gidebilir miyim?” diyerek ayaklanıp şaşkınca sağa sola bakındım.

Bayan Jeon “Tabii, tabii canım.” dediğinde Soyeon ben salondan çıkarken arkadan bağırdı “Tuvalet giriş kapısının solunda.”

Bulunduğumuz katta Soyeon’un dediği gibi koşturarak tuvalete girdiğimde kapıyı arkamdan kapatır kapatmaz sırtımı sertçe duvara yaslayarak derin bir nefes aldım. Göğsüm hızla inip kalkıyor, içimde patlayan heyecanı dizginlemeye çalışıyordum. Hayatımın hiçbir anında bu kadar heyecanlandığım ya da ne yapacağımı bilemediğim bir anım olmamıştı.

Seninle evleneceğim.

Ve iki çocuğumuz olacak, yaz bunu kenara.

“Tanrım…”

Cümlesi durmadan tekrar ediyordu kafamın içinde. Derin bir nefes alıp lavabonun başına ilerledim. Ellerimle yüzümü yıkarken soğuk suyun cildime değmesi beni biraz olsun sakinleştirir sanmıştım ama tam aksine, heyecanım daha da büyümüştü.

Aynayadan kendime bakmak için doğrulduğumda yüzümdeki ifadeyi gördüm. Yanaklarım alev alev yanıyor, gözlerimde beliren o parlaklık kontrolsüz bir şekilde dışarı vuruyordu. Ve en kötüsü, feromonlarım… Hissettiklerim o kadar yoğundu ki kontrol etmek imkansız gibi bir şeydi ve bu feromonlarıma yansıyordu ister istemez.

Islak ellerimle saçlarımı arkaya tarayarak birkaç kez derin nefes aldım. “Sakinleş Taehyung,” diye kendi kendime mırıldandım, ama ne yaparsam yapayım içimdeki o heyecanı dindiremiyordum.

O kadar kendinden emindi ki… O kadar net, o kadar doğrudan… Kalbim, sözleri yüzünden bir türlü sakinleyemiyordu.

Ailesinin önünde, hem de bu kadar doğal bir şekilde. Bu bir şaka olmalıydı. Hayır, hayır… Yüzündeki o ifade, şaka gibi değildi. Ciddiydi. Tanrım…

“Bayılacağım.”

Ellerimle kendimi yelleyerek nefes alıp verdim, bu kadar doğrudan ve savunmasız bir şekilde konuşması beni hazırlıksız yakalamıştı. Omegam ise daha da beter bir haldeydi. Alfa tarafından istenilmenin yoğun duyguları altında kıpır kıpırdı, bıraksam kendimi, Jungkook’u o an öpebilirdi bile.

Arka cebimden yükselen mesaj sesi, tuvalette volta atarken yükselince durdum ve hızlıca çıkartıp ekranı açtım.

1 yeni mesaj

dolandırıcı 💖

iyi misin

geleyim mi yanına

enayi 🌼

BAYGINLIK GEÇİRECEĞİM HEYECANDAN|

HAYIR

SAKIN GELME

İYİ DEĞİLİM

dolandırıcı 💖

aptal|

o kadar tatlı kızardın ki|

emin misin

enayi 🌼

öldürücem seni

dolandırıcı 💖

ne o çok mu korktun

enayi 🌼

beni mahvettin|

korkmadım

dolandırıcı 💖

ee o zaman neden kaçtın

enayi 🌼

çünkü aniden söyledin

kaygısızca seninle evleneceğim dedin

üzerine bir de iki çocuğumuz olacak dedin

annen ablan ve kardeşin oradaydı

ne yapacağımı şaşırdım

dolandırıcı 💖

ve sonra da kaçtın

ResimLink - Resim Yükle

şöyleydin

o kadar tatlıydın ki

enayi 🌼

şakanın sırası değil

gerçekten komik değil jungkook

ailenin önünde öylece söyleyiverdin

ne yapacağımı bilemedim

dolandırıcı 💖

şaka yaptığımı mı düşünüyorsun

enayi 🌼

hayır

ne derece ciddi olduğunu bilemediğim için

ne tepki vereceğimi de bilemedim

dolandırıcı 💖

ciddiydim

enayi 🌼

ÖLDÜRECEK BU ADAM BENİ|

SUS

HALA YAPIYORSUN

dolandırıcı 💖

seninle evleneceğim taehyung

iki de çocuğumuz olacak

enayi 🌼

sen kafayı yemişsin

dolandırıcı 💖

doğru diyorsun

hemen ikin tane çocuğumuz olursa kafayı yiyebiliriz

şimdilik çocuk kısmını ertelemek mantıklı

ama evlenme konusunda ciddiyim

seninle evleneceğim

enayi 🌼

fikrimi sorduğun için teşekkür ederim 🧍🏻‍♀️

dolandırıcı 💖

sormuyorum çünkü kabul edeceğini biliyorum

masadayken gördüm

hislerimde asla yanılmam

babam da yanılmamıştı

enayi 🌼

haklısın ama

annen ve baban ruh eşiydi

dolandırıcı 💖

yazıyor…

yazıyor…

enayi 🌼

siktir ya öyle dememeliydim|

bu biraz ağır oldu sanki|

özür dilerim öyle demek istemedim

dolandırıcı 💖

sen bunun hakkında ne kadar kafa yorsan da

bunun beni durdurmayacağını sana söyledim

bu seni korkutuyorsa bunun bir teklif olmadığını bil

en azından henüz

şu an bu sadece bir öngörüydü

o gün geldiğinde sana bunu soracağım

ve sen de kabul edeceksin

bundan eminim

adımın jungkook olduğu kadar hem de omega

enayi 🌼

çok netsin

dolandırıcı 💖

öyleyim

hislerime güveniyorum

enayi 🌼

nasıl bu kadar emin olduğunu anlayamıyorum

ya gıcıklık yapar da reddedersem

o zaman ne yapacaksın

ki yaparım biliyorsun

dolandırıcı 💖

gıcıklık yapacak mısın?

enayi 🌼

ya hayır da

bu soruma cevap değildi

dolandırıcı 💖

yeterli

ben sorumun cevabını aldım 😌

enayi 🌼

bi saniye ya|

böyle olmamalıydı bu konuşma|

hayır almadın

misal verdim ya gıcıklık yaparsam da kabul etmezsem

o zaman planın ne

dolandırıcı 💖

masaya gel artık

fazla uzun kaldın annem soruyor

enayi 🌼

soruma cevap ver

dolandırıcı 💖

soruna gece kollarımın arasındayken cevap vereceğim

enayi 🌼

HAYIR HİLE YAPIYORSUN

ŞİMDİ SÖYLE

dolandırıcı 💖

hile yapmıyorum

seni seviyorum omega

masaya gel

enayi 🌼

ResimLink - Resim Yükle

ya of

geliyorum

yazıyor…

yazıyor…

ben de seni seviyorum.

çok.

Telefonu kapatıp lavabonun üzerine koyduğumda aptal aptal ekrana bakıp gülümsemiş, biraz önceye göre rahatlamış bir şekilde kapattığım klozetin üzerinden kalkmıştım. Hislerimse hala aynıydı, omegam deli gibi koşturuyordu, Jungkook’un kelimeleri zihnimde dört dönüyordu. Sorduğu gibi korku asla yoktu, daha çok bir…

Bunu tam olarak nasıl anlatacağımı bilemiyordum ama bir şey vardı işte, çok garip bir his. Ve o hissin onun tarafından görülüyor oluşunun yarattığı heyecan çok fazlaydı.

Ayağa kalkıp ellerimi eşofmanımın üzerine sürttüm ve aynadan kızarık yanaklarıma bakarak yüzüme son bir kez su çarptım. Birkaç kere de nefes alarak içeri gitmek için kendimi hazırladım ve kapının kilidini açarak salona doğru yürüdüm.

Biraz gergin olsam da içeri girdiğimde herkesin sohbetine devam ediyor oluşu yüzünden rahatça yerime oturabilmiştim. Tabii Jungkook’un bana olan bakışlarından kaçmak mümkün değildi. Ağzında çiğnediği yemekle bana imalı bir göz kırpış gerçekleştirmiş ve benden kıçına doğru bir çimdik kazanmıştı.

“Yapma.” diye fısıldadım ona ağzımı oynatarak. O da bana “Bana ne yapacağım.” dedi ve aramızda dudaklarımızı oynatarak bir kavga haline giriştik.

“Jungkook!”

“Ne? Çok tatlısın!”

“Jungkook!”

“Güzelim.”

“Jungk-.”

Soyeon’un “Taehyung-ah,” demesiyle boğazımı temizleyerek ablasına döndürdüm ve kulak kesildim “Jimin de resim okuyordu değil mi?”

“Ah, evet, aynı sınıftayız.”

“Aklımda bir düşünce var, fikrinizi almak istiyordum.”

“Tabii, yapabileceğimiz bir şeyse her zaman.” diyerek başımı sallamış Soyeon’un geniş gülümsemesine aynı şekilde karşılık vermiştim.

“Sömestrdan sonra çocuklara etkinlik yapmak istiyorum. Sınıfın birçok duvarının boş olması gözüme biraz sıkıcı geldi, duvarları çeşitli çizimlerle ana hatları olacak şekilde doldurmak istiyorum. Sınıfça yapabileceğimiz, çocukların da eğleneceği bir boyama etkinliği için duvarlara uyumlu olabilecek birkaç taslak fikrinize ihtiyacım var.”

Çok küçükken odamın duvarlarını boyuyorum diye annemden bir sürü azar işitirdim ama yine de vazgeçmezdim. Büyüdükçe de resme olan ilgim Seul ara sokaklarındaki adı duyulmamış sanatçıların duvarlara çizdiklerini göre göre daha da artmıştı. Hiç denememiştim ama çocuklara çiçek böcek çizmek, ne kadar zor olabilirdi ki? Jimin’le güzel ama basit duracak çizgilerle ana hatlarını oluşturarak çok güzel şeyler çıkartabilirdik bence. Gerçi sadece fikir istemişti ama çizmek, onun işine her açıdan daha yarardı diye düşünmüştüm.

“Sizin için duvarlara çizebiliriz isterseniz.” dediğimde Soyeon bunu beklemiyormuş gibi ellerini göğsüne bastırdı ve heyecanla sordu “Gerçekten mi? Bu sizi zorlamaz mı?”

“Hayır, benim için değil, Jimin için de problem olacağını sanmıyorum.”

“Yarın olur mu peki?”

“Ben yarın seranın ışıklandırması için merkeze uğrayacağım. O sırada Jimin’i de alır sizi okula bırakırım, işim bitince de gelirim döneriz? Gece yarısı da Gaejeong Nori için hazırlanırız, olur mu?” diyerek fikrini sunan Jungkook’u onaylayarak Jimin’e hızlıca teklifi mesaj attım ve olumlu dönüşünü hemen söyledim.

Soyeon’un gözlerinin içinin gülmesi beni de mutlu etmişti. Aslında, hepsiyle sohbet etmek o kadar keyifliydi ki gerçekten gece boyunca gülümsemeden duramamıştım. Hayatım boyunca bir aile ortamında gülmediğim kadar gülmüş, çekincesizce konuşmuş ve ilk kez tanıştığım insanlarla bu kadar samimi olmuştum. Tabağımdaki yemeği bütün bu süre boyunca neredeyse silip süpürdüğümü bile fark etmemiştim.

Yemeğimiz bittiğinde ise herkes bir işin ucundan tutarak yardım etmişti masayı toplamaya ama Soyeon nuna, işimizin bitmesine yakın beni kirlileri yıkama faslından çekiştirerek anlamadığım bir neşeyle uzaklaştırmıştı. Jungkook bu neşesinin hayırlı olmayacağını düşünmüş olmalı ki beni tutarak engel olmaya çalışmıştı ancak başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

Soyeon nunayla beraber koltuklara geçtiğimizde içeriye Doyeon nuna da girmiş, beni ortalarına alarak büyük bir albüm koymuşlardı kucağıma. İşte o zaman, Jungkook’un endişesinin sebebini anlamıştım. Yirmi bir yaşındaki Jungkook, yakışıklıydı, bana baktığı zaman çıplak hissettirecek, yanaklarımı kızartacak ve zevkten titretecek kadar ciddi etkileri vardı üzerimde ama küçük Jungkook… O kadar tatlıydı ki, ona bakarken güzelliği, masumluğu ve parıl parıl gözleriyle sahip olduğu anılara bir albümün içinden şahit olmak beni mutlu hissettirmişti.

İçinde bulunduğumuz evin bahçesinde elinde tuttuğu hortumla kitap okuyan ablalarını ıslatışı, annesinin kimchi leğenine düşüp her tarafı gochujanga bulanmış bir şekilde acıya bulandığı için ağlayışı, çocuk aklıyla arka bahçelerindeki mavi leğende banyo yapmaya çalışırken kafasında tasla uyuyakalışı… Hiçbirinde orada olamasam da sanki hepsine şahitlik etmiş gibi eğlenmiştim. Tüm bu anıların yanında, annesi ve babasının da fotoğraflarını görmüştüm, Jungkook gerçekten babasının aynısıydı. Üniversite fotoğraflarını gördüğümde annesinin neden Yun’un kopyasını doğurdum dediğini anlamıştım çünkü saçlarının dalgaları, güldüğünde yanağında çıkan uzun gamzesi, burnunu kırıştırışı ve gözlerinin çevresine yayılan çizgileri… Birebir aynıydı.

Albümün sayfaları ilerledikçe, Jungkook ve onunla çok fazla fotoğrafı olan orta yaşlarda bir kadının fotoğraflarını görmüştüm. Neredeyse birçok anda hepsinin yanındaydı ve karnı gittikçe büyüyüp en sonunda altı yaşındaki Jungkook’un kucağında minicik bir bebekle sona eriyordu beraberlikleri. Doyeon nuna, onun teyzeleri olduğunu söylediği için çok üzerinde durmamıştım ama dikkatli baktığımda küçük gözleri, ince yüz hatları ve hafif dolgun, biraz da büyük dudakları neredeyse Insoo’yu andırıyordu. Sormak istesem de, en son hastane odasındaki fotoğraflardan sonra hiç olmayışı bile sormamam için yeterli bir sebepti.

“Oh!” dedim Soyeon nuna yeni bir sayfaya geçemeden. Şaşkınca elimi kucağında yavru bir köpek tutan Jungkook’un ve yanında çiftliğin sahibi olduğunu bildiğim yaşlı Kang’ın olduğu fotoğrafa bastırdım “Onu tanıyorum, Burası Kang’ın Gün Doğumu Çiftliği!”

“Ah evet, burası Jungkook yedi yaşındayken Bam’ı sahiplendiğimiz çiftlik.” dedi Doyeon nuna.

“Daegu’dan mı sahiplendiniz?”

“Hı-hm, Jungkook o yıllarda duygusal açıdan biraz zor zamanlar yaşıyordu. Annem de sahiplendirme ilanını görmüş, Bam biraz travmalı bir köpekti bu yüzden ikisinin sevgisinin birbirini tamamlayacağını düşünerek Daegu’ya gitmişlerdi. Sen nereden tanıyorsun çiftlik sahibini?”

“Yaşlı Kang emekli askerdi, babamın komutanlarındandı. Çok sık gitmezdik ama babamın görev dönüşlerinde arada ziyaret ederdi, beni de oradaki hayvanları sevmem için götürürdü.”

“Ne kadar değişik bir tesadüf, dünya çok küçük.”

“Öyle… Çok şaşırdım, bir anda yaşlı Kang’ı görmeyi beklemiyordum.” diyerek Bam ve Jungkook’un masum tatlılığına bakmaya başladım. İkisinin birlikte büyüyüşüne tanıklık ettim ve zamanla onlara Insoo’nun da katılışına şahit oldum.

Ne kadar uzun süre albümlere baktığımızı bilmiyordum ama Bayan Jeon’un bile bir süre sonra katılıp ayrılmış oluşu saatin çok geç olduğunu gösteriyordu. Bu yüzden Jungkook gelerek albümü kapattığında ve hepimizi dağıttığında beni odasına sürüklemesine mızmızlanmak hiçbir işe yaramamıştı.

“Ya ama bakıyordum,” demiştim pijamalarımı giymek için yatağa oturduğumda.

“Utanç verici her şeyimi yeterince gördün.”

“Ama çok tatlıydın ne yapayım.”

“Eşek kadar alfaya tatlı denmez.”

Üzerimi başımdan geçirirken Jungkook’a “Tatlısın işte, tatlıya tatlı denir.” dediğimde birden sırtımı yumuşak yatakta, Jungkook’u da üzerimde buldum. Aniden beklemediğim için yüzümde keskince dolaşan gözlerine şaşkınca bakakalmış, ne yapacağımı bilememiştim.

“Ben tatlı değilim omega.”

Üzerimdeki baskısını da baskınlığını da yeteri kadar hissetmek beni bocalattığı için birkaç saniye daha ne diyeceğimi bilememiş, toparlandığım anda kıkırdayarak kollarımdan birini boynuna dolamıştım.

“Nasıl tatlı değilsin ki? Şu haline bir bak,” diyerek diğer elimin parmak uçlarını yanağına değdirdim.

“Alfalar tatlı olmaz.”

“Yalan. Sen dünyanın en tatlı alfasısın.”

“Omega…”

Jungkook’un kaşları çatıldı, ama ne olursa olsun yüzündeki sert ifade gözlerindeki parıltıyı gizleyemiyordu. Üzerimdeki ağırlığını daha da hissettirmek ister gibi biraz daha yaklaştı, nefesi dudaklarımın hemen önünde gezindi. Ama pes etmeye niyetim yoktu

“Nee?” derken kelimeleri uzatıp iki elimle boynuna sarıldım, oyuncu bir şekilde kıkırdayarak ellerimi boynuna doladım ve parmaklarımı ensesinde gezdirerek hafifçe çekiştirdim. Sesime de şımarık bir cilve katmayı ihmal etmedim “Neden bu kadar inat ediyorsun. Kabul et işte.”

Jungkook’un gözleri biraz kısıldı, çenesini sıktı ve başını hafifçe eğerek daha da yaklaştı. Kokusu da fark edilir derecede keskinleşmişti “Taehyung, sus artık.”

“Niyeymiş?” diye üsteledim, bacaklarımı esneterek onu kendime çekmeye çalıştım “Sen neden kapatmıyorsun?”

Jungkook bu hareketimden sonra kısa bir kahkaha attı, sonra başını iki yana sallayarak gözlerini kapattı. Ama gözlerini açtığında, içinde o tanıdık, baskın ışıltı parlıyordu “Sen çok tehlikelisin.” dedi üzerime daha fazla eğilerek “Sana tatlı olmadığımı göstermek için ağzını-”

“Evet, lütfen.” diye böldüm onu ağzımı hafifçe aralayarak. Bunun bakışlarını da hareketlerini de değiştireceğini biliyordum ve aslında bu evdeyken hiçbir şey yapamayacağını da. Biraz da bu yüzdendi üzerine gidişim, bu kadar cilveyle yaklaşıp onu kışkırtışım.

Tam da beklediğim gibi, Jungkook’un gözbebekleri küçüldü, bakışları ağırlaştı. Beni yatağa daha da bastırarak yüzünü iyice yaklaştırdı, nefesi artık boynumda geziniyordu. Bir an bekledi, sanki sabrını test ediyormuş gibi. Ama ben hiç oralı olmadım, aksine, ellerimi sırtına kaydırarak ince bir kıkırdama ile başımı hafifçe yana çevirdim, boynumu daha açık hale getirerek.

Jungkook’un dişleri belli belirsiz sıkıldı, yavaşça boynuma doğru eğilerek öylece beklemeye başladı. Dudakları neredeyse tenime değiyordu ama hala hiçbir şey yapmıyordu. Bu yüzden kıkırdayarak altında kıpırdandım ve elimle boynundaki ellerimi yüzüme bakması için çekiştirdim “Bak işte, o kadar tatlısın ki bana kıyamıyorsun bile.” diyerek gözlerimi kırpıştırdım.

Jungkook’un dudakları arasından bir cık sesi çıktı ve başını iki yana sallayarak kendini üzerimden yana atıp, yataktaki kendi yerine geçti ve sabırettiğini belli edecek derince bir nefes sesi çıkarttı. Kıkırdayarak doğruldum ben de ve ikimizin de üstünü örtüp ışığı kapattığım gibi göğsüne doğru sokularak dudaklarımı alfanın dudaklarına kapadım.

Alfanın bedeni yavaşça gevşedi ve ellerinden biri belime kayarken diğeri enseme yerleşti, beni bir saniyede tamamen kendine yasladı. Şimdi neredeyse üzerindeydim ve dudaklarına kolayca erişebiliyordum.

Nefesinin sıcaklığını, tadının keskinliğini onu öperken tam anlamıyla almak beni gülümsetti ve ellerimle yanaklarını tutarak ona daha da sokulma gereği duydum. Dudaklarımın arasından hafif, alaycı bir kıkırtı kaçmasına izin verdim ve biraz geri çekilerek yüzüne bakındım.

Jungkook’un gözleri kapalıydı ama dudaklarım onunkileri terk ettiğinde, hafif bir homurdanmayla tepki vermişti. Beni tamamen bırakmak istemediğini belli edercesine belimdeki elini sıkıca tutmaya devam edişini gülümseyen bir şekilde, parmak uçlarımı dudaklarının köşelerine değdirerek izledim.

Gözlerini açmayarak ve bana bakmayarak sürdürdüğü sessiz protestoya karşı “Bu ifade ne öyle, kızdın mı?” dedim dudak bükerek.

Jungkook gözlerini açtı. Bana baktığında, gözlerinde saklamaya çalıştığı yoğun duygularla ve biraz da benim gibi oyuncu bir tavırla “Yok. Tatlı olmamaya çalışıyorum.” dedi.

“Hayır, ol. Tatlı olmanı seviyorum.” dudak bükerek çenesini parmağımın ucuyla hafifçe tutup salladım “Ama sadece bana, başka kimseye tatlı olma, sadece benim tatlım ol. Nasıl fikir?”

“Hmmm…”

Jungkook düşünceli bir ses çıkartarak gözlerini kıstığında beni dikkatlice omzumdan ittirip kollarını sıkıca belime dolayarak sırtımı göğsüne yaslayacak şekilde çevirdi. Bir eli göğsümden doğru omzuma uzanıp tuttu. Diğeri ise pijamamın altına usulca sokulup, belimi hafifçe sarmıştı ve sıcak avuçları belimde sabit dururken baş parmağı yavaşça küçük daireler çizmeye başlamıştı.

Sıcaklığının etrafımı saran rahatlatıcı bir dalga gibi yayıldığını hissettim ve mırıltıyla nefeslendim. Bu sırada Jungkook çenesini başımın üstüne yerleşmişti. Tam anlamıyla kolları arasında küçücük kalarak hapsolmuş, bir anda ısısıyla sıcaklığım artış göstermişti ama son derece memnundum halimden.

Beni sardığı koluna tutup yanağımı sürterken şakayla “Tatlım olacak mısın yani?” diye sorduğumda Jungkook’un hafifçe gülüşü dağıldı odaya ve hemen peşine konuştu “Benim çıkarım ne olacak peki? Sen benim neyim olacaksın?”

“Neyin istersen o olurum.”

“Süper. Bana gıcıklık yapma meselesi çözüldü o halde.”

“Ya,” diye sızlanarak dönmek için davrandım ama beni sıkı sıkıya tuttuğu için başaramayarak sözlü bir şekilde savaşmaya karar verdim “Bunun onunla hiçbir ilgisi yok, dolandırıcılık yapma.”

“Beni ilgilendirmez, ağzından çıkan sözlere dikkat etseydin.”

“Onu kast etmediğimi biliyorsun.”

“Ve sen de artık, zamanı geldiğinde neyim olman gerektiğini biliyorsun.”

“İşine geldiği gibi yorumluyorsun bu yüzden gıcıklık yapacağım, görürsün.”

“Omega…” ses tonu fazla sakindi ve fazla emin “Bence sen, soyadının yanında Jeon’u görmeye hazırlıklı ol derim. Çünkü aksi olmayacak.”

Jungkook’un kelimeleri karşısında içimdeki dalgalanmayı durdurmaya çalışmak için sakince nefes almaya çalıştım. Kelimeleri kulağımda yankılanıyordu, kalbimin atışlarını kulaklarımda duyabiliyordum. Göğsümde, kaburgalarımın arasında sıkışmış bir sıcaklık vardı, mideme doğru ağırlaşan ve nedenini bilmediğim bir duyguyla içimi dolduran bir sıcaklık. Ne yaparsam yapayım durduramıyordum bu hissi, Jungkook’un sesi fazla emin ve o kadar fazla sakindi ki içime işlemişti. Söylediği şeyler içten gelen, sarsılmaz bir inancı andırıyordu.

Taehyung…

Bilinçaltımdan yükselen omegamın fısıltısını duyduğumda, sakin bir nefes alarak ona aynı şekilde fısıldadım.

Hmm?

Bu his… Tanıdık gibi geliyor.

Kaşlarımı hafifçe çattım. İçimde yankılanan duygu, bildiğim hiçbir şeye benzemiyordu. Ama bir o kadar da tanıdıktı ki ne söylemeliydim emin değildim.

Bilmiyorum.

Biliyorsun. Güvendesin. İlk kez, gerçekten ait olduğun bir yerdesin.

Ait olmak…

Bu kelime bir şekilde derinime dokundu çünkü Jungkook’layken tam olarak bu kavramın ne olduğunu, ne hissettirdiğini ve ne anlama geldiğini net bir şekilde biliyordum.

Düşüncelerim içerisindeyken Jungkook’un göğsünden hafif bir gülüş yükseldi. Kollarının sıkılığı biraz daha arttı, sıcaklığı daha da yakınlaştı. Başını hafifçe eğdi ve saçlarımın arasına doğru sesini daha da alçaltarak, adeta doğrudan içime işleyen bir fısıltıyla konuştu.

“Hiçbir şey söyleyememe sebebin, gerçek hissettirmesi diye düşünüyorum.”

Haklıydı, beni sadece fiziksel olarak kollarının arasına almıyordu. İçimde bir şeyleri de yakalıyordu. Düşüncelerimi, hislerimi, en derinime kadar ulaşan o görünmez bağın izlerini yakalıyordu.

Ve ben bunu inkâr edemiyordum. Bu anın içinde, Jungkook’un sıcaklığıyla sarılmışken, onu hissetmekten başka bir şey yapamıyordum. İçimde bir yerlerde, onunla geçecek bir hayatın ihtimali bile mideme garip bir heyecan veriyordu.

Kelimeler boğazımda düğümlendi, çünkü ilk kez, gerçekten hissediyordum. O yüzden kaçmak yerine, kendimi bıraktım.

Başımı hafifçe Jungkook’un koluna doğru yasladım, nefesimi yavaşça bıraktım ve ona daha da sokulup alçak bir sesle “İyi geceler.” diye fısıldadım.

Ona sarılan kolunu usulca tutup yavaşça eğilerek oraya küçük bir öpücük kondurmayı da ihmal etmedim. Sıcaklığı, dokunduğum yerde bile içimi ısıttı.

Ve sonra içimden geldiği gibi, duygularımın dudaklarımdan dökülmesine izin verdim “Seni seviyorum, alfa. Çok… Çok kere.”

“Ben de seni çok kere seviyorum, omega.”

Bunu duymak, hissetmek, ona inanmak… Bunların hepsi, o kadar doğru geliyordu ki. Sanki her şeyin, hayatım boyunca hissettiklerimin ve hissetmediklerimin cevabı buradaydı. Sanki her şey buraya, tam bu ana bağlanıyordu. Bu yüzden içimdeki mutluluk bir çocuğun keşfettiği ilk neşeli gibi saf, bir baharın ilk ışıkları gibi yeniydi.

Yavaşça göz kapaklarım ağırlaştı. Jungkook’un kalp atışları ritmik bir melodi gibi kulaklarımı doldurdu, vücudunun sıcaklığı tenimi sarıp uykuya çağıran bir huzur haline geldi. Tüm bu hisleri içime çekerek gözlerimi kapattım. Uykuya dalarken, son hatırladığım şey onun kokusu ve beni sıkıca saran kollarıydı.

***

Sabahın ilk ışıkları göz kapaklarımın ardına hafif bir sıcaklık bırakırken, yavaşça uyandım ama hareket etmek istemedim. Çünkü hala Jungkook’un kollarındaydım, biraz üşümüş hissediyordum ve sıcaklığı vazgeçilmez bir seçenekti. Göğsüme yayılan sıcak nefesi, ensemdeki gevşemiş ama hala beni tutan elini ise konuşmaya gerek duymuyordum. Bütün bunlar o kadar doğal hissettiriyordu ki ondan uzaklaşmak çok zordu.

Gözlerimi açmadan hafifçe gülümsedim. Başımı usulca göğsüne sürttüm, biraz daha onun sıcaklığına gömülmek ister gibi nefeslendim kokusunu. Jungkook’un kalp atışları hala ritmik ve sakindi, derin nefesleri vücuduma hafifçe yankılanıyordu. Henüz uyanmamıştı.

Bunu bir fırsat bilerek yüzümü hafifçe kaldırdım ve saçlarının arasına küçük bir öpücük kondurdum uyanması için ama pek başarılı olamadım. Sonra kulağının altını burnumla dürterek minik minik öpücükler kondurmaya devam ederek mırıldanmasına sebep olduğum gibi geri çekildim.

Uyku hâlindeki rahatlamış ifadesi, huzurlu soluk alıp verişi, göğsünün ritmik hareketi ve arada sırada yüzüme çarpan tatlı nefesini istemeden de olsa gülümseyerek izledim.

Gözlerim, yüzündeki küçük benlere takıldı. İlk kez fark ediyormuşum gibi dikkatle inceledim. Gözünün dışa doğru çekik duran tarafında küçük bir ben vardı. Sonra elmacık kemiğinde bir tane daha… Burnunun ucunda ve yanağından kulağına doğru birkaç tane.

Dokuz… diye saydım içimden. Ve biri de dudağının hemen altında.

Parmaklarımı hafifçe kaldırıp cildinde gezdirmeye başladım. Dokunuşum yavaş ve hafifti, onu uyandırmak istemiyordum ama yine de parmaklarımı yüzündeki detaylarda dolaştırmaktan kendimi alıkoyamadım.

Sonunda işaret parmağımı dudağının altındaki bende durdurdum. Yuvarlak, neredeyse mükemmel bir şekli vardı. Parmak ucumla yavaşça üzerinden geçerken, Jungkook’un dudaklarının köşesi hafifçe yukarı kıvrıldı.

Bunu fark edince duraksadım.

Feromonlarının kokusu belirgin şekilde artmıştı.

Jungkook’un uyanmaya başladığını fark ettiğim an, gülümsemem genişledi. Gerçekten de onun bu yanını izlemek hoşuma gidiyordu. Hafifçe kımıldandı, göz kapakları titredi ve sonra parmağım hâlâ dudağının altındaki bende gezinirken, başını kaldırarak parmağımın ucunu dudaklarıyla yakaladı, nazikçe öptü.

Tam anlamıyla uyanmamış olmasına rağmen bu hareketi içgüdüsel yapmış gibi görünüyordu ve çok hoşuma gitmişti.

“Günaydın…” diye mırıldandı.

Sesi derinden, hafif kısık ve sabah mahmurluğuyla doluydu. Biraz da boğuktu, en sevdiğim şekilde.

İçimde bir şeylerin eridiğini hissettim. biraz daha üstüne eğildim ve dudaklarının hemen üzerine küçük bir öpücük kondurdum. “Günaydın,” diye fısıldadım tatlı bir sesle.

Ama öpücüğüm sadece bir tanesiyle sınırlı kalmadı.

İlişkimiz yeniydi ve çok fazla yalnız kalamamış, araya finallerle Busan girmişti ama şu iki gün, Jungkook’un uykulu hâlinden hoşlandığımı fark etmiştim. Göz kapaklarını zar zor açmaya çalışırken dudaklarımdan kaçmayışı, ellerini belime yerleştirip beni daha da yakınına çekişi… Bunların hepsi hoşuma gidiyordu.

Bu yüzden bir öpücük daha kondurdum. Sonra bir tane daha. Ve sonra bir tane daha…

Öpücükleri hafif, tatlı ve sabahın yumuşaklığıyla sarılmış gibiydi. Ama dudakları benimkine karşılık verdikçe, teması daha derinden hissetmeye başladım. Başlangıçta yavaş olan ritmimiz, birbirimizin nefesini yakaladıkça yoğunlaştı.

Jungkook’un elleri belime daha sıkı sarıldı. Beni kendine çektiğinde, bacaklarım kalçalarının iki yanına uzandı ve aniden onu hissettiğim bir noktaya oturduğumu fark ettim.

İstemsiz bir sıcaklık yayıldı kasıklarıma ve oradan da yanaklarıma doğru. Ama ne geri çekildim ne de kendimi uzaklaştırdım. Aksine…

İç güdülerimi beni harekete geçirdi, üzerinde hafifçe kıpırdandım. Sertliğini tam kasıklarımın üzerinde hissetmek ve sürtünmenin verdiği his, olduğum yerden hiç ayrılmak istemeyecekmişim gibi hissettirdi.

Jungkook’un nefesi değişti.

Gözlerini açtığında, bakışları artık uykulu değildi.

Göz göze geldiğimizde, yorganın altındaki eli kalçamı sertçe kavradı ve sıkarak keskin bir nefesle geri çekildi. Beni bir anda darma duman ettiği için birkaç düzensiz nefesle dudaklarına bakarak altımdaki şişliğei sürtündüm ve “İstersen… halledebilirim.” diye fısıldadım.

Bu sözler ağzımdan çıktığında, Jungkook’un gözlerinden bir karartı geçti ve parmaklarının kalçama daha çok battığını hissettim. Ama bu bir ilerleme uyarısı değildi. aksine kendini toparlamak için bir refleksti.

Tahminlerimde yanılmadım. Elini kalçamdan yavaşça çekti ve başını iki yana sallayarak hafifçe gülümserken dağılmış saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı “Bu teklifini sadece ikimiz varken değerlendirmek istiyorum.”

“Emin misin?”

“Hayır. O yüzden bir kere daha aynı soruyu sorma.”

Sesi hala sabahın ağırlığını taşıyordu ama kararını çoktan vermiş gibiydi. Yavaşça güldüm ve “Peki,” dedikten sonra üzerinden kalkarak doğrulmasını izledim. Aslında, daha çok eşofmanının önündeki bariz şişliği izledim diyebilirim çünkü görülmeyecek gibi değildi ve beni teklifim konusunda düşündürmüştü.

Jungkook kalktığı yerde gerinerek “Ben banyoya gidiyorum,” dedi ve yürürken ekledi “Soyeon nuna çoktan kalkmıştır, yemek hazırlarsınız sonra da sizi okula bırakırım.”

Ona hafifçe baş salladım ve sonra kalkarak üzerime kalın bir kazakla siyah bol bir pantolon giydiğim gibi banyoya girip Jungkook duş alırken yüzümü yıkadım. Ardından koşturarak oradan çıktım çünkü feromonları tüm banyoyu kaplamıştı ve orada bulunmak tehlikeli bir arzu uyandırmıştı içimde.

Aşağıya indiğimde Jungkook’un dediği gibi Soyeon nuna uyanmıştı ve masayı da çoktan hazırlamıştı. Doyeon nuna da işleri yüzünden erken çıkmıştı Bayan Jeon’la. Insoo da arkadaşlarıyla kütüphaneye gittiği için Jungkook’un gelmesini bekledik ve hızlıca bir şeyler atıştırarak evden çıktık.

Jimin’i aldıktan sonra Jungkook bizi Soyeon nunanın okuluna bıraktı ve seraların ışıklarıyla ilgilenmek için gitti. Biz de çizimler için birçok taslak oluşturup üzerinde uzunca tartıştık.

Okulun oyun ve aktiviteler için kullandıkları üç odası vardı. Soyeon nuna bize bu odaların arka duvarlarına çizim yapabileceğimizi söylediğinde alanımızın büyüklüğü bize kolaylık sağladı. Zaten sadece ana hatları çizeceğimiz için oldukça hızlı oluşturmuştuk görselleri. Büyük ve küçük hayvanlar, çiçek bahçeleri ve uçan arılarla dolu cıvıl cıvıl çizimlerin ileride rengarenk olacağı o anı görmek beni heyecanlandırmıştı. Resim yapmanın en güzel yanı da zaten renkleri kullanmaktı, o uyumu yakalamak ve en son oluşan resme bakmak gurur vericiydi. Bu yüzden çizerken kendimi hep mutlu hissederdim, şimdi çocukların da o mutluluğu tadacak olması beni keyiflendirmişti.

“Şu haline bak,” dedi Jimin ben ufak kuş resminin çizgilerini tamamlarken “Ağzın kulaklarına varacak.”

“Ne yapayım, engel olamıyorum. O kadar mutlu hissediyorum ki kendimi. Burada olmak, Jungkook, ailesi… Çok garip her şey.”

“Ne güzel işte bak, sana Jungkook’un öyle biri olmadığını söylemiştik. Konuşmak her zaman işe yarar.”

“Evet, bundan sonra problemlerimizi konuşarak çözmeye karar verdik. En azından deneyeceğim, overthinklemek ölüm gibi bir şey. Seul’de ne yaşadığımı bile hatırlamıyorum. İşlerin bu kez iyi gitmesini istiyorum.”

Jimin elinde fırçayı kısa süreliğine duvardan çekerek bana gülümsedi ve “Seninle gurur duyuyorum Taehyung,” diyerek ışıltılı gözlerle baktı “Kendine iyi davrandığını görmek, birini yeniden sevebilecek cesareti göstermen ve seni gerçekten seven birine karşılık vermen beni çok mutlu ediyor.”

“Beni de…” derken içimden ama şu çiçekler bazen canımı sıkıyor diye ekledim. Şimdilik sesli söyleyerek modumu düşürmek istememiştim “Jungkook muhteşem bir alfa.”

“Eh, ben demiştim. Keşke o gün iddiaya girseydik, beni bi yorganla boğmadığın kalacaktı.”

Kahkaha atarak “Sus!” derken keyiflenmiştim. Jimin ise aniden dertlenmiş gibi iç çekmişti “Ah, ah… Dinamiğiniz o hkadar iyi ki… Bana da bir tane düşer mi?!”

Jimin ağlayan bir ifadeyle ellerini göğsünde dilek diler gibi birleştirerek konuştuğunda ufak bir kahkaha attım “Namjoon işi ne oldu? Busan’a geldikten sonra bir daha gördün mü?”

“Hayır, of… Seul’e döndükten sonra peşine düşeceğim bu işin. Beni bu kadar kolay görmezden gelemez.”

Jimin inatçıydı ve reddedilmeyi sevmezdi, gençlik ateşi denilen o şeyi de doruklarında yaşardı. Bir sürü sevgilisi olsa da onu hiç aşk acısı çekerek ağlarken görmemiştim ve şimdi gözlerindeki o derin ışıltı beni biraz korkutmuştu çünkü ifadesi pek gençlik ateşine benzemiyordu. Biraz tehlikeli görünüyordu ve bu işin sonunda incinmesi en son istediğim şeydi.

Kendime engel olamayarak elimle omzuna dokunup bana bakmasına sebep oldum ve bir süre sessizce bakışmamıza sorar gibi kaşlarını kaldırınca her zamanki halimden sakin ve daha önce onunla konuşmadığım bir sakinlikle uyarır gibi “Jimin,” diyerek adına hafif bir uyarı iması ekledim “Dikkat et, olur mu…”

Ses tonumdaki o ince uyarıyı almış olacak ki bakışları bir an için değişir gibi oldu ama sonra silkelenerek alaycı bir tavra büründü “Bu ne, rolleri mi değiştik?”

“Sadece söyledim.”

“Biliyorum, biliyorum. Dikkat edeceğim.” diyerek çizimin son rötuşlarını halletmeye girişti. Beraber biraz daha çizim yapmaya devam ettik. Güldük, eğlendik ve Soyeon nunayla bolca sohbet ettik. Zaman o kadar çabuk akmıştı ki hava kararıp ışıkları yaktığımızda çizimler bitmek üzereydi.

Bir anda kalbim heyecanla çarpmaya başladı ve fırçayı tutan elim duraksadı. Omegam kıpırdanmaya başlamıştı ve bu hissi hareketlendiren tek sebebin Jungkook olduğunu bildiğim için doğrulma gereği duymuştum.

“Jungkook geldi.” dedim onu hissetmenin verdiği canlılıkla.

“Biraz gecikeceğini söylemişti ama…”

“Bilmem, öyle hissettim aniden.”

Doyeon nunaya omuz silkerek cevap vermiştim ama söylediğimin doğruluğu araba sesinin uzaktan gelen sesiyle Jungkook’un kokusunun da inceden burnuma doluşuyla kesinleşti “Oh, gelmiş işte. Yanına gideyim, sigara da içecektim zaten.”

“Yavaş git, karda düşüp kırma bi yerlerini.”

“Tamam!” diye bağırarak onlardan uzaklaşırken okulun kapısından çıkıp ona el salladım. Arabanın kapısını kapatıp bana doğru yürürken atkısını yüzünden indirip büyüyen gülümsemesini izledim neşeyle ve yanıma ulaştığında boynuna sarılıp minikçe bir öpücük verdim ona.

“Çok mu özledin beni, ne bu neşe?”

“Çok…” derken bir öpücük daha kondurup beline doğru sarıldım “Halledebildin mi seranın ışıklarını?”

“Biraz uğraştırdı ama hallettim. Siz ne yaptınız bitti mi çizim?”

“Son rötuşları yapıyorduk biz de. Sigara içeceğim ister misin?”

“Olur.”

Hem kendimin hem de onun sigarasını yakarken Busan’a geldiğimizden beri sigarayı azalttığımızı fark etmiştim. Ve sanki o da bunu düşünmüş gibi söylediğinde birbirimizi gülerek onaylamış, kendi çapımızda döndüğümüzde sigarayı bırakmaya karar vermiştik, ama ne kadar sürdürülebilirdi orası tartışılır. Çünkü her seferinde bırakacağım diye verdiğim kararların sonu gün içinde iki paketle sonlanmıştı. Belki de bu sefer, Jungkook var diye başarabilirdim.

Sohbetimiz arasında Jimin’le Soyeon nuna geldiğinde Jimin resmin son rötuşlarını hallettiğini söyleyip bir sigara yaktı. Soyeon nuna ise kardeşinin omzuna hafifçe vurarak sordu “Doyeon’la konuştun mu?”

“Konuştum konuşmasına da inadı keçiden beter. Konu tartışmaya kapalı deyip kestirip atıyor da işte…”

“Ne oldu ki?” diye kaşlarımı kaldırarak sordum çünkü Jungkook’u ilk kez bu kadar ciddi ses tonuyla duymuştum.

“Dün Doyeon nuna masadayken telefon çaldığı için kalkmıştı, hatırladın mı?” başımı sallayarak Jungkook’u onayladığımda sigarasından bir duman alarak devam etti “Arayan sevgilisiydi. Bu sıralar ilişkilerinde problem yaşıyorlar.”

“Ve genelde sorun Doyeon ve kontrol manyaklığı oluyor.” diye ekledi Soyeon nuna.

“Ne gibi?”

“Çok yakın zamanda ruh eşi çiçekleri çıktı. Doyeon nunanın söylediğine göre çocuk askerlik yapmak istiyormuş ama yasalara göre bu zorunlu olmadığı için tartışmaya başlamışlar.

“Doyeon nuna da istemiyor sanırım.” diye Jungkook’un söylediğine ekleme yaptığımda alfa başını sallayarak derince iç çekti.

“Doyeon nuna zaten asker ama diğer erlerden farklı olarak rütbesi var ve limanda çalışıyor. Savaş durumu olmadığı müddetçe de limanda olacak fakat ruh eşi Kuzey sınırına giderse risk çok büyük. Haliyle nuna da yasaların verdiği hakkı kullanmak istiyor. Ama bunu karşı tarafa söz hakkı tanımadan yapıyor ve haftalardır kavga ediyorlar.”

Devlet dairelerine eş bildirimi yapıldığında birçok imkana sahip olurdu. Sağlık hizmetleri bunun en başında gelirken aylık cüzi miktarlarda destek ve çocuk olması durumunda da destek amaçlı belli bir yaşa kadar yardım yapılırdı. Suho’yla benim durumum biraz farklıydı, ailemin ruh eşimden haberi yoktu ve devlete de bildiremezdim çünkü herhangi bir durumda annem ya da babam tarafından bir şekilde öğrenilirse mahvolurdum. Hele babam… Tam anlamıyla bittiğimin resmi olurdu. Bu yüzden Suho’yla en azından mezun olana kadar ailelerimize söylememe kararı almıştık. Sanırım bu saatten sonra da pek bir önemi yoktu.

Askerlik hizmeti ise biraz farklıydı. Ruh eşi durumlarında bir seçenek olarak vardı. Yani omegalar askerlik yapmadığı için eşlerin alfa olması durumunda ölümle sonuçlanmasın ve üreme dengesi bozulmasın diye isteğe bağlı olarak iki taraflı muaf sağlanabilirdi. Doyeon nuna da, muaf tutulmasını istiyordu, rütbesinden kaynaklı kendini garanti altına alabilirdi ama eşi mutlaka sınıra gidecekti ve olası bir durumda bu, her şeyi kötü etkilerdi.

“Sanki tek seçenek ayrılmakmış gibi kestirip atmaması gerektiğini defalarca söyledim ona.”

“Çok sinirliyim.” dedi Jungkook Soyeon nunaya, sonra kaşlarını çatıp başını iki sallarken devam etti “Sağlıklı düşünmüyor, ayrılık seçenek olmamalı, ilişkileri öyle basit temeller üzerine kurulmadı. Bir problem varsa konuşarak çözersin ve bunu iki taraflı halledersin. En ufak pürüzde pes edip vazgeçersen yaşadıkları ilişkinin ne anlamı kalır ki…”

Jungkook’un sözlerinden sonra ona dikkatlice bakındım. Kaşlarını çatmış, sigarasını parmaklarının arasında sıkıca tutarken ilişkiler konusunda bu kadar net ve oluşu beni etkilemişti. Ama beni beni asıl etkileyen şey, ilişkileri basit bir şey olarak görmemesiydi. Birlikte olmanın, sevgiyi paylaşmanın ve bir sorunu çözmek için çaba göstermenin değerini gerçekten anlıyordu. Öylesine söylenmiş sözler değildi bunlar ve bunu da zaten kendi ilişkimiz içinde de belli ediyordu.

“Acaba…” Jimin düşünceyle çenesini sıvazladı “Ruh eşi bir şekilde kendini Doyeon nunadan düşük gördüğü için böyle bir şey istiyor olabilir mi? Sonuçta o bir asker, ruh eşini bilmiyorum ama-”

“Afetle mücadele ekibinde. Ama haklı olabilirsin, Doyeon’un işi gereği baskınlığı ilişkilerine de yansıyor olabilir.”

“Her şekilde bunu konuşmalılar. İkisinin de tek başına alabileceği bir karar değil. Şimdi geçiştirdi ama yine konuşmayı deneyeceğim.”

Soyeon nuna, kardeşini başını sallayarak onayladığında bir dal daha içtik ve Jungkook’u eserimizi göstermek için içeri davet ettik. Bütün duvarları gülerek inceledi ve çocuklar için bir şeyler yapmak istediğini söyleyerek çizdiğim çiçeklerin üzerine özenle birkaç kelebek çizdi. Sonra çocukların beğeneceğini düşünerek arı kümesinin en arkasına kraliçe arı çizerek tatlı bir peluş bile ekledi.

Hep birlikte saatin ne kadar geçtiğini fark etmeden eğlenip çizimler yaparken Bayan Jeon’un aramasıyla toparlandık. Önce Jimin’i bıraktık, sonra eve doğru sürdük. Bugün Gaejeong Nori geleneğini sürdürerek ailecek dönüşecekleri aklımdan tamamen çıkmıştı bu yüzden arabada konusu açılınca biraz gerildiğimi hissettim ama Jungkook bunu fark ederek elimi tuttuğunda biraz daha iyi hissettim.

Eve vardığımızda Bayan Jeon çoktan kapının dibine birçok eşya ve birçok erzak koymuştu, içeride de bir o kadar hazırlık yapmayı sürdürüyordu. Sadece ben ve Jungkook’un eşyaları hazır olmadığı için odaya çıkıp onları halletmek kalmıştı bu yüzden beklemeden yukarı geçtik.

“Tam olarak ne almam gerekiyor?” diye sordum Jungkook çekmecesinden kalın kazak ve su geçirmez bir pantolon çıkarırken onu izleyerek.

“Benden giyebilirsin. Dönüşmene gerek yok ama olur da dönüşürsen diye sonrası için sıcak tutup su geçirmeyecek kıyafetler koyacağım. Gece kar yağışı bekleniyor.”

“Şey kazak da koysak? Biraz soğuk sanki.”

“Olur, koyalım yavrum.”

İster istemez kıkırdadım ve getirdiğim çantamdan kırmızı bir kazak çıkartıp Jungkook’a uzattım. Her şeyi sırt çantasına dikkatle yerleştirerek birkaç çift de çorap koyup ayakkabı da ekledi.

“Bir iki saat ateşin başında olacağız ama yine de gece yarısı soğuğu sert olur. Benim montlarımdan birini giyersin, hm?”

“Giyerim. Ama,” derken alt dudağımı ısırıp sorup sormamakta kararsız kaldığım bir tonla konuştum “Şey, tam olarak nereye gideceğiz?”

“Evin arka bahçesini çevreleyen tellerin ardından biraz yürüdüğümüzde orman var. Bir varilin içinde ateş yakıp birkaç yiyecek pişiriyor gece yarısı da dönüşüyoruz.” Jungkook sessizliğimi fark ederek çantanın fermuarını kapatıp yanıma geldiğinde avcunu yanağıma bastırdı ve küçük bir gülümseme verdi “Endişeleniyorsun?”

“Aile geleneğinize dahil oluyorum, bırak da endişeleneyim.”

Jungkook bunu normal karşılasa da benim için oldukça yeni ve heyecan vericiydi. Ailesiyle tanışmak zaten fazla ani olsa da aile geleneği gerçekten farklı bir boyuttaydı ve bence diğer her şeyden çok daha önemliydi. Bu yüzden endişelenmekte bence haklıydım.

“Sakin ol omega. Ve hiçbir şey için zorunda olmadığını unutma. Insoo’yla olman bile benim için çok, çok önemli, bunu aklından çıkartma.”

“Hıhm, tamam.” derken kazağımın uçlarını uzatıp avcumun içinde topladım ve Jungkook’un beline doğru sarılarak başımı göğsüne koydum. Kokusunu solumak bile sakinleşmeme yetmişti ve bunu anlamış olmalı ki beni kendine sıkıca bastırarak sıkıca sarıp bir süre öyle kalmamıza izin vermişti.

Fazla uzun kalamayacağımızı bildiğim için onu dikkatle soluyup istemeye istemeye geri çekildim ve şakağıma minik buse aldım. Sonra bana kalın bir mont giydirip elimden tuttuğu gibi aşağıya indik.

Insoo, kar montu ve kalın eldivenleriyle merdivenin başında sessiz bir mahmurlukla beklerken bizi, daha doğrusu beni fark etti. Dönüşme işlerini pek sevmediği için keyifsiz duran yüzü şaşkınlığa evrildi ve biraz da gözleri parlayarak sordu “Oh, Taehyung oppa da mı gelecek?”

“Hı-hm, bize katılmasını istedim.”

“Bu kadar alfanın yanında dönüşebileceğimden emin değilim ama yine de reddedemedim. En azından sizi beklerim.” diyerek Insoo’nun yanına geçtim ve gülümseyerek koluna girdim. Dönüşmekte benim gibi zorlandığını bildiğim için onunla ilgili bir şey söylemek yerine kendimi öne sürmek daha doğru gelmişti.

“Hazırsanız çıkalım mı?”

Doyeon nuna bizimkilerin aksine daha ince bir montla ve ilk kez açık gördüğüm uzun, siyah saçlarıyla sırt çantasını takarak sorduğunda onu onaylayarak kapıdan çıktık ve Bayan Jeon’u takip ettik. Evin arka bahçesi güneş enerjisiyle çalışan küçük aydınlatmalar sayesinde önümüzü görebilecek kadar aydınlıktı. Yine de kar yüzünden düşmemek için Jungkook’un koluna tutundum ve ormanın düzlüğüne çıkana kadar da tutunmaya devam ettim.

Ormanın derin bir noktasında, çam ağaçlarının ortasındaki açık alana vardığımızda Jungkook çuvalıin içine koydukları odunları varilin içine doldurarak kolayca yaktı. Kısa zamanda karın soğukluğu biraz da olsun kırılmıştı.

Ateşin çıtırtıları, etrafımızı saran karın sessizliğinde yankılanırken eldivenli ellerimi birbirine sürterek burnumu montun içine gizlemeye çalıştım. Ama mutluydum, soğuk hava tenimi ürpertiyor olsa da ateşin sıcaklığı ve etrafımdaki insanların neşesi içimi ısıtıyordu.

Bayan Jeon, ramen hazırlamak için sırt çantasından eski bir tencere çıkarttı, Jungkook, bir çuvaldan aldığı odunları ateşe atarak alevleri canlandırdık ve tencereyi dikkatlice varilin üzerine yerleştirdi.

“Taehyung oppa,” Insoo, yavaşça koluma dokunarak bana birkaç ramen kutusu uzattı “Oppa sıcak suyu kaynatırken sen de ramenleri kutusundan çıkartabilir misin?”

Gülümsedim ve başımı sallayarak hemen kutusunu açtım. O sırada Jungkook, tencereye termostan su boşaltıyordu. Bir süre sonra su kaynamaya başladı ve ramenleri tencereye atıp beklemeye başladık. Kokusu, baharatlarla birlikte yayılmaya başladıkça midem gecenin sessizliğinde guruldadı, Insoo da aynı sesi çıkarmış olmalı ki ikimiz de fark edip gülüştük.

Doyeon nuna, “Bu kadar açsanız marketten hazır ramen alsaydık keşke,” diye gülerek önerdi.

Jungkook, bir kaşıkla tencerenin içindeki ramenleri hafifçe karıştırırken göz devirerek, “Hah, hazır paketler tam Taehyung’un tercihi zaten.” dedi

İçerisinde adını telaffuz edemediğim zararlı maddeler olan şeyleri yediğim için bana yaptığı zorbalığa sessiz kalamayarak gözlerimi kıstım, “Ne olmuş yani seviyorsam?”

“Ne olabilir ki canım, en kötü damarların tıkanır.” ramenin tadına bakıp biraz tuz eklerken de devam etti “Kafan ve yanakların zaten hamur gibi.”

Cevap vermek yerine yerden karı top haline getirip suratına attım çünkü beni sinir etmişti. Ancak konu kapanmadı ve Jungkook’un gülüşü anında silindi, sonra bana kaşlarını kaldırarak tehditvari bir soru yöneltti “Bana kar mı attın sen?”

“Evet, ne yapacaksın?” dedim meydan okuyarak.

Jungkook hızla eğilip yerdeki kara tekme attı ve üzerime doğru toz şeklinde uçmalarını sağladı. Elimle siper alıp döndüm ama üzerime yağan karlar soğuk bir ürpertiyle sarstı beni. Tabii durur muyum, bir kar topu daha yapıp ona doğru attım. Tam kafasına gelmesi işleri bir tık değiştirdi.

Gözlerini kapatıp sabırla nefes aldı ve rameni karıştırdığı kaşığı bırakarak yavaşça gözlerini aralayarak bana baktı ve o anda Insoo, hafifçe eğilerek kulağıma fısıldadı “Bence kaçmalısın.”

“Öyle mi diyorsun?” dedim gözlerimi gözlerini bana dikmiş alfaya bakarken.

“Öyle. Kaç kurtar kendini.”

“Hmm…”

Birkaç yavaş adım attım arkaya doğru ve koşarak ondan uzaklaşabileceğime kendimi ikna ettiğim anda arkamı dönüp koşmaya başladım. Jungkook, sıradan bir alfa olsa bundan tabii ki yüksek olasılıkla sıyrılırdım ama benim canım alfam, bir tanecik alfam tam bir aygır olduğu için ayarı tutturamamıştı. Arkamdan kocaman bir kar kütlesi enseme fırladığında bütün dengemi kaybettim ve dünyanın en bahtsız bedevi omegası olduğum için aşağıya doğru olan eğimi fark edemeyerek düşüp yuvarlandım.

“Hay amına koy-.ah!”

Neye uğradığımı şaşırarak karla kaplanmış ve gökyüzüne bakacak şekilde yerde yatarken Jungkook yanıma koşturdu. Ona tekme atmaya çalışıp yarım kalmış küfrümü sessizce bağırdım “Ya yapacağın işi sikeyim, ben sana böyle mi yaptım. Ufacık kar attım sadece.”

“Özür dilerim, birazcık atacaktım.”

“Birazcık?” derken beni kaldırmak için uzattığı elini tutarak destek aldım.

“Abartma yavrum, sadece düşürdüm.”

“Yavrum deme bana. Kafa sarsıntısı geçiriyord-gülme. Bak gülme!”

“Her yerin bembeyaz olmuş. Kar gelinciğine benziyorsun, çok tatlısın.”

“Sen de çok aptalsın.”

Jungkook’un elleri karları temizlemek için yüzümde ve saçlarımda gezinirken somurtarak sessizce bekledim. Parmakları yanaklarımı silkeledi, arada bir baş parmağıyla dudak kenarıma dokundu ve bunu bilerek, dikkatimi çekmek için yaptı.

Gözlerimi kaçırmaya devam ettim çünkü Jungkook’un bu kadar dikkatli, bu kadar özenli bakışlarına doğrudan maruz kalmak hala daha yanaklarımı kızartıyordu. Neden bilmiyordum ama, üzerimde böyle bir etkisi vardı. Onun gözlerinin içindeki parıltıyı, bana olan ilgisini fazlasıyla hissediyordum bu yüzden de bu yoğunluk yanaklarıma vuruyordu.

Saçlarımın arasına karışmış karları silkelemek için parmaklarını aralarına daldırdı. Tam o sırada da alnıma yumuşak bir öpücük kondurdu. Gözlerim istemsizce kapandı, yüreğim sanki olduğumuz yerin soğukluğuyla çelişen bir sıcaklığa gömülür gibi oldu.

“Tamam,” diye mırıldandı alçak bir sesle, eli saçlarımın arasından enseme doğru kaydı “Artık sadece sarı kedisin.” ve dudaklarımı hafifçe öpüp geri çekildi “Ve hala çok tatlısın.”

Jungkook’un ilgisi ve sıcaklığı etrafımızdaki karın soğuğunu tamamen unutturmuştu. Öylece durup onun bana bakışlarını, ilgisini ve şefkatini izlemekten başka bir şey yapamıyordum.

Derin bir nefes aldım ve yine de Taehyung’luğumu koruyarak göz devirip kısık bir sesle mırıldandım “Beni güzel ve tatlı sözlerle dolandırmana izin vermeyeceğim. Gidelim hadi, üşüdüm, midem de kazındı.”

Ona arkamı döndüm ve bıraktığım yerde kahkaha atarken hafif yokuşu karda debelenerek çıkmaya çalıştım. Sonra Jungkook’un eli elime sarıldı ve önüme geçip çekerek bana destek oldu. Yüzümü montumun fermuarlı yakasına gizleyip çaktırmadan güldüm yaptığı şeye ve ateşin başına gidene kadar da bana öncülük etmesine izin verdim.

Tanrıya şükürler olsun ki herkes keyifle gülüyordu ve ramen, midemi doldurduğu için mutluluktan ağlayabilirdim. Insoo da benim gibiydi, tadını çıkara çıkara büyük bir iştahla yemişti.

Sıcak ramenin son lokmasını ağzıma atarken bir yandan da ellerimi kaseyi tuttuğum yerlerden ısıtmaya çalışıyordum. Alevlerin dans eden ışığı yüzlerimizi aydınlatıyor, ormanın derinliklerinde yankılanan kahkahalarımız gecenin sessizliğini bozuyordu. Eğleniyorduk ama saat yaklaştıkça da biraz geriliyordum. Sanırım biraz da bunun Jungkook’u kurt formunda görecek olmamla da ilgisi vardı.

“Saat kaç?” diye soran Bayan Jeon, Doyeon nunadan “On bir kırk beş.” cevabını alınca montunun fermuarını indirip ormana doğru adımladı “Önce ben giderim. Sonra buluşuruz.”

Bayan Jeon’un yüzünden hafif bir gülümseme vardı. Olduğu kişiyi, alfasını kabullendiği ve onunla barışık yaşadığını her hareketiyle belli ediyordu ve gözlerinde gördüğüm bunun huzuru vardı.

Ağır adımlarla ormanın içine doğru ilerlemeye başladığında yüzündeki ifade daha da gölgelere büründü ve o an ateşin titrek ışığı sırtını aydınlatırken, aurası neredeyse gözle görülür şekilde dalgalandı. Gölgeler arasında kaybolmadan hemen önce bu anın nefesimi kestiğini ciğerlerim acıdığında fark ettim.

“Biz de gidiyoruz.”

Sonra Soyeon nuna ve Doyeon nuna montunu çıkardı ve aynı şekilde ormana adımladılar. Doyeon’un yüz hatları hep sert ve keskin olsa da Soyeon hep daha yumuşak yüzlüydü fakat bugün…Hala zarifti ama o her zaman yumuşak bakışlı alfa tam anlamıyla baskın ve tüyleri diken diken edecek bir ifadeye bürünmüştü.

Yutkunarak yerimde hafifçe kıpırdandım. Bu… tamamen farklı bir şeydi kokuları bile normalden farklıydı. İçimdeki bastırılmış hayranlıkla ormanın derinliklerinde kaybolmalarını gözlerimi kırpmadan izledim.

Şimdiye kadar hep, dönüşmenin sadece fiziksel bir süreç olduğunu düşünmüştüm. Ama şimdi, bunun bir özgürleşme olduğunu görebiliyordum.

Dikkatim, hemen yanımda Jungkook’un nefesinin değişmesiyle dağıldı ve gözlerimi kırpıştırarak ona bakındım.

Kokusu değişmeye, yoğunlaşmaya başlamıştı ve ailesinin arkasından bakarken heyecanla onu izliyordum. Bir göz kırpma saniyesi kadar kısa bir sürede göz kapakları kapandı ve açıldı… Vücudumdan aşağı titreme yayıldığını hissettim.

Göz bebekleri gecenin karanlığında kızılın en koyu kızıla dönerek parlamıştı, alfası çoktan hazırdı..

Ve sadece rengi değişmemişti. Bakışlardaki yoğunluk… Alfanın biriken saf gücü… Dikleşen sırtı… Dönüşmeye başlamadan önce bile çevresine bir baskı yayıyordu. Sanki varlığı daha geniş bir alan kaplamak için üstün bir çabaya girişiyordu.

İçgüdüsel olarak yutkundum. Omegam bu güce nasıl tepki vereceğini bilemediği için dikkatle izliyordu benim gibi.

Jungkook ona olan bakışlarımı fark etmiş gibi bana doğru döndü birkaç saniye bakarak bekledi ve beklemediğim bir hamleyle aramızdaki mesafeyi hızla kapattı. O kadar hızlıydı ki, elleri belimi bir anda kavramış ve beni kendine çektiği gibi dudaklarıma kapanmıştı.

Öpüşü, daha öncekilere asla benzemiyordu. Sertti. Tutkuluydu. Etrafımızda bunu belli etmek için tehlike yaratacak bir alfaya gerek yoktu ama benim diyordu. Ne şekilde olursa olsun sen benimsin.

Alfasının gücünü hissediyordum. Dudakları omegamı istila etmişti, beni tamamen içine çekmişti. Ellerimi nereye koyacağımı bile bilmiyordum, omuzlarına mı, boynuna mı, göğsüne mi? Her şey şaşırtıcıydı. Onun gücünü, sıcaklığını, varlığını her hücremde hissediyordum. Dizlerim titredi, neredeyse ayakta duramayacak hale geldiğim o anda Jungkook geri çekildi ama bakışlarını üzerimden çekmedi.

Gözleri… Gözleri alev alevdi. Karşısında çıplak hissettirecek kadar tutkuyla bakıyordu.

Eli, daha doğrusu parmakları alt dudağımın altını okşadığında dudaklarımı araladım ve ben daha konuşamadan ormanın derinliklerinden uluma sesi geldi.

Jungkook, ailesinin çağrısını kulak verip gözlerime son bir kez bakarak “Beni iyi dinle,” dedi her zamankinden kalın, tok bir sesle ve arkasını döndü. Sonra montunu tek bir hareketle çıkardı ve yere attı. İçindeki tişört vücuduna yapışmıştı, kaslarının her kıvrımı net bir şekilde seçiliyordu.

Ve ardından, ağır adımlarla ormana doğru yürümeye başladı. Omuzları dikti, kürek kemikleri her adımda hafifçe hareket ediyordu. Gücü, duruşu, yaydığı baskın enerjisi, kısacası her şeyiyle dikkat çekiciydi. O alfaydı.

Benim alfam.

Omegam düşüncelerimin sesli yansıma oldu.

Arkasından uzun süre baktım. İçimde hala o öpücüğün etkisi vardı. Ellerim titriyordu, kalbim hızla çarpıyordu. Jungkook ormanın içinde kaybolurken nefesimi dengelemeye çalışıyordum.

“Peşinden gitmek ister misin?”

Insoo, ateşe biraz yaklaşarak elini ısınmak uzattığında her ne kadar heyecanlansam da onu yalnız bırakmak istemediğimden “Sen de gelecek misin?” diye sordum. Bu sırada bir uluma sesi daha yükseldi ancak Jungkook değildi.

“Dönüşmekte biraz zorlanıyorum. Biraz da korkuyorum.”

“Ben de çok zorlanıyorum, pasif olduğum için bir alfanın kurt formundayken beni boyun eğdirme düşüncesi çok korkutuyor.”

“Beni de…” dediğinde ellerimi tıpkı onun gibi ateşe uzattım ve hafifçe yanaşarak konuştum “Ailemle bunu çok zor başardım ama Jungkook’layken bunun kolay olduğunu fark ettim.”

Insoo bir şey söylemedi ama ateşten yansıyan ışık yüzünü aydınlattığı için hafifçe gülümsediğini gördüm. Ve bu da bana devam etmem için yol gösterdi.

“Ailem dönüşme konusunda çok baskıcıydı ama sen bu konuda çok şanslısın Insoo. Bugün dönüşmek istersen eğer, yalnız olmayacaksın.” derken dönüşme konusunda kendime pek güvenmesem de ona destek olma isteğim baskın geliyordu.

Sözlerimden sonra Insoo, yüzüme dikkatle baktı. Alevlerin ışığı gözlerinde dans ediyor, tereddütle güven arasında gidip gelen duygularını yansıtıyordu.

“Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?” diye sordu usulca bir sesle.

Kafamı salladım. “Evet. Her yerde alfa olabilir ama bugün tek değilsin.”

Derin bir nefes aldı, sonra yüzüne hafif çekingen gülümseme yerleşti “Benimle dönüşecek misin?”

Onları dönüşümlerinden önce izlerken hissettiğim büyülenme, içimde bir heyecan uyandırmıştı ama korkumu da geri plana atmak pek doğru olmazdı.

Omegamın içten içe titreştiğini hissediyordum. Jungkook’un varlığı o kadar yoğundu ki, bu geceki bütün hislerim bambaşka bir seviyeye taşımıştı. Onun baskınlığı, doğasından gelen saf gücü, içimde bastırdığım bir çok şeyi uyandırmıştı. Bu yeni bir histi. Daha önce hiç bu kadar güçlü bir çağrı hissetmemiştim.

Derin bir nefes aldım ve gözlerimi Insoo’nun gözlerine sabitledim “Bilmiyorum. Ama en azından seninle birlikte denemek isterim.”

Bu sözlerim üzerine Insoo başını eğerek “Ben de denemek isterim,” dedi yumuşak bir sesle.

Ona cesaret vermek ister gibi koluna girdim “Korkmana gerek yok. Dönüşmek zorunda değiliz. Ama eğer istersen, elbette deneriz Insoo.”

Insoo, koluna sarılışımı es geçerek bana doğru döndü ve çekinmeden sarıldı “Teşekkür ederim, Taehyung oppa.”

Tam o sırada, ormanın derinliklerinden geceye doğru bir uluma sesi yükseldi. Derin, güçlü ve yankılanan bir sesti. Bir çağrıydı.

Beni iyi dinle.

Bunun Jungkook olduğunu biliyordum.

Bütün tüylerim diken diken oldu.

Kalp atışlarımın hızı göğsümü delecek gibi çarpmaya başladı.

Beni iyi dinle.

Sesi zihnimde dolandı defalarca. Ateşin sıcaklığına rağmen vücudumdan aşağı bir ürperti yayıldı.

Nefesimi tuttum, göğsüm sıkışmıştı. İçimde, bir şeylerin alev alışını kontrol edemedim. Uluması, kemiklerime kadar işlemişti ve omegamın içgüdüleri tamamen serbest kalmıştı. Tüm vücudum, kalbim, ruhum, her şeyim ona doğru çekiliyordu. Tırnaklarımı avuçlarıma geçirerek kendimi frenlemeye çalıştım ama bu mümkün değildi.

Bedenimin içinde bir çırpınış vardı.

Daha önce hiç böyle bir şey hissetmemiştim. Kırılan kolumun düzelmesi için beni dönüştürmeye çabaladığında korkuyla karışık bir kabulleniş vardı ama bu… Bu bambaşkaydı. Bu, bağlarla ilgiliydi. Kontrol edemediğim, beni içine çeken bir şeydi.

Onu görmek istiyordum, ona ulaşmak, çağrısına yanıt vermek ve buradayım demek.

Göğsüm hızla inip kalktı. Ellerim titredi. Omegam ağzını açmıyordu ama zincirlerini kırmak ister gibi tırnaklarını göğsüme geçiriyordu. Beni ona ulaştırması için, özgürce koşması için çırpınıyordu. Çağrısına direnmek imkansızdı.

“Oppa…”

Insoo’nun sesi, derinlerden kulağıma doldu. Gözlerimi ona çevirdim, dikkatle yüzüme bakışlarına karşılık verdim. Gözlerinde anlayış vardı, dudaklarında ise minik bir tebessüm.

“Gitmen gerek.”

Gitmek istedim ama bunu sesli söyleyemedim. Çünkü onu burada yalnız bırakmak istemiyordum. Onun da dönüşmekte zorlandığını biliyordum, bunun onu zorladığını anlamak için yaşamak gerekmiyordu ve ben bildiğim halde bunu yapmak doğru gelmemişti.

Ama Insoo, yüzüme daha da dikkatle baktı ve tereddütümü fark ederek başını iki yana salladı “Git. Alfanın çağrısını yanıtsız bırakmamalısın.”

Jungkook’un uluması yeniden gecenin sessizliğini bıçak gibi bölünce ormana doğru baktım ve dişlerimi sıktım. Beni çağırıyordu, bu hisle savaşamazdım, burada kalamazdım..

Insoo’ya baktım, elini tuttum ve hafifçe sıktım “Eğer dönüşürsen… orada olacağım. Seni yalnız bırakmayacağım,” dedim sessiz ama kesin bir ifadeyle.

Insoo hafifçe gülümsedi.

Ona son bir kez gülümsedim ve ormana doğru koşmaya başladım. Ayaklarım karın içinde zar zor ilerlese de umurumda değildi. Rüzgar kulaklarımda uğulduyordu, koştukça ve ona yaklaştıkça daha da hafifliyordum.

Göğsümdeki o his gittiçe artıyordu ve kemiklerim acımaya başlamıştı, gözlerimin renginin değiştiğini biliyordum, omegamı hissediyordum. Bu yüzden koşabildiğim kadar hızlı koştum. Karın içinde tökezlesem bile toparlanıp devam ettim. Omegam, daha önce hiç hissetmediğim bir özgürlükle çırpınıyordu.

Koşmaya devam ederken üzerimdeki montu hızla çıkartıp attım. Nerede kaldığını umursamadım, tüm dünya, ben ve onun çağrısından ibaretti artık.

Bir an için ayaklarım kaydı ve dizlerimin üzerine düştüm.

Tam o anda, içimde bir şey serbest kaldı.

Önce sırtımdan yukarı bir ateş yükseldi, sonra bütün kemiklerim kırılıyormuş, birbirinden ayrılıyormuş gibi müthiş bir acıyla doldum. Nefesim kesildi, acı o kadar yoğundu ki gözlerimin karardığını hissettim. Göğsüm daraldı, midem bulandı.

Parmaklarım karın altındaki ıslak, buz gibi toprağa kadar battı ve tırnaklarımla kazıdım. Sonra bileklerim dönmeye başladı, tırnaklarım uzadı ve sertleşti. Omuzlarım genişledi, derim sanki kağıt gibi yırtıldı ve altından daha sert, daha kalın bir deri belirdi. Bedenim, olması gereken forma bürünüyordu ama bu kez farklıydı.

Bu kez uzaktan izlemiyordum, omegamla birlikte hareket ediyorduk. Düşüncelerimiz birbirine karışmış, tek bir varlık haline gelmiştik. Her şey daha keskin, daha netti.

Kollarımın ve bacaklarımın şekli değiştikçe üzerimdeki kumaş parçalanarak etrafa saçıldı. Kaburgalarım genişledi, omurgam tek tek yerinden oynayarak yeni formuna uyum sağladı.

Beyaz tüylerimin uçlarındaki griliklerle karların arasında soğuk havayla buluştuğumda artık başka bir bedendeydim.

Yeni formum daha büyük ve daha güçlüydü. Kaslarım esnekti, bacaklarım hız için yaratılmış gibiydi. Nefes aldığımda her kokuyu tek tek ayırt etmek artık daha kolaydı. Kulaklarımsa fazla hassastı. Karın yere düşerken çıkardığı en küçük sesi bile duyabiliyordum. Çam ağaçlarının rüzgarda birbirine sürtünmesini, dalların hışırtısını bile seçebiliyordum.

Gözlerim de öyleydi… Artık her şey daha netti. Karanlık, görüşüm için bir engel değildi. Gölgelerin arasında her hareketi fark edebiliyordum, renkler daha canlı, daha parlaktı. Daha doğru tanımlayacak olursam dünya, insan formumdayken asla fark edemeyeceğim kadar berraktı.

Ama bunların hiçbiri önemli değildi.

Çünkü benim için önemli olan tek şey, alfayı daha net duyabilmemdi. Kulaklarım refleksle sesin geldiği yöne dikildi. Nerede olduğunu biliyordum. Onu ailesinden ayırt edebiliyordum.

Hemen harekete geçtim. Patilerim karı döverek hızlanırken istemsizce hırladım. Ağaçların gövdeleri yanımdan birer gölge gibi akıp gitmeye başladı, koştukça hızlandım, hızlandıkça heyecanlandım.

Bir ara yolumun üzerinde kalan keskin bir dal parçasını fark ettiğim halde hızımı kesmedim. Ön patim ona çarpıp derimi kestiğinde anlık bir acı hissettim ama odağımda alfa vardı, umurumda bile değildi. Acı, hızımı kesemezdi, hiçbir şey ona ulaşmamı engelleyemezdi.

Ağaçlar seyrekleşmeye başlayınca önümde ay ışığıyla aydınlanmış bir açıklık belirdi ve hızımı düşürüp adımlarımı temkinleştirdim. Yavaşça çamlarından arasından çıktım, onu gördüm.

Yüksek bir kayanın üzerinde, gecenin tam ortasında duruyordu. Sırtı dimdikti, başını gökyüzüne kaldırmış, uluması geceyi keskince yarmıştı.

Ay ışığı, üzerine kusursuzca düşerek gece kadar siyahtı tüylerini aydınlatıyordu ve kürkünün arasındaki kızıllıklar da rüzgarla dalgalanırken belli belirsiz parlıyordu. Güçlü ve sert varlığı tam anlamıyla otorite taşıyordu.

Onu böyle görmek… İlk kez alfasını, gerçek formuyla görmek…

Nefesim düzensizleşti. Kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki, göğüs kafesimi parçalayacak sandım. Tüm vücudum gerilmiş, içgüdülerim tamamen serbest kalmıştı. Ama ilk defa, bu hisse karşı koymaya çalışmadım.

Onun kızıl gözlerine baktım.

Ve o da bana baktı, gözleri doğrudan üzerime kilitlendi.

Bir anlığına, zamanın durduğunu hissettim.

Bu bakış… Tanıdıktı, gözlerine baktığımda gördüğümü sandığım kurt, gerçekti. Belki ilk kez birbirimizi bu şekilde görmüş, ilk kez, birbirimize bu kadar saf ve güçlü şekilde bakmıştık ama ben, onu, alfasının gözlerine baktığımda daha önce görmüştüm. Gördüğümü sandığım şey, tam karşımdaydı. Şimdi onu gerçek formuyla gördüğüm için aklım, kalbim, bedenim… Her şeyim onu tanıdı. Sadece içgüdüsel bir çağrı olmadığını anladım. Jungkook’un bakışlarında, bana ait olan bir şey vardı. Ona yalnızca bir alfa olduğu için çekilmiyordum. Beni ona çeken şey, onun benim için ne ifade ettiğiydi. Bu bir bağdı.

O, benimdi.

Jungkook’un başı hafifçe yana eğildi, gözlerindeki odak bir an bile kaybolmadı. Beni görüyordu sanki, sadece fiziksel olarak değil… Beni gerçekten görüyordu.

Sadece bedenimi, sadece kurt formumu değil… İçimdeki her şeyi. Düşüncelerimi, korkularımı, teslim oluşumu ve en derinlerimde bir yerlerde ona ait olduğumu.

Ve ben de onu gördüm.

Gözlerimde, zihnimde, kalbimde… Uzun süredir bir gölge gibi üzerimde gezinen varlığını, kelimelere dökemediğim ama her an hissettiğim gücünü… Şimdi tüm çıplaklığıyla karşımdaydı.

Çünkü o, benim alfalımdı.

Bu gerçekti..

Her adımımda, her nefesimde hissettiğim bu çağrının nedenini biliyordum. Benim için ne anlama geldiğini, onun da bildiğini hissediyordum.

Jungkook gözlerini üzerimden çekmeden taşıdığı bütün alfa yoğunluğuyla kayanın üzerinden inerek yavaş, emin adımlarla bana yaklaşmaya başladığında gözlerindeki yoğunluğu, bakışındaki gücü hissettim ve nefesimi tuttum.

Aramızdaki mesafe giderek kapanırken içimde yükselen o tanıdık çağrı, artık dayanılmaz bir hal almıştı. Bir an için, dizlerimi kırıp başımı eğmek istedim ancak yapmadım. Çünkü bana baktığında, bunu istemiyordu.

Her bakışında, her hareketinde, hatta şimdi bana yaklaşırken bile, gücünü bir otorite olarak kullanmaya çalışmadığını görebiliyordum. Jungkook yalnızca yanında olmamı istiyordu. Bana sahip olmayı değil, benimle bir bütün olmayı istiyordu. Bu yüzden o güçlü varlığıyla önüme geçtiğinde içgüdülerime yenilip başımı eğmedim. Onu kararlılıkla karşıladım, onun kadar net olmaya çalıştım.

Jungkook, nihayet birkaç adım ötemde durduğunda hiçbir şey yapmadan kızıllarıyla bana baktı. Soluklarımız havaya ince bir buğu olarak karıştı ve sonra burnunun ucunu nazikçe benimkine dokundurdu. Gözlerimi istemsizce kapattım ve ufak bir adımla ona yaklaşıp derince soludum alfamın kokusunu.

Güçlüydü. Yoğun, sıcak ve güven vericiydi. Göğsümde bir ağırlık gibi çöken, ama aynı zamanda her şeyi hafifleten bir histi. Ve bunu seviyordum, onu ve ona dair şeyleri, bana hissettirdiklerini seviyordum.

Tüm bu hislerimin yoğunluğunu arttıkça içgüdülerim bana ne yapmam gerektiğini söyledi. Hiç düşünmeden, içimde en doğal şekilde yükselen hisle burunlarımızı ayırıp başımı hafifçe çenesinin altına doğru götürüp sürtündüm ve orada kalarak solumaya devam ettim.

Jungkook’un nefesinin değiştiğini hissedebiliyordum. Göğsü hafifçe inip kalkarken, sıcak soluğu kürkümün arasına karışıyordu. Sonra burnunun ucunu hafifçe kulağımın arkasına sürttü. Sakin, kendinden emin bir hareketti, hoşuma gitmişti.

Yaşanan her şeyin bir sebebi vardı ve taşlar yerine oturmuştu. Sanki uzun zamandır kayıp olan bir parça bulunmuş, ait olduğu yere yerleşmişti. Artık tamamlanmıştık.

 

***

 

Chapter 27: omeganın en sevdiği çiçek ve alfanın sakladığı sır

Chapter Text

 

ResimLink - Resim Yükle

Jungkook

Hissettiğim şeylerden de yaptığım davranışlardan da her zaman emin olmuştum. İçgüdülerim beni hep doğruya yönlendiriyordu ve hiçbirinden de pişman olmamıştım. Başımı yukarı kaldırıp gökyüzüne doğru ulurken, Taehyung’a doğrudan çağrı yaptığımda bile bu böyleydi. Hatta belki de hayatım boyunca tereddüt bile etmeden emin olduğum tek şeydi ona çağrı yapmak. Benim için aksi olamazdı, bunu dün akşam o yemek masasında Insoo’yla konuşurken çok net anlamıştım.

Tarif edemeyeceğim kadar farklı bir histi. Tanıdıktı, çözemediğim için sadece onun hareketlerini tartmıştım ama bana dönüp baktığında… Aynıydı, o gün de aynı şeyi hissetmiştim ama bu sadece belli şeylerle sınırlı kalmıştı ama şimdi gözlerine baktığımda… Dünyam yer değiştirmişti. Bir şeyler kırılmış, geçmiş ve gelecek yerinden oynamıştı. Masadaydım, annem, ablam, kız kardeşim… Herkes o masadaydı, bir sandalyede oturuyordum, elimde yemek çubuklarım vardı ama hiçbir şey eskisi gibi değildi. Sanki varlığıyla evrenin merkezini değiştirmişti ve ben artık kendi eksenimde dönmüyordum. Ben, onun etrafında dönüyordum.

Onun için nefes alıyordum. Onun için yaşıyordum.. Ve eğer zamanı geldiğinde benden gitmesi gerekirse… onun için ölürdüm.

Bir tek bu da değildi, gözlerine baktığımda gördüğüm şey sadece ona karşı olan derin bağ ile sınırlı değildi, birden fazlaydı. Bu yüzden Taehyung’un şok olacağını bilsem bile aklımdan ve hislerimden geçeni söylemeden duramamıştım. Tıpkı şimdiki gibi… Ona seslenirken beni yanıtsız bırakmayacağını, bana geleceğini biliyordum.

Karanlığın içinden sisli ayın aydınlattığı açıklığa doğru hareket eden silüetini izledim. Kürkü kar gibi parlıyordu, uçlarındaki grilikler ise onu asi bir omega gibi gösteriyordu. Benden gözlerini ayırmadan birkaç adım atarken temkinliydi ama bu çekindiği ya da korktuğu için değildi. İçindeki çağrı onu buraya getirmişti ve beni ilk kez görüyordu, bu yüzden o şaşkınlığı ona temkinli bir yürüyüş katıyordu.

Kehribar rengi gözleri tam ay ışığının altında derinlikle benim kızıllarıma bakmayı bir an bile kesmezken içimde fırtınalar koparan o tanıdık, kaç zamandır hissettiğim hiç bu kadar net açıklayamadığım bağ göğsümü tırmalıyordu. O sokakta yürürken çarpıp özür dileyerek yoluma devam edebileceğim sıradan bir omega değildi. Benim omegamdı.

Adımlarımı ağır, emin ve tereddütsüzce attım. Gözlerimi tıpkı onun yaptığı gibi ondan bir an bile ayırmadan kayanın üzerinden indim. O da hareket etmedi. Birbirimize yaklaşırken aramızdaki görünmez bağın, ikimizin de içinde yankılanan o ortak hissi farkındaydım.

Yaklaştıkça, her şey daha da netleşti.

Normalde, baskın olmam ve ona başım dik bir şekilde yaklaşmam pasif bir omegayı korkutarak üstünlüğümü kabul ettirip diz çökmesine sebep olurdu. Kurt formundayken bu bir doğa kanunu olarak kabul edilirdi, eski kitaplarda hep böyle yazılmıştı. Taehyung’un ve Insoo’nun da diğer bütün pasif omegalar gibi dönüşmekten korktuğu kısım buydu. Baskın bir alfanın üzerlerinde üstünlük kurması…

Ama o, bunu yapmıyordu. Dimdik bir ifadeyle bana gözlerini bile kırpmadan bakıyordu. İnatçılık değildi, meydan okuyucu bir güç savaşı da değildi yaptığı. Çünkü bunu istemiyordum. Aksine beni derinden kabul etmesini, sarsılmazca güvenmesini, benimle olmasını istiyordum.

Aramızdaki mesafe kapanınca, yavaşça başımı ona doğru eğdim, burnumun ucunu nazikçe onun burnuna dokundurdum. Soluğu hafifçe titredi ama geri çekilmedi. Gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı. İçten içe gülümsedim bu hareketine. Bilerek mi yapıyordu bilmiyorum ama, bana ne zaman sarılsa kokumu içine çekmesini çok seviyordum. Beni soluduğu zaman onu tamamen sardığımı hissediyordum. Bu yüzden ben de aynısını yapıyordum hep, ona yaklaştığımda, onu öptüğümde, kısacası ona yakın olduğum her an, o tatlı vanilyalı kokusunu solumak muhteşem bir duyguydu. Çünkü onu uzaktan solumanın o boktan hissini yaşamıştım ve şimdi doğrudan soluyabilmek bir seçenek değil, zorunluluktu benim için.

Taehyung, başını hafifçe çenemin altına, boynuma doğru sürttüğünde ufak gırlamasını işittim ve nefesim kar düşen kürküne karışırken, yavaşça eğildim, burnumun ucunu kulağının arkasına sürtünce kürkünün arasından yayılan sıcaklığı sakince karşıladım. Ve elbette kokusunu yeniden içime çektim. Alfam hiç olmadığı kadar sakindi ve omeganın varlığını hissettiği, ona kavuştuğu için de fazlasıyla memnun.

Hafif hafif yağan kar, beyaz tüyleri arasındaki grilikleri gizlemişti ama hala birkaç yerden parıldıyordu ve hayranlıkla izlemekten kendimi alamıyordum. Özellikle ikimiz de kurt formundayken…

Kurt formunda, daha önce hiç olmadığı kadar saf ve kendisiydi. Hatta fazlasıyla da açıktı, korkusuzdu. Bir öncekine göre oldukça kolay ve kendi isteğiyle dönüşerek bana gelmesi gururumu okşamıştı. Bana alışmış olması, her geçen dakika daha da mutlu olmamı sağlıyordu.

Ona daha da sokuldum ve kendime engel olamayarak hafifçe kulak ucunu dişlerimin arasına aldım, şaka niyetine ısırdım. Taehyung’un öfkeli hırıltısınu duymam uzun sürmedi. Başını hızla bana çevirirken dişleri hafifçe göründü ama tabii ki yine durmadım ve bu kez de yüzünü yalamak için burnunun ucuna dilimle ufak bir darbe attım.

Bu onu daha çok sinirlendirdi ve cüsseme göre ufak tefek olmasına rağmen kalçasını güçlü bir hamleyle bana çarptığında, tökezlememe sebep oldu. Toparlanmama fırsat bırakmadan da dişleri, ön patimi kavradı. Refleksle patimi çekmeye çalıştım ancak çoktan dişlerini hafifçe sıkarak beni engellemişti.

“Tshh!!”

İstem dışı tiz bir inleme sesi çıkardım. Canımı yakmamıştı ama yine de tepkisel bir sesti ve zaten gözlerine baktığımda yaptığı şeyin ne olduğunu fazlasıyla bildiğini gösteriyordu.

Sonra, çenesini yavaşça gevşetti ve patimi bırakarak arkasını döndüğü gibi arka ayaklarıyla yüzüme doğru karı eşeledi. Bembeyaz kar, yüzüme ve tüm bedenime savruldu. Anlık bir soğukluk kürkümün arasına dolarken, başımı silkerek gözlerimi kırpıştırdım.

Tam da beklediğim tepkiler.

Geçen sefer de dönüştüğünde aynı şeyi toprakla yapmıştı ve şimdi karla bunu yapışı tam onluk bir hareketti.

Bu halleri hoşuma gitmiyor değildi, onu uzaktan izlediğim zamanlar agresif ve sürekli üzgündü. Şimdi ise tam tersi, bana karşı oyunbaz ve içimi eritecek kadar da cilveli. Olmazsa olmazı da hafif pasif agresif haliydi.

Tam toparlanmış, ona doğru atılacakken Taehyung benden atik davranıp ay ışığının aydınlattığı karların içinden hızla ileri fırladı.

Hemen hareketlendim, önce hızla ona yetişmek için birkaç adım attım. Görüşüm iyiydi, kurt formunda ormanın içinde olan hiçbir şeyi kaçırmam imkansızdı, ona kolayca yetişmem de çok zor olmadı bu yüzden.

Ormanın içinde gölge gibi akıyordu. Karın üzerinde patilerinin izi kalıyor, her adımında vücudunun kasları kusursuz bir uyumla çalışıyordu. Göğsünün altındaki açık tüyler de koşarken hafifçe dalgalanıyordu.

Giderek ona yaklaştığımda artık yan yana koşmaya başladık. Gece soğuktu, ama içim olağanüstü bir sıcaklıkla doluydu çünkü onunlaydım. Taehyung’un varlığı, yanımda olmasının verdiği tamamlanmışlık hissiyle bütünleştiği için dünyanın geri kalanı önemini yitirmişti. Ormanın karanlığı, ay ışığının gri gölgeler düşürdüğü ağaçlar, üzerimize yağan ince kar taneleri… Hepsi silikleşiyordu. Tek gördüğüm, yanımda kusursuz bir uyumla koşan omegamdı..

Bu muazzam bir histi. Beraber koşuyorduk, Taehyung’un çekingenliğine dair hiçbir iz yoktu. Bacaklarını daha güçlü savuruyor, kuyruğunu daha dengeli tutuyordu. Onu ilk dönüştüğünde gördüğüm omegayla uzaktan yakından ilgisi yoktu. Feromonları bile değişmişti, kendine güveni, artık açıkça hissediliyordu.

Koşarken başını hafifçe bana çevirdi. Gözleri parıldıyordu, kurt formundaki yüzü, hafifçe yukarı kıvrılmış gibi görünüyordu. Neredeyse gülüyordu, rahattı. Ona böyle hissettirmek benim için çok şey ifade ediyordu. Mutlu olduğu için hayatımda hiç olmadığım kadar güçlü hissettim. Dünyanın en güçlü alfasıydım an O’na sahip olduğum için.

Bu güçlü hislerle koştururken göğsümü gururla kabartıp ona biraz daha yanaştım ve bir süre özgürce koştuk. Hatta arada sıra birbirimize çarparak şakalaştık bile. Sonra kulaklarım annem ve ablalarımın varlığına dair sesler duyunca koşunun öncülüğünü ben devraldım, onlara doğru ilerledim, hızımı da giderek yavaşlattım ve yürümeye başladım.

Ağaçların arasından çıktığımızda ilk ablalarımı gördüm. Arka ayaklarının üzerine oturmuş bizi bekliyorlardı. Ben ve babamın kürkündeki kızıllıkların aksine onların kürkü, anneminki gibi simsiyahtı.

Beni ve Taehyung’u gördükleri an ayaklandılar, annem ise burnunun ucuyla karın arasında bulduğu şeyi eşelemeyi bırakıp doğrudan bana baktı. Annemle serada bir tartışma yaşamıştık ve onu hiç konuşturmamıştım, bana öfkeli olduğunu biliyordum ama bunu umuyordum ki bugün yansıtmayacaktı. Tedirgince bakışlarının arkamdan yavaşça yanıma doğru yürüyen Taehyung’a kayışını izledim. Hiç tepki vermedi, aksine eskisi gibi yaklaştı çünkü öfkesi sadece banaydı. Taehyung sadece hiçbir şey bilmeyen taraftı.

Annem, ablalarım ve Taehyung’un kokusuna hafiften bir manolya kokusu karışınca duraksadım. Hemen ardında ise ağaçların arasında gelen ufak çatırtı yüzünden kulaklarımı refleksle oynatıp sesin geldiği yöne baktığımda görmeyi asla beklemediğim kişiyi görmek beni şaşırttı. Fazlasıyla da heyecanlandırdı. En son dönüşümünün üzerinden çok uzun zaman geçmişti ve onu kurt formunda görüşümün üzerinden ise neredeyse üç yıl. Genelde bizden sonra dönüşürdü ve onu ormanda uzaktan, görmeden koruyup kollardım rahatsız olmaması için. En son da insan formuna baygınca geçtiğinde üzerine bir battaniye serip kucakladığım gibi eve götürürdüm.

Şimdi tam oradaydı. Taehyung gibi kehribar gözleriyle çekingence adımlıyordu. Hala benden ve hatta Taehyung’dan ufaktı ama uzamıştı ve kızıl tüyleri daha bir gürleşmiş, parlamıştı. Tıpkı, teyzeme, yani annesine benzemişti.

Ona doğru yaklaşmak için adım atacaktım ama Taehyung benden önce davranarak Insoo’ya doğru koştu ve ona sürtünerek yanına geçti, sonra da adımlarına eşlik etti. Anneme baktım, mutlu olduğuna dair ince bir gırllamayla kendi kızı olarak benimsediği ablasının kızına büyük bir heyecanla bakıyordu. Doyeon ve Soyeon nuna da öyle, kuyruklarını sallayarak bekliyorlardı.

Annem dayanamadı, temkinle, korkutmadan Insoo’ya yaklaştı ve bir kurdun yavrusuyla en temel bağ kurma, sevgi gösterme hareketi olan yalama davranışını gösterdi. Yüzünü, kulağının arkasını ve ensesini yaladı. Ablalarım da geldi, hafifçe Insoo’ya sürtünerek kendilerince merhaba dediler. Bana gelince…

O benim küçük kız kardeşimdi, elbette ağabeyi olarak yapmam gerekeni yaptım. Burnumun ucuyla yerdeki kar kütlesini Insoo’nun yüzüne defalarca ittirip karla kaplanmasını sağladım. Hafifçe irkildi ve homurtu dolu bir hırlamayla karşılık verdi. Ancak ne kadar kızarsa kızsın, asla tam anlamıyla bana büyük tepkiler vermezdi, özellikle bugün vermezdi. Çünkü neden onunla şakalaştığımı biliyordu, ikimiz de biliyorduk. İkimiz de birbirimiz için ne denli duygulara sahiptik, biliyorduk…

Bu yüzden onunla uğraşmayı sürdürmek için başımı eğip yerden biraz daha kar savuracaktım ki, aniden bir sıcaklık, hafif de keskin tanıdık bir acı patimi kapladı. Bedenim refleksle irkildi ve istemsizce tiz bir inleme sesi çıkardım. Yine.

Patimi hızla çekip arka ayaklarıma yüklendim ve geri çekildim. Burnumdan çıkan sıcak nefes, soğuk havayla birleşip buğular oluşturdu omegaya bakarken. Elbette Taehyung’du. Başka kim patimi ısırabilirdi ki zaten.

Ona bakarken kuyruğu havada bana rahat dur der gibi bakıyordu. Burnumdan kısa bir homurdanmayla karşılık verdim ama onun başını yana eğip gözlerini kısarak verdiği tepkiye dayanamadım. Ona keskince baktım, sen kaşındın diye imayla karşılık vererek üzerine yürüdüm.

Bir adım geriledi, bir adım daha attım ve o yine bir adım gerileyerek son atağımda ormanın içine fırladı. Taehyung’un karanlığın içinde hızla koştururken neredeyse gözümün önünden kaybolur gibi oldu ama ben daha hızlıydım, ona yetişmiş, arkasından takiplemeye başlamıştım.

Bu süre içinde arkamdan karı döven Insoo’nun küçük ayak sesleri gelmeye başladı, sonra annem ve ablalarım da dahil oldular. Birer birer sürü tamamlandı.

Gaejeong Nori buydu işte, yalnızca bedenlerimizin şekil değiştirmesi değildi. Daha derin bir anlamı vardı. Bizi bir arada tutan, birbirimize bağlı olduğumuzu hatırlatan bir ritüeldi. Atalarımızın izinden gitmek, kim olduğumuzu unutmamak için her yıl bir araya gelmek…

Her adımımızda bunu daha yürekten hissediyordum. Bu gece, hepimiz aynı ritmin içinde koşuyorduk. Karla ıslanırken bile hissettiğimiz tek şey, beraber oluşumuzun verdiği huzurdu.

Taehyung önümde hafifçe yavaşlayıp başını arkasına çevirdi. Göz göze geldiğimizde, aramızdaki bağın ne kadar güçlendiğini hissettim. Ve birlikte, ay ışığının altında ay kaybolana kadar koşmaya devam ettik.

Bir ara, herkes dağıldı ve Taehyung’la başbaşa kaldık. Kocaman bir çam ağacının önünde soluklanarak birbirimizi saatlerce yaladık. Bütün gece başını çeneme sürtüp durdu ve ben de içimdeki duygular dolup taşarken ona tüm sevgimi göstermek için uzun uzun sevdim. Biraz da işaretledim. Hatta daha da ileri gidecektim, yeltendim de ama yattığı yerden bana dişlerini gösterek hırladığında uslu uslu başımı başının üstüne yaslayıp ormanı izlemekle yetinmek zorunda kaldım.

***

Jungkook…

Derinden gelen sesle irkildim ama rüya sandığım için tepki vermeden yüzümü kuyruğumun arasına sokuşturarak nefes almaya, uyumaya devam ettim.

Jungkook, uyan.”

Tehlike.

Kulaklarım anında dikildi ve yattığım yerden sese doğru hızla dönerek bir uyarı niteliğinde yüksek sesle hırladım. Hava aydınlanmıştı ancak tehlike sinyali yüzünden o an karşımdakini gözüm görmediği biraz fazla tepki vermiş olmalıyım ki Soyeon nuna, bir adım gerileyip eliyle yavaş olmam için hafif bir işaret yaptı.

“Shh, sakinleş, benim, Soyeon.”

Uykunun ağır yükünü üzerimden atmakta gecikmemiştim ama beni asıl kendime getiren, kıvrıldığım ağaç dibinde kürkümün arasına sığınmış ve artık kurt formunda olmayan Taehyung’du. Dönüp kontrol ettiğimde ne zaman insan haline geçmişti farkında değildim ama elleri tüylerimi kavramış sadece omuz başından biri gözükürken kendini iyice bana doğru gömmüştü. Sıcaklığım ve kürküm de böylece onu soğuktan fazlasıyla korumuştu ama hissediyordum, hafiften bedeni soğumaya başlamıştı. Biraz daha bu şekilde kalırsa üşütebilirdi.

İç güdülerim, bir başkasının, bu ailemden biri bile olsa onu böyle savunmasız görmesini istemediği için onu kendime doğru çekiştirip iyice gizledim. Sonra Soyeon nunaya agresif bir tavırla dönerek, dişlerimi gösterdim.

“Sakinleş, alfa. Ona bakmayacağım. Sadece kıyafetlerinizi getirdim, daha fazla böyle kalırsa hasta olacak.”

Temel koruma güdülerime hakim olmam gerektiğini biliyor olsam da söz konusu Taehyung olunca ve yeni de uyandığım için biraz algılamakta güçlük çekmiştim. Soyeon nunanın kim olduğunu elbette biliyordum ama işte, tepkilerime engel olmak pek kolay değildi.

Birden aklıma Insoo geldi ve ne yapacağımı bilemeden etrafıma bakınıp nunaya çevirdiğim bakışlarımı anlaması için gözlerimi kırpmadan baktım. Onu toplayan da eve götüren de ve üzerini değiştirmesine yardım eden de her zaman bendim ve şimdi ilk kez tüm sürü beraber dönüşmüşken yanında olamamak…

Soyeon numanın elleri, kulağımın altına dokunup tüylerimi hafifçe okşadı ve “Endişelenme,” dedi “Insoo iyi. Hatta annem üzerine battaniye örterken ona gülümsüyordu. Şimdi eve gidiyorlar hatta yolu yarılamışlardır.”

Cümlesinin rahatlatıcılığıyla gözlerimi kapatıp biraz olsun sakince nefeslendim. Yine de, eve gittiğimde ona bakmam gerekiyordu, tamamen yalnız bırakamazdım.

“Hadi toparlanın siz de. Üşüyor gibi görünüyor.”

Soyeon nuna nazik birt gülümsemeyle ellerini çektiğinde montunun şapkasını kapatıp hızla gözden kayboldu ve bizi omegayla başbaşa bıraktı. Her ne kadar uyandırmak istemesem de biraz kıpırdanmış, burnumun ucuyla onu dürtükleyerek mırıldanmasına, hemen sonrasında da gözlerini aralamasına sebep olmuştum.

Büzdüğü dudakları, kürküme sürtünen yanakları ve gerinirken titreyen bedeniyle benim yanımda küçücük duruyordu. Onu sarıp sarmaladığım için memnundum ve o da bundan memnun olmalıydı ki gözleri gözlerime değince hafifçe gülümsemiş, elleriyle tüylerimi okşayıp yüzünü karnıma doğru gömmüştü.

Hafifçe omzunu yaladım, kıkırdayarak “Sana da günaydın alfa.” dedi uykulu boğuk sesiyle. Soyeon nunanın bıraktığı çantaya kalkmadan uzandım ve dişime takıp ayağımın dibine doğru uzattım giyinsin diye.

“Çok yumuşaksın, çok da güzel kokuyorsun.” yanaklarını karnımdaki tüylere gömüp birkaç küçük öpücük bırakarak devam etti “Ve sıcak… Buradan hiç kalkmak istemiyorum.”

Pekala… Daha fazla konuşmaya devam ederse gidelim diyene kadar burada kalabilirdim ama gerçekten hastalanması en son isteyeceğim şeydi. Bu yüzden daha fazla ısrar etmesin diye kalçamı kaldırıp öne doğru hafifçe savrulmasını sağladım.

Kürkümün arasından çıktığı için ofladı ve eliyle çantayı açarak kıyafetleri çıkartmaya başladı. Bir yandan da söyleniyordu “Çok kötüsün. Bir anda öyle soğuğa itilmez, üşüdüm işte.”

Önce yünlü bir atlet giydi, üzerine de uzun kollu kalın bir tişört, onun üzerine de kalın, polarlı bir sweat. O sıra, çantanın içindeki soluk mavi iç çamaşırını görmek içimde durdurulamaz bir istek yarattı ve yaramazca burnumu içeri soktum. Çünkü adım kadar emindim orada tatlı mı tatlı bir baskı olduğuna.

Burnumu çektiğimde iç çamaşırının boş olan kısmı, burnumda asılı kaldı ve aynı anda da kulaklarımın arasına hızla Taehyung’un eli çarptı.

“Ya ne yapıyorsun?!”

Dizlerinin altına kadar çektiği yünlü çoraplarının üstünden burnumda asılı duran iç çamaşırını aldığı gibi bacakları arasından geçirdi ve beni tahminlerimde haklı olduğum görüntüyle karşılaştırdı. Açıkçası, karpuzlu iç çamaşırından sonra gözünde güneş gözlüğü olan ve gülümseyen bir köpekbalığıyla karşılaşmayı ben de beklemiyordum. Bu yüzden de bu ani görüntü karşısında boş bulunup kendimi sırt üstü yere atarak çırpınışlarla gülmeye başladım. Sonra durdum ve ona patilerim havada, yerde yatarken bir bakış attım.

Somurtarak dudak bükmüş, elmacık kemikleri de hafif hafif kızarmıştı ve iç çamaşırının üzerine, pardon, soluk mavi köpek balığı baskılı iç çamaşırının üzerine yünlü bir alt geçirmeye çalışıyordu.

Ona baktığımı fark edince kaşlarını çatıp arkasını döndü “Hiç komik değil.”

Bu sefer de iç çamaşırının arkasındaki şezlongda güneşlenen köpek balığıyla karşılaştım ve başımı yeniden arkaya atarak yerde sürüne sürüne gülmeye başladım.

“Ya of, konuşmayacağım bir daha seninle.”

Taehyung üzerini giyindiği gibi bana sadece dokunma gibi gelen birkaç küçük tokat atıp hızlıca dönüş yoluna doğru ilerlemeye başladı. Fakat daha fazla uzaklaşmasına izin vermemek ve ona yetişmek için derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım.

Dönüşüm için gereken tek şey benim için derin bir nefes almak ve içimdeki duyguların birbirine karışarak akmasını sağlamaktı. Odağımı kolayca sağladığım için kemiklerimin içine bir dalga gibi yayılan o yoğun sıcaklık ilk olarak omurgama uzandı. Sırtımdaki kürkler içeri çekilir gibi geriye doğru kıvrıldı ve kaslarım, insan formumun hatlarına uyum sağlamak için şekil değiştirmeye başladı. Ön patilerim, parmaklara ayrılırken tırnaklarım kısaldı ve avuçlarımın etrafında derim belirdi. Aynı anda arka bacaklarım da yeniden biçimlenip insan dizlerinin kıvrımına kavuştu. Göğsümde biriken enerji, kemiklerimi zorlayarak son bir itişle bedenimi tamamladı. Boynumda başlayan çatırdama sesi çenemi insan biçimine getirirken, yüzümdeki uzamış hatlar geri çekildi ve sonunda dudaklarımın arasından derin bir nefes saldım.

Gözlerimi açtığımda dünya, insan gözlerimin daha sınırlı ama tanıdık görüşüyle netleşti. Artık tamamen insandım. Ancak çıplaklık yüzünden üşümekten nefret ediyordum. Özellikle sabah ayazındaki Busan soğuğunu pek tercih ettiğimi söyleyemezdim.

Çantanın içindeki iç çamaşırım ve diğer sıcak tutan kıyafetleri hızlıca üzerime geçirip neredeyse gözden kaybolmaya başlamış omegaya yetişmeye çalıştım. Koştururken de montumu sıkıca yukarı çekerek Taehyung’a seslenmeyi ihmal etmedim.

“Beni bekle!”

Elbette beklemedi ama şanslıydım. Gece yoğun kar yağışı ve ormanın düzensiz yapısı yüzünden Taehyung bir anda karda boşluğa basıp dizleri üstüne tökezlemişti. Bu da bana o toparlanana kadar yanına gitmem için bir süre sağlamıştı.

“Kardan nefret ediyorum. Busanlı alfalardan da.”

Öfkeyle söylenip dururken gülerek onu kolundan çekip tek hamlede kucağıma yerleştirdiğim gibi çığlık attırdım ve çatık kaşlarına tam tersi bir gülüşle cevap verdim.

“Aa ben de tam aksi, etrafımda kar, kucağımda yar. En sevdiğim.”

“İnan hiç komik değilsin.”

“Ama tatlınım?”

“Hayır artık değilsin. Busan’ın hatta dünyanın en gıcık alfasısın.”

“Tamam o zaman bu sefer sen benim tatlım ol, ben de seni yiyeyim?”

“Sen bu gidişle anca yar-”

Küfür edemeden onu durdurdum ve “Eh, onu alacaktım da vermedin ki güzelim. Hemen ısırmaya kalktın.” diyerek numaradan dudak büzdüm.

Bilmiş bilmiş kaşlarını kaldırdı bana “Bir düşün bakalım neden?”

“Çiftleşmememiz için hiçbir neden göremiyorum üzgünüm.”

“Ormandaydık aptal, ve ailen de oralardayken kızışmış köpek gibi üzerime çıkman ne kadar doğruydu?”

Gülümsemem daha da genişledi biraz da alaycı bir ifade takındım “Uzaktaydık, ayrıca da ormanda olmamızın yatakta yaptığımızdan farkı olacağını düşünmüyorum. Hatta daha heyecanlı bile olurdu bence” dedim sahte bir kırgınlıkla “Ayıp ettin, kırdın kalbimi.”

“Seni ısırmadığıma şükret asıl. Bir daha kurt formundayken üstüme çıkmaya yeltenirsen, seni gerçekten ısırırım.”

“Bunu bir tehdit olarak mı algılamalıyım?” dediğimde boynundan sesli bir öpücük kapıp gözlerinin içine baktım ve fısıldadım “Yoksa bir vaat mi?”

“Ya s-”

Bu kez de “Shhh!” diye atılıp küfrünü dudağına kondurduğum küçük bir öpücükle kesip geri çektim kendimi “Çok ayıp, sus bakayım.”

Bir şey demedi, somurtarak gözleri kaçırdı ve ben onu dikkatle taşırken bir süre bu tavrını korudu. Bu pek uzun sürmedi, bir sürenin sonunda gözleri beni buldu ve yol boyunca beni izledi. Bakışlarını yüz hatlarımda dakikalarca dolandı ve ben karşılık vererek bakmamak için tutuşumu sıkılaştırıp büyük bir çaba sarf ettim çünkü bundan çok hoşlanıyordum. Bana ilgiyle bakması, sessizce izlemesi ve aklından geçirdiklerini feromonlarına yansıtması. Ufacık değişimini bile hissedebiliyordum ve bundan fazlasıyla memnundum.

“Jungkook… Nasıl hissediyorsun?”

Bu soruyu beklemiyordum, çünkü bakışları nasıl hissediyorsun’dan daha derindi bu yüzden şaşırdığım için kaşlarımı kaldırarak cevapladım ve sordum “İyi. Sen?”

“Ben de iyi hissediyorum. Çok, çok iyi…”

“Ne güzel…”

Yeniden “Jungkook…” dediğinde ona “Hmm?” diyerek cevap verdim.

“Gaejeong Nori için hep kışın mı toplanıyorsunuz?”

“Genelde evet. Çünkü bir tek sömestr zamanları hepimiz bir araya gelebiliyoruz. Neden sordun?”

“Baharda çiçekler açmışken buranın hangi renge bürüneceğini merak ettim.”

“Bahar yıldızı çiçekleri ve çöven otuyla kaplanıyor her yer. Genellikle sarı açıyorlar ama pembe ve beyaz oluyor.”

“Yaa, ne güzel görünüyorlardır, çok da güzel kokuyorlardır kesin.” dediğinde başını omzuma yasladı. Sarı saçlarından yükselen hoş, vanilya ve kendi teninin kokusu burnuma dolduğu için güldüm ve hafifçe içime çektim “Senin gibi güzel kokmuyorlar ama.”

İncecik, hoş bir kıkırtı dudakları arasından çıkarak bunu göğsüme hafifçe vurduğu eliyle destekledi “Çiçekler daha güzel kokar bir kere.”

“Tamam işte, sen de benim çiçeğimsin.”

Yeniden güldü ve ben devrilmiş bir ağacın üzerinden dikkatle inerken soğuk yüzünden ellerini boynuma sararak yüzünü boynuma gömdü. Dengemi korumak için adımlarımı sağlam basıyordum ama sıcak nefesi tenime çarparken oldukça dikkat dağıtıcıydı. Onu işaretlediğim için benim feromonlarınla karışmış vanilyalı kokusu da her nefesimde içime doluyordu. Evin içinde Insoo varken onu işaretlemek istemesem de bana bu kadar yakınken kendimi kontrol etmek gerçekten zor olduğu için tutamamıştım ama bundan şikayetçi olduğum da söylenemezdi.

“Gerçekten çiçeklerden daha mı güzel kokuyorum?” diye sordu, sessizliği bozarak. Bir eliyle de bu sırada montumun fermuarıyla oynuyordu.

Kızgınlık sonrası duygusallığı mı yoksa dönüşüm sonrası duygusallığı mı diye düşündüğümde kesinlikle dönüşümü seçerdim. Bu hali diğer hallerinden bin kat daha tatlıydı ve yanaklarını ısırma isteğiyle dolup taşıyordum.

“Evet, öyle. Çok güzel kokuyorsun.” derken başının tepesinden öptüm ve başını kaldırıp bana kaşları havada şaşkın bakışlar atışını izledim.

“Sarı çiçeklerden de mi?”

“Neden özellikle sarı çiçekleri sordun?”

“Çünkü sarı olan bütün çiçekleri çok severim ve onlardan daha güzel kokup hoş görünmek hoşuma gider.”

“Hmm…” diyerek Taehyung’u kucağıma yerleştirmek için dizlerinin altından biraz daha sıkı kavrayıp sırtından destekledim “Bir çiçeğin senden daha güzel olma ihtimali…”

Yani… Analitik zekama güvenirdim ve sayılarla uğraşmak bana keyif verirdi bu yüzden kafamdan hızlıca bir olasılık işlemi yapmak benim için pek zor olmadığından Taehyung’a “Dünyada yaklaşık dört yüz bin çiçek türü olduğunu düşünürsek ve bunların içinde sarı renkte açanlar yaklaşık yüzde on beşini oluştursa… Hadi diyelim ki, bunlardan altmış bin türün hepsi birbirinden mükemmel olsa, ki öyle değil, ve hepsiyle kıyaslasak…” dedim ve başımı iki yana hafifçe sallayıp bir küçük hesap daha yaptıktan hemen sonra devam ettim “Senin kadar güzel olma ihtimalleri kabaca on binde bir falan. Ve bu iyimser bir tahmin bence.”

Biraz şaşırmıştı ve biraz da yanakları kızarmış. Kirpikleri de birkaç kere kırpışarak şaşkınlığını daha çok belli etmişti. Ben de daha iyi anlasın diye sonucu daha kısa bir özetle ifade ettim “Aslına bakarsak bu ihtimal, senin kucağımda olduğun gerçeğini göz önünde bulundursak, tam olarak sıfır demek daha doğru olur.”

Tanrım… Kokusu her yerdeydi ve ah, hem utanmış hem de etkilenmiş görüntüsünü izlemek muhteşem bir görseldi. Kalp atışlarının hızlanmasını kollarımın arasında hissettiğim için kendimi tutamayıp hafifçe gülümseyerek “Bu kadar etkileneceğini bilseydim, daha önce başlardım hesaplamaya,” diye mırıldandım.

“Sus n’olursun. Hesaplama yapmanın seni bu kadar çekici kılması hoş değil.”

“O zaman hiç susmam.”

Taehyung cıklayarak yumuşak bir sesle göğsüme vurdu ve eliyle yüzünü saklayarak mırıldandı “Çok tehlikelisin.”

“Bak mesela bana baktığında göz bebeklerinin genişleme oranını, kalp atış hızındaki değişimi ve feromon salgılamandaki artışı göz önünde bulundurup seni etkileme olasılığımın yüzde doksan sekiz civarında olduğunu söyleyebilirim.”

“Ee… Yüzde ikiyi nereden kırdın?”

“İnatçılığından.”

“Yah!” diye bana sataşıp kucağımda tepinerek gerçek olmayan bir öfkeyle bağırdı “İndir beni inatçılığımın oranını yüzde doksan sekiz yapmayan şerefsiz.”

Zaten arka bahçeye girdiğimiz için onu büyük bir kar kümesine doğru indirmekte, pardon, atmakta bir sorun görmedim ve hızlı olmayacak ancak onu şaşırtacak bir hamleyle fırlattım. Küfürlerini sıralarken de arka kapıya koşturarak kahkahalarla içeri girdim. Onunla uğraşmaya bayılıyordum, ağzına gelen bütün küfürleri sıralıyordu ama sonra tek bir bakışım ve dokunuşumla kulaklarına kadar kızarmayı da ihmal etmiyordu.

“Ah, geldiniz mi?”

Soyeon nuna yeni duş aldığı için ıslak olan saçlarını kurulayarak sorduğunda hafifçe başımı salladım “Hı-hm, Insoo nasıl?”

“Duşta, Doyeon yanındaydı en son.”

“Annem?”

“O da duşta. Seninle konuşmak istediği bir şey varmış, yanına uğrarsın.” dediğinde baş salladım ama zaten konuşulması gerekenleri konuşmuştuk. Annemle çatıştığımız nadir durumlardandı ve ben bu konu hakkında daha fazla konuşmak, üzerine düşünerek kendimi kötü hissetmek istemiyordum. Taehyung’dan bir şeyler saklamayı ben de istemiyordum ama bazı şeyleri çözene kadar erteleyebildiğim kadar erteleyecektim.

Soyeon nuna arkamdan gelen Taehyung’u gördüğünde gülümseyerek benden ona doğru yöneltti sözlerini “Nasıl hissediyorsun, çok zorlanmadın, seni rahatsız etmedik değil mi?”

“Hayır, hayır asla.” derken üzerinden çıkarttığı montu asmak için uzandı ama ondan hızlı davranıp bu görevi ben üstlendim ki rahat rahat konuşsun “Her şey çok güzeldi. Beni kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Genelde dönüşmek benim için çok zor olur ama uzun zaman sonra kendimi bu kadar iyi hissetmemiştim.”

“Taehyung’u baharda da getireceğim. Eğer hepimiz toplanabilirsek, yeniden dönüşürüz.” dediğimde Taehyung’a gülümseyip elini yakaladım ve aynı şekilde gülümsedim.

“Bence baharda geldiğinizde baş başa olmanız daha iyi olur.” göz kırparak ima yaptığında çıkışamadan el sallayarak kapısından içeri girdi ve bağırdı “Ben uyuyorum yarına kadar uyandırmayın beni.”

Göz devirip Taehyung’u biraz daha yakınıma çekerek merdivenlere doğru ilerledim ve beraber odama ilerledik. Önce ona duşa girmesini söyleyecektim ben de Insoo’nun yanına uğrayacaktım ama odaya giremeden Taehyung elimi bırakıp Insoo’nun odasını gösterdi “Duşa ilk sen girsen olur mu, ben Insoo’ya bakayım?”

Benim için Insoo, hayatta en çok korumak istediğim insandı ve Taehyung’un da onu önemsediğini görmek bana mutluluk veriyordu. Benim için Gaejeong Nori’ye katılıp Insoo’ya eşlik etmesi bile çok önemliyken sonrasında da aynı özeni göstermesi için bir sebep yoktu ama o bunu isteğiyle yapıyordu. Benim için paha biçilemezdi.

Dudakları hafifçe aralıktı, benden cevap bekliyordu ama ben sadece yüzüne bakıyordum. Daha fazla düşünmeden, içimde yükselen o dürtüye teslim oldum ve kulağıyla boynu arasından onu kendime çektim. Gözleri büyüdü, nefesi kesildi dudaklarımı dudaklarına dayadığımda. Yavaş ancak tutkulu, kısa öpücüğüme bütün duygularımı sığdırmaya çalıştım.

Dudaklarını bıraktığımda, gözleri açıktı ve hafifçe gülümsüyordu. Tamam demenin kısa yoluydu benim için ve anlaştığımızı sanıyordum çünkü ikimiz de arkamızı dönüp ayrıldık.

İçimdeki yoğun hisleri dizginleyerek odaya girip kısa bir duş alıp sıcaklığımı sabit tutmak için kalın bir eşofman takımı giyindim. Sonra da saçımı kurutup Insoo’nun odasına doğru yürüdüm. Kapıyı tıklamak için elimi uzattığımda hafif aralık oluşu ve gülüşmeleri beni duraksattı, istemsizce dinlemek için bekledim.

“Işıkları kapattığında parlıyorlar mı?”

Göremiyordum ama, Taehyung, neşeli sesiyle Insoo için tavana astığım fosforlu yıldızlardan bahsediyor olmalıydı.

“Evet, çok az ama olsun. Yine de yetiyor.”

“Çok güzeller.”

“Evet, öyleler…”

“Şuradaki sekiz tane yıldız diğerlerinden neden ayrı peki?”

“Onları Jungkook oppa ayırdı.” diyen Insoo’nun sesi buruk bir fısıltı gibi çıktığında göğsüme bir ağırlık çöktü ve kapının ardında olduğumu anlamasınlar diye feromonlarımı dizginlemek için çabaladım çünkü devam ettiğinde paramparça hissettim “Onlar bizim evimiz.”

“Eviniz mi?”

“Hı-hm… Oppa bana küçükken insanların öldüğünde ikinci evlerine yani yıldızlara gittiğini söyledi. Oradan bizi izleyip zamanı geldiğinde yanlarına gelmemizi bekliyorlarmış. Diğer yıldızlarla karıştırmayayım diye de ayırdı evlerimizi. Şuradaki annem, bu kadar parlak olmasının sebebi beni hep koruması, şu da Yonghee annem, Yun enişte, Doyeon unnie, Soyeon unnie ve Jungkook oppa… Eğer annemi özlersem, korkarsam ya da destek olsun istersem oppanın dediği gibi gökyüzüne bakıyorum.”

Dudaklarımı içe katlayıp başımı öne eğdim. Ona bunları söylediğimde ben on üç yaşındaydım, Insoo ise yedi yaşında. Geceleri tek başına yatamıyordu, korkuyordu ve teyzemi, yani kendisiyle aynı isme sahip annesi Insoo’yu görmek, tanımak istiyordu. Ona bunun mümkün olamayacağını anlatmak ise her şeyden çok zordu çünkü gerçekleri aptal bir komşunun anneme senin ölen ablanın kızı bu mu demesiyle aniden öğrenmesi onda şok etkisi yaratmıştı. O gece, Insoo’nun hepimizden nefret edeceğini düşünmüştüm ama o bana sarılarak ağlamış, gerçek kız kardeşi değilim diye ondan nefret etmemi istemediğini söylemişti defalarca. Ben de ona, hayatımın sonuna kadar benim küçük kız kardeşim olacağını, hep yanında olacağımı ancak olamadığım zamanlarda gökyüzündeki yıldız evimize bakarak beni hissedebileceğimi söylemiştim. Sonra da o gece, Insoo uyuyana kadar ellerini bırakmamıştım.

Şimdi, odasının kapısının ardında durmuş, Insoo’nun aynı kelimeleri Taehyung’a söylediğini duyarken içimde tarifsiz bir acı hissettim. Göğsümdeki ağırlık şiddetle baskı yaptı ve teyzemin ölmeden önce altı yaşındayken Insoo’yu kucağıma verdiği an gözlerimin önüne geldi.

Doktorların hayır demesine rağmen beni yanına çağırıp Insoo’yu dikkatlice tutarak kucağıma koyduğunda yatağında oturuyordum. Gözlerinden ne kadar yorgun olduğu belliydi ve bembeyaz kesilmişti ama bana, ışık saçan gözlerle bakıyordu.

Bak Jungkook,’ demişti ‘Bu senin kız kardeşin.’

Küçük Jungkook kolları arasında desteklenerek tuttuğu minik kız çocuğuna hayran hayran bakmış ve ışıldayan yuvarlak gözleriyle sormuştu ‘Gerçekten kız kardeşim mi oldu yani?’

‘Hı-hmm… Adını sen koymak ister misin? Ama tek bir şartla… benim olmadığım zamanlarda onu korumak senin görevin olacak, tamam mı?’

‘Oyuncak askerimin kaleleri koruduğu gibi mi yani?’

Teyzem küçük Jungkook’un alnından öperek yorgun bir gülüşle sarıldı ‘Evet öyle bir tanem… Ama bu daha önemli bir görev.’

‘Nasıl yani, kalelerden bile mi önemli?’

‘Kalelerden bile önemli. Çünkü o senin ailen.’

‘O zaman kaleleri değil, onu korurum ki. Söz veriyorum.’

Yutkundum ve sessizce bir nefes aldım. Insoo’nun gerçeklerle baş etmesi için uydurduğum hikayeye tutunmasını sağlamak ne kadar doğruydu bilmiyorum ama onun ağabeyi olduğum kısmının doğru olduğunu biliyordum. Ne kadar büyürsek büyüyelim Insoo her zaman benim küçük kız kardeşim olarak kalacaktı. Ve ben onu kaleleri koruduğumdan bile daha büyük bir güçle koruyacaktım.

Insoo’nun derinden gelen sesiyle yatağının gıcırtısı beni düşüncelerimden kurtarınca silkelenip odaya baskın atar gibi girerek ağabeyliğimi konuşturdum ve ikisinin de yatakta şaşkınca bana bakmasını sağladım.

“Ne oluyor bakayım burada?”

Insoo havluyu sardığı yerden alnına dökülen minik kahküllerini ittirerek gözlerini kocaman açıp “Oppa, kaç kere söyledim odama narkotik baskını yapar gibi girme diye ya.” dediğinde omuz silktim.

“Eğer beni şüphelendirecek bir şey yapmazsan baskına gerek kalmaz.”

Insoo oturduğu yerde dikleşip kaşlarını çattı “Sadece konuşuyorduk!”

Gözlerimi kıstım “Bu bir şeyler planlamadığınız anlamına gelmiyor. Neden bir suçlu gibi yükseliyorsun?”

“Şimdi de polis mi oldun?”

“Ben sadece ağabeylik görevimi yerine getiriyorum.” diye devam ettim “Siz ikinizin birliği tehlikeli görünüyor.”

“Ve güvenliği sen mi sağlayacaksın? Güldürme. Sen dünyanın en zorba ağabeyisin.”

Onunla dalaşmaya, her ağabey-kardeş gibi olmamıza bayılıyordum bu yüzden bu eğlenceli çatışmayı sürdürmeye devam ettim “Sana yazıklar olsun çocuk. Küçükken yatağından düşmemen için kenarlarına yastık koydum ben senin. Karşılığı bu mu olacaktı?”

“Aynı yastıkları beş dakika sonra kafama fırlatan da sendin oppa, hatırlatırım.”

“O tamamen reflekslerini geliştirmen içindi.” diyerek baş ucundaki kitabı ona doğru atarak yakalamasını sağlayıp devam ettim “Bak, gördün mü nasıl tuttun, bana bunun için teşekkür etmelisin.”

Insoo kendini bıkkınlıkla geriye doğru attı ve ağlar gibi sızlanarak uzandığı yerden bana “Sen hiç yorulmaz mısın, başka hobin yok mu senin, onunla uğraşsana.”

“Hobimi çaldığın için seninle uğraşıyorum zaten.” derken Taehyung’u çenemle işaret edip kıkırdamasını sağladığımda Insoo dudak bükerek bir de ona yakındı “Sen de mi Taehyung oppa, onun tarafına mı geçtin hemen ?”

Taehyung ellerini havaya kaldırdı “Asla. Ben senin tarafındayım.” diyerek hızlıca kapıya doğru yürüdü. O sıra yürürken hafifçe aksadığını fark ettim ve aklıma not etim, sonra da biraz önceki cümlesi için ona bunu yazdım bir kenara diyerek göz kırparken çıkmadan önceki “Duş alacağım ben.” açıklamasına güldüm.

Insoo’yla başbaşa kaldığımızda yataktan saç havlusu dağılmış bir şekilde bana dudak bükerek bakan kız kardeşimi ellerim cebimde izleyip, ayağımı yatağa doğru uzatarak dürttüm “Kalk.”

”Ya niye niye? Rahat bıraksana beni.”

“Islak saçla uyuma. Kalk, kurut.”

“Kolumu kaldıracak halim yok. Uyumak istiyorum.”

Burnumda bir nefes vererek başımı iki yana salladım. Bu huyundan asla vazgeçmiyordu ve anlatmakla uğraşamayı uzun süre önce bırakmıştım. Bu yüzden doğruca çekmeceye yöneldim. Küçük saç kurutma makinesini elime yatakta yatan Insoo’yu bileğinden tutarak çekiştirdim.

“Kalk, saçlarını kurutacağım.”

Küçük bedeni benim gücümle doğrulmuş, kaşları da şaşkınca havaya kalkmıştı “Ciddi misin?”

“Ciddiyim.”

Hevesle yatakta arkasını döndü ve başındaki dağılmış havluyu alıp bana uzattı, sonra da dizlerini göğsüne çekerek bekledi. Saçlarının ucundaki nemi havluyla alıp tarakla güzelce taradım ve şeftali kokan saçlarının üzerine minik bir öpücük kondurup makineyi fişe taktım. Kurutma makinesinin sesi boyunca bir süre sessiz kaldık. Saçlarını nazikçe kuruturken parmaklarım istemsizce aralarına kaydı, eski bir alışkanlık gibi. Onları dağıtmadan güzelce üstten üstten kuruttum fazla yakmadan.

“Eskiden de böyle yapardın.” dediğinde kurutma makinesinin seviyesini düşürerek gülümser gibi çıkan durgun sesini dinledim “Annem evde olmayınca hep sen kuruturdun saçlarımı.”

Ben de onun gibi gülümsemeden edemedim “Çünkü her seferinde kafanda havluyla uyuyakalırdın. Eğer ben yapmasaydım sabaha kadar ıslak saçlarla yatardın.”

“Ne yapayım, yoruluyorum.”

Sıcak hava Insoo’nun saçlarını hafifçe uçururken parmaklarımı aralarına kaydırıp dikkatlice taramaya devam ettim ve sessiz kalmayı seçtim. Hafif hareketlerle, saç tellerinin birbirine dolaşmasını engelledim ve düzgünce kuruttuğumdan emin olduğum an makineyi kapatıp elimle dikkatlice düzelttim.

“Biliyor musun,” dediğinde oturduğu yerden dönüp ışıldayan gözlerini benimkine dikti “Annem de çok özenerek kurutuyordu saçlarımı aslında ama senin yapman daha çok hoşuma gidiyordu. Hiç saçımı yakmıyordun.”

“Eh, elimden geleni yapıyordum işte. Doyeon nuna’nın eline bıraksam kafanda saç kalmazdı.”

Insoo başını geriye atarak teyzeme benzeyen kahkahalarından birini attığında gülümseyerek kahküllerini düzelttim. Ben bunu yaparken gülümsemesi dudaklarımda asılı kaldı ve derince iç çekerek beklemediğim bir hamleyle belime doğru sarılıp başını karnıma yasladı. Ben de hiç beklemeden onu sıkıca sardım.

“Teşekkür ederim, iyi ki ağabeyimsin.”

Ağzından çıkan her kelime kalbime dokunduğu için kayıtsız kalmak çok zordu ama yine de pek duygusallaşmak istemediğim için kendimi tuttum ve elimle saçını okşayarak cevap verdim “Sen de iyi ki kardeşimsin.”

Bir sürü öylece kalmak sarılır vaziyette kalmak iyi gelmişti ve bunu değerlendirip ona biraz daha cesaret vermek amaçlı “Ben de teşekkür ederim. Bugün aramıza katıldığın için çok mutlu oldum.” dedim ve saçlarını okşamaya devam ederken devam ettim “İyi hissettin mi?”

“Evet. İlk başta hepinizi öyle görmek biraz korkutucuydu ama Taehyung oppanın da olması biraz rahatlamamı sağladı.”

“İyi anlaşıyor gibisiniz. Sevdin mi onu?”

“Sevdim. Baharda yeniden gelirse eğer beraber dönüşmek istediğini söyledi. Ben de tamam dedim.”

Çok yüksek olmayan sesli bir gülüşle onu kendimden çektiğimde çömelerek boyumuzu aynı hizaya getirdim ve çenesini işaret ve başparmağım arasına alarak gözlerinin içine baktım “O zaman baharda geldiğimizden emin olacağım.” diyerek yatağına uzanıp açtım “Akşama kadar dinlen hadi. Yemeğe kaldırırım.”

Başını salladı ve kendini geriye doğru ittirirken yüzünü buruşturması dikkatimden kaçmadı. Yatağa girmeden bileğini tuttum “Kolunu mu incittin?”

“Yok, uzun zaman sonra dönüştüğüm için eklemlerim biraz ağrıyor sadece.” sonra durdu ve yorganı üzerine çekerken aklına gelen, ancak benim zaten çoktan fark ettiğim şeyi söyledi “Ama Taehyung oppanın ayağı incinmiş gibiydi.”

Ona başımı salladım ve ilgileneceğimi söyleyerek odasından çıkıp annemin yanına indim. Odasının kapısı aralıktı ve içerideki seslerden çoktan duştan çıkmış olduğu belli oluyordu. Taehyung’un yanına gitmeden uğramanın, konuşacak bir şeylerin olmadığını söylemek istemiştim. En azından bunun doğru olacağını düşünerek hafifçe kapısını tıklatıp gel sesiyle içeri girdim.

İlk girdiğim anda burnuma tarçın kokusu hafifçe doldu ve içimi ısıttı. Çocukken göğsünde yatarken solumayı çok severdim ve yıllardır da bu değişmemişti, hala evin içinde dolaşırken inceden inceden yaydığı feromonları hissetmek beni gülümsetirdi. Sanırım bunu yapmasının sebebi evin içindeki varlığını her zaman yanımızda hissettirmek istemesiydi çünkü babam öldüğünde ve teyzem de altı sene sonra onun yanına gittiğinde zamanının çoğunu çalışarak geçirmişti. Bize verebileceği tek şey, sevgisi ve kokusu olmuştu. Bunun için hiçbirimiz asla onu suçlamamıştık ve zaten kendinden verebileceği her şeyi bize vermişti. Biz de ona hep destek olmuştuk.

Odanın ortasına doğru ilerlediğimde her zaman baş ucunda duran ufak iki çerçeveye gözüm çarptı. Birinde annem ve babam vardı. Siyah bir fontun önünde annem dizlerinin altına uzanan askılı gelinliğiyle elinde küçük bir buket tutuyordu. Babam hemen yanında takım elbisesiyle annemin boşta kalan elini sıkıca tutmuştu. İkisi de kameraya gözlerinin içi gülerek bakıyordu ve en güzeli, ruh eşi çiçeklerinin belirgince kamerada gözüküyor oluşuydu. Diğer çerçevede ise babamın annem için aldığı ilk sakura dalındaki kurumuş çiçek taneleri vardı. Sakuralardan nefret etse bile bir an olsun ayrılmak da istemiyordu ilk tanıştıkları anıdan.

Sonra tıpkı benim odamdaki gibi raflardaki uçak maketlerine çarptı gözüm. Onlardan birkaçını istediğimde bana sadece bir tane, Insoo’ya iyi bir ağabey olduğum için vermişti, diğerlerini ise hak ettiğimde vereceğini söylemişti. İkinci uçak maketimi karatede siyah kuşak olduğumda vermişti, ikincisini Insoo’yu siyah kuşak yaptığımda ve üçüncüsünü de lise ortalamamı tam yaptığımda.

“Onlardan birini almak için Insoo’yu saatlerce çalıştırmıştın, hatırladın mı?” diyerek odasındaki banyodan çıkan annem hafifçe temkinli bir şekilde gülmüş ve yanıma doğru ilerlemişti.

Ben de güldüm ve ona “Hırslandığımda benden nefret ediyordu.” diye cevap verip sıkıntıyla devam ettim “Benimle konuşmak istiyormuşsun yine ama dün öğlen konuşmuştuk.”

“Sen konuştun Jungkook. Benim konuşmama izin vermedin.”

“Anne-” dediğimde her zaman yumuşak olan yüz hatları sertleşti ve elini havaya kaldırarak beni sertçe böldü. Feromonları da aynı sertlikle burnuma doldu ve bu pek sık yaptığı bir şey olmadığı için ciddiyetinin seviyesini anlamama yetti.

“Sus. Bu konuda gerçekten haksızsın ve açıklamanın tek bir mantıklı yanı yok.” Başını iki yana sallayarak bana kaşlarını çattığında eliyle şakağını ovuşturdu ve sonra arkasını dönerek odanın içinde ileri geri yürüdü sıkıntıyla “Bana seradayken çiçeklerini gösterdi ve bilmem gerektiğini, seni çok sevdiğini söyledi. Çünkü çiçekli bir omegaya bakışımın değişeceğinden korkuyordu. Jungkook… Ona yalan söylüyorsun, bilmesi gerekiyor, bu doğru değil.”

“Halledeceğim…” derken kararlı olduğunu sandığım sesimin pek de öyle olmadığını fark edince annemle göz göze geldim. Gözlerimin içine baktı ve bekledi. Bütün korkularım, endişelerim ve sakladıklarımı görür gibi uzunca bir süre göz temasımızı koparmadı. Sabırla ondan kaçınmamı bekledi ve beklediği gibi de oldu.

Gözlerimi kırparak başımı öne eğdim ve sessizce fısıldadım “Sadece biraz daha zaman gerekiyor. Her şeyi anlatacağım ona.”

Annem yaptığım yanlışı yeniden vurgulamak ister gibi başını iki yana salladı ve kollarını kavuşturdu. Beni bu konuda desteklemeyeceğini biliyordum bu yüzden sadece dinlemekle yetindim. Ve bu kez, kelimeleri yüzüme oldukça sert bir şekilde çarptı.

“Niyetin iyi bile olsa ilişkinizi yalanlar ve oyunlar üzerine kurmamalısın.” dedi ve birkaç adımda önüme gelerek, bir çiçeğin kökleri şeklinde göğsüme işlenmiş ize dokunmadan elini kalbimin üzerine yasladı “Onu kaybetmeden, bir an önce çiçeklerinden bahset. Sana söyleyebileceğim tek şey bu.”

Elini çekti ve tek kelime bile etmeden arkamdaki kapının koluna uzanıp açarak çıkmamı bekledi. Daha fazla konuşmayacağının kararlılığı yüzünden belliydi. Duygularımı anladığını da biliyordum ama beni haklı görmediğini de söylemekten asla geri adım atmayacaktı. Söyleyeceğim hiçbir şey onun desteğini almamı sağlamayacaktı.

Hayal kırıklığına uğraşmıştı, sert ve mesafeliydi. Odanın içindeki hava ağırlaşmaya başladı. Annemin sözleri zihnimin içinde sertçe yankılandı.

Niyetin iyi bile olsa ilişkinizi yalanlar ve oyunlar üzerine kurmamalısın.

Onu kaybetmeden, bir an önce çiçeklerinden bahset.

Taehyung’u her şeyden çok seviyordum, ona asla zarar vermek istemiyordum ve gerçekleri anlatmam gerektiğini biliyordum. Ama onu kaybetmekten korkuyordum. Gözlerindeki hayal kırıklığını o şerefsize bakarken görmüştüm, şimdi aynı gözler ve daha kırık parçalarla bana bakarsa mahvolurdum.

Bir adım geri giderek annemin kararlı yüzüne yeniden bakarak odadan çıktığımda kapı yüzüme kapandı ve omuzlarımdaki yükle baş başa kaldım. Ellerimi saçlarımın arasından geçirdim ve biraz nefeslenerek kendimi rahatlatmaya çalıştım. Her şeyin istediğim gibi gideceğini biliyordum, bundan emindim ve ne olursa olsun yakın zamanda öğrenmemesi için de çabalayacaktım.

Düşünceler içindeki halimi toparlamaya çalışsam da pek başarılı olamadım. Sadece Taehyung’u görmek istediğim için yukarı çıktım ve odama girdiğimde onu yatağa yerleşirken buldum. Kapı açılıp beni gördüğü anda dirseğinin üzerinde gülerek baktı ama üzgün feromonlarımı gizlemekte geciktiğim için endişeyle kaşlarını kaldırarak sordu “Ne oldu?”

“Benim bir şeyim yok ama sen aksıyordun. Bileğini mi incittin?”

“Koşarken burktum, banyo dolabındaki bandajla sardım.” dedi ve endişe dolu bir sesle yeniden sordu “Bir şey olmadığına emin misin?”

“Yok bir şey merak etme…” diyerek sonunu uzattığım kelimeden sonra, yatağın içine girdim ve Taehyung’un kollarıma yerleşmesini bekleyerek sıkıca sarıldım ama bu cevap ona yeterli gelmedi. Israrla diretti.

“Bir şey olmuş işte. Feromonların değişmiş.”

Feromonlarımın değiştiğini anladığı zamanlara geçtiğimiz için memnundum ama şu an pek sırası değildi. Bu yüzden de söyleyebileceğim en mantıklı şey, Insoo’yla olan konuşmasıydı yoksa üsteleyecekti ve ona yalan söylemek zorunda kalacaktım, bunu da istemiyordum.

Elimle omeganın kolunu okşayıp hafifçe nemli kalan saçlarından öpüp ona “Insoo’yla konuşmalarınızı duydum.” dedim.

Bir süre sessiz kaldı, parmaklarını sweatimin iplerine dolayıp bozdu ve buna sakin iç çekişlerle devam etti. Insoo’nun yanında kendini tuttuğunu farkındaydım, feromonları stabil kalmıştı ama şu an yanımdayken açıkça belli etmesi hoşuma gitti. Aynı zamanda konunun hassasiyeti yüzünden nasıl tepki vereceğini bilemeyerek susmayı tercih etmesi de.

Sessizlik bir çığ gibi büyümeden Taehyung’a daha sıkı sarılıp “Insoo’nun annesi benim teyzemdi.” dedim ve bakışlarımı tavanda yıllardır küçük bir nokta şeklinde duran siyahlığa bakınıp devam ettim “Insoo’ya hamile kaldığında eniştem başka biriyle ruh eşi çıktı ve boşandılar. Beraber çok vakit geçirirdik onunla, annem gündüzleri olmayınca hep onunla oyunlar oynar, eğlenirdim.”

“Eğer seni üzüyorsa anlatmak zorunda değilsin.”

Yine de devam etmek istedim.

“O benim her zaman en yakın arkadaşımdı. Bütün güzel anlarını benimle paylaştı ve her zaman yanımda olacağını söyledi. İşte sonra…” diye devam ettiğimde derince bir iç çekerek kelimelerimi toparlamaya çalıştım “Doğduğunda onu kucağıma verip ağabeyi olduğumu, onu dünyadaki bütün kötülüklerden korumamı söyledi, bunu yaparsam ona isim koyabilirmişim. Hastaneden çıktığımızda koycaktım ama doğumdan birkaç gün sonra kanaması başladı ve öldü. Çocuktum, pek farkında değildim, annemlere de tembih ettiler muhtemelen, Jungkook koyacak adını diye.”

Taehyung burnunu çekerek yüzünü göğsüme sürttüğünde fısıldadı “Adını sen mi koydun yani?”

“Evet. Çünkü teyzem bana en sevdiğin ismi koy dedi, ben de teyzemi çok sevdiğim için Insoo koydum. Aklım erdikçe de bunu yaptığın için kendimden nefret etmeye başladım.”

“Ama küçüktün ve teyzen en yakın arkadaşındı.”

Taehyung’un sesi titreyerek çıkmıştı ve feromonları o kadar üzgündü ki üzgün olduğum şeyi söylememek için başka şeyler anlatarak onu üzmek beni daha da rahatsız etmiş, yalanlarımı yalanla kapatmak iğrenç hissettirmişti.

“Evet ama o zaman öyle hissettim. Sonra Insoo annesini aptal bir komşunun patavatsızlığı yüzünden öğrendi. Zor zamanlar yaşadı ama ona en iyi şekilde destek olmaya çalıştım. Bana bir gün, annemi çok mu seviyordun diye sorunca buna hazırlıksız yakalandım. Ona evet dedim ve bana ben de en sevdiğim bebeğime Jungkook ismini koyacağım o zaman dedi. Öyle işte. Dünyanın en mükemmel ağabeyi değilim ama olmak için çabalıyorum.”

“Hayır sus, kendini küçümseme.” yatağın içinde hafifçe kalkarak dudaklarını yanağıma bastırıp bu kez yüzünü boynuma gömdü, kollarıyla sıkı sıkıya sardı beni “Sen dünyanın en mükemmel ağabeyisin.”

Feromonları beni iyileştirmek için dört bir yanımı sarmaya, bana ulaşmaya çalıştı ve ben memnuniyetle kabul ettim vanilyalı kokusunu.

“Seni çok ama çok seviyorum.” dedi Taehyung, sesi boynumun kıvrımına gömülmüşken.

Sözleri içimde bir yerlere çarpıp yankılandı. O kadar saf, o kadar içtendi ki… Ben de gözlerimi kapatıp onun kokusunu daha derin çekerek fısıldadım bekletmeden “Ben de seni seviyorum, hem de her şeyden çok.”

Kollarımın arasındaki varlığına tutundum, derin bir nefes gibi kokusunu içime çekerek sıkıca tuttum onu. Vanilyalı kokusu her yanımı sararken içimdeki o garip huzur ve tedirginlik birbirine karıştı. Taehyung kollarımdayken, onu soluyorken kendimi iyi hissediyordum, mutluydum ve aklımdaki bütün aksi düşünceler yok oluyordu.

Bir süre öylece sarıldık, sözcüklere ihtiyaç duymadan, sadece birbirimizin varlığını hissederek öylece kaldık. Göğsü düzenli aralıklarla inip kalkarken bir noktadan sonra nefesi derinleşti ve uykuya daldı.

Taehyung’un bana sarılmış bedenini dikkatlice kendimden uzaklaştırıp yüzüne bakmak istedim. Penceremden süzülen yumuşak ışık tenini olduğundan parlak gösterirken elimle yüzündeki saçları ittirerek güzelliğini ortaya çıkarttım. Artık yüzündeki ezbere bildiğim bütün detayları seçebiliyordum.

Burnunun ucunda ve hemen dudağının altında küçük bir ben vardı. Göz kapakları kapalıyken altındaki beni de hafifçe seçiliyordu. Kirpikleri uzundu, neredeyse gölgeler bırakıyordu yanaklarına. Dudakları uyuduğu için hafifçe aralanmıştı sanki bir şey söylemeye hazırlanıyormuş gibi. Bazense kaşlarını çatardı ama şu an huzurlu görünüyordu. Küçük ama ona ait her şey gibi fark edilir detaylardı hepsi.

Elimi gülümseyerek alt dudağının kıvrımına sürttüm ve “Sana söylersem beni anlamayacağından, beni bırakmandan o kadar korkuyorum ki...” diye fısıldayarak elimin tersini çevirip yanağına doğru götürdüm, hafifçe okşadım.

Ona söyleyemediğim şeyler yüzünden zaman geçtikçe endişelerim artmaya başlamıştı ve sağlamca oluşturduğum güvenin gerçekleri öğrendikten sonra yıkılmamasınıkorumak da zorlaşmıştı. Ama annemin de dediği gibi yalan söylüyordum ve onu ne kadar seversem seveyim yaptığım bencilce ve kendimi sağlama almaktan başka bir şey değildi, bu onu incitecekti.

Sıcak teninden elimi ayırıp üzerine eğilerek alnına ufak bir öpücük kondurduktan hemen sonra onu yeniden kollarım arasına aldım ve gerçekleri sadece benden öğrenmesini umut ederek uykuya dalmadan hemen önce son bir kez fısıldadım “Seni seviyorum. Lütfen, yalvarırım, olur da ben söylemeden öğrenirsen, seni sevdiğimi aklından çıkarma.”

***

 

 

Chapter 28: siftah ve alışveriş linki

Chapter Text

therama club

sohbet grubu

küçük şeytanım

@taehyung

@taehyung

@taehyung

FİNALLER

VE

BÜT

TARİHLERİ

AÇIKLANMIŞ

taehyung

NE

GİDİYPRUM BB

küçük şeytanım

KOŞ

iletildi 18.16

görüldü 18.17

GEÇMİŞİM HEPSİNDEN

 

ResimLink - Resim Yükle

 

GİRSİN

iletildi 18.20

taehyung

ben bu matematikçinin

yedi sülalesinin amcasına çakayım

çok sinirliyim

öfkeden deliriyorum

küçük şeytanım

yine mi kaldın 🧍🏻‍♀️

taehyung

şerefsiz evladı

yine 0,1 puandan bırakmış beni

bütünlemeyi de iki gün sonraya koymuş yavşaklar

ağlicam artık yeter ya bıktım

BIK

TIM

küçük şeytanım

insan bi değişiklik yapar da 0,2yle bırakır

3 senedir bıkmadı 0,1le bırakmaktan

taehyung

rezil de oldum zaten of

nefret ediyorum her şeyden

küçük şeytanım

o niyeymiş

naptın ki

taehyung

bi anda finaller açıklanmış yazınca

kendimi hazırlamadan baktım sisteme

nerde olduğumu unutup kısa çaplı bi sinir krizi geçirdim

biraz küfür etmiş olabilirim ana bacı

biraz da jungkookun yatağını dağıtmış olabilirim

çarşafları falan söktüm

biraz ama

çok azıcık

küçük şeytanım

amına koydun dimi ortalığın

taehyung

ResimLink - Resim Yükle

bu bünye 0,1le kalmayı kaldıramıyor artık napim

en azından odadaydık da jungkook gördü sadece

küçük şeytanım

daha kötülerini de görmüştü aşkım boş ver

taehyung

doğru dedin onu

ay dur hoseok hyunga söyliyim

@yersiz yurtsuz

hyung ben yarın geliyorum

istersen eve gidebilirsin

yersiz yurtsuz

noLUYO

küçük şeytanım

oku yukarıyı

taehyung

ben ve bahtsız bedevi şanssızlığım yarın geliyoruz 😔

yersiz yurtsuz

hayır

gelmiyorsun

taehyung

geliyorum?

yersiz yurtsuz

yok

araştırmanı öneririm

gelmiyorsun

taehyung

???

EVİME neden gelemiyorum??

yersiz yurtsuz

uygun değilim

küçük şeytanım

hangi konu bakımından 👀

taehyung

evimde nasıl bir uygunsuzluğun var

?

yersiz yurtsuz

var işte gelme

küçük şeytanım

HYUNG

O NE DEMEK MYLE

taehyung

ben delirmeden hemen açıkla.

yersiz yurtsuz

bir şeyler oldu

taehyung

nasıl şeyler

yersiz yurtsuz

yani işte

taehyung

NE İŞTE NE HYUNG

DOĞRU DÜZGÜN SÖYLESENE

yersiz yurtsuz

sikerler amına koyayım

ben yoongiyi sizin eve attım

sabaha kadar da çatır çatır sikiştik

sonra ben kızgınlığa girdim

bi de ordan devam ettik

evin her yerini tavaf ettik

pişman mısın diye sor asla

hangimiz hangimize cenneti yaşatmıştır dersen

işte bu tartışılır

oh söyledim gitti işte

taehyung

NE DİYORSUN SEN YA

NE DEMEK SİKİŞTİK

YATAĞIMDA BİRİ BASKIN İKİ ALFA

SABAHLARI SABAH MI ETTİNİZ GERÇEKTEN

HEM DE KIZGINLIĞINDA

yersiz yurtsuz

bi yeltendik aslında yatağa ama

jungkookun kokusundan rahatsız olduk

siktiğimin evinde sikişecek yer de olmadığı için

nereye denk gelirsek orda yaptık

taehyung

nereye denk gelirsek derken??????

yersiz yurtsuz

aklına yatak harici neresi geliyorsa orası işte tamam mı

sandalyenizin birini de kırdık

çünkü EVİNİZDE MOBİLYA YOK

en rahat yer de evdeki dövme koltuğuydu bu arada

taehyung

HYUNG

O KOLTUĞUN TADINA BEN BAKMADIM DAHA

AĞLİCAM SİFTAHI NASIL SİZ YAPMIŞ OLABİLİRSİNİZ 😭

HEM SENLE YOONGI NE ALAKA

yersiz yurtsuz

ne demek ne alaka

kur yapa yapa göbeğim çatladı

ayrıca nerede yapacaktık başka

yerde yapıp üşütse miydik yani

taehyung

keşke üşütseydiniz ya

inan umrumda olmazdı

küçük şeytanım

şey çok pardon

giriyorum araya ama hyung

bir şeyi merak ediyorum

hani ikiniz de alfanız ya

yani sen baskınsın falan ama bazen değişebiliyor roller

o yüzden merak ettim hanginiz aktif taraftı 🫣

taehyung

KONU BU MU JIMIN

yersiz yurtsuz

tahmin et

taehyung

umarım yoongi senin içinden geçmiştir

gerçekten tek dileğim bu

küçük şeytanım

yoongi kolay pes edecek bi alfaya benzemiyor

bence bi savaş dönmüştür ama kazanan senmişsin gibi geliyor

yersiz yurtsuz

beni bilirsin

ben hep kazanırım 😌

taehyung

hiç mutlu değilim

hem istediğim olmadı hem evim pislendi

yersiz yurtsuz

diyorum ya sandalye kırdık diye

diğer alfalara göre ufak tefek falan ama

şerefsiz çok uğraştırdı beni

sonunda da güreşir gibi yedik birbirimizi

ama evet savaştık ve ben kazandım

eh bence o da memnundu bu durumdan

en azından bileklerini tutarken öyle söylüyordu

taehyung

gerçekten ayıp ama ya

kızgınlığa girdiğin yetmemiş

evimde daha benim tadına bakmadığım koltukta

neler neler yapmışsın

ya bari orda yapmasaydınız

ne hayallerim vardı orada benim 😭

Jungkook'a nasıl söylicem şimdi

yersiz yurtsuz

bu karşı koyabileceğim bir şey değil maalesef

günlerdir hatta bir buçuk aydır yapmadığım kur kalmadı

köpek etti peşinde beni

harekete geçmem gerekiyordu

ben de bodoslama daldım dudaklarına

öyle bi ateş işte harlandık gitti

küçük şeytanım

ahh ahh

bu hayatta alfalar alfalarla bile cenneti yaşıyor

taehyung bile toksik ilişkisinden kurtuldu

ideal ilişkisini buldu cinsel hayatı da aktif

ya ben

namjoonun gözü bana bir kere değmedi

omegamla kuruduk burada resmen

taehyung

jimin kaynatma

hyung eve geldiğimde tek bir pislik görürsem

feromonlarınızın en ufak bir kokusunu alırsam

kendini ölü bil tamam mı

yersiz yurtsuz

o zaman biz bi posta daha yapalım da

evi öyle temizleyelim

taehyung

HAYIR

DURUN NOLUR

yersiz yurtsuz

duramam

her şeyimi al der gibi bakıyo herif bana

içim gidiyor anlayamazsınız

küçük şeytanım

sen ne ara düştün bu kadar

içim gidiyor falan

taehyung

ya ama evimde yapmak zorunda mıydınız

daha jungkookumun kokusu yeni yeni işledi eve

yersiz yurtsuz

nerede yapsaydım başka

benim evim yok ki 😔

orda burda kalıyorum 😔

bi tane de külüstür arabam var 😔

küçük şeytanım

hyung sus 🥺

taehyung

deme deme

öyle deme işte

öyle dersen kızamam

yersiz yurtsuz

ama öyle

bazen sana geliyorum

yani geliyordum artık jungkook var

bazen chimmye gidiyorum

bazen de başka arkadaşlarıma

genellikle de arabamda kalıyorum

ne yapsaydım

değersiz bir peçete gibi yoongiyi arabaya mı atsaydım

çatır çatır sikiştikten sonra aftercare nasıl yapacaktım

aftercare den sonra vanilya seks var bir de

yazık değil mi bize

gençliğimizi araba içinde ot gibi mi yaşasaydık

taehyung

hyung

manipülede üstüne yok

ağzım açık okudum mesajları

git köşede acındır kendini

keşke evimin köşelerinde yaşamasaydınız

en azından kızgınlığında yaşamasaydın

napıcam şimdi

zor çıkacak kokunuz evden

küçük şeytanım

yazık oldu

taehyung

neye

küçük şeytanım

sen yarın dönüyorsun

bir hafta sonra da jungkook dönecek

eh aranızdaki tansiyon da görülmeyecek gibi değil

evdeki koku da nereden bakarsan bak

bir aya falan tamamen gider

koku gidene kadar cinsel yaşamın da durur

taehyung

nE

ResimLink - Resim Yükle

küçük şeytanım

hoseok hyung bir nevi başkasının inine işedi yani

alfalar başka alfaların kokusundan rahatsız olurlar

haliyle bir süre biraz isteksiz yaklaşırlar

yersiz yurtsuz

jimin sus

taehyung

yalan söylüyorsun

böyle bir şey olursa hoseok hyungu öldürürüm

küçük şeytanım

yoo söylemiyorum

istersen jungkooka sor

yersiz yurtsuz

ölücem gülmekten

küçük şeytanım

şey diye sor bak

askım 🥺👉🏻👈🏻 evimizde iki tane alfa kızgınlığını geçirirse

kokusu gidene kadar anlayışla bekler misin

yoksa suratın sirke mi satar

iletildi 20.10

görüldü 20.11

yersiz yurtsuz

soruyor mu cidden

Jungkook'un cevabını

ve taehyungun yüzünü o kadar görmek isterdim ki

taehyung

jimin senin ben ağzına sıçayım

zaten uyandığından beri sürekli sıkıştırıyor

senin yüzünden kıpkırmızı kesildim

küçük şeytanım

ne dedi ne dediii

taehyung

ateş bastı|

göz kırptı bir de bayıltacak beni|

bir ay boyunca sevişerek eve ve sana

kendi kokumu bırakmak varken neden bekliyim dedi 🧍🏻‍♀️

zor kaçtım yanından ya

küçük şeytanım

işte istediğim cevap

ALFA MISIN BE ÖFF

yersiz yurtsuz

muhteşem

koku meselesi de böylece çözüldüğüne göre

ben kaçarotto

çok konuşmayın ha okuyamam o kadar mesajı

küçük şeytanım

zaten okumuyorsun ki?

yersiz yurtsuz

ağlama

taehyung

hyung ciddiyim evi temizle tamam mı

yersiz yurtsuz

o iş bende sarı şeker

sen merak etme 😌

taehyung

pişt @küçük şeytanım

bak bakayım

küçük şeytanım

söyle

taehyung

bunu nasıl söylemeliyim|

jungkook da bakıp duruyor|

anladı sanki|

dur özele gelicem

burda hyung var

küçük şeytanım x taehyung

sohbet

taehyung

şey

yazıyor...

yazıyor...

küçük şeytanım

DÖKÜL ARTIK

ÇATLADIM

taehyung

bana alışveriş yapmamız lazım

küçük şeytanım

yapalım balım

linkliyim mi seni

yaz için çok güzel ceketler favladım

taehyung

öyle değil

söylicem ama gülmeyeceksin

küçük şeytanım

ikimiz de güleceğimi biliyoruz

o yüzden söyle

taehyung

iç çamaşırı

baskılı olmayanlarından

ve çocuksu olmayan

biraz da seksi?

küçük şeytanım

sanırım gülmem gereken kısım

buna karar vermene sebep olan şey

taehyung

evet

öyle büyütülecek bir şey değil aslında

aptal alfa yüzünden strese girdim

ikidir karpuzlu ve köpekbalıklı iç çamaşırıma denk geldi

gülüp gülüp duruyor sinir etti beni

yani kırıcı değil yanlış anlaşılmasın

aksi bir şey de söylemedi ama ne bileyim

gülmek yerine nutkunun tutulmasını tercih ederim sanırım

küçük şeytanım

normalde gülerdim taehyung ama

hızlı zamanlarımızda bile

bana böyle bir şey sormadığın için

elim ayağıma dolaştı

taehyung

şerefsiz ayarlarımla oynuyor

küçük şeytanım

s*ho piçi iç çamaşırına kadar karışıyordu

şimdi Jungkook için benden link istediğin o evre 💖

bunu söylemekten asla vazgeçmeyeceğim

sana gerçekten iyi geliyor

taehyung

iyi de hissettiriyor

bazı hislerimi sözlü ifade edemiyorum Jimin

ama ona sevgimi hissettirmek istediğimde

onun için bir şeyler yapmak istediğimde

koşulsuz kabul edeceğini bunu içtenlikle yapacağını

ve mutlu olacağını anlıyorum

konu hangi iç çamaşırını giymem değil gerçekten

ki iç çamaşırı giymememi tercih eder zaten ama işte

ne bileyim onu heyecanlandırmak istedim

küçük şeytanım

o zaman şöyle yapalım

bu çok acil mi

seule dönünce beraber çıkalım alalım

linkten ne geleceği belli olmuyor bazen

değişim de yapılmıyor bu tarz ürünlerde

taehyung

yok çok acil değil

sadece jungkook gelmeden alsam yeterli

küçük şeytanım

yuh şeytan

çocuğu geldiği gibi kalpten mi götüreceksin

taehyung

hep o mu beni delirtecek

biraz da o aklını yitirsin

küçük şeytanım

yeni taehyung en eski taehyungdan daha şeytan olmuş

taehyung

aslında ondan değil

sanırım yani tam tarihi hatırlamıyorum ama

kızgınlığı yaklaşıyor olabilir

küçük şeytanım

eyvahh

Jungkook'la birlikteyken ki ilk kızgınlığınız olacak

hatta baskın bir alfayla ilk

taehyung

sus

düşünürken bile yorgunluktan bayıldım

o zaman ne yapacağım hiç bilmiyorum

kızgınlık sonrasındaki halinde aramızda bir şey yoktu ama

o zaman bile tansiyonumuz yüksekti

şu an ne olur düşünemiyorum

anlık kıçım da acımaya başladı

evi yıkarsak yeridir

küçük şeytanım

bu konuda sana verebileceğim tavsiye ne yazık ki sadece

güçlü olman yönünde

çünkü hem cennet

hem de cehennem sıcaklığıyla baş edeceksin

eminim ki mükemmel bir deneyim olacak senin için

taehyung

bilgisayara nasıl da dikkatli bakıyor|

parmaklarıyla ritim de tutuyor|

içimde de böyle ritim tutsa|

çok fena gaza geldim

tam şu an kızgınlığa girse ortalık yangın yeri

küçük şeytanım

sakin ol sarı şeker

aile evindesin

taehyung

aptal alfa bir de öpücük atıyor bana|

aklımdakileri bilsen böyle güler miydin acaba|

of sakin olmam gerek|

tamam iyiyim

doğru diyorsun

tek kıvılcıma bakar sakin olmam gerek

zaten sıkıştırıp duruyor sürekli

işler sarpa sarmasın

küçük şeytanım

dur dur sakın kontrolünü kaybetme

halledeceğiz

ne zaman dönecek belli mi

ona göre ayarlayalım alışveriş planını

taehyung

ben sabah binicem

o da haftaya salı gelecek

küçük şeytanım

ben de ctesi gelirim pazar çıkarız

nasıl fikir

olur mu

taehyung

götünü yerim senin

olmaz olur mu

süper olur 💃🏻

küçük şeytanım

ÇOK HEYECANLANDIM

taehyung

BEN DE

AMa çok uçmayalım alışverişte

iki tren biletini de son dakika aldığım için

götüme bi kazık girmediği kaldı

küçük şeytanım

seokjin hyungu tırtıklasana

taehyung

onu seule döndükten sonra yapıcam

sen merak etme

küçük şeytanım

ee peki şimdi hiç mi yok paran

atayım mı

taehyung

hani senin de yoktu

küçük şeytanım

hala yok da

bulurum sıkıntı değil

taehyung

seni çok seviyorum

küçük şeytanım

en çok ben seviyorum sarı şeker

taehyung

yaa 💖

ama şimdi gitmem gerek

Jungkook'la oynaşıcam 🥰

küçük şeytanım

dur

bekle

yarın kaçta gidiyorsun onu söyle

taehyung

sabah 11de kalkıyor tren

küçük şeytanım

geleceğim diye söz vermeyeceğim

büyükannem iş kitleyebilir

ama varınca haber vermeyi unutma

taehyung

olmuş bil

küçük şeytanım

öptüm bebek bay

iletildi

görüldü 20.45

 

***

 

ResimLink - Resim Yükle

300 beğenme

jeon: yağmuru çok seviyormuş, ben de onu 💛

8 yorumun tümünü gör

kthvante: *en çok seni seviyorum 😭💖

↳jeon: ben daha çok

j.insoo: çok güzelsiniz

p.jimn: aşk koktu buralar aşk 🥰

 

 

 

ResimLink - Resim Yükle

396 beğenme

jeon: bir de bayıl istersen... sadece dokundum... @kthvante

9 yorumun tümünü gör

kthvante: aynen 🧍🏻‍♀️

j.insoo: kafasına çığ attın oppa

↳kthvante: beni seven tek kişisin

 

***

 

ResimLink - Resim Yükle

 

••

 

ResimLink - Resim Yükle

 

4 beğeni

taehyungdegilim: aynen sadece dokundun 👍🏻

4 yorumun tümünü gör

j.insoo: acımasızlıkta üstüne yok

jhopeonthestreet: bu biraz küçük sanki ya

jeon: sen de bana attın ödeştik

↳taehyungdegilim: aynı şey mi ya ödeşmemiz için 155154 tane daha kar topu atmam gerek sana

↳jeon: atabiliyorsan at da görelim

↳taehyungdegilim: konuşma bir daha benimle küstüm

***

 

 

ResimLink - Resim Yükle

2654 beğenme

kthvante: geçirdiğim en güzel dört gün. busan. 🐻 💛🖤

(bu gönderi yoruma kapalıdır)

 

ResimLink - Resim Yükle

 

2790 beğenme

kthvante: kept by me. 🖤

(bu gönderi yoruma kapalıdır)

***

seokjin x taehyung

sohbet

yan odadaki avukat

instagrama attığın yüzü kapalı uzun saçlı dallama kim

 

 

 

Chapter 29: uzun saçlı dallama, metro turnikeleri ve sarı inci

Chapter Text

seokjin x taehyung

sohbet

yan odadaki avukat

instagrama attığın yüzü kapalı uzun saçlı dallama kim

velet

hassktr|

ben hyungun orada olduğunu unuttum|

aa hangi uzun saçlı dallama

yan odadaki avukat

bu dallama

ResimLink - Resim Yükle

velet

internet çekmiyor sanırım

inmiyor fotoğraf

yan odadaki avukat

yemem bu numaraları

sen giderken ben geliyordum velet

velet

aa nereye geliyorsun

yan odadaki avukat

taehyung

velet

hm?

yan odadaki avukat

ikimiz de bu kadar saf olmadığını biliyoruz

velet

yemedin mi

yan odadaki avukat

yemedim abicim

daha fazla uzatmadan söyle hadi

velet

bir anda söylesem ne olur kiI

hoseok hyung gibi şak diye|

yok götüm yemedi|

sana neden açıklama yapacakmışım?

yan odadaki avukat

hyungun olduğum için olabilir mi

velet

ee nolmuş yani hyungumsan

sana açıklama yapmam mı gerek

yan odadaki avukat

sen bana dikleniyor musun

velet

biraz abarttım sanki|

belki?

yan odadaki avukat

çabanı takdir ediyorum yalan yok

böyle kıvrandığını görmek de eğlenceli

ama ikimiz de biliyoruz ki

uzatmanın sana hiçbir faydası olmayacak

aksine daha çok zararı

şimdi daha fazla yorma beni de söyle

instagrama attığın yüzü kapalı uzun saçlı dallama kim

velet

yani dallama da demesek

hoş değil çünkü

yan odadaki avukat

hala uzatıyorsun

velet

of ya tamam

sevgilim işte oldu mu

bitti mi sorgu faslı

yan odadaki avukat

bitmedi

şimdi ikinci soruyu cevapla

busan'da ne işin var

velet

kendini güya zeki sanıyorsun he sen de|

jimin busanlı?

en yakın arkadaşımın köyüne giderken

izin mi almam gerekiyordu anlamadım

ara tatile girdik jimin de busana davet etti

ben de gittim yani ne var bunda

ne zamandan beri başıma polis kesildin

bu yaştan sonra çocuk gibi haber mi vermem gerek yani

yan odadaki avukat

hmm...

velet

hmm mı|

öyle tedirgin ettin ki beni|

yaaa öyle işte yani

bitti mi sorgun

yan odadaki avukat

emin misin

velet

neden öyle dedin şimdi|

sikeyim değilim ama indik bi kuyuya|

buradan dönüş yok|

emin olmamam gereken bir durum yok

yan odadaki avukat

bu ne o zaman

ResimLink - Resim Yükle

velet

götünü sikeyim jimin|

bari etiketlemeseydin|

hyung ben trendeyim de

inmiyor fotoğraf

dağlara girdik çekmiyor ondan herhalde

sonra şey etsek olur mu

yan odadaki avukat

biraz daha yalan sıkarsan

sen dağlara değil dağlar sana girecek

haberin olsun

velet

bana jungkook girmiş dağdan mı korkucam|

hyung yaa😭

yan odadaki avukat

ağlaman tatlılık yapman kendini acındırman

ya da saf ayağına yatman hiçbir şey değiştirmeyecek

sanki dünyanın en kötü abisiyim de

on dakikadır yalan sıkıyorsun

bu yüzden yalanı dolanı bırak açık açık konuşalım

velet

abi kartını oynuyorsun

haksızlık

yan odadaki avukat

yoruyorsun

müvekkilim gelecek

hadi abisinin gülü

hadi çiçeğim balım

velet

kızmayacaksın ama 🥺

yan odadaki avukat

kızmayacağım anlat hadi

velet

hani demiştim ya ses kaydında

duvarı yıktılar artık ev arkadaşım var

baskın alfa diye

yan odadaki avukat

EEEE

velet

HANİ KIZMAYACAKTIN AMA

ResimLink - Resim Yükle

yan odadaki avukat

DEVAM ET

velet

ONUNLA SEVGİLİYİM İŞTE

yan odadaki avukat

aynı

evde

kalıyorsunuz

velet

aynı yatakta da yatıyoruz

hatta

yazıyor...

yazıyor...

yan odadaki avukat

SAKIN DEVAM ETME

velet

hayır edeceğim bunu sen istedin

her yetişkinin yaptığı gibi sevişiyoruz da

kızgınlıklarımızı da birlikte geçiriyoruz

yan odadaki avukat

BU KADAR DETAY İSTEMEDİM SENDEN

ABİLER DE BİR YERE KADAR BİLMELİ

velet

sen kaşındın

madem her şeyimi bilmek istiyorsun buyur

yan odadaki avukat

hayır

sus artık

ResimLink - Resim Yükle

velet

abartma hyung

her yetişkin insanın düzenli cinsel hayatı vardır

biz de genciz

düzenli olmayan düzenli cinsel ilişkimiz var tabii ki

yan odadaki avukat

daha fazla anlatmaya devam edersen

moderniteyi reddedip geleneklerime sahip çıkacağım

beni çok zorluyorsun

kardeşimin cinsel hayatını inan hiç merak etmiyorum

velet

ne diye sorguya çekiyorsun o zaman

yan odadaki avukat

düzenli ilişki yapmana karşıyım

velet

ne demek karşıyım

yan odadaki avukat

ne gerek var

velet

saçma sapan konuşma

turşumu mu kurucan hayırdır

yan odadaki avukat

istemiyorum

bi sebebi yok

hem ayrıca

bu o sana kendini benliğini sorgulatan dallama değil mi

velet

ıyyy hayır

o piçle bir daha işim olmaz

ben aradığımı busan'ın bağrında buldum

aşk alfam benim 💖

yan odadaki avukat

cıvıtma

sorguya devam ediyorum

busanda o dallamayla mı kaldın

velet

ya dallama demesene şu çocuğa 😡

jungkook adı

yan odadaki avukat

oo demek dallamanın adı var

benim için senin her sevgilin dallama

ismini bilmesem de olur

taehyung

bu senin moderniteyi seçmiş halin mi

daha tanımadan yorum yapıyorsun

yan odadaki avukat

evet

abinim ben senin

ve hala soruma cevap alamadım

nerede kaldın

umuyorum ki jiminlerde kaldın

velet

e yani hyung

başka nerede kalacaktım

yan odadaki avukat

yalan söylüyorsun

velet

nereden anladın

yan odadaki avukat

sen giderken ben geliyorum demiştim

velet

evet jungkooklarda kaldım

ama gerçekten bir anda oldu hyung

planlı gitmedim

yan odadaki avukat

ailesiyle de tanıştın?

velet

evet

yan odadaki avukat

evlenirken haber verseydin bir de

önceden tatillerde birkaç gün bana kaçardın

hemen siktir edilmişiz

değerimiz belliymiş

velet

sen bana tatlı tatlı trip atıyor olabilir misin acaba

yan odadaki avukat

hayır

artık dünya üzerinde en nefret ettiğim kişilerden

birisi de o dallama

velet

hyung hiçbir şey yapmadı ki ama

yan odadaki avukat

hiçbir şey mi?

bu hayatta yapacağı en büyük yanlışı yaptı

kardeşimi çaldı

sinsice seni kendine bağladı

baksana tatilde bile gelmedin yanıma

onu mahvedicem

velet

yanına gelmedim diye mi üzüldün 🥺

yan odadaki avukat

evet|

ne üzülücem ya

sen üzülmemişsin ben mi üzülücem

velet

hyung

canım hyungum

hyungların bir tanesi

yan odadaki avukat

ne

para mı isteyeceksin

bir anda tatlı sözler söylemeye başladın

velet

aşk olsun

sadece seni çok sevdiğimi söyleyecektim

yan odadaki avukat

inanmadık

velet

gerçekten aniden gittim busana

zaten şimdi dönüyorum

büte kalmışım yarına sınav koymuşlar

sınavdan sonra gelirim yanına olur mu

yan odadaki avukat

bakarız

ofiste olmayabilirim

yoğun bir insanım ben

velet

senin ben yoğunluğunu yerim abi balı

affettiğini söyle hemen

yoksa yol boyunca overthinkleyip kendimi üzerim

hasta olurum yataklara düşerim

yan odadaki avukat

hemen de nazlan|

koca bebek|

bir şey olmaz

dallama gelir bakar sana

ne de olsa ara tatilde köyüne kadar gitmişsin

bu sefer de o gelir hastaneye bakar sana

bana gerek yok yani boş ver

velet

ama öyle olmaz ki sensiz ne yaparım ben

hyungum olmazsa koca bir hiçim

affettim de hadi

bak gerçekten üzülürüm şakam yok

yan odadaki avukat

seni affederim de

o dallama ömrünün sonuna kadar

benim gözüme giremeyecek

isterse ağzıyla kuş tutsun umrumda değil

bitti ya o çocuk

velet

çok büyük konuşuyorsun hyung

karma var döner dolaşır seni bulur

yan odadaki avukat

seni affetmeyeyim mi istiyorsun anlamadım

velet

yok yok tamam affet

yan odadaki avukat

aferim

gidiyorum ben müvekkilim geldi

velet

dur

gitmeden ibanıma doğru bir şeyler ateşlesene

ResimLink - Resim Yükle

yan odadaki avukat

başladı benim mesai

ne kadar istiyorsun

velet

gönlünden ne koparsa

yan odadaki avukat

inan hiç kopmuyor

velet

pki

öyle olsn

iletildi 14.15

görüldü 14.17

yan odadaki avukat

korunma aşılarını yaptırıyorsun değil mi

velet

evet

hiç aksatmıyorum

bazı şeyler için henüz erken

yan odadaki avukat

bunu düşünmen güzel

şimdi kısa süreliğine gelenekleri siktir ediyorum

ve ultra modern abilik skillerimi açıyorum

bu yüzden beni iyi dinle

çünkü bu konuşmayı bir daha yapmam

baskın alfanın kızgınlıkları aşının çoğu etkisini azaltır

bu yüzden alfa kızgınlıktayken ekstra korunmayı unutma

o an yanında yoksa da üreme etkisini azaltan ilaçlar var

eczaneden reprozil al evde bulunsun

velet

nerden anladın

yan odadaki avukat

kardeşimsin sen benim anlarım ben

velet

sen muhteşem bir abisin

teşekkür ederim

dikkate alacağım her dediğini 🥺

yan odadaki avukat

şimdi gerçekten gidiyorum

velet

para için teşekkür ederim 💖

geldiğimde seni bir sürü bir sürü öpeceğim

iletildi 14.35

görüldü 14.38

***

jungkook x taehyung

alfacık💖

vardın mı

iletildi 17.18

görüldü 17.19

sarı şeker 🌼

YA SİKİCEM

NEDEN ÖESAJ ATIYORSUN

alfacık💖

ne oldu şimdi ya

ne yaptım 🧍🏻‍♀️

sarı şeker 🌼

YA BEN BÖYLE İŞİN AMINA KOYAYIM

ÇOK SİNİRLİYİM

SİNİRDEN KAFAYI KIRICAM

JUNGKOOK YA OF

alfacık💖

ne oldu ne oldu

ne bu sinir

sarı şeker 🌼

ben şimdi trenden indim tamam mı

gardan çıkıp metroya indim

sırtı çantam çok ağırdı

tam turnikelerin ordayım

metro kartım da çantanın içindeydi

iki saniye yere koydum

kartı bastım çantayı da sırtıma alıyordum

tam o sırada mesaj attın

telefon elimde olduğu için şöyle bi bakayım dedim

ammmmmına koduğumun çocuğu tam o anı kollamış

bana omuz attı çanta ağır olduğu için yere devrildim

bu it herif de benim bastığım turnikeden

hiçbir şey olmamış gibi geçti gitti

sik gibi baktım arkasından

kartımdaki son paraydı ya

nakitim de yok atmler taa en yukarıda

alfacık💖

bu nasıl oldu amına koyayım

iyi misin peki şimdi

sarı şeker 🌼

iyiyim

birkaç kişi yardım etti

oturuyorum ama kalçam acıyor

omzum da

bir de bileğimin üzerine düştüm sızlıyor

alfacık 💖

içinden geçmişler yani

sarı şeker 🌼

seule ayak bastığım anda dolandırıldım

şaka gibi

alfacık 💖

biraz öyle olmuş gibi yavrum

sarı şeker 🌼

bütün dolandırıcı piçleri hayatıma çekiyorum resmen

bu benim kaderim oldu artık

alfacık 💖

ayıp oluyor ama

sarı şeker 🌼

sen sevdiğim bir dolandırıcısın

diğerlerinden ayırıyorum seni merak etme

alfacık 💖

ne kadar sevdiğin mesela

sarı şeker 🌼

ÇOK ÇOK ÇOK

alfacık 💖

bir an gözlerime bakarak böyle dediğini hayal ettim|

hep dudaklarını büzüyor sonra da boynuma sarılıyorsun|

seni görmeme daha bir hafta var|

çok çok çok diyen ağzını

yazıyor...

yazıyor...

yerim

sarı şeker 🌼

gelirsen yersin

hatta başka şeyler de yersin

alfacık 💖

dağı taşı sikicem

daha bir hafta var

ResimLink - Resim Yükle

sarı şeker 🌼

hiç yalnız kalamadık

araya da hep başka şeyler girdi

doya doya yaşayamadık bile birbirimizi

çok kırıcı

alfacık 💖

yalnız kaldık da aslında

hırlayıp dişlerini gösterdiğin için geri çekildim

yoksa affetmez havada kapardım

sarı şeker 🌼

elli kere söyledim sana

ailenin hepsi ormandayken

kudurmuş köpekler gibi çiftleşemezdik

zaten evde de sıkıştırıp durdun

sabahları da hep ellemeye çalıştın

alfacık 💖

yine de iyi denemeydi

kabul et

sarı şeker 🌼

çok zor anlar yaşadım 😔

alfacık 💖

inan bana

geldiğimde telafi edeceğiz yavrum

sarı şeker 🌼

lütfen

alfacık 💖

ne yaptın şimdi

neredesin

sarı şeker 🌼

hala oturuyorum

ama metro gelecek birazdan

toparlanıp para çekmem gerek

ama bileğim çok acıyor

alfacık 💖

o kadar çok mu acıyor

acile mi gitsen ki

sarı şeker 🌼

acillik bir şey değil

sen yanımda olmadığın için acıyor

yanımda olsaydın bileğimi öperdin

eve giderdik bana yemek de yapardın

alfacık 💖

yok bu böyle olmayacak|

nazlanma hadi kalk

para çekip bana konum at

sarı şeker 🌼

konum mu

alfacık 💖

sen dediğimi yap sorgulama anlatacağım

iletildi 17.40

görüldü 17.50

sarı şeker 🌼

çektim

konum: 405 Hangang-daero, Jung-gu, Seoul, South Korea

alfacık 💖

tamam bekle biraz

kaç para çektin?

sarı şeker 🌼

5,800 won çektim

alfacık 💖

süper

beş dakikaya gri bir araba gelecek Kia

sarı şeker 🌼

neden bir araba geliyor anlamadım

alfacık 💖

sarı inci çağırdım

sarı şeker 🌼

o neymiş

alfacık 💖

korsan taksi

sarı şeker 🌼

nE

ŞAKA MI YAPIYORSUN

alfacık 💖

yoo ciddiyim

metroya 1.400 won basıyorsun

inip bir de otobüse bineceksin 1.200

2600 tutuyor

taksi ye binsen gardan 4.800 won tutacak

gardan bizim ev sarı inciyle 2.500 won tutuyor

hem yorulmayacaksın hem de kazıklanmayacaksın

temiz 🤌🏻

sarı şeker 🌼

YA SALAK MISIN

POLİS ÇEVİRİRSE NE OLACAK

alfacık 💖

sen şu sevgiline güvensene biraz

hiçbir şey olmayacak

sarı şeker 🌼

nasıl bu kadar emin olabiliyorsun

hadi polis çevirmedi

iti var kopuğu var

ya şerefsiz bir alfaysa

ya başıma bir iş gelirse beni ara sokaklara götürürse

ne yapacaksın

alfacık 💖

sence ben seni

tanımadığım bir korsan taksiye bindirip

tehlikeye atar mıyım

hele bir de alfa çıkma riskini göze alıp

sarı şeker 🌼

korsan taksici tanıdığın mı var yani

alfacık 💖

ne sandın

ResimLink - Resim Yükle

sarı şeker 🌼

inanamıyorum

yani gerçekten inanamıyorum

beni her seferinden şok etmeyi başarıyorsun

alfacık 💖

huyum kurusun

sarı şeker 🌼

bekle araba geldi sanırım

alfacık 💖

harika hemen gelmiş

helal ona dediği saatte vardı

sarı şeker 🌼

jungkook

sarı inci dediğin korsan taksici

adı Johwa mı

alfacık 💖

evet

ne oldu

sarı şeker 🌼

ne oldu diye soruyor bir de|

hava yastığıyla boğucam çocuğu şimdi|

ve omega?

alfacık 💖

evet omega

sarı şeker 🌼

ve sen bu çocuğu tanıyorsun

alfacık 💖

içimden bir ses ağzıma sıçılacak diyor ama hadi bakalım|

tanımamam mı gerekiyor anlamadım

sarı şeker 🌼

hangi sikimde tanıştınız acaba çok merak ediyorum|

sus

seninle sonra hesaplaşacağız

yola çıktık

alfacık 💖

haber vermeyi unutma

iletildi 18.15

görüldü 18.38

sarı şeker 🌼

kumarbaz mısın sen

alfacık 💖

hayır

bu ne saçma bir soru böyle

sarı şeker 🌼

illegal tombalada tanışmışsınız

Johwa öyle dedi

kumar probleminin olmadığına emin misin

namjoom hyung da o gün sana tombalacı demişti

alfacık 💖

namjoon hyung boş konuşuyor

geçen sene bir kere gitmiştik sadece

o da meraktan yani

şerefsiz sürekli kazanıyordu uyuz olmuştum

o yüzden erken çıktık o da çıktı sonra

sigara içerken muhabbet açıldı bir şekilde

hep beraber içmeye gittik orada sohbet muhabbet edildi

ayrılırken de numarasını bıraktı işin düşerse ara dedi

bugün de ayağın kötü olunca aklıma ilk o geldi

yakınlardaymış yardımcı olurum dedi

yemin ederim bi kere gittim

zaten bizden sonra baskın atmışlar bir daha gider miyim

sarı şeker 🌼

şerefsize kızamıyorum bile aynı hikayeyi anlattı|

ayağımı düşündüğü için de bi düşmedim değil|

ama omegam kudurmuyor desem yalan olur|

çocuk da çok tatlı sinir oldum|

umarım jungkookla da böyle tatlı tatlı konuşmamıştır|

yarrama bak selam söyle diyor bir de nah söylerim|

iyi tamam inandım

ödeme yapıyorum

büfeden de yemekle sigara alıp eve çıkıcam

yazarım geçtiğimde

alfacık 💖

tamam bekliyorum

iletildi 18.55

görüldü 19.04

sarı şeker 🌼

geldim eve de

ResimLink - Resim Yükle

tıslayıp kaçıyor benden

HOSEOK HYUNGU ÖLDÜRÜCEM

KEDİMİ BOZMUŞ YA 😭😭

alfacık 💖

oha

en son fare bokuna benziyordu küçücük

şimdi dana boku kadar olmuş bu ne

ne yedirmişler

sarı şeker 🌼

evladımız hakkında doğru konuş

alfacık 💖

ama şuna baksana bi

besilenmiş topaç gibi olmuş

geldiğimde hamur gibi yoğuracağım onu

sarı şeker 🌼

çok özlemişim jungkook 😭

gerçekten küsmüş trip atıyor

onu bir daha asla bırakmayacağım

EVLADIMM 😭

alfacık 💖

birkaç saate alışır hemen tüner tepene merak etme

sarı şeker 🌼

evt 😔

ayrıca

şerefsiz sandalyemizi kırdığını söylemişti

ama klozetin oturma yeri de kırılmış

yetmemiş bir de çamaşır sepetini kırmışlar

pes diyorum

alfacık 💖

yuh

evi yıkmadıkları kalmış amına koyayım

sarı şeker 🌼

ev de buram buram

feromon kokuyor

iğrenç

şimdi sen gelene kadar kıyafetlerine sarılıp

boşu boşuna feromon salgılamak zorundayım

onu öldürmemem için tek bir sebebim yok

alfacık 💖

genelde sakinimdir ama

o feromonlar ben gelene kadar evden gitmezse

ikimizden biri çok yorulacak

ve o kişi de sen olacaksın omega

sarı şeker 🌼

o şaka değil miydi ya|

bekle

koku gidene kadar sevişmek kısmında ciddi miydin?

ben o an şakasına öyle yaptın sandım

alfacık 💖

iki haftaya kızgınlığım başlayacak|

hala gelmiş bana şaka sandım diyor|

dur senin bi aklını alayım da gör|

tabii ki ciddiydim

somurtup durmamı mı istersin

yoksa bileklerinden tutup kalçamı sana yaslamamı mı

belki de dövme koltuğuna tırnaklarını geçirmek

hm?

sarı şeker 🌼

aZDIM|

SEN ÇOK KÖTÜ BİRİSİN

GİT BURADAN

EVDE TEK BAŞINA OLAN BİR OMEGAYLA

BÖYLE KONUŞMAZSIN

alfacık 💖

kaç bakalım|

tamam tamam ilerletmeyeceğim

sarı şeker 🌼

keşke ilerletseydin 😔|

iyi

üzerimi değiştirip yemek yiyeceğim o zaman ben

alfacık 💖

ben de yiyeceğim

iletildi 19.30

görüldü 19.49

sarı şeker 🌼

senden nefret ediyorum

alfacık 💖

haydaaa

yine ne oldu

oradan buraya ne yapmış olabilirim

çok merak ediyorum

sarı şeker 🌼

hiçbir şey yapmadın işte

sorun da bu

bak

ResimLink - Resim Yükle

hiçbiri senin yaptığının yerini tutmuyor

beni çok alıştırdın yemeklerine

hepsi şimdi ot gibi geliyor

geldiğin zaman bana bir sürü yemek borçlusun

alfacık 💖

ben bu çocuğa köpek gibi aşığım|

böyle bir güzellik olamaz|

dudaklara bak gel beni öp diyor resmen|

beni bırakırsa ne yaparım|

onsuz nasıl yaşarım|

sen iste ben sabahtan akşama kadar

senin için yemek yaparım

sarı şeker 🌼

ben sözümü aldım o zaman 😌

şimdi yemeğime devam ediyorum

alfacık 💖

ders çalışmadan uyuma

sana son gösterdiğim notlara çalış

sarı şeker 🌼

sabah erken kalkıp çalışacağım

çok yorgunum

Kafeinle kazağına sarılarak uyumayı planlıyorum

hatta yemeği bitirdim direkt yatağa geçiyorum

alfacık 💖

iyi o zaman

sabah kafana takılan bir yer olursa

ara beni anlatırım sana olur mu

sarı şeker 🌼

çok umudum yok ama tamam ararım

BİZ HAZIRIZ BAK

ResimLink - Resim Yükle

dayanamadı direkt geldi kucağıma

keşke sen de olsan da üçümüz birlikte uyusak

alfacık 💖

çocuklarımızla uyuyacağımız evreye de geçeceğiz|

çok güzelsiniz

keşke gerçekten tam şu an yanınızda olsam

sarı şeker 🌼

üzüldüm

kazağına sarılacak uyuyacağım

seni çok çok çok kere seviyorum

alfacık 💖

ben de seni çok çok çok kere seviyorum yavrum

yarın konuşuruz

sarı şeker 🌼

💖

ertesi gün

sarı şeker 🌼

kaldım

bok gibi geçti sınav

kendimi ö

ResimLink - Resim Yükle

alfacık 💖

nasıl kaldın

o kadar çalıştırdım seni

geçecek kadar yapıyordun bakmıştık hepsine

sarı şeker 🌼

YAPAMADIM OLMADI İŞTE

NE BAĞIRIYORSUN BANA

DÖVSEYDİN BİR DE

alfacık 💖

yavrum şaka yaptım

dünyanın sonu değil ki ne olacak

bir senen daha var

fişek gibi çalıştırırım seni

en kötü cc'yle geçersin

sarı şeker 🌼

geçerim dimi 🥺

okulu 0,1le kaldığım ders yüzünden uzatırsam

yemin ederim yakarım bu gezegeni

alfacık 💖

öyle bir şey olmayacak merak etme

vizende ben olmadığım için geçemedin

artık ben varım geçmeme gibi bir ihtimalin yok

sarı şeker 🌼

aynen öyle.

ben de tersten problem çözeceğim.

alfacık 💖

tersten problem biraz imkansız gibi ama hallederiz

sen sevgiline güven yeter

sarı şeker 🌼

sevgilimi yedim midemde 🥰

alfacık 💖

o kadar tatlısın ki dayanamıyorum bu hallerine|

bir an önce gelsem de ben de seni yesem

sarı şeker 🌼

gelirsen yersin

alfacık 💖

bu konuya girmeyelim kötü oluyorum|

zaten annem benimle konuşmuyor|

ev daha çekilmez bir hal alıyor|

az kaldı 6 güncük

ama çok dillendirmeyelim

özlemim artıyor kötü oluyorum

sen şimdi ne yapacaksın

eve mi geçeceksin

sarı şeker 🌼

yok seokjin hyung bizim buradaki adliyedeymiş

oradaki çok sevdiğim bir pastane var

en sevdiğim tatlıyı yiyorum şimdi 🥹

alfacık 💖

samlip'in karpuzlu ekmeğinden yiyorsun değil mi|

hani tatlın bendim

yalan mıydı her şey

sarı şeker 🌼

tatlımsın ama şimdi bu da

karpuzlu ekmek yani

çok da kapışmayın

alfacık 💖

ne demek kapışmayın

karpuzlu ekmek mi ben mi

seri cevap

sarı şeker 🌼

seni bu hayatta hiçbir şeye değişmem|

eve karpuzlu ekmek getiren sen

alfacık 💖

bu cevabı kabul etmiyorum

bu ilişkide hile hurda sadece benim işim

sarı şeker 🌼

niyeymiş

hem sana sahibim

hem de bana karpuzlu ekmek getiriyorsun

ama sen yoksan karpuzlu ekmek de yok işte

bence gayet iyi bir cevap

alfacık 💖

değil

sarı şeker 🌼

kabul et iyi cevaptı

alfacık 💖

değil.

sarı şeker 🌼

of tamam ya

seni seçerdim

ama ikinci sıramda karpuzlu ekmek var

asla değiştirmeyeceğim

alfacık 💖

ha şöyle yola gel

sarı şeker 🌼

hyung gelmeseydi

ben sana yola gelmeyi gösterirdim de neyse

seninle konuştuğum için ters ters bakmaya başladı

senden birazcık

çok çok biraz ama nefret ediyor da

sessize alıyorum telefonu

alfacık 💖

ne demek nefret ediyor

neden

sarı şeker 🌼

sevgilimsin diye

alfacık 💖

tanısa sever bence

hallederim ben şeytan tüyü var bende biliyorsun

gelince hemen tanıştır beni bağlayalım şu işi

sarı şeker 🌼

aynen dallama

alfacık 💖

ney

sarı şeker 🌼

hiç

seni seviyorum by

***

Chapter 30: alışveriş, şakayıklar ve gerçek ile hayal arasındaki belirsizlik

Chapter Text

ResimLink - Resim Yükle

 

Yanaklarımı şişirerek oflarken oturduğum yerde doğrulup dirseklerimi dizime yasladım ve elimi çeneme dayadım. Öğleden sonra olmasına rağmen Seul Adliyesi’nin içi kalabalıktı. İnsanların koridorlarda bir yerlere yetişmeye çalışmasını oturduğum yerde sessizce izliyordum. 

Biraz kıpırdanıp oturduğum sandalyenin sertliğini konforlu bir hale getirmeye çalıştım ama kalçamın daha çok acımasına sebep oldum. Tam çaprazımdaki kadın sinirle oflayıp telefonuna bir şeyler yazarken dikkatim dağıldı ve ona doğru döndüm ama beni fark etmedi bile. Muhtemelen birinin müvekkiliydi ve sıkıntılı bir durum yaşıyordu.  

Gözlerimi onlardan ayırıp adliyenin girişindeki bronzdan yapılmış, gözleri sıkıca bağlı adalet heykeline, Themis’e baktım. Yan profilinden görsem bile yüzünün tamamının ifadesiz olduğunu biliyordum. Sol elinde tuttuğu terazi, dengeli bir şekilde havada asılıydı. Sağ elinde ise uzun, doğruluğun ve yasaların simgesi olan keskin bir kılıç vardı. Ayaklarının altında da kanunları temsil eden kalın bir kitap… Herkes için eşit adalet yazısı da şaka gibi bir şekilde bir plaka üzerine yazılmıştı.


İçimden gülmek geldi ama sadece başımı iki yana salladım. Dünya üzerinde her şey ne eşit ne de adaletliydi. Bunu tüm ırklar biliyordu, yazı sadece göstergeydi.

Üst kattan bir bağırış yükseldiğinde bıkkın bir nefes alıp kulaklığımı almak için çantama uzandım ancak çok seslerin yükselmesiyle tanıdık ağır bir misk kokusu etrafı sardı. Ardından da aşinası olduğum topuk sesi adliyenin girişinden yükselerek beni duraksattı.

Simsiyah bir takım, kusursuz kesilmiş, en ufak bir kırışıklığı bile olmayan kumaşın içindeki aynı özene sahip beyaz gömlek. Omuzları dik, kendinden emin duruşuna sertlik katan ensesindeki o sıkı topuz... Tek bir telin bile firar etmeye hakkı yoktu, ne de olsa Seul bölgesinin başsavcısıydı o, saçındaki teller bile ona karşı koyamazdı. Ben hariç...

Feromonlarımı gizlemeye çalışarak başımı tam tersi yöne çevirip iletişim kurmamaya çalıştım ve geçip gitmesini bekledim ancak annemin seri adımları önümden geçtikten hemen sonra durdu. Ev ortamımız pek sıcakkanlı değildi ama yine de çekilir yanları vardı. İş ortamı ise onunla karşılaşmayı hatta konuşmayı istemediğim tek alandı, çünkü dikkat çekici sarı saçlarımdan ve paspal görünüş olarak adlandırdığı giyimimle adliyede olmamdan pek hoşlanmazdı. Ona göre zaten toplumda kendimi kabul ettirebileceğim sağlam bir mesleğim yoktu, en azından ailemin mesleğini düşürmeyeceğim temiz bir görünüşüm olmalıydı. Onunla beni pis mi gördüğüne dair sağlam bir kavga yaptığımda temizden kastının da kendisi gibi jilet gibi görünümüm olması gerektiğini defalarca vurgulamıştı ama bu hiç mantıklı bir cevap değildi benim için. Zaten hayallerim ve seçtiğim bölüm yüzünden defalarca kez tartışma yaşadığım için ayrı eve çıkma kararı almıştım, şimdi bir de buraya istemediği bir görünümde geldiğim için yeni bir tartışma istemiyordum. Yine de bu yüzden ona kötü bir anne diyemezdim, sadece o an yeni bir kavga çıksın istememiştim o kadar.

Lütfen beni görme, lütfen benimle konuşma diye önümden geçip gitmesi için dua ederek bekledim ve tanrıya şükürler olsun ki annem, aynı hızlı ritimle yoluna devam ederek gitti. Derin bir nefes alarak gerilmiş bedenimi rahatlatmaya çalıştım ve neredeyse uzaklaşmış topuk tıkırtılarının arkasından bir süre bakınıp arkama yaslandım. Sonrasında da kulaklıklarımı takarak seslerden uzaklaştım, Jimin'e de mesaj atarak nerede olduğunu sordum. Muhtemelen cevap vermeme sebebi şimdiye trenden inmiş ve eve gidiyor oluşuydu, sonrasında da buluşup alışverişe gidecektik.

Jimin'in yazmasını bekleyip biraz da müzik dinleyerek geçirdiğim bir on beş dakikanın sonunda Seokjin hyung merdivenlerden inerken göründü. Yakaları bordo, siyah cüppesi ve içindeki siyah takımıyla belki de adliyedeki birçok avukattan daha karizmatik duruyordu. Hele alnını açtığı için gözler önüne serdiği orantılı yüzünü saymıyorum bile, insanın ona baktığı zaman etkilenmeme gibi bir lüksü yoktu. Yanındaki omega kız da aynı şeyleri düşünüyor olmalıydı ki kıkırdayarak elini ağzıyla kapattı ve mahcup bir gülümseme bıraktı. Tabii hyung durur mu, hemen kızın bukleli saçının ucunu parmağına dolayıp o çapkın gülüşlerinden atarak kızı biraz daha kıkırdattı.

Kaşlarımı kaldırarak onun flörtöz tavırlarına başını sallayarak baktım çünkü adliye onun resmi ortamıydı. Burada bile iflah olmaz bir çapkınken dışarıdaki hali eriyip gitmenize sebep olurdu.

Seokjin hyung kızın saçının ucunu parmağına dolayıp geriye ittirerek bir şeyler daha söylerken ayağa kalkıp onlara doğru yürümeye başladım. Kız tam oppa diyecekken Jungkook'a dallama demesinin intikamı almak için bütün fırsatları değerlendirdim. Hyungun boynuna sarıldığım gibi en şen halimle şakıdım. Tabii feromonlarımı da çekici bir hale getirmek için oldukça tatlılaştırdım.

"Seokjiniee..." derken adını uzatmış biraz da şımarıkça bir tavır takınmıştım "Hani işin erken bitecekti, bana tatlı ısmarlayacaktın?"

"Bırak-beni-aisshh... Yah, Dami, düşündüğün gibi değil."

Elbette ne yapmaya çalıştığımı biliyordu çünkü bunu beni kızdırdığı ve onu kıskandığım her seferinde defalarca kez yapmıştım. Bu yüzden de Seokjin hyung hemen elleriyle bileklerimden ittirmeye çalmıştı ama inatçıydım, daha çok dudak büzüp "Ne demek değil, beni kandırıyor muydun bunca zaman?" diye mızmızlanarak devam etmiştim oyunuma. Sonra işleri biraz daha ilerletip Dami dediği kıza döndüm ve tekrardan hyunga baktım "O omegadan neyim eksikti benim?"

"Yah, Kim Taehyung, ölmek istemiyorsan buna hemen son ver."

Hyung gözlerini kocaman açıp bana inceden bir uyarı çaktığında bu kadarının yeterli olacağına karar verip anında yapmacık tavırlarımdan soyutlandım ve eski Taehyung oldum. Kıza da dönerek gözlerimi kırpıştıra kırpıştıra el sallarken "Merhaba, ben Kim Taehyung, kardeşiyim." diye açıklama yaptım.

Dami son derece şaşkındı ve gözleri ikimizin arasındsa gidip gelirken biraz da korkmuş görünüyordu bu yüzden önce saatine baktı ardından Seokjin hyunga doğru sonra da bana doğru eğilip "Şey, sonra... Sonra konuşuruz oppa." diyerek yanımızdan uzaklaştı.

"Dami..."

Seokjin hyung ellerinin arasından hızla kayıp giden kızın arkasından büyük bir acıyla bakarken ben dayanamamış manidar bir "Hoşça kal!" diyerek arkasından el sallamıştım.

"Yah! Kes şunu!" elimi apar topar tutup indirirken azarlamaya devam etti "Senin yüzünden bekar öleceğim."

"Oh olsun sana, sen evlenmeme karşıysan ben de seninkine karşıyım."

"Senin küçük kardeş olarak böyle bir şey isteme lüksün yok."

"Yok ya, oldu, ben yıllanmalık şarap olarak rafta kalacağım ama sen her masaya pilav mı olacaksın? Çok beklersin."

Başını iki sallayarak kolumdan tuttuğu gibi çıkışa yönelirken bir yandan da cık cıklayarak söyleniyordu "Biz seninle daha geçen gün görüşmedik mi yine neden damladın adliyeye?"

Tuttuğu kolumdan kendimi kurtarıp koluna doğru sarıldım ve yanağımı omzuna yaslayarak yürümeye devam ederken hafifçe vanilya barındıran viski kokulu feromonlarını soludum ve "Hyungumu özledim," derken pozisyonu değiştirip beni kolunun altına almasına izin vererek elimi beline sardım "Sen özlemedin mi?"

"Hayır."

"Hadi bana tatlı ısmarla."

"Hayır."

"Karpuzlu ekmek istiyorum. Imm... Yanında da sütlü bir kahve."

"Yaah! Oradan bakınca aşevi gibi mi görünüyorum?"

"Param yok ne yapayım, bir tanecik hyungum ısmarlamayacak da kim ısmarlayacak?"

"Dallama ısmarlasın sana. Çok seviyorsun ya, ailesiyle birlikte yersiniz işte."

Kaşlarımı çattığını ve tatlı tatlı triplendiğini anlamamak imkansızdı. Çok sık mesajla konuşmuyorduk ve her hafta da görüşmüyorduk ama bu sıralar bana olan alınganlığını bildiğim için üzerine düşmeye özen gösteriyordum. Çünkü bir noktada haklıydı, annemle problem yaşasam da yanımda her zaman olan hyungum için gerekli vakti ayırmam gerekirdi. Durum böyle olunca haliyle Seul'e gelip sınava girdiğimden beri mesaj atıyor yanına uğramayı da ihmal etmiyordum. Tabii diğer konu da vardı, sesli olarak dile getirmese de Jungkook'la sevgili oluşumu her ağabey gibi abartılı bir tepkiyle karşılamıyordu ama içten içe gıcık oluyordu. Aslında abartılacak bir konu değildi ancak ben yine de bu konuda Seokijin hyungun biraz da olsa yumuşaması için çabalamaktı, ki yumuşama kısmı bu noktada ilk olarak dallama yerine ismiyle hitap etmesini sağlamak diyebilirdim.

"Gerçekten bunu Jungkook'un ısmarlamasını mı istiyorsun?" diyerek sesime mutsuz bir tını kattıktan sonra oluşan derin sessizliğe karşılık kolunun altından çıkmak için davrandım "İyi, peki o zaman ben de Jungkook'tan isterim. Hem o senin gibi söylenmiyor, bir kere söylesem alır bana."

"Öyle bir şey olmayacak. Ben sana alırım, yürü gidiyoruz."

Kararlı sesi ve bir anda bileğimi tutan elleri tarafından kolunun altına geri çekilip sıkıca sarmalanmak hoşuma gittiği için gülümseyerek kıkırdadım ve eskisi gibi beline sarılarak "Canım hyungum benim." diyerek arabasına doğru yürümeye devam ettik. Bu sırada da Jimin'in evine yakın olduğumuz için doğruca tatlıcıya gelmesini mesaj attım.

Gittiğimiz tatlıcıdan Seul bölgesinde üç tane vardı, ilki bizim kampüsün karşısındaki adliyedenin sırasında diğeri de tam Han nehrinin, Seokjin hyungun evinin oralardaydı ve üçüncü de annemin üç sokak ötesinde. Tam kışın bitimine doğru dünyanın, hatta evrenin en güzel karpuzlu ekmeğini çıkartırlardı ve sıcak, sütlü köpüklü çekirdek kahveyle tatlı aroması birleşince oluşan o lezzet beni mest ederdi. Çocukluğumdan beri hyung beni hep buraya getirirdi, şimdi de aynısını yapmasını çok seviyordum. Ben kahvemi içerken o yumurtalı çörek yerdi ve başını sallayarak bu ekmekte ne bulduğumu, sabit bir aromaya sahip olduğunu, tadının da gerçekten tatlı gibi hissettirmediğini söyleyip dururdu. Sonra da bir süre atışırdık bununla ilgili.

Şimdi de aynısı olmuştu, ama şimdilerde bu biraz daha farklı ilerliyordu. Jungkook sürekli bana attığı mesajlarla beni güldürüp duruyordu ve ben de sessizden sessizden kıkırdayıp duruyordum. Aramızda yaklaşık yedi saatlik bir mesafe olsa bile beni böyle güldürebilmesi çok hoşuma gidiyordu ve fiziksel olarak yanımda olamasa bile asla yokluğunu hissetmemek garip hissettiriyordu. Eksik hissettiğim tek an gece uyurkenki sıcaklığıydı aslında ama onu da yakında çözeceğimiz için dert etmek aklımın ucuna bile gelmiyordu.

"Tatlı yerken telefondan oynaşmanı izlemem için mi buraya geldik?"

"Ay!" Tam karşımdan bardağın tabağa vurması ve Seokjin hyungun sesi yükseldiğinde yerimde zıplayarak elimi göğsüme koydum ve derince tek bir nefes aldım "Ödümü koparttın hyung."

"Biraz daha karşımda ağzın yüzün şekil değiştirirse o dallamanın uzuvlarından birini kopartacağım haberin olsun. İkidir aynı şeyi yapıyorsun."

"Tamam tamam kızma." diyerek telefonumu kilitleyip masanın uzak bir köşesine bırakarak doğruca sandalyemde arkama yaslandığımda ona annemi görüşümden bahsettim "Annem bugün adliyedeydi, önümden geçti."

"Geleceğinden bahsetmemişti, son dakika bir şey oldu sanırım, yoksa gelmezdi. Konuştun mu?"

"Yokmuşum gibi davrandım."

"Taehyung..." sesindeki ton yaptığım şeyin doğru olmadığını belli ediyordu ve bu yüzden başımı öne eğerek çatalımla ekmeğimi birkaç küçük parçaya ayırdım çünkü ben de aslında doğru olmadığını içten içe biliyordum "Eski kafalı oluşu dışında kötü bir anne değil, sadece biraz fazla çocuklarını düşünüyor. Üç sene oldu sen istediğin bölümü kazanıp ayrı eve çıkalı. O günden beri tek kelime etmiyor bununla ilgili, artık kabullendi."

"Biliyorum." derince bir iç çektim "Aslında o yüzden kaçmadım, sadece işi konusunda fazla hassas olduğunu bildiğim için basit bulduğu kıyafetlerle karşısına çıkmak istemedim."

"İnsanları kıyafetlerine ve dış görünüşlerine göre yargılamaması gerektiğini çok iyi biliyor. Bunu ona sen söylemiştin, bir doktor da katil çıkabilir bir evsiz de suçsuz olabilir. Bir dahakine yanına git, hatta bir ara birlikte yemeğe çıkalım. Uzun zamandır beraber bir şeyler yapmıyoruz."

Başımı haklı olduğu bildiğimi anlayacak ve onu onaylayacak şekilde sallayıp mahcup bir tavırla da gülümsedim. Aramızda kanlı bıçaklı bir durum yokken bu kadar uzaklaşmak söylediği gibi doğru değildi, bir ara gerçekten yanına gitmem gerekiyordu.

Dalgınca tatlımı yemeye devam ederken kapıdan neşeyle giren Jimin'i fark edince eliyle sessiz olmamı işaret edişini çaktırmayıp hyunga dikkatini dağıtacak bir soru sordum. Bu sırada da Jimin sessizce hyungun arkasından yaklaşıp arkadan boynuna sarıldı ve sulu sulu öpücük kondurarak çığlık çığlığa bağırdı.

"Hyungnim! Seni çok özledim, bir tanecik hyungnim!"

"Dur, dur oğlum öpmesene her yerim salya oldu."

"Öpeceğim çok özledim bana ne?!"

"Yahu gitsene!"

Jimin, boynuna sarıldığı ve neredeyse üzerine çıktığı Seokjin hyungun yanağından son bir kez sesli bir öpücük alarak yanına oturduğunda teması kesmemek için koluna sarıldı ve bana göz kırptı. Sonra da hyunga dönerek tatlı tatlı sordu "Bana tatlı ısmarlayacakmışsın, Taehyung öyle söyledi."

Seokjin hyung hızla bana döndüğümde hemen ellerimi kaldırdım suçsuzmuşum gibi ama tabii ki yine de suçlandım "Taehyung?"

"Asla böyle bir şey söylemedim. Çok istiyorsan kasada parasını ödeyebilirsin."

"Tatlı yerine yanağından bir kıt alsam da yeter, biliyorsun değil mi hyungnim?"

Jimin gözlerini tatlı bir tavırla kırpıştırarak bakarken onun bu cilveli tavırları Seokjin hyungu keyiflendiriyordu ve aynı bizim ağabey-kardeş ilişkimizde olduğu gibi de düşmanca bir yaklaşım sergilemesine neden oluyordu. Tabii onunki bizim ilişkimizden biraz farklıydı, Jimin genelde Seokjin hyunga yürür, hatta koşardı. Bu yüzden iğrenir gibi yüzünü buruşturmuş, eliyle de Jimin'in yüzünü ittirerek kendinden uzaklaştırarak cebinden kredi kartını uzatmıştı "Beni rahat bırak ve gidip ne istersen sipariş ver."

"Bir gün yanağından kıtlatmamı seçeceksin, bunu biliyorum."

"Cıvıtma, git al hadi."

Jimin bana öpücük atarak kredi kartına bebeğiymiş gibi sarılarak camekanlı tatlı bölümüne gitti ve ufak bir meyveli pastayla geri döndü. Biraz önceki aile konuşmasından sonra didikleyip durduğum karpuzlu ekmeğimi Jimin'in gelişiyle birlikte keyifle yemeye başladığımda benden sonra Busan'da yaptığı şeyleri anlatmaya başladı. Soğuk olduğu için ellerinin hep çatladığını ve iki kutu krem bitirdiğini neredeyse ağlar gibi anlatarak hepimizi güldürdü ve konu büyükannesinin ahırdaki hayvanlarına geldiğinde keçilerden ne kadar nefret ettiğini dile getirdi.

"Emekli olup köye yerleşen yaşlı teyzelere dönmüşsün." diye Seokjin hyung kahvesinden yudumlayarak.

"Ne, sen emekli olduktan sonra beraber köye mi yerleşeceğiz, olur."

Seokjin hyung başını iki yana sallayarak bıkkınca göz devirdi "Yakamı bırakıp biriyle evleneceğin günü iple çekiyorum. Ama nerede o günler," elini havaya hayali bir şekilde salladı ve ben kahvemde yudumlarken devam etti "Her salatalığı olana elinde tuzla koşarsan biraz zor."

"Siktir!" diyerek patlayıp bir kahkaha attım ve peçeteyle etrafa saçılanları sildim. O kadar haklı bir cümle kurmuştu ki tam olarak bire tanımlama yapsam bu kadar net bir şey söyleyemezdim Jimin bile gülümseyerek dudak büzmüş ve omzunu silkmişti

"Ya ayıp ama, aylardır yüzüme bile bakmayan bir adamın peşinden koşuyorum. Kimseye pas bile vermedim, daha ne yapayım, yıpranma payı istiyorum yıldım artık."

"Bu doğru ama hyung." diyerek gülsem bile Jimin'e destek çıktım "Gerçekten iki aydır kimseyle görüşmüyor."

"İyi hadi öyle olsun bakalım. Yediyseniz kalkalım artık işim gücüm var çocuk eğlendirme faslı bitti."

Tabaklarımızdaki son lokmaları söylene söylene ağzımıza tıkıştırarak aceleyle kalkıp üzerimizi giyindiğimizde peşinden arabaya koşturduk. Ben öne Jimin de arkaya oturdu ve iki koltuk arasına başını çıkartarak Seokjin hyungun yanağından makas aldığı gibi "Şu çocuğa da araba kullanmayı bir öğretemedin." diyerek bana salça oldu.

"Benlik bir durum yok, zekası yeterli değil öğrenmeye."

Elimle tersten bir şekilde hyungun göğsüne vurdum "Bok gibi öğretiyorum demiyorsun da."

"Hadi ben bok gibi öğretiyorum. Kursta da öğretiyorlar ama dosya yaktın, bunu nasıl açıklayacaksın?"

"O sıralar psikolojim yerinde değildi, yoksa geçerdim."

Yalan, Suho'ya olan aşkım yüzünden sabaha kadar içip ağladığımdan uyuyakalmıştım sınava ve dosyamı da bu şekilde yakmıştım.

"Vaktime yazık oldu ona üzülüyorum."

"Aman ya, korkma, bir daha da senden bir şey istemem." diyerek surat asarak kollarımı birleştip ters ters dışarıya bakıp devam ettim "Jungkook'a söylerim o bana öğretir. Hatta bekle," telefonumu çıkartıp biricik alfamın hızlı aramalardaki adına basıp telefonu kulağıma götürdüm.

Birkaç çalışın ardından beni fazla bekletmedi, her zamanki gibi beş saniye içinde sesi kulağıma doldu "Efendim güzelim?"

Güzelim.

Bütün öfkem bir anda uçtu gitti ve ağzımdan çıkan "Ay," sesiyle oturduğum koltuğa sindim, Seokjin hyungun ters bakışlarının merceğine takıldım. Jungkook'a olan odağımı toplamak için alt dudağımı ısırıp gözlerimi kaçırdım "Bir anda öyle deyince ne diyeceğimi şaşırdım."

Hattın ucundan tatlı kıkırtısı yükseldi "Her zaman söylüyorum ama artık daha sık söyleyeceğim o zaman"

"Yok yok söyleme. Yani söyle de şimdi değil. Sana bir şey soracaktım."

"Sor bakalım."

"Bana araba kullanmayı öğretir misin?"

"Öğretirim, neden öğretmeyeyim."

"Gerçekten mi?"

"Gerçekten tabii ki, istemen yeterli güzelim, biliyorsun."

Soekjin hyunga ters ters bakındım ve "Sonra ne buluyorsun o dallamada oluyor, al işte." diye mırıldanıp gülümser gibi dudak büzerek onun da duyabileceği şekilde "Seni çok seviyorum, sorum bu kadardı." dedim.

"Ben de seni çok seviyorum." dedikten hemen sonra Jungkook'un kıkırtısı, kulağıma tehlikeli bir şekilde doldu ve beraberinde aldığı nefesini hafifçe içine çekip alçak ve belirgin bir tonda fısıldadı "O zaman eve geldiğimde..." oturduğum koltuğa iyice sindim "Ödülümü usul usul, sindire sindire alırım." gözüm Seokjin hyung'a kaydığında yutkunarak Jungkook'un arsızlaşan sesine tepkisiz kalmaya çalıştım "Aceleye gelmesini istemem, güzelim."

"Ne diyor o sana?" diye sertçe sorduğunda telefonun ses kısmını elimle kapatıp yan döndüm ve "B-bir şey demedi!" diye çığırdım, sesim fazlasıyla tiz çıkmıştı.

Seokjin hyungun delici bakışlarını sırtımda hissetmeye devam ederken yüzümün anında alev alev yanmasıyla başa çıkmaya çalışıp Jungkook'a sessizce çıkıştım "Yapma!"

Tabii ki asla durmadı. Bütün arsızlığıyla devam etti.

"Küçücük bir sözle bile böyle oluyorsan, geldiğimde yapacağım şeylerle nasıl başa çıkacaksın merak ediyorum." tanrım sesi, sesi o kadar yoğundu ki delirecek gibiydim "Seni avlayacağım Taehyung. Ve sonra kaçmaman için ısıracağım."

Ağzımı açıp nefes almak istedim ama o kadar sıcak basmıştı ki, ciğerlerim işlevini kaybetmiş gibiydi. Ellerimle yüzümü kapatıp eğildim, Seokjin hyung'un ise boştaki eliyle beni çekiştirerek kendine döndürmeye çalıştı "Sen şu telefonu versene bana, ne söylüyorsa bana da söylesin o dallama.."

"Hyung, hyung dur, ya of dur bıraksana beni." diye bağırarak telefonu daha sıkı kavradım.

Neyse ki Jungkook attığı kahkahasından sonra yeniden seni seviyorum diyerek telefonu kapatmıştı da biraz da olsa sakinlemiştim diyebilirdim. En azından Jimin arkadan "Herifteki güce bak, üç saniyede bizim oğlanın ateşini çıkarttı." diyene kadar.

"Başlarım onun gücüne! Dallamaya bak gözümün önünde de yapmayın!" derken sesi komik bir şekilde agresif çıkıyordu. Jungkook'un çok da masum olmadığını bilsem de sessizce omuz silktim "Bir şey yapmadık ki ama."

"Bir şey yapmadık mı? Feromonlarının arabaya dağılış hızının farkında mısın?"

"Hyungnim, biraz yola mı odaklansank acaba, yoksa Taehyung ödülünü veremeden ışığı görecek de."

"Yah, Park Jimin!" diyerek arkaya doğru döndüm ve elimle defalarca kez siper aldığı koluna vurarak bütün hırsımı çıkartıp yerime geri yerleştim. Seul'ün en işlek caddesine varana kadar Seokjin hyung söylenip durdu ve bazen de sinirli bir ritimle direksiyona parmağıyla vurarak 'bir ağabeyin üzerine de bu kadar gelinmez' vari cümleler kurup durdu. Nihayetinde sakinleştiğinde neredeyse varmak üzereydik bu yüzden bir ara çıkarttığımız ceketlerimizi geri giyip inmek için hazırlanmaya başladık.

Bu sırada da hyung "Haftaya birkaç günlüğüne Seul'de olmayacağım, haberin olsun." dedi. Genelde dava için şehir değiştirdiğini biliyordum ama yine de sormak istedim "İş için mi?"

"Yok, dallamayı dövmek için Busan'a gideceğim."

Kaşlarımı çatıp hemen cıkladım ve "Hiç komik değilsin." dedim. Jimin de bunun üzerine gülerek bıyık altından giydirdi "O seni dövmesin de hyungnim."

Hyung önce dikiz aynasından Jimin'e bakıp konuştu sonra da bana döndü "Öncelikle dediğini duydum, tek davada içeriyi boylar. İkinci olarak da gerçekten Busan'a gidiyorum ama merak etme iş için. Müvekkilimin bir arsa davası var birkaç güne dönerim uzamazsa."

"İyi tamam o zaman, dikkat et."

"Ederim." diyerek arabayı yanaştıracağı bir yer aramaya başladı "Sizi şurada indiriyorum o zaman."

Jimin onaylayarak koltukta sağa doğru yanaştı "Olur hyungnim, yakın zaten buraya."

"Nereye gideceksiniz ki?"

Arabadan indiğimizde ona cevap vermeden el salladım kapıyı da kapattım ama Jimin kapıyı kapatmadan önce bombayı içeri atarak "Seks shopa gideceğiz." dediği gibi kapıyı kapattı ve içeriden hyungun bağırışları yükselirken elimden tutup beni kalabalığın arasına sürükledi..

Koşturarak karıştığımız insanların arasında durduğumuzda nefes nefese ellerimi dizime yasladım ve sordum "Gerçekten seks shopa mı gideceğiz?"

"Hayır tabii ki. Sadece hyungun kudursun diye dedim, sinirlenince çok tatlı oluyor biliyorsun."

Kıkırdadım ve haklı olduğunu söyleyerek koluna girdim. Öncelikle sokak aralarındaki sıradan giyim mağazalarına bakındık, hyungun daha önceden verdiği neredeyse bütün parayı yaz için kıyafet satın almaya kullanmıştım. Asıl dışarı çıkma amacımız olan iç çamaşırı alışverişinin haddinden pahalı olacağını düşünmemiştim. Güzel ve kaliteli olan, aynı zamanda da içinde güzel hissedebileceğim iki parça kumaşın bu kadar pahalı olması hiç adil değildi. Neredeyse birçoğuna içim giderek veda etmek zorunda kalmıştım. Yine de hiç almamış değildim, eğlenceli ve baskılı iç çamaşırlarıma katılan birkaç tane dantelli hipster, birkaç tane de seksi stringler vardı elbette. Ve emindim ki hepsi Jungkook'un aklını uçurmaya yetecekti, özellikle siyah dantelli ve yanlarında kurdele olanları gördüğünde vereceği tepkiyi düşündükçe yanaklarım kızarıyordu.

Askıları hızlıca geçiştirirken Jimin de diğer tarafta asla almayacağım kadar açık iç çamaşırları arasından bir şeyler seçerek bana göstermek için geldiğinde doğruca hayır dedim. O da oflayarak geri götürdü. Döngü bu şekilde ilerliyordu yarım saattir.

Yine bir askıyı ittirip sonra diğerini ittirecektim ki gözüme takılan beyaz incili takım beni duraksattı. Normalde olsa başımı çevireceğim ve asla satın almayacağım bir takımdı ama bu... Büyülenmiştim, hatta büyülenmekten çok başkaydı, vurulmuştum demek daha doğru olurdu.

İncileri severdim, annem henüz bir avukatken gömleğinin yakasından görünen ona da annesinden kalma küçük beyaz incilerden oluşan kolyesini her taktığında ne kadar güzel hoş gözüktüğünü düşünürdüm. Gerçek bir inciye sahip olmasam da arada sırada taktığım birkaç inci kolyem de vardı ama böyle, baştan aşağı beyaz inci ve siyah dantellerle bir iç çamaşırı...

Elimi askının boyun kısmındaki üç sıra üste üste dizilmiş incilerin üzerinde dolaştırıp aşağıya doğru, kolyeye bağlı, giyildiğinde vücutta dökümlüce duracak diğer incileri takip ettim ve alt kısmına doğru ilerledim. Üst kısmı gibi alt kısmı da büyüleyiciydi, siyah dantellerden oluşuyordu, önü ve arkasındaki parçaların açıklığı fazlasıyla cesurdu ve birbirlerine incilerle bağlıydı. Ama beni en çok büyüleyen, bütün bu cüretkar görünüşü tek bacağı açıkta kalacak şekilde kapatan kısa, aynı desene sahip bez parçasıydı. kalça kısmında inci kurdelelere bağlıydı ve oradan da açıkta kalan bacağa, dantel jartiyere doğru dökümlü incilerle iniyordu.

"Çok güzelmiş."

Jimin'in kulağıma fısıldamasıyla hafifçe irkildim ama gözlerimi iç çamaşırı takımından bir an için bile çekemedim. Kendimi içinde hayal edince bile çekici hissetmiştim ama bilmiyordum. Biraz fazla gibiydi, bu yüzden başımı sallayıp askıyı yerine koymaya yeltenirken "Evet öyle." dedim ama bu cevabım Jimin için yeterli gelmedi. Takımı askıdan çıkartıp parlak gözlerle üzerime doğru tuttu.

"Hemen yerine koyma, bence sana çok yakışır."

"Biraz fazla gibi geldi gözüme. Yani..."

"İçinde kendini güzel hissedeceğini düşünüyorsan fazla olması neden seni durdursun?"

"Bilmiyorum Jimin..." derken bile aslında ne kadar çok istediğimi farkındaydım.

"Bana biraz güven, gerçekten çok yakışacak sana."

Jimin kaşlarını hadi dercesine kaldırdığında alt dudağımı ısırdım ve askıyı tereddütle elinden alarak etiketine bakmak için çevirdim. Fiyatına bakana kadar gerçekten almayı düşünüyordum ama bir iç çamaşırı takımına bu parayı vermek...

Bıkkınca etiketi bırakıp takımı askıya geri koydum "Aynen aldım şu an..."

"Kaç para ki öyle diyorsun." diyen Jimin askıdan etiketi bulup şöyle bir söz attı ve bana döndü "300.000 won. Yani, biraz pahalı."

"Biraz mı? Jimin kendine gel."

"Ne var canım, bak şimdi," diyerek kollarını birleştirdi ve gözlerini kısarak dahi bir edayla konuşmasına devam etti "300.000 wonu 12'ye bölünce, her giymen için 25.000 won eder. Doğru mu?"

Kafamda bölmemiştim ama doğru olduğunu düşünerek onu onayladım "Evet.".

"Yani her giydiğinde 4-5 kahve parası vermiş olacaksın."

Söylediği şeyin mantığı o kadar doğru gelmişti ki ben de tıpkı onun gibi kollarımı göğsümde kavuşturup parmağımı çeneme yasladım "Çok ucuz. Haftada dört kahve içtiğimi düşünürsek, ortalama bir kahve zaten 25.000 won."

"Ayda 16 kahve eder. Yani her ay 5 kahveden vazgeçsen, bedavaya gelmiş olur. Ya da şöyle düşün, bu iç çamaşırını giydiğin her ay 5 kahve içmezsen, teknik olarak hiç para vermemiş gibi olursun."

"Siktir, çok iyi."

"Aynen öyle!"

İkimizin de gözleri aynı ışıltıyla parlarken ellerimizi havada buluşturup beşlik çakarak askıdan çamaşırı kaptığım gibi kasaya doğru ilerledim ve Seokjin hyungun neye harcadığımı bilse asla vermeyeceği paranın hepsini yatırdım. Asla da pişman olmadım, çünkü içimde boşa gitmeyeceğine dair sağlam bir his vardı.

Mağazadan poşetlerle çıkarken son derece keyifliydim ve Jimin'le akşama kadar diğer mağazaları dolaşırken de son derece eğlenmiştim. Bitmek bilmeyen bir param olsa Jimin'in aman ne olacak mottosu yüzünden muhtemelen çok fazla şey alarak evin yolunu tutacaktım ama üç parça poşetle eve dönmek zorunda kaldım.

Eve döndüğümde ilk işim aldıklarımı kirliye atmak oldu. Ertesi gün akşam hepsini yıkayıp kuratacaktım. Sonra geriye bir tek Jungkook'a göstermek kalıyordu ama onun için de iki günüm vardı. Bu yüzden vakit bir türlü geçmek bilmiyordu, zamanımın çoğunu evde digital çizimler yaparak Kafein'le geçiriyordum. Sadece bu iki işi yaptığım için de günlerdir Jungkook'dan temizlik konusunda azar işitmiştim, çamaşırları bile yıkamamıştım öyle bir boş vermişlik vardı üzerimde. Yani aslında haklıydı, fazlasıyla üşengeç olmak iyi değildi ama beni ittirecek kimse olmayınca kendimi salmadan edemiyordum. Neyse ki gönlünü almak da çok kolaydı. İki dudak büzmeme ve seni özlemekten hiçbir şeye vakit bulamıyorum'a bakıyordu, hemen gözleri parlıyordu.

Bu akşam da geçen akşamlar gibiydi, normalde Jungkook'la görüntülü konuşacaktık ama serada bir problem çıktığı için iptal etmek zorunda kalmıştık. Ben de, Hoseok hyung temizlemiş olsa bile elli kere çamaşır suylu bez ve dezenfektanlarla sildiğim dövme koltuğuna uzanmış televizyon izliyordum.

Üzerime çektiğim ince polar battaniyeye sarılırken telefonuma gelen mesajla gördüğüm alfamın ismine hızla tıklayıp mesajı açtım.

alfacık 💖

ResimLink - Resim Yükle

sarı şeker 🌼

salakkk

kalbim sana hep açık zaten 🥺

alfacık 💖

o zaman evin kapısını aç

ellerim dolu

sarı şeker 🌼

ne

alfacık 💖

kapıyı diyorum aç

ellerim dolu ben açamam

sarı şeker 🌼

saçmalama

alfacık 💖

gayet ciddiyim

sarı şeker 🌼

SAÇMALAMA

GELDİN Mİ GERÖEKTEN

alfacık 💖

bilmem

kapıyı aç bakalım gelmiş miyim

iletildi 19.15

görüldü 19.15

Heyecandan kalbim hızlı atmaya başladı ve telefonu dövme koltuğuna bırakıp poların altından neredeyse düşercesine kalkarak kapıya koşturdum ve tepedeki kilidi aceleyle sola çektiğim gibi kapıyı açtım.

Kapının kirişine yaslanmış, elinde pembe ve kırmızı çiçek buketiyle, o çok sevdiğim hafif sırıtışını dudaklarına kondurmuş alfamın bana göz kırparak sakince "Sürpriz." demesi o kadar iyi hissettirmişti ki...

"Hiih!" diyerek adını çığlık atarcasına bağırdığım gibi üzerine doğru zıpladım ve beni kalçamın altından desteklerken bacaklarımı belime sarıp kollarımı da boynuna doladım. Onu sıkıca sarmış ve boynuna seri şekilde öpücükler kondururken Jungkook beni içeri taşıyıp kapıyı kapattı ve hafifçe gülerek konuştu "Birileri özlemiş."

"Çok. Çok çok özledim."

"Dur, dur düşeceğim. Gören de aylardır görüşmüyoruz sanır."

Kıkırdayarak boynuna öpücükler kondurmaya devam ettim, çenesine ve yanaklarına doğru çıktım. Bu sırada da Jungkook banka oturmuş, ben de kalçalarının iki yanına bacaklarımı koyarak geri çekilip ellerimle yanaklarını tuttum. Kocaman parlak, siyah gözleri, yukarı kalkmış dudaklarının köşeleri ve sağ tarafında oluşmuş ufak çukuru onun gibi bir gülüşle izleyip yüzünün her bir noktasına özlemimi belli edecek kadar çok öpücük kondurmaya başladım. Eksikliğini çektiğim çikolatalı feromonları, çoktan bütün evi kaplamıştı. Beni en çok mutlu eden şey de bu olmuştu, alfamın kokusu artık her köşede bütün tazeliğiyle yayılıyordu. Sadece... neden bilmiyorum ama içimde bir his vardı, sanki bu kokusuna da yansıyordu belli belirsiz, bir şeyler olmuştu, morali bozulduğu için erken gelmek zorunda kalmıştı.

"Tamam dur, dur artık ben de özledim bir göreyim yüzünü sonra devam edersin öpmeye."

"Bana ne?" bir öpücük daha kondurdum "Durmayacağım." bir tane daha "Ben daha çok," sonra bir tane daha "Özledim."

İşin eğlenceli ve sulu öpücüklü özlem gidermesini sabırla bekledi ve sürekli kıkırdayarak bazı anlar da o da yüzümün birkaç yerine buse kondurdu. Ama sonra daha fazla dayanamamış olmalı ki ensemden tutup düzensiz öpücüklerimden birini dudaklarına çevirip tam anlamıyla gerçek bir öpüşmenin içine çekti bizi.

Bedeninden yükselen tanıdık sıcaklık, özlemle yanan kalbimin en hassas noktalarını okşayarak bütün bedenime yayıldı. Yanaklarında soluklanan ellerimden birini ensesine kaydırdım ve yumuşak bukleleri okşadım. Telleri parmaklarımın arasında kıvrılırken, sıcak teni avuçlarımın içine sığıyor gibi hissettim. O kadar çok özlemiştim ki bu hissi...

Öpüşmeyi ağırdan alıyorduk ama tutku gözle görülür düzeydeydi. Önce alt dudağımı hafifçe emdi, ardından diliyle yavaşça dudaklarımı aralayıp nefesimizi birleştirdi. Ona uyum sağladım ve ellerimi ensesinden yüzüne doğru kaydırıp, elmacık kemiğinin hafifçe altını okşadım.

O da ensemdeki eliyle öpüşmemizi desteklemek için yanağımla kulağımın arasındaki boşluğu kavradı. Baş parmağı usul usul yanağımı okşadı. Dokunuşu nazik, bir o kadar da sahipleniciydi ki içim ürperdi. Gözlerimi araladım ve aramızdaki ufacık mesafeden onun yüzünü izledim. Beni gülümseyerek öptüğünü gözlerinin köşelerindeki ufak çizgilerden anladığımda istemsizce ben de güldüm gözlerimi yeniden kapatarak nefesim kesilene kadar öpüşmeye devam ettik.

Bana her dokunduğunda ve ona her dokunduğumda yaşadığımı hissediyordum. Hayatımın en kötü ilişkisinde bu eksiklik beni bir an olsun bırakmazken nasıl olur da ruh eşim olmayan bir insanda tamamlanmış hissiyle dolup taşabilirdim anlamıyordum ama artık sorgulamayı bırakmıştım. Onunlayken iyi hissediyorsam, diğer bütün detaylar önemsizdi.

Nefes almak için geri çekilince Jungkook'un eli, alnıma dökülmüş saçları ittirip gözleriyle yüzümün bütün detaylarını usul usul izledi ve elmacık kemiklerimi okşadı. Bu sırada ben de ilgilenilmenin keyfini gülümseyerek kucağında çıkarırken "Neden söylemedin geleceğini, en azından evi temizlerdim."

Dudağımın köşesine hızlıca bir buse kondurdu "Bunu görmek için."

"Yaa..." elimle omzuna vurup öpüşmemizden beri kalçamla birlikte tuttuğu buketi kucağıma çekerek kokladım "Ciddi soruyorum, evde bir şey mi oldu?"

"Hiçbir şey olmadı." derken bile o his hala bir yerlerde kafamı kurcalıyordu ve omegamı huzursuz ediyordu.

"Yalan söylüyorsun. Moralin bozuk, hissediyorum."

Jungkook'un yanağımı okşayan eli duraksadığında yüzümü daha iyi görebilmek için geri çekildi ve kaşlarını kaldırarak sordu "Hissediyor musun?"

"Feromonlarından belli oluyor."

"Feromonlarıma yansıtmadığımı düşünüyordum."

"Konumuz bu değil. Ne olduğunu söyleyecek misin?"

"Önemli bir şey olmadı güzelim. Evdekilerle atıştık o kadar."

"Erken dönecek kadar?"

"Gerçekten önemli bir şey değil." dediğinde boynumdan hafifçe öptü ama kendimi geri çekip sessiz kalışına tıpkı onun gibi kaşlarımı kaldırarak tepki gösterince derince bir çekmesiyle devam etti "Ablam... Dün biraz kavga dövüş yaşandı, annem karışmamamı söyledi ama ilişkileri içindeki mevzuları çok başka bir yere doğru gitmeye başlayınca müdahale etmek zorunda kaldım. Annem de beni azarladı ben de ona çıkıştım biraz."

"Yaa... Kötü olmuş."

"Öyle işte, dediğim gibi o kadar da önemli değil."

"Yine de seni üzen bir şey olduğu için dinlemek istedim."

"Mhh..." dudaklarının köşeleri kıvrılarak parmak uçlarıyla boynuma doğru dökülen saç tutamlarını okşayıp yanağımdan öptü "Seni de üzmek istemedim."

"Asıl söylemezsen üzersin."

"Hm-hm..." diye mırıldanarak yavaş ve tatlı öpücükler bırakmaya başlayınca mayışmış bir şekilde gülümsemiş ve onu ittirirken kıkırdamıştım "Beni dinlemiyorsun ama."

"Kokun dikkatimi dağıtıyor, ne yapayım, o kadar özlemişim ki... Sanki bir hafta değil bir yıl olmuş gibi."

Hem benim hem de omegamın hisleri alfanın ilgisiyle dolup taştığı için ağız dolusu gülümsemeden duramıyordum. Üstelik kucağımda tuttuğum çiçeklerden yükselen kokuyla bu his daha da güçleniyordu ve arada burnumu şakayıkların taç yapraklarına doğru sürtüp içime çekiyordum.

"Garda görünce aklıma sen geldin. Beğendin mi?"

Sorusuyla yanağımı okşayan elini tutup avuç içinden öptüm "Çok, çok beğendim. "

"Emin misin?"

"Evet, " diye sorarken yüzümü incelemekten bir an olsun vazgeçmeyen Jungkook'un parlak gözlerine neşeyle bakıp dudağından kısacık öpüp geri çekildim "Neden sordun ki?"

"Çiçekler hakkında hiçbir şey söylemedin."

Dudak büktüm ve tuttuğum çiçeği göğsüme bastırdım. Hiç bu şekilde düşünmemiştim ama aslına baktığımda Suho'dan bir dal bile olsa çiçek almak istediğim çokça an olmuştu. Tıpkı beni sevmesini istediğim bütün anlar gibi, bu konuda da onunla çokça kez kavga etmiştim. Bana bir şeyler hissettirmesini, bir şeyler vermesini, sırf sevdiği için bir adım atmasını istemiştim ama ne yazık ki hayatımı mahvetmekten başka bir şey yapmamıştı.

O söyleyene kadar fark etmemiştim bunu ama Jungkook'un gözlerine baktığımda içimi ısıtan, kalbimi titreten o his aslında pek çok şeyi anlatıyordu.

Çiçekler çok güzellerdi ve elbette benim için alması da bir o kadar değerliydi. Ama umurumda olan şey sadece güzel bir demetin içindeki güzel kokulu dallar değildi. Çünkü istediğim hiçbir zaman iki üç dal çiçek olmamıştı. Mesele çiçek ya da başka bir şey de değildi. Ben, o duygunun kendisini istemiştim. O içtenliği, o düşünülmeyi, sırf sevildiğim için alınan küçücük bir şeyi, ya da en ufağı yoldan gördüğü bir çiçeği bana benziyor diye eve getirişini. Sevdiğim asıl şey, bana bunları hissettiren kişiydi, Jungkook'tu, kalanı o sevgiyi göstermek için basit aracılardı.

Jungkook'un gözleri evdeki loş ışık yüzünde kocaman, parlak bir karadelik gibi gözükürken bana beklentiyle bakıyordu.

Ellerimi yanaklarına koydum ve ona tepeden bakarak "Çünkü seni çiçeklerden, ya da bana alacağın herhangi bir şeyden daha çok seviyorum." dedim ve gözlerindeki yumuşamayı izlerken uzamış saçlarını hafifçe geriye tarayarak devam ettim "Ayrıca seni o kadar çok özledim ki gözüm senden başka bir şeyi görmedi diye bu çiçekleri ezdirmem tamam mı?"

Işıltılı gülüşü bütün yüzüne yayıldı ve başını hafifçe geriye atarak bir kahkaha bıraktı. Ardından ise dudaklarını benimkilere yaslayıp kısacık bir öpücük verdikten sonra geri çekildi "Ben seninle baş edemem."

"Etme zaten."

Ben lafımı bitirir bitirmez, Jungkook ellerini belime koyup beni biraz daha kucağına doğru yerleştirip yakınlığımızı arttırdı. Ellerimi ensesine doladım ve dudaklarına uzandım. İlk öpücük nazikti, ikinci biraz daha uzun sürdü ve üçüncü... Kucağında, elleri sırtımda gezinirken özlemimi bir bir erittim, ileri, çok daha ileri gitmek istedim çünkü kucağında hareket ettikçe sertliğini hissetmek beni yavaştan delirtmeye başlamıştı. Ancak şu anki önceliğim cinsel tutkularımıza sığınmak değil, onun her bir noktasıyla özlem gidermekti.

Jungkook'un sıcak dudakları özlemini giderip yavaş yavaş tutkuyla hareketlendiğinde çeneme ve oradan da nefesimi kesecek yere, boynuma ilerlediğinde ellerimi ensesine götürdüm. Onu kendime bastırmak ve kucağındayken hafifçe sürtünmek aramızdaki sıcaklığı arttırdı ama hesaba katmadığım bir detay, yatak odasından "Miiiaaov!!" diye bir bağırışla çıkageldi.

İkimiz de istemsizce irkilip sese döndük ve Jungkook gülerek yerdeki siyah, agresif kedimize bakarak "Kıskanç panter." dedi ve bunun üzerine Kafein sanki onunla konuştuğunu anlamış gibi bankın üzerine atladı. Sonra da patilerini Jungkook'un omuzlarına koyarak samimi bir hareketle burnunu alfanın burnuna değdirip kokladı.

İkisi arasındaki iletişimi şaşkınlıkla izledim çünkü ben eve geldiğimde yüzüme bile bakmamış üstüme bir de tıslama almıştım. Jungkook'la değil en çok benimle iyi bir samimiyeti varken bu muameleyi görmek beni oldukça şaşırtmıştı. Ancak şaşırsam bile bir noktada Kafein agresif bir kediydi, elbette bir noktadan sonra tepkisini ortaya kocayacaktı çünkü bu Jungkook'ya her zaman yaptığı numaralardan biriydi.

Jungkook burnunu kırıştırarak "Bu gece beni paylaşman gerekec-" dediğinde bitirmesine fırsat vermeden "Öyle bir şey olmayacak." diye atladım ve huysuzca kollarımı göğsümde kavuşturup Jungkook'un gülüşünü Kafein'in de hala burnunu koklayışını izledim.

Tam o anda kedimiz ondan beklenecek şekilde oldukça hızlı bir hareketle Jungkook'un burnunu ısırıp bağırttı. Gülmemek için kendimi zor tutarak Jungkook'un burnunu ovuşturup söylenmesini izledim.

"Yemin ederim iki dakika sevmeye gelmiyor, hemen canavar oluyorsun. İkiniz de aynısınız deyince kızıyorsun. Pistt, pist, git bakayım buradan."

Kafein Jungkook onu ittirmesine fırsat bırakmadan hızlıca yere atladı ve uzak bir noktada hiçbir şey olmamış gibi patisini yalamaya başladı. Hızlıca ellerimi boynuna sardım ve kucağında kayarak gözlerini bana çevirmesini sağladım. Ağır ağır kırpıştırdığım gözlerimi onu etkilemek için biraz kısmış ve sesime biraz derinlik katarak "Ben olsam ısırıp gitmezdim." dedim.

"Hmm..." hafifçe mırıldanarak bir eliyle kalçamı kavradı ve diğerini de sweatimin içine sokup parmak uçlarını ağır ağır sırtımda gezdirerek dudaklarımın üzerinde tıpkı benim fısıltım gibi bir fısıltı bıraktı "Dene bakalım nasıl ısırıyormuşsun?"

Oldukça yavaş bir şekilde önce dudağından öptüm, alt dudağını hafif bir şekilde dişleyerek çenesine ilerledim ve aşağıya, boynuna doğru, feromonlarının tatlı tatlı yükseldiği yere ulaştım. Ciğerlerime kadar nüfuzs eden o tatlı kokunun kaynağına yakın olmak sarhoş edici bir histi ancak normal şartlarda bu yakınlık beni kendimden geçirmeliydi. Baskın bir alfa olmasına rağmen bunun olmamasının tek sebebi Jungkook'un bunu mükemmel bir şekilde kontrol edebilmesiydi. Bu yüzden devam edebilme gücüm bolca vardı.

Dudaklarımı tam boynunun birleştiği yere bastırmadan önce koku bezlerini yaladım ve derin bir öpücük bıraktım. Teninin hemen altında atan nabzı dudaklarımın ucundaydı. Bu hareketimle Jungkook'un nefesi anında değişti, göğsü belli belirsiz ama fark edilir şekilde kalkıp inmeye başladı.

Baskın omega ve alfalara göre pasif omegaların köpek dişleri daha kısaydı ancak baskın alfaların da hassas olduğu noktalardan birisi elbette koku bezleriydi. Dişlerimi, nazik ama kararlı bir baskıyla tenine geçirdiğimde Jungkook'un kasları bir anda gerildi ve kalçamdaki eli sıkılaşırken sırtımdaki eli ensemdeki saçlaraak tutunup inledi "Taehygung..."

Feromonları deli gibi etrafa yayılmaya başladı ancak hala kendini tutmaya çalıştığı bütünüyle kasılmasından anlaşılıyordu. Yine de durmadım, dişlerimi koku bezlerine biraz daha geçirip orada biraz oyalandım. Onu işaretlemek bir yana, bana ait bir iz olsun istemiştim.

Alfamızı işaretlediğimiz yerde.

Bize ait ufak bir iz.

Jungkook, istediğimi fark ettiğinde başını yatırarak boynunu iyice bana sundu ve elleri sıkıca kalçama tutunup kesik kesik nefesler almayı sürdürdü.

Dudaklarım, dişlerimle boynunda uyumluca hareket ederek bir süre orada oyalandı ve ensemdeki saçlarımı çekiştirerek dayanamadığı noktaya ulaştığını belli ettiğinde yavaşça geri çekildim.

Göz göze geldiğimizde dudakları aralık, nefes nefese kalmış bir halde kirpiklerinin arasından bana baktı ve "Sen..." dedikten sonra başını iki yana salladı "Sen beni öldüreceksin."

Alt dudağımı ısırıp hala sıcak olan izde parmaklarımı dolaştırarak Jungkook'a bir kıkırtı bırakıp "Yok, onu yapmam," diye fısıldayıp oyuncu bir tavra büründüm "Sadece birazcık dengeni bozarım. Ama sadece birazcık."

Jungkook'un elli ensemden yavaşça aşağıya inip sırtımı okşadı ve beni beklemediğim bir hızla kendisine doğru çekerek dudaklarımızı neredeyse değdirecek yakınlıkta kalarak fısıldadı "Bu yaptığının bir karşılığı olacak, aklından çıkartma." Tekrardan kıkırdadım ve dudağının köşesinden öptüm. O da kollarını iyice bana sadı "Şu anı bozmak istemezdim ama getirdiklerim sen yiyemeden bozulursa annem beni öldürür."

"Ablanın kimchisinden getirdin!" dedim neşeyle bağırarak.

"Myeolchi bokkeum ve gamja jorim de getirdim."

"Ağzım sulandı, kalk çabuk dobağa yerleştirelim, bozulmalarına izin veremeyiz."

Kucağından kalkıp doğruca kapının önündeki örtülerle sarılmış bidonlara koşturdum ve bir tanesini alarak tezgaha götürdüm. Jungkook da peşimden geldi ve diğerini getirdi. Üst raftan dolaba koymak için kilitli kapları çıkarttığında ben de çekmeceden eldivenleri aldım.

"Çantam ağır oldu da alamadım diye çok üzülmüştüm. Sen de hepsini getiremezsin sandım."

Jungkook ellerini yıkayıp eldivenleri geçirdi ve "Bir kere beğendin ya, annem gerekirse kendi getirirdi merak etme." diyerek duygusalca dudak bükmeme sebep oldu "Yaa... Annen gerçekten dünyalar tatlısı bir insan, hiç gerek yoktu bu kadar yiyeceğe."

"Müstakbel damadı olacaksın ya, iyi bakmak istiyor sana."

Nefesim bir an için kesildi ve kendimi topladığım ilk an "Jungkook!" diye bağırıp ayağımla kalçasına hızlıca vurdum "Söyleme şöyle aniden ya of!"

"Niye, yavaş söyleyince kabullenecek misin?"

"Bak ya..."

"İyi tamam, evlenince görürsün zaten."

Cıkcıklayıp ayağımla bir kez daha ona tekme atarak kaşlarımı çattım ve içten içe kızardığım yanaklarımla yemek kutularını doldurup kilitlemeye yardım ettim. İşimiz bittiğinde Jungkook kutular için dolapta yer ayarlamaya çalışırken ben de çiçekler için vazoya benzer bir şey arayışınma giriştim. Daha önce hiç çiçek alanım olmadığı için haliyle evde vazo da yoktu bu yüzden eskiden geceleri ramen yaptığım kavanoz büyüklüğündeki renkli bardağa su doldurup şakayıkları özenle içine yerleştirdim ve kokularını içine çektim.

"Diğer hediyeni de görmek ister misin?"

Burnumu çiçeğin taç yapraklarından çekip kaşlarımı kaldırarak ufak valizini açmakta olan Jungkook'a döndüm "Diğer hediyemi mi?"

"İşte, bak," diyerek içinden pembe, pofuduk bir sabahlık çıkarttı.

"Jungkook! Seninkinden!" Ağız dolusu gülerken koşturarak yanına çöktüm sabahlığı elime alıp yanağıma sürttüm "Yumuşacık!"

"Benimkini seviyorsun diye aldım. Kışın bunu giyip battaniyenin altında keyif yaparız."

"Yaparız tabii," eliyle valizin içini karıştırarak fıstık yeşili bir kumaş parçasını bulduğunda gözleri ışıldayarak havaya kaldırdı ve "İşte buldum!" diyerek ayaklanıp pantolonunu çıkarmaya başladı.

"N-ne yapıyorsun?"

"Annem dolapları temizlerken buldu, babamınmış. Doksanlarda çok meşhurmuş bu marka." baksırının üzerine giydiği slip mayoya gözlerimi kırpıştırarak bakındım. Nasıl desem... O kadar dardı ki, her şeyi görebiliyordum, yani, gerçekten... Her şeyi. Ve ne demem gerektiğini bile bilememiştim çünkü karşımda süpermen duruşuyla o kadar neşeliydi ki, nutkum tutulmuştu adeta.

"Nasıl ama, bir şey söylesene?"

"Jungkook..." derken kelimeleri toparlamaya çalışıyordum ama bir türlü başaramıyordum. Jungkook da anlamış olmalı ki toparlayamadığım kelimeleri tabir edilebilecek en uygun şekilde dudaklarından döküverdi.

"Çekinme, söyle hadi. Rezalet olduğunu biliyorum."

"Aman tanrım, çok kötü." elimle ağzımı kapatıp başımı kabullenemiyor gibi salladım "Gerçekten daha rezalet bir şey görmedim. Bütün hatların... Ahh, özür dilerim, gerçekten rezalet olduğunu söylemekten kendimi alıkoyamıyorum."

"Asıl bu rezaleti babamın gerçekten giydiğine inanamıyorum. Siyah beyaz fotoğrafı bile var, inanamıyorum."

Slip mayonun sağını solunu kontrol ederek genişletmeye çalışırken yüzümü buruşturdum ama sonra bir şey oldu ve kendimi gülümserken buldum. Bir an için onu sahilde hayal ettim. Güneş tepede parlıyordu ama yakmıyordu, hava sıcaktı ama bunaltıcı değildi. Jungkook kumların üzerindeydi, yanında da bir örnek giyindiği aynı fıstık yeşili slip mayoyla küçük bir oğlan kumdan kale yapıyordu. Saçları şimdiki halinden kısaydı ve rüzgar onları hafifçe bronzlaşmış yüzüne doğru dağıtıyordu. Dudaklarında daha önce hiç görmediğim bir gülümsemeyle oğlanın yüzüne uçuşan kumları nazikçe siliyordu, öyle ki hayaliyle bile içime garip bir mutluluk dolmuştu.

Sonra küçük çocukla bana doğru baktı ve ben henüz bana gerçekten nasıl bakıyor olabileceğini idrak edememişken Jungkook da baktı. Her zaman parlak olan gözlerindeki ışıltı, elini uzatıp 'Gelsenize' diye bağırdığında yanımdan koşan kız çocuğuyla daha da artınca kalbimin göğüs kafesini deleceğini hissettim.

Mutluluk, sevgi, heyecan...Her bir duygu oradaydı. Ve ben o hislere dokunmak istemiştim.

Jungkook'un bana uzattığı eline dokunmak için elimi uzattım ve her şey bir anda soluklaştı. Gülüşler rüzgarla silindi, sıcaklık yerini hafif bir serinliğe bıraktı.

Artık çocuklar yoktu. Kum yoktu. Sahil yoktu.

Gözlerimi kırpıştırdım ve karşımda bütün gerçekliğiyle duran Jungkook'la gözgöze geldim. Sanki aklımı okumuş gibi ilgiyle "Ne oldu, neden sırıtıyorsun?" diye sordu.

"Hiç." dedim hızlıca ve kendimi toparlamak için elimle altındaki moda katliamını gösterdim "Sakın onu benim yanımda giymeye kalkma. Göz sağlığım bozuluyor."

"Hmm..."

Bir mırıltı çıkarttıktan sonra gözlerini kıstı ve mayonun lastik kısmını genişletip bırakarak tenine çarpıp ses çıkmasını sağladı "Tam olarak bunu dediğin için sırf gıcıklığına da olsa bunu giyip sahilde boy göstereceğim."

"Asla! Asla kabul etmiyorum!" dedim, kahkahalarla gülerken başımı da iki yana sallayarak. Ama gülüşümün ardında endişeli bir şey vardı. Gözlerim Jungkook'un yüzündeydi, ama zihnim hala o sahildeydi... O hayalin içinde bir yerde asılı kalmış gibiydim. Gözümün önüne gelen görüntüler öyle canlıydı ki... O çocuklar, o ses, o mutluluk...

Yutkundum.

Jungkook hala gülüyordu ve bir şeyler söylüyordu ama ben onu izlerken içimde bir sıkışmayla içten içe ona hiçbir şey hissettirmemeye çalışıyordum. Gerçeklik algım bana bunun bir hayal olduğunu söylüyordu ancak bir hayal bu kadar gerçek hissettirmezdi. Sesi hala kulaklarımda çınlıyordu.

Gelsenize...

Sonra, bir başka his çöktü içime. Korkunç bir his...

Ya o ben değilsem?

Gördüğüm şeyin içindeydim, ama kendimi hiç görmemiş sadece uzaktan izlemiştim. Oradaymış gibi değil, dışarıdan bakıyormuş gibi.

Ruhumun incindiğini hissettim ve içimden geçen bu ihtimali bastırmaya çalışırken, kalbim daha hızlı atmaya başladı. Korktum, gerçek olmama ihtimalinden, mutlu olduğu hiçbir ana şahit olamamaktan, onsuz olan her şeyden... Gerçeklikle hayalin arasındaki çizgi, o kadar incelmişti ki sanki bir adım atsam düşecektim, tek bir hata yaparsam onu kaybedecektim.

Ve ben bütün bunları düşünürken ufak rastlantıların pek de masum olmadığını anlayacak ve onu kaybetmenin nasıl bir his olduğunu çok ağır bir şekilde öğrenecektim.

***

Chapter 31: korkuları oluşturan o adam ve acıtan sevgi

Chapter Text

ResimLink - Resim Yükle

Bir haftadır üzerimde olan yorgunluk ve hiçbir şey yapmama isteksizliği yüzünden geceleri geç yatıp gündüz de öğleden sonraya doğru kalkıyordum, daha doğrusu kalkmamak için debelenip duruyordum. Ama şimdi mutfaktan gelen sesle uyandım ve evin içine yoğunca yayılan feromonlarını soludum derince. Dünden beri her zamankinden fazlaca ancak dikkatli olacak şekilde kokusunu salgılıyordu. Hala evin içinde onu rahatsız eden alfa feromonlarının olduğunu anlamıştım ve bu durumdan yakınmıyordum. Aksine onun feromonlarıyla bütün bir ömrümü geçirebilirdim.

Mayışmış bir şekilde gülümserken uykulu olsam bile yorganı üstümden attığım gibi kalkarak içeriye, kokusuna doğru yürüdüm.

Jungkook’un sabah kahvaltısı için pişirdiği yemek kokusu kendi kokusunun yanında bütün evi kaplamıştı. Gözlerim henüz açılmamıştı ve ocağın başında beni gördüğünde bana gülümseyerek “Günaydın,” dediğini fark etmiştim. Ama cevap vermedim, sadece ona doğru yürüdüm ve sonra boynuna sarılarak kucağına tırmanıp bacaklarımı beline doladığım gibi boynuna kondurduğum öpücükle yüzümü tam öptüğüm yere gömdüm. Hafif hafif de soludum.

Jungkook güldü ve hemen uyum sağladı. Yemeğin kaşığını bırakmadan diğer eliyle kalçamdan destekleyip beni kucağına sabitledi ve tıpkı ona yaptığım gibi boynumdan öpüp yemeği yapmaya devam etti. Bir süre bu pozisyonda kalmayı sürdürdük ve inanılmaz ama o kadar rahattı ki, kısacık da olsa uykuya daldığımı söylesem yalan olmazdı.

Kendime geldiğimde uyandığımı anlaması için parmaklarımı Jungkook’un saçlarının arasına götürüp minik minik masaj yapmaya başladım. O da anlamış gibi açıkta kalan boynumdan öptü ve “Günaydın koca bebek.” diyerek eliyle desteklediği kalçamı patpatladı.

Dudaklarım boynunda soluklanırken huysuzca karşılık verdim “Günaydın.” ardından kalçama hızlı bir şaplak yiyip üzerine bir de “Dövseydin bir de, o nasıl günaydın demek.” diye Jungkook’tan azar yedim. Yaşadığım şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdığım gibi omuzlarından ittirip doğruca yüzüne baktım.

“Döverim?”

“Hiçbir şey yapamazsın.”

“Yemin ederim döverim.”

“Dene bakalım.” dediğinde yapamaz mıyım sanıyorsun der gibi kaşlarımı biraz daha havaya kaldırdım ve omuz silkmesiyle birlikte ona benimle dikleşmesinin cezasını vermeye giriştim. Elimi omzuna doğru sertçe vurmak için havaya kaldırdım ancak başaramadan parmakları bileklerime sarıldı, dudakları da dudaklarıma beni sarsacak şekilde kapanıp aynı hızla geri çekildi.

Bu sefer ben de tepki olarak kaşlarımı çattım “Bak, dolandırıcılık yapıyorsun ama.”

“Hiç öyle bir şey yapmam.” dedi ve ardından tekrar öptü.

“Ama böyle öpersen dövemem.”

“Amaç zaten o yavrum.” dedi ve ben daha karşılık veremeden, tezgahın üstüne oturttuktan sonra ellerini kalçama koyup beni sabitleyerek bir öpücük daha kondurdu dudağıma. Bir kez de yanağımdan öpüp hiçbir şey olmamış gibi tekrar ocağa döndü, tavanın içindeki sebzeli kimchiyi karıştırmaya devam etti. Yemeği yaparken ve masayı hazırlarken ki her hareketinde bana temas etmek bir an olsun vazgeçmiyordu, kokusu hep ciğerlerime dolduruyordu. Arada dönüp beni öpüyor, omzuma, dizime ya da yanağıma dokunuyordu. Her küçük teması içimde kıpır kıpır bir his yaratıyordu, yüzümde istemsizce bir gülümseme beliriyordu.

Sabahlardan nefret ederdim ama şimdi fark etmiştim ki Jungkook’la sabah saatleri bile güzeldi. Benimle konuşuyor, beni duyuyor, dinliyor, ellerini üzerimden çekmiyordu ve bunları yapmak içinden geliyordu. Jungkook gerçekten sabahımı ısıtan, mükemmel bir alfaydı.

İçerisine biraz su eklediği tencerenin içinden kaşıkla minik bir lokma alıp üfleyerek bana uzatırken uyardı hemen “Biraz acı olabilir. Yanlışlıkla benim kimchiden koymuşum ama fark edince acısını bastırmak için eklemeler yaptım.”

“Olsun, sen yaptıysan yerim.”

Kaşığın ucundaki lokmayı dikkatlice alıp çiğnerken Jungkook’a bakmayı sürdürdüm ve o da gözlerini benimkilerden ayırmadı. Gözleri dudaklarıma kayıp parmağının ucuyla köşesini silerek göz kırptı ve “O zaman ben de seni yerim.” diyerek boynuma bir öpücük bırakarak ocağın altını kapattı.

Sonra da ellerini bir kez havada çırpıp devam etti ve beni masaya götürmek için kucakladı “İşte, hazır.”

Sonra hiç uyarı vermeden kollarını belimin altına yerleştirip beni tekrar kucağına aldı.

“Ben inerdim,” dedim hafifçe kıpırdanarak ama buna hiç de itirazım yoktu.

“Kucağımda olmanı seviyorum,” burnunu yanağıma sürtüp hafifçe de iç çekti “Hatta kokunu biraz daha yaysan çok daha iyi hissedeceğim.”

Omegam bu isteği karşısında ilk kezmiş gibi heyecanlanırken gülümseyerek parmaklarımı ensesindeki saçlarının içine gömdüm, yanağından bir öpücük çalıp feromonlarımı biraz daha arttırdım. Bedenindeki gevşeme elimin altında fazlasıyla hissedilebilirdi ve başka bir alfanın ufacık feromonlarının bile bu kadar bariz etki ettiğini düşününce, kendi üzerindeki etkimi hayal bile edemiyordum.

Masaya ulaştığımızda kucağındayken beni diğer sandalyeye oturtmak yerine aynı sandalyeye oturmamıza şaşırdım. Bu kadar yakınlığı ve teması beklemiyordum ama kalkmak için davranmadım. Zaten o da rahat edebilmem için diğer sandalyeyi ayaklarım altına çoktan çekmişti bile. Ona uyum sağladım, kimchi kavurmasını diğer tabakla birlikte önüme çekerek yemek çubuklarının birinin ona verdim.

Çubukları eline alıp şöyle bir inceledi ve konuşmadan önce kasenin köşesine vurdu.

“Şu yemek çubuklarının ışın kılıcına benzeyenlerini gördüm bir sitede.”

“Siyahla mavi olan mı?”

“Hı-hmm.”

“Sanırım gördüm geçen günlerde instagramda.”

“Dur bak, göstereyim.”

Masanın üzerindeki telefonunu alıp bana aldığı ekran görüntüsünü gösterdiğinde kendimizi derin bir sohbetin içinde bulduk. Sabahın aydınlattığı sakin ve mutfağı bir olan küçük evimizde, o kadar çok şeyden konuştuk ki… Yaptığımız en saçma hatalardan, kıçımızın açık sanıldığı rüyalardan, sevdiğimiz şeylerden, şohbenin bir türlü suyu ısıtmıyor oluşundan, hatta bu yüzden benimle duşta kurduğu yanak kızartacak cinsten düşüncelerinde… Her şey o kadar güzeldi ki… Anlatmak isteyip de hep içimde tuttuğum her bir düşüncemi farkında bile olmadan bir bir anlatmaya başlamıştım. Çünkü kendimi güvenli yerimde hissediyordum.

Sabahlarımın böyle, bazen onun kucağında bazen de yanı başında geçecek oluşunu düşünmek beni istemediğim kadar çok gülümsetmeye yetiyordu. Ancak aklımda sinsice gezinen düşüncelere de engel olamıyordum. Sürekli ötelesem de olmuyordu, dünden sonra kuruntu mu bilmiyordum ama bana ve omegama huzursuzluk veriyordu.

Düşüncelerimin arasında yemeğin son lokmalarını da götürdükten sonra Jungkook elini uzatıp dudak kenarımdaki sos kalıntısını sildi ve parmağını ağzına götürerek göz kırptı. Sadece göz kırpmakla kalmadı, bir “Mmm…” sesiyle parlak gözlerini yüzümde gezdirdi “Senin tadınla sabah yemekleri daha bir güzel oluyor.”

Ona belli etmeden toparlanıp kıkırdadım ve ona kısacık bir öpücük vererek geri çekildim. Hemen ardından ise masumane bir tavırla hedefimi gerçekleştirmek için ufak bir oyuna giriştim. Bu sırada da ellerimden biri sürekli ensesindeki saçlarla oynuyordu onu etkim altına almak için.

“Hmm… Başka ne güzel olur biliyor musun?” dedim cilveli bir tonla.

“Ne?”

İşaret parmağımı dudaklarının altında sürtüp çenesine, oradan da boynuna ve adem elmasından göğsüne doğru sürükleyip nefesimizi karıştıracak bir şekilde dudakları üzerine fısıldadım “Bulaşıkları hallet ve odaya gel. Sana daha güzel şeyler tattıracağım.”

Kaşlarını kaldırdı ve bir şey söylemesine fırsat bırakmadan ayaklanıp odaya geçmek için koşturdum ama Jungkook’un büyük elleri bileğimi kavrayıp beni kendine çekti ve eli belimi sardı. Sonra kulağıma eğildi.

“Kuralları unuttun galiba, bulaşıklar senin, tencereler benim.”

Plan beklemediğim bir şekilde bozulduğu için şaşkındım çünkü yani… Böyle bir teklifi reddebileceğini düşünmüyordum, iradesi nutkumun tutulmasına sebep olmuştu.

“Ama-ama bu-”

“Bu sefer işe yaramadı ama bu konuşmanın aynısından yine istiyorum, haberin olsun.” dedi ve çenemi tutup hafifçe sallayarak devam etti “Hadi bakalım, doğru bulaşığa. Ben de diğer işleri halledeyim. Şu evi insana çevirelim.”

Orada yıkılmış bir şekilde durup ona bakarken Jungkook kalçama beni zıplatan bir şaplak attı ve ben bununla kendime gelip ona agresifçe bağırdım “Yaah! Sen iyice alıştın bu şaplak işine!”

“Hedef mükemmel olunca kendimi durduramıyorum,” dudaklarını kıvırıp omuz silkti “Bir de güzel şaklıyor, hoşuma gidiyor yalan yok.”

“Git, git buradan gözüm görmesin seni!”

Onu ittirip birkaç kere de omzuna vurarak odaya kaçışmasını sağladıktan sonra oflaya puflaya bulaşık işine giriştim. Pek mutlu olmasam da dediği gibi kural kuraldı ve aslında birçok zaman Jungkook bütün bulaşığı üstlenmişti, mızmızlık yapmam sadece işleri inatlaştırmam demekti.

Bu sırada Jungkook çantasıyla getirdiği kıyafetlerden kirlileri ayırmış elinde çamaşır sepetiyle kapıya doğru yürüyordu. Çıkmadan önce çamaşır dairesine gittiğini söyleyince ona köpüklü ellerimle tamam işareti yapıp öpücük attım ve işime devam ettim.

Çamaşırla ve kirli sepeti ikilisi aklımda neden sürekli yankılanıyordu anlamadığım için beş dakika kadar bulaşık işleriyle oyalandım ama sonra zihnim, olması gereken kırmızı sinyalleri geç de olsa gönderdi.

Çamaşırlar..

Kirli sepeti…

Yeni aldığım iç çamaşırları…

Renk renk, ipli ve dantelli bir sürü iç çamaşırı.

Ellerim anında dondu, gözlerim büyüdü. Hepsi kirli sepetinin içindeydi ve Jungkook erken geldiği için yıkayıp kaldırma fırsatım olmamıştı.

“Hayır hayır hayır… Siktir, hayır.” diye bağırarak mutfağı terk ettim, evden çıkarak aşağıya koşturdum. Merdivenleri üçer beşer atlayarak, neredeyse delirmiş bir telaşla yumuşatıcı kokan çamaşır dairesine virajı keskince alarak nefes nefese hızlı bir giriş yaptım.

Geç kaldık.

Siktir.

Omegamla aynı anda birbirimize fısıldadığımızda Jungkook, çamaşır makinesinin önünde eğilmiş bir şekilde duruyordu. Elinde lanet olasıca vişne rengi, sadece ön tarafında kumaş parçası olan iç çamaşırımı tutuyordu. Başparmağıyla iplerinden birini şöyle bir çekmiş, dudakları hafif aralanmış, yüzünde açık açık etkilenmiş ama şaşkın bir ifade vardı.

Sonra geldiğimi fark etmiş olmalı ki iç çamaşırımın ipleri arasında göz göze geldik.

Bir saniye boyunca zaman durmuş gibi hissettim. Çamaşır makinelerinin dönen motor sesleri, arada bir florasanın tiz sesi, hatta göğsümün içinden geçen çarpıntının sesi bile yankılandı kulaklarımda. Loş lambanın altında Jungkook’un yüzündeki şaşkınlık yerini çok kısa sürede tanıdık bir sırıtışa bıraktı. Aynı anda da yanağının köşesinde bir gamze belirdi, gözleri parladı. Yüzüne o edepsiz, kendinden emin gülümseme yerleşti ve başını iki yana sallayarak “Şimdi de bunlardan birini mi giyiyorsun?” diye sordu.

Tam o an buhar olup evrene karışmak, yok olmak istedim…

Hiç böyle olsun istememiştim, hem kızarmış hem de biraz kızmıştım bu yüzden de üzerine doğru koşturup elindeki iç çamaşırımı kaparak sepettekileri de alelacele topladığım gibi yukarıya koşmaya başladım. Ayaklarım nereye bastığımı bilmiyordu ama tek bildiğim: Jungkook’tan uzaklaşmalıydım.

“Nereye, gelsene bir, konuşalım kaçma hemen!” diyen sesiyle adımlarını duydukça daha çok hızlandım ve apartmanın içinde bağırdım “Hayır, istemiyorum. Gelme sen de git!”

“Kızdın mı sen? Gel şuraya konuşalım yavrum, kaçma.”

“Konuşmayacağım, git.”

Evin kapısına vardığımda şifreyi hızlıca girdim ve o gelmeden kapıyı üzerine kapatmak için ittirdim ama tam o anda Jungkook’un ayağı araya girdi.

“Taehy-”

“Çek ayağını of!”

Kapıyı kapatmaya çalışırken ayağını tekmeledim, ve hafif bir homurdanmayla çekilmesini fırsat bilerek kapıyı kapatıp tek tuşla kilitlediğim gibi sırtımı yasladım.

Çok sinirliydim ama çok da mutsuz çünkü gerçekten hiç böyle hayal etmemiştim. Gördüğünde şok olup büyülenmesini, parlak parlak bakan gözlerindeki bütün değişimlerin sebebi olmayı istemiştim. Ama şimdi bütün planlarım bozulmuştu ve karşımda sırıtmıştı.

Bir süre dışarıda kalmasını ümit ederek sırtımı kapıdan ayırarak attığım iki adım, tahmin etmediğim bir sesle duraksamamı sağladı.

Bip-bip, bip-bip, bip. Klik.

Kahretsin, kapıyı kilitlemiştim ama diğeri tamamen aklımdan çıkmıştı. Çünkü her lanet evin tek kapısı olurdu, ikinci kapının aklıma bile gelmemesi oldukça normaldi.

Jungkook’un feromonları kapıyı açtığı anda bütün evin içine üşüştü. Yavaşça arkamı döndüm, kapıyı kapatırken gözleri direkt üzerimdeydi. Göz bebekleri parlıyordu, alnındaki birkaç saç teli düşmüştü ve dudaklarında hafif bir gülüş vardı.

Çikolatanın en yoğun, en tatlı kokusuyla sarılan dört bir yanım yüzünden elimdeki iç çamaşırlarını eşofmanımın ceplerine sıkıştırıp başımı eğdim, elimle de yüzümü kapattım. Sanki o beni görmezse ben de onun varlığını inkar edebilirmişim gibi. Fakat tam önüme geldiğinde vücudumun her köşesinde Jungkook’un feromonları bir anda hissedilir olmuştu. Kokusu… Yoğun, sıcak ve yaramazdı. Hem meraklı hem de cezbedici.

“Hmm…” diye bir ses çıkarttığında sinirlenip ayağımla yeniden ayağına vurdum ve ellerimin arasından boğukça konuştum “Tek kelime etme.”

“Sadece bir şey merak ediyorum… Şu anda da onlardan birini mi giyiyorsun?”

Ellerimi yüzümden çekip onu omuzlarından ittirerek “Çok kötüsün, çok da edepsiz! Tek kelime etme dedim sana.” dediğim gibi arkamı odaya gitmek için döndüğümde kolumdan tuttu. Sert ama oldukça zarif bir şekilde geri çekti beni ve ben daha bırakması için yakınamadan elleri ensemdeki saçlara tutunup dudakları dudaklarıma kapandı.

Neye uğradığımı şaşırdım ve ilk başta ellerimi koyacak yer bulamadım. Sertti, tutkuluydu, baştan çıkarıcıydı özellikle feromonları bana saldırırken oldukça da vahşi. Nefesimi içine çeken şiddetli bir fırtına gibiydi. Dudakları dudaklarımın arasına öyle bir iştahla saldırıyordu ki kalbim, kaburgalarımı kıracak kadar hızlı atıyordu ve neredeyse ayakta duramayacak kıvama gelmiştim.

Ellerimden birini ondan güç almak için saçlarına götürüp çekiştirdim ve diğerini de eşofmanının lastiğine geçirip kendimi ona yasladım. Bununla birlikte Jungkook’un kalçamı kavradığı gibi kendine daha çok yaslayarak onu bütünüyle hissetmemi sağladı.

Beni öperken, bana dokunurken ve onu hissederken nefesimi, düşüncemi, kendime dair ne varsa her şeyi yitirir gibi hissederken nasıl oluyor da dünden beri beklediğimizi aklım bir türlü almıyordu. Aramızdaki tutku, dudaklarından dökülüp diline, oradan da boğazıma kadar sızıyordu, birbirimizi öpmekten çok artık işgal ediyorduk.

Jungkook alt dudağımı ısırarak geri çekildiğinde elleri kapüşonlumun ucunu buldu ve beklemeden çıkartarak yeniden bizi birleştirdi. Ama bu kez yönü boynum olmuştu ve ben daha kolay erişebilsin diye üzerine tırmanarak kucağındaki yerimi hızlıca almıştım.

Dişleri tenime değdiğinde, kesikçe bir nefes aldım ve omuzlarını sıkıştırarak inledim. Dudaklarını bastırıp emdiği her an nefesimin kesilmesine yol açıyordu ve bunu yapmasına bayılıyordum. Beni ayak ucuma kadar titretiyordu.

İnlediğimde Jungkook hafifçe geri çekildi ve sıcak nefesi hızlı aralıklarla boynuma çarparken beklemeye başladı. Aynı şekilde ben de nefes nefese kalmıştım ve feromonları yüzünden neredeyse sarhoş olacaktım.

Kendini toparlamaya çalıştığını kalçamı sıkan ve muhtemelen sabahında izi kalacak o yerden anladığımda sesi boğukça kulağıma doldu. Sakindi ama toplamasına bakılırsa biraz sonrası için pek öyle olmayacağı kesindi.

“Şu kokuyu…” derken hafifçe yutkunma sesi kulağıma doldu “Yok etmem gerek.” dediğinde kendini tuttuğu tüm anların sonuna geldiğimizi anladım. Dünden beri bütün ufak temasları, kokumu arttırmamı istemesi bu yüzdendi. Ben de kendimi tam anlamıyla ona bıraktım.

Kollarımı boynuna dolayıp kucağına kendim çıktım ve dudaklarımızı birleştirdim. Jungkook beni kontrol edebilmek için ellerinden birini saçlarımın arasına götürdü ve güçlüce sıkıştırdı, kalçamı da aynı şekilde tutarak sıktı. Bedenim bedenine, onu sadece arzulayarak değil ihtiyaç duyarak yaklaşıyordu. İçten içe titriyordum heyecanla ve uyuşmuş parmak uçlarım sert, güçlü ve sıcak omuzlarına tutunarak güç alıyordum.

Jungkook diliyle dudaklarımı araladığında öyle bir tutkuyla öptü ki beni, içimde kıvılcımlar çaktı. Dilinin baskısı, nefes alışındaki hız, ellerinin bedenimde gezinmesi… Cayır cayır yanıyordum resmen.

Aralarda çıkan boğuk seslerle deliliğe yaklaşan bir hale bürünüyorduk ve kalp atışlarımız yaşadığımız adrenalinle her geçen saniye artıyordu. Elimi ensesinden biraz daha yukarıya çıkartıp aşağıya çekmem onu delirtmiş olmalı ki hırlayarak belimi sıkıştırdı ve inlememi sağlayacak şekilde dudaklarımı dişledi.

Kucağında odaya doğru ilerlerken feromonlarımız havayı kaplamıştı ve onun aksine ben kontrolsüzce bütün evi istila etmeye başlamıştım. Beni baskılamaması omegamın özgürce dilediğini yapmasını sağladığı için özgüvenim oldukça yükselmişti.

Odaya vardığımızda, Kafein’in rahatsız olduğunu belli eden bağırmasıyla odayı terk etmesi kısa sürdü ve Jungkook kapıyı ayağıyla itip kapattı. Sonra da beni yatağa attı. Nefes nefese, feromonlarımızla boğulmuş halde dizlerimin üzerinde doğrularak eşofmanını çıkartan Jungkook’a aynı şekilde ben de çıkartarak eşlik ettim. Ardından o kapüşonlusunu sıyırırken dayanamadım, çıkartıklarımı yere gönderip karnına avcumu yasladım.

Tenine dokunduğum anda, parmak uçlarımın altında gerilen kasları hissettim. Onları yukarıya doğru sürürken tenindeki sıcaklık elimi cayır cayır yakıyordu. Kaburgalarının oradan göğsüne, oradan da boğazına kadar uzanan sıcaklık… Onu dokunarak ezberliyordum, sanki ilk kez keşfediyormuş gibi.

Jungkook kapüşonlusunu sıyırıp attığında, siyah saçları darmadağın oldu, alnına düşen birkaç tutam, çehresini daha da keskinleştirmişti ve kömür karası gözleri de hafifçe kızıllaşmıştı. Üzerini fırlatıp atması pürüzsüz göğsüyle ve kalbimi hızla çarptıran dövmesiyle karşılaşmama sebep oldu ve dokunmak için yukarı tırmanan bileğimi hızla tutması saniyeler sürdü.

Anında gözlerimiz buluştu ve beni dudaklarımızın arasında birkaç saniye kalacak kadar yakınıma çekerek bekledi. Nefes alışlarımız birbirine karışıyordu, bakışları öyle yoğundu ki, aramızdaki hava sanki elektrikle dolmuştu.

Dudaklarının kenarına kaydı gözüm, ışığın altında hafifçe parlayan nemli ıslaklık, henüz ayrıldığımız öpücüklerin iziydi ve o izin bütün vücudunda olmasını istiyordum. Ancak neyi beklediğini bilmiyordum, bu yüzden de gözlerimi dudaklarından ayırmadan nefes nefese sordum.

“Neyi bekliyorsun alfa?”

Jungkook’un bileğimi kavrayan eli biraz daha sıkılaştı ve gözlerindeki kızıllık karalarıyla karışarak başkalarının korkacağı ancak benim eriyip bittiğim bir renge büründü.

“Hesap yapıyorum.” dedi ve ben kaşlarımı sorar gibi kaldırdığımda devam etti “Ne kadar süre dayanırsın diye.”

Öyle bir tonda söylemişti ki bunu omegamın titrediğini hissettim. Dizlerim yumuşadı, midemde kelebekler değil, kocaman bir yangın oluştu ve müthiş bir özgüvenle doldum.

Bütün bedenimin ısısı artarken gözlerimi onun gözlerinden ayırmadan, dudaklarımı hafifçe ısırdım ve bende yarattığı özgüvenin hakkını vermek için omegamdan destek aldım. Gözlerimin renginin yansımasını onunkilerde gördüğümde bileğimi tuttuğu elinden yavaşça kurtardım ve sweatimi çıkartıp attığım gibi yatağın ortasına doğru tam karşısına uzandım.

Öncekiler kadar iddialı olmasa da yeni aldıklarımdan en sade olanlarıydı ve sadece iç çamaşırlarımla karşısında durmak bile kalp atışlarımın göğsüme çarpıp durması için yeterliydi. Ancak dediğim gibi, bana bakışı, bana dokunuşu ve sözleri cesaretimi körüklediği için omegamla çıtayı biraz yükseltmekte bir sorun görmedik.

Dirseklerimin üzerine geriye doğru yaslanmış bir şekilde ona bakarken hafifçe gülümsedim ve sonra yavaşça bacaklarımı araladım “Belki bu hesaplamana yardımcı olur,” dedim.

Pasif bir omega için baskın bir alfaya büyük sözlerdi bunlar ama Jungkook, basit bir alfa değildi. Her ne olursa olsun, benim alfamdı. Benim.

Bakışları ne araladığım bacaklarıma ne de iç çamaşırlarıma kaydı. Sadece gözlerime baktı ve ben de ona olan sonsuz güvenimle bakarken tek bir kez bile gözünü kırpmadan konuştu.

“Hesapladım.”

“Kaç saat buldun?” dediğim anda Jungkook bunu bekliyormuş gibi ayak bileklerimden tuttuğu gibi beni ters yüz edip arkama geçti ve bileklerimi başımın üzerine sabitledi. Neye uğradığımı şaşırdım ve açıkçası ufak da olsa kendi sonumu mu hazırladım diye düşündüm çünkü tam kalçama doğru sertliğini hissettirip kulağıma doğru boğukça kıkırdayarak fısıldadığı şey, tam da bunu hissettirdi.

“Sen saat olacağını mı düşündün?”

Ardından kalçama doğru bir baskı daha yaptı ve bu dudaklarımı içe katlayarak sessizce inlememe sebep oldu. Bu son sessiz inlemem oldu çünkü Jungkook’un dudakları kulağımın altından omurgama doğru ilerlemeye başladı.

Islak dudakları, öyle yavaş, öyle içimi titreten bir şekilde ilerliyordu ki öpücükleriyle her bir omurum tek tek titriyor, göğsüm sıkışıyordu. Nefesimi tutmaya çalıştıkça içimde biriken tüm duygular, kelimelere dökemeyeceğim o yoğunluğun altında ezilerek beni tüm dünyadan soyutluyordu. Kendimi sakinleştirmeye çalıştım ancak kafamın içinde uğuldayan tek şey onun sıcaklığı, kokusu ve dudaklarının bıraktığı ıslak izlerken bu pek mümkün değildi..

Dudakları omurgamdan aşağıya doğru inerken, sırtımda dolaşan nefesi tüylerimi ayağa kaldırdı. Bileklerimi bıraktığı için yorganı ellerim arasına sıkıştırdım ve başımı gömerek güç almaya çalıştım ancak dayanamadım, dudaklarımdan istemsizce ismi döküldü.

“Jungkook…”

Jungkook hiçbir şey söylemeden iç çamaşırımı sıyırarak dudaklarını nefesimi kesen bir noktaya değdirdiğinde istemsizce sırtımı yay gibi gerip kaçındım ama o buna engel oldu. Büyük elleri kalçalarıma tutundu ve “Rahat dur.” diyerek bu kez dilini beklemediğim bir şekilde içeriye kaydırdı.

Omegamla birlikte baştan aşağıya titredik ve kelimenin tam anlamıyla delireceğimi sandım. Dilinin her darbesinde nereye sığacağımı, ellerimi nereye koyacağımı bilemediğim için bir süre kendimi tuttum ama çok sürmedi. Dili ulaşabileceği ve beni zorlayabileceği en son noktayı buldu ve adını duymaktan son derece memnunmuşçasına beni zorladı.

Omega sıvımın sıcaklığını bacaklarımın arasında hissederken dilinin yetersiz geldiği o noktaya ulaşarak “Lütfen…” diye hıçkırdım ve yorganı çekiştirerek nefes nefese devam ettim “Jungkook lütfen, lütfen sana çok ihtiyacım var.”

Neredeyse sızdırma noktasındayken Jungkook’un dili ona en muhtaç olduğum anda kalçalarım arasından çekildi. Sızlanarak burnumu çektim ve ona uzanmak elimi arkaya attım. Jungkook uzattığım elimi tuttu ve özenli öpücükleriyle omurgam boyunca yukarı tırmanarak yeniden onu hissetmemi sağlayacak şekilde üzerime kapandı.

“Tadın ve…” derken nefes nefese “Kokun…” boynuma ve yanağıma kondurduğu öpücüklere mest olarak gözlerimi kapatıp sözlerine gülümsedim “Nasıl bu kadar güzel olabilir?”

Elleri elimin üzerine kapalı, dudakları da tenimde dolanırken bu anın tadını zevkle çıkarttım. Ruhumun bütününe dokunmasına izin verdim.

Jungkook biraz öncenin aksine kendini dizginlemişti ama bir parçası hala mücadele ediyor olmalıydı ki köpek dişlerini bana bariz bir şekilde hissettirmeden durmuyordu. Tenime her geçirir gibi yaptığında omegam deliriyor, mühür yerimde oluşan hassas duyarlılık beni altüst ediyordu. Bunu yaptığı her an bedenim refleksle ona doğru çekiliyordu ve sertliğine sürtünmeden duramıyordum.

Feromonlarından bahsetmiyorum bile… O kadar güçlüydü ki, ciğerlerimi yakıyor, bilincimi tatlı bir sersemliğe sürüklüyordu. Sanki burada, dizlerimin üzerinde ve onun altında değildim de yoğun bir rüyanın içindeydim.

Dişleri altında hassaslaştığım için “Ah, alfa…” diye bir inleme bıraktım ve bu sanki bir şeyleri uyandırmış gibi hızlıca, güçlü elleriyle kalçamı kavradı, beni kaldırdı. Sırtımı kendi göğsüne yaslayıp bizi birbirine tam anlamıyla yapıştırdı. Boy farkımız pek yoktu ama beden farkımız yüzünden kollarının arasında kaybolmuştum.

Bu yeni pozisyonda hareketlerim daha özgürdü bu yüzden hafifçe ona döndüm ve öpücüğüne yakalanmamla dudaklarımın arasından soluksuz bir ses kaçırdım. Ardından bir yenisi, bir yenisi ve bir yenisi daha kaçtı...

Hızlıydık, birbirimizi yemeye ant içmiş gibiydik bu yüzden de öpüşmelerimizin sesi tüm odayı dolduruyordu. Jungkook’un o baskın, boğucu tadı öylesine tatlıydı ki, sonsuza kadar bunu yapabilirdim, nefessiz kalmak problem değildi.

Kolları bedenimi sımsıkı sararken, bir eli kalçamı okşadı ve kasıklarıma ilerleyip oradan yavaşça göğsüme oradan da boynuma kaydı, dikkatle de sardı.

Bu hissi sevdim. Jungkook tarafından tutulmayı, beni sarmasını ve biraz da olsa üstünlük kurmasını... Bunu yaparken de tek bir hareketimle geri çekilebileceğini belli edişini.

Jungkook boştaki elini aramıza götürüp sertliğini kalçamın arasına, tam o kaygan yere sürttüğünde ağzının içine doğru inledim. Dili tam anlamıyla beni hazırlamıştı ve yeteri kadar da beklemiştim. Dokunduğu her santimde yanıyorken, bedenim ona ait olmanın şiddetiyle titriyorken daha fazla beklemek istemiyordum ancak o harekete geçene kadar ona kendimi ittirmekten başka çarem yoktu.

“Kendimi tutuyor olmasam.” dediğinde penisinin ucu ne içeride ne de dışarıdaydı, ıslanmış açıklığıma sürekli sürtünüp dudaklarını ve sıcak nefesimi tenime değdiriyordu “Sana neler yapardım, bir bilsen.”

Dişlerinin olduğu nokta mühür yerime o kadar yakındı ki içinden çıkamadığım kadar yoğun hislerle mücadeleye sürüklenmeye, acı çekmeye başladım. Çünkü bir an önce onu içimde istiyordum, beni bütünüyle sarmasını ve belki de…

Bebek…

Alfanın bebeklerini istiyorum.

Alfanın bebeklerini ver bana Taehyung.

Omegam çok daha farklı düşünüyordu ama ortak noktamız Jungkook’u içimizde istememizdi. Bu yüzden de mızmızlanarak başımı geriye attım ve ağlar gibi bir sesle de inledim. Onu ne kadar istediğimi daha fazla nasıl belli edebilirdim bilmiyordum ama elimden geleni yaptım.

“Kimse sana… Kendini tut demedi alfa” derken arkamdaki sıcaklık neredeyse içimdeydi ve kelimeleri toplamak zorlaşmaya başlamıştı “Ne istersen yapabilirsin.”

Jungkook beni biraz daha uyluklarının üzerine çekip boynumu biraz daha sıkıştırdı ve omzumdan kulağımın altına doğru dilini sürüdü “Ne istersem mi?”

Tek nefeste konuştum “Evet.”

“Seni ısıracağım.”

“Lütfen…”

“Seni defalarca kez ısıracağım omega. Benim gibi kokana kadar da durmayacağım.”

Bir anda kendini itmesini ve hızla bana çarparak içime girmesini beklememiştim ama en beklemediğim şey, aynı anda çiçeklerimin olduğu yere köpek dişlerini geçirmesiydi. Bir an için kilitlendim, bedenim bu hisse tepki olarak müthiş bir sıcaklıkla patladı, çığlık atarak dizlerime ve yatağa doğru boşaldım.

Jungkook içime doğru düzenli hareketlerini sürdürürken düşmemem için boynumdaki elini omzuma doğru sardı ve diğer eliyle de kalçamdan destek oldu. Bu sırada çoktan ısırdığı yeri bırakmış, eğilerek dudaklarımı yakalamıştı.

Bir anda hem ısırık hem de aniden kalçama süzülüşü yüzünden boşalmak beni duygusal bir boşalmaya da sürüklediğinden gözlerim sulanmıştı. Ancak çabuk toparlandım, oluşturduğu hisler o kadar güzeldi ki bir an için bile boşlamaya niyetim yoktu. Jungkook’u yaşamayı seviyordum, onunla geçirdiğim her an benim için o kadar özeldi ki bir saniye bile kaçırmamalıydım.

Bacaklarımda güç olmadığı için Jungkook’un göğsümden omzuma doğru uzanan koluna tutunup güç alarak tırtnaklarımı geçirdim ve inledim.

Birkaç damla yanaklarımdan süzülüp öpüşmemize karıştı, Jungkook dudaklarımı daha sert bir sahiplenişle yakaladı ve sonra beni kolları arasına hapsederek kontrolü tam anlamıyla eline aldı. Artık ben sadece dizlerim üzerinde duruyordum ve o, kendini hızla içime ittirerek odanın içine tenlerimizin birbirine çarpış sesini dolduruyordu.

Gittikçe artan hızı öpüşmemizi savruklaştırınca çoktan kasılmaya başladığım için koluna daha sıkı tutunup gözlerimi kapattım. Gittikçe hassaslaşıyordum ve kalçalarım arasına her çarptığında zirveye ulaşabileceğim o noktaya çok yaklaştığını hissediyordum. Bu yüzden inledim ve ağlayarak “Biraz daha, lütfen alfa…”

Belimi tutan eli seğirmeye başlayan penisimi sıkıca sararak hırladığında bir küfür savurdu, “Siktir,” dedi ve dişlerini hafifçe tenime geçirip omzumda ufak bir iz bıraktı “Söyle… Biraz daha ne?”

“Hızlı…Hızlı ol-ah!”

Kalçama doğru yaptığı kontrolsüz baskı ve istediğim o noktaya olan ani vuruşu nedeniyle “Evet,” diyerek kolları arasından tamamen yatağa serildim. Jungkook aramızda bir nefes boşluğu bile kalmaya izin vermeden üzerime kapandı.

Artık her hareketinde Jungkook’un vücudundaki kaslar üzerime baskıladıkça, sıcaklığı tenime işliyor, feromonları daha bozguna uğratıyordu. Her dokunuşu beni delirtiyordu ve kollarımı okşayıp bileklerimden tutarak yatağa bastırdığında dudaklarını tekrardan çiçeklerimde hissettim. Ne yapacağını sezmiştim, çiçeklerimi ısıracaktı ve bunu sadece ona ait olmamı istediğinden yapacaktı.

Yapacağı şeyi omegamla istekli bir şekilde bekledim ve keskin dişlerinin çiçeklerimin üstüne tekrar gömülüşüyle sızlanarak yüzümü çarşafa kapadım. Önceki ısırıktan daha derindi ve sızı neredeyse sarhoş eden bir haz dalgası gibiydi. Dişlerinin tenimdeki varlığı ve vücudumun her yerine yakıcı bir his yayıyordu. Beni çıldırtan şey tam da buydu işte, sadece fiziksel hisler değildi. Jungkook’un bana en yakın olduğu andı, mühür değildi ama mühüre benziyordu, çok garip bir histi. Sanki duygularını da damarlarımda geziniyormuş gibiydi.

Dişleri tenime kenetlenmiş bir halde üzerimde kurduğu o yırtıcı arzuyu, sevgiyi, açgözlü sahiplenmeyi tam anlamıyla iliklerime kadar hissediyordum. Kendimi ona bırakmıştım ve sanırım bu pasif omega’nın, baskın bir alfa için verebileceği en büyük şeydi. Tamamen güvenle ilgiliydi.

Freni patlamış bir araba gibi ikimiz de kontrolsüzce ana kaptırmıştık kendimizi. Alfanın hırlamaları sona ulaşmaya çok yakın olduğunu gösteriyordu, ben ise asla durmamasını bağırarak kendimi ona ittiriyor, bir yandan da bedenimdeki ısırığın hisleriyle mücadele ediyordum. Her hareketimiz kontrolsüz ve açgözlüceydi.

Jungkook’un içimde yarattığı baskı o kadar yoğundu ki, her çarpışmada yatağın üzerinde ileri doğru sarsılıyordum. Göğsüm yatağa sürtünürken çarşafı kavradığım elim kasıldı ve parmaklarım beyazladı. Ben de çok yakındım.

Dişlerinin baskısı yerini tatlı bir sızıya bıraktığında istemeden de olsa hıçkırdım ve burnumu çekerek yaşlı gözlerle alfaya döndüm. Jungkook çenesini sıkarak hırladı ve sertçe öperek hareketlerine ara vermeden kulağıma yaklaşıp fısıldadı “Bana bu kadar güvenmen… Kendini bırakman… Beni delirtiyorsun.”

İçimde yarattığı şeyler öyle yoğundu ki cevap bile veremedim, sadece inleyerek hareketlerine karşılık vermekle yetindim.

Jungkook omurgamın üzerine ıslak bir öpücüük kondurup alnını sırtıma yasladı, bir eliyle kalçamı sımsıkı kavradı. Diğer eli de kaburgalarımdan yukarı kaydı bizi birbirimize yapıştırıp hırlayarak “Benimsin, omega.” dedi. Aynı anda ise penisini duvarlarımı yıkarcasına içime sertçe gömerek kendini bıraktı. Aynı anda ben de hırlamasına kısa bir çığlıkla eşlik edip peşinden kendimi bıraktım. Zirve çok yüksekti ve bir anda aşağıya düşmek kalbimi göğsümü delecek kadar hızlı attırdı.

Jungkook’un içimde kasılmalarını ve arkamda hala titreyerek boşalmaya devam edişini hazdan mest olmuş bir gülümsemeyle bekledim. Sıcak sıvısı, içimi doldururken şişmeye başlayan düğümünün bana tutunmasını bekledim. Ancak Jungkook düğümünü vermek yerine geri çekildi ve içimdeki bütün menilerinin bacaklarımdan usulca süzülmesine neden oldu.

Üzerimdeki ağırlığının el verdiği şekilde ona dönmeye çalıştım ve burnumu çekerek mızmızlanıp onu kendime çekmeye çalıştım “Neden düğümünü vermedin?”

Nefes nefeseydi ama benim aksime sesimi kontrol etmeyi başararak beni cevaplamıştı “Veririm.”

“Ne zaman?”

“Şimdi.”

“Ne?” diyerek sorduğum anda Jungkook üzerimden kendini yana doğru atarak beni de tuttuğu gibi, tam yeniden sertleşmeye başlayan penisinin üzerine oturtup çığlık atmamı sağladı.

“Ve günümüzün geri kalanında. Belki de ertesi günün akşamına kadar da.” dediğimde kaşlarımı kaldırmamı serseri bir gülüşle izleyip kolumdan çekerek üzerine kapaklanmamı sağladı “Hesabı tek bir oran üzerine yaptım sandın değil mi?”

Alfanın kokusu yeniden bütün odaya yayıldı ve gözlerindeki yaramaz ışıltı kelimeleri gibi henüz bitirmediğimizi bana altındaki sertlik gibi hatırlattı. Sonra, hiçbir uyarı vermeden dudaklarıma kapandı. Dili dilime sürtündü, elleri yeniden yaşayacağımız şeylerin fragmanı gibi kalçalarımı sıkıştırdı. Sonra ben, kendimi yeniden onun kollarında kaybettim.

Tıpkı söylediği gibi, günün geri kalanında ve ertesi günün akşamına kadar.

***

Ev sessizdi ama Jungkook’un feromonları neredeyse bütün evi kaplamıştı, benim kokum neredeyse yok gibiydi. Bu durumdan oldukça memnundum. Kendimi ona daha fazla aitmiş gibi hissediyordum ve her nefes alışımda feromonları ciğerlerimi bütünüyle kaplamasından mutluluk duyuyordum. Son birkaç günün tamamını neredeyse tamamen yatakta geçirmiştik ve sadece ders seçimi için birbirimizle ilgilenmeyi bırakmıştık. Bunun dışında gerçekten yorgundum ama aynı zamanda da içim kıpır kıpırdı çünkü o da mutluydu. Beni ilk kez ısırdığında yaşananları hatırladığımda gerçekten mutlu olmasının beni bu kadar bariz etkileyeceğini düşünmemiştim ama gerçekten mutluydum. Heyecanını, mutluluğunu ve gülüşünden önce vereceği tepkileri anında hissetmemin keyfini sonuna kadar yaşıyordum.

Sadece… Bu hisleri yaşarken aklıma hep günün birinde birinin benim yaşadığım hisleri onunla paylaşıp gerçek sahibi olabileceği düşüncesi geliyordu ve göğsümü sıkıştırıyordu. Böyle zamanlarda Jungkook hemen kötü düşüncelerimi anlamış gibi beni sarıp sarmalayarak yok ediyordu ama ben düşüncelerin yok olmadığını sadece açığa çıkmak için zaman kolladığını biliyordum.

İç çekerek kalemimde fırça darbesi yapacağım alanı büyütüp uzandığım yerde tablete biraz daha eğildim. Dijital çizimlerde iyi değildim, fırça darbelerini ekranla birleştirmek hala tuhaf geliyordu ama artık ertelememem gerektiğini bildiğim için seçmeli olarak renk bilimi ve dijital renk kullanımını seçmiştim. Renk kuramlarını ve duygusal anlatılarımı geliştirmek için biraz daha detaya inmem gerekiyordu. Kağıt üzerinde renkleri ve çizgileri kullanımım güçlü olsa da dijitalde yetersiz kalmak istemiyordum. Bu yüzden de birkaç zamandır sürekli denemeler yapıyordum. Portfolyom için de çok önemliydi, mezun olduktan sonra tek bir alandansa birçok alana da hakim olmak işlerimi kolaylaştıracaktı.

Büyüttüğüm yere birkaç ince çizgi ve kahverengilikler ekledikten sonra küçülterek duruşuna bakarken kapının sesiyle hafifçe irkilip baktım.

Jungkook poşetleri tezgaha bıraktı ve “Geldim!” diye bağırıp ceketini astığı gibi üzerindeki kapüşonlusunu çıkartarak yanıma koşturdu. Bunu yaparken de feromonlarını özgürce serbest bıraktı.

Dağınık siyah saçları ve bakarken bile eriyip gittiğim kaslarıyla üzerime doğru koşturup yatağa ulaştığında dudakları uyluğuma değdi. Oradan da kalçama ve karnıma doğru ilerleyip sayısız öpücük bırakarak yukarıya doğru çıkmaya başladı.

Elimi hızla saçlarının arasına götürdüm ve kıkırdarken uyarı niteliğinde adını söyledim “Jungkook…”

“Nee?” dedi o da gülerek ve başını kaldırdı. Göz göze geldik, ellerimle çehresine dökülen saçları hızlıca ittirdim ve göz devirdim.

“Yapma.”

“Seni öpmeden duramıyorum.”

Tabii ki beni dinlemedi ve göbeğimin çevresine kondurduğu öpücüklerine devam edip aklına bir fikir gelmiş gibi bir hızla kaldırdı başını yine “Buraya bir piercing fena halde yakışırdı.”

“Asla!” dedim kararlılıkla “Ben kulaklarımı bile zor deldirdim. O acıya hayatta dayanamam.”

“Yatakta değil ama dövme ve piercing yaptığım insanlar elimin hafif olduğunu söylerler.”

Ne?

Omegam agresif bir kıskançlıkla kulaklarını diktiğinde ben de aynı şekilde dirseklerimden destek alıp kaşlarımı kaldırdım ve dik dik bakarak “Dövme ve piercing yaptığın insanlar yataktaki analizini nasıl yapabiliyor?” diye sordum.

Vereceği cevabın yanında yatakta üzerime biraz daha çıkarak dudaklarına kıskanılmanın verdiği gurur dolu bir gülümseme kondurup hızlıca öptü ve geri çekildi “Yapmıyorlar. Sadece seni kızdırmak istedim.”

“Hiç inandırıcı değilsin.”

“Eğer öyle olsaydı bunu çoktan duyardın. Hemen yan dairendeydim.”

Gözlerini kırpmadan benimkilere bakarken uzun süre öyle kaldık ve kafamda onu bir başkasıyla hayal etmeye başladığım an başımı delice salladım. Jungkook’un da yüzünü ittirip agresifçe söylendim durdum.

“Siktir git ya, bir daha bana böyle saçma salak şeyler düşündürme. Yemin ederim o zaman kimin elinin hafif olmadığını görürsün.”

Aptal, sinir etmişti beni. Zaten içimde yeni korkular oluşmaya başlamıştı şimdi bir de başka başka konuları aklıma sokup beni overthinke sürükleyip delirtecekti.

Ona olan sinirimi yumuşatmak için bir süre beni öpücüklere boğdu ve en sonunda ben kendimi ona bırakıp pes ettiğimde arkama geçerek duvara yaslandı, beni kolları arasına çekip belime sarıldı. Ben de bu anın tüm tadını çıkartıp tabletimi elime aldım ve çizimimi yapmaya devam ettim.

“Bir ay önceye göre çizimlerin baya gelişti farkında mısın? Renklerin uyumu da çok güzel”

Jungkook eliyle tableti alttan destekleyerek bakmak için hafif kaldırdığında onaylayan birtakım sesler çıkarttı.

“Öyle mi diyorsun?”

“Hı-hm, bak,” diyerek gölün sığ taraflarındaki bataklığı gösterdi “Buralar çok gerçekçi duruyor. Gölle olan birleşim kısmı hoşuma gitti, yansımalar da oldukça başarılı. Sadece birkaç yer bence daha cesur olabilirdi.”

Resmin bütününü görmek ve bana göstermek için küçülttüğünde ben de onunla birlikte dikkatlice çizgilerimi inceledim. Küçük bir göl çizmiştim, gölün iskelesinde oturan arkası dönük bir gölge vardı ve etrafındaki hava basık, iç karartıcıydı. Gölün sığ kesimlerinde bataklık eklemek istemiştim ama sonra resme biraz da olsa canlılık, umut katsın diye taç yaprakları şemsiyeye benzeyen pembe bir çiçek eklemek istemiştim.

Jungkook parmağıyla bataklığın kenarlarına dağılmış pembe çiçekleri büyültüp diğer eliyle belimi okşarken “Seni götürdüğüm dağ evinin orada da bu çiçekten açıyor.” dediğinde omuz silktim ve gördüğüm bir hatayı hızlıca düzelterek soru sormuş gibi cevapladım “Bilmem, sadece bu kadar karanlık bir resme umut olsun diye eklemek istedim.”

Spontane, içimden geldiği gibi bir şeyler çizmek istemiştim, dağdaki ev aklıma bile gelmemişti. Önceden de böyle şeyler yapardım, ders saatlerinde dalgın olduğum zamanlarda omegamı çizerdim ve bunun yaşadığım depresyonla ilgili olduğunu bilirdim. Şimdi çizdiğim şey ise bir depresyondan ziyade aslında korkularımı temsil ediyordu.

Jungkook’u hatırlatan bir yerde tek başına oturmuş bir gölge… Belki de artık onun hayatının gölgesinde kalmış, dışarıdan mutluluğunu izleyen silik bir siluet.

Jungkook düşüncelerimi dağıtarak yanağıma bir öpücük kondurup bacaklarının arasında kalmış bedenimi sıkıştırarak daha sardığında “İyi olmuş bence,” dedi ve resmi geri küçültüp devam etti “Seçmeli ders de elinin dijitalde gelişmesine yardım eder. Ben de bazen destek veririm, dijitalde iyiyim biliyorsun lisede harçlık çıkartmak için tasarımlarımı satardım, ayrıca Insoo’yla hep yarışırdık… Ve hep ben kazanırdım.”

Gülümsedim. Jungkook’un iyi olmadığını bildiğim hiçbir konu yoktu ama bazen bunu yaparken kendini düşünmediğini fark ediyordum. Çünkü ben yoğundum, ama onun ikinci dönemi bölümü gereği çok daha yoğun olacaktı.

Belimi saran elini tutup öptüm ve yerine geri koyarak iç çektim “Sanki senin kolay olacak bu dönemin.”

“Sorma,” derken incecik bağdan bana doğru akan yoğun, sıkıntılı hislerle kuşatıldım “Bu dönem gerçekten zor olacak gibi duruyor. Kodlar, projeler, sunumlar… Üstüne bir de basketbol takımı. Her hafta antrenman var, ay sonlarında da okullar arası maçlar. Sikeyim, ciddi anlamda ağzıma sıçılacak.”

Tadının kaçtığını ve canının sıkıldığını hissettiğim anda tableti yatağın bir köşesine gönderdim ve ona doğru dönerek sarıldım. Sonra geri çekilip avcumu yanağına dayayarak dudak bükmesiyle konuştum.

“Matematiksel konularda kafam çalışmaz, basketbola da yardım edemem…” diyerek dudağından bir kez öpüp geri çekildim “Ama çalışmaktan sıkıldığında seni kollarıma alıp öperim. Maçlarda da takımın altın oyuncusunun tribündeki bir numaralı fanı olurum.”

Son söylediğim hoşuna gitmiş olmalı ki dudakları iki yana kıvrıldı “Demek bir numaralı fanım olursun… Bir de bana ilgi alanının içi boş protein tozu kaslar olmadığını söylemiştin.”

“Hala değil.” derken omuz silkerek ona biraz daha yanaştım ve kıkırdayarak devam ettim “İlgi alanım sadece sensin.”

“Hmm, demek ben…”

“Hı-hm, sen tabii.”

Gülümsedi ve gözlerinin kenarında o tanıdık çizgiler yavaş yavaş belirerek içimi ısıttı. Sonra boynumdan öpüp beni kendine çekerek kolunu belime daha sıkıca doladı.

Bir süre öylece, sessiz bir şekilde birbirimize sarılarak kaldık. Normalde rahatsız edici olabilecek bu sessizlik tam tersine, içi huzur dolu, sıcacık ve rahatlatıcıydı. Solukları tenimde dolanıyordu, kalp atışları göğsüme karşı sanki yavaşça dokunuyordu ve parmak uçlarıyla belime küçük küçük daireler çizerken beni sarhoş ediyordu..

Jungkook usulca “Keşke bütün dönem böyle geçse.” diye mırıldandığında pozisyonu biraz daha değiştirip hafifçe aşağıya, göğsüne doğru kayıp yıldırıma benzeyen dövmesine avcumu yasladım. Sıcaklık parmak uçlarıma yayıldı ve hafifçe irkildiğini fark ettim.

Hızlıca elimin üzerine elini koydu “Ciddiyim omega. Sadece bütün dönem değil ömrümün geri kalanını da burada geçirebilirim.”

“Ne yapacağız o kadar yıl yatağın içinde saçmalama.” dedim kıkırdayarak.

“Sevişiriz.”

“Ya sıkılırsak?”

“O zaman da öpüşürüz. Ondan da sıkılırsak sohbet ederiz, sarılırız, yine sevişiriz. Imm… Sonra sen resim çizersin ben de seni izlerim. Yapacak bir şey illaki bulunur, yeter ki böyle kalalım.”

“Çizim yaparken beni izlemen fena olmaz aslında,” dedim ve tuttuğu elimi parmakları arasından geçirerek dudaklarımı değdirip öptüm “Ama böyle kalamayız Jungkook.”

“Kalırım işte, gör bak.”

Beni tek seferde kolları arasında kalabileceğim şekilde sarıp üzerime kapanmasına izin verdim ve uyum sağladım. Çünkü ikimiz de biliyorduk ki sonsuza kadar burada kalamazdık, bir noktada kalkıp hayatın akışına devam etmeliydik. Tam da düşündüğüm gibi oldu ve Kafein’in deli gibi bağırarak yanımıza atlaması bizi gerçeğe döndürdü.

Güldük, debelendik, ve biraz daha oynaşıp durduk. Sonra yataktan kalkıp gerçek hayata döndük. Önce bir şeyler atıştırdık, bana yine seveceğim tariflerinden yapıp tıka basa yemek yedirdi ve ardından dağıttığımız evi toplamaya giriştik.

İki gün sonra da dersler başladı ve böylece ikimiz için de bambaşka bir dönemin kapısı aralanmış oldu. İlk hafta göz açıp kapayıncaya kadar bir çırpıda geçip gitti. Sabahları çoğu zaman beraber gittik kampüse ve her zaman aynı saatlerde çıkamadığımız için yorgun argın ama mutlu bir şekilde evde buluştuk. Kendi çapımızda bir rutin oluşturarak zor olsa da başardık. Yemek, ödevler, biraz öpüşme, biraz kucaklaşma ve düzenli sevişme sonrası birbirimize sokularak uyumak. Hayalini bile kuramayacağım düzenli bir ilişkim vardı. Her şey olması gerektiği gibiydi.

Yine de…

Her şey değildi.

Aşamadığım ve beni fazlasıyla zorlayan bir konu vardı. Jungkook’la yakın olmak, beni öpmesi, elimi tutması ya da yanaşıp sarılması hoşuma gitse de etrafımızda arkadaşlarımız hariç insanlar varken beni fazlasıyla geriyordu. Gözümün önüne o şerefsizle olan kavgalarımız geliyordu, defalarca kez bağırıp insanların içinde ulu orta öptüm diye bana yapıştıracakları damgalardan bahsedip duruşu kulaklarımdan çıkmıyordu.

Her şey Jungkook’un okulun ilk haftası beni fakülteye bırakmasıyla başlamıştı. Elini bırakıp yanından ayrılacakken beni kolumdan tutup kendine çekmiş ve belime sarılarak dudaklarıma uzanmıştı hoşça kal öpücüğü için. Ama ben korktuğumdan öpücüğü dudaklarıma ulaşamadan yanağımı çevirerek engellemiştim ve sanki numara yapıyormuş gibi kıkırdayarak uzaklaşıp uzaktan öpücük atmıştım.

O hafta boyunca bu mesele içimde büyüdü. Jungkook’un gözlerini üzerimde hissettim, sanki içimi görür gibi yapıyordu ve beni tartıyordu. Bir şeylerin farkındaydı ama bir şey söylemek için bekliyordu. Ben de sustum.

Ve kendi kendimi, ne olacağını bilmediğim büyük bir hataya sürükledim. Bu hata, bana Jungkook’un ilk kez bağırdığı ve gözyaşı döktüğü, benimse suçluluğumu kabul ettiğim en kötü hataydı.

O gün dersim erken bittikten hemen sonra Jimin ve Hoseok hyungla vedalaşarak Jungkook’un antrenman yaptığı yere, kapalı spor salonuna yürüdüm. Havalar kıştan bahara geçmeye yakınlaştığı için kırılmıştı, kalın, uzun montlar yerine kısa ve orta incelikle kabanlar yeterli geliyordu.

Fakülteye fazla uzak olmadığı için yirmi dakika yürümüş, birkaç sefer gördüğüm ve az da olsa sohbet ettiğim Jungkook’un birkaç arkadaşına başımla selam vererek tribünlere çıkan kapıdan içeri girdim.

Alfaların feromonları sıradan antrenmanlardan biri olduğundan bütün salonu kaplamıştı ama Jungkook’u kolayca bulmam bir saniye sürdü. O da aynı anda geri geri giderek oynadığı maçta beni fark ettiğini belli etmek için bana kısaca döndü ve ışıl ışıl gözlerle dudaklarını iki yana kıvırdı. Tıpkı onun gibi ağzım kulaklarıma varana gülüp ona el salladım. O kadar şapşaldı ki oyuna dönmüştü ama elini havaya kaldırıp basket topunu takiplerken bana parmaklarıyla kalp işareti yapmayı ihmal etmemişti.

Çantamın sapını omzuma doğru kavrayarak merdivenlerden aşağı inerken Jungkook’un hızlı attığı basketi ve koçun antrenmanın bittiğine dair öttürdüğü düdüğü tam zamanında geldiğimin işareti oldu. Jungkook diğer alfa arkadaşlarıyla güç gösterişine katılıp beşlik çaktı ve tişörtünün önünü kaldırıp, yüzünü silerek yanıma koşturdu. Bu alışkanlığından asla vazgeçmiyordu ve maçlarda da yapışı herkesin gözlerini dikerek onu izlemesine sebep oluyordu.

Tribünlerin korkuluklarına ulaşıp bana “Geleceğini söylememiştin?” derken sesi heyecanlıydı ve beni öpmek için kendine, dudaklarına doğru çekmişti.

Kıkırdadım ve dudaklarım yerine yanağımı çevirerek hedefini değiştirdim “Beraber geçeriz diye düşündüm. Hem Kafein’e mama alacaktık markete de uğrarız.”

“Ha güçlü ve kaslı kollarıma ihtiyacın olduğu için geldin yani, mama taşıtacaksın.”

“Şimdi yalan söyleyip romantik bir sebep mi uydursam, yoksa dürüst olup egonu mu tatmin etsem bilemedim.”

“Ya da sadece öpebilirsin?”

Burnumu kırıştırarak ıslak saçlarını elimle dağıttım ve gülümsemesine karşı koyamayarak gülümsedim “Hasta olacaksın, git üzerini değiştir.”

Yaramaz çocuklar gibi hızlıca beni öpmek için yüzüme yaklaştı ama bu kez de elimi yüzüne koyup ittirerek ona engel oldum. Bunu yaparken de gülmüştüm ama Jungkook’un yüzünde bir anlık bir donukluk belirmişti. Ne kadar bunu istemeden yapsam da bu rahatsızlığımı seziyordu. Şimdi de kırgınlığını o an içinde bir yerlere ittiğini hissettim, her zamanki gibi dışarıya belli etmemeyi tercih etti. Tişörtünün ucunu düzeltti, sonra hafifçe güldü ve “Giyinip hemen geliyorum,” dedi.

“Ben de dışarıda sigara içiyorum o zaman.”

Bana iki eliyle tamam işareti yaparak soyunma odasına koşturdu ve ben de sigara içmeye çıktım. Bir dal yaktım, diğer elimi de ceketimin cebine sıkıştırdım. Bu sırada da arada bir çıkan Jungkook’un arkadaşlarına el sallayıp hoşça kal dedim. Antrenmandan ve maçlardan sonra mutlaka duş alırdı, bu da benim iki sigara bitirme süreme denk geliyordu.

İlkini etrafı izleyerek bitirdim, ikincisinde telefonumla oynamaya başladım ve biraz sosyal medyada takılıp Seokjin hyungla uğraşarak sinirlendirdim. En son birkaç nefeslik kalan sigaramı dudaklarım arasına götürüp çektiğimde Jungkook’un kokusunun burnuma doluşu arkama dönmemi sağladı.

Kapıdan kurutmaktan nefret ettiği ancak dışarı çıkacağı için mecburen yaptığını bildiğim saçlarını başını öne eğerek çıktı. Ancak onları kontrol altına almaya çalışırken bukleleri ona asice karşı çıkıyordu. Doğrulduğunda sırt çantasını astığı omzunda düzeltip siyah beresini takmayı çözüm olarak buldu ve doğruca benimle göz göze geldi, dudakları kıvrıldı.

Odağını kaçırmadan bana doğru yürüyordu ama bu bir göz kırpma süresi kadar sürdü. Hemen sağ tarafında bir adamla göz göze geldiler ve Jungkook geri önüne bakmak yerine ikinci kez gözlerini o omegaya çevirdi, yürümeyi kesti.

İlk başta yadırgamadım sadece sigaramdan nefeslenerek onların kısa sohbetlerini izledim. Omega Jungkook’la hemen hemen aynı boylarda, siyah ve saçları kısaydı. Yüzünü görmemiştim ama dikkat çekici biri olduğu ona uzaktan baktığımda duruşundan belli oluyordu

Jungkook onu can kulağıyla dinliyor ve arada başını sallıyordu ve arkasındaki sahayı göstererek birkaç şey söylüyordu. Yani her şey gayet normaldi ama sonra…

Jungkook gülümsedi.

Alfa başka bir omegaya gülümsedi.

Bir anlığına içimde hafif bir huzursuzluk belirdi. Kanım çekildi ve buz kestim, içimde bir şey düğümlenir gibi oldu. O gülüşü nasıl beni nefesimden edebilirdi bilmiyordum ama öyleydi işte.

Ben daha bu gülüşün bendeki etkisini toparlayamadan omeganın, Jungkook’un omzuna hafifçe dokunduğunu gördüm, Jungkook’un ise dudaklarına biraz daha içten bir gülümseme kondurduğunu. Başını hafifçe yana eğmiş, sanki uzun zamandır tanıyormuş gibi doğal hareketlerle konuşmaları devam ederlerken Jungkook ona baktığımı anlamış olmalı ki birkaç adımla yana geçip vedalaşmak üzere elini kaldırdı.

Sigaramı dudaklarımdan indirdim ve o zamana kadar sadece sırtını gördüğüm omeganın vedalaşmak için dönmesiyle yüzünü de görmüş oldum.

Gözleri badem şeklinde ve derin, ışıl ışıl bakıyordu, sanki her an bir şeyler anlatabilecek gibi anlam yüklüydü bakışları. Gözlerinin altında belirgin olmayan ama gülünce ortaya çıkan hafif kırışıklıklar vardı, elmacık kemikleri belirgindi ve çenesi de sivri ama yumuşaktı. Dudaklarıysa tam olması gerektiği gibi, yüzüne uygun bir incelikteydi.

Olduğum noktadan vedalaşmalarını izleyip bana doğru ellerini ceplerine sokmuş bir şekilde gelen Jungkook’a çevirdim bakışlarımı. Adımlarında bir değişiklik yoktu, yüzünde sıradan bir ifadeyle yaklaşıyordu bana.

Yanıma ulaştığında kolunu omzuma atıp başımın tepesine bir öpücük kondurdu, ben de elimi belime sardım ve beraber yürümeye başladık.

“O kimdi?” diye sordum olabildiğince hafif ve meraklı bir sesle.

“Bizim bölüm profesörünün asistanı, Jung Haein.”

“Ah, anladım.”

“Geçtiğimiz dönemde veri yapıları ve algoritmalar dersimize giriyorlardı. Bu dönem de algoritmalar dersine giriyorlar, profesör bu hafta iş seyahatine çıkacakmış, önümüzdeki hafta geldiğinde benimle mutlaka görüşmek istediğini söyledi.”

Bu açıklama her şeyin oldukça sıradan bir nedeni olduğunu gösteriyordu ama içimdeki o belli belirsiz his tamamen kaybolmuş sayılmazdı. Yine de sakince kaşlarımı kaldırıp sormaya devam ettim “Aa neden, bir şey mi oldu acaba?”

“Kötü bir şey olduğunu sanmıyorum. Geçtiğimiz dönem sınav kâğıdımı incelediğinde algoritma çözümlerimi ilgi çekici bulduğunu, daha sonra bununla ilgili görüşmek istediğini söylemişti. Muhtemelen bununla ilgilidir.”

“Sevgilimin inanılmaz zeki ve yetenekli olduğunu zaten biliyordum ama böyle resmi bir davete şahit olmak güzelmiş.” dedim gülerek.

Jungkook da gülüşüme eşlik etti ve beraber kısa sohbetler ederek yürümeye başladık. Yürüyüş yoluna kadar hala birbirimize sarılır vaziyetteydik ama sonra Jungkook’un dikkatini bir şey çekmiş olmalı ki benden ayrıldı ve ilerideki çiçeklerle sarılı bir çalıya ilerledi. Oradan hızlıca iki parça kopartıp tekrar yanıma koşturdu. Açık turuncu çiçeğin birini elime verdi “Bu senin,” dedi ve diğerini de hızlıca kulağımın arkasına sıkıştırdı “Bu da güzelliğine ufak bir katkı.”

Dudak bükerek gülümserken omegamla birlikte karşısında eriyip bitmiştik. Nasıl böyle beklemediğim anlarda tekrar tekrar para küte düşmeme sebep olabiliyordu anlamıyordum. Çok basit bir şeydi üstelik ama kalbimi titremişti.

Jungkook sanki beni öpmek istiyormuş gibi eliyle çenemi kavradığında kalbim bir anlığına hızla çarptı. Refleksle ama mümkün olduğunca doğal bir hareketle elini hafifçe itip yanağına bir öpücük kondurdum “Yaa… “ diyerek beline sarıldım “Çiçeğim ezilecek yapmaa.”

Jungkook bir şey söylemedi ya da söylememeyi tercih etti ve tıpkı benim gibi gülerek sıkıca beni sardı, sadece başımın tepesinden öptü “Tamam tamam, ezmedik çiçeklerini korkma.”

Sonra beraber kampüsten çıktık ve ışıklara doğru yürüdük. Kırmızı ışıkta arabalar önümüzden geçip giderken Jungkook beni bir anlığına yeniden bırakıp diğer tarafa, arabaların geliş yönüne geçti ve sonra yeniden eski pozisyonumuza döndük. Bu refleks gibi bir şeydi ama aslında güzel bir detaydı, kendini tehlikenin önüne alarak ilk karşılayan kişi oluyordu. Bunu babam da defalarca kez yapmıştı biz küçükken ve yalan yok, çok hoşuma gidiyordu, Jungkook’un da yapıyor oluşu güven veriyordu.

Yeşil yandığında sohbet ederek karşıya geçtik ve bir sokak arkadaki büyük markete girdik. Önceliğimiz Kafein’e mama almaktı, Jungkook zaten market alışverişini son bir haftadır ara sıra yapmıştı ama raflarda dolaştıkça bursumuzun dibine darı ekecek şeyleri sepete atmadan duramadık.

Jungkook alışveriş sepetini sürerken göz gezdirdiğim rafta paketli bir şekilde karpuzlu ekmek görmek beni şaşkına çevirip çocuklar gibi sevindirdi. Çığlık atarak elime aldım “Şuna bak!” diye Jungkook’a gösterdim “Paketlisini çıkartmışlar Jungkook, ağlayacağım!”

“O kadar geldim buraya, hiç yoktu yeni gelmiş herhalde.”

“Ben de daha önce görmemiştim. Hep tatlıcıda yerdik, yeni çıkartmış olmalılar.” derken Jungkook çoktan dört paketi sepete koymuştu bile “Alalım o zaman yavrum.”

“Bir tane yeterdi, çok değil mi bunlar.”

“Çok seviyorsan bir tane asla yeterli gelmeyecektir.”

“Sen şeytansın, off, ama doğru söylüyorsun, tamam alalım.” dedim ve sepeti çekiştirerek daha fazlasını almadan oradan uzaklaştırdım bizi.

En son beş kiloluk bir mama ve üç tane de yaş mama alarak banka hesaplarımızın sınırlarını zorladığımızı fark edip kasaya ilerledik. Jungkook sepettekileri çıkarttı ben de poşetlemek için ilerledim. Bu sırada kasadaki kızıl saçlı ve gerçekten güzel diyebileceğim omega Jungkook’a gülümseyerek “Oh,” dedi ve çekici bir gülümsemeyle devam etti “Yine siz.”

Jungkook başıyla selam verdi “Merhaba.”

“Birkaç gündür yoktunuz.”

“Aslında dün buradaydım ama siz yoktunuz.”

Kız gözlerini kırpıştırdı ve gülümsemesi biraz daha büyüdü “Evet, dün izinliydim. Zaten çalışıyor olsam sizi unutmazdım.”

Ne?

Pardon ama cidden, ne?

Kasadan geçen ürünleri poşetlerden başımı çevirip Jungkook’a baktım. Kızın söylediği şeyleri duymazdan gelmiş gibi davranıyordu ama yüzünde hala hafif bir gülümseme vardı. Kız da bundan cesaret almış gibi konuşmaya devam etti “Bu kadar yakışıklı müşterimiz pek olmuyor.”

Yok artık.

Çıldırmama son bir saniye vardı ama sakinleşmek için burnumdan güçlü bir nefes vermiş, adımlarımı kasanın önüne ilerletmiştim. Cüzdanımdan çıkarttığım kartı adeta yumrukla masaya vurur gibi kızın önündeki boş alana vurarak ittirdim. Kız yerinde zıplayıp bakışlarını alfamdan bana çevirdi.

“Hepsin buradan çek canım.” derken her kelimeme sert bir ima ekledim ve biraz daha devam ederse keskin öfkemin gazabına uğrayacağının uyarısında çok hafifçe bulunmuş oldum.

Bu sırada Jungkook da sepetten uzaklaşıp poşetleme kısmına geçerek hızlıca doldurup beni bekleme aşamasına geçmişti. Kız parayı çektiğinde kartımı sinirle çekiştirip Jungkook’un elinden tuttuğum gibi marketten çıkarttım, eve doğru hızlı hızlı yürümeye başladık.

Sessiz kalmayı ve bir şey söylememeyi tercih ettim çünkü en son birini çok kıskandığımda her zaman suçlu ben olmuştum. Şimdi de öyle olsun istemediğim için kendi içimde kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Fakat Jungkook yürürken tuttuğu elimden beni kendine doğru çekip öpmek için yeltenince onu itiştirip hemen kaçtım ve “Hayır öpme sinirliyim.” dedim. Elleri üzerimden çekildi ve o an bir şeyler mırıldandı ama tam duyamadım.

“Ne dedin?” diye sordum.

“Hiç,” dedi ve biraz hızlanarak yürümeye devam etti.

Tüm yol boyunca tek kelime etmedi, hislerindeki bütün değişik ondan bana doğru akarak çok kötü hissettirdi ve eve vardığımızda da sessizce evin kapısını açtı. Sessizce içeri girip poşetleri tezgaha bıraktı.

Senin hatan. Onu sürekli reddediyorsun, sürekli bir şeylerin dağılmasına sebep oluyorsun.

Omegam beni daha da kötü hissettirecek şekilde konuşurken kabanımı asarak Jungkook’a göz attım ve omegama cevap verdim.

Ben böyle olsun istemiyorum ama engel olamıyorum. Korkuyorum.

Korkuların alfanın inancını sarsıyor. Kendi sorunları yokmuş gibi onu bir de sen zorluyorsun ve bunun onu ne kadar üzdüğünü fark etmiyorsun.

Ediyorum.

Omegam cevap vermedi ve beni derin düşüncelerle bıraktı. Bu sırada Jungkook’a baktım ben de ve düşük suratının beni de üzmesiyle ona doğru yürüyüp poşetleri boşaltan elini tuttum, önüne geçerek öptüm. Ne kadar üzgün olursa olsun bana karşılık verdi. Dudakları nazikçe benimkiler üzerinde hareket edip eli belime sarıldı.

Geri çekildiğimizde parlak gözlerinin canlılığını biraz da olsun kaybetmiş oluşuna canım sıkıldı, elimle saçlarını ittirdim dikkatlice “Çok kızdın.” dedim kabul ederek her şeyi.

“Kızdım.”

“Alfamı üzgün ve kırgın görünce hayat bitiyor. O an çok kıskanmıştım, omegaya da sinirliydim, özür dilerim. Seni çok seviyorum alfa.”

Jungkook gözlerimin içine büyük bir kırgınlıkla bakarken sanki başka bir şey daha bekliyor gibiydi. ‘Başka bir şey söyle artık’ diyen sessiz bir çağrı vardı. O yüzden ellerimi yüzüne götürdüm, başparmaklarımla yanaklarını okşarken biraz daha yaklaştım. Parmak ucumda kalkıp dudağına minik bir öpücük kondurdum. Ardından bir tane daha, sonra bir tane daha… Her öpücükle aramızdaki kötü havayı sonlandırmayı denedim.

“Hadi affettim de,” derken sesime tatlı bir tını ekledim “Seni seviyorum da de, hadi, hadi alfa…”

İlk başta sessiz kalmaya devam etti sonra “Tamam,” dedi usulca, dudaklarını benimkine bastırıp uzun, sıcak bir öpücük verdi, geri çekildi “Sen zaten bana böyle bakarken affetmememin imkanı yok.”

“Bana dayanamıyorsun işte, biliyorum.”

“Öyle. Çok da seviyorum.”

“Ne kadar çok,” dediğimde Jungkook bazı şeylerin çözülmediğini anladığım buruk bir gülüş bıraktı yüzüme doğru ve cevapladı “Çok çok kere.”

Kıkırdadım.

“Ben de çok çok kere.”

Kollarımı boynuna doladım ve o da ellerini belime sarıp boynumdan birkaç kere öptü. Böylece o gün buz dağının görünen kısmını, yani sadece benim sorun olduğunu düşündüğüm kısmını çözmüş olduk. Ama her şeyin günden güne büyüyen, konuşulmadıkça dallanıp budaklanan kısmı hala oradaydı bekliyordu.

Aradan birkaç gün geçmişti. Gündelik hayatımız akıyordu ve her şey biraz daha yoğunlaşmıştı. Ben derslere girip çıkıyor, verilen proje resimlerini ve sunumlarını yetiştirmek için çabalıyordum, Jungkook’un çok daha yoğun bir temposu vardı, antrenmanları sıklaşmıştı ve derslerine kafa yormaktan geceleri bardak bardak kahve içerek ayakta kalıyordu. Bu süreçle birlikte yorgunluğu eklem ağrılarına vurmuş ve sırt ağrıları çekmeye başlamıştı, ben de olabildiğinde ona destek olmaya çalışıyordum.

Bu süreçte o bahsettiği asistanla, Jung Haein’le birkaç kez daha karşılaştık. İlkini okulda olmuş bir tesadüf sanmıştım, sonrakiler kafamı biraz kurcalamaya başladı çünkü bu tesadüfler sıklaştı. Kampüs çıkışında, markette, hatta oturduğumuz bir kafede bile. Ancak ne düşünürsem düşüneyim aklımı kurcalayan şeyleri kanıtlayacak hiçbir veriye sahip değildim çünkü Jungkook’a hiçbir yakınlık göstermiyordu, aralarından karşılaşıp sohbet ettiklerinde, Haein’in de Busanlı olduğunu öğrendikten sonra bile hep bir mesafe vardı. Hatta bana karşı da oldukça samimi, sıcak ve nazikti. Sanki gerçekten tanıştığımıza memnun olmuş gibi.

Ama yine de emin değildim. Bir şeyler tuhaf bir şekilde ilerliyordu. Belki de Busanlı oluşundan ya da gülümsediğinde gözlerinin bir anlığına Jungkook’a benziyor oluşundan ve belki de sadece kıskandığım için.

Yine de bu bir sorun gibi gelmiyordu çünkü Jungkook’la aramızda hala çözemediğimiz başka şeyler vardı. Dışarıda beni öpmesinden ve bana dokunmasından kaçınmam gibi… Jungkook hiçbirini dile getirmiyordu ama her bir yaşanan şeyde, yüzünde belli belirsiz bir burukluk oluşuyordu.

O akşam biraz kafa dağıtmak için Yeonnamdong’a gitmeye karar verdik. Hava geç olduğu için biraz serinlemişti ancak buna rağmen, sokaklar kalabalıktı. Jungkook’un koluna tutunarak bir yandan sohbet edip diğer yandan yürüyorduk.

Barların önünden geçerken kalabalığın biri dikkatsizce ayaklanıp Jungkook’a çarptığında Jungkook ona çarpan kişiyi tutmak için refleksle beni bıraktı ve adamı tuttu.

“Ups, dikkat edin.”

“Çok pardon, benim hatam-Ah, Jungkook, sen miydin?”

“Oh, Haein Sunbae. Sorun yok, iyi akşamlar.”

Haein.

Yine.

Jungkook asistanın üzerindeki elini çekip yeniden beni kendine yaklaştırarak koluna girmemi sağladığında Haein bana da başıyla selam verdi ve tekrar özür dileyerek iyi akşamlar dilediği gibi arkadaşlarıyla vedalaşma işine geri döndü.

Jungkook beni yürümek için çekene kadar Haein’e bakmaya devam ettim ve gözden kaybolunca Jungkook’un koluna biraz daha sıkı tutunup önüme döndüm. Ara sokaklardan birine girip Yoongi’lerin barının tabelasına doğru yürürken içimdeki sıkıntım bir yana, dün akşam sevişirken beni ısırdığı için Jungkook’dan bana doğru yayılan sıkıntılı hislerle de mücadele ediyordum.

İçeriye girerek her zaman oraya oturduğunu bildiğimiz arkadaş grubumuzun olduğu uzun masaya ilerlerken hepsine merhaba dedikten sonra Jungkook’un kolundan çıkıp sıkıntıyla iç geçiren Jimin’in karşısına oturdum. Ben konuşurken de Jungkook yakınına hızla yerleşti “Hayırdır ne bu hal? Bal ayısı gibi bira içip iç falan çekiyorsun?” diye sordum.

“Şu ikisine bakıyorum.” eliyle dip dibe oturan Hoseok hyung ve Yoongi’yi gösterdi “İkisi bile sevgili oldu, ben bir adamı tavlayamadım. Sinir oluyorum.”

Bakışları, bar tezgahının gerisindeki uzun siluete takıldı. Gümüş zincirli siyah gömleği, asker kesim saçları ve ciddi bakışıyla, Jimin’in iç geçirip “of” demesini gayet haklı çıkarıyordu Namjoon.

Hoseok alayla “Git konuş bence yine.” dediğinde Eunwoo da hızlıca destek verdi “Belki bu sefer başarırsın.”

“Gururum kırılıyor artık ama. Reddedilsem bu kadar üzülmem de adam beni direkt görmüyor ya…”

“Hadi git dene. Daha ne olabilir ki zaten yeterince üstüne düştün.” diyen Yoongi birasıyla birlikte kurutulmuş kalamar yiyerek ağabeyini gösterdi “Bugün pozitif gününde. En kötü boş yapıyorsun çocuk deyip arkasını döner.”

“Bak o bile iletişim,” dedim Jimin’e ve de ekledim “Ayrıca reddedilirsen seni burada içkiye boğarız sen merak etme.”

Söylediklerimiz onu gaza getirmiş olmalı ki Jimin bir hışımla ayağa kalkıp cesaretle konuştu “Sikerler, doğru, korkanın çocuğu olmaz. Ben gidiyorum.” ancak sonra modu düşerek geri oturdu “Vazgeçtim. Gururum sızlıyor.”

“Sen bir gelsene buraya, kulağına bir şey diyeceğim.”

O zamana kadar konuşmayan Jungkook, Jimin’i yanına çağırınca bütün gözler üzerine çevrildi ve Jimin oturduğu yerden kalktı, eğilerek kimsenin duyamayacağı bir şeyler söyledi. Geri çekildiğinde Jimin kaşlarını kaldırmış bir şekilde sordu “Cidden mi?”

“Sen bana güven.”

Jimin birkaç saniye kuşkuyla baktı “Aşk adam tecrübelerin işe yararsa bir dilek hakkın var. Ne istersen yapacağım.”

“Ben asla kaybetmem, haberin olsun.”

“Hı-hm göreceğiz onu.”

Jungkook kendinden emin bir şekilde gülerek Namjoon’a doğru yürüyen Jimin’e bakarken ona ne söylediğini merak ettiğim için şaşkınca “Ne dedin de böyle gazlanmış şekilde gitti.”

“Namjoon hyungun dikkatini çekebilecek bir şeyler işte. Görürsün.”

Minhyu her zamanki gibi Jungkook’la uğraşacak ya hemen “E tabii sen iyi bilirsin böyle taktikleri.” diyerek geniş geniş yayıldı koltuğunda ve bana doğru dönüp devam etti “Birini tavlamak istediğinde başarana kadar durmaz, bak nasıl kaptı seni. Jungkook tam taktik adamı, numara bitmez onda.”

Jungkook bira şişesinin altındaki altlığı Mingyu’ya fırlatıp “Şerefsiz herif, boş boş konuşmasana” diyerek gülümserken ona doğru bakış atıp kaşlarımı kaldırdım ve imayla konuştum “Bak sen…”

“Sadece sana bakıyorum zaten yavrum.” diyerek çenemi tutup hafifçe salladığında devam etti “Bütün hayatımı omegama adamış durumdayım.”

Sonra başını hafifçe eğdi, dudaklarının kenarı kıvrıldı ve birden, hiç beklemediğim anda elini sırtıma koyup beni kendine çekti, öpüverdi. Çok hızlı ve çok anlıktı, dudakları bana masumca dokunmuş ve geri çekilmişti ama ben şaşkınlığımdan ne yapacağımı bilemedim, öylece kaldım. Geri çekildiğinde ilk işim etrafa bakmak olmuştu, biri bize bakıyor mu diye ama hayır, kalp çarpıntımın aksine kimse gerçekten bize bakmıyordu.

Yine de içim hiç rahat değildi ve fazlasıyla gerilmiş durumdaydım. Biliyordum, tedirginliğim çok aptalca ve çok kırıcıydı ama bu istemeden verdiğim bir tepkiydi. Kalbim hala boğazımda atıyordu, sakince oturduğum yerde Jungkook’tan birkaç santim yana kaydım. Belli belirsizdi bu yaptığım ama Jungkook hemen fark etmişti. Fark ettiği gibi de arkadaşlarıyla konuşurken beni tekrardan kendine doğru çekip belime sarılmıştı, rahatla, sakinleş der gibi. Diğer yandan da bozulduğunun farkındaydım, ona rağmen yine beni düşünüyordu.

Korkularım verdiği güven duygusuyla çatışırken belli etmemeye çalışmak çok yorucuydu.. Birkaç konuşmaya katılıp esprilere gülerken bile tedirginleşmeye başlamıştım ve ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.

Gözüm hala bar tarafında bir içkiyle duran Jimin’e kaydı, Namjoon’a en yakın olabileceği mesafeyi bulmuş ve oturarak önündeki peçeteye kendinden emin bir şekilde bir şeyler karalıyordu. O ne kadar cüretkar ve cesur görünüyorsa, ben o kadar sessiz ve içime kapanmış hissediyordum.

Dakikalar geçtikçe bardaklar boşaldı Hoseok hyung, yeni bir tur için göz gezdirdiğinde masadan kalkmadan hemen araya girdim “Ben getiririm hyung kalkma.” dedim.

Jungkook bana döndü ama bir şey demedi. Sadece başını hafifçe salladı tamam der gibi ve ayağa kalkarken belimden kayan eli yavaşça indi.

Kalkıp bara doğru ilerledim ve her adımda biraz daha rahatlamış hislerle nefes aldım. Sanki üzerimden görünmez bir ağırlık sıyrılmış ve göğsümü hafifletmişti. Dokunuşları da iyi hissettiriyordu aslında, beni sadece insanlar rahatsız ediyordu.

Deske vardığımda bizim masa için altı tane bira istedim ve barmeni beklemeye başladım. Bu sırada o kadar dalmıştım ki iki yanıma yaslanan elleri ve ensemdeki tanıdık nefesi fark etmedim.

İrkilerek boynumu öpen Jungkook’la deskin arasında dönmeye çalıştım ve arkaya doğru eğilerek gözlerinin içine doğru “Ne yapıyorsun?” diye sordum.

“Sevgilimi köşeye kıstırdım, öpüyorum.” dedi ve bu kez geniş bir gülümsemeyle dudaklarıma eğildi. Biraz önceki hislerimin yoğunluğuyla onu gerçekten kıracağımı bilmeden, refleksle elimi dudaklarıma kapattım ve konuştum.

“Saçmalama, bir sürü insan var etrafta.”

Yüzündeki gülümsemenin havada asılı kalarak birer birer düştüğünü ve en sonunda yansıttığı kırgın, öfkeli hislerin mimiklerini izledim. Kokusu da daha önce hiç duymadığım bir şekilde burnuma çalındı ve Jungkook eğildiği üzerimden doğrularak bana hayal kırıklığıyla, bu kez gülümsemeden baktı “Ciddi misin?” diye sordu. Siyah gözleri daha da donuklaştı “Gerçekten… Seni öpüyor olmamla insanların ne ilgisi var?”

Boğazım kurudu ve cevap veremedim. Sadece kırıkça bakan gözlerine bakarak yutkundum.

Jungkook sessizliğime karşı başını iki yana salladı “Sadece ufacık bir öpücüktü. Kimsenin umurunda değiliz.”

Bu gece ve geçtiğimiz günlerde ona yaşattığım kaçıncı hayal kırıklığıydı bu bilmiyordum ve ne söylesem haksızdım. Haksız olduğumu bildiğim için cevap veremeyişim onu daha da öfkelendirdi ve bir adım geri giderek başını iki yana sallayıp “Kime ne anlatıyorum ki ben.” dedi.

Hızlıca barmenin uzattığı biralardan birkaçını alarak arkadaşlarımızın yanına gittiğinde arkasında hiçbir şey yokmuş gibi sohbetlerine katılmasını izledim. Yavaş yavaş oturttuğumuz ilişkimizin duvarlarının benim aptalca korkularım yüzünden çatırdayarak dökülmeye başladığını görmek bir korku yaratmıştı içimde ve birkaç dakika bar deskine tutunarak durmuştum.

Kendimi toparladım denilemezdi ama yanlarına gidebileceğimi düşündüğümde masaya ilerleyip Jungkook’un yanındaki yerimi aldım. Ancak bana hiç bakmadı. Sadece Hoseok hyungun anlattığı şakaya başını salladı, Eunwoo’yla dalaştı ve Yoongi’ye bir şeyler söyledi. Ben sanki yanında yokmuşum gibi davrandı. İlk defa bana hiç dokunmadı, ne omzuma elini koydu, ne dizime parmak ucuyla dokundu ne de bakışlarını üzerime değdirdi. Hiçbir şey.

Jimin bile Namjoon’la iletişim kurmak için oturduğu yerden bana dönüp baktı, tavırlarımı fark etti. Kaş göz yaparak ne olduğunu sordu. Bense sadece başımı sallayıp elimle geçiştirdim, bakışlarımı kaçırdım.

Dakikalar geçtikçe, Jungkook her yudumda biraz daha uzaklaştı benden. Kahkahaları vardı ama neşeye dair hiçbir şey yoktu. Ondan bana akan bütün duyguları omegama acı çektiriyordu. Bu o kadar uzun sürdü ki sonunda gece geç olması yüzünden Jungkook telefonunu çıkartıp bir taksi çağırdığında gidiyor oluşumuza şükrettim. Ama bu daha da kötüydü, vedalaştığımızda beni beklemeden doğruca çıktığı için peşinden koşmak zorunda kaldım ve elini tutmadığım için çıplakmış gibi hissettim. Taksiye bindiğimizde ise yapayalnız. Böylece onun tarafından yok sayılmanın ne kadar boktan bir his olduğunu anlamış oldum.

Jungkook bir uca oturdu, ben de diğerine. Ona yaklaşmak istesem de beni itmesinden korkarak sadece o dışarıyı izlerken şehrin ışıklarının yüzüne vuruşunu izledim. Kaybolan bir çift gibi, sessizce taksi içinde yol aldık.

Jungkook yaklaşık yirmi dakika sonra parayı uzatıp çıktığında ve eve doğru yürüyüp merdivenleri aştığında arkasından sessizce yürüyüp içeri girmeyi bekledim. Şifreyi hızlıca yazdı, içeri girdi ve ayakkabılarını dolaba koyduktan hemen sonra cebinden sigara paketini çıkartıp balkona doğru ilerledi.

Kırılmaktan korkuyorsun ama kırmaktan korkmuyorsun, ne istiyorsun?

Bir şey yap artık sikeyim Taehyung, neyi bekliyorsun?

Ne kadar acı çektiğini görmüyor musun?

Omegam göğsüme baskı yaparak bana öfke kusarken bir şeyler yapmak için birkaç adım attım ve kısık bir sesle “Jungkook,” dedim.

Jungkook’un balkon kolunu aşağıya indiren eli durdu ve bedeni bana dönmeden beklemeye başladı. Birkaç adım daha atıp odanın ortasına geldim.

“Konuşabilir miyiz?”

“Neden?” derken sesinin ilk kez titrediğini duymuştum ve bu bana tokat gibi çarpmıştı. Yine de çabaladım, konuşmak için, onu kırdığım için telafi etmeyi amaçlamıştım.

“Seni kırdığım için.”

Jungkook elindeki çakmakla sigarayı masaya attı ve “Hangi biri için?” diyerek bana döndü. Gözünden bir damla yaş yavaşça dudaklarının üzerine doğru süzüldü.

Daha önce hiç öldüğümü hissettiğim bir anım olmamıştı, Suho’yla ayrıldığımda bile böyle bir his yaşadığımı hatırlamıyordum ama şimdi, o ana çok yakın olduğumu hissettim. Her zaman güçlü, her şeyi omuzlarında taşıyan ve hep gülümseyen o alfayı paramparça etmiştim.

“Alfa…” diyerek ona elimi uzattığımda bir adım gerileyip elini kaldırdı ve gözlerini sıkıca kapatarak başını iki yana salladı “Lütfen…” dedi.

Geri açtığında burnunu çekerek burukça gülümsedi “Sana defalarca beni kırman için izin verdim. Şimdi izin ver sana öfkelenip bağırayım.”

Çaresizce yeniden adını söyledim ve kendimi açıklamaya çalıştım “Jungkook… Ben-ben sadece, sadece insanların önünde-”

“Ne?!” diye hem ağladığı hem de öfkeyle bağırdığı sesi tüm evin içinde yankılandı “Sadece insanların önünde ne Taehyung? Sevgili olmamız mı sorun? Seni öpmem mi sana sarılmam mı, tanrı aşkına, utanıyor musun, ne olabilir?”

“Hayır, Jungkook, hayır senden asla utanmadım.”

“O zaman sorun ne? Seninle ilgilenmeye çalışıyorum, seni seviyorum, sana dokunuyorum, seni öpüyorum ama sen… Seni öpmek isteğimde kendini geri çekiyorsun, sana sarıldığımda beni itiyorsun, anlamıyorum. Bunlar baş başayken sorun olmuyor, ama dışarıda… Birini sevmenin doğal olduğu bir dünyada, senin sevgime verdiğin her tepki neden bu kadar tedirgince anlayamıyorum.”

Jungkook’un gözleri parladı. Ama o parıltı öfkenin ve hayal kırıklığının bir yansımasıydı aslında. Onu hiç böyle görmemiştim, Gözbebekleri küçülmüştü, çenesi kasılmıştı, dudakları da titriyordu. Feromonları da keskinleşti. Boğazımı yakıyordu adeta. Her zamanki gibi sevgi ve şefkatle dolu değildi bu kez.

Göğsümde bir baskı oluştu, boğazım düğümlendi. Beni itmemişti ama feromonları, benden uzaklaştığını o kadar belli ediyordu ki yüzleşmek istemiyordum.

“Aşamıyorum!” derken kokusundaki değişim yüzünden telaşla bağırdım ve ben de ağlamaya başladım “Yemin ederim bu aptal korkuyu aşamıyorum. Kafamda hep mücadele ediyorum ama donup kalıyorum. Ne hissettiğini biliyorum, konuşmak istiyorum ama yapamıyorum, korkuyorum.”

“Ne hissettiğimi biliyorsun...” diyerek başını geri atıp boğuk bir sesle güldü ve bana yeniden, başını iki yana sallayarak baktı “Sen, sadece seni ısırdığım için hislerimi anlayıp hissediyorsun. Ya ben? Benim hislerim? Ben hissetmiyorum mu sanıyorsun? Sana her dokunduğumda tedirgin oluyorsun, her öptüğümde geriliyorsun…”

Kelimeleri vücuduma batan binlerce iğneden farksızdı ve ona ne söylemek istersem isteyeyim telafi edebilmek kırıklarını toparlamayacaktı.

Yine de adını söyledim ama o, tekrardan bağırarak beni susturdu.

“Jungkook-”

“Sikeyim Taehyung! Benimle konuşmadığın için kendimden şüphe etmemi sağlıyorsun ve bu bok gibi hissettiriyor. Bok gibi! Anladın mı?!” diye kükrediğinde gözlerinin kızıla dönüşü beni sıçratarak geriye doğru gitmeme sebep oldu.

Bu yönüyle ilk kez, böyle bir anda tanışmak beklediğim bir şey değildi ve gözlerinin kızıllaşarak bana bakışı, bu kez ciddi anlamda alfasını kontrolü devralacak kadar canının yandığını gösteriyordu. Çaresizce, yarattığım kırıklarla mücadele eden adama, sessiz ağlayışlarla baktım.

Jungkook eliyle yüzünü kapatıp yeniden bana baktı, bu kez biraz dinmişti ama kalbinin acıyarak kurduğunu cümleyi titreyen sesiyle dile getirmişti “Ben korkularını oluşturan o adam değilim.”

Başımı iki yana salladım hızlıca “Asla öyle olduğunu düşünmedim. Seni bu dünyada kimseyle karşılaştırmadım.”

“Ama öyle hissettiriyorsun. Seni sadece evin içindeyken sevmemi istiyormuşsun gibi…” dedi ve başını öne eğdi. Gözünden birkaç damla yaş süzüldü, silmemek için kendimi zor tuttum “Sanki… Sanki sana bir çiçek veremediğim için, çiçeklerimiz olmadığı için bu hakka sahip değilmişim gibi.”

Soluduğum nefesin bile içimi yaktığını hissettim. Nefes aldıkça kelimeleri daha da içime çekiyor, onun haklılığıyla biraz daha eziliyordum.

Jungkook’un acısını sadece yüzünde değil, kalbimde hissettim. Bana bir çiçek vermesi umurumda değildi çünkü bana hayatımda sahip olamayacağım şeyleri vermişti. Nefes alacak bir alan, ağlayacak bir omuz, gülümseyecek birçok neden ama en önemlisi birini sevmenin, sevilmenin nasıl hissettirdiği. Onu seviyordum, gerçekten çok seviyordum ve onu sevmenin en doğru bildiğim şey olması gerekirken, bunu ona en yanlış şekilde yansıtmıştım. Hiçbir özrün, o an içimde hissettiğim pişmanlığın ağırlığını kaldıramayacağını biliyordum.

Şimdi de, birini incitmenin, gerçekten sevdiğim birini incitmenin nasıl hissettirdiğini öğrenmiştim.

Jungkook’un gözlerinin kızıllığı yavaş yavaş eski siyahlığına dönerken, kırgınlığını hala koruyarak gözlerimin içine baktı ve yorgun bir ses tonuyla devam etti “Senin için her şeyi yapabilirim sanıyordum ama… Sanırım bunu yapamazmışım. Sen benim sadece dört duvar arasında gizleyerek sevdiğim biri değilsin. Elimi tuttuğunda elini tutmak, beni öptüğünde karşılık vermek, dokunduğunda sana dokunmak istiyorum, seni sevdiğimi, omegam olduğunu bilmelerini istiyorum. Ama ben sana sevgiyle yaklaştığımda, sen benden uzaklaşır, beni itersen… Seni sevmeye nasıl devam edebilirim, bilmiyorum.”

Boğazım yutkunamayacağım kadar düğümlendi, cevabını almaktan korksam bile sormak için cesaretimi topladım “Bu ne demek? B-beni sevmeye devam etmeyecek misin yani? Terk mi edeceksin?”

“Seni sevmekten başka yaptığım bir şey yok. Ama sen kaçarak terk ediyor gibi duruyorsun.”

“Kaçmıyorum. Tanrım… Çok aptalım, gönlünü bile alamıyorum.” derken iç çekerek hıçkırdım ve elimin tersiyle gözlerimin altını beceriksizce sildim “Jungkook, seni çok seviyorum. Seni gerçekten çok seviyorum, özür dilerim.”

Karşımda acı çekiyormuşçasına bir ifadeyle bana bakarken ne yapacağımı bilemeden ona yaklaşmak için birkaç adım atsam da ona dokunmamam için izin istediği aklıma gelince durdum. Sınırlarının keskinliği karşısında yapabileceğim tek şey şu an için sadece ona bakmaktı.

Bakışlarını yakaladığım an gözlerinde gördüğüm kırılmış bağ ile omegamın alfasına ulaşamadığı için içgüdüsel olarak hissettiği yalnızlıkla sarmalandım. Bu hissi nasıl tarif edebilirdim bilmiyorum, sanırım uzun zamandır sevişmelerimizde beni ısırdığından kaynaklıydı. Sanki aramızda güçlü bir bağ vardı, ona sesleniyordum ama cevabını alamıyordum ve bu sessizlik canımı yakıyordu. Omegam da güvenle sarıldığı o bağın kapalı oluşunu kaldıramıyordu.

Burnumu çekerek içli bir şekilde ağlamayı sürdürürken çaresizce, yeniden “Özür dilerim.” diyebildim ama bu kez sesim bir fısıltıdan, bir bekleyiş umudundan ibaretti. Ve artık ona bakarken gözlerim buğulanarak görüşümü kaybetmeye başlamıştım.

Bir süre odanın içine ağlamalarımın sesi doldu. Jungkook sessizce bekledi ve gözlerini üzerimden ayırmadı. Sonra yavaşça, tereddüt ederek bir adım attı, ardından bir adım daha ve sonda tam karşımda durdu, başını hafifçe yana eğdi..

Ne yapacağını bilmiyordum ya da bir şey söyleyecek mi hiçbir fikrim yoktu ama bir parçam hevesle beklemişti. Çünkü bakışlarındaki kırgınlık yumuşamış bir hüzne dönüşmeye başlamıştı.

Jungkook yavaşça elini kaldırdı, dokunmadan önce bir an duraksayıp tereddütünü belli edecek şekilde ufakça çekildi ama sonra yanağımın altına inen bir damlayı nazikçe silmek için parmak ucuyla temizledi.

Parmak uçlarının sıcaklığıyla rahatladığını hissettim ve dokunuşlarının nazikliği karşısında bir iç çektim. Hissettiği her şeyi biliyordum, kırgınlığı, yorgunluğu, sevgiye tutunma çabası ve bütün öfkesine rağmen şefkatli oluşunu… O an, alfamın parmak ucundan bana doğru aktarılan her şey bir dokunuştan fazlasıydı.

Jungkook “Ben de seni seviyorum,” dedi ve ben bu sevgiyi iliklerime kadar hissetmiş bir şekilde sesindeki kırıklığın getirdiği cümlesinin devamını dinledim “Ama bu kez sevgim canımı acıtıyor.”

Sevgim canımı acıtıyor.

O kadar gerçek, o kadar vurucu bir cümleydi ki…

Biriken yaşlarıma hakim olmaya çalışmak için gözlerimi kapattım, açtım. Bunu söylemenin onun için ne kadar zor olduğunu anlayabilmek için yerinde olmama gerek yoktu. Ben dünyanın en aptal omegasıydım.

Kendi iç hesaplaşmalarım ve onun kırıklarını sindirmek için ettiğim mücadele onun yüzümdeki temasının kesilip yanına düşmesiyle son buldu.

Jungkook hafifçe bir nefes alıp dudaklarını birbirine bastırdı ve kelimelerini toparlandığında “Biraz hava almam gerekiyor.” diyerek arkasını dönmek için yeltendi ama benim telaşla ona tutunmak için adımladığımı gördüğünde hızlıca ekleme yaptı “Parkta olacağım, biraz kafamı toplayıp sakinleşmem gerekiyor. Geri geleceğim omega, söz veriyorum. Tamam mı?”

Bu zamana kadar verdiği her sözü tutmuştu ve şimdi arkasını dönüp, ceketini bile almadan kapıdan çıkarken verdiği söze güvenim tamdı. Ancak her şekilde kapının açılıp kapanma sesiyle evin içindeki varlığının yok oluşu, o ana kadar güç olan bacaklarımın titremesine ve dayanamayarak yere çökmeme sebep oldu.

Ellerimle yüzümü kapattım, gözyaşlarım hıçkırıklarıma karıştı. Dakikalarca ağladım ve hatalarımla yüzleştim. Birbirimize her şeyi söyleyip sorunlarımızı konuşacağız demiştik ama bunu yapmayan, susan, hislerini paylaşmayan bendim.

Onu kaybetme ihtimali Suho’nun üzerimde bıraktığı her şeyden daha korkunçtu. Daha acı vericiydi. Geçmiş geçmişte kalmalıydı, Jungkook benim şimdimde ve geleceğimdeydi. Onun olmadığı bir gelecek fikri ise kesinlikle benim için hayal bile edemeyeceğim kabustan ibaretti.

Ağlamaktan kuruyan boğazımı umursamadan üzüntüme devam ederken ellerime sürtünen tüyler ve Kafein’in kısık miyavlamasıyla başımı kaldırdım. Küçük kedimiz bacaklarıma sürtünüp elimi kokladı ve minik adımlarla kucağıma çıktı, burnunu yanağıma sürterek bu kez de yüzüme sürtündü.

Beni anladığını hissettim, yanımda olduğunu ve bir şekilde bazı şeyleri anlamam için bana gözlerini dilip baktığını. Belki de kendi düşüncelerimi uygulamaya cesaretim olmadığı için ondan güç almam gerekiyordu.

Minik başını okşayarak ona “Yine gelecek ama… Keşke gitmesine izin vermeseydim.” diye fısıldayıp dolu gözlerimle baktım “Ama hala gidebilirim değil mi?”

Kafein başını her okşamak için parmaklarımı oynattığımda gözlerini kısarak çenesini kaldırdı ve gırlamaya başladı.

“Hala yanına gidip onu her şeyden çok sevdiğimi ve aşkıma sonuna kadar sahip çıkacağımı söyleyebilirim… Hm, sence gideyim mi?”

Parmak uçlarımı çenesine sürttüğüm anda Kafein kucağımdan kalktı ve koşturarak benden uzaklaştı. Bunun kalkmam ve yanına gitmem için bir işaret olduğunu düşünerek elimin tersiyle yüzümü sildim ayağa kalktım.

Hala üzgündüm, hala kalbim göğsüme ağır geliyordu ama toparlanmak zorundaydım. Bu sefer sorumluluğu alan ve bu işi düzelten kişi ben olmalıydım.

Bu yüzden hızlıca evden çıktım, merdivenleri koştururken birkaç kez daha gözyaşıyla ıslanan yüzümü silip yan sokaktaki parka doğru yürüdüm. Sonra cesaret dolu bir şekilde köşeyi döndüm.

Ve onu gördüğüm an görünmez bir duvara çarpmış gibi durdum.

Jungkook evlerindeki albüme bakarken gördüğüm eski köpeğinin cinsinde bir dobermanın başını okşuyor, hafif bir gülümsemeyle bir şeyler söylüyordu. Gülümsemesi yumuşaktı, sevgi dolu ve her zamanki gibi de sıcak. Hemen ayakta ise köpeğinin tasmasını tutan ve kulağının arkasına sıkıştırdığı bir pembe çiçekle Jungkook’a gülümseyen Haein…

Midemden yukarıya keskin bir boşluk yükseldi.

Gözlerimi Haein’in kulağına sıkıştırılmış çiçekten alamadım. Gördüğü her çiçeği bana benziyor diye getiren bir alfaydı Jungkook, hep böyle şımartırdı beni ve bazen de kulağımın arkasına iliştirirdi. Şimdi, o omeganın kulağının üzerinde çiçek görmek kalbimi ağrıttı.

Ve o anda da yeni bir gerçekle yüzleşmemi sağlayan cümle kulaklarımda çınladı.

Ruh eşleri, doğduktan sonra en az bir kere karşılaşırlar.

Günlerdir tesadüf gibi gözüken o karşılaşmalar, Haein’in her yerde belirivermesi, Jungkook’un dikkatinden kaçmaması...

Her şeyi bir yapboz gibi birleştirdim.

Ya oysa, diye düşündüm.

Ya Haein’le ruh eşiyse?

Ya bütün bu karşılaşmalar şans değil de ruh eşlerinin buluşmasıysa?

Ve ben sadece bu hikayeye fazlalıksam?

Nefes almaya çalıştım ama boğazımın içi sanki cam kırıklarıyla dolup taştı. Dizlerim titredi ve ayakta durmak zorlaştı, nefes alışlarım bile ağırlaştı. Ne yapmam ve ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Omegam bile, sanki böyle olacağını, buna benim sebep olacağını bildiği için kaybolmuştu ortalıktan.

İşte o an, geçen günlerde ansızın beliren ve sahip olmayı hayal ettiğim geleceğin aslında bana ait olmadığını kabullenmekten başka çaremin kalmadığını fark ettim.

***

 

Chapter 32: alfanın tepkisi ve omeganın cesareti

Chapter Text

 

ResimLink - Resim Yükle

Jungkook

“Ne hissettiğimi biliyorsun…” dediğimde o kadar üzgündüm ki duygu durumumu kontrol etmekte zorlanıyordum. Ancak en zoru alfamdı. Bu yüzden başımı geriye atıp boğuk bir şekilde güldüm ve ona yeniden baktım.

Bakışları onu anlamamı ister gibiydi, anlıyordum, yemin ederim ki anlıyordum. O şerefsiz piçin Taehyung üzerinde bıraktığı yıkım ve korku ortadaydı ama bir noktada Taehyung’un üzerine bu kadar titrerken ve bana güvenmesi için elimden geleni yaparken dokunuşlarıma verdiği tepkiler bana kendimi sorgulatıyor, kötü hissetmeme neden oluyordu. Sanki ilişkimizde sabit, tek bir noktada bekliyorduk ve ben elinden tutarak ilerlemeye çalıştıkça o, durduğu yerde beni ilerlemememiz için çekiştiriyordu.

Sorun da buradaydı, onun benim hislerimi anlamıyor ve tek kelime bile etmiyor oluşuydu. Bakışlarımı, hislerimi, ne kadar incindiğimi, onu bütün ruhumla hissettiğimi… Hiçbir şeyi anlamıyordu ve sadece kendisi hissediyormuş gibi davranıyordu. Bu o kadar canımı yakıyordu ki bugün yaptığı şey kalbimi paramparça hissettirmişti.

Başımı iki yana sallayarak “Sen, sadece seni ısırdığım için hislerimi anlayıp hissediyorsun. Ya ben? Benim hislerim? Ben hissetmiyorum mu sanıyorsun? Sana her dokunduğumda tedirgin oluyorsun, her öptüümde geriliyorsun…”

Her cümlemde gözlerindeki kırgınlığın biraz daha artışını görebiliyordum ama ona hislerimi incitmeden anlatmamın bir yolunu bulamamıştım. Çünkü bu kez ve belki de ilk kez o kadar kırgındım, incinmiştim ki elimden bir tek bu geliyordu, kırıldığımı anlaması için bir tek bunu yapmam gerekiyormuş gibiydi.

Ancak bu da işe yaramıyor gibi ben kırgınlıklarımı dile getirirken sadece susup gözlerime bakması bastırmaya çalıştığım duygularımın kapılarını zorladı ve sadece adımı söylüyor oluşu da bu kapının kilidini açtı.

Kendime hakim olamadım, birden alfamla birlikte parladım, konuşmasına engel oldum.

“Jungkook-.”

“Sikeyim Taehyung! Benimle konuşmadığın için kendimden şüphe etmemi sağlıyorsun ve bu bok gibi hissettiriyor. Bok gibi! Anladın mı?!” diyerek öfkeyle kükrediğimde alfamın kendini göstermesine engel olamadım, Taehyung’un da hafifçe geriye doğru sıçramasına neden oldum.

Ona kendimi bu şekilde ifade etmek ve alfamı böylesine kuvvetli bir öfkeyle serbest bırakmak istememiştim. Bağırmak ya da öfke kusmak bana göre değildi ve sessizce ağlarken üzerine bir de bağırmamla beraber irkilmesini görmek kendimi kötü hissetmeme neden olmuştu. Açıkçası karışmıştım, freni bozuk bir araba gibi yokuş aşağıya gidiyorken Taehyung’a zarar vermek istemiyordum.

Elimle yüzümü kapatıp sakinleşmek için bir nefes aldım ve alfama durması için yalvarıp kontrol altına almaya çalıştım. Ancak göğsümdeki acıyla başa çıkmak zordu ve bunu sesime yansıtmamak imkansızdı.

Onlarca kırık parçamla elimi yüzümden çekip Taehyung’un yaşlı gözlerine bakarak “Ben korkularını oluşturan o adam değilim.” derken sesimin titremesine engel olamamıştım.

Taehyung başını hızlıca iki yana salladı ve telaşla konuştu “Asla öyle olduğunu düşünmedim. Seni bu dünyada kimseyle karşılaştırmadım.”

“Ama öyle hissettiriyorsun. Seni sadece evin içindeyken sevmemi istiyormuşsun gibi…” diyerek gözümden düşen yaşı görmesin diye başımı öne eğdim ve devam ettim “Sanki… Sanki sana bir çiçek veremediğim için, çiçeklerimiz olmadığı için bu hakka sahip değilmişim gibi.”

Kurduğum cümlenin altında ezildim çünkü belki de bu istediğim tek şeydi, ona bir çiçek vermek... Teninde yaşayan, tıpkı benim onu hissettiğim gibi, dokunduğumda beni hissedebileceği gerçek bir çiçek. Bizi tamamlamak bu kadar zor olmamalıydı ama her geçen gün bunu başaramamak o kadar zor geliyordu ki düşünüyordum. Ona yetemediğimi, aşkımı ispatlayacak kadar yetersiz, kusurlu ve kırık olduğumu… Çünkü bana verdiği tepkiler bu hislere çok açıktı.

Birkaç ciddi ilişkim hariç, sevmenin ne olduğunu onu ilk gördüğüm andan beri anlamıştım. Onu çok seviyordum, onu kimsenin sevemeyeceği kadar çok sevdiğime emindim. Hayatının her döneminde mutlu olması, dudaklarının köşesindeki sebep olmak için çabalayabilirdim. Fakat davranışları sanki bunları sadece dört duvar arasında yapmamı istiyordu. Mutlu olduğu her anın sahibi olmak ve onun benim omegam olduğunu herkesin bilmesini istememin neresi yanlıştı? Onu öpmek, ilgilenmek, sevmek ve onun benim omegam olduğunu göstermek… Bunlar çok doğaldı. Onu bu kadar severken, tüm bunları gizlice yapmak… Sanırım bu, onu bu kadar çok severken yapamayacağım tek şeydi.

Yutkundum. Bir şey içimde düğümlendi ve kelimeleri zor da olsa söyledim, çünkü bilsin istedim.

“Senin için her şeyi yapabilirim sanıyordum ama… Sanırım bunu yapamazmışım. Sen benim sadece dört duvar arasında gizleyerek sevdiğim biri değilsin. Elimi tuttuğunda elini tutmak, beni öptüğünde karşılık vermek, dokunduğunda sana dokunmak istiyorum, seni sevdiğimi, omegam olduğunu bilmelerini istiyorum. Ama ben sana sevgiyle yaklaştığımda, sen benden uzaklaşır, beni itersen… Seni sevmeye nasıl devam edebilirim, bilmiyorum.”

Sözlerimle bakışlarımız birbirine kilitlendi. Gözbebekleri büyüdü ve adem elması yukarı aşağı indi. Kelimeleri zar zor toparladığını belli edecek bir tonda kekeleyerek başladı cümlesine “Bu ne demek? B-beni sevmeye devam etmeyecek misin yani? Terk mi edeceksin?”

Bunu bir suçlama ya da tehdit olarak algılamasını istemiyordum. Ona kelimelerimle anlaması için sessizce yalvarıyordum. Kalıp sevmesi için, kaçmadan, korkmadan, benimle kalması için. Bu yüzden de başımı hızla iki yana salladım “Seni sevmekten başka yaptığım bir şey yok. Ama sen kaçarak terk ediyor gibi duruyorsun.”

“Kaçmıyorum. Tanrım… Çok aptalım, gönlünü bile alamıyorum.” derken hıçkırmasıyla sesinin çatlaması bir oldu ve gözyaşlarını titreyen elinin tersiyle silerken devam etti “Jungkook, seni çok seviyorum. Seni gerçekten çok seviyorum, özür dilerim.”

Derince bir iç çekişle elini bana dokunmak ister gibi adımladığında bana dokunmaması için söylediğim sözleri hatırlamış olmalı ki durdu ve dudakları titredi. Sınırlarımın keskinliği canını yakıyor olmalıydı çünkü gözlerinde gördüğüm şeyle feromonlarındaki yakıcı derecedeki vanilya kokusu bunu gösteriyordu.

Feromonlarını alfama ulaşmak için arttırdığını ve gözlerime bakarken biraz da olsa tutunmak için bir bağ aradığını gördüğümde dayanamadım. Ufak bile olsa bana ulaşması için alfama ve bağa tutunması için çabaladım ama o kadar kırgın ve parçalanmıştım ki başaramadım. Onu bu kadar severken üzmek istememiştim.

Uzun bakışmamıza dayanamamış olacak ki yapabildiği tek şeyi, çaresiz kaldığını belli eden bir sesle, yeniden “Özür dilerim.” diye fısıldadı. Ve sonra karşımda başını eğerek hıçkırıklarla ağlamaya başladı.

O ağlarken sadece kımıldamadan bekledim çünkü ne yapacağımı ya da ne yapmam gerektiğini, onu sevdiğim halde nasıl sarılacağımı ya da nasıl onaracağımı ve bunların yanında kendi kırgınlıklarımı nasıl toparlayacağımı bilmiyordum.

Sadece izledim. Gözlerimi ondan bir an bile ayırmadan, kalbim onun hıçkırıklarıyla daha çok kırıla kırıla Taehyung’a bakmayı sürdürdüm.

Ve sonra, dayanamadım…

Gözyaşları en büyük zaafımdı, o adam yüzünden ağladığı her andan nefret ederken şimdi ne olursa olsun, ne hata yaparsa yapsın benim yüzümden dökülen o damlalar bütün dünyayı yok etme istediği oluşturuyordu.

Taehyung’a doğru bir adım attım ve o adımı bir diğeri takip etti. Tam karşısında durduğumda onu ağlattığım için dokunup dokunmamakta emin değildim ama her şekilde yanağından dökülen o ufak damlaları silme isteğim ağır bastı.

Başımı hüzünle hafifçe yana doğru yatırıp elimi kaldırarak parmak ucumla yanağındaki ıslaklıkları sildim. Parmak ucuma değen sıcak damlanın ısısı içim titretti. Onu gerçekten bu kadar ağlatmak istememiştim, sadece ona olan kırgınlığımı, bu sevgiyi saklamak zorunda kalırsa içimde nasıl bir boşluk oluşacağını, göz göze geldiğimizde dahi bir adım geri çekilmesinin beni nasıl kırdığını, incittiğini anlamasını istemiştim.

Dokunuşumla hafifçe iç çekerek kirpikleri kırpıştı ve bana burnunu çekerek baktı. Sıcaklığımın ona iyi geldiğini, biraz da olsa ona temas etmemin, ulaşılabilir olduğumu hissettirmemin onu rahatlattığını fark ettim. Bu yüzden de içimden geçen en dürüst cümleyle ona yaklaştım.

“Ben de seni seviyorum.” derken bütün bu zaman boyunca aksini düşünmemesini amaçlayarak söylediğim cümle, sonuna bir ama eklenecek şekilde bir kırıklıkla çıkınca bir nefes bıraktım ve yorgunca devam ettirdim “Ama bu kez sevgim canımı acıtıyor.”

Kelimelerimin onu nasıl devirdiğini gördüm. Gözlerini kapattı ve bir damlanın sakince aşağıya süzülmesine sebep olduktan birkaç saniye sonra yeniden açtı.

Daha fazla yara almak ve onu da yaralamamak için ikimizin de nefes alması gerektiğini düşünüp hala yüzünde olan elimin aşağıya doğru düşmesini sağladım. Sonra da kelimelerimi toparlayıp “Biraz hava almam gerekiyor.” diyerek gitmek için yeltendim. Çünkü onu böyle bırakmak canımı yaksa da, kalmam sadece birbirimizi daha çok incitmemize neden olacaktı.

Taehyung’un güzel gözleri adımladığımı gördüğü anda kocaman açıldı. Hem onun hem de omegasının telaşını fark edip hızlıca açıklama yaptım “Parkta olacağım, biraz kafamı toplayıp sakinleşmem gerekiyor. Geri geleceğim omega, söz veriyorum. Tamam mı?”

Ona verdiğim bildiği ve bilmediği her sözü tutmuştum. Arkamı dönüp ceketimi bile almadan evden çıktığımda beni ne kadar kırarsa kırsın bu sözümü de tutacaktım.

Kapıyı kapattığım anda ağladığını göğsümden yayılan o can yakıcı sıcaklık sayesinde anladım ve geri dönmemek için merdivenleri hızla indim. Ayaklarım beni yan sokaktaki parka, sokak lambasının hemen altındaki banka doğru götürdü.

Oturup dirseklerimi dizlerime dayayıp başımı ellerim arasına aldım, parmaklarımı da saçlarımın arasına geçirip gözlerimi kapattım. Saat kaçtı bilmiyordum ama yaprakların birbirine sürtünüşü ve uzaktan gelen tek tük araba seslerini duvabileceğim kadar sessiz olduğuna göre gece bire geliyordu.

Gözlerimi sıkıca yumdum ve o güzel, ceylan gözlerinin kızarmış bir şekilde bana telaşla bakışını gözlerimin önüne getirdim. Paramparçaydım ama yine de hata mı yaptım diye düşünmeden edemiyordum.

Kızgınlığımın yaklaşması, antrenmanların sıklığı, okul projeleri ve Taehyung’un beni dışarıda kendinden uzaklaştırışı… Her şey o kadar üst üste gelmişti ki bu son olayla işin içinden çıkamamıştım, belki normal bir şekilde konuşup çözebileceğimiz olayı öfkeyle kusmuş, onu haddinden fazla üzmüştüm.

Söylediklerinde haksız sayılmazdın.

Haklıydım, biliyordum ve alfam bana bunu söylediğinde bile o da biliyordu… Ancak ne kadar haklı olursam olayım karşımda ağladığı an bütün sistemim çökmüştü çünkü onu aylarca ağlatan adam gibi gözlerinden dökülen yaşların sahibi olmuştum.

Bu kadar kolay olmayacağını biliyorduk.

Alfam bana fısıldarken başımı geriye atarak yaşlı gözlerimle gökyüzüne baktım ve göğsümde sızlayan acıyla cevapladım.

Bu kadar acıtacağını da biliyorduk…

Evet ama öğrenecek. Birbirinizi korkuyla değil cesaretle sevmeyi öğrenmezse her gün eksileceksiniz ve asla tamamlanamayacaksınız.

Daha ne yapabilirim bilmiyorum, derken derince bir iç çekip elimle göğsümü ovuşturdum ve devam ettim, yapabileceğim her şeyi yapıp bütün riskleri aldım ama eksik olan şeyin ne olduğunu anlamıyorum.

Yani? Pes mi edeceksin?

Asla. Bunu asla yapmayacağımı biliyorsun, benim için bu hiçbir zaman seçenek dahi olmadı. Onun kokusunu aldığımız ilk andan beridir de bu böyle, o benim, bizim omegamız.

Güzel… Aynı fikirde olduğumuza sevindim. Öfkelensek de onun göğsümüzün üzerinde yeri olduğunu biliyoruz. Ama kırgınlığımızı da bilmeli.

Göğsümüzün üzerindeki yeri…

Hafifçe gülümsetti bu şekilde tarif etmesi. Onu göğsümün içinde, kalbime sarılı bir şekilde hissediyordum onu ama onun beni hissetmemesi yüreğimi burkuyordu.

Alfamın sesi içimde yankılandıktan sonra bir süre daha sessizce oturdum ve gökyüzünü izledim. Bir cevap arar gibi ağır ağır yıldız kümelerinde gözlerimi dolaştırdım. Onun bendeki yeri belliydi peki ben onun ruhunun neresindeydim?

Taehyung’un sevgisinden asla şüphem yoktu ama düşünmeden edemiyordum. Etrafında pervaneydim, ellerimi üzerinden bir an olsun ayırmıyordum ve bana güvenmesi için her şeyi yapıyordum. Ama hala neye güvenmiyordu ya da ben nerede yanlış yapıyordum anlamıyordum. Taehyung’un tavırları bana tam da bunu, bir şeyleri sorgulayarak delirmemi sağlıyordu. Annemin kızdığı nokta da buydu aslında…

Hangimiz daha güvensizdik?

Bana sorduğu soruyu günlerce düşünmüştüm ve kendimi birçok konuda haklı bulmuştum. Başımı yeniden ellerimin arasına koyarak yüzümü kapattığımda sessizce beklemeye devam ettim. Düşünmek yorucuydu ve hiçbir noktadan bir adım ileri gidemiyordum.

Öylece bekliyorken hızlı nefes sesiyle birlikte elime değen sıcaklık, hemen ardından da ıslaklık irkilmeme sebep oldu.

“Oh, bu da ne?” diyerek başımı kaldırınca kuyruğu heyecanla sallayan güzeller güzeli bir köpekle karşılaştım. Kahverengi ve siyah, kısa tüyleri, kaslı ama zarif vücuduyla hem vahşi hem de tanıdık bir güzelliğe sahipti. Eskiden sahip olduğum köpeğe, Bam’a benziyordu.

“Merhaba,” dedim kısık bir sesle ve başını sırtına kadar güzelce okşayıp oturduğum yerde çömelip sevecen tavrına biraz daha yakınlaştım “Sen kimsin bakalım?”

O anda da tanıdık bir ses parkın içini doldurdu “Chunja! Buraya gel!”

Köpek ismini duyduğu anda sese döndü ama gidip gitmemekte kararsız kaldığı için bana yeniden bakış atıp gülercesine nefes almaya devam etti.

“Chunja!” Haein Sunbae, koşturarak yanımıza geldiğinde adımlarını yavaşlattı ve beni farkına vararak kaşlarını kaldırdı “Ah Jungkook, merhaba.”

Küçük, siyah ve çekik gözleri gülümsediği için karanlıkta kaybolmuş elmacık kemikleri de hafifçe ortaya çıkmıştı. Üzerinden hafif bir alkol kokusu geliyordu ve tatlı portakal çiçeği gibi kokan feromonları da incecik bir şekilde burnuma dokuyordu. Kulağının arkasına da sıkıştırılmış pembe bir çiçek vardı.

“Merhaba Sunbae.” dedim ve köpeği sevmeye devam ettim “Bu güzel kız senin mi?”

“Evet, Chunja.”

Baharın kızı demek.” hafifçe gülümsedim ve iki elimi Chunja’nın kulaklarına götürüp kaşıyarak zevkten deliye dönmesini sağladım.

“Sert görünüyor ama sevgi dolu bir köpek. Ona uygun bir seçim gibi hissettim.”

“Çok uygun. Ama sanırım fazla enerji dolu, seni böyle koşturduğuna göre.”

“Tanrım evet, tam bir baş belası.” elini alnına vurup çekingen bir gülümsemeyle yerde duran tasmasını almak için eğildi ve yeniden doğruldu “Gece dışarıda enerjisini atmazsa evde rahat vermiyor beni de çıktığımızda peşinde böyle deli gibi koşturmaya bayılıyor.”

“Öyleler… Benim de küçükken Bam isminde dobermanım vardı. Çoğu insan korkuyor ama o da böyle sevgi doluydu.” diyerek Chunja’yı öptüm.

“Buralarda mu oturuyorsun?”

“Evet, hemen arkadaki binada, sevgilimle yaşıyorum.” diyerek ona aşağıdan bakıp gülümsedim ve Chunja’yı sevmeye devam ettim. Göğsümün ortasında bir ağrının birden yukarı doğru sızlayarak çıktığını hissettim. Kalbime bir bıçak saplanmış gibi duraksadım ama bu bıçağın kendi kalbimden çok Taehyung’unki olduğunu fark ettim.

O an kırılmış, sarsılmış ve yalnızdım.

Birkaç saniye süren bu hisle yan tarafıma, evimizin olduğu yola doğru baktım sanki oradaymış gibi ama kimseyi göremedim. Chunja de sanki derdimi ve sıkıntımı anlamış gibi gözlerimin içine içine bakıp bana bütün sevgisini verircesine yüzümü yalamaya çalıştı. Ona döndüm hemen, iyi olmasam da iyiymiş gibi köpeği sevip gülümsedim ve sıkıntımı gizlemek için feromonlarımı yok denecek kadar azaltmaya çalıştım. Ancak bunu başaramamış olmalıyım ki Haein’in fark edip hemen sordu.

“Sen iyi misin? Kokun çok üzgünmüşsün gibi geliyor. Anlatmak ister misin?”

Chunja’nin başını son bir kez okşayıp ayağa kalktığımda “İlişkim hakkında başkalarıyla konuşmaktan pek hoşlanmam.” diyerek ufak, biraz da net bir açıklama yapma gereği duydum. Bir şey olsa da olmasa da Taehyung’la ilgili herhangi bir sorunumu hayatımda yeri olmayan biriyle paylaşacak kadar boşboğaz değildim. O da söylediği şeyi fark etmiş olmalı ki dudaklarını aralayıp hızlıca özür diledi.

“Pardon, yanlış anladın. Ben sadece feromonların bir an etrafa yayılınca sormak istedim-”

“Sorun yok Sunbae, yanlış anlamadım.” dedim ve daha fazla ciddileşmeden hafifçe saygılı bir şekilde eğildim “Ben artık gideyim geç oldu. İyi geceler.”

Bir adım gerileyip arkamı döndüğümde aklıma gelen bir şeyle Haein’e döndüm ve işaret parmağımla kulağının arkasına sıkıştırdığı pembe çiçeği gösterdim “Onu nereden koparttın acaba? Taehyung çiçekleri çok sever de…”

“Ah… Anladım,” diyerek kulağının arkasındaki çiçeğe dokunup geldiği yönü gösterdi “Şuradaki sokaktan.”

Ona yeniden teşekkür edip işaret ettiği sokağa yürüdüm ve sokak lambasının aydınlattığı noktada belirgince bahara hazırlık yapmakta olan ağacın dalından yeni açmış çiçeği koparttım. Kokusunu içime çekmek için yukarı kaldırdığımda incecik tatlı bir koku çalındı burnuma. Taehyung’un o mest edici kokusunun yerine koyamazdım ancak yine de en az onun kadar güzel olduğunu ve gördüğünde biraz da olsa gülümseyebileceğini düşündüm.

Elimde çiçekle eve doğru yürürken parkın etrafından dolanıp hızlıca binaları geçerek apartmanımızın önünde durdum ve derince iç çektim.

İçimdeki ağırlık her şeyi zorlaştırıyordu ve üzüntüm yüzünden ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Taehyung’un gözlerinden süzülen yaşlar aklımdan çıkmıyordu ve onu üzdüğümü bilmek beni kahrediyordu.

Orada bekleyip eskimiş ve soluklaşmış binamızın pembe boyasına bakarken kavganın köpürmesine ve onu ağlatmama yol açan öfkemin ne kadar haklı olursam olayım yersiz olduğunu düşündüm. Eski ilişkisindeki kavgaları biliyordum, ne kadar çok ağladığını o şerefsizin Taehyung’u defalarca üzdüğünü ve balkonda hıçkırarak ağladığı tüm o anları…

Onu kırmamak için kurduğum o dikkatli dengeleri bir çırpıda yıkmış, onu tam da eski sevgilisi gibi kırmıştım. Oysaki haklı olmak, sevdiğin insanın kalbini kırınca hiçbir anlam taşımıyordu, öfkemin de söylediklerimin de anlamı azalmıştı. Sadece ona göstermem yeterliydi ve böylece Taehyung’u kırmamış, incitmemiş olacaktım.

Gerçekten özür mü dileyeceksin?

Eğer ona bunun beni ne kadar incittiğini göstermem için özür dilemem gerekiyorsa, evet, dileyeceğim, diyerek alfamla kendimden emin bir şekilde konuştuğumda beni anladığını biliyordum fakat omeganın onu incitmesini hala gururuna yediremiyordu. Ben de yediremiyordum ama bunu yapmam gerekiyordu.

Bunun işe yarayacağından emin misin?

Emin olmamak için hiçbir sebebim yok. İkimiz de Taehyung’a vurulduğumuz anı biliyoruz, ne çabuk unuttun?

Alfam hatırlamış olacak ki öfkesini de kırgınlığını da sineye çekerek kararıma saygı gösterip geri çekildi ve biraz da olsa rahatlamama neden oldu. Ben de elimdeki pembe çiçeği son bir kez koklayıp apartmanın içine girdim ve merdivenleri yavaş yavaş çıkarak kapımıza ulaştım.

Kapının şifresini girerek içeri adımladığımda burnuma tanıdık feromonlarımla birlikte onun vanilyalı feromonları doldu. Her zamanki gibi mutlu ve neşe dolu değildi, kırık ve üzgündü. Beklediğim bir şeydi ama benim için bu, yıkımla eşdeğer demek yanlış olmazdı. Çünkü kırık olduğu her an bana ve alfama zarar veriyordu.. Yine de yutkundum ve evin sessizliğinde etrafa bakındım.

İçerideki tek ışık mutfağın davlumbaz lambasından yayılıyordu. Taehyung ise bankta oturuyordu, omuzları düşük, elleri de kucağındaydı. Nefes alışları bile kırgındı sanki, usul usul inip kalkıyordu göğsü ve tek bir noktaya dikmişti gözlerini.

Kapıyı kapatıp yanına adımladım ve sakince bankta yanına oturdum. Tıpkı onun gibi arkaya yaslanıp sessizliğine eşik ettim. Hala karşıya baksa da varlığımı fark ettiğini biliyordum, üzgün olan feromonlarındaki değişimi hızlıca fark etmiştim.

Derince bir iç çektim ve ona doğru yaklaşarak aramızdaki mesafeyi kapatıp başımı omzuna yasladım, vanilyalı feromonlarını dikkatlice soludum. Yakınlaştığımız için, en azından bu atak ilk önce benden geldiği için kokusuna yansıyan heyecanı hissetmiştim ama hala elimde tuttuğum pembe çiçeği vermek için bekletiyordum.

Aramızdaki sessizlik incecik bir ip gibi gerilmişti ve kucağındaki ellerinin stresten birbirine kenetlendiğini görmüştüm. Önce kim gevşetecek diye beklerken kalbimin göğsümde yükünü arttıran kırık ancak zarif ses tonuyla Taehyung hafifçe “Döndün…” diye fısıldadı.

Biraz da rahatlamış gibiydi ona sağladığım güveni boşa çıkarmadığım için ama aksi ihtimalini düşünmenin onda yarattığı duygusal tahribatın farkındaydım. Sadece dönmemem için hiçbir sebebim yoktu, aksine Taehyung dönmem için başlı başına bir sebepti, bunu anlaması gerekiyordu.

Bir şey söylemeden çiçeği elimde yeniden hafifçe döndürdüm ve yutkunarak “Özür dilerim…” dedim ve en az onun karar kırık bir sesle devam ettim “Sana bağırdığım, seni incittiğim için... Bunu hiç istemedim, hislerimi bağırarak ifade etmemem gerekiyordu.”

Durdum ve dizlerinin üzerindeki ellerine bakındım. Bu kadar kısa süre içinde sıkıntısı ve stresi yüzünden parmaklarının köşelerindeki etleri yolmuş ve kızarmasına sebep olmuştu. Hatta baş parmağının köşesi biraz kanayarak dağılmıştı.

“Seni ağlatmak dünya üzerinde en son isteyeceğim şey omega… Sırf bu yüzden o adama benzedim diye nefret ediyorum kendimden.”

Kelimelerim bitince tişörtünün üstünden omuz başına hafif bir öpücük kondurdum ve yeniden başımı yaslayarak gözlerimi kapattım. Aramızda yine bir sessizlik oldu ama önceki gibi uzun sürmedi, Taehyung omzuna yasladığım başımın üzerine kendi başını hafifçe yasladı. Ardından ise muhtemelen ağladığı için burnunu çekip zayıf bir sesle konuştu.

“Ben de özür dilerim…” feromonları bu özründe samimi olduğunu belli edercesine burnuma dolmaya başladı “Sana bunu hissettirdiğim her an için, gerçekten özür dilerim. Verdiğin her tepkide, söylediğin her şeyde haklıydın, ve bunlar için hiçbir açıklamam kırgınlığını düzeltmeyecek, biliyorum ama sadece…” sesi sona doğru titremeyle hıçkırığa dönüştü ve öne doğru eğilip eliyle yüzünü kapattı “Sadece seni asla ona benzetmedim Jungkook. Bir kere bile bunu düşünmedim. Sen dünya üzerindeki en özel alfasın, yemin ederim ki düşünmedim.”

Bir şey söylemek için dudaklarımı araladım ama onu sarıp sarmalamanın daha etkili olacağını düşündüm ve göğsüme doğru çekerek sıkıca sarıldım. Parmakları göğüs kafesimin oradan tişörtümü kavradı ve yüzünü tam kalp atışlarımın hizasına koydu.

Kalbimin teklediğini duymuş muydu bilmiyorum ama alfamla bütün ruhumda hissetmiştim onu. Aynı koku, aynı sıcak nefes, aynı pozisyon, aynı sıcaklık, aynı sığınma… Her şey aynıydı, tam olarak aynı hisler ve belki de bin kat daha fazlası.

Onu sıkıca tuttum ve sardığım elimle hafifçe belini patpatlayarak sakin olması için destek verdim ve sakinleştiği ilk anda dakikalardır elimde tuttuğum çiçeği parmakları arasına yerleştirdim.

Feromonlarından mutlu olduğunu anladım ama bunun yanında hissettiğim hüzün ve kırgınlık da gelince ona “Parkta Haein’i gördüm, köpeğini gezdiyordu. Çiçeği onda görünce aklıma sen geldin, arka sokaktan aldığını söyleyince sana getirmek istedim.” diye bir açıklama yaptım.

Her yeni kelimemin ardından Taehyung’un feromonlarındaki hüzün yerini iyi hislere, farklı bir heyecana bıraktı. Beni ittirdi ve kollarım arasından çıkarak yüzüme baktı.

Sarı saçları dağınık ve yüzüne dökülmüştü. Bambiyi andıran çekik gözleri nemliydi ve de ağladığı için şişip kızarmıştı. Aynı şekilde burun kenarları da eşlik ediyordu o kızarıklığa. Yüzünün her bir çizgisi o andaki bütün duygularını ifade ediyordu ve bakışlarındaki masum ifadenin ağladığı için mi bu kadar net olduğunu çözemiyordum. Yine de bu kadar güzel görünürken ağlamasından nefret ettiğim bir gerçekti.

Ben ona nasıl bakıyorsam o da öyle, gözlerimi ağır ağır kırptı ve dudaklarına buruk bir gülümseme kondurup elini yanağıma götürdü. Oradan da hafifçe okşayıp dudağımın köşesine parmağını değdirdi. Dokunuşları da bakışları gibiydi ve bana kalbimin kimin için çarptığını hatırlatıyordu.

Taehyung yutkundu ve burnu çekerek “Seni çok seviyorum Jungkook. Gerçekten çok seviyorum. Seni bir daha asla üzmeyeceğim söz veriyorum.” dedi ve benden bir cevap beklemeden dudaklarını benimkilerin üzerine kapattı.

Islak dudakları benimkileri aralayıp nazikçe hareket ederken sanki binlerce kelime fısıldamıştı bana. Ufacık temasından bütün bedenime yayılmıştı bu hisler ve alfamın içten içe bastırdığı öfkesini yok etmişti. Etkisi öyle büyüktü ki parmak uçları hafifçe boynuma doğru süzülürken dokunuşları altında eriyip gitmiştim.

Öpüşürken aldığı derin nefesle bana biraz daha yaklaşarak kalbimi göğüs kafesimde biraz daha çarptırdı ve feromonlarını arttırdı. Kavgamızda erişemediği bağım onu sıcak bir yuva gibi sardı ve feromonlarıma tutundu. Omegasının mutluluğunu ve rahatladığını hissettim..

Yumuşak ve tutkuyla dudaklarının hareketini sürdürürken bir noktada dudaklarımızı ayırmak zorunda kaldık. Taehyung alt dudağını ısırarak gözlerini kapattı ve parmak uçlarını ensemdeki tutamlarda dolaştırarak boğuk bir fısıltıyla konuştu “Uyuyabilir miyiz?”

Biraz önceye göre yüzü huzurluydu. Parmaklarımı sarı saçlarının arasına geçirdim, dağınık buklelerini nazikçe geriye ittim ve yüzünü biraz daha gözler önüne çıkarttım. Sonra da öpüşürken fark etmediğim birkaç damla yaşını elimin tersiyle sildim ve son kez dudağının kenarına ufak bir buse kondurdum.

“Olur güzelim…” dedim yumuşak bir tonla “Gel hadi.”

Onu belinden kavradım ve kendime çekerek kollarıma aldım. Hiç direnmeden kendini tamamen bana bıraktı ve başını boynuma gömerek burnunu koku bezlerime yaslayıp sakince solumaya başladı.

Birkaç büyük adımla yatak odamıza vardığımda, odanın için salondan yükselen davlumbaz ışığıyla perdelerin arasından sızan hafif ay ışığı dolduruyordu. Dikkatle yorganı aralayıp önce onun uzanmasını sağladım sonra da yanına kıvrıldım, bir kolumu boynunun altına yerleştirirken diğer kolumla bedenine sımsıkı sarıldım.

Yatağa tam anlamıyla yerleştiğimizde şakağına dudaklarımı değdirip uzun bir öpücük bıraktım.

“Ben de seni çok seviyorum, omega…”

Odanın sessizliğinde bir fısıltıyla kurduğum cümlenin üzerinde yarattığı etki büyüktü. Önce vücudu gevşedi, sonra feromonları yumuşadı, tatlı bir vanilyaya dönüştü. Nefes alışlarının düzene girdiğini hissettim ve kalbimin diğer yanına denk gelen kalbinin atışlarının ritmi benimkiyle neredeyse aynı ritimde atmaya başladı.

Ardından da kocaman bir sessizlik oluştu ancak bu sefer fırtınalar yerine sakinlik vardı. Birbirimizin nefesleri odaya doluyordu ve kalp atışlarımız kulaklarımızda dingin bir melodi gibi aynı ritimle atıyordu.

Ait olduğumuz yer, ait olduğumuz kişi ve birbirimize beslediğimiz güçlü bir bağ ile sarmalanmış, uykunun kollarına birlikte bırakmıştık kendimizi.

***

Taehyung

“Sevgi”nin tam tersinin her zaman nefret olduğunu düşünürdüm ama tam olarak öyle olmadığını yaşayarak anlamıştım. Nefret fazla ağır ve gürültülüydü ama bencillik öyle değildi, daha çok zarar verirdi, içten içe insanı sarardı. Jungkook’a onu sevdiğimi söylerken, o sevginin altına kendi korkularımı, güvensizliklerimi kısacası geçmiş ilişkimde yaşadığım bütün kalıntıları gizlemişim. Ona sadece sevgimi verdiğimi sanırken yaptığım şey tamamen bencil olmak ve kendimi korumaya çalışmak olmuştu.

Bana uzattığı elleri itmiştim. O ellerin ne istediğini, onu ittiğimde ne düşüneceğini, ne kadar yorgun düştüğünü, bütün yorgunluğunu bana sevgisini vererek attığını anlayamamışım. Çünkü yalnızca kendi acımı anlatmış, onun beni anlamasını istemiştim. Ona kalan ise benim yüklerimi taşımak olmuştu.

O sabah birbirimize sarılmış bir şekilde kalktığımızda her şey normaldi ama ben temkinliydim. Bir önceki günün gecesinde yaşananlar yüzünden gözünün içine bakıyor, kırgınlıklarını nasıl toparlarım diye içten içe düşünüyordum. Söylediğim gibi her hatamın farkındaydım ve bunları telafi etmeye de hazırdım çünkü korkmuştum.

Dün sesini yükselttiği ilk andan itibaren onu kaybetmekten, beni bırakmasından ve bir daha asla toparlayamayacak olmaktan öyle çok korkmuştum ki... Ama en çok, Jungkook’u parkta Haein’e gülerken görmek benden bir parça götürmüştü.

Bana bir çiçek veremediği için paramparça olan adamın bir başkasına, Haein’e çiçek verebileceği, ruh eşi çıkma ihtimali… Bunlar sadece düşünceydi ama ihtimaller dahilinde olabileceğini düşünmek bile korkunçtu. Böyle bir şey kabul edemeyeceğim kadar ağırdı.

Jungkook’un başka bir omegayla geçireceği uzun bir ömür… Omegamla delirecek gibi oluyorduk, düşüncesi bile yerle bir etmişti.

Bütün bu düşüncelerimin aksine Jungkook, Haein’in kulağının arkasına sıkıştırılmış o çiçeğe baktığında bile beni düşünmüş ve getirmeyi de ihmal etmemişti. Her şeye rağmen, ne kadar kavga etmiş, onu sinirlendirip kırmış olsam da yine beni düşünmüştü. Ve ben bu adamı parçalamıştım. Bu yüzden, ona bir daha böyle bir şey yaşatmamak için ne gerekiyorsa yapacaktım.

Sabah kahvaltımız dediğim gibi bir önceki günleri aratmadı, her şey olması gerektiği gibiydi. Bolca gülmüş, sohbet etmiş, Kafein’le oynamış ve dişlerimizi fırçalarken önce kimin tüküreceğine dair itişerek birbirimizi gıcık etmiştik. Sonra da dersimiz için giyinerek evden çıkmıştık.

Kampüse girene kadar el ele tutuştuk fakat sonra Jungkook bir bahaneyle elini elimin arasından çekti. Bu yeni bir şeydi, şaşırmıştım ve elim boşlukta sallanırken ne yapacağımı bilememiştim.

Adımlarına ayak uydururken gözlerimi kırpıştırarak peşinden yürüdüm ve kafamda kurmamaya çalıştım. Çünkü bunun farklı bir anlamı olacağını düşünmedim, yanlış giden hiçbir şey yoktu, aksine bu kez ona ekstra yakın olmaya çalışarak içimdeki eski kötü hisleri yıkmaya çalışıyordum.

Beraber güzel sanatlar fakültesinin girişindeki yeşil çimenliğin oraya, bana her zaman veda edip fakültesine gittiği yere vardık.

Yanından bir adım attım ve tam karşısında durarak postacı çantamın sapını tutup ona hafifçe gülümsedim “Benim dersim önce bitiyor, sizin kafeteryada beklerim olur mu?”

Eliyle rüzgardan savrulan birkaç tutamı ben daha elimi kaldıramadan kendisi düzeltip “Bugün çıkışta profesörle konuşacağım, ne kadar sürer bilmiyorum. Çok erken biterse dersin beklemeden direkt eve geç istersen.” dedi

“Olsun sorun değil, beklerim.”

“Yalnız kalma diye dedim.”

Ses tonu, bakışları ve kendini ifade ediş biçiminde bir tuhaflık olmasa da bu kadar ısrarlı bir şekilde gelmemem için çabalaması aniden beni istemediği düşüncesine kapılmama sebep oldu. Belli etmemeye çalışarak ağzım kulaklarıma varana kadar gülümsedim ve elimle omzuna hafifçe vurduktan sonra “Bana bak, gizli işler yapacaksın bu yüzden mi beni istemiyorsun yoksa, itiraf et.” dedim alayla.

“Yok artık, abart.”

“Ben bilmem.”

“Ne demek bilmem, bileceksin.”

Dudak büküp omuz silktim ve olduğum yerde sallanarak tatlı tatlı konuştum “Bilmem işte. İstemiyorsun gibi hissettim, öyleyse gelmem.”

Jungkook gözlerini hafifçe kısarak onunla tatlı tatlı flörtleştiğimi ve ilgilenilmek istediğimi anlamış olacak ki bunu feromonlarına yansıtıp gülümsedi. Ardından da çenemin ucunu hafifçe tuttu ve parmağıyla dudağımın köşesini okşadı.

“İstememekten değil yavrum, çok bekleme diye. Bir de mühendislik fakültesi alfa kaynıyor, e sen de çok güzelsin ama bunun konumuzla ilgisi yok. Kesinlikle çok bekleme diye.”

Söyleyeceği her şeye pata küte düşüyordum zaten ama kafamın içinde kendimi kötüye odakladığım anlarda beklemediğim şeyler yapması yok muydu… Kafayı yedirtiyordui insana.

Mest olmuş bir şekilde büktüğüm dudaklarımı kıvırdım ve montumun ucundaki fermuarla oynamaya başlayarak “Bir sürü alfa için değil alfam için geleceğim ki, çok beklesem de olur.” dediğim anda gözler parladı.

“Proje dersim olmasa seni kolundan tutup eve götürmüştüm biliyorsun değil mi?”

“İşte bu yüzden derslerden nefret ediyorum. Gerçekten bütün vaktimizi yatakta geçirmek kötü bir fikir gibi gelmemeye başladı.”

Jungkook güldü ve elini çenemden çekti. Ben de sırf içi rahat etsin diye ona “Hoseok hyungla gelirim belki, o da Yoongi’yi görmeye gelir. Onunla beklerim aklın kalmaz.”

“Tek gelsen de olur, gerçekten dert ettiğim şey bu değildi omega.” eliyle dikkatimi çekmek için kendi boynuna dokunup gözleriyle benim boynumu gösterdi “Farkında değilsin ama hala işaretlisin, kokumu alıp da sana yanaşan alfa muhtemelen ölmek falan istiyordur.”

“İyi tamam ya iki dakika nazlanalım dedik hemen de üste çıkar kendini.”

“Üstünde olmamı seviyorsun sanıyordum.”

“Ya!” elimin tersiyle yanaklarıma dokunup söylediği şey için ayağına tekne attım “Dur artık yapma!”

Jungkook keyifle başını geri attı ve hafif bir kahkaha attı. Dün geceden sonra neşeli ve gülen yüzünü görmek benim için o kadar değerliydi ki dudaklarımı iki yana kıvırıp mutluluğunu izlerken büyük bir huzur yayıldı içime. Sanki göğsümde bir süredir sıkışan şey biraz olsun gevşemiş ve beni rahatlamıştı. Ama tüm bunların arkasında gizlenen o kırgınlığı hâlâ hissedebiliyordum, hiçbir şeyi unutmuş değildim, elbette gönlünü tamamen alana ve kırıklarını düzeltene kadar asla çabalamaya devam edecektim.

Jungkook yüzündeki gülümsemeyle bana “Tamam tamam durdum,” diyerek sırt çantasını düzeltti ve rüzgardan dağılan saçlarını tek eliyle geri ittirdi “Fakülteye gelince mesaj atarsın o zaman.”

“Hı-hmm, atarım.”

“O zaman öğleden sonra görüşürüz güzelim.”

“Görüşürüz alfa,” diyerek gözlerinin içine heyecanla baktığımda bekledim. Her zaman yaptığı gibi önce dudağımdan, sonra da boynumdan öpüp koklamasını istedim çünkü bu kez ben de onu öpüp sarılacaktım, ona çabaladığımı hissettirecektim. Çünkü artık bir şeyler için karşı tarafı beklemektense kararlarımı kendim verip adım atmam gerektiğinin farkındaydım.

Jungkook beklediğim gibi hafifçe bana doğru hareketlendi. Ancak yaptığı tek şey elini kaldırıp omzuma hafifçe vurarak gülümsedikten sonra arkasını dönüp gitmek oldu. Dudaklarımı aralayarak arkasından bir adım atıp görünmez bir duvara çarpmış gibi durdum.

Böyle hissetmiş olmalı.

Jungkook tarafından reddedildiğimi fark ettiğim en kesin andı ve bu beni hiç beklemediğim kadar bocalatmıştı. İlk kez bu beden dilini kullanmıştı, çok farklıydı, yabancıydı. Sanki aramıza gözle görülmeyen bir perde çekmişti de birbirimize o şeffaf perdeden bakarak hoşça kal demiştik. Acıtmıştı, kalbim çok acımıştı ve bu acının çoğu Jungkook’un çektiği acıydı

Bu hareketi, beni öptüğü zamanlarda ona vereceğim tepkiye aşina olduğu için bir tür koruma kalkanıydı. Dün dediği gibi, Jungkook’u Jungkook yapan şeyler bunlardı. Ancak şimdi yapmamıştı, karakterinden ödün verip, başka biri gibi davranmıştı. Bunun sorumlusu bendim. O kadar suçlu hissediyordum ki, hala omzumda ağırlık yapan elinin varlığı derin bir eksiklik olarak duruyordu üzerimde.

Olduğum yerde uzaklaşmasını izlerken gözlerimin dolmasına engel olamadım. Belki de çok basit bir hoşça kal öpücüğüydü ama ilk kez onun tarafından ittirilmenin şaşkınlığını yaşamıştım. Çünkü o hala aynı Jungkook’tu, bir adım gerisinde kalmak benim tercihimdi ve o da bu isteğime karşılık vermişti sadece. Şimdi ağlamam da sızlanmam da şımarıklık ve bencillikten başka bir şey değildi.

Gittikçe gözden kaybolan bedenine kırıkça bir şekilde son kez bakarak başımı öne eğdim ve fakülteye doğru yürümeye başladım. Düşüncelerim o kadar yoğundu, o kadar dalmıştım ki kapıdan içeri girmek için yöneldiğimi ve tam orada Jimin’lerin sigara içtiğini bile o beni tutana kadar fark etmemiştim.

“Hopp, nereye kör göz.”

“Ha?” diyerek şaşkınca beni tutan Jimin’e boş bir gözle baktım “Ah, görmedim burada mıydınız…”

“Biz buradayız da sen pek değil gibisin.” Hoseok hyung sigara tuttuğu eliyle beni işaret etmiş ve kendimi farkına varmamı sağlamıştı “Dün de böyleydin dökül bakalım derdini sarı şeker.”

“Bir şey yok, sonra konuşuruz zaten ders başlayacak.” dedim ama Jimin beni kolumdan tutup fakültenin karşısında, ağaçların arasındaki banklara doğru iteklemeye başladı.

“Sikmişim dersi, bir şey olmuş belli anlat çözelim hemen.”

“Bir şey y-”

“Aynen bir şey yok. O yüzden dün bütün gece Jungkook yüzüne bile bakmadan şişeleri devirdi..”

Masaya otururken Hoseok hyungun söylediği şeyle zaten dolmuş olan gözlerim daha çok yaşardı ve sesim titreyerek “Hyung…” dediğim gibi ağlamaya başladım.

Ellerimle yüzümü kapatmakta geç kalmıştım ama Jimin’in omzu bu görevi üstlenerek bana destek olmakta hızlıydı. Beni kendine doğru çekerek sarıldı ve parmaklarını saçlarımın arasına götürüp hafif hafif okşadı. Ardından Hoseok hyungun sıcak bedenini arkamda hissettim. Yanımda olmaları, bana destek vermeleri güvende hissettirdi. İkisi de bana bütün samimiyetiyle bir kalkan gibi sarılıp ağlamamın ‘tamam, hadi yeter’ demeden ufak dokunuşlarla, acele etmeden sessiz bir şekilde beklediler.

Ben de ağladım. Desteklerinin hemen yanımda olduğunu bilerek bütün duygularımı enine boyuna düşündüm.

İyiyiz sanmıştım, gerçekten ben de onu iyi hissettirmek için her şeyi yapmaya hazırdım ama şimdi daha ona onu ne kadar sevdiğimi, gerçekten çabaladığımı bile gösteremeden her şeyi kaybetmiş gibi duygularla sarmalanmıştım. Nasıl üstesinden gelecektim bilmiyordum sanki çıkmaz bir sokaktaydım, yer yön duygumu kaybetmiştim.

Ağlamam hafiflediğinde burnumu çekerek gözlerimi sildim ve Hoseok hyungun beni kendine çekip sırtımı göğsüne yaslayarak sarmasına izin verdim. Jimin de dudak bükmüş ellerimi avcunun içine aldığı gibi sormuştu.

“Rahatladın mı biraz?”

“Hı-hm, evet.”

“Güzel… O zaman Jungkook’u fakültesiyle birlikte yakmamak için bana bir sebep ver çünkü kendimi zor tutuyorum.”

“Benim de ellerim kaşınıyor.”

İkisi de birbirini gazladığı için telaşla atıldım ve “Hayır öyle değil. Bu sefer benim yüzümden.” diyerek onlara en başından dün geceye kadar hiçbir detayı atlamadan derince bir nefes alarak her şeyi anlattım. İçimde düğüm olmuş bütün duygularım kelimelere dönüşmek için an kollamış gibi hızlıca dudaklarımdan döküldü.

Sesim bazen titredi bazen de boğazım düğüm düğüm olduğu için konuşamadım. Jungkook’un yüz ifadesini, gözlerimde beliren hayal kırıklığını ve bana baktığında mahvoluşunu gördüğüm her an… Hepsi anlatırken gözümün önünden geçerek suçluluk duygusuyla mideme bir yumruk gibi oturdu.

Jungkook’a anlatıyormuş, sanki o anları tekrar yaşıyormuş gibi savunmasız hissettim ama kelimelerimi toparlamayı başardım.

İkisi de tek bir söz söylemedi, sadece dinlediler, bitirdiğimde ise başımı öne eğip ellerime bakarak “Öyle işte… Her şeyi berbat ettim yani.” dedim ve sıranın artık onlarda olduğunu anlamaları için sustum.

İlk konuşan, ortamı biraz olsun yumuşatmak isteyen hyung oldu “Biraz öyle olmuş gibi.”

Jimin ise biraz daha gerçekçi yaklaşarak “Biraz değil birazdan fazla sanki…” dediğinde Hoseok hyungun beni kıracak kadar sert şeyler söylemeden onu uyarmak için hareketlendiğini fark ettim ama Jimin ondan hızlı davrandı, beklediğimin aksine sözleri vurucu değil, destekleyici oldu “Yine de sonsuza kadar berbat olarak kalacak diye bir şey yok.”

Jimin aramızda her şeyi alaya vuran ve dertsiz tasasız gibi hareket ederek anın tadını çıkartan biriydi ama söz konusu birbirimiz olduğunda olayları en filtresiz şekilde tartıp sert bir şekilde dile getiren kişiydi. Bazen kırıcı olabiliyordu hatta kendini tutamayıp fazla ileri gittiği noktalar da oluyordu, özellikle Suho konusunda sürekli kırgınlık yaşamıştık. Ancak ne olursa olsun bu haklı olduğu gerçeğini değiştirmiyordu, günün sonunda hepimiz bunu kabul ediyorduk.

Benim şu andaki durumum ise diğerlerinden farklı olarak kesinlikle haksız olduğumu bilmemdi. Bu yüzden bana söyleyeceği şeylere karşı çıkmayacak aksine işime yarayacaktı.

Hyung arada oluşan sessizliği sakin bir ses tonuyla bozarak Jimin’e destek çıktı “Jimin haklı. Böyle devam edecek diye bir şey yok. Şu an gösterememiş olabilirsin çabaladığını ama bir sonrakinde yapabilirsin.”

“Sadece bilmen gereken şey travmalarından kaçarken onun duygularını yok saymamak.”

“Saymıyorum.” diyerek atıldım telaşla ve başımı iki yana sallarken devam ettim “Yemin ederim bu gerçekten onu kırmak için yaptığım bir şey değildi.”

“Ama öyle görünüyor Taehyungie… Suho’yu hatırla, sana nasıl davranıyordu? Onu sevmek, sevgini her daim belli etmek için en ufak yakınlaşmanızda, basit bir sarılma hareketinde bile seni kendinden uzaklaştırıyordu, görünmezmiş gibi yapıyordu. Akşam eve gittiğinizde de yaptığın davranışlar için hep seni suçluyordu. O zamanlar Suho’dan beklediğin sevgiyi şimdi Jungkook gösteriyor ama sen onu istemsizce bile olsa itiyorsun. Kendini onun yerine koymana bile gerek yok sen zaten bu duyguyu tattın, biliyorsun.”

Hepsini biliyordum, sesli bir şekilde dile de getirmiştim ama bazen bir başkasından duymak daha vurucu oluyordu. Bu yüzden de suçlu bir tavırla başımı öne eğerek gözlerimi doluşunu gizlememeye çalıştım. Hoseok hyung hemen fark etti ve kollarını bana daha sıkı dolayıp feromonlarını rahatlamam için kullandı. Bu sırada da Jimin elini yanağıma koyup hafifçe okşadı.

“Ağlama…”

“Ama… ama çabalamayı bıraktı, giderken beni öpmedi bile. Hep öperdi, ama şimdi… Yine aynı şeyler mi olacak? Suho gibi benden uzaklaşacak yavaş yavaş kavgalar sıklaşacak beni görmezden gelecek… Onunla bunları yaşayamam, Jungkook’u kaybetmek istemiyorum, onu çok seviyorum.”

“Shhh…” diyerek hafif agresif bir tavırla bana sarılmayı bırakıp yüzüme bakmak için kendinden uzaklaştıran Hoseok hyung kaşlarını çatmış, gözlerimi silmişti “Ağlama artık, sinirlenmeye başlıyorum ama. Ağladığında işler yoluna girmeyecek sarı şeker. Kırdığın şeyler ağlayarak kendi kendine düzelecek şeyler değil. O kırıklara dokunman gerekiyor, kimse henüz vazgeçmiş değil.”

“Ama beni öpmedi.”

“Ben de öpmezdim.” dediğinde bunu yüzüme karşı bütün ciddiyetiyle söylemesi biraz şaşırttı çünkü Hoseok hyung her zaman ılımlı olan taraftı, en sert kısmı hep Jimin söylerdi “Sen de öyle yapmadın mı? Suho’nun isteklerine uyum sağlamadın mı, defalarca kez seni kırmasına izin vermedin mi? Bir parçan ölse bile kalan son parçanla bile onu sevmeye çalışmadın mı, o parçaların da öleceğini bile bile? Şimdi Jungkook sana tepki gösteriyor diye vazgeçti demen, sevgisini hafife alman ne kadar doğru?”

Hoseok hyungun sözleri, bu kadar açık ve net söylemesine alışkın olmadığımdan içimi delip geçti adeta. Dudaklarım titredi ve ne diyeceğimi bilemeden gözlerimi kaçırdım hızlıca.

Sana defalarca beni kırman için izin verdim. Şimdi izin ver sana öfkelenip bağırayım.

Böyle söylemişti Jungkook dün gece. Bağırıp çağırmıştı ve bunları yaptığı için özür de dilemişti, çünkü bağırıp çağırarak bunun çözülmeyeceğini anlamıştı. Şimdi ise daha farklı bir çözüm bulmuştu, bu bağırmasından daha yaralayıcı olmuştu.

Jimin ona doğru bakmam için çenemi hafifçe tutup kendine çevirerek “Hyung haklı,” dedi buruk bir gülümsemeyle “Jungkook’un sana olan sevgisini biliyorsun, farklı olduğunu seni ne kadar çok mutlu ettiğini defalarca kez söyledin. Ama sen, kendi sevilmek istediğin şekilde ona sınırlar çiziyorsun ve o tepki gösteriyor diye kendini yiyorsun. Hoseok hyung gibi ben de öpmezdim, alfa da olsa omega da, hiç kimse bu kadar kaçmaya, bu kadar çekilmeye sessiz kalmaz.”

Başımı salladım sessiz gözyaşlarımla onaylar şekilde ve sıkı sıkıya eline tutundum. O da aynı şekilde tuttu elimi ve bir kere öpüp sakince gülümseyerek devam etti konuşmasın.

“Ama bu bilerek yaptığın anlamına gelmiyor. Sadece belki de biraz daha çaba harcamalısın. Beni öpmedi demek yerine belki de bunu yaparken kaç kez geri dönüp öpmek istediğine ama neden yapmadığına odaklanmalısın.”

“Çünkü bazen sadece sevgi yeterli gelmez Taehyung, ona onun sevdiği şekilde de sevgi göstermeyi denemelisin. Korkularının elinden tutup,” hyung boşta olan elimi tuttu sıkıca ve ikimizin gözünün hizasına kadar çıkarttı “Ona karşı bir adım at. Ne kadar korktuğunu değil ne kadar cesur olabileceğini göster. İnan bana Jungkook bunu fark edecek bir alfa.”

“Evet öyle, zaten Jungkook’tan yana neden endişe ettiğini anlamış değilim, çocuk gözünün içine bakıyor resmen. Öyle birkaç kavganızda vazgeçip çıkıp gidecekse cehenneme kadar yolu var siktirip gidebilir.”

Jimin’in cümlesinin sonuna doğru yükselip küfür edince kendimi tutamadım ve gözyaşlarımla birlikte hafifçe kıkırdadım ve “Yok gitmesin.” dedim.

Hoseok hyung da aynı şekilde gülüp beni yeniden kendine çekti ve güzelce sarılarak “Al işte enayi aşık.” dedi.

“Ne yapayım çok seviyorum.”

Yeniden güldüm ve onlar da bana eşlik ettiler. Söyledikleri şeylerin hepsinin doğru oluşuyla benim de onlarla aynı olan düşüncelerim kafamda bazı şeyleri netleştirdiği için tam olarak kararımı vermiştim aslında. Jungkook’u kaybetme ihtimalini hiçbir şekilde göze alamazdım, onu seviyorsam mutlaka onun da sevdiği şekilde karşılık vermeliydim. Çünkü bazı trenler bir daha geçmezdi ve istasyonda oturup bekliyorsam suçu trene atamazdım.

Gözlerimi silerek Jimin’i kendime çekip sımsıkı sarıldım “Teşekkür ederim. Ona bunu göstermek için elimden geleni yapacağım.”

Üçümüz yeniden bir bütün olup birbirimize kalkan olduk ve dakikalarca sessiz bir şekilde öylece kaldık. Destekleri içimi ısıtmaya yetip artmıştı bile ve tam şu anda, Jungkook’un arkasından bakarken kırılan cesaretimi toplamış, fazlasıyla hazırdım harekete geçmek için.

Hoseok hyung bizi aniden ittirip “Ah, Yoongi geliyor.” diyerek ayaklandığında ikimiz de neye uğradığımızı şaşırdık ve arkamıza baktık.

Fakültenin kafeteryasının oradan yarısını topuz yaptığı siyah, hafif uzun saçları, üzerine giydiği gri oversize kapüşonlu ve basketçi şortuyla yüksek enerjisini hemen hissettik. Ancak duruşu ne kadar sert olursa olsun diğer alfalara göre biraz daha ufak tefek oluşu pasif bir alfa olduğunu gizleyemiyordu..

Spor çantasını sıkıca tutarak Hoseok hyungla ortada buluştuklarında elini kaldırdı ve hyungun boynunu tutarak dudaklarını birleştirdi. Açıkçası baskın alfa olduğu için ve hep omegalarla beraber olduğu için ilişkilerinde de baskın olanın Hoseok hyung olduğunu biliyordum, bütün ilişkilerine ve flörtlerine şahit olmuş bir kişi olarak bu ilişkide otoritenin Yoongi olduğuna yemin edebilirdim.

Birkaç kelime konuşarak bize doğru yürümeye başladıklarında beş altı adımda yanımıza ulaştılar ve Yoongi’yle tam karşımıza oturdular.

“Selam,” diyen Yoongi’ye aynı samimiyette cevap verdik ama gözlerime bakınca oturmakta duraksadı “Şey, özel konuşuyorsunuz sonra gelebilirim.”

“Yok hayır, hallettik sorun yok.” dedim hızlıca ve oturmasını için işaret ettim elimle. İkisi de yerleştiğinde Yoongi Jimin’e döndü ve dün kendi işlerimle uğraşmaktan kaçırdığım bir detayı soruverdi hemen.

“Dün Namjoon hyungla nasıl gitti?”

“Hih!” diye bağırıp Jimin’e döndüğüm gibi kolundan çekiştirdim “Ben onu unuttum çabuk anlat ne oldu, Jungkook sana ne söylemişti, sonunda konuşmayı başardınız mı?”

“Of!” dedi Jimin ve cıklayarak. Ardından da sıkıntı dolu bir nefes bıraktı “Dünyanın en en en zor adamı olabilir. Yani gerçekten, her yolu denedim tek bir kelime bile çıkmadı ağzından. Sus ve git der gibi de önüme bir kokteyl bırakıverdi.”

“Bekle, sana kokteyl mi yaptı?”

Yoongi şaşkınca kaşlarını kaldırıp sorunca Jimin gözlerini devirdi ve “Evet.” dedi ama bu detaylara geçmeden onu durdurdum ve olayı en başından anlatmasını istedim.

Elbette beni dikkate aldı ve yanına ilk gittiği andan itibaren anlatmaya başladı “Jungkook bana dedi ki bir peçeteye tükenmez kalemle Namjoon’un resmini çiz. İlk başta çok saçma geldi ama sonra sanatı sevdiği için mantıklı olabileceğini düşündüm ve yaptım. Bitirdiğimde peçeteyi aldı bir süre baktı ve bilgisayar masasının yanına koyup kokteyl yaptı. Ben de o konuşmayınca siktir edip eskisi gibi benimle konuşması için bir şeyler geveleyip durdum. Sonra da sus der gibi kokteyli önüme ittirip başka işlerle uğraştı.”

Namjoon için garip biri dediklerinden evcil keçi beslemesine kadar bir umut normal olabilir diye düşünmüştüm ama zaman ilerledikçe bazı noktalarda haklı oldukları görüşüne katıldım. Hiç konuşmaması başlı başına tuhafken ve sanatla da bu kadar ilgiliyken Jimin’e tek kelime bile söylemeyişi bu garipliği daha da destekliyordu. Biraz da anlam veremiyordum, sonuçta soru sorulduğunda cevap vermemesi için bir neden yoktu, değil mi?

“Ne kokteyli yaptı, içinde ne vardı hatırlıyor musun?”

“Bunun ne önemi var ki basit bir karışım.” diyen Hoseok’a Jimin baş sallayarak onay verdi ama bu Yoongi’yi alayla güldürdü.

“İnanın bana Namjoon’un dilinde bu çok önemli bir detay.”

“Yani bilmiyorum, daha önce hiç içmediğim bir tadı vardı. Tatlı ve ferah bir portakal tadı aldım ama böyle biraz da çiçeksi lavantamsıydı. Biraz da viski tadı geliyordu ama yumuşak bir viskiydi diyebilirim, çok keskinliği yoktu.”

“İnanılmaz…” dedi Yoongi ve hafifçe güldü.

“Bence de inanılmaz. Bir kelime bile etmeden kokteyli verdi işine baktı, ayıp cidden.”

Jimin’e destek olup sakinleşmesi için elimle sırtını sıvazladım “Yani haklısın, bir şeyler söylemek bu kadar zor olmamalıydı. En azından kelimelerle reddetse bile bir iletişim kurmuş olurdu.”

“Ah inanın bana, zaten çok şey söylemiş.”

Hoseok hyung Yoongi’nin belindeki elini çekerek masaya dayandığı elinin üzerine çenesini koyduğunda anlamak için sordu “Ne demek o?”

“Jimin’e yürümüş demek.”

“Yahu adam yüzüme bile bakmadı kokteyli verdi arkasını döndü diyorum sen bana yürümüş diyorsun. Yürüme görmesem inanacağım yani.”

“Bak, Namjoon biraz gariptir derken şaka yapmıyorduk. Farkı anlaman için şöyle söyleyeyim, sana kendi reçetesinden bir kokteyl yapmış ve hyung mixoloji etkinlikleri dışında kimseye tatması için kokteyl yapmaz.”

Yoongi’nin söylediği detaydan sonra ortamda büyük bir sessizlik oluştu. Hepimiz anlamaya çalıştık ve gerçekten böyle bir şeyin gerçekleşip gerçekleşmediğini sorgulamak için düşündük.

Sonra Jimin elini masaya vurdu ve okkalı bir küfür savurarak öfkesini kustu “Ya göt herif bu nasıl yürümek, ne sikim anlamam gerekiyordu bundan. İnsan iki cümle kurar amına koyayım, orada kokteyli içip salak salak sorular sormaya devam ettim resmen öfkeden delireceğim.”

O kadar haklı ve o kadar saçma sapan komik bir olaydı ki Hoseok hyungla gülmeden duramadık. Tabii çok uzun sürmedi bu, Jimin’in yüzündeki ciddiyeti fark edince hemen toparlandık. Jimin de bu sırada telefonuna sarıldı, kaşlarını çatarak bir şeyler kurcalamaya başladı.

Biz onun bu haline alışkındık, mutlaka bir işler karıştırmak için kafasında dönen tilkiler vardı ama Yoongi, parmakları deli gibi ekranda dolanan Jimin’e “Ne yapıyorsun?” diye tüm bunlardan habersizce sordu.

“Jo’nun mixoloji etkinliğine bakıyorum.”

“Hangisine gideceğini nereden biliyorsun?”

Şaşkınca kaşlarını kaldırarak yönelttiği soruya Hoseok hyung “Ah,” diyerek kıkırdadı ve burnunu Yoongi’nin saçları arasına hafifçe sürtüp kulağıma doğru fısıldayarak devam etti “Jimin’in stalkerlık seviyesini bilsen aklını kaybedersin. Telefon rehberinde kaç kişi kayıtlı olduğunu bile biliyordur.”

“Daha o kadar gelişemedi ama telefon numarasını biliyor. İstediğini elde edene kadar sınırları zorlamayı seviyor biraz.” diye ufak bir ekleme yaptığımda Yoongi’nin havaya kalkmış kaşları çatıldı ve hala dudakları kulağının orada bekleyen hyunga döndü.

Göz göze geldiklerinde fazla yakınlardı ve aralarındaki bu sessiz bakışma o kadar elektrik yüklüydü ki beraberlerken çevrelerindeki kimse umurlarında değil gibi görünüyordu.

Yoongi’nin gözleri Hoseok hyungun dudaklarına kısa süreli kayarak tekrardan yukarı çıktığında başını hafifçe kaldırarak fısıldadı “Sen de böyle uğraştın mı?”

Hoseok hyung ise Yoongi’yle eş zamanlı başını kaldırdığında alfaya hissetirecek yoğunlukta feromon salgılayıp bir cık sesi çıkarttı “Ben direkt eyleme geçtim.”

Hoseok hyung sakin ve kendinden emin bir şekilde alfalara özgü enerjisini karşıda otururken bile hissediliyordu. Gözle görülmüyordu ancak öyle bir şeydi ki bu kendi ilişkimle ister istemez kıyas yapmıştım. Açık bir alanda, birbirlerine dokunmadan, net biçimde birbirlerine ait olduklarını belli ediyorlardı. Ne utanıyorlardı ne saklanıyorlardı. Kimse ağzını açıp da basmakalıp ifadelerle etiket yapıştırmıyordu.

Jungkook’u seviyordum ama insan içinde ilişkimizi saklamaya çalışmak her defasında aramızdaki bağa zarar vermişti. Onları izlerken Jungkook’un ne kadar sabrettiğini, gözlerinin içindeki kırıklığı yeniden anlamıştım ve aslında buna zarar verenin ben olduğumu daha net bir şekilde fark etmiştim.

Yoongi, bu yakınlaşmayı bir öpücükle taçlandırmak yerine başını iki yana salladı ve hyungun ağzına elini kapatıp ittirdi. Hyung ise sadece boynundan öpüp sırıtarak kolunu belime sardı alfanın.

Dikkatimi Jimin’in bağırışı dağıttı.

“Siktir etkinlik bu akşammış işte.” diyerek çantasını kaptı, telefonunu da cebine sıkıştırarak yanağımı öptü “Akşama kadar kombin yapacağım telefonun açık olsun görüntülü arayacağım. Sonra görüşürüz.”

“Dur bekle!” Yoongi Jimin’i kolundan yakaladığı gibi çekiştirdi.

“Ne, ne oldu?”

“Hyungun kokteyl reçetelerini açıklamarıyla yazdığı bir defter var. Eğer onu okuma şansın olursa sana yaptığı kokteylin de anlamını öğrenirsin.”

“Ben bu gazla o deftere adımı bile yazdırırım sen rahat ol.”

Jimin gururla güldü ve göz kırptığı gibi fakültenin karşısındaki durağa doğru koşturarak gözden kayboldu. Biz de Hoseok hyung ve Yoongi’yle başbaşa kaldık. Birkaç ufak sohbet sonrası Jungkook’un da dersinin bitimine az bir zaman kala hep birlikte mühendislik fakültesine yürüdük.

Yolda bolca düşündüm ve her kararımı gözden geçirdim. Dün akşamki konuşmamız, öğlen beni öpmeden gidişi ve Jimin’lerle olan konuşmam… Her şeyi tek tek yeniden düşündüm ve bütün korkularımın elinden tutarak adım atma cesaretimin kıvılcımlarını tutuşturdum.

Fakülteye vardığımızda doğruca kafeteryaya geçtik ve Jungkook’a Hoseok hyugla Yoongi’nin yanında olduğumu söylediğim bir mesaj attım. Bana profesörü beklediğini yirmi dakika içinde geleceğini söyleyip kalbimi ısıtan pembe bir kalp emojisi atıp sırıtmama sebep oldu. Tam o sırada da ekranımda hissetmiş gibi Seokjin hyungun çağrısı belirdi.

Her zaman mesajlaştığımız için araması tuhaf geldi ve biraz da olsa gerilmeme neden oldu. Sebebini bilmediğim korku-heyecan karışımı hislerle hyung ve Yoongi’ye telefonla konucağımı söyleyip başka masaya geçtim ve çağrıyı açıp kulağıma götürdüm. Korkulacak bir şey olmadığını da Seokjin hyungun bağırışıyla anlamış oldum.

“Yah! Kim Taehyung!”

“Ne? Ne bağırıyorsun kulağım delindi hyung!”

“Bana bak, o herifle asla evlenemezsin. Busanlı olan biriyle asla evlenemezsin duydun mu beni! Yasaklıyorum!”

“Ya yine mi aynı konu, durup durup aklına mı geliyor anlamıyorum hyung saçma sapan konuşup durma. Bir de genelleme yapıyorsun, ne oldu Busanlılar mı sikti seni bu nefret niye?” dediğimde cıklamış ve göz devirerek sandalyede arkama yaslanmıştım.

“Kafamı yardı kafamı, daha ne olsun?”

“Aa senin kafan var mıydı ki?”

“Kimden para aldığını unutma derim.”

Oturduğum yerde kıpırdanıp biraz önceki ses tonumu yumuşattım ve hafif bir tonla “Hyung…” dedim “Canım hyungum, ne oldu güzeller güzeli kafana?”

“Hayatımda senin kadar keskin bir r yapanı görmedim. Yine de bu, Busanlılara karşı fikrimi değiştiremez.”

Bazen o kadar abartıyordu ki her şeyi çığlık çığlığa bağırmak istiyordum ama sırf hyungum olduğu için sakinliğimi korumaya çalışıyordum. Yine aynı şekilde göz devirdim “Ne olduğunu söyleyecek misin?”

“Busan’a gittim yine müvekkilimin arsa davası için. Davayı kazandık hatta yıkım için iznimiz bile var ama arsanın içinde okul olduğu ve hala faal olduğu için yıkmak doğru gelmedi. Müvekkilim de anlaşmaktan yana, arayı bulmak için çabalıyorum ama okul personelleri o kadar inatçı ki delirmemek elimde değildi.”

“Delirmek derken? Annem bundan ne kadar etkilenecek hyung?”

“Biraz yükseldim ama öyle çok değil. Okulun önüne mıh gibi çakılmışlar, gözdağı vermek için iş makineleriyle gittik. Hiçbiri anlaşmaya yanaşmadı aralarında öğretmen bir alfa da cırcır böceği gibi söylenip durdu. Ben de sizinle mi uğraşacağım yıksınlar amına koyayım diye bağırıp müvekkilime yıkımı başlatmasını söyledim. Sonra bir anda o çıtı pıtı oluşuna kandığım alfayı sırtımda buldum. Kadın kafama falan vurdu saçımı yoldu amına koyayım. Zor aldılar üzerimden.”

“Ne diyorsun ya? Ciddi misin?”

“Eve, manyak mıdır nedir ruh hastası. Yanağımda hala tırnak izi var.”

“Ee dava açtın mı?” dediğimde elime ağzımı kapattım çünkü kadından kurtulmak için mücadele edişi gözümün önüne gelmişti.

“İçinden geçeceğim, mahvedeceğim onun. Bir avukata saldırarak hayatını bitirdi.”

“Ay video falan var mı izleyip gülelim.”

“Ne videosu, sen benimle dalga mı geçiyorsun velet? Sirk maymunu muyum ben?”

Bana sinirli sinirli bağırdığı anda kahkahayı patlattım ve telefonu kulağımdan uzaklaştırarak pis pis sırıttım “Ya ama ne yapayım merak ettim. Seni bir alfadan dayak yerken hayal etmek fazlasıyla komik bence.”

“Gül sen gül. Bok evlenirsin Busanlı biriyle.”

“Ya,” derken sanki kaşlarımı çatmış elimi de havaya kaldırıp karşımdaymış gibi hattın diğer ucuna konuştum “Bunun Busanlılarla ne ilgisi var, kadının damarına basmışsın saldırmış sana.”

“Bu da demek oluyor ki o dallamanın damarına basarsan sana da saldırır.”

“Yok artık! Saçmalıyorsun şu anda.”

“Saçmalamıyorum. Çok ciddiyim.”

“Sen dayak yedin diye ben neden evlenemiyorum? Sen evlenmezsin olur biter bana ne.”

“Beni zaten bu saatten sonra hiçbir kuvvet Busanlı biriyle evlendiremez.”

“Busanlılar da sana ölüp bitiyor zaten.” derken hızlıca göz devirerek sordum “Ee şimdi kıza dava mı açtın yani?”

“Şikayetçi oldum tabii. Ayaklarıma kapanıp özür dilese de geri çekilmeyeceğim, pişman olacak.” burnundan soluduğunu belli eden öfkeli bir ses çıkarttığında arkadan gelen sesler yüzünden “İşim çıktı şimdi, sonra konuşuruz.” dedi ve telefonu cevabımı beklemeden kapattı. Ben de oturduğum yerden kalkıp masamıza geri döndüm. Tam o sırada da Jungkook’un kokusunu duydum ve başımı ve çevirdiğim gibi Jungkook’un içeri girdiğini gördüm. Haein’le…

Beraberler miydi?

Profesörün odasına birlikte mi gittiler?

Yolda mı karşılaştılar?

Ve neden yine ona gülümsüyor?

O kadar çok soru döndü ki kafamın içinde, nefes alamadığımı hissettim. Soluksuz bir şekilde, gözlerimi bile kırpmadan ikisine baktım.

Jungkook sırtına astığı çantasının kol kısımlarından tutup saygıyla veda eder gibi eğildi ve Haein’in de böyle yapmasıyla göz temasları koptu. Hemen ardından ise Jungkook’un gülen gözleri benimkine kenetlendi. Gülümsedim, ve kalbim, bir anlığına hiç durmayacakmış gibi atmaya başladı. Kendimi ne kadar telkin edersem edeyim, bazı olasılıkların zihnime yansıması dengemi bozmuştu.

Bize doğru yürürken oturduğum yerde dikleşip toparlanmaya çalıştım ve biraz daha gülümseyerek ayağa kalktım sarılmak için. Hatta öpmek için.

Ancak Jungkook, bana doğru uzandığı anda gözlerinde gördüğüm o kırıklık, tıpkı fakültenin önündeki gibi beni öpmesine engel oldu.. Hafifçe sarıldı, belimden değil, sırtımdan… Tıpkı arkadaşına sarılır gibi…

“Çok beklemedin değil mi hızlı olmaya çalıştım.” derken elini sırtımda gezdirdi, her zamanki gibi belimde değil.

“Hayır hyungum aradı onunla konuştum, sonra sen geldin.” dedim yerime keyifsizce otururken. Gözüm ister istemez Hosoek hyunga takıldı ve bana anlayışlı olmam için ufak bir işaret verdi. Ben de başımı sallayarak anladığımı söyleyip yüzüme bir gülümseme kondurdum.

Jungkook eli sırtımdan çekmeden masanın üzerine eğildi ve Yoongi’yi omzundan ittirdi “Sen ne diye dolanıyorsun burada, madem gelecektin derse neden girmedin?” diye sordu hesap sorar gibi.

“Sevgilimleydim, sana hesap mı vereceğim?”

Aldığı yanıtla iki elini beline yasladı Jungkook “Tabii ya, enayiler de imza atsın değil mi?”

“Enayi olmasaydın.”

Yoongi kıkırdarken Jungkook elini tekrardan, bu kez omzuma koydu ve dudak bükmesiyle bana döndü. Pasparlak bakan gözleri bütün sıkıntımı alıp götürdü resmen ve kalbim bana böyle baktığı için heyecanla çarpmaya başladı.

“Çok açım,” dedi yumuşak bir sesle “Paraya kıyıp marketin yanındaki gimbapçıda etli gimbap mı yesek?”

“Olur,” hızla verdiğim cevaba bir de ekleme yaptım “Marketten karpuzlu ekmek de alır mıyız?”

“Alırız tabii güzelim.”

Neredeyse eriyecektim ama Yoongi sağ olsun, bu anı kurduğu cümleyle tam anlamıyla dinamit koyup patlatarak mahvetti.

“Peki antrenman bu planın neresinde Jungkook’cum?”

Jungkook ne söylemek istediğini anlayamadı ve kaşlarını çatarak kafası karışmış bir şekilde Yoongi’ye açıklasın diye bakmaya devam etti.

“Yarın Sporfest başlıyor ya aptal, koç akşam için son bir antrenman koydu. Unuttun mu?”

“Hassiktir…” derken eliyle alnına vurdu “Unuttum. Of… Tamamen aklımdan çıkmış.”

Unuttuğu şeyi telafi etmek ve anlayış göstermem için bana döndüğünde biraz öncekinin aksini gözlerindeki parlaklık gitmiş, yorgunca bakmıştı. İçten bakışlarına gülümseyerek karşılık verdim ve elimi omzumdaki elinin üzerine koyup hafifçe okşadım. Zaten derslerinin yoğunluğunu biliyordum ve üzerine eklenen ekstra antrenmanların da onun için fazlasıyla yorucu olduğunu farkındaydım bu yüzden “Sorun değil. Sonra gideriz biz de ne olacak?”

“Üzgünüm güzelim, gerçekten aklımdan çıkmış.”

“Saçmalama,” diyerek atladım hemen. Bunun için kendini suçlamasını istemiyordum “Hem zaten akşam Jimin görüntülü arayacaktı. Onunla vakit geçiririm işte, sende antrenman sonrası gelirsin film falan izleriz.”

“Emin misin?”

Gözleri tereddütlü bakıyordu ama bu durumun benim için hiçbir olumsuz yönü yoktu. Bu yüzden de tuttuğum elini iki kez sıkarak içini rahatlatmaya çalıştım “Eminim tabii ki.”

Çok isteksiz de olsa derince bir iç çekişle “Tamam, film seçme sırası bendeydi ama sana bırakıyorum.” dediğinde gülerek göz kırptım “Mükemmel vıcık vıcık bir aşk filmi seçeceğimden emin olacağım.”

“Hak ettim. Mecbur izleyeceğim.”

Kıkırdadım ve Yoongi’yle birlikte Hoseok hyung da ayaklanınca onlara eşlik ettim. İlk hedefim, vedalaşırken Jungkook’un boynuna sarılıp dudaklarına uzanmaktı ama çalan telefonunu yüzünden Hoseok hyung ve Yoongi birbirine veda öpücüğü vermiş, ben ise Jungkook’dan kısa bir sarılmayla sessiz bir seni seviyorum almıştım.

Sürekli bir şeyler engel oluyordu ve onun kalp kırıklığını düzeltmeme engel olup duruyordu. Hoseok hyung bile benimle eve doğru yürürken fark etmiş olacak ki fena halde kırık olduğunu hissettiğini söylemişti. O bile uzaktan gördüğü kadarıyla bu yorumu yapabiliyorsa, Jungkook’un hislerinin canını fazlasıyla acıttığı bir gerçekti.

Hyungla evime giden yol ayrımında ayrıldık ve doğruca eve gidip Kafein’le biraz pinekledim. Sonra Jimin aradı ve görüntülü konuşarak akşam giyeceği kombini için biraz kafa patlatıp spor ama şık bir şeylerde karar kıldık. Konuşmamız bitince biraz daha dijital çizim çalıştım ve Jungkook’un saat on sularında geleceğini düşünerek film için hazırlıklara başladım.

Ancak düşüncem pek yolunda gitmedi, Jungkook antrenmanının uzadığını haber veren bir mesaj attı ve böylece battaniye altında film izleme planımız yatmış oldu. Ben de o gelene kadar bir şeyler izlemek için dövme koltuğuna kıvrıldım Kafein’le.

Ne ara dalmıştım, en son filmin neresinde kalmıştım bilmiyordum ama bir süre sonra içim geçmiş olmalıydı çünkü gözlerimi araladığımda Jungkook’un beni yatağa bırakıp parmak uçlarıyla yüzündeki saçları ittirişine uyanmıştım. Uykulu olduğum için yüzünü pek seçemedim ama kokusu beni gülümsetti, mırıldanarak yüzümdeki elini tuttum ve yatağa gelmesi için çekiştirdim.

Hiç itiraz etmedi battaniyenin altına girerken. Sonra da dudakları hızlıca benimkileri buldu ve sanki bugün öpmediği her anı telafi eder gibi yumuşak ancak tutkuyla dilini benimkine doladı.

Parmaklarım uyku sersemliği yüzünden hantalca boynuna uzandı, oradan da ensesindeki saçlara. Bastırdığı bütün feromonları evin içine doluştu, gün içinde aramıza koyduğu mesafenin sadece kırgınlıktan olduğunu hissettirircesine beni rahatlatmaya çalıştı.

Alt dudağımı sakince ısırdı ve yumuşakça bir öpücükle telafi ederek geri çekildi “Geç kaldığım için özür dilerim güzelim.” diye fısıldadı.

Antrenmanını unutması da film izlemeye geç kalması da önemli değildi ama sırf beni biraz daha öpsün diye ona “Beni bir sürü öpersen affederim.” dedim ve bunu dediğim anda yüzümün her noktası sıcak dudaklarının temasıyla kaplandı. Kıkırdadım ve ona sıkıca sarılarak durması için yüzümü boynuna gömdüm “Tamam yeterli, affettim. Şimdi uyuyalım mı?” diye fısıldadım.

Elleri belimi sardı, bacakları da bacaklarıma dolanarak mırıltı dolu bir onay verip son bir kez başımdan öptü ve beraber sessizce uykunun kollarına bıraktık kendimizi.

Sabah, odanın içine usulca süzülen ışıkla gözlerimi açtığımda kendimi Jungkook’un kollarının arasında bulmak en keyif aldığım şeyler arasındaydı. Özellikle ondan erken uyandığım zamanlar öperek uyandırmak ve numara yaparak daha fazla öpmem için uğraşması beni neşelendiriyordu.

Yine onu sayısızca kez öptüm ve yatağın içinde kalkma zamanı gelene kadar oynaşıp durduk. Tabii sabah için kahvaltı hazırlarken de rahat durmadık, öpüşüp birbirimize dokunduğumuz kalbimi çarptıran birçok an oldu. Ancak tabii ki bir noktada okula gitmemiz gerekti.

Kampüs içinde bu kez elini sıkı sıkıya tuttum ve bırakmamak için elimden geleni yaptım. Fakültenin arka tarafındaki yeşil alanda durup elini bırakmadan karşısına geçtiğimde gözleri parlayarak “Maça yetişebilecek misin?” diye sordu.

Dudak büktüm hemen “Çok istiyorum en başından orada olmayı ama üçüncü çeyreğe yetişebileceğim gibi duruyor. Seçmeli dersim olmasa doğruca gelirdim ama devam zorunluluğum var.”

Gerçekten çok istiyordum başından sonuna kadar yanında olup bir numaralı fanı olarak tezahürat yapmak ama bilerek yaptığım bir şey değildi. Zaten Jungkook da bunu sorun etmiyordu, biliyordum ama yine de orada olmamı istediğini biliyordum, ki ben de istiyordum ama maalesef elimden bir şey gelmiyordu.

“Sorun değil güzelim, kazanırsak eğer diğerlerine denk geleceğin bir gün olur illaki.”

“Bir numaralı fanın olarak, tribündeki yerimi alacağım gecikmeli de olsa, merak etme.”

Jungkook güldü ve kıvrılmış dudağımın köşesine dokunup “Gözlerim seni arıyor olacak.” dedi ve ben hevesle onu öpmek için hafifçe yaklaşırken burnumun ucundan tutup beni şok etti. Hafifçe iki yana sallayıp arkasını dönerek gitmeden önce son bir cümle kurdu “İyi bakalım, orada görüşürüz cimcime.”

Arkasından gidişine bakarken gerçekten şaşkındım ve bu kadar bariz bir reddediliş yaşayacağımı hiç düşünmemiştim. Yalan yok gururum incinmeye başlamıştı artık ama onun incindiği kadar incinmediğine emin olduğum için kızmaya hakkım yoktu. Bana gerçekten hiç fırsat vermiyor oluşu da daha çok hırslanmama neden oluyordu ve eninde sonunda boş bulunacağı o anı yakalayıp bana engel olmasına fırsat vermeyecektim.

Derince bir iç çekerek fakülteye doğru yürüdüm ve Hoseok hyunga derse girmeden maçta en önlerden yer tutması için mesaj atıp Jimin’e de dün neler olduğunu sordum. Hyung bir asker selamı emojisi gönderdi Jimin ise anlatıcam deyip kestirdi. Bu da Jimin’in işlerinin olumlu gittiğini ve sonunda mutlaka bir bomba patlatacağının bir işaretiydi, ne kadar ısrar edersem edeyim yüz yüze anlatacağını bildiğim için susmayı seçip derse girdim.

Dünyanın en sıkıcı dersi değildi belki ama aklımda Jungkook varken pek ilgi çekici gelmiyordu hiçbir şey. Bu yüzden de sürekli dikkatim dağılıyor, telefonumda saate bakıp duruyordum. Dersin ilk yarısı bitip ikinci yarısı başladığında Hoseok hyungdan maçın başladığı mesajını aldım. İlerleyen dakikalarda ise şimdilik bizimkilerin Gyeongsang Ulusal Üniversitesiyle aynı sayıya sahip olduğu ve ilk çeyreğin neredeyse bitmek üzere olduğu bilgisine sahiptim.

Zaman ilerledikçe odağım daha fazla dağıldı ve el yazım fazlasıyla okunmayacak anlamsız kelimelere dönüşmeye başladı. Bu yüzden maçın üçüncü çeyreğinin ortalarına geldikleri mesajı alınca çantamı toparlamaya başladım çünkü daha fazla sınıfta durursam kafayı yiyecek gibi hissetmiştim.

Profesör bakmazken amfinin arkasından eğilerek hızlıca koşturdum ve eğer yeniden yoklama alırsa kalma riskini göze alarak sessizce çıktım. Fark edilmediğimden emindim ama edilsem de bir şey değişmeyecekti, bir şekilde telafi sınavıyla en kötü de yaz okuluyla kredimi tamamlardım ama o maça gitmezsem fazlasıyla üzülürdüm.

Saati kontrol ettim. Üçüncü çeyrekten sonra on beş dakika ara vardı, yani otobüsü siktir edip tam gaz koşarsam on beş dakika içinde spor salonuna varmış olurdum ve en kötü iki üç dakika gecikmeli de olsa varmış olurdum.

Omuzlarımı esnetip çantamı başımdan geçirdim ve yan tarafıma aldım, odağımı spor salonu olarak belirlediğim gibi de son sürat koşturdum. Nefes nefese kalsam da ve hatta yol üzerinden neredeyse birkaç kişiye çarpıyor olsam da durmadım ve tam da hesapladığım gibi iki dakika gecikmeyle spor salonuna giriş yaptım.

Salona girdiğimde içerisi sporfest için süslenmişti ve insanlar deli gibi bağırıp tezahürat yapıyordu. Gözlerim Hoseok hyungun tanıdık yüzünü ve kokusunu aradı. En ön sırada, söz verdiği gibi yerini almış, Yoongi’nin adını söylerken buldum onu. Hızla yanına koşturup çantamı arkaya bıraktığım gibi geldiğimi belli etmek için dürtükledim.

Hyung beni gördüğü gibi kulağıma eğildi ve sesini duyurmak için bağırarak “Nerede kaldın on dakika sonra maç bitecek.” dedi.

“Sorma. Uzattı da uzattı dersi, kaçtım ben de yoksa daha işlerdi.” heyecanla sahaya doğru baktım “Nasıl gidiyor?”

“Gyeongsang fazla agresif oynuyor.”

“Hadi ya…”

“Ama bizimkiler de pek sakin değil. Benimkiyle seninkini salsalar sahayla ateşe verirler heralde oyuncuları.”

Gözüm skor tablosuna kaydı, sayılar artmıştı ama hala beraberelerdi. Sonra Jungkook’u buldu gözlerim. Kaşlarını dikkatli ve odaklandığı zamanlardaki gibi hafifçe çatmıştı ama biraz da öfkeli olduğu belli oluyordu. Aktif bir şekilde sahada hareket halindeydi ve potanın çizgisine yakın bir yerde nefes nefeseydi. Alnındaki birkaç ter aşağıya doğru süzülüyordu ve forması da üzerine yapışmıştı. Koştururken bacağındaki örümcek dövmesi arada sırada görünerek dikkatimi dağıtıyordu.

Sanki ona baktığımı anlamış gözleri benimkilerle buluştu. Yüzündeki çizgiler yumuşadı, dudakları hafifçe yukarı kıvrılarak heyecanını parlakça gözlerine yansıttı. Saniyeler süren bakışmamızı hızla kestiği gibi maça geri döndü ama bu kez farklı bir enerjisi vardı. Burada, maçta onu izlediğimi bilmesi onu oyunda başka bir boyuta geçirmişti, daha çok hırslandırmıştı sanki.

Yoongi zamanlamayı öyle bir ayarlamıştı ki sanki bir orkestra şefinin yönettiği senfoni gibi hafif ama hızlı bir hareketle, kaşla göz arasında diyebileceğim bir sürede topu rakip üniversiteden çaldı ve pası doğrudan Jungkook’a attı.

Jungkook topu kaçırmadan tek seferde yakaladı, önünde ona engel olan alfalardan birini bir sağa bir sola hareketle şaşırtıp kıvrak bir şekilde aradan sıyrıldı. Sürenin dolmasına çok az kalmıştı ve takım arkadaşlarıyla paslaşıp top ona ulaştığındaki hareketlerini izlemek müthiş bir şekilde heyecanlı ve zevk vericiydi.

Terdan ıslanmış saçları, koşarken bacaklarındaki kasların gerilişi, sahanın parkelerine çarpan güçlü ayak sesleri… Ve bütün bunları yaparken saniyelik bile olsa benimle göz göze geldiği tüm o anlar… Dünya üzerinde gördüğüm ve tek olduğuna yemin edebileceğim çekicilikte bir alfaydı.

Top Jungkook’a yeniden ulaştığında herkesle beraber onun için tezahürat yapmaya başladım. Belki beni duyar diye en çok bağıran olmak istedim. Sanki duymuş gibi gülümsedi ve potaya doğru zafer sayısı için koşturdu. Potaya doğru yükseldiği anda ise topu sol eliyle hafifçe yukarı itip sağ eliyle kavradı çemberin hizasında yükseldi. Top elinden potaya doğru tek bir bilek hareketiyle maçın bitimine saniyeler kala girdiği anda skor değişti ve sahadan büyük bir gürültü koptu.

Sahadaki takım arkadaşları hep birlikte Jungkook’a doğru koştu ve birbirlerine zaferle bağırıp sarılarak sevinç gösterisi yaptılar. Yerimde duramıyordum, maçlarda ağır bir holigana dönüştüğüm bir gerçekti ama Jungkook… Jungkook’u maçlarda izlemek hem beni hem de omegamı çok farklı bir şekilde etkiliyordu.

İnsanlar sevinçle birbirlerine sarılırken tam o anda Jungkook’u öpmek istedim. Kalbim garip bir heyecanla çarpmaya başladı ve içimdeki sıcaklık arttı. Herkes sevdikleriyle maçı kazanmanın sevincini yaşıyordu, herkesin bu sevinci paylaşacak bir ortağı vardı, Hoseok hyung bile sahanın korkuluklarına doğru eğilmiş koşarak yanına gelmiş Yoongi’yi tek hamlede dudaklarından yakalamıştı.

Seni tutan şey ne?

Doğru, belki de bu diğer insanların ne düşüneceğini umursamadan onu sevdiğimi ve geçmişin gölgesine takılmadığımı gösterebileceğim bir andı.

Açıkçası, korkuluklardan atlarken çok düşünmedim, sadece yapmak istedim ve elindeki havluyla saçını kurulayarak bize doğru yürüyen alfaya koştum. Havlu gözlerini kapattığı için fark etmedi ama araladığı birkaç saniyede beni fark ederek anlaması için olan kısıtlı zamanı kucağına atladığımda belimi kavramakta kullandı. Ben de bacaklarımı beline sardım, dudaklarımı onunkilerin üzerine kapattım ve ellerimi terli saçlarının arasından geçirdim.

Bütün dünya susmuştu ama susmasa da önemli değildi.

İlk başta şaşırmış olmalı ki hiç karşılık vermedi ama sonra anladı. Kolları belime sımsıkı dolandı, göğsümü göğsüne doğru bastırarak dudaklarını oynattı. Kontrolsüz bir ihtiyacın patlaması gibi dudakları dudaklarımın arasında aç ve susuz kalmış şekilde hareket etmeye başladı. Aldığım nefeslerin hiçbiri ciğerlerim için yeterli değildi ama onu öperken nefessiz kalmak da umrumda değildi.

Belime sardığı ellerinden biri gömleğimin üzerinden yukarıya doğru çıktığında biraz önce topu kavrayan o parmaklar ensemi yakaladı ve dişlerini dudağıma geçirdi. Tam o sırada da fermonları yükselmeye başladı.

Ne olduğunu bilmediğim bir sıcaklık göğsümden yukarıya doğru yayıldı ve baştan aşağıya titrememe neden oldu. Omegamı çok yakınımda hissettim, sanki alfaya ulaşmak ister gibi, kokusuna daha yakın olmak onunla bütünleşmek için ayaklanmıştı. Daha önce hiç böyle olmamıştı, ilk kez ilkel bir şekilde onu istemiştim.

Bu yoğun hislerle ürperdiğimde nefes nefese ayrıldık birbirimizden. Alnım alnına yaslandı, nefesimiz birbirine karıştı ve ensesindeki ellerim uzun tutamları çekiştirdi. Jungkook’un gözleri bu hareketimle aralandı ve bu nefesimi daha da kesti.

Gözbebekleri neredeyse irislerini yok edecek kadar büyümüştü ve simsiyah olmuşlardı. Korkutucu değildi ancak bu bakışla daha önce hiç karşılaşmamıştım. Bu yüzden anlamak için dikkatli baktığımda siyah olduğunu düşündüğüm rengin, siyahın kızıla yakın bir tonu olduğunu fark ettim.

Yutkundum.

Feromonlarının neden kontrolsüzce yükseldiğini ve daha öncekilerden farklı olduğunu, bakışlarındaki o yoğun hissin sebebinin tek bir ihtimali oluştu aklımda.

Sadece bir ihtimaldi ama Jungkook dudaklarını aralayıp belimdeki elini sıkılaştırarak boğuk sesiyle konuştuğunda o ihtimali kesinleştirmiş oldu.

“Kızgınlığım…”

***

 

Chapter 33: alfanın kızgınlığı ve omeganın inatçılığı

Chapter Text

 

ResimLink - Resim Yükle

[yetişkin içerik]

Taehyung

“Kızgınlığım…”

“N-ne?” diyerek şaşkınlığımı gizleyemezken, gözlerim Jungkook’un kalçamı tutan ellerini varlığını hissettirmek ister gibi sıkılaşmasıyla kocaman oldu. Sırtımdaki elinin varlığı ise bedenimden aşağıya sıcak bir baskı yarattı.

Yüzünü daha iyi görebilmek için sadece birkaç santim mesafe sağlayarak hafifçe geri çekildim ve irisleri arasında sınır kalmayacak şekilde genişlemiş gözbebekleriyle bana dikketle bakan bakışlarına karşılık verdim. Git gide kızıl koyuluklar artmaya ve ona karanlık bir hava katmaya başlamıştı.

Gözleri dudaklarıma kaydı ve adem elması hareket etti ardından ise çenesi gerildi. İçinde bastırmaya çalıştığı vahşiliği ve sahiplenişi, alfasının kontrolüne bırakmamaya çalıştığı belliyordu. Bir anlığına az önce öpüşmemizden kaynaklı ıslak dudaklarını araladı ve sert bir nefes bıraktı, göğsü de güçlü bir şekilde inip kalkarken benimkine çarptı. Kalbinin öfkeli ve yoğun atışlarını hissetmek tıpkı onun gibi benim de omegamı dizginlememi zorlaştırıyordu.

Jungkook o an sahiplenme hissinin ve bastırılamayan içgüdünün vücut bulmuş haliydi. Karşımda bir alfa nasıl değişebilirse o şekilde değişmişti.

Artık sadece tutmuyordu beni, sanki etrafımızdaki onca insandan, alfadan, koruyordu. Beni biraz daha kendine doğru çekti. Omegam da ben de, sadece artmaya başlayan feromonlarına değil, bu haline, bu sahiplenişine, bu karşı konulamaz bakışlarına yanıt veriyorduk. Gözlerimi ondan ayıramıyordum.

Çünkü bu haliyle ilk kez karşılaşmıştım. Kızgınlıktaki bir alfanın nasıl göründüğünü biliyordum. Ama o baskın bir alfaydı ve en önemlisi onun Jungkook olmasıydı. Sadece içgüdü değil daha duygusaldı ve bu haliyle ona ait olmak istiyordum.

Dudaklarının arasından keskin bir soluk benimkilerin üzerine değdiğinde dudaklarımı araladım, söyleyecek bir şey bulmaya çalıştım ama sadece ona bakmakla kaldım.

Jungkook’un baş parmağı kalça kemiğim ve belim arasındaki o dar aralığa baskı uyguladı, ardından ise beni ensemden kavrayıp dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. Bir anlığına burnumun ucundan ciğerlerime dolan feromonları kalbimi hızlandırdı.

Boğuk bir sesle kulağıma “Kızgınlığım,” diye yineledi “Beni buradan çıkarman gerek.”

“Ah,” diye bir sesle gözlerimi kırpıştırdım ve o an için nerede olduğumuz, ne olduğuna dair her şey kafamda oturdu. Onu omuzlarından tutup ittirerek kucağından indim ve kalabalığa bakmak için döndüm. Kimse pek bir şey farkında değildi ve hala kazanmanın sevinciyle bağırıp çağırıyorlardı. Buradan çıkmak kolay olacaktı ama eve varana kadarki süreç için pek öyle olmayacak gibiydi

Jungkook’un elini tutarak “Gel,” diye eşyalarını almak için içeriye çekiştirdim ve birlikte koştuk. Ancak içeriye girip spor çantasını almak için etrafı tararken bunun pek de iyi bir fikir olmadığını Jungkook’un dolabına doğru koşarken anlamıştım. Soyunma odası alfaların kokusuyla doluydu, buraya girmek kendi topuğuma sıkmak gibiydi, ki öyle de olmuştu. Jungkook bu kadar yoğunlukta alfa feromonu kokan bir yere öylece girmeme kayıtsız kalamazdı.

Ne olduğunu anlamadığım bir hızla Jungkook bileğimdan kavrayıp beni çevirdi. Sırtımı metal dolaba şiddetle ancak çok da acıtmayacak şekilde çarptı ve buna tepki olarak sızlandım “Uf!”

“Özür dilerim,” eli boynum ve çenem arasına yerleşti, gözleri de dudaklarıma kayarken baş parmağı alt dudağımı okşadı “Elimi ayarlayamadım.”

Yüzünden kontrol edemediğini anladım ancak daha sorun olmadığını söyleyemeden dudakları dudaklarıma kapandı. Ellerimi hala terden sırılsıklam saçlarının arasına götürdüm.

Jungkook sabrının son demlerindeymiş gibi bir hırçınlıkla dudaklarımı ısırdı, ardından öpüp tekrardan ısırarak kavradı. Hareketleri yoğun hisleri sebebiyle sertleşmişti ve beni aramızda boşluk kalmayacak şekilde metal dolapla arasında sıkıştırmıştı.

Arada sırada boğazından gelen hırıltıdan alfasını nasıl bastırdığını, nasıl zor tuttuğunu anlıyordum. Onu bu kadar yoğun, bu kadar dizginlenemez görmek hem korkutucu hem de dayanılmaz şekilde çekiciydi.

Jungkook’un bir eli kalçamdan kavrayıp bacağımı beline dolamam için kaldırdığında kendini bana doğru sürttü. İnce basketbol şortunun üzerinden hissettiğim sertliği nefesimi kesti ve dudaklarına doğru bir inleme bırakmamı sağladı. Jungkook inlememi fırsat bilerek dudaklarının yönünü yanağıma oradan da boynuma kaydırdı. Islak, savruk ve sert öpücüklerinin arasında bazen hırıldıyordu koku bezime yaklaştıkça tutuşu sıkılaşıyordu

Burnu koku bezlerime sürtündüğünde ısırmadı, derince içine çekerek soludu. Ciğerlerinin her bir noktasına ulaşması için yapması gereken tek şeymiş gibi nefes aldı ve parmaklarım altında tutunduğum omzundaki kasları birkaç dakika içinde gevşedi. Kendini nasıl tutabildiğini bilmiyordum ama omegam alfanın kızgınlıkta olduğu için yaydığı kokuyu soludukça beni o kadar zorluyordu ki sanki o değil de bendim kızgınlıkta olan.

Jungkook beline sarılı bacağımı okşayarak indirdiğinde ona bakmak için iki elimi göğsüne koyup ittirmeye çalıştım ama o eliyle başıma destek vererek beni göğsüne bastırdı. Basketbol formasının üstünü avuç içime sıkıştırarak nefesini ve feromonlarını düzene sokmak için sakinleşmeye çalışan alfayı bekledim. Bu sırada nefesim göğsüne değiyor ve yükselen feromonlarının ciğerlerime nüfus etmesinin tadını çıkartıyordum.

Yüzünü görmüyordum ama hislerim… Kokusu… Bir sığınak gibiydi, beni herkesten, her şeyden koruduğunu hissettiriyordu.

Hatırla…

Yutkundum. Bu ses omegamdan mı geldi emin değildim ama zihnim dahil her bir hücremi titretecek şekilde yankılanmış, nefesimi kesmişti.

Jungkook’un parmak uçları saçlarımın arasından hafifçe derime masaj yapar gibi açılıp kapandığında elimle yüzüne bakmak,duyup duymadığını anlamak için onu için hafifçe ittirdim.

Nefes nefeseydi, saçları önüne dökülmüştü ve gözbebekleri de biraz daha iyiydi. Ancak o kadar fazla terlemişti ki kendini tutmaktan, bakışlarına yorgunluk yansımıştı. İçinde bulunduğu durumdan başka bir şey düşünecek hali yoktu.

Bu yüzden ben de daha fazla düşünmedim, yüzünde onu rahatsız edebileceğini düşündüğüm terleri gömleğimin koluyla sildim, ıslak saçlarını geriye ittirerek parmaklarımı yanağında dolaştırdım ve yüzüne dikkatle baktım. Soluk soluğa kalmış, alfasıyla mücadele etmekten yorgunca bakan gözlerini ağır ağır kapatıp açtı ve ben onunla ilgilenirken “İyi misin?” diye sorduğumda cevap vermeden hemen önce minik bir gülümse kondurdu dudaklarına.

“İyiyim… Kokunu solumak sakinleştirdi. Ama bir an önce beni eve götürmen gerek.”

Beni dolaba sertçe yaslayışının aksine parmakları yüzümde dikkatle dolaştı ve sıcak nefesini düzenli bir şekilde dudaklarıma çarptı. İyi olduğunu görebiliyordum ve bunun uzun sürmeyeceğini de belliydi bu yüzden başımı sallayıp dolabını buldum. Hızlıca eşyalarının ona ait olduğunu kokusundan kontrol ettim, telefonunu alarak çantayı omzuma astım.

Ona dönüp elimi tutması için beklemeden sıcak avuçlarını kavradığım gibi kapıya yöneldiğimde telefondan taksinin numarasını çoktan bulup spor salonunun önüne çağırmıştım bile.

Kapattığımda Jungkook beni çekiştirdi ve ona dönmemi sağladı. İyi görünüyordu ama yine de telaşla sormuştum “Ne oldu? İyi değil misin?”

“İyiyim ben, sen eşyalarını almayacak mısın?”

“Senden mesaj atarım hyunga o alır, sorun değil.”

“Emin misin?”

“Eminim, ah, geldi hadi çabuk binelim.” diyerek telaşla etrafıma bakındım. Etrafta bir sürü omega vardı ve hiçbirinin alfamın kokusunu bir solukluk bile içine çekmesini istemiyordum. Bu yüzden de onu taksiye doğru çekiştirdim ve ittirerek oturtup yanına iliştim. Jungkook elimi sıkı sıkıya tuttu ve gidene kadar başını arkaya yatırıp sakince bekledi.

Bir süre camdan dışarıya baktım ama gözümün ucuyla Jungkook’a bakmayı da ihmal etmedim. Göğsü hafifçe inip kalkıyor, dudaklarını arada sırada nefes alırken açıp kapatıyordu. Kendini sakinleştirmek ve alfasını bastırmaya çalıştığı her halinden belliydi.

Nasıl bu kadar kontrollüydü anlamıyordum. Sanki biraz önce soyunma odasında beni solumak için gücünü kontrol edemeyen o değildi. Onun yerinde ben olsaydım çoktan dudaklarımı tenine değdirerek susuz kalmış gibi içmek için harekete geçerdim. Ellerimle ona dokunarak hissetmeye çalışırdım ve bana dokunması için kendimi Jungkook’a doğru kıvırırdım.

“Yapma.” diyerek elimi hafifçe sıktığında yeniden koyu kızıla dönmeye başlayan gözlerini aralayarak bana baktı “Aklından feromonlarını arttıracak şeyler geçirme.”

Feromonlarımı arttırmamıştım bile, bundan emindim. Arttırmış olsam bile o kadar az bir miktardı ki, bunu hissediyor oluşu beni şaşırtmıştı.

Kucağımda duran elini hafifçe sıkıştırdım ve düşüncelerimi biraz daha filtreleyerek “Üzgünüm.” diye fısıldadım.

Jungkook güldü ve bana yutkunarak bakarken baştan aşağıya kendimi çıplak hissedeceğim gözlerle süzdü. Ne diyeceğimi bilemedim, muhtemelen kızarmıştım bir şey söylemek dışında ama zaten buna gerek de kalmadı. Taksi soluk pembe apartmanımızın önünde durdu ve ödemeyi yaptığımız gibi kendimizi dışarıya attık.

Jungkook hızlıca önden çıktı ve ben de arkasındaydım. Üzerinde hala Yonsei Üniversitesi basketbol takımına ait forma vardı. Yürüdükçe sırtındaki kasların hareketlerini görebiliyordum ve arkasından dururken neredeyse kayboluyordum. Bu o kadar güzel bir manzaraydı ki nefes kesiciliği karşısında dudağımı ısırdım.

Dairemizin olduğu kata ulaştığımızda Jungkook evin kapı şifresini hızla girdi ve peşinden takip ettim. Kapıyı kapattığım anda Jungkook’un feromonları evi o kadar hızlı kapladı ki hayatım boyunca hiç bu şekilde bir alfa feromonuna maruz kalmamıştım. Daha yoğun, daha derin ve sahipleniciydi. Omegam da aynı şekilde, feromonlarının şiddetle etrafı kaplayışına ayaklanarak kulaklarını dikmiş, ilkelce isteklerle yüz kızartacak şeyler düşünmeme sebep oluyordu..

Kızgınlık zamanları bu düşüncelere zaten bolca sahip olurduk ama o zaman farklıydı, çünkü kızgınlıkta olan bendim. Şimdiyse oydu ama bu öyle tuhaf bir istekti ki hazırlıksızdım. Olduğum yerde durup nefes almaya çalıştım

Jungkook ise birkaç adım önümdeydi. Omuzlarına düşen, terden ağırlaşmış hafif dalgalı siyah saçları ensesine yapışmıştı. Birkaç tutam yana kaymış, çenesinin hatlarına tutunmuştu. Sanki onu izlediğimi fark etmiş gibi hafifçe döndü ve gözlerimle buluştu. Gözlerindeki kararmış kızıllık hala oradaydı ve ruhumu delip geçiyordu.

Bana doğru yürümeye başladı ve üzerinden yayılan feromonlarıyla her adımı aramızdaki havayı biraz daha ağırlaştırıyor, kalbimi göğsümün içinde gürültüyle çarptırıyordu. Geriye doğru bir adım attım, kaçmak için değil sırtımı kapıya yaslayıp yaydığı enerjiye karşı ayakta kalmak için.

Önümde durduğunda elini boynumla çenem arasına yerleştirdi, çenemi tutarken baş parmağıyla dikkatlice kaldırdı. Sertti, ama acıtmıyordu ve bu ona olan sarsılmaz güvenimi biraz daha sağlamlaştırıyordu.

Dudaklarımı aralarken gözlerini yüzümden çekti ve başparmağını araladığım dudağımın çizgisinden dolaştırarak oraya odaklandı. Gözleri hala kızıldı ama tam anlamıyla alfasın kontrolü eline almamıştı.

Çenesi sıkılaştı ve “Taehyung…” diye fısıldadı çaresiz, boğuk bir tonla.

“Hm?”.

Sessiz mırıltımla birlikte başımı yukarıya kaldırdım dudaklarına erişimimi kolaylaştırmak için. Dudaklarımız arasında sadece Jungkook’un başparmağı vardı ve dokunuşu tenimde elektrik gibi yoğunlaşmıştı.

Tuttuğumu bile hatırlamadığım nefesimi heyecandan bıraktığımda sıcaklığı Jungkook’a temas ettiği anda gözlerini kapattı.

“Gitmek istersen…” derken zar zor yurkundu “Kendimi tutabiliyorken git.”

Tam önündeydim, dudaklarının tek hamle yakınında, sırtımda soğuk kapının serinliği vardı ve kaçacak yerim yoktu. Zaten kaçmak da istemiyordum ama bunu nasıl sorabiliyordu anlamıyordum.

Gözlerimi ondan ayırmadan parmağının ucunu hafifçe ısırarak gözbebeklerinin genişlemesini sağladığımda kısık sesle sordum “Sana gitmek istediğimi düşündüren nedir?”

Jungkook’un çenesi biraz daha gerildi. Bir an kendimi yırtıcı bir hayvanla baş başa kalmış gibi hissettim ancak korku kelimesinin ne hissettirdiğini unuttum. Omegamla birlikte ona tamamen teslim olmak istedik, ne olursa olsun bizi mahvedenin Jungkook olmasını istedik.

“Feromonlarım seni-” dediğinde ona fırsat vermeden bahanesini böldüm “Feromonlarını seviyorum.”

“Kendimi kontrol edemeyebilirim, omega.”

“Senden bunu isteyen olmadı.” diyerek cümlemi tamamladığımda avuç içimi kapıya yasladım ve dudağımda olan parmağını kendi dudağına değdirecek kadar ona yaklaştım “Bana istediğin her şeyi yapabilirsin.”

Bedeni istila edercesine benimkini sıkıştırdı ve uyarır gibi bir tonla konuştu “Benimle baş edemezsin.”

Kendime ait bir alanım kalmamıştı ve nefeslerimiz birbirine karışırken gözlerim yarı kapalıydı. Ama ne yapmaya çalıştığını anlamıştım bu yüzden dudağımın köşesini hafifçe kıvırmış bir şekilde ona cevap vermiştim.

“Benimle baş edemeyecek olan sensin.” kapıya yasladığım ve heyecandan titreyen elimi kontrol etmeye çalışıp Jungkook’un formasının altına soktum. Avuç içim artık soğuk kapı yerine en az onun kadar sert ancak cayır cayır yanan tenindeydi “Korktuğun şey bu değil mi? Hiçbir şey yapmadan, seni bu hale getiriyorum. Sadece dokunarak…”

“Omega…”

Gözleri koyulaştı ancak bana bir adım atmadı, iradesi o kadar kuvvetliydi ki hala kendini tutmayı başarıyordu. Ama ben de inatçıydım, gitmeye niyetim yoktu. Direnişini paramparça etmek için elimden geleni yapacaktım omegamla.

Jungkook’un elleri çenemden boynuma doğru ilerleyip gevşekçe tuttuğunda dudaklarımı kulağına doğru götürdüm “Ne?” dediğimde fısıltım o kadar boğuktu ki heyecandan kalbim ağzımdan atıyordu “Taksideyken aklından geçen her şeyi, hatta daha fazlasını yapman için sana izin veriyorum işte.” dudaklarımı boynuna tüy kadar hafifçe kondurdum “Yap. Mahvet. Beni düşünürken aklından geçirdiğin her şeyin karşılığı olmaya hazırım. Ya da söylediğin gibi…” sonra geri çekildim ve karnından kasıklarına doğru ilerlettiğim ellerimi geri çekerek dudaklarına doğru yükselip son hamlemi oynadım “Hazır kendini tutuyorken gidebilir ve benimle başa çıkamayacaksan başka bir alfa bulabilirim.”

Feromonları saldırır gibi harekete geçmeden önce saniyelik bir duraksama yaşadı. O an gözlerinde bir şey parladı ve o savaşı gördüm. Hem beni mahvetmek isteyen o kontrolsüz alfa tarafı, hem de sarıp sarmalayarak nefesimi kesmek isteyen nahif taraf…

Boynuma sardığı eli sıkılaştı ve dudakları uzun süredir ayrı kaldığı dudaklarıma kapanarak nefesimi kesti. Diğer eliyle ise kalçamdan tuttuğu gibi beni kucağına aldı. Bacaklarım belinin iki yanındaydı ve beni kapıyla arasına daha sert bastırdığı için basketbol şortunun ince kumaşından sertliğini hissedebiliyordum.

Onu ince bir inlemeyle karşıladım ve bu onun dudaklarımı daha şiddetli öpmesine sebep oldu. Aslında öpüşmek değildi, daha çok birbirimizle savaşıyorduk diyebilirdim çünkü dişleri nefesime işliyordu, elleri sadece kalçalarımda değil etimdeydi. Bedenimin her noktasına dokunuyordu. Bazen sırtımda, bazen de belimdeydi ancak bir elinin yeri hiç değişmemişti. O sadece boynuma sarılıydı, beni öperken soluklanmamam için kendine doğru çekili tutuyor ve kontrolün artık onda olduğunu sonuna kadar hissettirmeye çalışıyordu.

Benim ellerim de ensesindeki saçlarını kavramıştı. Islak ve uzun telleri, içimde fırtına gibi esen bir arzuyla çekiştirerek kasıklarına doğru bastırıyordum kendimi.

Jungkook aramızdaki engellere sinirlenmiş olmalı ki hırlayarak dudağımı çekiştirdi, sonra da boynumu tuttuğu elini sırtımdan geçirdiği gibi ensemden tuttu ve aşağıya doğru asıldı. İnleyerek belimi kıvırabileceğim kadar kıvırdım ve kalçamdaki eliyle gömleğimin yakasını açarak dudaklarını boynuma bastırmasının tadını çıkardım..

Dişlerini daha önce hiç bu kadar net bir şekilde hissetmemiştim. Kızgınlığı yüzünden biraz daha uzayıp sivrileştiklerini koku bezimi her dişlediğinde tüylerimi diken diken edip içimi titretmesinden anlamıştım. Öyle bir açlıkla etimi emiyordu ve dişliyordu ki, sanki bana sadece onun olduğumu ve sadece onun olabileceğimi anlamamı istiyordu. Ben de tıpkı istediği gibi yaptım, dişleri koku bezlerimi talan ederken bacaklarımla belini istemsizce sıkıştırıp adını inledim.

“Jungkook…”

İlkel bir hazla, değil aklımdan, ruhumdan bile silinmesi imkansız ismini söylerken omegamla neredeyse delirmek üzereydik. Feromonları arttı ve ciğerlerime nüfus eden kokusuyla birlikte dudaklarımı aralayıp sızlanarak bir kez daha saçlarına asıldım.

Sanki tüm dikkatini dağıtmışım gibi burnundan soluyarak boynumu bıraktığında alfasının öfkesini dindirmek için bu kez dudaklarını ben yakaladım. Dişlerim alt dudağını kıstırdı dilim dudaklarından içeriye doğru süzüldü.

Gerçekten savaşmak ve sevişmek arasındaki o ince çizgide yürüdük. Dillerimiz dolandı, nefeslerimiz tükendi ve tükürüklerimiz birbirine karıştı. Ne olduğu ya da ne olacağı umrumda değildi, hayatımda hiç böyle hissetmemiştim. Kalbim göğsümden dışarı taşacaktı.

Bacaklarımı sardığım belinde gevşetip yere bastığımda Jungkook dudaklarımdan ayrılmadan tek eliyle beni havada tuttu ve odaya doğru yöneldi. Bu sırada ben elimi formasının üstünden karnına değdirip okşayarak cayır cayır yanan teninin mi yoksa öpüştüğümüz dudaklarının mı daha sıcak oluşunu düşünerek anın tadını çıkartıyordum.

Yatağın kenarına vardığımızda alfa ellerini gömleğimin içine soktu ve çıkartmak için dudaklarımızı ayırdı. Ben de boş durmak yerine takım formasının altından tuttum ve hızlıca yukarıya çekerek çıkarttım. İkimiz de odanın herhangi bir yerine gönderdiğimiz kıyafetleri umursamadan dudaklarımızı sanki uzunca bir süredir öpüşmemiş gibi yeniden birleştirdik.

Tüm bunların arasında Jungkook’un elleri hızla ve tek seferde pantolonumun fermuarını açıp, bacaklarım arasından kolayca süzülmesini sağlamıştı. Artık sadece iç çamaşırlarımlaydım ve Jungkook beni belimden kavrayıp kendine çektiğinde, alfadan yayılan o sıcaklığı hissedebiliyordum. Ama en sıcağı, ince kumaşın altından kendini belli eden sertliğiydi.

Yakınlığı çıldırtıcı derecedeydi ve artan feromonları omegamı tetikliyordu. Normal zamanda yanaklarımın kızaracağını bildiğim bütün kirli düşünceler zihnimi ele geçirmişti. Taksideyken beni hangi pozisyonlara soktuğunu tahmin edebiliyordum artık ve tam olarak bunu istiyordum. Tıpkı onun gibi ben de dayanamaz duruma geldim ve öpücüklerim çenesine, oradan da boynuna doğru indirdim.

Ben aşağıya indikçe hala ensemi tutan elleri sıkılaştı ve dudaklarım göğsüne ulaştığında odayı dolduran bir hırıltı kazandım. Fakat bu beni durdurmadı çünkü alfanın her zerresini hissetmek istiyordum. Onun bana yaptığı gibi ben de sadece bana ait olduğunu göstermek için çabaladım.

Dudaklarımın aşağıya indiği her saniye alfanın bedeni bana istediğim tepkileri veriyordu ve tam dilim sol göğsünde, kalbinden yukarıya doğru uzanan dövmesine dokunduğunda feromonları güçlendi. Aniden yayılan çikolatalı feromonları yüzünden tırnaklarımı beline bastırıp aşağıya doğru sürüyüp dişlerimi şimşeğe benzeyen dövmesine geçirdim.

Dakikalardır ensemde tuttuğu elleri güçlüce saçlarıma asıldı ve başını geriye atarak dişlerinin arasından bir tıslama bıraktı. Üzerindeki etkim diğer zamanlardan o kadar farklıydı ki bu beni inanılmaz bir şekilde keyiflendirdiği ve güçlü hissettirdiği için geri çekilmedim. Aksine ısırıklarımı arttırdım.

Dilimi tenine özenle işlenmiş şimşeklerin kıvrımlarında gezdirirken her hareketime kasılarak yanıt veriyordu. Dişlerimi biraz daha güçlüce boyalı tenine geçirerek bu kez emmeye başladığımda feromonlarının yoğunluğu yüzünden boğulacak gibi oldum, kasıklarımdan yukarıya bir sıcaklık yayıldı. Tırnaklarım fark etmeden etine geçirdim ve o da hissediyor mu diye kirpiklerimin altından yukarıya baktım, dağıldığını gördüm. Alfanın tüm iradesinin sarsıldığını ve kendini teslim ettiğini.

Elleri saçlarımı sıktı ve başını geriye atarak “Taehyung…” diye inledi bir hırıltıyla. Onu daha önce hiç böyle görmemiştim. Garip bir histi, çok tanıdıktı, sanki bedenindeki en hassas noktasıydı ve onu keşfettiğim için bütün arzuları dolup taşıyordu. Sadece fiziksel bir tepki değil, içgüdüsel bir tepkiymiş gibi…

Kalbinin içini açmışım gibi…

“Lütfen…” derken sesi titremişti ve gözyaşı mı yoksa ter mi tam olarak anlayamadığım bir damla şakağına doğru süzülerek saçlarının arasına karışmıştı “Lütfen, dur.”

Sadece durup dağılışını izlemek keyifliydi ancak elimin altındaki sıcaklığı dudaklarım için fazlasıyla cazipken durmam imkansızdı. Bu yüzden ben de ısırmalarıma son vermeden dudaklarımı göğsünden yavaşça aşağıya doğru ufak öpücüklerle ilerlettim. Tenindeki tuzlu tadı, dilimin ucuyla zaman zaman tadarak, göğsünün altından karın çizgilerine, oradan da obliklerine doğru öptüm her santimini.

Kasıklarıma ulaştığında artık tam anlamıyla dizlerimin üzerinde oturuyordum ve o hala göğsünü şişirerek elleriyle tuttuğu saçlarımdan güç alıyordu. Zorlandığını görebiliyordum ama beni durdurmak için de hiçbir şey yapmıyordu.

Aşağıdan yukarıya bakarak onu izlediğim sürede hiçbir şey yapmayışımı fark etmiş olacak ki aralık dudaklarıyla başını öne eğdi ve benimle göz göze geldi. Elbette bu anı beklediğim için, iç çamaşırını gözle görülür derecede zorlayan penisini, şortunun üzerinden öptüm ve parmaklarımı lastiğine geçirdim.

Kızıl gözleri dikkatle beni izliyordu ve ben şortunu iç çamaşırıyla birlikte indirirken geçen her saniye daha da koyulaşıyordu.

Penisi tam önümdeyken yaptığım ilk şey parmaklarımı özenle ona sarmak oldu ama dudaklarımı elbette en sevdiğim yere değdirdim.

Dudaklarımı dizinin sağındaki dövmeye dokundurdum Jungkook’u hafif hafif çekerken. Siyah örümceğin uyluklarına işlenmiş ağlarını gözlerimi gözlerinden ayırmadan dudaklarımla, büyük bir keyifle takipledim. Dilimin bıraktığı ıslak izlerimin tüylerini diken diken ettiğini görebiliyordum ama kasıklarına doğru uzanan kırmızı örümceğin bacağına, tam da penisinin başladığı yere kadar geldiğimdeki heyecanı bambaşkaydı.

Onu yalarken aldığım tuzlu ve keskin tattan çok hoşlanıyordum ve özellikle bacağındaki bu dövmeyi fazlasıyla seviyordum ama bu kez fazla uzun tutmadan, heyecanının göstergesi olan ve çoktan seğirmeye başlayan penisinin ucuna hafifçe tükürüp öptüm.

Saçlarımdaki elleri kasıldı ama ne sıktı ne de bastırdı. Şimdilik sadece izin verdi ve ben de uzunluğunu birkaç kere elimle sıvazlayıp hafifçe kaldırarak baştan aşağı yaladım, sonra da testislerini ağzıma aldım, geri çıkarttım. Bunu defalarca kez yaptım ve onun kendinden geçişini gülerek izledim ama en kendini kaybettiği an, onu tamamiyle ağzıma alarak emdiğim andı. Kızgınlığının verdiği ereksiyon farklıydı, daha sıcak ve daha büyüktü ama yine de her şeyiyle ağzımın içindeydi.

Jungkook, yukarıdan gördüğü görüntüye “Siktir,” diye tıslayarak hafifçe büküldü ve kendini ağzımın içine belli bir ritimle ittirmeye başladı. Başta onun ritmiyle ilerledik ama ben biraz onu bitirmeye oynadım. Ritmi arttırdım ve onu boğazımın gerisine kadar almaya çalıştım, beni zorlayacak ancak rahatsız etmeyecek bir hızla da devam ettim.

Ağzımın içine sızdırmaya başladığında benim de gözlerim sulanmıştı ve uyluklarından destek alıyordum. Yaptığımdan son derece memnundum çünkü adımı tanrıya yalvarır gibi defalarca tekrar edişi omegamı gururlandırıyordu.

Jungkook’un saçlarımı çekiştiren elleri sıkılaşıp karın kasları kasılarak içeri çöktüğünde boşalacağını anlamıştım. Beni kendinden uzaklaştıramadan onu hemen sonuna kadar alıp yanaklarım içeri çökecek kadar emdim ve dizleri titreyerek küfürlerle boşalmasına sebep oldum.

Jungkook’un içime geldiği her seferi uzun sürüyordu ve ağzıma boşaldığında ne kadar yutmaya çalışsam da başarılı olamamıştım. Nefessiz kalmış bir şekilde menisinin çenemden süzülmesine izin verdim ama Jungkook toparlanmama izin vermeden beni kaldırdı.

Ağzımda kendi tadı olmasına rağmen dudaklarıma kapandı ve susuz kalmış gibi beni öpmeye başladı. Sonra beni beklemediğim bir anda sertçe yatağa atıp çığlık attırdı.

Dirseklerim üzerinde doğrularak karşımda bütün gücüyle duran çıplak alfaya göz gezdirdim. Üzeri yer yer tırnak izim ve moraracağını bildiğim kızarıklarla doluydu. Feromonlarına ben karışmıştım. Tam anlamıyla benimdi.

Alfa, bacağımı tutup göğsüne yaslayarak elini boydan boya gezdirirken bakışları tehlikeliydi ve gülümsüyordu.

Şeytan, dedi omegam içi titrerken ve ben de sahiplendim, şeytanımız, diyerek dudaklarımı yaladım.

“Demek,” diye başladığında sözüne, devamını getirmeden hemen önce dudaklarını bileğimdeki tendonuma dokundurdu “Seninle başa çıkacak başka alfa bulacaksın, omega.”

“Bulabilirim dedim. Misal verdim.”

Jungkook, dilini damağında şaklattı “O zaman ben de sana misal vermeden, net bir şekilde anlatayım,” köpek dişlerini tendonuma hafifçe geçirmeden önce de devam etti “Sen benimsin.”

Asla böyle bir şey beklemediğim için dişlerini ilk geçirdiğinde neye uğradığımı şaşırdım. Çok ani ve dişleri her zamankinden keskin olduğu için canımı acıtmalıydı belki ama aksine. Acı yerine, tüm bedenimi saran bir ürpertiyle nefesim kesildi. Ayak bileğimden başlayıp kasıklarıma, oradan göğsüme ve boynuma kadar yayılan yoğun bir sıcaklık hissettim.

Dişleriyle ısırdığı noktadan vücuduma bir şey aktı, dizlerim titredi ve kendimi yatağa doğru bıraktım. Hissettiği her duyguyu kızgınlığı yüzünden iki kat fazla yaşadığı için beni ısırarak işaretlerken her hırsını, her kıskançlığını kısacası her bir duyguyu ruhuma işledi. Her nabız atışımda onu hissettim.

Tuttuğum nefesimi bir inlemeyle bıraktığımda, ikimizin feromonları karışmaya başladı ve bileğimdeki iki noktadan incecik bir sıcaklık uyluklarıma doğru süzüldü. Ama Jungkook’un anlatmak istediği şeyler belli ki bitmemişti çünkü ben daha kendimi toparlayamadan bu kez dişleri uyluğuma saplandı ve bir kez daha beni işaretledi. Bir kere işaretlemesi yeterliydi ama bir alfa için ısırma eylemi biraz farklıydı, evet, sahiplenmeyle de ilgisi vardı ancak karşı tarafa müthiş bir haz verip iki tarafı da delirtecek hisler yüklüyordu. Bu yüzden, şimdi daha güçlü hislerle mücadele etmeye başlamıştım.

Biraz önce cephanemiz eşit savaşıyorduk ama şimdi Jungkook ben daha ona karşılık bile veremeden elimdeki bütün silahları almıştı. Karşısında hiçbir kozum yoktu ve o en güçlü silahıyla, alfasıyla bana saldırıyordu.

Elimle yatak çarşafını sıkıştırıp gözlerimi yumarak başımı geriye attığımda belim yatakta havalandı ve Jungkook bu kez de kaburgama, göğsüme yakın bir yere değdirdi dudaklarını.

“Bana aitsin omega. Her şeyinle.”

Dişlerini geçtiği anda hıçkırarak Jungkook’un saçlarını doladım parmaklarımı. Özellikle en hassas yerleri seçmesi kesinlikle bilinçliydi, onunla, bana verdiği hislerle başa çıkamayacağımı düşünüyordu ve beni zorluyordu. Yalan yok, hayatımın hiçbir noktasında böylesine kuvvetli bir şey yaşamamıştım ve bu beni oldukça zorluyordu ama bu kadar da iyi hissettiğim olmamıştı. Bütün bunların Jungkook tarafından gelmesi, alfaya olan hislerim ve içgüdülerim…

Sınırlarımı yok ediyordu.

Kendini bedenime kazıyordu, ben de onun içine çekiliyordum. Jungkook’un nefesinin tenime her çarpışında, kendi nefesimi kontrol edemez hale geliyordum ve asla bana soluklanmam için süre tanımıyordu.

Ne olduğu anlayamadığım bir hızla Jungkook iç çamaşırımı tek eliyle çıkarttı ve ayak bileklerimden tutarak beni yüzüstü çevirerek onu kalçalarım arasında hissedebileceğim şekilde yaslandı.

Tek soluklu bir nefes bıraktım ve başımı geriye atarak Jungkook’a boynumu sundum. Kulağımın altında güldü ve diliyle koku bezlerimi yalayarak “Kokun bile bana ait, biliyorsun değil mi? Hissediyorsun, hm?” diye derin bir tonla fısıldadığında dişleri derimin altına geçti.

Ne zaman boynumu ve koku bezlerimi ısırsa göğsümün üzerinde ikinci bir nabız attığını hissederdim. Bedenimin her noktasında alfası varolurdu ve omegamla birleşirlerdi. Ona ait olan bütün düşünceler, duygular ve arzular zihnime üşüşürdü.

“E-evet…” derken sesim titremiş ve kendimi ona bastırırken bulmuştum “Hissediyor…um…”

Jungkook dişlerini koku bezlerimden çıkartıp dudaklarını omzuma doğru ilerletti ve bir elini kalçalarımın arasına kadar okşayarak ilerletti.

“Her bir hücren… Öptüğüm, dokunduğum, ve dokunamadığım,” parmaklarından biri ıslaklığıma dokunup içeri ittirdiğinde omurgamdan aşağıya doğru bir titreme başladı ve üzerinde durduğum dirseklerim bedenimi tartamadı, yatağa doğru düştüm “Hepsi benim. Hatta,” diyerek durduğunda hem ikinci parmağını içeri ittirdi hem de nefesini çiçeklerimin üzerinde hissettim “Bunlar bile benim.”

Bedenimin hiçbir noktası ona karşı koyamıyordu, sadece altında parmaklarının zalimce hareketlerine sızlanırken kendimi kaybetmemeye çalışıyordum.

Çiçeklerimi öptü ve dişlerini sürttü “Ben dokunuyorum ve ben öpüyorum. Benim izlerim var üzerinde. Başka kimsenin değil omega, onları sadece ben ısırabilirim.” dediğinde parmakları durmak bilmiyordu “Bu yüzden omega, başka bir alfanın ihtimalini aklından geçirdiğinde, hatırla.”

Dişlerini güçlüce çiçeklerime geçirdi.

Çığlık atarak elimi ona uzanmak için arkaya attım ve Jungkook bileğimden yakalayıp yatağa bastırarak sabitledi. Yaşadığım duygular, ısırığı ve feromonlarıyla birleştiği için duygusal anlamda bir savaştaydım. Açıklayamadığım bir şeydi ama hissediyordum. Alfası ve gücü içimi tir tir titretiyordu ve beni yüksek bir binadan aşağıya atıp tekrardan kollarına alıyordu.

Tanrım, hayatımda ait olmak istediğim tek yer onun kollarıydı ve beni böylesine mahvederken bile tek istediğim daha fazlasıydı.

Dişlerinin baskısı arttığında o incecik sızlama arttı ve Jungkook hırlayarak emmeye başlamasıyla kendimi bırakarak boşaldım. Sadece fiziksel anlamda değil, düşüncelerim de boşaldı aynı zamanda. Zihnimden her şey silindi, Jungkook kaldı.

Parmakları içimden çıkarak duvarlarımı rahatlattığında kalan gücümü baş ucumuzdaki çekmeceye uzanıp oradan prezervatifi almak için uzandım. Fakat Jungkook ben onlara ulaşamadan tekrardan ayak bileklerimden tuttu ve ters düz ederek yüzüstü döndürdüğü gibi üzerime eğildi.

İki eli hızlıca bileklerimi başımın üzerine sabitlemişti ve bacak arama dayanan sertliğini kararmış gözlerle bastırarak beni izliyordu.

“Bebeklerimi istemiyor musun omega?” derken yüzüme eğilmiş ve sıcak nefesini tüylerimi diken diken edecek şekilde yüzüme üflemişti. Ellerinden birini de karnıma yaslamıştı “Tam buranın, bebeklerimle dolduğunu düşünsene…”

Evet.

Bebeklerini istiyorum.

“Yap.” derken bir an bile tereddüt etmedim. Hatta belki de eve girdiğimiz andan beri sesimin en net çıktığı andı “Bebeklerinle doldur beni. İstiyorum alfa.”

“Hmm.. Yapmalı mıyım ki?”

Aniden büründüğü alaycı tavrı kaşlarımı çatmama neden oldu ve altında kıpırdanarak onu kendime bastırmaya çalıştım. Fakat elleri bileklerime asılıp yatağa bastırarak üzerime daha çok eğildi ve güldü “O kadar hazırsın ki…” diyerek kendini hafifçe bana bastırdı “Ve sana yapacaklarımdan o kadar habersiz… Bu beni daha çok delirtiyor, seni mahvetmek istememe neden oluyor omega.”

Elleri bileklerimi biraz daha sert bir şekilde yatağa bastırdı. Feromonları da aynı şekilde artmaya başlayınca kalçalarıma baskı yapan sertliğin sıcaklığı dayanılmaz derecede omegamı delirtti. Duygusal açıdan en çok zorlandığım andı ve Jungkook’un ben kıpırdanıp dururken asla bir şey yapmaması gözlerimi sulandırmıştı.

Neredeyse ağlar bir sesle “Jungkook, lütfen…” diye yalvardığımda, Jungkook yine şeytanı bir gülüşle koyu kızıl gözlerini üzerimde gezdirdi.

“Jungkook ne? Neyin olduğumu, ne istediğini söyle omega.”

Kasıklarımdaki baskı o kadar kuvvetliydi ki, feromonlarıyla birleşince başa çıkamayacağım duygular içine girmiştim. Sadece onu istiyordum, yemin ederim tek istediğim buydu.

Başımı iki yana sallayarak altında büyük bir kıvranmayla ağlamaya başladım “Alfamsın,” derken adeta çaresizce yalvarmıştım “Bebeklerin… Bebeklerini istiyorum. Karnımı bebeklerinle doldurmanı istiyorum alfa.”

“Sadece karnını değil omega, bana ait olan her yerini bebeklerimle dolduracağım.”

Yasladığı sertliğini birkaç kere ıslaklığıma sürterek ellerini aramıza götürdüğünde gözlerimin içine baka baka kendini çekmeye başladı. Bana dokunmaması ve beni kısıtlamasının yükü yüzünden hıçkırdım ve onu kendime çekmeye çalıştım. İçim o kadar çok kaşınıyordu ki penisinin kalçalarıma değdiği her an ateşler içinde yanıyor gibi kavruluyordum.

Onu kendime çekmeye çalışmak hiçbir işe yaramadı, aksine Jungkook’u daha da keyiflendirdi. Eli hızlandı. gözleri karardı ve hırlayarak gözlerime bakmaya devam etti. Sonra ise dişlerini kolumun altındaki ince deriye geçirerek beni tekrar işaretledi. Isırdığı yerin hassaslığı bir yana, bana öyle çaresiz hisler yaşatmıştı ki hıçkırıklarım arasında yeniden boşalmıştım.

Jungkook da öyleydi. Kalçalarıma, ıslaklığıma ve bacaklarıma doğru nefes nefese sıcak bir şekilde boşalmıştı.

Bu noktadan sonra bana vaat ettiği ve isteklice delirdiğim şeyleri gerçekleştireceğini sanmıştım ama Jungkook prezervatife uzandığında ve paketi yırttığında göz göze gelmiştik. İşte o zaman aklında geçirdiği şeyin beni geçireceğimiz boyunca delirteceğini anlamıştım.

“Bana bebeklerimi ne kadar istediğini göster omega. Eğer beni ikna edersen, onları sana vereceğim.”

Jungkook’a ve yeniden erekte olmuş penisine geçirdiği prezervatife uzanmaya çalıştım ama Jungkook iki elimi de başımın yanına bastırıp beni öpmeye başladı.

Dudaklarımı birazdan beni mahvedecek gibi öpüp emiyordu. Dilini damağıma bastırıp ağzımın içinde dolaştırırken, kalçamın altında, kasıklarını bana sürttüğünü hissedebiliyordum. Yoğun, bastırıcı, neredeyse baş döndüren bir sıcaklıktaydı.

Ağzımdan içeriye uzattığı dilini karşıladım ve inlememi bastırmaya çalıştım. Jungkook’un bana karşı duyduğu arzuyu, sahiplenme dürtüsünü, öpüşme şeklinden bile anlayabiliyordum. Beni mahvedeceğini biliyordum, en başından beri, o kapıdan çıkmam için bana şans verişinden beri… Kızgınlıktayken bütün kozlarını aleyhime kullanıyordu, ne kadar sürecekti bilmiyorum ama çok yalvaracağım kesindi.

Alfa bir elimi bıraktığında saçlarının arasına götürdüm, o da aramıza götürüp penisini kalçalarıma konumladı ve yavaşça ittirdi.

Kızgınlığın ereksiyonu biraz farklıydı, Jungkook her zamankinden daha büyüktü ve ne kadar ıslanmış olursam olayım kendini ittirirken zorlanmıştım. Bu yüzden saçlarını tutan elimle Jungkook’u kendime çekip inleyerek gözlerimi kapattım ve içimdeki büyüklüğüne alışmaya çalıştım.

Bacaklarımla kalçalarından onu ittirerek ritmine eşlik etmeye çalıştım fakat sonra… Tanrım… Jungkook bütün hakimiyeti eline aldı ve hızlandı. Rüya gibiydi, içimdeki her hareketi, bana her çarptığında odayı dolduran sesler ve inlemelerimizin senkronu geçen her dakika şiddetlendi.

Ağlayarak ona sarılırken durmaması için yalvarıyordum ve hiç bitmemesini diliyordum. Omegam delirmiş gibi göğsümü tırmalıyordu ve ben de Jungkook’un her yerini çiziyordum. Ancak hiçbiri yeterli gelmiyordu, aramızda içimi doldurmasını ve düğümü alamayacağımı bildiğim engel olduğu sürece onu hissedememek bana kafayı yedirtiyordu.

Jungkook ona daha fazla yeterli gelmeyen bu pozisyon yüzünden öfkeyle geri çekildi ve dizlerinin üzerine kalkarak beni kalçalarımdan tuttuğu gibi uyluklarının üzerine çekti. İki yanında soluklanan bacaklarımdan birini de omzuna alarak kendini sonuna kadar içeri ittirdi.

“Alfa,” diye çığlık attığımda Jungkook burnundan soluyarak feromonlarıyla üzerime saldırıp beni adeta sarhoş edercesine bir hızla hareketlerine devam etti ve boynuma sarılarak kızıl gözlerini gözlerime dikerek sordu “Kimin? Kimin alfasıyım omega?”

“Benim, benim alfamsın,” diye çığlık atarken bana verdiği hazdan o kadar mutluydum ki içimde vurduğu her nokta beni titretiyordu ve daha fazlasını istememe sebep oluyordu. Sadece ondan istiyordum, beni gerçekten mahvetmesini, bedenimde ona ait izler bırakmasını ve nefesimi kesmesini. Hiçbir şey umrumda değildi, o kadar haz doluydum ki ağzımdan sadece onun adı çıkıyordu.

Alfa hırlayarak güldüğünde ve hareketlerini arttırdığında boynumdaki elini göğsüme doğru sürüdü ve kasıklarıma gelerek penisimi tuttu “Sana istediğin şeyi vereceğim, omega.”

Bebek,” dedim omegamla aynı anda. Gözlerim artık renk değiştirmişti Jungkook gibi.

“Sonra..”

“Hayır, şimdi istiyorum.” diye eline uzanmak için doğrulmaya çalıştım fakat Jungkook elimi tutup karnımın üzerine sabitleyerek içime vurucu bir darbe yaparak kelimelerimi çığlığa dönüştürdü.

“Sonra dedim, omega.”

Otoritesi tarafından örülmüş bir duvarla karşılaştığım için elimden kabullenmekten başka bir şey gelmedi. Dudak bükerek ona baktım ve hareketlerinin tadını çıkarmaya döndüm.

Bileklerimi kasıklarımın üzerinde tuttuğu için hareketlerim kısıtlandığından sürekli kıvranıp duruyordum ve Jungkook’un içimi talan ederken penisimi çekmesi de beni duygusal açıdan zorluyordu.

Başımı geriye atarak yapamayacağımı bilsem de ellerimi ondan kurtarmaya çalışarak inledim. Gerçekten kötüydüm, o istediğim sona yaklaşmak üzereydim ve ona dokunamamak beni mahvediyordu. Sıcaklığını ellerim altında hissetmek istiyordum, tırnaklarımı sırtına geçirmek ve o dişlerini sıkarken aşağıya doğru sürümek.

Jungkook sanki boşalacağımı anlamış gibi penisimdeki parmaklarını sıkılaştırıp başparmağıyla ucunu kapattı ve o an bittim.

“Hayır,” diye ağlayarak kıvrana kıvrana biraz eline, biraz da kendi üzerime boşaldım ve bu beni kapattığı için ekstra zorladı beni.

Tanrıya şükürler olsun ki, benimle aynı anda gelmişti ve bileklerimi serbest bırakmıştı. Hemen onu kendime, dudaklarımın üzerine çektim ve öpmeye başladım. Prezervatife boşadığı için doluluk hissi biraz garip hissettiriyordu ve düğümünün şişerek tutanacak bir yer bulamadığı için hızla söndüğünü hissedebiliyordum. Git gellerine devam ediyordu ereksiyonunu kaybetmemek için ama o da bu durumdan pek hoşnut değildi.

Eliyle dağılmış saçlarımı geriye atarak parmaklarını yaşlarımı silmek için kullandı ve yavaşça dudaklarımızı ayırdı. Üzerimden doğrulduğunda içimden hızlıca çıkarak prezervatifin ucunu bağlayıp yere atışını izledim. Terden sırılsıklam bedeni düzenli soluklarını kazanamadığı için şişiyordu, ter damlaları köprücük kemiğinden aşağıya süzülüyordu. Sol göğsündeki dövmenin kıvrımları ise nemli cildinde daha da belirgindi. Dudaklarımın üzerinden geçerken bıraktığı ısırıklarla kırmızılaşmıştı. Bize, omegamla bana ait olduğu belli oluyordu.

Alfa yatağın üzerine dağılmış prezervatiflerden birini alıp yeniden hareketlenen penisini birkaç kere çekti ve ben de karşımda ilkel bir vahşilikle ikinci tura hazırlık yapan adamı nefessizce izledim.

Jungkook jelatini fırlatıp kalçalarım hala uyluklarının üzerindeyken bana baştan aşağıya baktı ve elini belime koydu, yavaş yavaş beni titretecek şekilde göğsüme kadar çıkarttı. Dudaklarımı aralayıp başımı yana çevirdim ve kendimi yay gibi gerdim, o da bunu fırsat bilerek boynuma kapandı. Dudaklarını öyle vahşi, öyle aç bir şekilde boynuma bastırdı ki, inilti koptu istemsizce dudaklarımdan.

Belli bir hedefi yoktu, öpücükleri savruktu ama hissettirdikleri bambaşkaydı. Dudaklarının altında tenimin nasıl ısındığını hissedebiliyordum. Islak, sıcak öpüşleri aşağıya doğru süzüldükçe, kalbim göğsümde değil de, kasıklarımda atıyormuş gibi hissediyordum.

Göğsüme geldiğinde, dudakları tam göğüs ucumu yakalayıp beni belimden kavrayıp havaya kaldırıp kucağına oturttu.

“Mhh… Alfa…” diye mırıldanarak saçlarını çekiştirdim ve onu kendime bastırdım. Öptü emdi ve ısırdı. Beni defalarca kez yalvartıp neredeyse boşalacak kıvama getirerek hızlıca yatağa düşmem için ittirdi.

O beni döndürmeden ben hızlıca arkamı döndüm ve bunu neden yaptığımı ilk başta anlayamadım. Ama sonra bana yaslanıp boynumu kokladığında ve omzumu öptüğünde anladım, beni yine ısırsın istiyordum. Tam çiçeklerimin üzerine dişlerini geçip bana hissettirmesini… Çünkü orada bulundukları süre boyunca bana verdiği şey hep hüzün ve acı olmuştu. Ama Jungkook bana tam tersini hissettiyordu, sanki ona aitmiş, omegasıymışım gibi…

Jungkook diziyle bacağımı ittirerek kalçalarımın arasına yerleştiğinde aynı anda hep içime girip hem de dişlerini istediğim şekilde çiçeklerime geçirdi.

Göğsümden yükselen inlemeyi kontrol edemedim. Nefesim daraldı, tırnaklarım yorganın içine gömüldü. Hissettiklerim fiziksel hazzın çok ötesine geçti. Hem içimi talan ediyor hem de ruhumu benliğine katıyordu.

Dişleri hala omzumdayken Jungkook’un bir eli belime sarıldı ve içimde beni deli eden o noktaya çarptı. Bedenimi tutan kollarım en hassas noktamın bulunmasıyla titreyerek yatağa doğru düşürdü beni.

Çok, çok fazlaydı. Yaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu ve tanrım… İçimde büyüyordu ve ben onu hissedemiyordum bu yüzden omegamla acı ve öfke içindeydim. Kendimi kaybetmiştim, Jungkook’un feromonları bilincimi ele geçirmişti.

“Bebek…” diye ağlarken içimi doldurmasını o kadar çok arzuluyordum ki hayatımda bir şeyi bu kadar çok istediğimi hatırlamıyordum “Bebeklerini istiyorum. Lütfen onları içime doldur alfa.”

Dişleri omzumdan çıktığında Jungkook’un dudakları kulağımın altına dokundu ve bana “Hayır henüz değil.Sana verdiklerimle idare et.” dedi hırlayarak.

“Ama… Ama i-istiyorum.”

“Zamanı geldiğinde,” içime sert bir darbeyle kendini ittirdi “İçine bebeklerimi koyduğumdan emin olacağım.”

“Şimdi, ah, şimdi istiyorum.”

“Hayır dedim. İnatçılık etme ve alfanın sözünü dinle.”

Feromonlarını beni bastırmak için kullandığında öfkelendim. Eve girdiğimiz andan beri benimle oynuyordu ve bu hiç adil değildi. Şimdi de kalkmış içimi doldurması için yalvarırken bunu yapmayacağını söylüyordu.

O zaman mühürlesin bizi.

Omegam tıpkı benim gibiydi, yakınlığı yeterli gelmediği için kıvranıp duruyordu. O an söylediği şey biraz korkutsa da bunun ona daha yakın hissettireceği, tamamen onun olacağım düşüncesi o kadar hoşuma gitti ki…

Elimi arkaya atıp Jungkook’un sırılsıklam saçlarını yakaladığımda başımı biraz öne eğdim ve tam enseme doğru, mühür yerime çekiştirerek feromonlarımı arttırdım.

“O zaman mühürle beni.”

Sözlerimi dudaklarımdan çıkarırken korkmadım. Aksine, hiç bu kadar emin olmamıştım. Başka biriyle ruh eşi olsam da olmasam da, sonucu ne olursa mührünü istemiştim. Başka biri değil, sadece Jungkook’u istiyordum, uzun zamandır bu böyleydi, son yaşadığımız şeyde de daha net anlamıştım, aksi ihtimali mümkün değildi benim için. Belki ertesi gün kararımı çok erken olduğu için sorgulayacaktım ama yine de ileride gerçekleşeceğini bildiğim için içim rahattı.

Ben sözlerimde nettim ancak Jungkook fazlasıyla bocalamış ve ritmini şaşırmış bir şekilde hareketlerini sürdürmeye başlamıştı.

“Benimle oynama omega.” dedi yeniden ritmini toparlayıp kalçalarını bastırırken “Mahvederim seni.”

“Korkaksın.” derken ne düşünüyordum bilmiyorum fakat zihnimin için mühür ve bebek fikriyle doluydu “Ne bebek veriyorsun ne de mühür.”

“Feromonlarını durdur.”

“Hayır.”

“Sikeyim, çok inatçısın.” dediğinde dudaklarını mühür yerimde hissediyordum. Kararsızlığı vuruşlarına yansıyordu, ne kadar iradeli olacaktı bilmiyordum ama onu dağıttığım kesindi. İlk kez böyle tereddüt ediyordu, ilk kez kararsızdı, solukları mühür yerimdeydi ama içimi talan etmek dışında hiçbir şey yapmıyordu. Onu böyle bir hale sokan kişi ben olduğum için oldukça tatmin olmuştum. Onun tüm kontrolünü altüst eden, içgüdüleriyle aklını savaşa sokan kişiydim. Ve bunun verdiği güç, içimde yanan delice arzuyla birleşmişti..

Feromonlarımı biraz daha arttırarak çekici bir hale getirdiğimde Jungkook’un belimdeki eli sıkılaştı ve dişlerini tam orada hissettim. Geçirmiyordu ama tam üzerinde durması bile heyecandan bayılacak kıvama getirmişti beni.

Boşalmaya çok yakındım ve devam etmesi için saatlerce yalvarabilirdim ancak Jungkook durdu ve içimden çıktı. Bu ani hareketiyle bocaladım ve arkaya neden durduğuna bakmak için bir dönmek istedim. Planım üzerine daha çok giderek onu etkim altına almaya çalışmaktı fakat beni beklemediğim bir şekilde ensemden tuttu. Mühür yerimi kapatarak yatağa bastırdı.

“O kadar inatçısın ki bu bazen beni deli ediyorsun omega.” diye öfkeyle söylenip arkamda birkaç saniye bekledi ve yeniden kalçalarım arasına süzülürken üzerime kapandı. Onu tamamen hissetmeye başlamıştım. Artık aramızda düğümünü engelleyecek prezervatif yoktu, en sıcak haliyle içimdeydi, beni deli eden o hassas noktamı darbeliyordu.

“Oldu mu istediğin, mutlu musun?”

“Evet, tanrım, alfa evet…” diye inleyerek başımı çenesine doğru sürterek onunla eş zamanlı hareketlerime devam ettim. İkimiz de çok yakındık, ikimiz de tükenmiştik ve bedenimizden çıkan seslerle ağzımızdan çıkan sesler birbiriyle yarışmaya başlamıştı.

Jungkook son bir hareketle dişlerini yeniden omzuma geçirdiğinde acıdan gözlerim sulandı, kasıklarım yanmaya başladı. Titreyerek boşaldım ve Jungkook’u da peşimden sürükledim.

Düğümü her zamankinden daha güçlü bir şekilde bana tutundu ve içimde şişerek bizi birbirimize kenetledi. Acı ve haz o kadar yoğundu ki gözlerimden yaşlar süzülüyordu ama aynı zamanda da dudaklarım aralık bir şekilde nefes nefese gülümsüyordum.

İstediğim şey tam olarak buydu, o kadar şiddetli bir şekilde içimi dolduruyordu ki yetmiyor, dışarı taşarak yatağı kirletiyordu. Ama ikimizin de umrunda değil, gerçekten o anın bütün tadını sonuna çıkartıyorduk.

Bir elimi Jungkook’un belimi saran eline sardım, diğerini de arkaya atıp saçlarına tutunmak için kullandım. Jungkook elimi tuttu ve öperek saçlarımı düzeltti, yanağımdan ve boynumdan öperek düğümün acısını benimle ilgilenerek geçirmeye çalıştı. Bir yandan da henüz bitmemiş kızgınlığının yeni dalgasına kapılmamak için çabalıyordu.

Hala çözülmemiş düğüm yüzünden ikimizi kaşık pozisyonuna iyice yerleştirip içgüdüsel bir hareketle ısırdığı yerleri hafifçe yalamaya başladı ve burnunu kulağıma değdirip fısıldadı “Gerçekten çok tehlikelisin Taehyung.”

Kıkırdayarak ona biraz daha sokuldum ve yorgun bir sesle cevapladım onu “Ama beni seviyorsun.”

“Çok… Çok seviyorum seni. Dünya üzerinde sevdiğim tek şeysin, omega.”

Gözlerimi kapattım ve ısırdığı yerlerimi yalamaya devam ederken istemsizce grrlamaya başladım. Sonra da kolları arasında tatlı bir uykuya doğru süzüldüm.

***

Hava güneşliydi ve ışık hüzmeleri yaprakların arasından süzülüyordu. Fakültenin arkasındaki yeşillik alandaydım, sandaletlerimi çıkarmıştım ve parmaklarımı okşayan çimenlerin gıdıklayıcı hissiyle hafifçe gülümsüyordu. Elimde de rüzgarın eserken sayfalarını kaldırdığı eskiz defterim vardı. Etraftan yayılan çiçek kokuları da burnuma doluyordu ve ve tenimi okşayan hafif ılık rüzgarla sakince nefes alarak sessizliğin tadını çıkartıyordum.

Gözlerimi kapattım ve başımı sırtımı yasladığım ağaca doğru dayadım. İyi hissediyordum, uzun zamandır hissetmediğim kadar hem de. Sanki hiçbir şey olmamış gibiydi. Sanki her şey… Olması gerektiği gibiydi.. Sakin ve huzurlu…

Ancak bu his kısa sürdü, çimeni döven ayak sesleri bu sessizliği böldü. İlk başta adım sesleri hafifti, aldırmadım. Sonuçta burası fakülteydi, arkasından da önünden de günde birçok insan geçiyordu. Ancak bu ayak seslerinin sıradan olmadığını bana doğru yaklaşmasından anladım. O hafif adımlar hızlanarak tedirgin edici bir boyuta ulaştı. Sanki toprağı ezen her adım, bana karşı incitici sözler söyleyecekmiş gibi sert ve toktu.

O’ydu, O’nun geldiğini biliyordum..

Kalbim hızlandı ve gözlerimi araladım.

Suho.

Bana doğru yürüyordu, yüz hatları gergindi ve dudakları düz bir çizgi halindeydi. Çok tanıdıktı bu hali, ne zaman bana öfkelense böyle bakardı bu yüzden yine ne yapmış olabileceğimi düşünmeden edemedim. Zihnimde onunla kavga ettiğim her anı gözden geçirdim ve sabahtan beri ondan kaçtığımı hatırladım. O zaman bunun bir rüyadan çok korkunç bir anı, hattan bundan fazlası olduğunu anladım. Kavga ettiğimiz anlardan biriydi. Hatalı olmadığım ancak hep suçlandığım bir kabus olduğunu fark ettiğim rüya.

Öfkesinden sayısız kez kaçmıştım ama beni hep yakalamıştı. Şimdi olduğu gibi.

Yine de ayağa kalkarak gitmeye çalıştım ama sandaletlerimi giyerken bocaladım ve bu bana vakit kaybettirdi. Oradan ayrılamadan büyük elleri omzumdan yakaladı beni, hızla kendine çevirdi.

“Ne yapmaya çalışıyorsun?” dedi çattığı kaşlarıyla ve hrr zamanki gibi bana konuşma imkanı veremeden devam etti “Kaçarak yaptığın şeyi unutturabileceğini mi sanıyorsun?”

İçimdeki o huzur, biraz önce dudaklarımda olan hafif tebessüm, güneşin sıcaklığı, çiçeklerin kokusu bir anda yok oldu. Onunla ne zaman kavga etsek güzel olan her şey ölüyordu, midem kasılıyordu ve kendimi dünyanın en kötü suçunu işlemişim gibi hissediyordum.

Suskunluğum onu daha çok sinirlendirdi ve omzumdaki eli biraz daha sıkılaştı “Sana dün gece lise arkadaşlarımın geleceğini, birlikte vakit geçireceğimizi söyledim. Gelmeni istemediğimi belirttim. Bunu özellikle söyledim. Ama sen yine de geldin. Neden?”

Yutkundum.

Toksik bir sevgili gibi görünmek istememiştim ama onlarla tanışmamı neden istemediğini anlayamamıştım. Çünkü gerçekten beni tanıştırmaması için hiçbir sebebi yoktu, haliyle benden bir şey sakladığını düşünmüş, sadece sebebini görmek isteyerek geçerken uğrar gibi evine gitmiştim.

“Ben sadece tanışmak istedim, bir şey yapmadım sadece-”

“Sadece ne? O küçük şeytan arkadaşından akıl aldın ve çat kapı evime geldin. Çünkü merak ettin, değil mi?”

Evet merak etmiştim, ama tepkisi neden bu kadar fazlaydı anlam veremiyordum. Bana bu kadar bağırmasına ya da azarlamasına gerek yoktu, ben bunları hak edecek hiçbir şey yapmamıştım.

“Aradığını buldun mu bari? Alfa arkadaşlarıma gösteriş yaptın, mutlu musun?”

Söylediği şey o kadar iğrençti ki, bir an neye uğradığımı şaşırdım. Gözlerimi kırpıştırarak söylediği şeyi kafamda oturtmaya çalıştım “N-ne?”

“Nefret ettiğim dar pantolonlarından giyip bir sürü kolye takıp kokular sürünmüşsün. Karpuzlu parlatıcının kokusunu beş adım öteden aldım Taehyung, ne anlamamı bekliyorsun?”

“Beni sadece değer verdiğin lise arkadaşlarınla tanıştırmanı istedim.” sesimin çatlamasına engel olamadım “Alfa ya da omega olmaları benim için hiçbir şey ifade etmiyor. Senin yanındaydım, sevgilin, ruh eşin olarak. Nasıl bana başka alfalar için süslendiğimi söyleyebilirsin?

”İnsanların dikkatini çekiyorsun, sana bakıyorlar ve iç geçiriyorlar. Sana bundan hoşlanmadığımı söyledim, alfan olarak giyme dediğim halde giydin ve gelme dediğim halde geldin.” işaret parmağını yüzüme doğru salladı “Asıl sen, bana karşı çıkarken ve arkadaşlarıma kıkır kıkır gülerken nasıl böyle düşünmememi söyleyebilirsin?”

Başımı iki yana sallarken boğazım düğümlendi. Ağlamak istemiyordum ama düşünceleri beni öyle çok kırmıştı ki gözlerim yanmaya başlamıştı, bu yüzden titreyen sesimle bir kez daha açıklama yapmaya çalışmıştım “Gerçekten Suho, yemin ederim tek istediğim arkadaşlarınla tanışmaktı.”

“İçindeki iç çamaşırının izini görüyordum amına koyayım! Böyle mi tanışacaktın?!”

Omzumu şiddetle sarsmaya başladığında ve bana oyun eğdirmeye çalışırcasına, alfanın kim olduğunu hissettirmek için feromonlarını arttırdı. Ama bunu başaramadan onu var gücümle ittirdim ve “İç çamaşırıma bakacak kadar orospu çocuğu arkadaşlarının olduğunu bilmemek benim suçum değil. Bana böyle davranamazsın, ben yanlış bir şey yapmadım!” diye bağırdım. Genelde ona bu şekilde tepki verdiğim olmamıştı ama kalbimi bu kez o kadar çok kırmıştı ki kendime engel olamadan onu bir kez daha ittirdim Beklemediği bu hareketim arkasındaki taşa takılmasıyla dengesini kaybetmesini sağladı ve dizlerinin üzerine düştü.

Elimin tersiyle yüzümü silerken onu arkadan bana seslenirken bıraktım ve fakültenin dışına, yola doğru koşturdum. Sadece gitmek, uzaklaşmak istedim, bana yetişmemesi için tanrıya defalarca kez yalvardım ve kaçacak bir yer aradım.

Koştum, koştum ama hiçbir yere varamadım. Bir şeyler eksikti. Oradaydım tam o anda ama asla doğru değildi o sahne.

Hatırla.

Tenimden bir ürperti geçti ve tam o anda kolumdan biri çekti.

Suho.

Kolumu tutmasıyla savruldum ve ona, öfkeli yüzüne doğru çekildim. Gözlerim büyüdü ve korkuyla gözlerimi kapattım. Her şey o anda karardı.

Ve sonra yeniden başladı.

Yine koşuyordum.

Bu kez kalbim panikle çarpıyordu, sıkışmış gibi hissediyordum ve daha hızlı koşmak için çabalıyordum. Ancak ne yaparsam yapayım arkamdan gelen adım seslerinden kaçamıyordum.

Ve yine kolumdan çekildim.

Aynı el, aynı öfkeli yüz.

Suho.

Hatırla Taehyung…

Sonra döngü tekrar başladı.

Tekrar.

Tekrar.

Tekrar.

Ama ne kadar kaçarsam kaçayım beni hep kolumdan yakaladı. Bitmek bilmeyen bir döngüye hapsolmuşum gibi hissettim. Yalvardım içten içe, bunun bir rüya olduğunu, gerçeğe dönmem gerektiğini tekrar tekrar fısıldadım.

Ancak her seferinde kaçarken rüyam değişti, kendimi birinin göğsüne sığınmış halde buldum. Beni dirseklerimden nazikçe tutuyordu, sanki dokunduğunda bu an kaybolacak gibi tüy kadar hafifti elleri. Suho’nun korkutucu elleri değildi. Sıcak, güven doluydu ve çok… Tanıdıktı…

Gözlerim doldu. Sanki hayatım boyunca bir şeyin eksik olduğunu fark ettiğim o an buydu. Ama hala tamamlanmamıştı.

Derince bir nefes aldım ciğerlerimin rahatlaması için, belki de kokusunu solumak için ama feromonları burnuma dolmadı. Ama yine de iyi hissettirdi, bu yüzden elimden güç alarak yaslandığım kişinin tişörtünü avcumun içine toparladım.

Tam o anda, yeniden bir fısıltı tüm bedenimi titreten o ses yeniden yankılandı.

Hatırla.

***

 

Chapter 34: hyung, hyungnim ve seonsaengnim

Chapter Text

 

ResimLink - Resim Yükle

 

...

...

Hatırla...

Derin, karanlık bir boşluğa doğru uzanan ayağım kaydı. Tutunmak istedim fakat hareket edemedim, bağırmak için dudaklarımı araladım, o da olmadı. Boğazımda bir yumru göğsümde de bir baskı vardı. Ama sonra, incecik bir koku aldım, boşlukta olsam bile gözlerimi kapatabileceğim kadar güven veren bir koku...

Boynuma değen dudaklarla irkilerek uyandığımda Jungkook'un feromon kokusunun burnuma doluşu yüzünden gözlerimi aralamadan gülümsedim ve yorganın içine biraz daha gömüldüm. Yorgunluktan bitkin düşmüştüm ve hareket etmek bile istemiyordum ama neyse ki Jungkook her an dibimdeydi, kokusunu asla sakınmıyordu. Şimdi olduğu gibi...

Bana arkamdan sarılmıştı, elleri karnımı okşarken dudakları da rahat durmuyor, tüy kadar hafif bir şekilde boynuma, ısırdığı yerlere yeniden değerek hafifçe yalıyordu.

"Uyan artık." diyerek burnuyla kulağımın altını dürttüğünde hafifçe sızlandım. Yüzüne bakmak için yatağın içinde dönmek o kadar zordu ki, kolumdan destek almış olsam bile eklemlerim, özellikle de kalçam fazlasıyla sızlıyordu. Bu yüzden de neredeyse ağlayarak bunu başarıp, dudak bükerek yüzüne uykulu gözlerle bakarken konuştum "Biraz daha uyuyayım n'olur."

"Olmaz, seni çok özledim."

"Çok yorgunum, her yerim ağrıyor."

"Söz bu sefer yavaş olacağım. Yemin ederim bak." büktüğüm dudaklarıma seri halde ufak öpücükler kondurup geri çekilirken elimi ağzına yaslayıp ittirdim ve onu engelledim "Olmaz. Yaklaşık bir haftadır aynı yalanı söylüyorsun. Bu sefer beni dolandıramazsın."

"Ama ben kızgınlıktayım ve sen de çok güzelsin. Dayanamıyorum ne yapayım."

"Tamam kızgınlıktasın da kıtlıktan mı çıktın be adam, bir haftadır içimden geçtin, hala durulmadın."

"Baskın ve safkan olmak benim suçum değil." derken elimi ağzından kolayca çekip üzerime çıktı ve yüzüme yaklaştı "Hem sen de pek memnundun, ağzının bu kadar kirli olduğunu bilmiyordum."

"Ya sussana."

Yanaklarıma doğru bir sıcaklık bastı ve daha fazla konuşarak beni utandırmasın diye elimle yeniden Jungkook'un ağzını kapatmaya yeltendim.

Kendi kızgınlığımda bile bu kadar kendimden geçmemişken kontrollü olan kişinin yine Jungkook olmasını bir türlü mantığıma sığdıramıyordum. Düşündükçe resmen aklımı kaybetmeme sebep olacak şeyler yaşamıştık, onu daha iyi hissedebilmek için ya beni mühürlersin ya da bebeklerini verirsin diyerek resti çekmiştim. Normal şartlarda hiçbir alfa mühür isteyen bir omegaya kızgınlıkta karşı çıkamazdı bu yüzden kendime geldikten sonra biraz bozulmuştum açıkçası ama sonrasını düşününce Jungkook'un yaptığı doğruydu. Ne olacağını, beni nasıl etkileyeceğini bilmiyordum o da bilemezdi. O an birbirimizin feromonlarıyla verdiğimiz fevri kararın ileriyi olumsuz etkilemesini istememek en doğru olanıydı. Bu yüzden Jungkook'un irade konusunda sağlam olmasını seviyordum. Ama tabii ki bu halim yüzümden diline düşmek fazlasıyla tatsızdı.

Parlak gözlerini dudaklarındaki ışıltılı gülümsemeyle yüzümde gezdirirken bu kez de elimi dudağından çekerek kendi eline kenetledi ve başımın yanına koydu "Neden susacakmışım, inanılmaz hoşuma gitti kendini kaybetmen."

"Dalga geçme benimle. Kızgınlığında seni tatmin eden taraf ben olmalıydım, sen değil." derken gözlerimi utançla kaçırmadan edemedim ama Jungkook buna engel olarak çenemden tutup hafifçe salladı "Dalga geçmiyorum omega bu halin gerçekten hoşuma gitti."

"Madem hoşuna gitti neden hala kızgınlığın bitmedi o zaman?"

"Benden bu kadar bıktın yani, kızgınlığımın bitmesini istiyorsun öyle mi?"

"Hayır ama safkan ve baskın alfalar kızgınlıklarını omegayla geçirirse beş ya da altı gün sürmesi gerekiyor. Senin hala bitmediğine göre bir şeyler yanlış demektir, bence bu yüzden olabilir."

Jungkook yüzüme doğru eğildiği için önüne dökülen uzun saçlarının arasından gözlerime bakarken böyle bir şey söyleyeceğimi tahmin etmemiş olmalı ki kaşlarını şaşkınca kaldırdı ve hemen ardından sanki komik bir şey söylemişim gibi gülerek yüzünü boynuma gömdü. Göğsü bir süre kahkahasıyla titredi ve sıcak nefesi saçlarım arasından boynuma karıştı. Komik bir şey söylediğimi düşünmüyordum, bu yüzden de boynumdan çekilerek yüzüme ışıltılı bir gülüşle bakarken ona kaşlarımı çatarak karşılık vermiştim.

Jungkook parmak uçlarıyla yüzümdeki saçları geri ittirdi ve alt dudağımı okşarken "Sensiz girdiğim kızgınlıkta ne çektiğimi bir ben bir de o gün kokunun sindiği ceketim biliyor. Şimdi omegan kendini baskın bir alfanın kızgınlığına yani bana bırakmış ve sen gerçekten neden kızgınlığımın bitmediğini mi soruyorsun?" diyerek başını iki yana salladığında dudağımdan hızlı bir öpücük alıp devam etti "Ben var ya, sen kendini bana böyle bırakırsan bu ayı sevişmeyle kapatırım haberin olsun."

Karşımda gülse de gözlerimin içine bakarak sarf ettiği kelimelerindeki samimiyeti ve içtenliği hissetmek kendimi kaybetmek konusundaki düşüncelerimi iyi hissettirmişti. Çünkü haklıydı, pasif omegalar genelde baskın alfalarla beraber olmaktan kaçınırdı, feromonlarının yoğunluğu alkolden daha kısa sürede sarhoş ederdi ve bilinçlerini kaybettikleri için alfanın yapacağı her şeyi sorgusuzca kabul etmeye açık olurlardı. Ama Jungkook farklıydı, ona duyduğum sonsuz güvenle kendimi bırakmaktan bir an olsun bile çekincem olmamıştı, işleri zorlaştırmak için üzerine gitsem bile her zaman o ince sınırı korumuştu, kararlarımızın sonuçlarını düşünerek hareket etmişti. Kendimi ona bırakmak benim için ne kadar önemliyse onun için gerçekten önemli olmalıydı.

"Yani güzelim," diyerek dudaklarını bu kez de boynuma bastırarak devam ederken öpücük kondurmayı bırakmadı "Kızgınlığım çoktan bitti ama bitse bile sana doyabileceğimi sanmıyorum."

Gözlerimi refleksle kapattım, parmaklarımı saçlarına doladım ve kıkırdayarak öpücüklerinin tadını çıkarttım. Boynumun sol tarafı, günlerdir dudaklarını ayıramadığı bölgemdi ve açıkçası dudakları oraya her değdiğinde ruhuma dokunuyor gibi hissediyordum.

Saçlarını hafif hafif okşayarak bana bakması için başını kaldırmasını bekledim ama hala ısrarla öpücüklerinden vazgeçmedi. Pes etmeden aynı noktayı öpüp beni kendimden geçirmeye çalıştı.

Kıkırdayarak "Of tamam ya... Zaten yeterince düştüm, öpme artık..." dedim nazlı bir sesle.

"Yapamam. Dudaklarımı ayıramıyorum senden, bağımlılık gibi bir şeysin."

"Ama gerçekten yorgunum, biraz daha uyumak istiyorum. N'olur alfa."

Elimi saçlarından boynuna indirdiğimde onu kendimden uzaklaştırmak ve hafifçe bastırmak arasında çelişiyordum. Çünkü beni o kadar iyi hissettiriyordu ki yorgun olduğumu neredeyse unutmak üzereydim. O da bunu fark etmiş olmalıydı ki biraz daha ikna edici olmak için yüzünü boynumdan ayırdı ve kendini çekerek doğruca gözlerime melül melül, dudak bükerek baktı "Ya ben? Uyumana izin verirsem ben ne yapacağım?"

"Sen koskocaman baskın bir alfasın, iki saat bensiz idare edebilirsin. Ben de uyurum güzelce."

"Olmaz. Kabul etmiyorum." dedi. Bunu öyle bir kararlılıkla söylemişti ki yatağın içinde sızlana sızlana tepinip ağlar gibi bir sesle yakındım "Niye ama ya? Kızgınlığın da bitti uyuyayım şurada güzelce."

Elini yavaşça başucuna uzattı ve çekmeceyi açarken "Çünkü..." diyerek parmaklarının arasına küçük, üzerinde kırmızı harflerle reprozil yazan beyaz bir kutuyu alıp bana gösterdi "İlaç içmen gerekiyor. Benim için inan hiç sorun değil ama bunu aldığına göre riske girmek istemiyorsun."

"Hiih!" Gözlerimi şaşkınlıkla açtım ve onu üzerimden ittirip doğrularak kutuyu elinden kaptım. Seokjin hyung baskın alfaların kızgınlıklarında korunma aşılarının etkisini azalttığını söyleyip bana üreme engelleyici ilaçtan bahsettikten sonra Jimin'le alışverişe çıktığımda almıştım reprozili. Ve Jungkook'a bunu söylememiştim, çekmeceden çıkartana kadar tamamen aklımdan çıkmıştı.

Ben kutudan bir tane çıkartırken Jungkook da komidinin üzerinden şişeyi aldı ve kapağını açarak bana uzattı. Hızlıca hem ilacı hem suyu içtim ve ona uzattım. Jungkook şişeyi kapatıp yatağın içinde çıplak bir halde yan oturdu ve ıslanan dudağımın köşesini gülümseyerek parmağıyla hafifçe sildi. Sonra da saçlarımdan birkaç asi tutamı kulağımın arkasına sıkıştırdı.

Merakla bana sıcacık gülümsemeyle bakan alfaya sormadan edemedim "Sen ilacı nereden gördün ki hiç söylememiştim."

"Dün çarşafları değiştirirken gördüm. Evde prezervatif de yoktu normalde, ilaç olmadığını biliyordum çekmecede görünce içmek isteyebileceğini düşündüm."

"Unutmuştum cidden, akıl mı bıraktın günlerdir."

"Eh, o kadar mükemmel bir alfayım ki, aklını başından alsam bile senin yerine düşünmeyi ihmal etmiyorum."

Tam olarak bu, onunla birlikte olmak bana çok iyi hissettiriyordu. Hiçbir şey için savaşmam gerekmiyordu ve sadece kalbimi açmam yetiyordu. Jungkook zaten oradaydı.

Güldüm hafifçe. Sonra da elimle çıplak göğsüne hafifçe vurdum ve yanağından tutup kendime çekerek öpmeden hemen önce "Benim alfam." dedim.

Gözlerim kapalıydı ama onu öperken dudaklarındaki gülümsemeyi görüyordum. Görmekten öte hissediyordum da denilebilirdi. O kadar çok ısırık almıştım ki ondan, artık sadece dokunuşlarla sınırlı bir bağ yoktu aramızda. Sadece sevgisi değil, korkuları, kaygıları, arzuları... Bütün duyguları ve o andaki çırılçıplak duygusal savunmasızlığı da.

Onu bir ısırıkla en yakınımda, ruhumda ve kalbimin içinde hissedebilmek benim için çok rahatlatıcıydı. Sanki kalbinin içine düşmüş gibiydim. Çok duru ve yoğun bir nehir gibi bedenimin her hücresine yayılıyordu. Her seferinde garip geliyordu kendime ait olmayan düşüncelere sahip olmak ama artık onu tanıyordum.

Dudaklarını dilimle aralayıp öpüşmemizi yoğunlaştırdığımda yatakta bana biraz daha yaklaştı ve yeniden kulaklarımın arkasından firar etmiş birkaç saçımı dikkatlice geri sıkıştırarak avcunu yanağıma yasladı. Yavaşça öpücükleri rotasını çeneme, ardından ise boynuma kaydırdı. Ben de ellerimi önce omzuna sonra ensesine kaydırdım, onu kendime daha çok yaklaştırdım. Bana yakın olduğu her an, ruhumuzun biraz daha iç içe geçtiğini hissediyordum ve bu yüzden ne kadar yakınıma çekersem çekeyim yeterli gelmiyordu.

Jungkook'un yumuşak öpücüklerinin arasına dili ve dişleri karıştığında başımı yana yatırarak ona biraz daha alan yarattım. Nefesiyle birlikte dudaklarının sıcaklığı o kadar güzel hissettiriyordu ki dişlerinin keskinliğini belli etmek ister gibi bastırınca dudaklarımdan sesli bir nefes kaçtı.

Çok hafifti, ama net bir sürtünmeydi. Yeniden ısıracakmış gibi dişlerini sürtmesi hem kalbimin hem midemin aynı anda heyecanla kasılmasını sağlamıştı.

Ama beklediğimin aksine derince bir nefes aldı, bıraktı ve tekrar aldı ve kısık sesiyle fısıldadı "Benim gibi kokuyorsun."

Üzerimde onun kokusunu taşıyor olmak huzur veriyordu. Sadece bunu bir kere yapsa yeterdi, içgüdüsel olarak sahiplenme hissini durduramıyordu ama bundan asla çekinmiyordum. Her gün üzerimde koku bıraktığında sanki o yanındaymış gibi bazen burnuma çalınması beni gülümsetiyordu.

Dudağımı ısırarak hafifçe güldüm ve saçlarının arasında ellerimle başını hafifçe geriye çektim "Biraz daha ısırırsan tür değiştireceğim." dedim kıkırtıyla.

Jungkook yüzüme doğru kocaman güldü ve bakışlarını gözlerimden ayırmadı, avcunu yanağıma yaslayıp başparmağıyla elmacık kemiğimi okşadı "Benim olduğun sürece hangi tür olduğunun pek bi önemi yok."

Kullandığı her sözcük ruhuma dokunuyor ve beni dünyadaki en özel, sadece ona ait bir omega gibi hissettiriyordu. Daha önce bu kadar açık bir ilişkim olmamıştı ama Jungkook gerçekten sevgisini kelimelerle çok iyi gösteriyordu. En basit seni seviyorum bile onun dilinden döküldüğünde dünyanın en değerli cümlesi oluveriyordu.

Siyah gözlerinin içinde hayranlık dolu bir parlaklıkla sanki aynı anda içimden geçen her şeyi anlıyormuş gibi bakıyordu bana. İşin garibi, anladığını da biliyordum ama bunun mümkün olabilme ihtimali yokken kafamda belli bir mantığa oturtamıyordum.

Birbirimize olan sessiz bakışlarımız sürerken midemden cılız ama güçlü bir ses yükselerek ikimizi de şaşkına çevirdi. Gözlerimi kırpıştırdım ve dudaklarımı içe katlayarak gülüşümü bastırdım. Jungkook ise gözlerinin kenarları kısılana kadar dudaklarını kıvırıp başını iki yana salladı "Sanırım acıktın."

"Yani... biraz." dedim onu silkerek.

"Birazdan çok gibi ama sen bilirsin."

"Senin yüzünden." derken dudak büküp surat asarak oturduğum yerde kaydım ve yarı yatar pozisyonda kollarımı göğsümde birleştirdim "Bana hiç iyi bakmıyorsun ki, anca öpüşelim koklaşalım sevişelim."

"Nasıl bakmıyorum yavrum, aç kalmaman için uykunda çorba içirdim. Yorgunsun diye seni kucağımda tuvalete bile götürdüm. Daha ne yapayım?"

"Geçen gün yaptığından yapsana."

"Ne yapmışım geçen gün?"

"Sebzeli omlet. Havuçlu yeşil soğanlıydı, biraz da susam koymuştun."

Üzerime doğru eğilip burnumun ucuna bir buse kondurdu ve çenemi tutarak "Sana dünyanın en mükemmel omletini yapacağım o halde. Kalk bakalım."

Kendimi yatağın içine daha çok gömdüm ve yorganı burnumun ucuna kadar çektim. Evet, günlerdir yataktan belirli şeyler için çıkıyorduk ve genelde sevişmek ve uyumak dışında bir şey yapmıyorduk. Bolca uyumuş olsam da bu devam etmeyeceğim anlamına gelmiyordu bu yüzden onu yemek yaparken izlemek yerine beş dakikamı uyuyarak değerlendirmek çok daha mantıklıydı.

"Hayır," derken tıpkı onun bana yaptığı gibi hafif peltekçe konuşmuş, gözlerimi de üzerine dikmiştim " Sen hazırlayana kadar biraz daha kestireyim."

"Hayır." dedi yorganı çekerek ama sıkı sıkıya tutarak bırakmadım "Birazcık, n'olur."

"Taehyung."

"Ne?"

"Gerçekten çok inatçısın omega."

"Ve hep benim dediğimi yapıyorsun."

Geçtiğimiz günlerde onu inatçılığımla delirttiğim ve ikimizi de uç noktalara sürüklediğim o anların hepsine yaptığım imayı anlamıştı. Çünkü gözlerimden tehlikeli bir parıltı geçerek yorganı çekmekten vazgeçmişti. Bu da demek oluyordu ki, ben kazanmıştım. Ama yüzüme zafer gülüşü kondurmak yerine ona biraz daha dudak büküp başımı yana yatırdım.

"Şu bakışın o kadar tehlikeli ki, elde edemeyeceğin hiçbir şey yok."

"Yani?"

"İki konuda anlaşırsak uyumana izin veririm." diyerek kıvırdığım dudağımın köşesine parmağını bastırdı "Birincisi, bu gülüşü bir tek benim için kullanacaksın," sonra da kulağıma doğru eğilerek fısıldadı "İkincisi, seni biraz daha ısırmama izin vereceksin."

Beni ısırma fikri her seferinden o kadar heyecanlanmama neden oluyordu ki yanaklarım yanmaya başladı ve kasıklarım sızladı istekle. Nefes almanın ne olduğunu sıcak soluğunun boynumdan çekilmesiyle algılayıp ciğerlerime gereken havayı sağlayarak gözlerine baktım. Bir cevap vermek istiyordum ama Jungkook bana öyle bir bakıyordu ki...

Gözlerimin içine kilitlenmiş, başını hafifçe yana doğru eğmişti. Dudaklarının köşelerinde bariz bir tebessüm vardı, yanağındaki çukur bu yüzden gölgelenmişti. Yüzünden bilinçli bir sakinlik takındığını görsem de içinde bastırdığı alfasındaki hareketlilik bana da yansımıştı.

Kontrol edemediğim daha doğrusu fark edemediğim şey ise omegamın kendini belli edecek şekilde cevabımı gözlerime yansıtmış oluşuydu. Çünkü Jungkook oldukça keyifli bir şekilde gülerek göz kırpıp yataktan kalktı ve bana "Ben cevabımı çoktan omegandan aldım güzelim. Sana iyi uykular."

Güzel bir anlaşmaydı.

Keşke bana da söz hakkı tanısaydın.

Kabul edeceğini ikimiz de biliyoruz.

Sus, diyerek omegama içimden yakınırken yorganı gözlerime kadar çekerek Jungkook'a da söylendim durdum. Jungkook da eğlendiğini kahkahasına yansıtarak yorganın üzerinden bana son bir öpücük kondurdu ve odadan çıktı. Fakat bir süre sonra evde malzeme olmadığını, markete gideceğini söyleyerek odaya geldi ve eksiklerle dolu bir liste çıkartıp bir saate geleceğinden bahsetti. İlk başta kızgınlıktan yeni çıktığı için gitmesin diye evdekilerle idarece edebileceğimizi söylesem de evdekilerin de yetmeyeceğine kanaat getirdik ve mecburen gitmesinin mantıklı olduğuna karar verdik.

Jungkook'u koku bezine sulu bir öpücük kondurarak evden gönderdikten sonra ona ait bir tişört giyerek geri yatağa uzandım telefonumu elime aldım. Hoseok hyung maçtan sonra ortalıkta neden olmadığımızı muhtemelen anladığı için hiç sormamış, Jungkook'a mesaj atarak çantamı evin kapısına astıklarını söylemişti. O günden beridir alfamla fazlasıyla meşgul oluşumdan telefonu elime bile almamıştım.

Jimin'den ve Seokjin hyungdan birkaç arama vardı ve kalanının hepsi mesajdan ibaretti. Okul gruplarını es geçtim, doğruca bizimkilerle olan okunmamış üç bin mesajı açarak bir fotoğraf attım.

theramaclub

sohbet grubu

küçük şeytanım

seç artık hyung

o beyaz fırfırlı olan mı

yoksa beyaz lacivert çizgili olan mı

yersiz yurtsuz

bilemedim

çizgili olan çok spor gibi

altına ne giyecektin

küçük şeytanım

ya attım ya yukarıda of

lacivert kot giyeceğim

yersiz yurtsuz

yoongi diyor ki

beyaz fırfırlıyı giysin

küçük şeytanım

çok sade olmaz mı ki ya

yersiz yurtsuz

jimin

seni bir döverim

iki gün kendine gelemezsin

madem kendin seçeceksin ne diye soruyorsun

ne halt yersen ye o zaman

küçük şeytanım

HİÇ YARDIMCI OLMUYORSUN OF

KEŞKE TAEHYUNG OLSA

taehyung

 

ResimLink - Resim Yükle

 

selaminko

3k mesaj var önemli bir şey yok dimi

sadece son yirmiyi okudum

@küçük şeytanım bu arada beyaz fırfırlı olan

küçük şeytanım

sen kimsin

@yersiz yurtsuz hyung bu kim

gruba yabancı birini mi aldın

yersiz yurtsuz

bilmem nasıl girmiş ki

atalım hemen

taehyung kişisi gruptan çıkartıldı

taehyung kişisini gruba eklediniz

taehyung

çok kırıcısınız 🧍🏻‍♀️

daha demin keşke taehyung olsa diyordun

yersiz yurtsuz

gör işte yakın arkadaşım dediğin insanı

küçük şeytanım

sus hyung

sen de kes taehyung

nerdesin kaç gündür

hoseok hyung olmasa kayıp ilanı bastıracaktım

taehyung

gençliğimin sınırlarını zorluyordum 🤭

küçük şeytanım

çabuk anlatıyorsun

taehyung

maçın sonunda bir öpmüşüm

kızgınlığı girdi

sonra da işte biliyorsun

bam güm

💣⛓️🌋💥

küçük şeytanım

nasıl geçti

sağlam mısın

kıçın başın kırılmadı dimi

taehyung

kıçım acıyor ama sıkıntı yok

alfam benimle çok güzel ilgilendi

ben dünyanın en mutlu omegasıyım 🥰

yersiz yurtsuz

daha düne kadar tek tabanca takılacağım diyordun

büyük sik yala

büyük konuşma

böyle gelirsin oyuna

taehyung

o kadar keyifliyim ki hiç seninle uğraşamam hyung

ay durun

jungkook mesaj attı

bu mesajın üzerine de manidar oldu biraz 🤭

küçük şeytanım

APTAL

PATLADIM

yersiz yurtsuz

çocuğun yüzüne bakıyoruz

yaptığınız muhabbete bakın

küçük şeytanım

alfa dedikodusu yapamayacaksak neden varız??

yersiz yurtsuz

ben varken de yapmayın

küçük şeytanım

bu okudukların Taehyung'la konuştuklarımızın

yarısı bile değil hyung abartma

alfalarla ilgili özel mesajlarımızın görsen herhalde gözlerini yok ederdin

ayrıca sen sanki burda hiç omega muhabbeti yapmadın

Aiki'yi ne çabuk unuttun

yersiz yurtsuz

o kim?

küçük şeytanım

yuh artık ya

tatilde yüzümüze bakmayacak kadar utandırdığın

nikahı basardım dediğin kızı ne çabuk unuttun

yersiz yurtsuz

jimin

sen öldün

küçük şeytanım

napmışımkine 🧍🏻‍♀️

yersiz yurtsuz

ya salak

Aiki'nin kim olduğunu neden sorayım ben

Yoongi okuyordu mesajları puşt o yazdı

aşk hayatımı bitirdin şu anda

küçük şeytanım

geçbiş olsun

kısmet bu işler

yersiz yurtsuz

öyle

öldüğünde mezarının başında

takdiri ilahi işte demeyen şerefsiz

küçük şeytanım

bana laf yetiştireceğine git de ilişkini düzelt

yersiz yurtsuz

YA Bİ KESS

GİDİYORUM BEN

küçük şeytanım

@taehyung sen de nerde kaldın

siz birlikte değil misiniz mesajlaşıyorsunuz

taehyung

ya of

markete gitti jungkook da

bu ne amına koyayım

ResimLink - Resim Yükle

küçük şeytanım

ÇIĞLIK ATTIM

BU NE

GERÇEK Mİ BU

taehyung

EVET

ÇOK SİNİRLİYİM

tepemdeki aylardır kafamı sikiyor

ağzımı açıp tek kelime etmedim

sadece bir hafta böyle oldu

sanki yedi yirmi dört sikişiyoruz gibi asmışlar panoya

hayır bir de sadece panoya da değil

kapının önünde de vardı

apartmana kağıt atmışlar diye sövüp tekmelemiştim

direkt bizim kapıya asmıslar

küçük şeytanım

ÖLÜCEM GÜLMEKTEN

artık ne kadar şiddetli yaptıysanız

kapıya bile gelememişler

duyuru asmışlar

taehyung

ne bileyim ne kadar şiddetli yaptık

o an kendimde değildim

ayrıca kime ne ya kızgınlık bu

ne yapayım kardeşim duvarlar inceyse

küçük şeytanım

eyvah

sarı şekerin gazabına uğrayacaklar desene

taehyung

biliyorlar kapıya gelseler olacakları

ondan astılar bu duyuruyu

ama bak gör

sesim kısılana kadar

duvardan duvara sevişmezsem

bana da Taehyung demesinler

küçük şeytanım

anlık Jungkook

ResimLink - Resim Yükle

 

taehyung

alfam da alfam

yemin ederim aşığım ya

bana istediği her şeyi yapabilir

küçük şeytanım

sen yine de söylediğin şeylere dikkat et de

kıçın başın kopmasın

taehyung

onu iyi dedin

küçük şeytanım

evet

şimdi beyaz gömlek mi diyorsun

taehyung

beyaz son kararım

sen hayırdır bu neyin kombini

küçük şeytanım

eniştenle buluşacağım 💅🏻

taehyung

NASIL YANİ

KİM

küçük şeytanım

AYNEN O

KIM NAMJOON

taehyung

ŞAKA YAPIYORSUN

NAMJOON'LA MI

küçük şeytanım

namjoon o kadar da ulaşılmaz değilmiş

teknik olarak onun enişteniz olduğundan haberi yok

ama bence bu akşam başaracağım

taehyung

date e mi çıkıyorsunuz

ANLAMADIM KAR TANESİ

küçük şeytanım

benim isteyip de alamayacağım şey yok 🤭

taehyung

NASIL OLDU BU

OF JUNGKOOK YA

TAM ZAMANINDA GİRDİ KIZGINLIĞA

HER ŞEYİ KAÇIRDIM İŞTE

küçük şeytanım

biraz öyle oldu aşkım

ama dur hemen anlatayım

taehyung

LĞTFEN

küçük şeytanım

şimdi ben gittim şu kokteyl zımbırtısına

içerisi böyle loş sarı ışıklandırmalar falan iyi ortam

baya da insan vardı bu arada beklemiyordum

neyse işte Namjoon çiçeğim de oradaydı tüm heybetiyle

siyah gömlek giymiş iki düğmesi açık

siyah da kumaş pantolon saçları da asker tıraşlı

OF AŞIRI YAKIŞIKLIYDI

SEK ALFAYDI YA DELİRİYORUM

taehyung

bi sakin ol da devam et

küçük şeytanım

tamam ya iki dakika yükseltmedin

herkesle sosyalleşti kaynaştık biraz

ama bana yine bakmadı şerefsiz

gözü bile değmedi yani öyle bir bakmamak

sonra etkinlik başladı kendilerini miksolojist diyorlar btw

kokteyl yaptılar bir sürü biz de tattık hepsi müthişti

hepsinden birer yudum aldım bu arada

gurur duy benimle çabuk 😌

taehyung

helal sana

seninle gurur duyuyorum

devam et çok heyecanlı

küçük şeytanım

miksolojistler kullandıkları ürünlerin hikayelerini anlattılar

hepsi sıradandı ve bir özelliği yoktu en azından benim için

sonra Namjoon'un sırası geldi

siktir bak aklıma geldi yine offf çok fenayım

NEYSE

bu geçti barın içine malzemeleri çıkarttı

o sırada ben her hareketine eriyorum zaten pür dikkatim

sonra tek tek malzemeleri koyarken

anlatmaya başladı kokteylini

ben o an kafamda tatları karıştırınca olayı ayıktım zaten

taehyung

sana yaptığı kokteyl miydi yoksa 🥹

küçük şeytanım

sikicem EVET

malzemeleri sayana kadar anlamadım

Yoongi'nin dediği gibi kokteyl onun için önemliymiş

gerçekten özeniyor bu işe ki bir anlam yüklemiş

bak şimdi ne demek istediğimi anlayacaksın

burbon, aperol, limon suyu, şeker şurubu, lavanta bitters

aperol acı-tatlı anlarmış

güldüğünde içte açan çiçeklerin rengi, tatlı olan şeyler

narenciyedeki acılık da o tadı sevmeye rağmen vazgeçmeyiş

limon da gerçeklerin keskinliği, çünkü bazı şeyler keser yani mantık olarak

bıçak gibi ya da birini gördüğün anda kesilen nefes gibi

şeker şurubu, tatlı bir iz, unutulmayan bir dokunuş

silinmeyen bir kahkaha, en tatlı anların özeti

acının bile içinden geçen yumuşaklıkmış

sonra sustu ve iki damla lavanta bitters koydu shakera

ve dedi ki

yazıyor...

yazıyor...

taehyung

ne dedi

deliricem ne dedi çabuk yaz

küçük şeytanım

bazen kelimeler hisleri açıklamaya yetmez, tıpkı içimden her şeyi bağırıp sadece sustuğum gün gibi, zarif, derin ve hafif dokunuşu bu yüzdendir lavantanın çünkü lavanta bitters, bu itirafın sessiz halidir. bu yüzden kokteylimin adı, silent confession

SONRA BANA BAKTI

taehyung

HASSIKTIR NE DEMEK BAKTI

küçük şeytanım

BAKTI İŞTE BAS BAYA BAKTI

GÖZ GÖZE GELDİK TAEHYUNG

YOONGİ HAKLIYMIŞ

ŞEREFSİZ GERÖEKTEN BENİMLE FLÖRT EDİYPRMUŞ

taehyung

adamın romantizm anlayışına nutkum tutuldu

asla beklemiyordum böyle bir şey

küçük şeytanım

dahasını duymaya hazır mısın 🥹

taehyung

dahası da mı var

küçük şeytanım

olmaz olur muu

beni evine çağırdı

ama nasıl çağırdı bu detay önemli

taehyung

dümdüz çağırmadığını düşünüyorum

küçük şeytanım

eniştene yakışır bi hareketle

bak şimdi kokteyli tarif ettiği mesajlarıma bak

bir şey eksik orada

taehyung

baktım

bi sikim anlamadım

küçük şeytanım

burbonun neyi temsil ettiğini söylemedi

taehyung

dur bakayım

oha evet

sen bunu nasıl fark ettin

küçük şeytanım

inanılmaz ama zekamın %100ünü kullandım herhalde

ki bence o da bu ince detayı yakalamamdan etkilendi

herkes diğer kokteyllerle ilgilenirken Namjoon'un yanına iliştim doğruca

burbonun neyi temsil ettiğini söylemedin diye söyleyiverdim

önce hiçbir şey demedi sessizlik oluştu dedim yine cevap vermeyecek herhalde şerefsizin oğlu

ama öyle olmadı arkamdan birisi öne geçmek için

omzuma çarptı onun etkisiyle öne doğru tökezledim

BİR ANDA BENİ BELİMDEN TUTTU VE ÖNÜNE ÇEKTİ

taehyung

ŞAKANIN SIRASI DEĞİL

küçük şeytanım

CİDDİYİM

şok oldum

beni biliyorsun omegamın arsızlığı da had safhadadır

gelişine yürürüm yani affetmem

ama belimden tuttuğu anda kitlendim kaldım

çok garipti dokunuşu asla sert değildi

aksine tüy kadar hafifti ama bir o kadar da kontrolcü

neye uğradığımı şaşırdım ama beni daha çok şaşırtan

nefesini kulağımın dibinde hissetmekti

taehyung

o ne demek

NOLUYO

küçük şeytanım

baya kulağıma eğilmiş bir şekildeydi ve bana dedi ki

burbonun neyi temsil ettiğini gerçekten bilmek istiyor musun

KAFAYI YEDİM SESİM GÖTÜME KAÇTI

İÇİMDEN ÇIĞLIK ATIYORUM

EVET AMINA KOYAYIM EVET İSTİYPRUM DİYE

ama sadece evet diyebildim

o da bana hafta sonu evinde bu kokteyli yaparken

burbonun neyi temsil ettiğini anlatabileceğini söyledi

taehyung

yuh

direkt evine mi çağırdı

herifin ortası yok cidden

küçük şeytanım

mükemmel birisi ona bayılıyorum

ben de tamam dedim o da geri çekildi gitmek için

ama hiçbir iletişim numarası vermedi

ben de var biliyorsun ama Namjoon bunu bilmiyor

o yüzden de tuttum bunu kolundan numaranı vermedin dedim

o da dedi ki şöyle bir döndü ve bana ilk kez gülümseyip

zaten bildiğin bir şeyi neden yeniden vermemi istiyorsun omega dedi orada zaten ikinci şokumu yaşadım

taehyung

ama nasıl bilebilir ki bunu imkanı yok

Yoongi'nin de söylediğini düşünmüyorum

küçük şeytanım

ben de düşünmüyorum zaten ama böyle söyledi

taehyung

gerçekten dünyanın en garip insanı

küçük şeytanım

kesinlikle

öyle yani bendeki gelişmeler bu şekilde

akşam buluşuyoruz ve eniştenle yeni ilişkimizin ilk adımını atıyoruz

taehyung

inanamıyorum olan şeylere

sadece bir haftadır yoktum ve yarın eniştem oluyor

küçük şeytanım

çok zorladı beni ama başardım

taehyung

akşam bir şey olursa hemen yaz

hatta konum falan at tamam mı

bir şey olacağından değil ama ne olur ne olmaz

küçük şeytanım

bir şeyden kastın pata küte düşmekse

sanırım ben çoktan abayı yaktım

taehyung

sen?

inanmam.

küçük şeytanım

bilmiyorum ama etkinlikte belimi tuttuğundan beri

göğsümde bir ağırlık var ellerim uyuşuyor nefesim kesiliyor

vücudum fazla reaksiyon gösteriyor gibi çözemedim

ama bu akşam çözeceğim karar verdim

taehyung

her şey güzel olacak güven banaaa

küçük şeytanım

güzel olacak tabii ki

o kadar uğraştım

taehyung

ay dur kapı çaldı Jungkook geldi

geliyorum hemen ama gelemeye de bilirim belli olmaz 🤭

 

-

 

Kapının sesiyle mesajlaşma boyunca karnıma uzanmış Kafein'i ittirip ayağa kalktım ve telefonu yatağa attım. Çıplak ayaklarımla kapıyı açmak için koştururken muhtemelen Jungkook çorap ya da terlik giymem gerektiğiyle ilgili bin tane laf sıralayacaktı ama Jimin ve Namjoon'un haberi yüzünden o kadar heyecanlanmıştım ki aklımın ucundan bile geçmemişti giyinmek.

Heyecanla kapının kolunu indirdiğimde Jungkook'u göreceğime o kadar emindim ki yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirmiştim bile. Ama zihnime doluşan Jungkook'un kapıyı çalmayacağı şifreyi girebileceği bilgisi o kadar geç gelmişti ki, her şey için çok geçti. Ne yapacağımı ya da ne tepki vermem gerektiğini bilmiyordum, evin içinden ve üzerimden sadece Jungkook'un kokusu yükseliyordu. Üstelik üzerimde yine Jungkook'a ait bir tişörtle sadece iç çamaşırım vardı.

Şaşkınlıkla "H-hyung..." diye kekelediğimde gördüğü manzara onu şoka uğratmış olmalı ki siyah takım elbisesiyle yaslandığı kapıda tökezleyerek doğruldu ve bana gözlerini kocaman açarak baktı.

Siktir sıçtım, diye içimden çığlık atarak kapıyı kapattığım gibi sırtımı yasladım ve seri düşünmeye çalıştım. İlk işim mutfaktan birkaç ıslak mendil kapıp Jungkook'un ısırdığı yerleri, özellikle koku bezlerimi çitiler gibi silmek oldu. Yaptığım şey aptalca bir çözümdü ve zaten işe yaramamıştı ama aklıma başka dahiyane bir fikir gelmemişti telaşım yüzünden. Hyungla bu konularda konuşmakta ne kadar rahat olursam olayım görmesi çok farklıydı, açıkçası karşımda görmek bende şok etkisi yaratmıştı.

Sonra odaya koşturarak dolabımdan bir eşofman altı giyip banyoya geçtim. Çok hızlı bir şekilde elimi ıslatarak saçlarımı düzeltmeye çalıştım ve evin bütün camlarını Kafein'i odaya koyarak geri kapıya gittim. Derin bir nefesin ardından ise yüzüme kocaman, gerçekten kocaman, bir gülümseme kondurup kapıyı açtım ve "Hyunglar hyungu, hahah, hoş geldin, hiç beklemiyordum!" diyerek gözlerimi kırpıştırdım.

Belki gülümsersem ortamı yumuşatırım diye düşünmüştüm ancak biraz öncekinin halinin aksine gördüğü şeylerin gerçekliğiyle sarsılmış halinden çıkmış, tam bir ağabey edasıyla kollarını göğsünde kavuşturmuştu. Bana karşında salak mı var sanıyorsun bakışıyla bana bakarken derince bir nefes aldı. Tabii pes etmedim, uzunca bir süre kapıda birbirimize baktık, bakışlarıyla savaştım, en azından denedim...

Bakışlarının baskısına dayanamayıp yutkunduğumda hyung kaşlarını kaldırıp dudaklarını birbirine bastırarak başını yana yatırdı ve yarım saat öncesine kadar kapının önünde tekmelediğim duyuru kağıdını gözümün önüne sokarak sertçe sordu "Sence de özgür omega olmak kısmının bokunu çıkartmadın mı?"

Aceleyle kağıdı alıp buruşturarak arkaya fırlatarak açıklamak için aceleyle konuşmaya çalıştım ancak beni hızla böldü "Ama hyung-"

"Sana savunma hakkı tanımadım."

"Ama-" dediğimde bu kez başını kaldırdı ve eliyle kapıyı ittirip içeri girerek ayakkabılarını çıkarttı, işaret parmağıyla üzerimi gösterdi "Alfa feromonuna boğulmuş bir ev, koku bezlerindeki diş izi, üzerinde sana ait olmayan bir tişört... Gözlerimi yok etmek istiyorum, acı içindeyim."

Sanki yaşımı da Jungkook'la olan ilişkimi de bilmiyormuş gibi geleneklerine sıkı sıkıya bağlı bir alfaymış gibi davranmasına göz devirdim "Gelmeden arasaydın görmezdin hyung."

"Elli kere aradım, açamayacak kadar meşgul olduğun için görmedin herhalde."

"Oturup sana ne kadar meşgul olduğumu mu anlatayım hyung, bunu mu istiyorsun?" diyerek elimi belime koyarak kaşlarımı kaldırdığımda yüzüme şöyle bir baktı ve midesi bulanmış gibi karnını tuttuğu gibi başını iki yana salladı "Aisssh! Sakın tek kelime bile etme. Göreceğimi gördüm, o dallamanın canına okuyacağım ayak bileğini bile ısırmış kuduz köpek."

"Ya hyung demesene öyle, sevgilim o benim. İkimiz de reşitiz konuştuk ya bunları."

"Konuşmuş olmamız kabul ettiğim anlamına gelmiyor."

"Of, çok gıcıksın." diyerek kapıyı ittirip yeniden karşısına dikildiğimde hyung odanın içinde dikkat çeken ilk şeye, dövme koltuğuna ve duvara sabitlenmiş malzemelere bakınıp bana döndü "Bu ne? Kaçak dövme stüdyosu mu işletiyor bu dallama?" sonra ben daha cevap veremeden salonun ortasındaki banka baktı "Seodaemun İlçe Belediyesi... Parktan bank mı çaldınız? Devlete ait bir alandan?"

"Yoo bulduk. Çöpteydi." derken elbette inanmasını beklemiyordum.

"Hırsız, dolandırıcı ve kaçak dükkan işleten bir dallamayla mı sevgilisin yani?"

"Birincisi," derken işaret parmağımı ikimizin arasına götürdüm "Bankı gerçekten çöpte bulduk," bu küllüyen yalandı "İkincisi burası bir dükkan değil," teoride hobi olarak harçlık çıkartmak için yapılan bir şeye kaçak dükkan demek mantıksızdı "Üçüncüsü Jungkook sadece..." söylediklerini inkar edemezdim çünkü hepsinden biraz mevcuttu bu yüzden yumuşatmayı seçtim "O sadece yaratıcı çözümler üretiyor, o kadar."

Hyung savunmama ağzını beş karış açarak komik bir ifade takınıp "Bankın üzerinde belediyenin mührü var, çöp bile olsa resmi mal." derken ona masum ve tatlı bir bakış atıp daha çok delirmesine sebep olmuştum "Aklımı yitireceğim. Seodaemun'a ait bir park bankıyla romantizm yaşamak nasıl bir fantezi türü çok merak ediyorum?"

"Merak ediyorsan söyleyeyim, altta olanın kıçına batıyor."

Öfkelenmesi ve birbiri ardına saldırması o kadar komikti ki onu çileden çıkartmak çok hoşuma gidiyordu. Tam da bu yüzden o dünyanın en komik ama en zorba ağabeyiydi.

"Sen... Sen adamı delirtirsin, aissshh!" derken salonun içinde kısa ve sinirli adımlarla yürüyüp masanın yanındaki sandalyeyi çekti. Otururken kollarını göğsünde kavuşturdu, sonra da hızlıca bacak bacak üstüne attı. O kadar netti ki bir avukat edasıyla bakıyordu. Gören de suratındaki kaş çatıklığı, dosyasını okuyor sanırdı.

"Nerede o dallama?"

"Dışarıda," derken umursamazca omuz silkip karşısındaki banka oturarak bağdaş kurdum "Markete gitti."

"Yarım saattir evde teksin yani? Bırakıp gitmiş olabilir seni dikkat et."

Burnumu kırıştırarak gözlerimi devirdim cümlesine "Sen buraya beni basmaya mı geldin? Sanki ilk defa sevgilim oluyormuş gibi davranıyorsun."

Aslında evet ilk defa değildi ama açık açık söylemekten çekinmediğim, aileme ilişkimi göstermek istediğim tek kişi Jungkook'tu. Ve sanırım kafamdaki düşünceler de ciddi bir şekilde oturmaya başlamıştı çünkü hayatımın ileriki noktasında onun olmadığı tek bir an bile düşünemiyordum. Seokjin hyunga ağır gelen de bir ağabey olarak tam olarak buydu, beni biriyle paylaşacak olması muhtemelen onu telaşlandırıyordu. Neyse ki, dünyanın en komik ve zorba ağabeyiydi de kendimi kötü hissetmek yerine değerli hissettiriyordu.

Hyung gözlerini kaçırarak yerinde kıpırdandığında, ifadesi takım elbisesindeki ciddiyetiyle oldukça zıttı. Yine de kendinden son derece emin ancak yalan söyleyen bir ses tonuyla konuşmayı da ihmal etmedi "Ne alakası var canım, ben sadece kardeşimi merak ettim."

"Niye elin boş geldin o zaman?" Hemen dudak büzüp küsme moduna geçtim ve gözlerimi yere indirip omuzlarımı düşürdüm. Ortamı yumuşatmanın en güvenilir yolu dramatik küçük kardeş rolüne bürünmekti, bu asla sekmezdi "Çok seviyorsan kardeşine karpuzlu ekmek alsaydın ya."

"Pastanede bitmişti ben ne yapayım."

"Buradaki markette de vardı, baksaydın ya."

"Sence ben o kadar salak mıyım, tabii ki de baktım, hatta buldum da ama iki dakika sepet almaya gittiğimde aç gözlü yamyamın biri koliyle birlikte almış gitmiş."

"Çok kırıcı birisin. Eskiden baskın yapacağında elinde sevdiğim şeylerle gelirdin. Şimdi sadece çocukmuşum gibi bağırıp duruyorsun."

Konuyu birden yumuşatıp kendime çevirmekte üstüme yoktu, dudaklarımı büküp başımı öne eğmem yetiyordu hyungu kandırmam için. Ama bu kez pek işe yaramamış olmalıydı ki masanın üzerindeki çakmağı kafama atarak yerimden zıplattı beni.

"Yah, Kim Taehyung, bu kez olayı kendine çeviremezsin."

"Aman tamam ya, hemen de kız."

Seokjin hyung "Kızacağım tabii, ben senin hyungunum bir duruşum olmalı. Dallamanın tekiyle kontrolsüzce gününü gün etmeni öylece izleyecek kadar modernleşmedim." derken gözlerini üzerime dikmiş ciddiyetini bozmamaya çalışıyordu.

Tam ona cevap vermeye hazırlanırken, evin sessizliğini bozan kapının şifresinin girilme sesiyle irkildim ve ayaklandım. Kapıya koşturmadan hyunga da elimi tehdit eder gibi sallamayı ihmal etmedim "Bak sakın ona dallama deme, tamam mı? Rica ediyorum güzel konuş hyung, yoksa ömür boyu başının etini yerim."

"Ona dallamanın tavrına bakarak karar vereceğim."

Dişlerimi sıkarak gözlerimi kırpıştırdım ve havadaki elimi bıkkınca yumruk yaptığım gibi telaşla kapıya ulaşıp kolunu indirdim. Parlayan gözler ve kocaman gülümseyle içeri adımladığında onu sadece klasik pazar çantasıyla görmeyi beklerken tek koluyla orta boyutta bir koli taşırken gördüm ve bir an için duraksama hatasında bulundum.

Jungkook koliyi yere atıp kocaman gülümsemesiyle bana "Çabuk, çabuk sevgiline öpücük ver. Senin için bir koli karpuzlu ekmek aldım, neredeyse dangalağın birine kaptıracaktım ama sepet almaya giderken hızlı davrandım." diyerek cümlesini bitirir bitirmez kolunu belime kolunu doladı, yüzümdeki telaşa aldırmadan beni kendine çekip şak diye dudaklarıma kapanıverdi.

Eyvah.

Omegam kuyruğunu kıstırıp kaçtı benim de gözlerim telaşla açıldı. Jungkook ise her şeyden habersizce keyifli feromonlarını hızla evin içine yaymaya başladı. Açıkçası o kadar arada kalmıştım ki ne yapacağımı bile bilmiyordum, öpücüğüne karşılık bile verememiştim. Hyungun aniden eve gelişi yetmezmiş gibi birde alacağı karpuzlu ekmeğin kolisini Jungkook'a kaptırdığını öğrenmiş yetmemiş Jungkook tarafından dalgalak ilan edilmişti.Kardeşini öpüşürken gördüğü kısmı saymıyorum bile...

Tanrım, korkunçtu. Korkunçtu ve hiçbir şekilde engel olamamıştım.

Elimle Jungkook'un omuzlarını sıkıştırıp ittirdim ve ona bir sorun olduğunu belli etmeye çalıştım. Tepkisiz kalışım ve onu ittirişime neyse ki kayıtsız kalmadı ve belimdeki kolunu gevşetip geri çekilerek sorunun ne olduğunu sorar gibi baktı. Henüz bir şeyleri idrak edemeden hyungun kendini belli etmek istercesine yaymaya başladığı feromonlar burnuna dolmuş olmalı ki gözleri sahibine kaydı ve hyungun sesi arkamdan "Biz de seni bekliyorduk, dallama." diye yükseldi.

Jungkook'un gözlerinin içindeki o sıcak parıltı bir anda söndü ve bakışları hızla benimkine kaydı. Yutkunuşunu ve kafasındaki panik butonuna basışını gördüğümde bana dudaklarını kıpırdatarak sordu "Sıçtım mı?"

"O dangalak hyungummuş."

"Sıçmışım."

"Keşke sadece sıçsan."

O yıkılma anını görmek normal bir zamanda olsak sabaha kadar gülebileceğim bir andı ama şimdi, gerçekten neresinden toparlamaya çalışsam elimde kalacak kadar boka batmıştık.

Jungkook beni hızlıca ittirerek birkaç saniye öylece durdu, olayların hepsini kafasında hızlıca çözüme ulaştırmış olmalı büyük bir ciddiyetle ancak telaşından ödün vermeden hyungun önüne geçti ve eğildi. Hem de defalarca. Ancak ürettiği çözüm pek olumlu sonuçlanmadı.

"Merhaba hyung... hyungnim... eee... s-seonsaengnim?"

Her samimi hitabında Seokjin hyungun kaşlarını kaldırması ve feromonlarını baskınca acılaştırması, Jungkook'un hitabını bir üst resmiyete taşıdı ve en sonunda seonsaengnim'de eğilmiş bir vaziyette kaldı.

Hyungun kolları hala göğsünde bağlıydı ve sessizce bakıyordu. Bakışı ciddiydi ama gözle görülür şekilde keyif aldığını yılların verdiği kan bağından anlayabiliyordum. Jungkook'u biraz, hatta fazlasıyla sorgulayacaktı.

"Hyung..." diyerek yanına yürüyüp kalçasını çimdiklediğimde dudak bükerek devam ettim "Beli ağrıyacak bir şey söyle artık."

"Biraz da benim için ağrısın beli, ne olacak."

Aktif cinsel yaşamımıza yaptığı vurgu yüzünden kafamı duvara vurmak istiyordum ama Jungkook'u yalnız bırakamazdım.

"Hyung, lütfen..."

Derin ve bıkkın bir nefes aldı ve Jungkook'a doğru göstermelik bir eğilme gerçekleştirip eliyle bankı işaret etti "Oturun ikiniz de banka." dedi ve ikimiz de telaşla banka oturduk ama fazla dip dibe olduğumuzu otoriter sesiyle "Aranızda bir kol mesafe olsun." diyerek bizi zıplattığında anladık.

Şimdi ikimiz de sırtımız dik, ellerimiz dizlerimizde karşımızdaki Seokjin hyunguma bakarak sessizce bekliyorduk. Hyung ise dudaklarını birbirine bastırmış bir bana bir de gözlerini yerden ayırmadan bekleyen Jungkook'a bakıyordu.

Sonunda sessizliğe son verip Jungkooka'a doğru bir soru yöneltti "Kaç yaşındasın sen?"

Jungkook bakışlarını kaldırdı ve tek nefeste cevap verdi "Yirmi bir."

"Hm..." derken sesinde iğneleyici bir tonlama vardı "Demek kendinden büyük omegalardan hoşlanıyorsun."

Ona n'olur yapma der gibi baktım ama beni asla görmeden sorularına bir yenisi ekledi.

"Ne okuyorsun?"

"Bilgisayar mühendisliği, ikinci sınıftayım."

Hyung başını ağır ağır salladı, sanki çok kötü bir şey duymuş gibi "Demek bütün gün ekrana bakıp piksel sayıyorsun."

"Aslında-."

"Aslında bilgisayar başında göbeğini kaşıyarak omeganın sana hizmet etmesini bekleyen alfalardansın. Kardeşinle bu yüzden mi birlikteyim demeyi çalışıyorsun."

"Aramızda köleliğe dayanan bir ilişki asla olmadı."

"Yani Taehyung sana bunları sağlamayacaksa bir ilişkiniz olmayacak. O zaman neden birliktesin?"

"Ay yok artık, hyung, kafanda kurmayı bırak." diye ayaklandım ama hyung elini kaldırıp bana engel oldu "Bir saniye velet, bir şey konuşuyoruz şurada, evet dallamacım, neden Taehyung'la birliktesin?"

Birkaç saniyelik sessizlik oldu. Jungkook'un dudakları aralandı, ama konuşmadı. Seokjin hyung ise sanki bir cevap alamayacağından eminmiş gibi bu tavrını feromonlarına yansıtarak dudaklarına alaycı bir gülüş kondurmuştu ki Jungkook'un sakin sesi salonu doldurdu.

"Taehyung'un..." dedi ve bakışlarını kucağındaki ellerine kaydırıp hafifçe gülümsedi "Gözlerini parlatacak her şey için savaşmayı seviyorum."

İçindeki gerginlik bir anda tuzla buz oldu ve kalbim tekledi.

"Kahvaltıda o gün ne yapacağını nefessizce anlatırken onu dinlemem gözlerini parlatıyor, akşamları onu fakülteden aldığımda bana doğru gülerek koşuyor. Eli çok terleyince resim çantasını tutmamı istiyor, ona yemek yaptığımda bir sürü mırıltı çıkartarak kocaman gülüyor. Dışarıda gördüğüm her çiçeği onun için kopardığımda hoşuna gidiyor ve bana onu dünyadaki bütün böceklerden koruyacakmışım gibi korkarak koşuyor." derken başını kaldırıp hyunga baktığında gözleri pasparlak ve kendinden emindi "Belki basit şeyler gibi görünebilir söylediklerim ama bu hisleri bir daha asla kaybetmesin, gözleri bana bakarken hep parlasın diye elimden geleni yapmak istiyorum."

Salondaki havanın değiştiğini hissettim. Daha doğrusu benim için değiştiğini hissettim. Çünkü konuştuğu süre boyunca her kelimesindeki o içten ifadeyi kalbimde hissettim ve gözlerindeki tarifi imkansız ışıltıyı gördüm. Ondan bana doğru akan tüm hisler gerçekti, Jungkook'un bunu kelimelerle ifade etmesine bile gerek yoktu. Bütün duygularına hakimdim ve orada yüreğime böylesine bir aşkla dokunması neredeyse beni ağlatacaktı.

Onu öpmek istedim, gerçekten, gözlerinin içine bakarak bana bu kadar iyi hissettirdiği için teşekkür edip onu sevdiğimi söylemek ve öpmek... Ancak tabii bu an çok kısa bir süreydi ve yapamamıştım, Seokjin hyung bu anı tek bir cümleyle bozmuştu.

"Sen az önce Taehyung mu dedin? Kendinden büyüklere isimle hitap etmemen gerektiğini öğretmediler mi sana? Hyung diyeceksin hyung."

Jungkook bir anlık boşlukla "Ne?" diyerek soruverdiğinde hızlıca araya girdim "Hyung bizim ilişkimiz var bilmem farkında mısın?"

Jungkook kendini topladığı anda yerinde dikleşti ve kalçasını banktan kaldırarak havada birkaç kez eğildi hem bana hem de hyunga doğru "Haklısınız seonsaengnim... özür dilerim. Taehyungie hyung, demem gerekirdi."

Gözlerim büyüdü ve biraz... Tuhaf hissettim. Neden böyle olduğu hakkında fikrim yoktu ve kelimeler ağzından çıkarken yüzümün nasıl bir hal aldığından emin değildim ama kalbim heyecandan teklemiş, midemde ufak çaplı bir fırtına kopmuştu.

Kendime engel olamadım ve Hyung'un bize baktığını bildiğim halde Jungkook'a dönüp istemsizce göz göze geldim. O da bana bakıyordu. Gözlerinde bana hyung kelimesini demesinin bıraktığı heyecanı anladığına dair bir parlaklık vardı. Elinden gelse, bir kez daha söyleyip yanaklarımı kızartacak bir şeytanlık vardı ifadesinde. Ancak tabii yapamadı, çünkü hyungun telefonu salonu doldurarak dikkatleri üzerine çekti.

Seokjin hyung burnundan sesli bir soluk verip ceketinin iç cebinden telefonunu çıkardı ve ekrana kısa bir bakış attıktan sonra ayağa kalkarak pencerenin önüne ilerledi.

Kiminle konuşuyorsa, sesi biraz önce olduğundan daha yumuşaktı "Efendim... Çabuk bitmiş işin, çıkıyorum ben de şimdi." dediğinde bize doğru dönüp eliyle boynunu sıvazladı ve devam etti "Tamam, haber veririm geldiğimde."

Telefonu kapattığında bakışları yeniden üzerimize döndürdü ve ikimiz de meraklı bakışlarımızı yere indirerek oturduğumuz yerde dikleştik. Bakışlarının ikimizin arasında gidip geldiğini hissediyordum ve bu yüzden tek kelime edemiyorduk.

Hyung uzunca bir süre baktıktan sonra söyleyecek bir şey bulamamış olmalı ki işaret parmağını bize doğru tehdit eder gibi sallayarak "Şimdi gidiyorum, ama bu iş bitmedi." dedi ve kapıya dönmeden önce Jungkook'a gözlerini kısarak, özellikle ona yönelik konuştu "Senden hiç hoşlanmadım dallama, ensendeyim. Tek yanlış hareketinde parmaklıkları boylarsın."

Peşinden kapıya doğru koşturdum ve ayakkabılarını giyerken kapıyı açıp onu "Hyunglar hyungu, canım hyungum! Seni çok özlemişim yine gel ama haber ver bu sefer tamam mı, dikkat et kendine, görüşürüz canım hyungum." diye yolculadım.

Kapıyı kapattığım anda üzerimden büyük bir yük kalktı ve alnımı kapıya yaslayarak derince bir nefes aldım. Dünyanın en en en, en kötü tanışmasıydı. Hiç böyle hayal etmemiştim, en kötü dışarıda el ele yakalar sanıyordum ama Jungkook'un kızgınlığı sonrası bir tanışma... Aman tanrım, korkunçtu.

"Geldiğimden beri söyleyeceğim, ne kokuyorsun sen?"

Ben orada dünyanın en kötü tanışmasının acısını çekerken Jungkook boynuma doğru eğilmiş hyung yüzünden ıslak mendille sildiğim boynumu koklayıp yüz buruşturuyordu. Alfalar bazen dünyanın en dertsiz tasasız insanı gibi oluyorlardı ve bütün yükü omegalar üstleniyordu.

Elimle alnına bir tane vurdum ve boynumdan uzaklaşmasını sağladım "Of yapma, konumuz bu mu?"

"Islak mendil gibi kokuyorsun ama ne yapayım." derken karşımda boncuk boncuk bana baktı.

"Jungkook?!" hemen dudak büzüp omuzlarımı düşürdüm, biraz da umursamaz oluşuna bozulduğumu belli edecek bir şekilde tavır takındım. Çünkü daha kalbim bile normal ritmine dönmemişti ama o hiçbir şey olmamış gibi karşımda gülüyordu "Biraz önce ağabeyimle korkunç bir tanışma yaşadık, farkında mısın?

Jungkook bir adım geri giderek durumu daha da normalleştirircesine kollarını iki yana açtığında göz devirdi ve omuz silkti "Saçmalama, bana bayıldı. Bence onunla harika anlaşacağız."

"Gerçekten hiç komik değil."

Kaşlarımı çatıp yüzüme daha ciddi bir ifade kondurduğumda gülümsemesi hafifçe silindi ve daha yumuşak bir ifadeyle bakmaya başladı. Sıcak eli usulca havaya kalkıp yanağıma dokunduğunda baş parmağıyla tatlı tatlı okşayıp diğer elini de belime dolayarak beni kendine hafifçe doğru çekti. Doğruca göğsüne yaslandım ve kokusunu solurken boynumdan hafifçe öpmesine izin verdim.

"Seni rahatlatmak için şaka yapıyorum yavrum." derken parmaklarından biri saçlarımın arasına süzülerek hafifçe masaj yapmaya başlamıştı "Ağır sıçtığımın farkındayım, adama resmen dangalak dedim."

"Dünyanın en saçma tesadüfü."

"Evet, öyle. Insoo'yu ya da ablamları adamın biri gelip de önümde şak diye öpse, üstüne bir de bana küfür etse muhtemelen içimden Hulk falan çıkardı. Hyungun az bile yaptı bence, için rahat olsun."

Başımı kaldırıp ona baktım ve "Öyle mi diyorsun?" dedim dudaklarımı büzerek.

"Öyle tabii, ben de bir ağabeyim, ne hissettiğini anlıyorum."

Kelimeleri içimi ısıtmış ve beni o kadar iyi rahatlatmıştı ki gülümseyerek kollarımı belinde biraz daha sıkılaştırdım ve göğsünün ortasına bir öpücük kondurdum sweatinin üzerinden. Hafifçe kasıldı ve başımın tepesinden öperek tıpkı benim gibi kollarını sıkılaştırdı.

"Normalde de böyle gıcıktır ama sana ekstra gıcıktı." dedim Jungkook'un söylediği her şeye bulduğu her kılıfları hatırlayarak "Kendisi evde kaldığı için kıskanıyor beni, kabullenemiyor."

"Hyungunun sevgilisi yok mu?"

Sesindeki şaşkınlık yüzünden başımı kaldırıp çenemi göğsüne yaslayarak ona aşağıdan doğru baktım ve sordum "Yok, neden sordun?"

"Üzerinde baskın bir alfa kokusu vardı da... Dikkatimi çekti."

"Onu hiç alfalarla takılırken görmedim."

Bir an için düşündüm ama aklıma hiç şu diyebileceğim bir örnek gelmemişti. Seokjin hyungu omega hariç hiç başka bir türle görmemiştim.

"Bana öyle geldi o zaman." derken sesi hala kafasını karıştıran bir şey var gibi çıkmıştı ama bu kısa sürdü. Yüzündeki şüpheci ifade yerini aklındaki edepsiz düşüncelere bırakmış olmalı ki beni kalçalarımdan tuttuğu gibi havaya kaldırdı ve bacaklarımı beline dolamamı sağladı. Ardından ise ben ona tutunurken pencereleri hızlıca kapatıp "Şu ıslak mendil meselesini çözmemiz gerek." dedi.

"Ya hayır!"

"Sus bakayım, alfanı dinle."

"Sıkıyorsa dinlet."

"İnletmeyi tercih ederim."

"Yaaa-ahh!"

Beni bırakması için gülerek çığlık atarken kendimi omzunun üzerine atılmış bir halde buldum. Sırtına, kalçasına ve vurabildiğim her yere vurdum ancak bana mısın demedi. Bir an da sırtındayken bir anda kendimi odamızdaki yatakta, onu da üzerimde buldum.

Gülüşmelerimiz, odanın dört bir yanına doldurdu ve elleri belimde, dudaklarında yüzümün her noktasında gezindi. Kahkahalarla onu kendimden uzaklaştırmak için çabamı her seferinde "Dur bak şurada da ıslak mendil kokusu var." diyerek ekarte etti.

Hyungla olan karşılaşmadan sonraki aşırı gergin ve telaşlı halimi, elleri ve öpücükleriyle anımda yumuşatmıştı. Varlığı, öyle güvenli, öyle sarsılmazdı ki, düşünmeye bile fırsat bırakmıyordu bana. Tıpkı söylediği gibi, gülümsemem için bütün sevgisini kullanarak savaşıyordu.

Boynumda dolanan dudakları yavaşlayıp yukarıya, dudaklarıma çıktığında öpüşleri biraz yavaşlayıp temkinli bir ritme girdi ve dudaklarımız arasındaki temas ciddileşti. Önce kahkahalarımız dindi, yerini mırıldanmalara bıraktı, sonra da nefeslerimiz sıklaştı. Parmakları belimi kavrayarak yatakta kendini bana bastırırken ben de ellerimle saçlarını kavradım, öpüşmemizi biraz daha derinleştirdim.

Bu kadar yoğun duyguların arasında öpüşmelerimiz, ısırıklara, ısırıklarımız da kıyafetlerimizin odanın bir noktasında kümelenmesini sağladı. Apartmanın girişine asılan duyurunun hakkını vereceğimiz bir sevişmenin içine girdiğimizdeyse çoktan bilincimi yitirmiş, saatin kaç olduğunu umursamadan bitmiş bir halde Jungkook'un kolları arasında sızmıştım.

Sabah uykumun en derin yerinden zıplayarak kalktığımda yatakta doğrulup etrafa bakındım. Jungkook da aynı şekilde kalkmış direkt bana dönmüştü. İkimiz de gürültünün sebebini anlamaya çalışıyorduk. Kafein bile yatağın ucunda başını kaldırmış anlamlandırmaya çalışmıştı.

Kapı ikimizi de zıplatacak kadar sertçe yeniden yumruklandığında Jungkook "Saat kaç?" diye sorarak üzerimden komodine uzandı "Altı buçuk. Kim olabilir bu saatte."

Aklıma tek bir seçenek geliyordu ve bu beni biraz sinirlendirmişti "Eğer hyung geldiyse bu sefer onu mahvederim."

Jungkook üzerine tişörtünü geçirip bana da bir tane attı hemen "Sen giy bunu ben açarım."

Jungkook kapıyı açmak için yürürken ben de peşinden giyinerek onu takipledim ve duvarın köşesinde sessizce bekledim.

Kapı tekrar yumruklandığında Jungkook'la göz göze gelmemiz içimdeki öfke sıkıntıya dönüştürdü ve duvarın köşesinden alfaya açması için başımı salladım.

Jungkook kapıyı açtı ve gelen kişiye kaşlarını kaldırarak şaşkınca baktı sessizce. Sonra baktığı kişinin sesi titrekçe içeriye doldu.

"Taehyung nerede?"

Jimin.

Titrek sesini duyuşumun saniyesinde öne atıldım ve "Jimin?" diyerek gözlerimi üzerinde gezdirdim.

Bir hayalet gibi duruyor, dümdüz karşıya bakıyordu. Üzerinde dün gece fotoğrafını attığı kot ve beyaz fırfırlı gömlek vardı ancak son derece özensizce giyilmiş görünüyordu. Ağzını kapatan siyah maskeyle başına taktığı siyah şapka yüzünü gizlemeye çalışmıştı ancak gözlerindeki kızarıklık belli oluyordu.

Kolundan tutarak onu içeri çektim ve oturması için banka doğru çekiştirirken Jungkook'un hafifçe Jimin'in sırtından destekleyişine teşekkür ederek bakarak Jimin'e "Ne oldu, iyi misin? Anlat bana." dedim ama sesimin endişeyle çıkışını durduramadım.

Jungkook onu banka oturttu ve yanına geçerek sessiz gözlerle izledi. Ben de karşısında diz çöktükten sonra elimle maskesini indirip rahatça nefes almasını sağladım. Sonra da sabahın soğukluğunda buz kesmiş ellerini avcumun içine alarak ovuşturdum.

"Mimi..." derken onu korkutmamak, biraz da olsa endişesini körüklememek için sakince yaklaşmaya çalışıyordum "Neden konuşmuyorsun? Bir şey olduysa bana her zaman anlatabilirsin, biliyorsun."

Göz kapakları hafifçe titreşti ve yutkunduktan sonra şok ifadesinden sıyrılmış gibi irkilerek bana baktı. Ardından ise dudaklarını hafifçe aralayıp kekeleyerek "B-bir şey... Bir şey oldu." dediğinde ellerini ellerimin arasından çekti.

Ne yaptığını ya da neden geri çekildiğini anlatması için ona biraz zaman tanıdım. Jimin tereddütle elini gömleğinin ucuna götürdü ve usulca sıyırdı.

Pantolonunun köşesinden başlayarak belinden yukarıya, kaburgalarına doğru kıvrılarak ilerleyen derisine işlenmiş beyaz, ortalarında mora çalan damar damar çatlaklarla minik çiçekler vardı. Taç yaprakları derisinin içine öyle güzel işlenmişlerdi, öyle güzel, canlı bir şekilde parlıyorlardı ki ilk başta ne olduğunu anlamadım ama sonra...

Gözlerim büyüdü ve kalbim küt küt atmaya başladı. Aklımdan tek bir cümle geçti. Ne ben ne Jungkook ne de o konuştu ama üçümüz de ne olduğunu biliyorduk. İki kişinin arasında kurulabilecek, sadece derilerine değil de ruhlarına işlenen, yalnızca gerçek bağ ile ortaya çıkan işaretti...

Ruh eşi çiçekleriydi...

 

***

ResimLink - Resim Yükle

Chapter 35: gerçek çiçekler ve sevgiyi kalıplaştırmak

Chapter Text

ResimLink - Resim Yükle

Çiçeklerimin ilk çıktığı anı hatırlıyordum... Önceki günün akşamında çok içtiğim için kurumuş bir ağız ve felaket şekilde zonklayan bir baş ağrısıyla uyanmıştım. Her hareketim eklem ağrılarıyla birlikte yüzümü buruşturmama sebep olmuştu ve uykumun kalıntılarını kendimi esneterek yok etmeye çalışırken bedenimde bir tuhaflık hissetmiştim. Omzumun arkasında hafif ancak keskin bir sızı, yanma hissi vardı.

İlk başta anlamadım ancak kollarımı gerdikçe yayılan rahatsızlık hissi yüzünden elimi sızlayan omzuma götürdüğümde ise tenime oldukça yabancı gelen kabarık bir şekil hissetmek benim için beklenmedik hisler oluşturmuştu. O an yaşadığım şokla kalbim hızla çarpmış ve zihnimi zorladığımda karşılaştığım koskocaman boşluk beni telaşlandırmıştı. Hemen yatakta diğer tarafıma, Suho'ya bakmıştım ve göğsüne kadar çektiği battaniyenin köşesinde, tam kaburgasının orada mora çalan bir gölge görmüştüm. Bu beni gerçeklerle yüzleştiren ilk andı.

Kalbimi yerinden çıkartacak kadar saf bir mutlulukla ve titreyen ellerimle battaniyeyi indirdiğimde karşılaşmıştım onlarla. Daha önceleri sadece okulda anlatılanlar kadar bildiğim ve yakın çevremde, annemle babamda bile olmayan ruh eşi çiçekleriyle karşılaşmak beklediğim bir şey değildi çünkü bu çok yabancı bir histi. İki kişi arasında olan, bilimin bile henüz net bir şekilde tarif edemediği bağdı. Ve ben o anı hatırlamıyordum.

Hafızamı zorladım, gerçekten alkol aldığımdan itibaren gecenin sonuna doğru bütün anılarımı düşündüm ancak bir yerden sonra her şey bir hiçlikten ibaretti. Omegamla o ana dair hiçbir şey hatırlamadığımız için istemsizce üzülmüş ve biraz da karışmıştım. Çünkü ileride bu an yaşanırsa duygularının aklımdan hiç çıkmayan bir anı olarak kalmasını istemiştim her zaman. Ancak yine de onlara sahip olduğum için heyecanlı ve mutlu olmanın hakkım olduğunu düşünerek heyecanımı düşürmemeye çalışmıştım.

Yataktan eklem ağrılarımı önemsemeden düşercesine kalkarak çiçeklerime tam anlamıyla bakmak için aynaya ulaşmış, omzuma bakmıştım. Canlı, mor renkte çiçekler tenimde özenle işlenmiş bir şekilde oradaydı, inanılmazdı ve çok güzellerdi. Parmaklarımı korkarak kızarık yüzeye değdirdiğimde onlara dokunmanın bana hissettireceği şeylerden neredeyse emindim ancak öyle anlatılanlar gibi içime bir titreme yayılmamıştı ya da Suho'da bir hareketlenme olmamıştı. Bu yüzden omegam da şaşkındı, bana defalarca hayır, bu olmamalı, bu çok yanlış, bu hisler doğru hissettirmiyor Taehyung dediğinde ona çiçeklerimi gösterip büyülenmiş bir şekilde hayır bak, oradalar diyerek baskılamış, reddettiği her kelimesini görmezden gelmiştim.

Tek düşünebildiğim, bana ne kadar çok yakıştıklarıydı ve bunu Suho'nun da görmesini istemiştim. Hemen yanına koşarak heyecanıma şahit olsun, çiçeklerimizi görsün diye, huysuzlaşacağını bile bile onu uyandırmaya çalışmıştım. Beklediğim gibi ilk tepkisi elimi ittirip onu rahat bırakmamı söylemek olsa da ısrarlı çekiştirişimle gösterdiğim ruh eşi çiçeklerimize şaşırmıştı. Bana sarıldı, hatta öptü ve aşkımızın ne kadar saf olduğunu, bu yüzden ruh eşi çiçeklerimize, menekşelere sahip olduğumuz için mutlu olduğunu söyledi. Gözlerinde benimki gibi bir heyecan görmemiş olmak göğsümde bir sızı bıraktı ancak yine de ona heyecanla gülümsemeye devam ettim. Bana sıkıca sarılışına karşılık verdim, kulağıma çiçeklerimize iyi bakmamız gerektiğini fısıldayışına inandım. O an ona gerçekten inanmıştım. Bizim için her şeyin iyi olabileceğini düşünmüştüm, ufak sorunlarımızın bile çözüleceğini düşlemiştim ancak işler beklediğim gibi gitmemişti.

Beni seven ve çiçeklerimize bakmamız için çabalayacağını söyleyen adamın katlanabildiğim huyları günden güne daha da kötüleşmiş, onu iğrenç, manipülatif bir insana dönüştürmüştü. Yaptığı şeylerin hepsi öz benliğime olan saygımı yitirmemi sağladığında ise çok geç fark etmiştim bana verdiği zararı.

Çok sevdiğim çiçekleri banyo yaparken kazıyarak çıkartmak için uğraşmıştım. Çıktığımda ise pişman olup ağlayarak onları çok seveceğimi, bir daha zarar vermeyeceğimi defalarca tekrar etmiş, onları benimsemeye çalışmıştım. Bu yüzden bende bıraktığı enkaz büyüktü, kendimi tüm bunlarla başa çıkabilirim sanmıştım ama her seferinde Jungkook'la olan ilişkimin önüne geçmesine engel olamamıştım. Jungkook bana karşı ne kadar iyi ve sabırlı olursa olsun Suho'nun bende yarattığı bu enkazın şu anki ilişkimize verdiği zararından nefret etmiştim. Ama tüm bunları atlatırken yanımda Jungkook olduğu için, bana bütün güzellikleri yaşattığı için, bana olan sevgisinden bir an bile şüphe ettirmediği için mutluydum.

Şimdi Jimin'in kaburgalarına doğru zarif bir şekilde uzanan minik, beyaz ve taç yapraklarında mor çatlaklar bulunan çiçeğe baktığımda eski hislerim yüzünden sarsıldım. İlk düşüncem, ben çiçeklerimi ilk gördüğümde ona anlatmak için evine koşmuştum ancak Jimin buraya geldiğinde heyecanlı değildi ya da mutluluktan gözleri parlamıyordu, tam aksine gözlerinden ağladığı belli oluyordu ve fazlasıyla da şok içindeydi. Üzerinden yayılan Namjoon'a ait olan feromonlardan ve boynundaki kızarıklıktan işaretlendiği belli oluyordu. Bu da gece bir şeyler yaşanmış olma ihtimalini doğruluyordu. Bu yüzden korktum, reddedildiğini ve benim yaşadığım hayal kırıklıklarını onun da yaşayacağını düşünerek endişelendim.

Bakışlarımı ruh eşi çiçeklerinden yukarıya, neredeyse dolu olan gözlerine çevirdim ve bana ne yapacağını bilemeyen bir ifadeyle bakan arkadaşım için bir çözüm aradım ancak dudaklarımı aralamaktan başka bir şey yapamadım.

Jimin bu kararsız halimi gördüğünde hafifçe yutkundu ve burnunu çekerek gözlerini kırpıştırdı. Akmayı bekleyen yaşları, aşağıya minik bir damla şeklinde süzüldü ve tek nefeste "Ne yapacağım?" diye fısıldadı.

Açıkçası ben de bilmiyordum, eğer benim yaşadıklarımı yaşayacaksa yanında olup ona destek vermek için elimden geleni yapardım ama bu birinin vereceği destekle kolayca atlatılabilecek bir şey değildi. Çok ama çok canı yanacaktı.

Ne yapacağımı ve ne söyleyeceğimi şaşırmış bir şekilde gözlerimi Jimin'den Jungkook'a çevirdiğimde o da en az benim kadar karışmış görünüyordu ama bunu benim halletmem gerekiyordu. Bu yüzden kendimi toparlamak için sırtımı dikleştirip Jimin'in gömleğini kaldırdığı elinden tutup dikkatlice çiçeklerini kapattım ve yanına oturarak ona sıkıca sarıldım.

"Mimi..." derken sesim biraz tereddütlüydü ve bu kadar üzgün olmasının sebebinin düşündüğüm şey olabilme ihtimalinden korkuyordum ancak yine de sordum "Sana bir şey mi söyledi çiçeklerinizle ilgili."

Yanağını omzuma yasladı ve kollarını sıkıca belime dolayarak sessizce fısıldadı "Hayır. Ben... ben sabah kalktığımda kaçtım."

Jungkook benden önce davranarak "Hiç konuşmadınız mı yani? " diye sorduğunda Jimin kendini geri çekip ellerini kucağında birleştirdi ve başını öne eğerek cevapladı "Hayır, konuşmadık."

Neden bilmiyorum ama bu beni biraz da olsa rahatlattı çünkü en azından şu an için sorun sadece korkmasıydı. Yani hala ufak da olsa bir ihtimal vardı her şeyin toparlanması için.

"Neden kaçtın peki, bir şey mi oldu, ondan kaynaklı bir şey mi hissettin?"

"Bilmiyorum..." beni cevaplarken eliyle yanağındaki ıslaklıkları temizleyip burnunu çekti "Benimle düne kadar ilgilenmiyordu bile, biliyorsunuz, ilgimi açık açık gösterdiğim halde yüzüme bile bakmadı aylarca. Dün de çok güzeldi, aylardır yüzüme bile bakmayan biri için iddialı cümleler kurdu ve işte sonra yattık. İçim titredi, göğsümde bir başkasının kalbini hissetmek, ruhunun ruhuma dokunuşu... Nasıl anlatmam gerektiğini bilmiyorum çünkü hayatımda hiç böyle bir his tatmadım. Çok garipti, bir o kadar da güzel. Sabah kendime geldiğimde tam anlamıyla idrak ettim aslında, ben... Ben bilmiyorum, çok etkilendim ondan ama beni bu kadar görmezden gelen bir adam için ruh eşi olma fikri... Ya kabul etmezse diye düşündürttü, bu düşünce yüzünden kaçmak istedim."

"Namjoon hyung düşündüğün gibi bir alfa değil. Evet, biraz garip olabilir ama onu çözdükten sonra uzlaşmak oldukça kolaydır."

"Onu sizin kadar tanıyacak vaktim olmadı."

Jungkook Jimin'in kucağındaki elinden birini tuttuğunda sessizce onu göğsüne doğru götürdü ve yasladı "Sen onu kimsenin tanımadığı şekilde tanıyorsun Jimin, tam burandan. Omegan, alfayı tanıyor, en önemli parçan, ruhun onu biliyor. Çiçekleriniz çıkmadan önce mutlaka bunu hissetmiş olman gerekiyor."

Jungkook'un çiçekler hakkında bu kadar net ifadeler kullanarak Jimin'i rahatlatmaya çalışması biraz da olsa işe yaramış olmalı ki, Jimin, bakışlarını doğrudan Jungkook'a kaldırıp bir süre baktı "Öyle mi diyorsun?"

Jungkook ona hafifçe gülümsedi ve başını hafifçe onaylar gibi ona inanması için salladı "Öyle tabii."

"Ama ya istemezse?"

"Bunu konuşmadan bilemezsin." diyerek hızlıca boştaki elini tutup sıktım ve bana baktığında gülümseyerek devam ettim "Kendi ağzınla söylüyorsun, korktuğun için kaçtın ama belki de kaçmanı gerektirecek bir şey yoktur ortada."

"Bunu sana umut vermek için söylemiyorum Jimin ama Namjoon hyung'un daha önce birine kokteyl yaptığını görmediğim gibi evine çağıracak kadar yakınlaştığı birini de görmedim. Yani nasıl desem... Namjoon hyung sana karşı bir şeyler hissetmese bu şekilde davranmazdı."

Jungkook'un temkinle kurduğu cümleye karşılık gözlerine baktığımda o da bana baktı ve birbirimize hafifçe gülümsedik.

Bu sırada da Jimin'in feromonları hafifçe rahatladı ve eskisi gibi tatlılaşmasa da biraz düzeldi denilebilecek hale geldi. İşte o zaman manolya kokusunda ona ait olan bir başka kokuyu, Namjoon'u hissettim. Belli belirsizdi ama oradaydı ve o kadar uyumluydu ki..

Jimin derince bir nefes alarak başını sallayıp gözlerini sildi ve başını omzuma doğru düşürdü. Ona sıkıca sarıldım ve saçlarından öperek omzunu okşadım. Bir süre böyle nefesi düzene girene kadar oturunca dinlenmesi için ona "Biraz uyumak ister misin?" diye sordum.

İlk önce tereddüt etti ama sonra başını sallayıp odaya götürmeme izin verdi. Ona temiz kıyafetlerimden verdim, giyinmesine yardım ederek tekli yatağa yatırdım. Sonra yorganı güzelce üzerine örtüp uyuması, yalnız kalması için odadan çıktım.

Kapıyı kapattığımda içimde garip bir ağırlık oluştu. Elimi istemsizde göğsüme götürüp oradan boynuma ilerlettim ve derince bir iç çekerek gözlerimi kapattım. Jimin'in gözyaşları sanki benim kalbime düşmüş gibi canımı yakmıştı. Sessizliği, gözlerindeki kararsızlığı ve çektiği içsel acı... O kadar tanıdıktı ki, bir zamanlar olduğum kişiyi görmek yıkım gibiydi.

Bu yüzden Jimin'in yaşadığı her korkuyu, her kaçışı ve her tereddütü anlıyordum. Onu yalnız bırakmak istemememin sebebi sadece endişem değildi. Kendimden, geçmiş tecrübelerimden korumak istiyordum onu çünkü ne kadar canımı yaktığını biliyordum.

Huzursuzlukla dolan göğsüm, kısa süreli bile olsa varlığını hissedemediğim alfamın ortada olmayışıyla biraz daha artarken gözlerimi aralayıp yaslandığım kapıdan çekildim ve salona adımladım. İçeride sadece Kafein'in kuru mama yerkenki sesi vardı ama balkona açılan perdenin hareket ediyor oluşu yüreğimi ferahlatmaya yetmişti. Bir yere gideceğinden değil ama yine de baktığım yerde üzerimden ayırmadığı gözlerini görmek, yanağındaki çukurun sahibi olmak bana huzur veriyordu.

Askıdan ceketimi alıp Kafein'in başını okşadım ve seri adımlarla balkona, yanına çıktım. Kapı açıldığı anda oturduğu mermerden bana doğru bakıp sigarasını üfledi. Dudakları iki yana kıvrılırken sabah serinliğinin hafif rüzgarı, dağınık saçlarını uçuşturuyor ve tutamların yüzünü okşamasını sağlıyordu. Üzerinden yayılan tatlı feromonlar ise bir süre burnumdan gitmedi.

Hızla karşısındaki kırık koltuğa yerleştim ve çıplak ayaklarımı kucağına koydum, o da ceketiyle üşümemem için ayaklarımı sararak sigarasını bana uzatıp yeni bir dal yaktı.

Dumanı içime çekip ciğerlerime ulaşmasını sağlayıp üfledim ve keskinliğinin burnumu yakmasına hafifçe yüzümü buruşturup dışarıya bakındım. Binaların arasından şehrin yavaş yavaş uyanan hareketliliğini düşünceyle izledim.

"Ne düşünüyorsun?" Jungkook ayak bileğimi dairesel hareketlerle okşayarak bana sorduğunda hafif, durgun bir gülümseme kondurdu dudaklarına ve bir duman alarak sigarasını çatırdattı.

Omuz silktim ve "Bilmiyorum." dedikten ve bakışlarımı bileklerimi ovalayan ellerine çevirdim "Sence Namjoon hyung, Jimin'i kabul edecek mi?"

Bu soruyu sorarken sesimdeki kararsızlığa engel olamadım. Kelimelerin dudaklarımdan dökülmesiyle birlikte Jungkook'un ayak bileğimdeki parmaklarının hareketi duraksadı. Nefesinin ritmi bile o anda değişmişti ve sanki vücudu bir anlığına kilitlenmiş, içinde bastırmaya çalıştığı fırtınayı dizginlemek için bir mücadeleye girmişti.

Başımı kaldırıp ona bakma gereği duydum. Yalnızca meraktan değildi, göğsümdeki baskı da ona bakmamı işaret etmişti. Ancak cesaretle baktığımda ve göz göze geldiğimiz anda kendimi sebebini anlayamadığım bir şekilde suçlu hissettim.

Bunun sebebinin gözlerinde o an, söylenmemiş bir sürü cümle, hatta gizli bir kırgınlık görmek olduğunu düşünüyordum. En çok da... Tanıdık bir yalnızlık oluşundan. Ama gördüklerim ve hissetiklerim sadece bununla sınırlı değildi. Alfasının güçlü enerjisinin ilk kez sessiz bir frekans gibi tenimde dolaşıp omegamı dürttüğüne şahit olmuş, biraz bocalamıştım.

Birbirimize kısa sürekli bakışmamız hislerimin yoğunlaşması ve Jungkook'un bakışlarını kaçırarak bir duman sigara çekip ayak bileğimi okşamaya dönmesiyle son buldu. Ardından şiddetli bir fırtınada olduğunu hissetmesem normal diyebileceğim bir sakinlikle konuştu.

"Sana kabul etmeyeceğini düşündüren şey ne?"

"Namjoon zor birine benziyor." derken hafifçe omuz silktim "Jimin'in de dediği gibi aylardır üzerine düştü ona rağmen tek bir iletişimleri olmadı ve şimdi de aniden çiçeklendiler. Namjoon için kabul etmesi zor bir durum olabilir. Aksi durumu düşünmek istemiyorum ama eğer kabul etmezse Jimin fazlasıyla üzülecektir."

Nedense cümlemi bitirdiğim anda yanlış bir şey söylemişim gibi hissettim ve bu his Jungkook bakışlarını yeniden bana çevirdiğinde daha çok kuvvetlendi. Çünkü feromonları fark edilir bir şekilde değişti ve bastırmaya çalıştığı tüm duygular, sessiz bir yankı gibi omegamda karşılık buldu. Bu tanıdık baskı beni beklemediğim anda beklemediğim bir şekilde yaraladı ama en çok, dudaklarından dökülen o soru, beni bütünüyle paramparça etti.

"Peki sen... Hala üzülüyor musun?"

"Jungkook, öyle söylemek istemediğimi bili-."

"Öyle söylemek istemediğini biliyorum, omega. Sadece evet ya da hayır demeni istiyorum."

"Hayır. Hayır üzülmüyorum." dedim kararlılıkla.

Jungkook'un gözlerinin içi bir anlığına yumuşadı ama tam olarak rahatlamış değildi. Hala hem onda hem de alfasında bir huzursuzluk vardı. Söylediğime inanmak istediğini hissedebiliyordum. Ve bu... bu his , onu tam anlamıyla ikna edememek beni olması gerekenden fazla bir telaşa sürüklemişti çünkü biliyordum, o gün kavga ederken söylemişti. Bana çiçek veremeyecek oluşu onu mahvediyordu bu yüzden söylediğim şeyin onda yarattığı yük acı vermişti.

Ayaklarımı kucağından çekip koltuğun ucuna ilişerek elimi yanağına yasladığımda onu hızlıca öptüm ve geri çekilerek parmak uçlarımı elmacık kemiklerinde dolandırdım. Sonra da kaşlarımı kaldırıp bana inanması için bir kez daha kararlılıkla konuştum.

"Yemin ederim ki üzülmüyorum, Jungkook. İnan bana doğru söylüyorum."

"Peki, öyle diyorsan öyledir." derken yanağında duran elimi alıp avuç içimden öptü ve gülümsedi. Sonunda dudaklarına kondurabildiğim gülümsemesi içimi rahatlattı. Sonra sigarasından bir duman geçip başını yana doğru çevirerek dumanı dışarıya üfledi ve külü kutuya doğru silkeledi "Jimin ve Namjoon hyung hakkında endişelenmene gerek yok. Çoktan birbirlerini kabul ettiler zaten."

"Peki sen neden böyle düşünüyorsun?" diye sorduğumda bu kadar kendinden emin konuşmasını anlayamamıştım ve ekleme yaparken yeniden yanlış bir şey söylememeye dikkat etmiştim "Yani, çiçeklerin açması birbirlerini kabul ettikleri anlamına gelmiyor, biliyorsun, daha denemediler bile... Her zaman reddetme gibi bir seçenek var."

"Ruh eşi olmak, ruh eşi çiçeklerine sahip olmak bu kadar basit değil." kelimelerini sakin ve özenlice seçerken elimi ellerinin arasına aldığında gözlerimi kırpmadan ona bakıyordum. Çünkü, bilmiyorum, söylediği şeyler ve bunu yaparken kullandığı kelimeler kulağa o kadar hoş ve güzel geliyordu ki kalbime dokunuyordu.

Jungook, parmak uçlarını avcumun içine dokundurup gözlerini benden ayırmadan devam etti "Birini ilk kez görebilirsin, ama ruh eşini görmezsin, tanırsın. Ona kalbinin en kör noktasından aşık olman için bir kez bakman yeterlidir." sonra parmaklarını bilek içime doğru ilerletti ve adeta dokunuşlarıyla içimin titremesini sağlayarak minik, içten bir gülümseme kondurdu dudaklarına, ardından ise devam etti "Yani, her temas ve her arzuyla çiçekler çıkmaz. Önce ruha, gerçekten aşık olduğunu inandırmalı, sana güvenmesini sağlamalısın. İşte o zaman ruh, bütün evrenlerde birbirini tamamlayan eşler olduğunuzu anladığı anda çiçeklerin kökleri, ruhu güçlüce sarar. Gerçek bir çiçek, nasıl köklerini toprağa geçirerek hayat bulup filizleniyorsa, ruh eşi çiçekleri de eşlerin tenine tutunarak hayat bulur."

Kelimeleri havada asılı kalarak kulaklarımda bir uğultu bıraktı ve havanın ağırlaştığını hissettim. Bir süre hiç hiçbir ses duyamadım, ne arabaların sesleri, ne havadaki rüzgarın uğultusu, hiçbiri bana ulaşmadı ama kelimeleri ruhumun derinlerine dokunup zelzele yarattı. Söylediği şeyler o kadar nettti ve o kadar inanç doluydu ki içimden geçirdiğim tek şey, ben hiç böyle hissetmedim olmuştu. Bu da göğsümde ince bir sızıya neden olmuştu.

Çünkü Jungkook'un tanımladığı bütünlüklü bağın bende bir karşılığı yoktu. Hissettiklerini hissetmiş miydim, evet, belli hisler elbette vardı ama bu kadar gerçek ve bu kadar diri değildi. Konuşurken kullandığı kelimeler bile içimdeki eksik yerleri tamamlamıştı ama zihnimdeki hiçbir anıda o gün tamamlanan bir şey yoktu.

Jungkook, gözlerimiz hala birbirine kenetliyken bileklerimde dolaştırdığı parmaklarını yeniden avcuma doğru ilerleterek yavaşça tuttuğunda bütün bedenim karıncalanmıştı. Sanki, sanki bana dokunurken ruhumdan izin alıyordu ve ona izin verdiğimden emin olduktan sonra devam ediyordu.

Tuttuğu elimi yumuşak bir hareketle göğsüne doğru çekip avuç içimi tam sol tarafına, kalbinin üzerine yerleştirdi ve oraya elimi sakince bastırdı.

Birkaç kere gözlerimi kırpıştırdım ve sakince nefeslenerek ne yaptığını anlamaya çalıştım. Sonra bir şeyin beni çektiğini hissettim, ne olduğunu anlayamadım, dudaklarımı aralayarak elimi çekmek istedim fakat Jungkook'un sakin sesi beni durdurdu.

"Çiçekler, bedenin değil, ruhun..." diyerek elini göğsüme yeniden sıkıca bastırdı "Tam buranın verdiği bir tepkidir. Gerçek aşkın başlangıcı değil, kanıtıdır, omega."

Sonra kalp atışlarını duydum. Onları parmak uçlarımda hissettim. İlk başta ritmi dağınıktı ancak birkaç saniye içinde kendi kalp atışımın onunkiyle aynı anda aynı ölçüde attığını fark ettim. Anlam veremediğim bir yoğunlukta onu kendime hem çok uzak, hem de korkutucu şekilde yakın hissettiğimde ve parmak uçlarımdan göğsüme, oradan da boynuma doğru bir yanma oluştuğunda telaşlanarak elimi göğsünden çektim, gözlerimi kaçırdım.

Az önce ne yaşanmıştı ve neden zihnim yorgun düşmüştü anlamamıştım. Omegamın heyecanını düşündüğümde neden bu kadar korkmuştum onu da bilmiyordum. Ruh eşi çiçekleriyle ilgili anlattığı hisleri annesiyle konuşurken bir kez daha yaşamıştım ama bu... Bu çok farklıydı, Jungkook'un bakışları ve bana dokunduğunda hissettiğim şeyler sanki evrenin bilinmeyen, eksik tarafına dokunuyormuşum gibi hissettirmişti. Bu zamana kadar bir başkasıyla yaşamam gereken bütün hisleri, parmak ucumda hissetmiştim ve neden o zaman da hissetmediğim gerçeği beni telaşlandırmıştı.

Oldukça karışmış duygularla yutkunup elimi enseme, oradan da boynuma götürerek ovuşturdum ve hafifçe gülerek Jungkook'un hala bana bakmakta olan gözlerine yeniden döndüm. Sonra da elimin tersiyle omzuna vurup beceriksiz bir gülüşle ortamın sessizliğini bozdum.

"Ben bile bu kadar yoğun anlatamazdım. Öyle bir anlattın ki gören de bunları yaşadın sanacak."

Cümlem biter bitmez kısa bir sessizliğin oluşması bana yeniden yanlış bir cümle kurmuşum gibi hissettirdi. Ama Jungkook başını yana eğerek dudaklarının kenarlarına belli belirsiz bir gülümseme yerleştirince öylece kalakaldım.

"Belki de yaşamışımdır."

Cümlesi beni kalbimin içinden vurdu ve gözlerime bakarken ki ifadesi yutkunmama neden oldu. Şaka yapıyor olmalıydı ama o kadar gerçek ve ciddi bakıyordu ki birinin, ben olmayan bir kişinin ileride ona bu kadar özel duygular hissettirebilme ihtimali her zaman mümkün olduğu için nefesim daraldı.

Huzursuz tavrımı belli etmemek için tatlı tatlı kaşlarımı çattım ve hafif bir öfkeyle "O ne demek öyle?" dedim ve gözlerinin içine dik dik baktım "Kimmiş o bakayım, hesap ver."

Cevap vermedi ama alfası heyecanını feromonlarına yansıtıp benimle oyun oynadığını anlamamı sağladı. Ardından dudaklarındaki küçük bir gülümseme büyüdü ve işaret parmağını burnuma çarparak hafifçe konuştu.

"Sensin tabii ki. Başka kim olacak?"

Kelimelerine neşe eklese de bana yansıtmadığı kırgınlık hala orada olduğunu biliyordum, içten içe kendi göğsümün üzerinde o yükü hissediyordum. Kalbinin kenarlarındaki çatlakların üzerine elleriyle bir örtü çekmişti sanki fark etmemem için ama ısırığı yüzünden bu pek mümkün değildi. İçinden geçirdiği her hissi kendiminki gibi hissediyordum.

Sorgulamadım, kırgınlığına şefkatle yaklaşmak istedim ve biraz bile olsa beni rahatlamaya çalışmasına izin verdim. Tabii bana kısa çaplı bir kalp krizi yaşattığı için hemen yumuşamak istemedim. Bu yüzden de gözlerimi kıstım ve "Çok kötü birisin, dalga geçiyorsun bir de, git buradan ya." deyip ayağımla bacağını tekmeledim.

Jungkook yaramaz çocuklar gibi kıkırdayıp tekme attığım bacağımı yakaladı ve ben kendimi geri çekmeye çalışırken orantısız gücünü üzerimde kullanarak beni kucağına çekti.

"Yah! Bırak beni."

"Bırakmam. Çok mu korktun bakayım?"

Ellerini belime sararken gözleri parıl parıldı, feromonları da artmışken sesi de heyecanlı geliyordu. Her zamanki gibi beni sinir etmenin verdiği o mutlu havaya bürünmüştü.

"Gıcıklık yapıyorsun, beni sinirlendirmeye bayılıyorsun değil mi?"

"Ne alakası var güzelim, sensin dedik ya işte."

Elimle çenesinden sıkıca tuttum ve üzerine doğru eğildim. Belki şaka yapıyorum sanıyordu ama, bir başkasını düşünme fikri bile benim için kabul edilemezdi ve omegamla tavrımız netti. Ona bunu göstermek için de gözlerindeki yansımamdan göz rengimin değiştiğini gördüğüm anda dudaklarının üzerine "Ben olacağım tabii. Başkasına böyle şeyler hissedersen..." diye fısıldadım ve nefes nefese kaldığımı fark etmeden devam ettim "Hem seni hem de onu parçalarım."

Tehdit gibi görünse de elbette değildi ancak içgüdülerimle birleşmiş sahiplenme, korku ve kıskançlığın birleşimi olduğunu inkar edemezdim.

Tepkisi benimki gibi oldu, gözbebeklerinin çevresindeki kızıllıklar belirdi ve alfası kendini gösterdi. Bunu her yaptığında dizlerimi titreten bir hisle sarmalanıyordum ve kalbimin göğsüme olan çarpma hızı değişiveriyordu. Bu üzerimde bıraktığı etkinin en azı denilebilirdi.

Jungkook bir an bile tereddüt etmeden dudaklarını dudaklarıma bastırdı ve beni ateşlendirecek kadar yoğun hislerle öperek fazla oyalanmadan geri çekildi. Sonra da parıl parıl gözlerle bana bakıp gururla elini göğsüne vurdu.

"Ben seni burayla seviyorum, omega," dedi kararlı bir sesle "Burada başkasına yer yok."

Heyecanla güldüm sevgisini gösterme şekline. Her seferinde nasıl oluyor da bütün gergin ortamları kontrol altına alarak beni kendine daha fazla aşık etmeyi başarıyordu bilmiyordum ama bu huyu beni mutlu ediyordu. Bana, omegama bilmediğim ancak ait olduğum yerden çok farklı bir bağdan dokunuyordu. Ve bu bağın içinde sevme şekli beni hep en doğru yerden yakalıyordu.

Elimi yanağıma dokundurup usulca bir öpücük kondurdum dudaklarına. Dudaklarını benim için aralayıp nefesinin benimkine karışmasına izin verdi. Gözlerim kapalıyken dudaklarıma değen nefesinden bile gülümsediğini anlayarak onu daha şiddetli öpmemle sonuçlandı bu tavrı.

Onu kalbimdeki en saf duyguyla öperken tek isteğim onu ne kadar çok sevdiğimi hissetmesiydi. Ve bunu başardığımı bana karşılık verirken feromonlarında değil de, tam beni ısırdığı noktalardaki, bütün bedenimdeki sızıyla anlıyordum. Tuhaf bir histi ama hoşuma gidiyordu duygularımızın iç içe geçmesi, sanki gerçekten tek bedenmişiz gibi oluyorduk..

Alt dudağını hafifçe ısırarak geri çekildiğimde son bir kez seslice öpücük kondurup rüzgarın dağıttığı saçlarını geriye ittirdim ve gülümsedim. Bana şiş dudaklarla gözlerini tüm yüz hatlarımda gezdirerek hayran hayran baktı. Ardından kollarını belime sıkıca sarıp beni kucağında kendine doğru çektiğinde çenemden öptü ve burnunu boynuma sürttü "Bir ısırık alayım mı?"

Nefesinin boynumda gezinişi beni gıdıklamaya başladığı için refleksle onu omzundan ittirip boynumu kapatmaya çalıştım "Yaa, hayır. Yeterince ısırdın zaten. Biraz yetinmeyi öğren."

"Yetinmek? O ne ki, yeniyorsa yiyeyim hemen."

"Jungkook!"

Boynumdan gıdıklandığımı bile bile üflemesi yüzünden adını söyleyerek ondan uzaklaşmaya çalışmalarım kahkahalarımla kesildiğinde Jungkook'a sıkı sıkıya sarılıp durması için yalvardım. Bana hiç acımadı, dakikalarca dinlenmeme izin vere vere gıdıkladı durdu ama en sonunda gözlerimden yaş gelirken bana acıdı da buna bir son verip kucağındayken ayağa kalktı, öpücükler kondura kondura içeri götürdü.

Yavaş yavaş gün ışığıyla aydınlan mutfağımızda beni tezgaha oturttuğunda minik ziyaretçimiz Kafein, fırsatı değerlendirerek kucağıma, tam aramıza girdi.

Jungkook onu görünce gözlerini devirdi, sonra da dudaklarına hafif bir tebessüm yerleştirdi "Bu kedi kıskanç ha, ne zaman seni öpüp koklasam aramıza giriyor." parmağıyla kedimizin kara tüylerini dürttü "Pst bana bak, o benim omegam haberin olsun."

Kafein Jungkook'un poposunu dürttüğü eline doğru ısırmak için hamle yaptığında hızlı davranarak ona engel oldum ve kucağıma çektim. Artık biraz ağırlaşmıştı, onu bulduğumuzda neredeyse çelimsiz ve ölecek gibi dururken şimdi tuttuğumda tombikliği mutluluktan ağlamama neden olacak kadar güzel hissettiriyordu.

"Küçücük kediyi kıskandığına inanamıyorum. Tatlı tatlı miyavlıyor şuna baksana."

"Vay be, hani senin tatlındım, yalan mıydı her şey?"

Koskocaman bir alfa olsa da tatlı tatlı alınışları ve minicik bir kediyi kıskanması beni o kadar güldürüyordu ki kayıtsız kalmak imkansızdı. Bu yüzden onunla ilgilenmem için üzerime diktiği bakışlarına karşılık verip yanağından tuttum ve dudaklarından öperek "Sen benim hem tatlımsın hem de bir tanemsin, çaktırma." diye fısıldadım.

Jungkook güldü ve burnunu kırıştırıp geri çekildi. Tezgahta oturarak dolaptan birkaç sebze ve buzluktan yosun çıkarttı. Yanıma geldiğinde Kafein çoktan sıkılmış ve aşağıya inmişti bile, ben de dizlerimi göğsüme kadar çekip kollarımı doladım kendime.

"Bir ara pazara gidelim, markette sebzeler çok pahalıydı, bir tane kereviz aldım. Para yetmeyecekti diğer erzaklara başka sebze alsaydım."

"Of, ne çabuk ay sonu geldi ya." dedim çenemi dizime yaslarken.

"Yarın dm'lere bakayım da birkaç dövme işi vardı. Üç beş ateşlerler en azından ay sonunu çıkartırız."

"Ben de hyungu tırtıklayayım diyeceğim ama biraz zor gibi duruyor. Yine de deneyeceğim, en azından sigara parasını çıkartırım." bir an düşündüm ve mantıklı bir şeymiş gibi sordum "Sigarayı mı bıraksak acaba?"

Jungkook kerevizin sapını kafama çarptı hafifçe "Aynen bıraktın şimdi bak."

"Aman tamam ya."

Bir süre sessizce onun çorba yapışını izleyip bekledim. Tezgahın başında, bir avuç kalan kerevizi güzelce yıkayıp doğrayarak tencerenin içine attı. Sonra tavanın içinde birkaç parça tofuyu bölerek çoğalttı ve baharatlarla pişirdi, peşine de havuç atarak döndürdükten sonra hepsini kerevizle birleştirip yosunları da ekledikten sonra kollarını göğsünde kavuşturarak kalçasını tezgaha yasladı, bana döndü.

Yemeği yaparken düşünceli olan ifadesinden sıyrılıp bir sonuca vardığı belli oluyordu ve bunun sebebinin kesinlikle içeriden ara ara Jimin'in feromonlarının yükselmesinden kaynaklı olduğunu tahmin ediyordum.

"Bence akşam ikisini konuşturalım, ne dersin? Ben Yoongi'yi alır hyungla konuşur yoklarım, sen de Jimin'le konuşursun. Hatta Hoseok'u da çağır, ikiniz güzelce konuşursunuz. Sonra anlaşıp onları görüştürürüz hm?" diye ortaya attığı fikirle çenemi dizimden çekerek alt dudağımı ısırdım.

"Sence işe yarar mı?"

"Söyledim ya güzelim, çoktan birbirlerini kabul ettiler. Sadece bunu anlamaları için önce konuşmaları gerek. Sonra zaten birbirlerinin bu dünyadaki diğer yarısı olduklarını anlayacaklar."

"Haklısın. O zaman ben hyungu arayayım?"

"Ben de çorbayı bitirdikten sonra Yoongi'ye ulaşayım, Itaewon'da buluşur hyunga ulaşmaya çalışırız."

"Tamam." derken yorgun bir tavırla bacaklarımı tezgahtan sarkıttım ama Jungkook önce davranıp belimden kavrayarak beni yere indirdi ve dudağımın köşesinden öptü "İstersen şimdi biraz uyu çok erken kalktık, çorba olduğunda ikinizi de kaldırırım. Sıcak sıcak içersiniz iyi gelir, sonra da planı uygularız."

"Olur, öyle yapalım." deyip ellerimle beline sarılıp yüzümü göğsüne koyduğumda o da çenesini başımın tepesine yerleştirdi. Bir süre öyle bekledim, taze çikolata gibi etrafa yayılıp beni rahatlatan feromonlarını soluyarak sakince bekledim. Yaşanan şeyler ne olursa olsun, mutlu da, mutsuz da olsak beni böyle sarıp sarmalayacağını bilmek, kokusunu içime çektiğimde bütün her şeyi unutturacak bir alfaya, Jungkook'a sahip olmak muazzam bir duyguydu. Ömrümün sonuna kadar bu şekilde kalmaya da asla itiraz etmezdim ama dediği gibi, erken kalktığımız için önce uyumam gerekiyordu. Sonra sarılma işine kaldığımız yerden devam ederdik.

Jungkook'a son bir kez öpücük verip odaya, Jimin'in yanına gittiğimde çift kişilik yatak yerine yanına iliştim. Tıpkı eskiden, ağlarken yaptığı gibi onu sıkıca sarıp kollarımın arasına aldım. Muhtemelen yarı uyur durumdaydı ve beni hissettiği an başını göğsüme yaslamakta gecikmemişti.

Gerçekten rahatlayana kadar sırtına hafif hafif vurdum ve kolunu okşayıp durdum. Birlikte kesintisiz olmasa da dinlendiğimiz bir uykuya daldık ve güneşin en tepeye ulaşıp odayı tam anlamıyla aydınlattığı vakitte Jungkook'un dokunuşunu hissetmemle de gözlerimizi araladık. Jimin'in hemen uyanmayışını fırsat bildim ve hyungu aradım. Bana on beş dakika içinde orada olacağını söyledi ve bu sürede de ben Jungkook'la akşam için haberleşme sözüyle vedalaşıp hızlıca bir duş aldım.

Hoseok hyung mesaj atarak zili çalmadan kapıyı açmamı istediğinde her zaman düzelttiği saçlarını hızlıca gelebilmek için düzeltmediğini, hatta üzerine de sadece pantolon ve tişört giymiş olduğunu gördüm.

Bana gözlerinde bir endişeyle bakarken üzerindeki kalın ceketi çıkartıp ayakkabılarını rafa koydu, hızlıca "Uyandı mı?" diye sordu.

"En son yatakta debeleniyordu."

"Ben onu kaldırırım şimdi."

Hyung önden gitti ben de peşinden takip ettim. Odaya girdiğimizde yatakta yan dönmüş şekilde telefonuyla uğraşan Jimin bakışlarını telefonundan kaldırdı ve Hoseok hyungu gördüğünde hemen doğruldu "Hyung, sen ne ara geldin?"

Hyung, Jimin'in şaşkınlığı ve biraz da üzerindeki endişeyi yumuşatmak için yanına oturup "Kaybettiğim omegaya dönüp bakmak istedim." diyerek kocaman, sıkı bir sarılma verdi.

"Kafamın içi çarşamba pazarı gibi olmasa bu cümle götümü arşa çıkartırdı."

"Yalancısın. İçin içini yiyor da susuyorsun, bilmiyoruz sanki."

Jimin dudaklarını bükerek sessiz kalarak hyungun göğsünden bana doğru baktığında elini uzatıp gelmem için işaret verdi. Yaslandığım kapıdan kendimi ittirip hemen yanlarına koştum ve küçücük yatağa sıkışarak ikisine kocaman bir sarılma verdim. Hoseok hyungun feromonları fazla baskılamadan güvenle omegalarımızı sardı ve rahatlatmaya çalıştı.

"Şu an alfalarınız evi bassa ve bizi böyle görse buradan sağ çıkmamın imkanı yok, biliyorsunuz değil mi?"

İkimiz de kıkırdadık ve o anın, birbirimize sahip olmanın tadını çıkarttık. Hiç konuşmasak da odadaki sakin dinginlik hepimize iyi geldi. Bir sürenin sonunda ise hyung, Jimin'e kısık bir sesle sordu "Neler olduğunu en başından anlatmak ister misin?"

Jimin derince bir nefes aldı ve kendini ittirerek yatağın ortasına, ikimizin tam karşısında bağdaş kurarak oturdu. Siyah saçları birbirine karıştığı için yaşından daha küçük duruyordu. Parmaklarıyla oynarken kendini hazır hissedip konuşana kadar bekledik ve konuşmaya başladığında da onu can kulağıyla dinledik.

"Nereden başlasam bilmiyorum. Sadece... O kadar güzeldi ki..." durdu ve iç çekerek gözlerini ovuşturdu "Dışardan göründüğünün aksine o kadar soğuk bir adam değilmiş. Evet biraz garip ama değişik bir romantizm anlayışı var, ilk başta ben de garipsedim, yani kimin evinde rüzgar koleksiyonu adında boş şişeler olur ki?"

"Rüzgar koleksiyonu mu?" dedim şaşkınca çünkü tam olarak neyden bahsettiğini anlamamıştım.

"Bak, evine gittik, hiç öyle sert, soğuk bir adamın evi değildi. Loş ışıklı krem tonlarında az eşyalı bol kitaplı iki oda bir salon ve bahçeli falan. Bana evi gezdirdi, yemek yapmayı berecemiyormuş o yüzden de dışarıdan söylemiş. Şaşırtıcı ama ilk kez köpek gibi peşinden koşup flörtleşmeye çalıştığım biri bana karşılık verdiğinde çekinmeye başladım. Çünkü sikeyim, gerçekten çok yakışıklı ve direkt gözlerimin içine bakıyor, böyle nasıl desem, bakışları..."

"Ruhuna bakıyor gibi," diye fısıldadığımda birçok kez bunu hissettiğimi ama çiçeklerim ilk çıktığında ve çıkmadan önce hissetmediğimi fark ettim.

Jimin başını hızlıca sallayarak beni onayladı "Evet, evet öyleydi. Sanki bana baktığında gördüğü şey ruhum. Bir süre sonra ben de ona bakarken aynı şeyleri hissetmeye başladım. Sesi ve bakışları omegamı hem sakinleştirdi hem de hayatımda hiç olmadığım kadar heyecanlandırdı. Sonra kendimi onunla sanat hakkında saatlerce konuşurken buldum. Sadece sanat değil bir sürü şey konuştuk, zaten stalkladığım şeylerdi ama onun ağzından duymak sanki yeni bir şeydi."

Tarif ettiği bütün duygular çok güzel ve özel hissettiriyor gibi görünüyordu. Bu yüzden ona gülümsemeden duramıyordum.

Jimin'in dudaklarına kondurduğu hafif tebessüm biraz daha kendini belli ederek bütün yüzüne yayılırken daha heyecanlı bir şekilde devam etti.

"Vakit geçtikçe samimiyetimiz arttı bu yüzden salonun köşesinde ilgimi çeken rafın ne olduğunu sordum. Çünkü saçma geldi yani raflarda üzerinde yazı olan boş şişeler vardı bir sürü. Mutlaka bir anlamı vardı diye düşündüm ve sordum."

"Nasıl yani, boş şişelerden kastın ne?"

Jimin parmaklarını otuz milimlik bir mesafeyle hyunga doğru tuttu "Şöyle cam şişeler işte. İçleri boş üzerlerinde de el yazısıyla etiket yapıştırılmış. Rüzgâr koleksiyonuymuş, öyle dedi."

"Ne?"

"O nasıl oluyormuş ya?"

"Ben de böyle aynı sizin gibi o ne amına koyayım der gibi baktım masanın karşısından. Anladı tabii zeki adam, hemen elimden tuttu. Orda bir sarsıldım zaten, beni rafın oraya götürene kadar ellerimizin birleştiği yere bakıp durdum. Ben daha kendimi toparlayamadan elime bir tane şişeyi uzattı. Üzerinde 'Hongja-dong dağları, 2020 sonbaharı. Fırtına çıkmadan yarım saat önce, gün doğumu' yazıyordu. Sonra bana koklattı şişeyi."

"Şişe boş ama?" dedi Hoseok hyung anlamaya çalışırcasına ki haklıydı da. Ben de onun gibi zihnimi zorlamıştım.

"Evet, ilk başta hiç koku yoktu ama gözlerimi kapatmamı söyleyip kulağıma hissetmem gereken şeyleri fısıldadığında o kokuyu aldım. Çok saçma ama gerçekten çam reçinesi kokuyordu. Sonbahar esintisiyle dağın gölgesinde kalan yosun kokusu, ve kurumuş yaprakların kokusu burnumun ucundaydı. Islak toprak kokusunu bile aldım... Muhteşem bir şeydi."

"Beynin yanılgısıyla mı ilgili acaba?" diyerek fikrimi belirttiğimde Jimin heyecanla işaret parmağını bana doğru salladı ve "Evet!" deyip gözlerini büyülenmiş bir şekilde kocaman açtı "Koku hafızası. Burnum değil beynim tanıyor o kokuyu çünkü koku belleği en güçlü hafıza türü ve ben bahsettiği kokuları zaten bildiğim için kokuyu almam zor olmadı. Ama mesela gittiği bir tapınağın kokusunu tarif ettiğinde alamadım çünkü hayatımda hiç bilmediğim, duymadığım bir kokuydu."

"Herifin kafası bambaşka gerçekten. Ne desem bilemedim."

Omuz silkip "Bence değişik ve çok hoş duruyor." dediğimde hyung beni kolumdan dürtüp söylendi "Zaten hep böyle antin kuntin şeylere düşüyorsunuz."

"Tamam ya durun, devam ediyorum, bakın şimdi. O kadar yakındık ki nefesi dudaklarımın üzerindeydi ama ben heyecan yapıp geri çekildim."

"Sen?"

"Böyle bir şey imkansız gibi bir şey değil mi?"

"Değilmiş işte hyung ben de şok oldum. Heyecandan nefesim içime kaçtı, o gün burbonun neyi temsil ettiğini söylemedi ya, hemen sordum burbonu söyleyecektin diye. Uzun uzun bakıp güldü, gel benimle deyip mutfağa götürdü. Ama bu sefer kokteyli bana yaptırdı."

Jimin, muhtemelen asıl anlatacağı şeye, çiçeklerin çıkış anına yaklaştıkça feromonlarının hüzünle yayıldığını hissederek kolunu okşadım ve sakin olması için gülümsedim. Bana başını sallayıp yutkunduktan sonra bir elini diğer elime sarıp iç çekti ve biraz öncekinden kısık bir sesle devam etti.

"Tam yanımdan tarif etti ben de koydum. Her malzemeyi koyduğunda ise yeniden bana anlamlarını anlattı ama ortamdan mıdır, yalnız oluşumuzdan mı bilmiyorum... Böyle kalbim göğsümü delecek gibiydi, omegamın ilk kez çıldırdığını hissettim üstelik feromonları bile normalken." Jimin hafif bir iç çekip gözleri hülyalı hülyalı bir noktaya sabitlediğinde dudaklarıma minik bir tebessüm kondurdu "Bütün malzemelerden sonra Burbonu koyduğumda içmek için dudaklarıma götürdüm. Eli, elimin üzerindeydi bardağı tutarken ve gözleri de gözlerimde. Bir yudum alabildim, sonra Namjoon bardağı tezgaha koyup bana baktı ve alt dudağımı okşadı. Burbon biziz, sessizce, içten içe yanan, hiç dile getirilmemiş olan hislerimiz, bastırılmış tutkularımız dedi. O an bir şey oldu, gözlerinin tam orada alfasını gördüm. Bütün arayışlarım, hayatımın geri kalanında aradığım her şeyin orada olduğunu fark ettim. Adını koyamadım ama biliyordum bu yüzden onu öptüm. Sonra işte..." sesi gitgide azaldı "Seviştik... Öyle işte. İçten içe bir şey olacağını biliyordum ama ruh eşi çiçeklerimizin çıkmasını beklemiyordum."

Eliyle tişörtünü kaldırıp hyunga gösterdiğinde hyung biraz eğildi ve büyülenmiş bir şekilde gözlerini kırpıştırarak geri doğruldu "Çok güzeller... Taehyung'un çiçekleri gibi pasparlaklar."

Evet öyleler, dedim içimden ama sesli dile getirmesem de nasıl görünürlerse görünsünler, hissiyatı kesinlikle aynı değildi.

"Çıkış anı da çok güzeldi. Dünyayı bir başkasının gözünden görür gibiydim, kalbim onun kalbiyle aynı ritimde atıyordu sanki ve evrenin her hareketi kontrolüm altındaydı. Ama sabah olunca işler değişti, tüm bunları düşündüm ve korkup kaçmak istedim. Kaçtım da..."

"Bu seni neden korkuttu? Açık açık olmasa da itiraf etmişe benziyor."

"Bilmiyorum hyung. Ya reddederse diye düşündüm ve kaçmak istedim."

"Bu öyle kaçabileceğin bir şey değil." derken kendimi ve Suho'yu düşündüm. Suho neden kaçmış ve beni reddetmişti bilmiyorum ama Jimin'in anlattıklarına göre o zaman o şekilde özel duygulara sahip olmamıştım. Bana bunların hiçbirini ruh eşim dediğim adam vermemişti. Ve aslında düşündüğümde...

"Taehyung doğru söylüyor. Kalbindeki boşluğu doldurması için, sırf biri olsun adını da ruh eşi koyalım,hayatına anlam katsın diye hissetmedin o hisleri. Çünkü onlar ruh eşliliği değil sadece ona benzemeye çalışan kırıntılar." dediğinde hyungun sözleri havada süzülüp göğsüme bir bıçak gibi saplandı. Bir an nefesimi kesti ama belli etmemeye çalıştım, gözlerimi kaçırarak başımı onaylar gibi salladım.

"Peki ne yapacağım..."

"Namjoon'la konuşacaksın. Ve gözlerine bakıp o hislere tutunacaksın. İnan bana Mimi, gerçekten birbirinize aşık olmasanız çiçekleriniz çıkmazdı."

"Ya konuşmak istemezse benimle, o zaman ne yapacağım?"

Komidinin üzerindeki telefonumdan mesaj sesi yükseldiği anda elime alıp Jungkook'dan gelen mesajı okuduğum gibi havaya kaldırdım, Jimin'e görmesi için uzattım "Namjoon seni bekliyor."

Şaşkınca okuduğu mesajla birlikte heyecanı feromonlarına yansıdı ve parlak gözlerle hala ekrana bakarken sesi titreyerek "Onunla mı konuştunuz?" diye mırıldandı.

"Sadece onun da hislerinden emin olup olmadığını kontrol ettik." dedim temkinli bir sesle.

"Emin mi peki?"

"Bu ikinizin konuşarak çözeceği bir şey." diyerek hyung Jimin'in omzunu okşadığında ellerimi çırpıp ayaklandım ve ortamdaki hüznü dağıtmaya çalıştım "O zaman hemen yemek yiyoruz ve sonra hazırlanıp Seoul Shakers'a gidiyoruz."

Hoseok hyung da hevesle ayaklandı ve birlikte Jimin'e bakarak bize katılması için herhangi bir tepki vermesini bekledik. Bağdaş kurduğu yerden hafif dolu gözlerini ikimizin üzerine dolandırdı. Ardından ise başını sallayarak elini uzattı.

Hyungla onu kendimize çektik ve ayağa kalkmasını sağlayarak sıkıca sarıldık. Manolya kokulu feromonları artık az da olsa baharda açmış gibi tazecik kokmaya başlamıştı. Ona iyi hissettiriyor olmak beni mutlu etmişti çünkü Jimin her zaman güçlü olan taraftı. İkili ilişkilerinde hep o ayrılmıştı ve işin tamamen gençlik ateşi kısmındaydı, şimdi böyle bir durumunda içinde duygularının bu kadar keskin oluşu elbette bocalamasına neden olacaktı. Ama ne zaman üzülüyor olsa hyungla birlikte onu her daim iyi hissettirmeye çalışmak için kollarımızı açarak bekliyor olacaktık.

Ufak bir sarılma merasimi, ardından da Jungkook'un yaptığı çorbayı içtikten sonra hazırlanmaya başladık. Jimin için siyah bir kotla en sevdiğim kazaklardan birini seçtim ve giydiğinde tek omzunun düştüğünden emin olarak göz pınarlarına minik ışıltılar koydum. Bunu yaptıktan sonra ağlarsan seni döverim demeyi de ihmal etmedim. Ardından da ben giyindim. Çok uğraşmadım, dizleri yırtık mavi bir kot, üzerine de krem rengi ince bir kazakla Jungkook'un bana iki beden büyük gelen deri ceketini geçirdim. Muhtemelen akşam dönerken üşüyecektim ama yanımda beni saracak alfam varken tabii ki bunu umursamamıştım.

Hoseok hyung her zamanki gibi biz hazır olana kadar bin tane söylenmişti ama pek takmadık onu. Kendi kendimize hazır olduğumuz an çıkıp gidebiliriz dedik ve evden çıktık. Arabayla gittiğimiz için yol kısa sürmüştü ve Seoul Shakers'ın önüne geldiğimizde ise tam anlamıyla içsel bir kaos yaşamıştık.

"Bugün konuşmasak mı acaba ya?" diyen Jimin'in kalçasına çimdik attım ve kolundan tutup öne ittirdim.

"Saçmalıyorsun. Gir şuraya."

"Ama-"

"Jimin dedim!"

"Bana biraz zaman tanı."

"Sana hiç güvenmiyorum. Gir artık içeriye."

"Of iyi be tamam." diye söylene söylene bara çıkan üç merdiveni adımladı ve kapının eşiğinde durup hem korku hem de cesaretle içeri girdi. Ben de Hoseok hyungla beraber peşinden girdim. Bar hafta sonu olduğu için biraz yoğundu ancak bizim masamız her zamanki gibi boştu. Ama tek odağım şu an için barın köşesinde deskin içindeki alfayla bakışmakta olan Jimin'di.

Jimin'i tanıdığım için ne hissedebileceğini biliyordum ama Namjoon'u gözlemlediğim kadarıyla pek bir fikrim yoktu. Sadece ayakta durmuş Jimin'e bakıyordu, gözlerini tek bir an olsun kırpmıyordu.

Jungkook'un kokusuyla birlikte "Ruh eşlerinin..." diyen sesini duydum ve beni arkamdan sarıp boynuma öpücük kondurmasına izin vererek belimdeki eline sardım ellerimi "Birbirleriyle iletişim kurmak için kelimelere ihtiyacının olmadığını söylerler."

Bir anda gözlerimin önünde bir dal pembe bir çiçek uzattı ve gülümsememe neden oldu. Yine her zamanki gibi beklemediğim bir anda nereden bulduğunu bilmediğim çiçeği çıkartarak gülümsetmişti beni. Neredeyse her gün tek dal bile olsa bana çiçek vermesine alışmıştım ama heyecanımın kesinlikle hep ilk günkü gibi oluşunu durduramıyordum. Hafifçe dönüp onu öptüm ve çiçeği kulağımın arkasına sıkıştırdım.

"Namjoon hyunga ne söylediniz?" diye sordum göğsüne doğru başımı geriye atarken.

"Aslında hiçbir şey."

"Nasıl hiçbir şey?"

"Sormaya yeltendim ama boş bira bardağını masaya vurup omegamla aramdaki mesele seni neden ilgilendiriyor tombalacı dediğinde çoktan kabul ettiğini anladım. Sonra da sana yazdım."

Jungkook'un kollarının arasından çıkıp şaşkınca bakakaldım "Yani sen şimdi konuşmadın ve öylece onları buluşturduk öyle mi?"

"Aynen öyle. Doğaçlama yaptım."

"Jungkook ama ya üzülürse-."

"Hayır, üzülmeyecek bak," beni omuzlarımdan tutup Jimin'in olduğu yöne çevirdiğinde Namjoon'un ona doğru yürüdüğünü görmek en son beklediğim şeydi. Ama asıl beklemediğim, hiç konuşmadan önünden geçtiğinde Jimin'in onu boş masalardan birine kadar takip ederek karşılıklı oturmalarıydı "Her şey yolunda görüyor. Hadi gel biz de oturalım."

İçime öyle bir rahatlama yayıldı ki Jimin eve geldiğinden beri ilk kez o düğümün çözüldüğünü hissettim. Jungkook haklıydı, belki de sadece spontane bir şekilde konuşmaları yeterli olacaktı hislerini anlayabilmeleri için.

Gözlerimi kısa süreliğine onlardan ayırarak Jungkook'un elini tuttuğumda birlikte Hoseok hyung ve Yoongi'nin oturduğu masamıza oturduk. Yoongi'ye başımla selam verdim, o da bana içtiği birasını kaldırarak karşılık verdi sonra da hyunga dönerek sohbetlerine devam etti. Ben de Jungkook'a doğru biraz yaklaşarak bana sarılmasını istediğimi belli edip isteğimi yerine getirirken gözlerimi Jimin'lerin masasına çevirdim.

Namjoon, sırtını hafifçe sandalyeye yaslamıştı ama gergin durmuyordu, aksine beden dili konuşmaya açık, rahat bir haldeydi. Jimin ise konuşmaya biraz daha kapalı duruyordu ve ellerini dizlerinin üzerine koymuş başı önde bir şekilde duruyordu. Namjoon'un söylediği her şeyde başını küçük küçük sallayıp dudağını ısırıyordu. Stres altındaydı ve parmakları dizlerine hareket ederken gözleri de sürekli etrafı tarıyordu, sanki bir şeyler istiyor gibi davranıyordu.

Dayanamadım ve yerimden yavaşça Jungkook'a doğru dönerek sordum "Jimin'e içki götüreyim mi? Gergin olduğu zaman bir şeyler içmeyi seviyor onu rahatlatıyor."

Jungkook ikilemde kaldı ama sonra götürmemi söylediğinde hızlıca ayaklanıp deske giderek barmenden iki şişe bira aldım ve beklemeden masalarına doğru yürüdüm. Ellerimdeki biralarla Jimin'le göz göze geldiğimde gözlerindeki minneti görmek doğru bir şeyler yaptığımı anlamamı ve gülümsememi sağladı.

Ona gözlerimi kapatıp açarak her şeyin iyi olacağına dair bir işaret vererek birayı uzattığımda hızlıca aldı ve yudumladı. Sonra diğer birayı Namjoon'a uzattım ancak almak için davrandığında parmak uçları elime değdi ve Jimin keskin bir nefes alıp Namjoon da sanki elektrik çarpmış kendini geri çekti.

Namjoon doğruca elini tutarak göğsüne bastırdığında fark ettim parmak uçlarındaki çiçekleri. Loş ışıkta pek belli olmuyordu ama parmak uçlarından bileklerine doğru Jimin'inkilerle eş minik çiçekler uzanıyordu.

Namjoon, Jimin'e döndüğünde "Üzgünüm, isteyerek olmadı," dedi ve birayı elimden daha dikkatli alarak bana döndü "Senlik bir durum yok, başkası dokunduğunda kötü hissettiriyor, biliyorsundur, sende de vardı değil mi?"

Biliyorsundur...

Sarsıldığımı hissettim ve öylece bakakaldım ona. Tek bir cümlenin üzerimde böylesine kuvvetli bir etkisinin olmasını beklememiştim ama midemde bir şey düğümlenmişti adeta. Zehir gibiydi, bütün kanımı çeken, nefesimi kesen ve kelimeleri boğazıma dizen bir kelimeydi. Daha önce başka çıkabildiğim her bir darbeden daha güçlüydü.

Namjoon'a cevap vermek için ağzımı açtım dedim ya, benim için fazlasıyla ağır bir darbeydi. Bu yüzden de sadece dudaklarımdan bana ait olmayan, titrek bir cümle dökülmüştü sadece "Evet, biliyorum, sorun değil."

Her ne kadar böyle söylesem de, bilmiyordum. Hiç bu hissi tatmamıştım, çiçeklerim yanlışlıkla bir başkası dokunduğunda böyle bir refleks bile yapmamıştım. Aksine Jungkook'un çiçeklerimin üzerine dişlerini geçirmesini, yok etmesini istemiştim ve hiçbirinde namjoon gibi başkası çiçeklerime dokundu diye acı hissetmemiştim. Bu benim için acınası gibi durabilirdi belki ama omzumdaki çiçeklerin onunmuş gibi hissetmeyi bile içten içe hayal etmiştim.

Yüzümdeki gülümsemeyi düşürmeden ve feromonlarıma hislerimi yansıtmadan birayı bırakıp Jimin'e son bir kez göz kırparak yanlarından ayrıldım.

Masamıza gitmek için yürüyordum ama pek istekli değildim çünkü Jungkook ben ne kadar yansıtmamaya çalışırsam çalışayım hemen anlayacaktı, ne olursa olsun en ufak bir değişikliği fark edip soruyordu. Onu üzmek istemiyordum, sabah zaten bunun yüzünden yanlış anlaşılacak bir cümle kurmuştum. Şimdi yine öyle olmasa bile yine yanlış anlaşılmasına yol açacak hiçbir şeyi istemiyordum.

Tam tahmin ettiğim gibi Jungkook, ben masaya oturduğumda belimden kavrayarak kendine çekti ve yüzüme doğru eğildi. Kafası karışmış bir şekilde parmak uçlarıyla saçlarımı kulağımın arkasına ittirdiğinde gözlerimi yüzümde dolaştırarak sordu "Bir şey olmuş?"

Tıpkı onun gibi ben de en ufak detaya kadar yüzünü inceleyerek elimi yanağına yasladım "Ne olmuş, bir şey olmadı ki."

"Feromonların değişmiş."

"Hiç farkında değilim. Bir şey olmadı ama olduysa da öpersin geçer?"

"Lafı dolandırıyorsun..."

"Başarılıyım ama değil mi?"

"Yemezler."

Dudak büküp cilveyle kıkırdayarak ona biraz daha yaklaştım, burnumu burnuna sürttüm ve daha fazla üstelememesi için kıkırdayarak onu öptüm. Elbette karşılık verdi ama içten içe de kendimi kötü hissetmemin sebebini merak ettiğini, onu kandıramadığımı biliyordum.

Kendimi toparlamak için bir bira söyledim ama sonra paramız olmadığı aklıma geldi. Hoseok hyung da gıcıklığına ödemeyeceğini söyleyince Jungkook'la onu tıpkı sigara paketimiz gibi bölüşmek zorunda kaldık. Tabii kendisi biraları sünger gibi çektiği için bende sağlam bir azar yemişti çünkü iki bira daha alarak kredi kartına girmek zorunda kalmıştık.

Onlarla birlikte sohbet ederek geçen vakitte bir ara midemdeki ağrı yüzünden tuvalete gittiğimi söyledim ama bunun yerine barın önüne çıkarak merdivenlere oturarak Itaewon'un gürültüsünü bastıran kafamdaki düşüncelere odaklandım. Geri plana attığım şeylerin ağırlığı bu kez görmezden gelemeyeceğim kadar ağırdı ve bunu hislerime yansıtmamak çok zordu, özellikle Jungkook'un ısırıkları bütün bedenimi kaplamışken ondan gizlemek daha da zordu ve bunu bildiğini bilmek bana acı veriyordu.

Ruh eşi ve ruh eşi çiçekleri...

Bu iki kavramın bende yarattığı şey o kadar derindi ki tarif edemiyordum. Tarif edemediğim gibi bu kavramlara sahip olsam bile hissedemiyordum. Çünkü bir aidiyet hissetmiyordum. Çiçeklerimi geçtim, feromonlarım bile bir başkasını reddedecek kadar içgüdüsel hislerle savunmamıştı kendini. Madem tüm bunlar, içgüdüyle, ruhun diğer yarısına olan aşkıyla oluşan şeylerdi neden benimkiler tüm bunlara sessiz kalıyordu anlamıyordum.

Bir şeyler yanlıştı ama ne olduğunu neden olduğunu bir türlü oturtamıyordum. Ve tüm bu yanlışlar için Jungkook'la olan her an o kadar doğru hissettiriyordu ki kafam daha çok karışıyordu.

Tam o sırada ne zaman geldiğini fark etmediğim Hoseok hyungun uzattığı bir dal sigara görüş açıma girdi ve tam yanıma oturup sakince kendi sigarasını içmeye başladı. Sessizce aldım uzattığı dalı ve peşinden yakmam için kaldırdığı çakmağa eğilip içime bir nefes doldurdum, güçlüce üfledim.

"Namjoon sana ne dedi?" sorusuna sessiz kaldım ama sonra ona doğru dönüp yan profiline baktım. Kelimeler dudaklarımdan dökülmedi ama Hoseok hyung anladı sorunun ne olduğunu. Gözlerini önünden geçen insanlarda dolaştırdı bir süre ve ardından hafifçe gülümseyerek bana döndü "Ne? Bir şey olduğu belli, seni tanımam için alfan olmama gerek yok Taehyungie."

Üç yıldır arkadaşlıktan öte, bambaşka bir dostluğumuz vardı. Seokjin hyungdan sonra ağabey olarak benimsediğim ve fikirlerine önem verdiğim tek insandı. Onunla açıkça konuşmayı da seviyordum, gerekli zamanlarda sert bile olsa en doğru cümleleri kurarak beni, hatta Jimin'i yola getirmeyi başarıyordu.

"Çiçeklerine değdim yanlışlıkla. Ben bir şey hissetmedim ama Namjoon rahatsız olup kendini geri çekti."

"Ve?"

"Daha önce yakınımda olan birinin ruh eşi çiçekleri çıkmadığı için verdikleri tepkileri sadece bize öğrettikleri kadarıyla biliyordum. Ama şimdi geçmişe baktığımda... Bazen bir şeyler hissediyordum, çok farklı bir şey olduğunu anlayabildiğim anlar oluyordu ama insanlar tepki veriyor hyung ve bu, yani bu şey kafamı çok karıştırıyor." elimle gözlerimi ağlamamak için ovuşturup devam ettim fakat bu sefer de sesimin titremesine engel olamadım "Böyle söyleyince kulağa hala Suho'da takılı kalmışım gibi geliyor ama yemin ederim ki o piç aklımın ucuna gelmiyor hyung. Tek istediğim ve düşündüğüm kişi Jungkook. Ama bu meseleyi de çözmek istiyorum."

"Senin takılı kaldığın tek nokta ne biliyor musun?" diyerek sigarasından bir nefes çekerek devam etti elini omzuma koyarak sert bir sesle devam etti "Sevgini bir yere oturtmak zorundaymışsın gibi davranıyorsun, kalıplaştırdığın hislerinin seni kandırmasına izin veriyorsun."

"Ben sadece hislerimin doğru olup-"

"Doğru hissettirmesiyle doğru olması aynı şey değil Taehyung."

Yutkundum ve gözlerimi kaçırmaya çalıştım ancak hyung bana öyle bir bakıyordu ki yapamadım. Sadece "Korkuyorum. Bir şeyler yanlış hissettiriyor." diye fısıldadım.

"Bak," sesi oldukça sakin ve alçaktı "Birine gerçekten aşık olabilirsin ama aşık olduğun her insan senin kaderin olmak zorunda değil. Fakat ruh eşliliği çok farklı ve senin en büyük sorunun ruh eşi etiketiyle o sevgiyi kutsamaya çalışman. Bunu neden yapıyorsun bilmiyorum ama bir şekilde yanlış hissettirmesi büyük bir sorundu, sana bunu defalarca kez söyledik ama sen her seferinde reddettin çünkü onun ruh eşin olmayabileceği gerçeğiyle yüzleşmek istemedin."

"O zaman bu şey ne? Neden çıktı ve neden bazı zamanlar onu gerçekten hisedebildim neden omegam alfasına ulaşamadığı için acı çekti?"

"Hala aynı şeyi yapıyorsun. Hislerini, kendini ve omeganı dinlemiyorsun. Eğer dinleseydin, konuştuğumuzdan beri omzunu, çiçeklerini tuttuğumu fark ederdin."

Hafifçe irkildim ve omzumu tutan ellerine bakarak dudaklarımı araladım. Dokunuşu sadece bir temastan ibaretti ve hiçbir şekilde ruhumu sıkıştırmıyor, rahatsız etmiyordu.

Omzumu hafifçe geriye çekerek hyungun elinden kurtardığımda çiçeklerimle ilgili hissetmem gereken şey bu muydu gerçekten diye düşündüm. Bomboş bir his... Yabancı biri bana dokunmuş gibi, sanki yanlışlıkla değmiş ve öylesine dokunulmuş bir temas gibi... Jungkook bunu defalarca kez yapmıştı, ısırmış ve dokunmuştu ancak varlığı beni asla rahatsız etmemişti ancak Namjoon... Tek bir dokunuşla rahatsız olmuştu, bu Jimin'i de etkilemişti ve tüm bu işaretleri düşündüğümde Suho'nun dokunduğunu bildiğim onlarca omega, şu anki sevgilisiyle olan samimiyeti bana sadece duygusal bir acı vermişti. Çok yanlıştı ve yalnız hissettiriyordu çünkü omegam bile bana destek olmuyordu. Sessizce köşesine çekilmiş bekliyordu.

"Doktora git ve çiçeklerini göster Taehyung. Kafandaki soru işaretlerini ancak bu şekilde çözebilirsin. Yoksa inandığın ve bağlı olduğun düşünceler zamanla yara açmaya başlayacak."

Ertelediğim her sorun, ileride beni daha çok yaralayacak birer bıçağa dönüşmüştü. İşin içinden çıkamıyordum, sürekli hislerimle karşılaştırma yaparak bir şeyleri söylediği gibi bir kalıba oturtmaya çalışıyordum ve asla bir çıkar yol bulamıyordum. Ama haklı olduğunu da biliyordum, zamanla düşüncelerim sadece bana değil Jungkook'la ilişkime de zarar verecekti. Tıpkı bugünkü gibi onu kıracaktım ve bir süre sonra toparlayamayacaktım.

Dolu gözlerle Hoseok hyunga bakarken bana gülümseyişi güven verdi ve kendimi iyi hissettirdi. Sözlerinin kalbime ağır geldiği birçok an olmuştu ancak hepsini zihnimin bir köşesine not etmiştim ve bana yol göstereceğine inanmıştım.

Dudaklarımı daha fazla ağlamamak için içe katlayıp hyunga başımı salladım ve gözlerimi ovuştararak hyunga sarıldım. Kolları beni sıkıca sararken alfası da dostane bir şekilde omegama karşılık verdi. Muhtemelen biraz daha rahatlayana kadar bu pozisyonda kalabilirdim ama hyung beni hafifçe geri ittirmekte gecikmemişti "Yeter çok sarıştık. Alfalarımız bizi öldürmeden ayrılalım."

"Duyan da yasak aşkımız var sanacak."

"Senle mi? Böyle bir mevzu yazdıysa bozulsun lütfen, ben alfamla mutluyum."

Elimle söylediği şey yüzünden yalandan döver gibi sırtına vurup bir ton söylenerek onu bir güzel patakladım. Neşe saçan dolu dolu kahkahası bütün sokak boyunca yankılanarak modumu yükseltti.

Birkaç küçük sohbetle ruh halimin normale dönmesini bekleyerek sigaramın son nefesini çektim ve söndürerek ayaklandım. Biraz üşümüştüm bu yüzden hyungla içeri girip masamıza ilerlerken kollarımı göğsüme kavuşturdum, birdan da gözlerim Jimin'i buldu.

Duruşundan artık masaya oturdukları ilk an gibi iletişime kapalı değil de biraz daha yumuşadığını fark ettim. Üstelik biraz da gülümsüyordu, bu çok önemli bir detaydı. Namjoon her ne söylüyorsa feromonlarındaki mutluluğu bile hissetmiştim. Nihayet mutlu olduğunu görmek üzerimdeki bütün yükleri kaldırdı ve Jungkook'un yanına ulaştığımda hemen yakınına iliştim.

Beni hemen sardı ve üşüdüğümü anlayarak kollarımı okşayıp ısıtmaya çalıştı. Ben de boynuna doğru yaslayarak tatlı çikolata kokusunu derince soludum biraz.

Burnunu saçlarım arasına sokup minik bir öpücük kondurarak sorduğunda başımı kaldırıp gözlerine baktım.

"Miden nasıl?"

Sorunun midemle ilgili olmadığını biliyordum ama iyi olduğumu, hiçbir sorun olmadığını bilsin istiyordum. Çünkü öyleydi, gözlerimin görmek istediği tenimin hatta ruhumun dokunmasını istediği kişi oydu. Bunun hiçbir şeyin bozmasını istemiyordum.

"İyi. Çok iyi." derken ona biraz daha gülerek dudaklarımı yavaşça onunkilere yasladım ve geri çekilerek sıkıca sarıldım. O da bana sıkıca sarıldı hatta Hoseok hyungla çok samimi oluşumdan dolayı üzerimde kalan feromonları yok etmek için ekstra yakımda durdu, kendi feromonlarını üzerimden çekmedi.

Böylece zaman olması gerektiği gibi kolları arasında akıp gitti. Sohbet ettik, güldük, bazen sessiz kaldık ve ama ne yaparsam yapayım aklımda Hoseok hyungun çiçeklerime dokunduğu an dönüp durdu.

Jungkook omzumu okşadığı her anda dişlerinin olduğu yer sızlayıp kalbimi çarptırdı ama çiçeklerime dair hiçbir iz, hiçbir his olmadı. Omegam sadece Jungkook için tepki verdi ve ben kalbimin sadece onu seçiyor oluşundan bir an için tereddüt etmedim. Gülüşü, kahkahası, elimi tutuşu ve ufak temasları... Her birini seviyordum ve bedenimin kesinlikle onun için yaşıyor gibi tepkiler verişi dünyanın en doğru şeyi gibi hissettirdi.

Saat ilerledikçe içtiğimiz bira sayısı arttı ve Jungkook'un hesabı Yoongi'ye kitlemesi için dalavereler çevirmesiyle dört bira altı biraya döndü. Hızlı gittiğim için de bilincim çakırkeyif haline büründü. Sonunda ise Jungkook bu kadar yeter sarhoş olup kusarsan seni çöpe atarım diyerek biramı alıp kafasına diktiği gibi herkese elini salladı ve elimden tutup çıkışa sürükledi.

İtiraz edecek halim yoktu, içimdeki karmaşa zaten başımı döndürüyordu bu yüzden de Itaewon sokaklarında alfamın koluna başımı yaslayarak sessizce otobüs durağına yürümek oldukça keyifli geldi. Bunu aklıma not ettim, onunla hiç Han nehrinde yürümemiştim, yaz da geliyordu, belki derslerden sonra sahile giderdik ve suyun tadını çıkartırdık ya da belki sahildeki yaz festivallerinden birine giderdik birlikte. Bolca öpüşüp sarhoş olarak gençliğimizin tadını çıkartırdık.

"İyisin değil mi? Yine sokaktaki omegalara bulaşıp olay çıkartmayacaksın?"

Cümlesiyle birlikte düşüncelerimden sıyrılmam bir oldu çünkü sinirlendirmişti beni. Çakır falandım ama o kadar da değil. O gün bölük pörçük hatırladığım kadarıyla omegalardan biri Jungkook'a yürümüştü ve bence haklıydım.

Karın boşluğunu canını hafifçe yakacak şekilde dürttüm sinirle "Alfama bulaşırlarsa olay çıkartmakla kalmam."

"Tamam en çok sen seviyorsun beni."

"Seviyorum tabii, sen sanki aynısını yapmazsın."

"Pek hoş şeyler yaşanmayacağından emin olabilirsin." derken hafif agresif ve gülen bir tavırla beni kendine çekti ve otobüs gelene kadar kollarının arasına alarak sardı. Otobüsü bindiğimizde ve indiğimizde bile bırakmadı beni. Tabii ben de evin sokağına girdiğimizde de biraz şımarıklık yaptım beni sırtına alması için tutturdum. Eh, yaptığım bin türlü naza dayanamayıp isteğimi yerine getirttim elbette. Kocaman gülüşüm, boynuna sardığım ellerim ve kalçalarının yanından salladığım bacaklarımla, o an dünyanın en mutlu omegasıydım ve Jungkook da benim bir tanecik alfamdı.

Eve girip üzerimizi giyinmek ve diş fırçalamak gibi aktivitelerimizi hızlıca halledip yatağa geçtiğimizde Jungkook bana arkamdan sarılıp feromonlarını usulca yaydığında gülümseyerek kendimi ona doğru döndürdüm. Oda karanlıktı ve yüzünün nerede olduğunu bilebilecek kadar hissediyordum varlığını. Bu yüzden elimi uzatıp yanağını kolayca bulmuş, parmaklarımla yanağını hafifçe okşamıştım.

Duygularım yoğundu ve dokunuşlarımla onu hissediyor olmaktan, yanımdaki varlığından oldukça memnundum. Akşam hyungla olan konuşmamdan sonra hislerimi dinlemem gerektiğini biliyordum, kafamdaki tüm kalıpları yıkmak istemiştim ve bunu yapmamın tüm sebebi de Jungkook'tu.

"Ne?" diye cümlesini uzatarak sorduğunda gülümsediğini anladığım için ben de dudaklarımı iki yana kıvırdım "Hiç."

"Hiç olmadığını biliyorum, seni hissedebiliyorum omega."

"Sadece beni sever misin diyecektim."

"Seni zaten çok seviyorum omega."

Başımı hafifçe salladım ve ona biraz daha yaklaştım "Hayır Jungkook, demek istediğim... Beni tüm hayatın boyunca sever misin?"

İlk başta bir sessizlik oldum. Ardından kalp atışını duyduğunu sandığım bir anda nefesini dudaklarım üzerinden hissettim ve ardından kulağıma kısık sesi doldu "Seni... şimdiki hayatımız dahil yaşayacağımız tüm hayatlarımızda severim, omega."

Öpücüğü yumuşaktı ama taşıdığı anlam fazlasıyla ağırdı. Ve dudakları hareket ettikçe beni daha da içine çekiyordu. Öpücük derinleşti, nefesimiz birbirine karıştı, sonunda da Jungkook önce tişörtümü sıyırdı, ardından kendi üstünü çıkardı. Parmaklarım onun sırtını buldu, o ise belimden kavrayarak sırtıma tutundu.

O gece kafamdaki her soru cevapsız kaldı ama Jungkook'un dudakları sanki o soruların cevabının ne olduğunu bana kelimelerle değil, hissettirmek için tek bir yere, ruh eşi çiçeklerime dokundu.

Chapter 36: saklanan sırlar, bir küçük kıskançlık ve eski sevgili meselesi

Chapter Text

Jungkook

Çalan alarmlardan, birinin beni isteğim dışında uyandırmasından ve sabahları odaya dolan güneş ışığından nefret ederdim. Ama Taehyung’la aynı evde yaşamaya başladığımdan bu yana nefret ettiğim her şey, onunla birlikte sevdiğim ufak detaylara dönüşmüştü.

Asla uyanmadığı milyon tane alarmı yüzünden gözlerimi aralıyordum ama tam sinirlenecekken şiş dudaklarla yanağını yastığa sürtüşünü görüp sakinleşerek onu izlemeye başlıyordum. Rahatsız edici güneş ışığının gözüme girdiği saatlerde ise gözlerimi aralamak benim içim zulüm gibi geldiğinde, teninin sabah ışığı altındaki duruşuna ilk kez görüyormuş gibi hayran oluyordum.

Tıpkı şimdi olduğu gibi, bütün nefret ettiğim şeyler bir aradaydı. Lanet olasıca alarm ötüp duruyordu, güneş gözüme giriyordu ve yataktaki hareketlilik yüzünden uykum olabilecek en kötü şekilde bozulmuştu. Ancak bu, gözlerimi aralayana kadar sürdü çünkü Taehyung’un yanağını ve burnunu koluma sürterken yüzündeki tatlı ifadesi, dudaklarını şapırdatması ve güzel gülümsemesinin sabah ışığı altındaki görüntüsü beni büyülemiş, sabahın bütün nefret ettiğim detaylarını unutturmuştu.

Çattığım kaşlarım anında yumuşadığı için kokusunu biraz daha hissetmek ve onu uyandırmamak için hafifçe yüzüne doğru yaklaştırdım kendimi. Kolumun üzerinde yattığı için biraz zor olmuştu ama güzel yüzü artık bir kez daha ezberime kazıyacağım kadar yakınımdaydı.

Parmağımın ucuyla sabahın ışığında altın rengine bürünmüş kıvırcık saçının tutamını yüzünün güzelliğini daha iyi görebilmek için dikkatlice ittirdim. Oldukça dikkatli olmama rağmen hemen kaşlarını çatıp kirpikleri kıpraşmıştı ancak uyanmamıştı.

Burnunun ucundaki, gözünün altındaki, yanağındaki ve dudağının ucundaki minik siyah lekelerin özenle yerleştirildiği yüzüne bakmayı bir an olsun bile kesemiyordum. Özellike dudakları… Düz bir şekilde duruyordu ama sanki gördüğü rüyadan mıdır yoksa huzurlu oluşundan mıdır bilmiyorum, hafif bir tebessüm vardı. Gece boyu ara sıra uyandığımda yüzündeki ifade de böyle görünüyordu.

Gözlerim yüzünden göğsüne kadar çektiği battaniyenin açıkta bıraktığı çıplak omuzlarındaki boynundan doğru yayılmış hafif kızarıklıklara kaydı. Köpek dişlerimi tenine geçirdiğim her an alfam inanılmaz bir şekilde sahiplik hissiyle rahatlıyordu ama bazen kendimi kontrol edemediğim noktalarda morluklar fazlalaşıyordu. Bundan biraz endişe ediyordum fakat Taehyung’un onları sevdiğini görmek bir nebze içimi rahatlatıyordu.

Sonra birden kaşlarını çattı ve dudaklarını büzerek uykulu haliyle yüzünü buruşturarak yatağın diğer tarafına doğru döndü. Bunu yaparken, benden biraz uzaklaşmıştı ama sıcaklığımı hissedemediği için kendini dikkatlice bana yaklaştırmakta gecikmemişti.

Taehyung istediği pozisyona yerleştiğinde başının altındaki koluma belli belirsiz öpücük kondurduğunu hissettim ve hemen peşinden de eli parmaklarımı bulup hafifçe tuttu. Varlığını hissettirmek ister gibi uykusunda istemsizce yaptığı bu hareketi beni gülümsetti. Peşinden de feromonlarım artmaya başladı.

Taehyung bana bazı zamanlar gece uyurken saçını okşadığımı ve denk geldiğim herhangi bir noktasına öpücük kondurduğumu, bundan çok hoşlandığını söylerdi. Hiç farkında değildim yaptığım şeyi ama şimdi aynısını Taehyung’un yaptığını görmek, beni bilinci yokken bile sevmesi nasıl hissettirdiğini anlamamı sağlamıştı. Diğer yandan ise korkutuyordu çünkü sevgi, her ihtimali beraberinde getiriyordu. Özellikle de bilmediği şeyler varken…

Parmak uçlarımı belinde dinlendirdiği koluna değdirerek güneşten parlayan yumuşak tenimi okşarken gülümseyen dudaklarım, omzundaki çiçekleri görünce düz bir çizgi haline geldi.

Kaşlarımı çatarak gözlerimi diktiğimde alfamın öfkesi bütün içime yayıldı ve çikolatalı feromonlarım acılaşmaya başladı. Kontrolümü sağlamam zordu bu noktada çünkü genelde alfamın öfkesinin sonuçları Taehyung’la kavga ettiğim gün gibi olurdu. Ağzımdan ne çıkacağını bilemezdim ama bu kez pek öyle olmadı çünkü alfam gördüğü ve fark ettiği şeyle dikkat kesilerek benim de fark etmemi sağladı.

Omzunda, çiçeklerinin bulunduğu yerde vücudundaki tüm yerlerden daha fazla morluk ve ısırık izi vardı. Aşırı canlı renkte olmasalar da renkleri kendini hep belli etmişti ancak şimdi anlam veremediğim bir şekilde soluk renktelerdi.

Gözlerimi belki ışığın yansımasındandır diyerek birkaç kere kapatıp açmıştım ama hayır, olması gerektiğinden farklı duruyordu. Renkleri…

Soluyorlar…

Alfam fısıldadığında nefesim kesildi. Omzuna doğru çıkan parmaklarımı dikkatlice uzattım ve ucunu çiçeklerin mor taç yapraklarına değdirdim. Taehyung’un vücudu bu dokunuşuma beklediğim gibi hiçbir tepki vermedi. Ne kıpırdandı ne de feromonlarında bir değişiklik oldu. Sadece huzurla uykusuna devam etti.

Parmaklarımı solmaya başlayan o şeyin üzerinde gezdirdim. Kesinlikle olması gerektiği şey değildi, oraya ait değildi, aslında Taehyung’a da ait değildi. Bunu bilmek ve ona söyleyememek acı veriyordu ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum.

Taehyung “Alfa…” diyerek ağlayan bir sesle inlediğinde hızlıca kendime gelip elimi omzundan hızlıca çekerek ona doğru yaklaştım “Söyle güzelim.”

“Alarmın çalıyor, kapatsana…”

O söyleyene kadar fark etmemiştim ama derse yetişip öğlen de Haein sunbae ile kütüphanede proje üzerinde çalıştıktan sonra antrenmana gitmem gerekiyordu. Bu yüzden alarm kurmuştum ama Taehyung’un güzelliği yüzünden kulaklarım duymaz olmuştu.

Alarmı kapatıp hemen Taehyung’un boynuna minik bir öpücük kondurarak duşa girmek için yataktan çıktım. Ayağımızın dibinde olan kedimiz Kafein’i de sevmeden çıkmadım odadan.

Seul’ü seviyordum ama sanırım en sevmediğim ve özlemini çektiğim şey sıcak duş almaktı. Isıtıcının iki ve üçüncü ayarında rahatça duş alamamak çok zordu. Bu yüzden saya söve bitirdiğim duş merasiminde bu saçma işe bir son vererek en yakın zamanda tamir etme kararı almıştım.

Duştan çıktıktan sonra belime bir havlu bağladım, başımı da ufak bir havlu atarak bir milyoncudan aldığım ve üzerinde mızrak atan tekir kedili duş perdesinin üzerindeki ıslaklığı havluyla kuruladım. Yerlerdeki damlaları da her zaman küvetin yanında duran viledayla silerek banyodan kapıyı açık bırakıp çıktım. Ama sonra geri içeri girdim ve klozetin kapağını kapattım. Kafein’i bir kere klozetin üstüne su içmek için eğilmişken yakaladığımdan beri klozetin kapağı konusunda fazlasıyla dikkatli davranıyorduk.

Salondaki çekmeceli dolaptan kıyafetlerimi alarak odaya giyinmek için gittiğimde aklımın köşesinde artık yatak odasına doğru düzgün bir dolap almam gerektiğini kazıdım. Baksırımı ve siyah, dizleri yırtık bol pantolonumu giydim ve üzerine uzun kollu grup tişörtlerimden birini giymek için kolumu geçirdiğimde aynadan Taehyung’un yansıması beni gülümsetti.

Yatakta benim tarafıma doğru büzüşmüş, yorgana da sıkıca sarılarak çapraz bir şekilde düzenli nefeslerle uykusuna devam ediyordu. Tabii dudakları da öne doğru uzamış, bana öpmem için bahane sunmuştu.

Başımı iki yana sallayarak alt dudağımı ısırdığımda aklımdan geçen düşünceler yüzünden Taehyung görse şerefsiz diye tanımlayacağı bir gülümseme kondurmuştum dudaklarıma ama bu maalesef ki kısa sürmüştü.

Göğsümden yukarıya doğru ruhumun çekildiği, keskin bir ağrı saplandı. Bütün vücudum kasıldı ve nefes alamadığımı hissettim. Acıdan ses çıkartmamak için dişlerimi birbirine kenetledim ve şifonyere tutunup parmaklarımı sıktım.

Acı gittikçe arttı ve göğsümden aşağıya doğru ilerleyerek dizlerimin titremesine yol açtı, gözlerimi kapatarak acıyı kontrol altına almaya çalıştım ama çok zordu. Alfam, göğsüme keskin pençelerini geçirmiş bu acıyla kendince başa çıkmaya çalışıyordu ancak bunu yaparken bana daha çok zarar veriyordu.

Lütfen… Lütfen…

Bir şey yap Jungkook.

Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum, alfamı nasıl sakinleştirebilirim bilmiyordum. Sadece… Çok çaresizdim.

Alfam, inleyerek diz çöküp bana yalvarırken elimden gelen tek şey, o’na, göğsümden aşağıya doğru uzanan çiçeklerimin köklerine dokunmaktı.

Lütfen… tamamla bizi.

İki büklüm bir halde parmak uçlarımı köklerin ince kıvrımlarında gezdirerek biraz bile olsa acımı azaltmaya çalıştım. Ruhum ve kalbim parmaklarımın ucundaydı.

İlk başta bu, daha çok acı verdi ancak sonra nabız gibi atan köklerimden yayılan acı yavaş yavaş bir sızıya dönüşmeye başladı. Aynı anda da dikkatim yatakta huzursuzca kıpırdanmaya başlayan omegaya kaydı. Kaşlarını çatmıştı ve yorganı sıkıca kavramıştı. Diğer elini ise boynuna götürerek keskince ancak sızı dolu bir nefes bırakmıştı.

Beni hissettiğini, alfamın varlığını uzun zamandır bildiğini biliyordum ancak bu çok özeldi. Taehyung’un bağı tam anlamıyla hissettiğini fark ettiğim, fiziksel olarak tepki verdiği ilk andı ve heyecandan kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Köklere defalarca kez dövme sanarak dokunmuştu, hatta onları şimşeğe benzetmiş, büyüdüğünü fark etmiş ve bir mantığa oturtamamıştı. Ancak şimdi çiçeklerimin köklerine dokunduğum anda acımı hissetmişti.

Gözlerimi hafifçe kapatıp açtım ve şifonyere hafifçe oturarak nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Elim hala kaburgalarımdaki saçaklanmış kökleri okşuyor, Taehyung’un kaşlarını çattığı görüntüsünün yumuşayarak huzura dönüşmesini bekliyordum ama gerçek yüzüme bir anda sertçe vurmuştu.

Senin yüzünden olduğunu biliyorsun değil mi?

Biliyordum. Ona acı çektiriyordum ve gerçekleri ondan saklayarak kocaman bir yalanla hayatına devam etmesine izin veriyordum. Çıkmazdaydım, bildiği bütün doğruların, inandığı bağların ve uzunca zamandır çektiği acıların aslında boşa olduğu gerçeğiyle onu nasıl yüzleştireceğimi bilmiyordum. Ve aslında tüm bu acıları Suho için çektiğini düşünürken benim yüzümden, o beni görmediği zamanlarda bile beni hissetmesine sebep olarak kafasının defalarca karıştığını, omegasıyla anlaşamamasının tüm nedenlerinin ben olduğumu söyleyebileceğim hiçbir yolum yoktu. Ruh eşinin o şerefsiz olduğuna o kadar güçlü bir bağla inanmıştı ki bunu gözlerindeki acıdan defalarca görmüştüm.

Şimdi gözlerine baktığımda tam tersiydi, orada benden başka kimse yoktu. Ruh eşinin artık onun için hiçbir önemi olmadığını anlayabiliyordum fakat sorun neydi bilmiyordum. Neden tamamlanmıyorduk, neden çiçeklerin kökleri göğsüme sıkı sıkıya tutunarak büyüyordu ama çiçek açmıyordu…

Sorunun sadece bunlar olduğunu mu düşünüyorsun?

Neden ona çiçeklerinin gerçek olmadığını söylemiyorsun?

İçten içe gülerek alfama ‘çiçeklerimiz açmadan onu gerçekten inandırabileceğimi düşünüyor musun, bana güvenmeyecek, içten içe hala ruh eşi meselesini kafaya takıyor’ diye yanıtladım.

Düşündüğüm tek şey güvenin iki taraflı olduğu.

Tıpkı annenin söylediği gibi…

“Overthink saatinde misin o nasıl bir bakış öyle.”

Taehyung’un boğuk sesiyle dikkatim yatağa çevrildi, alfam ise sessizliğe gömüldü. Yüzümdeki ifadeyi yok edip şifonyerden kalkarak tişörtümü geçirdiğim gibi bana yorganın arasından tatlı tatlı bakmakta olan omegamın yanına ilerledim.

Yanına ulaşırken savsak hareketlerle yorganın içinden çıktı ve sarılmam için kollarını açarak dudaklarını büzdü. Ona ağız dolusu bir gülümseme vererek koltuk altlarından doğru sarıldım ve otururken kucağıma çıkması için destek verdim. Boynuma sarıldığında ise yüzünü omzuma gömmeden önce deminden beri aklımı karıştıran dudaklarından hızlı öpücükler çalmayı ihmal etmedim ve ona ”Dudaklarını bir daha hiç öpemesem nolurdu diye düşünüyordum.” dedim.

“Ne olurmuş?”

“Boşa yaşanmış bir hayat olurmuş.” dediğim anda kırıştırdığı burnunun ucuna işaret parmağımla hafifçe vurdum “Günaydın güzelim, erken uyanmışsın.”

“Günaydın,” diye cevapladı yüzünü boynuma gömerken kıkırdayıp “Gideceksin diye kalktım herhalde ama çok erken değil mi okul için?”

“Kızgınlığım yüzünden geçen hafta tamamlayamadığım notlarımı toparlamam gerekiyor. Sonra da derse gireceğim.”

“Anladım. Akşama bir şeyler yapsak mı, öyle dolanırız, biraz uzak ama sahile ineriz?”

“Koç akşama antrenman koymuş. Normalde olsa geçiştirebilirdim de sporfesti kızgınlığım yüzünden kaçırdığım için heyheyleri üzerinde. Grupta içimden geçmiş şimdi kaytarırsam beni öldürür. Ama hafta sonu yaparız olur mu?”

Taehyung cümlemi bitirdiğim anda başını kaldırıp kaşlarını çattı ve parmaklarını enseme bastırarak öfkeli bir şekilde söylendi “Kim öldürüyor benim sevgilimi ya, onu var ya ne yaparım biliyor musun?”

“Hmm,” derken dudağının köşesine bir tane öpücük kondurdum ve öpücüklerimi sürdürürken devam ettim “Ne yaparsın bakayım?”

“Parçalarım. Kimse benim sevgilimi öldüremez, ben hariç.”

“Çok mu seviyorsun sevgilini?”

“Çok,” dediğinde dudaklarım boynuna ilerlemişti “Çok, çok, çok… Çok kere çok.”

Her öpücüğümde duyduğum minik kıkırtısı ve ara ara gıdıklandığı için boynunu kapatmaya çalışması çok hoşuma gidiyordu. Üstelik vanilyalı feromonları o kadar güzel yayılıyordu ki bir an bile durmak istemiyordum. En güzeli ise tüm bunları yapmama izin vermesiydi, içimdeki tüm aşkı, tüm sevgiyi ona vermek için girdiğim çabayı yok saymıyordu.

“Hafta sonu gideriz. O zaman öğle yemeğine geleyim? Yemekhanede bir şeyler yeriz sonra oradan kampüste turlarız, sen antrenmana geçersin ben de eve dönerim.”

“Çok isterdim ama,” kulağının tam altındaki öpücüğüme kıkırdadı ve ben bundan faydalanıp bir kez daha değdirdim dudaklarımı “Dersten sonra Haein sunbae ile proje üzerinde çalışmam gerek.”

Taehyung’un parmaklarının enseme olan baskısı artıp kendini hafifçe geri çekmeye yeltenince değişen feromonlarının sebebini anlamak için başımı boynundan kaldırdım ve kocaman kahverengi gözlerle bakan omeganın irislerinde belirginleşmeye başlamış kehribarlıklarla karşılaştım.

Omegasının kendini belli etme şekli ve feromonları her zamankinden oldukça farklıydı. Taehyung’u yalandan kızdırdığım ve kıskançlığa sürüklediğim anlara verdiği tepkiyle şu anki arasındaki fark gözle görülür derecedeydi. Bir an için anlamakta güçlük çekmiştim çünkü saklamaya çalışıyordu, kendini tuttuğunu sakin görünmeye çalışmasından anlayabiliyordum fakat gözlerinden her şey belli oluyordu.

Fırtınadan önce etrafa çökmüş sis gibi sessiz ve karanlık bakan o gözlerde gerçek bir kıskançlık vardı. İlk kez beni kıskandığına şahit olduğum için alfamla birlikte garip bir gurur içindeydik.

Kaşlarımı kaldırıp dudaklarımın köşelerini kıvırırken ona “Ne?” diye sordum.

Ensemdeki parmakları kıpırdandı ve dudaklarını kapatıp açarak omuz silkti “Hiç.” deyip ensemdeki elinden birini yanağıma kaydırarak yanağıma bir öpücük bıraktı “O zaman beni çok özle tamam mı?” sonra bir tane de dudağımın köşesine dokundurdu dudağını “Arada sırada da mesaj at,” oradan da alt dudağıma “Hatta fotoğraf at.”

Ona olan hislerimi fazla hafife alıyordu çünkü ben zaten her dakika ve her saniye onu özlüyor, aklımdan bir an olsun çıkartamıyordum. Onu gözümün önünden ayırmak istediğim tek bir an bile yoktu, bütün aşkımı, sevgimi ve onu mutlu edecek her duygumu ona göstermek için tüm gücümle çabalamaya hazırdım.

Öpücükleri boynumdan koku bezlerime ilerlerken onu ensesinden yakalayıp durdurdum ve doğruca dudaklarından öpüp belini sıkıştırdım. Muhtemelen onu kendimden uzaklaştırdığım için bükmüştü dudaklarını ama onları yeniden kıvırmayı boynumun borcu bilerek burnumla burnu dürttüm. Sonra “Sen de beni özleyip fotoğraf atarsan neden olmasın.” dedim ve onu evden çıkmadan son bir kez öperek sırt çantama ajandamla bilgisayarımı koyarak evden çıktım.

Giderken bana kocaman gözlerle köpek yavrusu bakışı atarak gitmemem için minik bir çabaya girmişti ama yine de gitmek zorundaydım. Taehyung’u gerçekten evde tek başına bırakmak istemiyordum ancak bir noktada okulu asamama gibi bir sorumluluk bilincim vardı bu yüzden istemeden de olsa onu kendimden uzaklaştırmak zorunda kaldım.

Apartmandan çıktığımda havanın soğuk olmaması ve biraz da kartımda kalan son iki basmalık para yüzünden yürümeyi tercih ederek kampüse doğru ilerledim.

Fakülteye giden kestirme yolu kullandığım için her zamankinden daha kısa sürede varmıştım. Dersin başlamasına iki buçuk saat vardı ve kırtasiyenin boş oluşunu mükemmel bir şekilde denk getirmiştim. Bir buçuk saatte eksik notlarımı tamamlayarak kafeteryaya hepsine şöyle bir göz gezdirmeye geçtiğimde Yoongi yolda olduğuna dair bir mesaj attı, Hyunsik henüz yeni kalktığını, Mingyu ise hiç gelmeyeceğini söyleyerek yerine imza atmamızı istedi.

Onlar gelene kadar bilgisayardan da gruba atılmış dosyaları indirip şöyle üzerinden okudum. Çok fazla konu biriktiği için ve Hyunsik iki de bir sıçtın oğlum onur öğrencisi olamayacaksın artık girsin diye mesaj attığı için açıkçası vizelerde sıçabileceğimi düşünmüştüm ama göz gezdirdiğim kadarıyla diyebilirdim ki benim için fazla çıtır çerez duruyordu. Sadece sağlam bir çalışma planı hazırlamam, biraz da pratik yapmam yeterliydi.

Hazır boşken ve kimse yokken bu boşluğumu da ders planımı hazırlamak için değerlendirerek detaylıca oluşturmaya başladım. Tabii bu programa Profesör Cha ve Haein sunbae ile olan proje için çalışmayı da eklemeyi ihmal etmedim. Sonucunda güzel bir program çıkardığımı düşünüyordum. Düzenli uyuyabileceğim, Taehyung’la vakit de geçirebileceğim bir program oluşturmuştum.

“Sen kafayı yemişsin, kaçta geldin on buçuktaki derse?”

Yoongi çantasını sandalyeye, sigara ve telefonunu da masaya bıraktığında hemen söylenerek geldiğini belli etmişti. Her zaman sessizdi ama agresif ve söylemeden geçirdiği tek bir sabah yoktu. Özellikle sabah diyordum çünkü günün en çok konuştuğu saatleriydi.

Yanımdaki sandalyeye oturup ucuna kadar kayarak başını arkaya attığında bilgisayar ekranıma geri dönüp onuz silktim ve ona “Sekiz buçukta geldim.” dedim.

“Yatıp uyusana evinde kardeşim, bu nasıl bir ders aşkıdır.”

“Ne uyuması, şurada iki haftaya vizeler başlayacak. Notları falan toparlayıp program çıkarttım kendime.”

“Tamam en birinci sensin, sakin mi olsan biraz?”

Ona el hareketi çektim, o da gözleri devirip söylendi. Oturduğu yerde biraz kestirerek beş dakika kadar bekledikten sonra sigara paketinden bir dal çıkartmak için doğruldu. Fırsat bu ya ben de hemen bir tane almak için uzandım ama başaramadan elime bir tokat yedim.

“Otlanma sikerim.”

“Bir dal alacağım yaa.”

“Biliyoruz bir dalını senin. Git kendine sigara al beni ilgilendirmez.”

“Param yok ne yapayım ay sonu geldi. Paket alınca veririm cimrilik yapma.”

Aslında yeni paket almıştım ama bir açıdan ay sonu gelmişti, gerçekten bursuma kadar idareli içmem gerekiyordu. Yani bir süre otlakçılık yaparak durumu bedavaya getirmem gerekiyordu.

“Sen önce kira borcunu öde, aşkın uğruna ifşa ettiğin duvar yüzünden iki dairem teke düştü. Üstüne kendi payına düşen kirayı da ödemedin.”

Bugün köklerime bakarken hissettiğim acıdan sonra bir anda bunu söylemesini beklemediğim için şaşırmış, öylece kalakalmıştım. Çünkü tesadüf gibi duran tüm bu şeyleri kendi ellerimle oluştururken zamanla Taehyung’a söylemenin zor olacağını kestiremediğim için şu an göğsümde büyük bir pişmanlıkla yaşıyordum. Haliyle Yoongi’nin bunu yüzüme çarpışı biraz ağır gelmişti.

“Onun bununla ne ilgisi var şimdi?” derken sesim biraz titremiş, haksız olduğumu bildiğim için devamını getirmeye bile yeltenmemiştim.

“Yalan mı? Omega yakın olmak için kırk takla atmadın mı evi sana kiraya vereyim diye?”

Etrafıma şöyle bir göz atarak Yoongi’yi kolundan telaşla sesini alçaltması için sarstım “Shhh, sussana, biri duyacak.”

Biraz gerilmiştim. Taehyung’a yakın olabilmek için yaptığım şeylerden pişman değildim ama sonrasında sakladığım her ufak detay zamanla büyümüş kalbimde hissettiğim büyük bir ağrıya dönüşmüştü. Bazı şeyler için geç kaldığımı biliyordum, hala bir şekilde ona her şeyi anlatmak için çözüm arıyordum ama gerçekten çıkmazdaydım. Üstelik bunu kendim yapmıştım düzeltecek kişi de benden başkası değildi.

Yoongi yüzümdeki telaşı görmüş olmalı ki sigarasını dudaklarından ayırarak bana şöyle bir baktı ve yargılar gibi olmasa da yaptığım şeyi doğru bulmadığını belirten bir tonda konuştu “Bu kadar korkuyorsan neden yaptın o zaman? Hadi yaptın, neden bu kadar bekledin?”

“Başka şansım yoktu, biliyorsun.” derken gözlerimi kaçırdım ve oturduğum sandalyede rahatsızcsa kıpırdandım “Bunları konuşmayalım, bir şekilde halledeceğim.”

“Geç kalınmış pişmanlığı telafi edemezsin Jungkook. Şu an sana güveniyor ama bunu öğrendiğinde sana aynı güvenle bakmayacak biliyorsun değil mi?”

Başımı öne eğdim ve zorlukla yutkundum.

Biliyordum…

Bana dünya üzerinde en çok güvendiği kişi gibi bakıyordu. Gözlerinde bana bakarken gördüğüm yansımam ve o parlak ifadesi alfamı memnun ediyordu çünkü verdiğim güvenin üzerindeki etkisini görüyordum. Mutluydu ve ben onu mutlu edecek her şeyi yapmak için çabalıyordum çünkü üzülmesine dayanamıyordum. Döktüğü her gözyaşını telafi edeceğime, canını yakan her şeyle savaşacağıma ve gözlerindeki her ışıltının sebebi olacağıma dair söz vermiştim. Başarmıştım da ama bazı şeylerin gizli kalamayacağının da farkındaydım, gerçekten her an bunu düşünüyordum, daha fazla geç kalmadan ona anlatmanın bir yolunu bulmayı, ama çok zordu.

“Bir yolunu bulacağım…” diye fısıldayarak kucağımdaki parmaklarımı birbirine geçirdim ve gözlerimi kırpıştırdım. Sonra kendimden emin olmak, destek vermek için başımı onaylar gibi salladım “Onu incitmeden gerçekleri anlatacağım bir yol mutlaka var ve ben o yolu bulacağım.”

Omegayı incitirsen ne olacağını biliyorsun.

Biliyordum ama eğer Taehyung’u incitirsem alfanın bana çektireceği tüm acıya razıydım çünkü ondan gizlediğim şey, tüm bu zaman boyunca üzülmesine yol açan şeylerdi. Çekeceğim her acıyı hak ediyordum ve hatta daha fazlasını.

“Al.”

Yoongi paketi bir dal almam için uzattığında gözlerine baktım. Ben ne kadar çıkmazdaysam o da o kadar bana tavsiye verme konusunda öyleydi. Beni her konuda desteklerdi, yanlışa yanlış, doğruya da doğru derdi ve yaptığım şey onun için kesinlikle yanlıştı ama ben her zaman inandığım şeyin peşinden gitmeyi seçmiştim. Bu özelliğimi babamdan almıştım ama babam yaşasaydı muhtemelen ruh eşime ulaşmak için seçtiğim yol için beni azarlardı. Tıpkı annemin yaptığı gibi…

Sigaradan bir dal alıp yaktım ve içime derince çekerek tüm ciğerlerime ulaşmasına izin verdim. Düşünceler içinde gözlerimi tek bir noktaya sabitlediğimde bitirene kadar sessizce bekledim. Sonra zaten Hyunsik geldi ve derse girdik.

Derste düşüncelerim yüzünden verimli olamadığım için ses kaydı almak zorunda kaldım ve bütün ders boyunca Taehyung’un omzundaki şeyin neden soluklaşmaya başladığını araştırdım.

***

alfacık 💖

bak

sana benziyorlar

ResimLink - Resim Yükle

sarı şeker 🌼

yaaa 😭|

çiçek vermese bile fotoğraf atıyor|

seni ne kadar çok sevdiğimi bilemezsin|

yaaaaa çok güzeller

alfacık 💖

senin kadar değil

sarı şeker 🌼

susar mısın

utandım

alfacık 💖

bi param olsun var ya|

sana dünyanın en güzel buketlerini alacağım|

fotoğraf at da yanaklarının kızarıklığını göreyim

sarı şeker 🌼

yok atmamm

alfacık 💖

özledim ama

sarı şeker 🌼

elim dolu ve oturacak yer arıyorum

şu an atamam dur

alfacık 💖

nerdesin bakayım

sarı şeker 🌼

dur

heh geldim

ay evde yemek yapmaya üşendim

dışarıdan yemek söylersem bin tane laf söylersin diye

kampüse geldim yemekhaneye

alfacık 💖

nasıl da biliyorsun beni

sarı şeker 🌼

bilirim tabii alfamsın sen benim

ben bilmeyeceğim de kim bilecek

benden başka kimse bilemez.

alfacık 💖

alfamsın sen benim cümlesinin

üzerimde yarattığı anlık etki

ResimLink - Resim Yükle

sarı şeker 🌼

o zaman daha çok söylerim ben de 🤭

alfacık 💖

şu an uzaktayken söyleme lütfen

yanında olmadığım saniye delirme ihtimalim var

sarı şeker 🌼

tamam yatakta söylerim o zaman

alfacık 💖

oMEGA

YAPMA

sarı şeker 🌼

siktir sesi geldi|

titredim|

sustum 🫣

alfacık 💖

tanrıya şükür|

ne varmış yemekte

sarı şeker 🌼

 

ResimLink - Resim Yükle

çok iyi menü

yemek yemediysen gelsene

hem seni görmüş olurum 🥺

alfacık 💖

çok isterdim ama atıştırmalık yedim

kütüphaneye geçiyoruz Haein sunbae ile

sarı şeker 🌼

seni benden çaldığı için onu öldüreceğim|

tmm ☹️

iletildi 13.45

görüldü 13.49

alfacık 💖

ne tarafındasın yemekhanenin

sarı şeker 💖

GELDİN Mİ|

doğu tarafında köşede

ne oldu ki

alfacık 💖

tamam camdan baksana

ResimLink - Resim Yükle

 

 

sarı şeker 🌼

YA JUNGKOOOK 😭

ResimLink - Resim Yükle

alfacık 💖

oldu mu gönlün güzelim

sarı şeker 🌼

ağlıyorum|

olmaz olur mu oldu tabii 😭

seni çok seviyorum

çok çok çokk

sen dünyanın en mükemmel bir tanecik alfasısın

canım alfaM benim

alfacık 💖

şimdi yanında olup seni öpmek vardı

ama maalesef ki sunbae ile projeye çalışmam gerek

ahh ahh

sarı şeker 🌼

kıçımın sunbaesi|

umarım bana foto atarken yanındadır|

yanımda olsaydın sadece öpüşmezdik

alfacık 💖

neyi kaybettim şu an 🧍🏻‍♀️

sarı şeker 🌼

bilmemen akıl sağlığın için daha iyi 🥰

ama canım isterse fotoğraf atarım

alfacık 💖

nolur atma

sarı şeker 🌼

ona ben karar vereceğim

alfacık 💖

hayat

bitti

iletildi 13.58

görüldü 13.39

sarı şeker 🌼

JUNGKOOK

kampüsün d kapısının oraya çıtır tavukçu açılmış

burslar yatınca gidelim mi 🥺

iletildi 14.30

görüldü 15.45

alfacık 💖

yoongiden borç isteyeyim|

olur güzelim gideriz

sarı şeker 🌼

çok mu sıktım acaba|

çok geç cevap veriyor|

yok ya ondan değildir projelerine çalışıyor|

timamm

iletildi 15.59

 

sarı şeker 🌼

ders çalıştım

resim de yaptım

jiminle konuştum buluşalım diye ama

namjoonla buluşacakmış

evde sıkıldığım için biraz dışarıda yürüyüşe çıkıcam

iletildi 16.09

görüldü 17.30

alfacık 💖

beni öldümese iyi|

bu kadar saat oldu|

güzelimmm

sarı şeker 🌼

beni biraz sev ya

nefret ediyorsun benden

alfacık 💖

haydaaaaa

başladı benim mesai

ne alakası var güzelim

sarı şeker 🌼

sevmiyorsun işte

hala seni seviyorum demedin

alfacık 💖

çok seviyorum seni

sarı şeker 🌼

☹️

alfacık 💖

senden nefret etmem mümkün değil

deli oluyorum, içim gidiyor sana omega

sarı şeker 🌼

git

konuşma benle

yeni alfa buldum kendime

alfacık 💖

pARDON?

sarı şeker 🌼

öyle.

bana çiçek de alıyor.

ayrıca da yanımda

senin aksine beni hiç yalnız bırakmıyor.

alfacık 💖

sikerim|

beni delirtme

ciddiyim.

sarı şeker 🌼

bak

ResimLink - Resim Yükle

 

alfacık 💖

ya|

anlık öfkeden kudurdum amına koyayım bu ne|

sana sarı çiçek tarlası alabilecek alfa için

bi tane pembe çiçek alan elemanı mı tercih edeceksin

sarı şeker 🌼

şerefsiz işini iyi biliyor|

sarı çiçek tarlası mı 🥺

alfacık 💖

nasıl da düştün ağıma|

evet

istemez misin

sarı şeker 🌼

gardını düşürme taehyung|

seni kandırmasına izin verme|

önce bi saattir nerdesin onun hesabını ver

sonra çiçek tarlasını düşünürüm 😡

alfacık 💖

umarım sinirlenmezsin|

çünkü gerçekten antrenman yapmam gerekiyordu|

proje çalışmasından sonra antrenmana gidiyordum

haein sunbae de yürürken eşlik ediyordu

sonra mesaj geldi koçtan

acil işi çıktığı için iptal oldu ama ben biraz çalışmak istedim

haein sunbae de biriyle çalışmanın daha antrenman gibi

olacağını söyleyince birlikte salona gittik

maç yapacağız

sarı şeker 🌼

hahaha 🤡|

beraber dışarı çıkalım demiştim|

antrenman var diye bir şey demedim|

iptal olduğu halde gittin mi|

bir de Haein’le basketbol maçı|

ıslak ve terli alfamı görüyor üstelik|

şaka mı yapıyorsun canım|

mağaramın duvarları tırnak izinden aşındı|

anladım

iyi çalıştın mı bari Haein sunbae’n ile

alfacık 💖

çok kızmadı sanki ☝🏻|

evet

sunbae önceden de oynuyormuş zaten

dışarıda ısınma koşusu yaptık

maçta berabereyiz

şimdi de mola verdik sigara içtik falan

son turu yapıp maçı bitireceğiz

sarı şeker 🌼

kalede kaleci var diye gol atmaya çalışırsa|

o omegayı parçalarım|

anladım

iyi bakalım bitince haber verirsin

alfacık 💖

noluyor şu an|

sabahki gibi bi anda tedirgin hissettim|

sen kıskandın mı acaba?

sarı şeker 🌼

ne alakası var aşkım|

ama konudan bağımsız|

o omegayı parçalamak istiyorum|

yoo yoo senlik değil|

şahsi 🙂|

yoo

neden kıskanayım

alfacık 💖

bilmem öyle hissettim

sarı şeker 🌼

senin de suyun ısınıyor gibi ama|

daha o yüzümle tanışmadın

öyle hissetmen normal

alfacık 💖

gerçekten kıskanmış 🫠|

nasıl yani

sarı şeker 🌼

hiç

boş ver

sen takılma böyle şeylere

zamanı gelince öğrenirsin

alfacık 💖

tüylerim diken diken oldu|

korkmalı mıyım?

sarı şeker 🌼

sen bi foto gönder bakayım|

yakışıklılığına bakayım da|

bana kendini çekip atsana özledim

alfacık 💖

atayım güzelim

al

ResimLink - Resim Yükle

bulanık çıkmış

tekrar atayım mı içeri giriyordum tam

sarı şeker 🌼

çok yakışıklısın|

sıçıcam böyle işin içine|

kıskançlığımı durduramıyorum|

yok atma istemiyorum

jungkook

yazıyor…

yazıyor…

alfacık 💖

söyle balım

sarı şeker 🌼

hiç

alfacık 💖

?

sarı şeker 🌼

kendine dikkat et

alfacık 💖

tehdit olarak mı algılamalıyım?

kendimi güvende hissetmiyorum

sarı şeker 🌼

hayır tehdit değil

ama sen yine de kendine dikkat et

tırnaklarım sivridir alfa

söylemek istedim sadece

alfacık 💖

ResimLink - Resim Yükle

 

***

Telefonumdan sırıtarak son mesajlarımı okurken inanılmaz keyiflenmiştim. Beni daha önce hiç bu kadar kıskanıp sahiplendiğine şahit olmamıştım, öncesinde sarhoş olduğu zamanı ve öylesine konusu geçtiğindeki söylemleri haricinde ilk kez bu kadar belirgince hissetmiştim. Yalan yok, alfamla büyük bir gurur içindeydim üstelik bilerek yaptığım bir şey de yoktu, sadece projeye çalışıp biraz basketbol oynuyorduk. Zaten Taehyung hariç gözüm kimseyi görmüyordu, açıkçası birinin, Taehyung hariç birinin, ilgisi pek umrumda değildi. Fark etmiyordum bile ve işin gerçeği Haein sunbaeden de böyle bir yaklaşım sezmemiştim.

“Yenilince hep böyle sırıtır mısın?”

Haein sunbaenin sorusunu telefonu kilitleyip yüzümdeki kocaman bir gülümsemeyle bakarak “Olsun, aşkta kazanıyorum.” diye cevapladım ve havlumu çantamın üzerine atarak işaret parmağımla elindeki topu gösterdim “Ayrıca ben asla kaybetmem Sunbae, henüz berabereyiz. Son bir elimiz daha var.”

Sunbae güldü ve havluyla yüzünü kuruladıktan sonra elindeki topu sektirerek “Asla kaybetmeseydin berabere olmazdık.”

“Büyüğüm olduğun için centilmenlik yaptım diyelim.”

“Son eli aldığımda da centilmenlik diyecek misin bakalım…”

Gülerek Haein sunbae eşyalarının yanındaki suyunu alırken elinden basketbol topunu kaptığım gibi sahanın ortasına geçtim. Birkaç kere topu sektirip ellerimi esnettim ve sunbaenin yerde bıraktığı su şişesinden kaşlarını çatarak su içişini izledim. Benden yaşça olarak büyük olmasına rağmen fazlasıyla genç gösteren, yumuşak yüz hatlarına sahipti. Sanırım omega olduğunu belli eden şeylerden biri de yüz hatlarındaki keskin gibi duran ancak güldüğünde yumuşayan ifadesindendi.

Topu sektirmeye geri dönerek bacaklarımın arasından hızlıca geçirerek etrafımda döndüğümde havaya atıp tekrar kucağıma aldım ve boynumu kütlettim. Bu sırada sunbae de gelmiş, hazır olduğunu belli etmek için derince bir nefesle pozisyon almıştı.

“Hazırsan başlıyorum,” diyerek kaşlarımı kaldırdığımda gözlerini kısarak gülümsedi ve “Her zaman, alfa,” deyip burnunu kırıştırdı. Topu havaya attım ve aynı anda da birlikte yükselerek kendi tarafımıza çekmeye çalıştık.

Rakibimle oynamayı ve küçük centilmenliklerle şaşırtarak oyunu almasını düşündürmeyi sağlamaktan hoşlanırdım bu yüzden havadaki topu almasına izin verdim ve oyunu başlamasın öncelik tanıdım, ardından da peşinden koşturdum.

İzin verdiğim kadarıyla potaya yaklaştırdığımda hemen pozisyonumu ayarlayarak önünü kesmiştim. Ne yapmaya çalıştığımı anlamış olacak ki göğsüme yaslanarak pivot hareketiyle dönmeye çalıştı ama ondan daha hızlı ve pratikliydim bu yüzden kolumu ileri atıp topa uzandım.

Topu aldığımda yüzümde bir sırıtış vardı çünkü ellerinin boş kaldığını fark ettiğindeki ifadesi beni keyiflendirmişti. Bu ifadesine bir de beni engelleyemeden topu hızlıca potanın içine gönderdiğimde zeminle buluştuğu sesin salondaki yankısı eşlik edince ekstra bir keyifle ellerimi saçlarım arasından geçirmiş, dilimle yanağımı darbeleyerek sırıtmıştım.

Sunbae topu zeminde seken topu hızlıca yakaladı ve birkaç kere sektirerek oyunu tekrardan başlatacağımı noktaya hafifçe yaydığı rekabetçi fermonlarla gelerek dizlerini kırdı. Gözlerini kıstığı gibi topu havaya attı ve oyunu başlattı ama bu kez centilmen davranmadan topu yakaladım.

Bu kez beni engellemek için en güçlü hamlesini yaptığında topu almakta başarılıydı ama ona doğru arkasından yaptığım hamle yüzünden şaşırıp almam da fazlasıyla kolaydı. Bu yüzden potaya gönderdiğim yeni sayıyı almak da pek zor olmadı. Gururlu bir prens edasıyla basket topunu reverans yaparak sunbaeye attığımda kendimi inanılmaz bir şekilde kaptırmıştım eğlenceye. Kazanırken bunu kayba döndürmeyi istemediğim için oyunu yeniden başlattığında topu hızlıca kapmayı başardım.

Bu kez sunbae de hırs yapmış olmalıydı çünkü sağ taraftan atak yapmaya çalışıp yön değiştirmiş, soluma kayarak topu yakalamıştı. Aramızdaki mesafeyi açmak, alanına girmemek için kendimi geri çektim ve başka bir yöntem denemek için harekete geçtim.

Ayağı çizginin içine bastığında topu sektirdi ve potaya doğru koşturdu. Hemen arkasında olduğum için ve onu iyi izlediğim için sol elinin güçsüz oluşunu ve topu dengesiz tutuşunu fark ettim ve sağ eline yönelip topu soluna almasını neden oldum. Sonrası ise çok kolay oldu, dirseğine dirseğimle yaptığım yaptığım tek dokunuşla dengesi şaştı ve kollarımın uzun oluşu topu çalmamı sağladı. Sunbaeden birkaç büyük adımla uzaklaştım..

Pes etmiş bir şekilde başını geriye attı ve sinirle gülerek bakışlarını bana çevirdiği gibi yakındı “İnanılmazsın…”

Gerçek bir maç olsa üç sayı alacağım çizgiye denk geldiğim anda gülerek bileğimi potaya odaklayıp çabasızca topu çemberle buluşturduğum gibi cevap verdim ona “Asla kaybetmediğimi söylerken şaka yapmıyordum.”

“Onu üçlük attığında fark ettim zaten.”

Kıkırdayıp sunbaenin önünde eğilerek bana eşlik ettiği için teşekkür ettim “Maç için teşekkür ederim, sunbae.”

“Uzun zamandır oynamıyordum, benim için de iyi oldu. Arada proje çalışmamızdan sonra stres atmak için yeniden yapabiliriz istersen.”

Ona “Tabii,” derken gülümsemiş ve çantalarımızın olduğu yere yürümek için döndüğümde omeganın sahanın içine doğru yürüdüğünü gördüm aynı anda da feromonları burnuma doldu. Normal şartlarda kapıdan girdiği anda onu hissetmem saniyelerimi almazdı ama şimdi uzun süredir buradaymış gibi görünüyordu. Sarı saçları içerinin hafif loş ışığında yüzüne gölgeler düşürüyordu ve üzerinde sıradan gibi görünse de siyah bir eşofman takımı vardı. Bana keskince bakıyordu, bir an yanlış anlamasından korkmuştum. Çünkü nasıl desem… Basketbolda biraz temas vardı, rakibimden topu almak için yakın olmam gerekiyordu ve bunu yapabilmemin başka bir yolu yoktu. Ama gerçek bir maç olmadığı için Haein sunbaeye olan mesafemi oyun boyunca korumuştum hatta dirseğine dokunmak, ayağımla ayağını ittirmek hariç hiçbir şekilde dokunmamıştım.

Ona doğru koştururken formamın önünü kaldırdırıp yüzümü sildim ve “Ne ara geldin güzelim, hiç fark etmedim?” diyerek ıslak olduğum için rahatsız olmasın diye hafifçe sarılmaya yeltendim. Ancak Taehyung beklediğimin aksine hızlı bir hamleyle beni kendine çekip hızlıca öptü ve geri çekildi. Gözleri dağılmış saçlarıma takıldığında ise onları geri ittirip gözlerime sabahki gibi karanlık gözlerle baktı “İkinci sayı ve üçlüğünü görecek kadar buradaydım.”

Pekala, tam şu an kıskandığından emin olmuştum çünkü saçlarımı gözlerimin önünden çekerken tırnağını yanağıma sürterek aşağıya sürmüş ve dudakları iki yana kıvrılmıştı. Feromonları da tüylerimi diken diken edecek bir uyarı niteliğinde burnuma ulaşmıştı.

Yutkundum ve bu basit gibi görünen uyarıyı sindirmeye çalışırken Taehyung’un benden uzaklaşarak Haein sunbaeyle tatlı bir gülümseme takınıp konuşmasını izledim “Siz de en az Jungkook kadar iyi oynadınız Sunbae.”

Sunbae başını hafifçe eğerek teşekkür ederken gayet normal bir şekilde cevapladı Taehyung’u “Teşekkür ederim, Jungkook’un kazanma hırsını pek geçemedim ama olsun.”

“Biraz öyledir,” dediğinde hafifçe gülümseyip parmaklarımızı iç içe geçirerek tutmuştu ve cümlesine devam ederken tırnakları etime baskı uygulayarak beni yerime mıhlamıştı “Kazanmayı sever ve kazandığı başarısını paylaşmayı sevmez. Bu yönden biraz benziyoruz aslında, ben de paylaşmayı çok sevmem.”

Gülüşü ona tatlılık katıyordu ancak kelimeleri sevecen tehditler içeriyordu. Gerçekten kıskandığında bambaşka birine dönüştüğünü görebiliyordum. Gözleri daha parlaktı bir kere, daha keskin bakıyordu ve feromonları bile beni sahipleniyordu. Ama beni çok heyecanlandıran, aslında sunbae ile birbirimize karşı hiçbir hareketimizin olmamasına rağmen sırf basit bir basketbol oyunu yüzünden kendinden emin bir şekilde karşı tarafa gözdağı vermesiydi, ortası yoktu.

Eyvah, gerçekten tırnakları sivriymiş.

Ona aşığım.

Ben de.

Kendi içimde alfamla ona olan aşkımızı bir kez daha kesinleştirirken iki omeganın birbirine girmemesi için bir yandan onlardan dikkatimi çekmemeye çalışıyordum.

Haein sunbae başını Taehyung’un söylediği şeyle birlikte hafifçe sallayarak gülümsediğinde yanakları belirginleşmiş bir şekilde “Kimse sevmez.” dedi ve gözlerini ikimiz arasında dolaştırıp kibar bir hareketle eğilip soyunma odalarına giden kapıyı gösterdi “Duş alıp gideyim ben. Tekrar teşekkürler Jungkook, proje için iletişim halinde oluruz. Sana da hoşça kal Taehyung.”

“Hoşça kal sunbae,” diyerek sonra görüşürüz bile demeden Taehyung’a baktığımda devam ettim “Ben de duşa girip geleyim hemen, sonra gideriz güzelim olur mu?”

Taehyung tuttuğu elimi bıraktığında ve yerdeki topu aldığı gibi bir kez sektirerek salonda yankılanmasına sebep oluşunu izledim öylece. Dudaklarındaki gülümseme hala duruyordu ve topu bir kez daha sektirerek bakışlarını benimkilere değdirdiğinde gözlerinin içinde kehribar parıltıları gördüm. Başını dikleştirdi ve çapraz bir şekilde asılı olan çantasını benimkinin üzerine atarak sakin ancak meydan okuyan bir tavırla konuştu.

“Eğer gerçekten kaybetmeyeceğini düşünüyorsan,” topu sertçe üzerime doğru attı “Bir de benimle oyna.”

Reflekslerim hızlıydı, sertçe attığı topu üzerime değmeden yakalamış, şaşkınca omegaya bakmıştım. Daha önce tokat ve yumruklarına şakasına bile olsa maruz kaldığım kadarıyla elinin sert olduğunu biliyordum. Topun elime çarpış şiddetinden de belliydi zaten ama buna buram buram kıskançlık kokan feromonları eklenince bambaşka bir güçle karşılaşmıştım. Bu kez işin içinde daha yoğun duygular vardı, boğuluyor gibiydim.

Daha önce basketbolu arkadaşlarıyla oynadığını biliyordum ama benimle oynamak istemesi, üstüne üstlük basketbol konusundaki yeteneğimi bilmesine rağmen bana kafa tutması… Bu hali beni o kadar kendine çekmişti ki alfamla kıskanılmanın muhteşem hissiyle dolup taşmıştık.

Karşımda açık açık olmasa da sunbae ile maç yapışımı kıskanıp onunla oynamamı isterken tavrına kayıtsız kalamayarak topu elimde çevirdim ve hafifçe gülümsedim “Kazanabileceğini düşünüyorsan, elbette omega.” deyip oyunu başlatacağım çizgiye doğru yürümeden ondan yarattığım öfkeye daha çok gülümsemeyi ihmal etmedim.

Karşıma geçti dizlerini hafifçe kırarak pozisyon aldı. Ona son bir kez baktım ve gözlerimi gözlerinden ayırmadan parmaklarımın ucundan çıkan kuvvetle havaya fırlattım. Ardından ise aramızda yükselen topu yakalamak için ayaklarımdan güç alarak zıpladım.

Taehyung fazla olmasa da benden kısaydı, daha ince yapılıydı ama gözlerinde aynı benimkine benzeyen bir hırs vardı. Kararlıydı kazanmak konusunda ama ben daha avantajlıydım havada hızlıca yükselmiş topu kendi tarafıma çekmiştim.

Topu sektirerek potaya yöneldim ama sadece beni kesene kadar birkaç adım atabildim. Bu kadar hızlı olabileceğini hesaba katmamıştım. Yönümü değiştirerek ondan kurtulmak isteğimde kendini hızlıca siper etmiş ve bocalamama sebep olmuştu. Aslında buna sebep olan şey sıcak nefesini tenimde hissetmekti demek daha doğru olurdu. Söz konusu Taehyung olunca elim ayağıma dolanıyor, alfamın dikkati dağılıyordu.

Dikkat dağınıklığımın sebebine bakmak için saniyelik bir bakış atışım Taehyung’un bana daha çok yaslanması ve kolunu omzumun altından geçirip topu almasıyla sonuçlandı.

Vanilyalı kokusu işte o zaman bütün soluk borumu oradan da ciğerlerimi sardı. O an hiçbir şey idrak edemedim ve top potaya hızla girerken gözlerimi kırpıştırarak aldığı sayıya bakakaldım.

Taehyung potaya girip zeminle buluşan basketbol topunu yakaladığında saçlarını geri doğru eliyle tarafı ve dudaklarını yalayarak bana “Dikkatin çok dağınık alfa. Kazanacağına emin misin?” dedi.

Demek öyle, kirli oynayacağız…

Bu hali var ya…. Aklımı yitiriyordum, alfam bunu sevmişti ve ben de sevmiştim. Bu yüzden de gülümsememi gizleyememiştim orta çizgiye geçerken.

“Bu kadar yakın oynayacaksak işler farklı ilerler.” dedim.

“Kuralları söylemediğin için doğaçlama yaptım.”

“Nasıl istersen öyle olsun omega.”

Omuz silkti ve pozisyon alıp oyunu yeniden başlattı. Bu kez daha temkinli ilerledim ve onun gibi kirli oynadım oyunu. Topu aldığı ilk anda potaya doğru ilerlemesini kesip tereddüt bile etmeden bir elimi kalçasına götürdüm ve ensesine tam mühür yerine doğru sıcak nefesimi bırakıp topa uzandığım gibi çekerek yaslandığım sırtından döndüm. Zıplayarak topu potaya attım.

1-1.

Topu yakalayıp zaferle, dudakları aralık nefes nefese bir heyecanla yanakları pembeleşmiş omegamın güzelliğine baktım. İnanılmaz güzeldi, baktığımda gördüğüm sahiplenme içgüdüsüyle kararmış gözlerinin üzerimde oluşu dönüşerek uluma isteğimi açığa çıkartıyordu.

Yeniden başlamak için ortaya geçtiğimizde pozisyon almak için eğilince terden gözünün üstüne yapışmış sarı tutamı boştaki elimle ittirdim ve dudağının köşesine dudağımı sürtüp topu atmak için geri çekildim. Gözlerindeki ateş hafifçe yumuşadı ama yok olmadı. Ben de güldüm ve gözlerimi gözlerinden ayırmadan topu havaya fırlattım.

Topu yakaladı ancak potaya yakınlaştığı anda benden kaçmayı bıraktı. Aksine bana daha yakın olabilmek için eli arkada topu sektirdi, göğsüme değerek başını yukarıya kaldırdı. Şimdi, ben üzerine doğru abanırken bacaklarımız iç içe geçmişti ve dudakları tam dudaklarımın önündeydi. Tanrım… O kadar güzel kokuyordu ki ve dudakları o kadar yakındı ki…

Ona doğru güç uygulamıyordum ama fazlasıyla yakın olmamız için üzerine abandığım da bir gerçekti. Sadece bunun tek taraflı olmadığını, boşta olan elinin beklemediğim bir anda şortumun önünü kavramasıyla hatırlamıştım.

Gözlerim karardı ve ne yapacağımı şaşırarak refleksle geri çekilip oyunu ona kendi ellerimle bırakmak zorunda kaldım. Beni nasıl alt edeceğini çok iyi biliyordu çünkü kendisinin bunun tek sebebi olduğunu farkındaydı. Sunbae ile nasıl oynadığımı görmüştü, sıradan bir oyundu ve çizdiğim belli sınırlarla oynamıştım ama Taehyung bambaşkaydı. Haliyle oynarken ona gösterdiğim zayıflık da kazanma hırsımla çatışıyordu.

2–1.

Sakin ol Jungkook, sen bir savaşçısın diye kendimi telkin etmem bile fayda etmedi. Alfam çoktan omeganın sıcak parmaklarının erkekliğimi kavraması yüzünden diz çökmüş ve omegasının isteklerine boyun eğmeye hazırdı. Omega ise, aldığı sayı ve beni getirdiği durumdan oldukça memnun bir tavır takınmıştı.

Yine de iyi ilerlediğimi düşünüyordum çünkü beni alt etmesine ve gerçekten beklemediğim dokunuşlarla kafayı yememe sebep olmasına rağmen durumu 2-2 yapıp son oyuna geçmeyi başarmıştım.

Bu kez oyunu ben başlattım ve topu alarak kazanmaya odaklandım, potaya doğru koşturdum. Taehyung beni arkadan sardı ve nefesini boynuma bıraktı. Başımı yana doğru çevirerek kehribar rengine bürünmeye başlayan alev gibi yanan gözlerine baktım. Feromonları alfamı bütünüyle sararak birleşmeye çalıştı ve bacakları bana engel olmaya çalışırcasına benimkilere dolandı.

Beni ittirirken direndim ama çelme taktığında ayaklarım birbirine dolanarak önce topu elimden kaybettim sonra da dengemi kaybederek sert zemine doğru düşmeye başladım. Düşerken yanımda Taehyung’u da çektiğim için koruma içgüdüm devreye girdi ve onu üstte tutmaya çalışarak sert zemini karşıladım.

Omzum ve biraz da sırtım acımıştı bu yüzden dudaklarım arasından bir tıslama çıkmasına engel olamadım. Acımı hafifletmek için refleksle Taehyung’un iki yanımda duran bacağına tutunup yüzümü buruşturdum ama dikkatim göğsümden destek alarak hafifçe kalkıp gözlerime bakan Taehyung’a kayınca acımı unuttum.

Nefeslerimiz birbirine karışıyordu gözleri alev alevdi. Kaşları da çatık, dudakları düz bir şekilde üstte olduğu için yüzüme doğru dökülen sarı saçlarının arasından bana bakıyordu. Vanilyalı feromonları ise yoğun bir şekilde beni delirtircesine etrafa yayılıyordu.

Nefes kesiciydi ve ben dayanamadığım için tuttuğum bacağındaki elimi kalçalarına kaydırmak için yukarı doğru çıkarttım. Ancak eşofmanının altından yayılan sıcaklık kesildi ve Taehyung ellerimi tutup başımın üzerinde birleştirerek ona dokunmama engel oldu.

Parmakları sertçe bileklerimi tutuyordu ve tırnakları derime baskı uyguluyordu. Bu kadar net ve baskınca beni sahiplenmesini beklemiyordum açıkçası, istesem tek seferde pozisyonları değiştirebilirdim ama gerçekten şaşkındım uyguladığı güç karşısında. Şu an gözümde inanılmaz ateşli duruyordu.

Hafifçe gülümseme gafletinde bulunduğumda Taehyung kaşlarını çattı ve başını hafifçe boynuma doğru eğip nefeslenerek burnundan soluduğu bir ses çıkarttı. Ardından “Onun gibi kokuyorsun.” diyerek hırıltılı bir nefesle kulağıma fısıldayarak devam etti “Bundan hiç hoşlanmadım, alfa.”

Açıklama yapmak için dudaklarımı aralamamı bile beklemeden boynuma kapattığı dudakları yüzünden kalbim tekledi. Hedefi tam koku bezimdi ve tam da doğru yeri emerek, bazen de yalayarak beni sarhoş etmişti.

Ancak bu hali kesinlike basit bir öpme ya da emmeyle sınırlı kalmayacağını gösterirken dişlerini hissettim. Omegalara has küçük köpek dişleri koku bezlerimin en hassas yerlerinde gezinerek gözlerimin kaymasına neden oldu. İnleyerek başımı arkaya attım ve altında kıvranarak ona seslendim.

“Taehyung…”

Omega…

Alfam tamamen teslim olmuş bir şekilde omegamın üzerime sinmesini istediği feromonlarını kabul ederek kendini bıraktığında dişlerini derimin içinde hissettim. Ve aslında derimi aşıp ruhuma, bütün benliğime işlenmesini hissettim. Hiçbir şey yapmadım, sadece inledim ve omegamın istediği şeyi yapmasına izin verdim.

Küçük dişlerinin yarattığı acı derimden ayrıldığında hafif bir sızlanma yarattı ve nefesimi bırakmama sebep oldu. Gözlerimi araladım ve dudaklarımda tebessümle Taehyung’un kehribar gözbebeklerinde kırmızı yansımaya baktım.

Yüzümde sersemce bir mutluluk vardı, sarhoş gibiydim ve gülümsemeden duramıyordum. Taehyung dudaklarını yalarken kaşlarını çatarak “Gülme,” dedi dişlerinin arasından “Çok sinirliyim sana.”

Onu öpmedim ama içgüdüsel bir tepkiyle burnumu burnuna sürterek keyifle konuştum “Hani kıskanmamıştın, yalancı.”

Öfkeli olmasına rağmen dudaklarını büküp tatlı tatlı konuşmak istediğine emindim ama baskın çıktığı şey tamamen omega içgüdüsü olmalıydı ki hala kaşları öfkeden çatılmış bir haldeydi.

“Onunla oynadığını söyleyene kadar kıskanmamıştım.” derken açık açık kıskandığını söylemese de devamını getirdiğinde konunun sadece kıskançlık bir yana biraz da kırgınlık olduğunu anlamıştım “Akşam birlikte bir şeyler yapmak istemiştim. Antrenmanın iptal olduysa bir şey yapamasak da benimle maç yapabilirdin. Neden onunla oynadın?”

Gülüşüm hafif bir şaşkınlığa çevrildi. Birlikte bir şeyler yapma fikri antrenmanım var diye ertelenmiştim ve ona maçın iptal olduğunu Haen sunbae ile maç yaparken söylemiştim. Başkasını tercih ettiğimi düşünmüş olmalıydı ama asla böyle değildi, tamamen pratik yapmak istemiştim ve o an gerçekten aklıma gelmemişti.

Öncelikle “Ellerimi kullanabilir miyim?” diye sorarak bileklerimi gevşettiği elinden kurtulup elimi yanağına yasladım “Haklısın ama düşündüğün gibi değil. Pratik yapmam gerekiyordu ve o an aklımdan çıktı.”

“Tırnaklarımı çıkardığım için beni suçlayamazsın.” dedi alçak bir sesle ve kelimelerimle biraz olsun yumuşayan yüzü hatırladığı şeyle tekrar sertleşti “Dipdibeydiniz.”

“O sadece benim üstüm, endişelenmene gerek yok. Ayrıca izlediğini söyledin, mesafemi koruduğumu da görmüşsündür.”

“Gördüm ama o omegayı sevmiyorum.” derken vanilyalı feromonları yeniden yükselmeye başladı “Yanında ben hariç başka omega görmek istemiyorum.”

Elimi yanağında dolaştırdım, elmacık kemiklerini okşadım ve “Yanımda senden başka omega istemiyorum ki,” deyip dudağının köşesinden bir öpücük çaldım “Hatta ömrümün kalanında yanımda görmek istediğim tek omega sensin.”

Dokunduğum yanağından bütün bedenine yayılan rahatlama hissi bana doğru akmaya başladığı için memnundum. Omegamı rahatsız eden şeylerin hiçbirinin hayatımızda yeri olmamalıydı.

“İyi… O zaman bir daha üzerinde koku bırakmasına izin verme.”

Üzerimde koku bırakmamıştı, terlediğimiz için feromonlarımız birbirine karışmıştı sadece ama bunu açıklamak istememiştim çünkü rahatsız olduğunu biliyordum ve ben ne dersem diyeyim yanımdan geçen herhangi bir omeganın en ufak feromon dokunuşunun kokusunu tıpkı benim aldığım gibi alacaktı. Bu yüzden sadece gülümsedim ve ona tamam diyerek yavaşça öptüm.

Omegamı, rahatladığını hissedip nefesim kesilene kadar sahanın ortasında öptüm. Sonra spor salonunda kısa bir duş alarak dışarıya, beni beklediği yere çıktım. Bir kolunu kendine sarmış, tüyleri diken diken olmuş bir şekilde sigara içiyordu. Üzerinde incecik bir kapüşonlu vardı bu yüzden yanına ilerlerken üzerimdeki ceketi çıkarttım ve omzuna atmadan bez çantasını kolundan alıp, kendime çaprazca taktım. Sonra da boynundan öperek kolumun altına aldığım gibi bir ton söylendim. Her söylediğimi öfleyerek savundu ve sonunda ağzını kapatarak haklı olduğumu artık susmasını söylemek zorunda kaldım.

Kampüs içinde karanlıkta el ele yürürken yol ayrımında sağa gitmek yerine, çünkü evimize yakın olan çıkış kapısı sağdaydı, sola yönelince kafası karışmış ve sormuştu.

“Neden buradan çıkıyoruz?”

“Çünkü omegamın canı çıtır tavuk çekmiş. Ben de ısmarlayacağım.”

Gözleri heyecanla parlayarak bana dönmüştü ama dudaklarından çıkanlar farklıydı “Burslar yatınca demiştim, hemen gitmemize gerek yoktu ki.”

“Burslar yatınca sahile gider başka bir şey yaparız.”

“Ama-”

“Aması yok.” dedim ve kararlılıkla onu ittirip kampüsün d kapısına doğru yürüttüm. Ses etmedi ama feromonlarındaki tatlı yükseliş gönlünün hoş olduğunu belli edince anladım. Onu mutlu edince ben de mutlu oluyordum ve içim rahatlıyordu.

İlanı nerede görmüştü bilmiyorum ama ismini hatırlayamadığı için neredeyse bütün sokaklara girip çıkmış ve sonunda bulmuştuk. Bölgedeki öğrenci çokluğundan dolayı fazlasıyla kalabalık oluşu fiyatların uygun olmasından kaynaklıydı.

İkimiz için de standart tavuk butuna içecek dahil toplam 36000 kore wonu ödemiştik ve gerçekten de yediğim en lezzetli tavuk olduğunu söyleyebilirdim. Öyle ki 12 parça butu hızlıca silip süpürmüş henüz dördüncü butunu kemirmekle uğraşan Taehyung’u izlemeye başlamıştım. Kendisinin normal yediğini benimse masayı vakumladığımı söylese de ben kesinlikle yemek boyunca konuştuğu için hızlı olmadığını savunuyordum ama tabii bunu sesli dile getirmedim. Çünkü kesinlikle benimle soluksuz bir şekilde konuşmasına bayılıyordum.

Bir sürü şeyden bahsediyordu, gün içinde ben yokken göremediğim şeylerden, çizdiği resimden, Kafein’in tatlı mırıltılarıyla yatakta uyuyakalıp ders çalışma süresinin kısaldığından ve yemekhanede gördüğü kızın yiyecekleri karıştırarak midesini bulandırdığı anlardan bahsetmişti. Hiçbir detayı kaçırmadım, gün içinden yaptığı şeylerin üzerinde bıraktığı detayları anlatırken karakalem çiziminin serçe parmağında bıraktığı koyu lekeyi bile hafızama kazıdım.

Beşinci tavuğuna geçtiğinde arkasına yaslanıp başını geriye atarken derince iç çekip midesini rahatlatmak için nefeslendi. Sonra yeniden tavuğuna gömülüp “Bir de Jimin’le konuştum işte. Namjoon’la buluşacaklarmış.” dedi

“Nasıl gidiyormuş, her şey yolunda mı?”

“Bence yolunda ve sanırım haklıydın, çoktan birbirlerine aşıklar.”

Kaşlarımı kaldırıp merakla sormadan yüzüne doğru düşen bir tutamı yap bulaşmasın diye ittirdim “Nereden vardın bu kanıya?”

“Namjoon Jimin’e çiçekleri çıkmadan önce aşık olduğunu söylemiş, Jimin peçeteye Namjoon’un portresini çizdiğinde buna karar vermiş.”

Gururla gülümsedim ve “Eh,” derken elimle şakaklarıma hafifçe vurdum “Biliyorum ben bu işi de ondan. Namjoon hyungun ondan etkileneceğinden adım kadar emindim. Ruh hastası özellikleri olsa da basit bir insan ve sanat onun için fazlasıyla cezbedici. Jimin de tam olarak onun kategorisinde bir insandı, sakin alfa-cilveli omega ilişkisine tam uyuyorlardı ama ruh eşi çıkmalarını elbette beklemiyordum. Bence birbirlerini tamamlayacaklar.”

“Bence de. Anlatırken gözleri parlıyordu, çiçekleri ilk çıktığındaki gibi endişeli hissetmemesi beni sevindiriyor.”

“Namjoon hyung da keyifliymiş, birkaç kere gülümsemiş durup dururken falan, Yoongi öyle söyledi. Şimdi böyle normal bir şeyi söylüyoruz tuhafmış gibi ama Namjoon hyungun yüzü mahkeme duvarı gibi gerçekten. Jimin onu güldürüyorsa aşık olduğu konusunda yalan söyleyeceğini düşünmüyorum.”

Taehyung ağzını kapatarak kıkırdadı ve biraz daha sohbet ettik. 6. tavuğunda artık doymuş olmalı ki elindeki çöpü kovanın içine atıp doyduğunu söylemiş, ben de kalanını paket yaptırmak için yeni bir kova almıştım. Sonra el ele tutuşarak ara sokakta evimize doğru yürümeye başlamıştık.

Sırtımda sırt çantam, çapraz bir şekilde üstüme asılı Taehyung’un çantası ve bir elimde de çıtır tavuk poşeti vardı. Diğer elim de üşüdüğü için bana sarılan Taehyung’un omzundaydı. İkimiz de sessizce yürüyorduk ama Taehyung’un dakikalardır içi içini yiyordu bir şey sormak için. Bunu biliyordum çünkü beni ısırdığı için kafamın içindeki ona ait düşünceler daha berraktı. Periyodik aralıklarla kapüşonlumun ucunu sıkıp sıkıp bırakıyordu. Sonunda cesaretini toplamış olmalı ki sakin bir tonla sordu.

“Sen bana ne zaman aşık oldun peki?”

Soru beni öyle hazırlıksız yakaladı ki ne söyleyeceğimi bilemedim yürürken başımı eğip hafifçe gülümsedim. Beni tek bir sorusuyla onu gördüğüm ilk ana götürmüştü sonra da kokusunu alıp aşık olduğum, ilk kez temas ettiğimiz o ana… Ama bunu ona söyleyemezdim, henüz değildi…

Omzundaki elimle onu kendime biraz daha yaklaştırmak ister gibi bastırdım ve “Seoul Shaekers’a gittiğimiz gün,” deyip devam ettim “Ben tuvaletten çıkmıştım sen de o piçin yanına gitmek için koşarken çarpışmıştık. Çok güzeldin, seni ilk kez o kadar samimi bir şekilde gülerken görmüştüm ama o piç yüzünden o gülümsemen kaybolmuştu. Yerine yenisi koymak istemiş, gitmemen için gözlerinin içine bakmıştım ama yine de gitmiştin.”

Cevabım hafifçe kıkırdamasını ve feromon yayması sağladı “Dünyanın en salak omegasıydım. Ama yine olsa yine yapardım. Çünkü sana o günden sonra aşık olmaya başladım.”

Bana aşık olacağını bildiği için, hatalarını yeniden yapmayı seçmesi kalbimi hızlandırdı. Çünkü ben de, beni görmesini sağlamak için oluşturduğum tüm tesadüfleri yine olsa yine yapardım.

“Aslında şöyle,” diyerek bitirmediğini belli eden bir heyecanla konuşmaya başladı tekrardan “Aşık olabileceğim çok fazla şeyin vardı ama sana şans öpücüğünü vermek için geç kaldığım gün söylediklerin sana aşık olduğuma emin olmamı sağladı.”

“Sana o gün açılırken söylediklerim mi?”

“Hayır, o değil. Bana kızacaksın diye çok korkmuş ve telaşlanmıştım ve sen hesap sormak yerine beni gördüğün anda iyi olup olmadığımı, neden telaşlandığımı sorup endişeyle bakmıştın. Böyle düşünmenin benim için çok önemli olduğunu fark ettim”

Ne demek istediğini anlıyordum. O gün gözlerindeki korkuyu, telaşla yaptığı açıklamayı, gerçekten ona tepki göstereceğimi düşündüğü anı hatırlıyordum. O gün geç kalabileceğini biliyordum ama geç kalıyor oluşu ondan nefret edip tavır koymam için bir sebep değildi. Beni öpmedi diye ondan nefret etmeyeceğimi bilmesi için de ona itiraf etmiştim işte ve şimdi tam da buradaydık. Birbirimize aşık olduğumuz ilk anı söylüyorduk.

Başının tepesinden öptüm onu ve “Öyle düşünüyordum çünkü benim için önemliydin. Hala da öyle omega.” dedim.

Vanilyalı feromonları, sokak havasına karışarak burnuma doldu. Ben de kendi feromonlarımı yükselttim ve onunkilere karışmasını sağladım. Şimdi kendi kokumla onun kokusu birleşmişti ve aldığım her nefeste ağzım kulaklarıma varana kadar gülümsememe sebep oluyordu.

Beraber evimizin bulunduğu sokağa girdiğimizde, duvar yıkılmadan önce eski sevgilisinin onda bıraktığı enkazla baş edişlerini hatırladım. Çokça ağlamıştı, hatta sürekli ağlıyordu diyebilirdim. Ama şimdi bakıyordum da, artık tüm akşamlarımız Taehyung’un gülüşleriyle doluydu. Gözlerinden akan yaş değil, yüksek sesle evin içinde yankılanan kahkahaları vardı artık. Ağladığı bütün anların yerine yeni anılar koymayı başarmıştım.

Apartmandan içeriye girip onu merdivenden çıkarken önüme alıp kalçasından destekleyerek merdivenden çıkartmıştım. Zaman ilerledikçe soğuyan hava eve girdiğimizde etkisini az da olsa yitirmişti. Doğruca tavukları dolaba atmış ellerimizi yıkamıştık. Tabii Taehyung odaya yönelmişti doğrudan üzerini değiştirmek için ama ensesinden yakalayıp banyoya çekmiştim. Sonra Kafein’e öpücük vererek üzerimizi değiştirip yeniden banyoya geçmiştik.

Günün en sevdiğim saatiydi bu. Yan yana, aynanın karşısında dişlerimizi fırçalarken arada sırada bakışıp ağzımızdaki köpüklerle birbirimize iğrençlik yapıyorduk. Taehyung’un midesi bulanıp söve söve ağzını yıkayıp ayağıyla kalçama tekme attığı gibi banyodan çıktığı rutinimizi saymıyorum bile. O artık olmazsa olmazımızdı.

Banyoda işimi bitirdiğimde Taehyung çoktan yatağımızın arasına yerleşip tabletinde bir şeyler çizmeye başlamıştı bile.

Ben de salondaki masaya geçmiştim gündüzden hazırladığım çalışma programını uygulamak için. Notlarımı düzenleyip biraz da ders çalıştım. Taehyung sıkılınca yanıma geldi biraz öpüşüp koklaştıktan sonra geri gitti. Bu da bir rutin gibiydi aslında, arada sırada gelir beni öpücük bombasına tutup giderdi. Uzunca bir süre gelmediğinde ise anlardım ki uyuyakalmıştı.

Yine uzunca bir süre olmadığını bilgisayarın köşesindeki saat üçe gelirken fark etmiştim bu yüzden kalkıp hızlıca odaya geçmiştim. Benim tarafımda, yastığıma sarılmış bir şekilde uyuyan omegamı uyandırmadan üzerine eğildim ve hafifçe öptüm.

Taehyung hissetmiş gibi beni kendine çekmekte gecikmedi ve göğsüme doğru yanaşarak sıcak nefesini bıraktı. Tam o an, göğsümden yukarı doğru bir acı yayıldı. Canım o kadar çok yandı ki hiçbir şey yapamadım. Dişlerimi sıkıp feromonlarımı kontrol altına almaya çalışarak köklerimin biraz daha büyüyerek göğsümde nefesiyle yer edişine izin verdim. Zaten başka çarem de yoktu, artık her temasımızda büyümeye başladıklarını anlamıştım.

“Jungkook…” mırıltıyla yanağını göğsüme sürttüğünde sesimi toparlayamadığım için huzursuzca, uykulu sesi yeniden kulağıma doldu “İyi misin, feromonların değişti.”

“İyiyim güzelim.” dedim tek nefeste ama asla değildim “Bacağıma kramp girdi sadece. Geçer şimdi uyu sen.”

“Hm… Hangisi…”

“Sağ.”

“Hı-hm…”

Yorganın altından bacağını bacağımın üzerine atıp uyku sersemliğiyle topuğunu baldırıma savsak hareketlerle vurmaya başlayınca ağlamak istedim. Ona anlatmakta geç kaldığım, canının yanmasına sebep olduğum her şeyi sakladığım için özür dileyerek, beni affetmesini söylemek istiyordum.

Ama yapamadım…

Alfam çiçeklerine kavuşmak için ağladı.

Sadece ona sıkı sıkıya sarılarak göğsümdeki acının geçmesini bekledim ve Taehyung’un bacağı yatağa düştüğünde odanın sessizliğinde sadece nefes sesini dinledim. Göğsümdeki acı da yavaş yavaş hafifledi, ancak bende bıraktığı hasar vurucu oldu.

Nefes aldım ve verdim.

Ona verdiğim güveni kendi ellerimle zedelemenin ağırlığını taşıyarak omegamın saçlarından öptüm ve gözlerimi kapatarak içtenlikle fısıldadım.

Söz veriyorum omega. Sana her şeyi anlatırken seni incitmemek için elimden geleni yapacağım.

***

Taehyung

Son birkaç gündür, Hoseok hyungla Seoul Shakers’da konuştuğumuzdan beri aklıma takılan tonlarca şey vardı. Elim sürekli omzuma ve çiçeklerime gidiyordu, Jungkook dokunduğunda ya da öpüp ısırdığında sürekli kafamda tartıyordum hislerimi. Uzun süredir yapmam gereken şeydi belki ama o gün Hoseok hyung bana aşk olarak benimsediğim hislerimi kalıplaştırmadan hissetmemi ve omegamı dinlememi söylediğinden beridir sürekli bunu yapmaya çalışıyordum.

Hissettiğim tek şeyse, Jungkook’a baktığımda yerinden çıkacakmış gibi atan kalbimdi. Bana bakışları, bana dokunuşları, beni öpüşü ve beni seviş şekli… Bunları öyle yoğunca duygularla hissediyordum ki, çiçeklerim konusunda aksinin çıkmasından korktuğum için gitmekten kaçındığım doktorun, çiçeklerim hakkında vereceği karar artık benim sadece birkaç anlamsız sözden ibaret olacağını da fark etmiştim. Ama bunun konusunu Jungkook’a açmanın doğru olmadığını düşündüğüm için kendim yapma kararı almıştım. Çünkü ben hislerimden tamamen emindim, sadece tıbben de noktalamak istiyordum ama bunu Jungkook’a anlatırsam ne tepki verir bilmiyordum. Yanlış anlamaya açık bir konuydu, söylediğimde hala kafamda bitirmediğimi düşünürse nasıl ona aksini anlatabileceğime dair hiçbir fikrim yoktu. Bu yüzden onun dersinin öğlen başladığı benimse sabah olduğu güne randevu alıp tek başıma gelmiştim.

Sıkıntıyla oturduğum koltukta kıpırdanıp beyaz koridordaki büyük saate baktığımda randevuma henüz on dakika olduğunu görüp ofladım. Dün resim yaparken daldığım düşünceler yüzünden uzunca bir süre kafamda bazı şeyleri oturtmuş, kararlılıkla kampüsün içindeki hastaneden randevu almıştım. Bunu tek başıma yapmak istediğim için de Jimin’le ayrı seçmeli derslerimizin saatine denk gelecek şekilde randevuyu almıştım.

Ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırarak etrafa ne olduğunu anlamazcasına inceledim. Hastanelerden çok hoşlanmazdım, kokusu hep bana kötü şeyleri anımsatırdı ve bu yüzden olabildiğince az gitmeye çalışırdım. Duvarlar da çok beyaz gelirdi, hatta mavi sandalyeler de sekreter kızlardan biri adımı seslenince bez çantamı çaprazca asarak koltuktan kalktım.

“Omega Kim Taehyung-sshi?”

“Benim, buradayım.”

Masanının önüne gittiğimde sekreter kız önündeki bilgisayar ekranından bir şeyler yaptı ve bana baktıktan hemen sonra sanki bir başkası da olması gerekiyormuş gibi arkama doğru bakarak “Ruh eşiniz burada yok mu?”

Olabildiğince kibar olmaya çalışarak gülümsedim “Yok. Olması mı gerekiyordu?”

“Oh, hayır,” derken yanlış bir şey söylediğini anlamış olmalı ki hafifçe özür diler gibi eğildi “Genelde analistlere ruh eşiyle gelindiği için göremeyince sormak istedim. Kusura bakmayın, sistemden Alfa Shin Suho’nun yanınızda olmadığını işaretliyorum.”

“Evet, lütfen.” diyerek profesörün odasına yöneldim ama bir anlık boş bulunuşumu üzerimden atarak hızla sekretere döndüm “Bekle bir saniye, ne dedin sen?”

“Efendim?”

Kaşlarımı çatarak dirseklerimi sekreterin masasına yasladığım gibi hafif agresif bir tonda sorumu yineledim “Az önce ne dedin diyorum? Suho’nun ismini söyledin.”

“Ş-şey… Evet.”

“Nereden biliyorsun bunu. Geldiğimde hiç söylemedim.”

“Sistem üzerinde kimliğinize ruh eşiniz olarak işlenmiş görünüyor.”

“Pardon, anlamadım, nerede görünüyor dediniz?” kulağımı kıza doğru biraz döndürüp doğru duyup duymadığımdan emin olmak istediğimde fazlasıyla öfkeliydim.

“Kimliğinizde…”

“Sen şunu bana çevirsene bir.” diyerek ekranı tuttuğum gibi kendime çevirirken kızın bana engel olmak için savunduğu bütün hareketlerini savuşturdum. Yasal ya da değildi o an için ekrana bakmak belki ama pek umrumda olduğu söylenemezdi.

Ekranında sağlık bilgilerimin olduğu yerde bulunan kimlik bilgilerimi görerek bastığımda bana kafayı yedirtecek şeyle yüzleştim. Ondan bunu yapmamasını istememe rağmen devlete ruh eşi olduğumuzu belgelemişti.

Biliyordum, bu soruyu sorduğunda ve ısrar ettiğinde anlamıştım.

Şerefsiz piç aylarca kendi çıkarları için bizi kandırmış.

Omegam kandırılmanın verdiği öfkeyle konuşurken ben hala bunu nasıl yapabildiğini anlamaya çalışıyordum. Bunca zaman devletle ya da hastaneyle bir işim olmadığı için kimlik bilgilerimin bulunduğu sisteme girmemiştim bu yüzden ruhum bile duymamıştı ama şimdi daha ne yapabilir derken en büyük şerefsizliği yapmıştı. 

Hayatım boyunca silemeyeceğim bir yere, ruh eşim yazan bölüme adını yazdırmıştı.

 

Chapter 37: omeganın sivri tırnakları, alfanın en baskın hali ve beklenmeyen çağrı

Chapter Text

ResimLink - Resim Yükle

 

Hayatımın her anında davranışlarımı düşünerek sergilemek zorunda kalmıştım. Uçarı kaçarı olan gençlik çılgınlıklarımı ise ailemin mesleği gereği dikkatli bir şekilde hallediyordum çünkü mesleklerinin ne kadar önemli olduğunu farkındaydım ve buna saygı duyuyordum. Bu zamana kadar da hiçbir şekilde onların tepki vereceği türden bir sorun olmamıştı. Sadece tek sorun annemdi çünkü pasif omega oluşumdan toplumdaki yerimi sağlama almam gerektiğini savunduğu için severek yöneldiğim mesleğim konusunda fazlaca tepki vermişti. Hatta bana, üniversitede ruh eşimi bulup okumayı bırakacağımdan, evlenip çocuk doğurup bakacağımdan emin bir şekilde diklenmişti de. Bu yüzden o günden beridir yılda birkaç kez görüşmek, Seokjin hyung yanımızda olurdu hep, dışında pek konuşmazdık, haliyle Suho ile ruh eşi çiçeklerimiz çıktığında oturup düşünerek şu an için devlete bildirmemenin en mantıklısı olduğunu düşünmüştüm. O da nasıl istersen öyle olsun demiş, yine de emin olmak için aile doktorlarına gidip çiçeklere baktıracağını söylemişti. Ben gidememiştim çünkü kayıtlarda bir flora analistine gittiğim belli olsun istememiştim.

Anlaşılan o ki sadece istemekle kalmıştım çünkü ona güvenmemem gerektiğini çok geç anlamıştım. Hastaneden öfkeyle çıkarken kafamda binbir tane küfür, Suho’yu öldüresiye dövdüğüm çokça senaryo canlanmıştı. Böyle bir şeyi ne hakla, benden izinsiz yapardı aklım almıyordu, nasıl cesaret edebilmişti bilmiyordum. Üstelik bunu yapan doktorun da benden izinsiz kimliğime işlemesi de cabasıydı.

Bunca zaman beni kullanmıştı. Devletin ruh eşlerine sağladığı sağlık ve para fonu olanaklardan bile faydalanmıştı, hizmet dökümlerinin hepsinde paranın yatırıldığı hesap bilgisine kadar yazıyordu. Benim hakkım olanı bile almıştı, askerlikten muaf olmak için bildiri bile yapmış olabilirdi. Tanrım, kafayı yemek üzereydim, bunca zaman ona güvendiğim tüm anları, hayatımdan siktir ettikten sonra bile aslında benden yararlanıyor oluşu…

Dişlerimi sıkarak okulun hastane girişinden kimliğimi okuttuğum gibi fakülteye öfkeyle yürümeye başladım. Bir yandan da telefonlumu çantamdan çıkartıp Jimin’in numarasını bularak aradım. Birkaç çalışta açtı ve neşeli bir sesle yanıtladı “Nerdesin sarı şekerim, dersin çoktan bitmiş sınıf boştu?”

“O piç kurusu fakültede mi?” derken sesim oldukça yüksek ve öfkemi belli edecek şekilde çıkmış olmalı ki Jimin’in neşesi anında ciddileşti.

“Hangisi? Çok fazlalar.”

“Suho piçi.”

“Bakayım… Kafeteryada oturuyor. Ne oldu ne bok yedi yine?”

“Onu gözle, bir yere gitmesin, öldüreceğim onu eceli olacağım o sikiğin.”

“İyi de ne o-”

Telefonu kapatıp bez çantamı boynumdan geçirip önüme doğru çektim ve hızlı adımlarımı koşuya çevirdiğim gibi ara yoldan kestirmeyi kullandım. Hava pek soğuk değildi ama rüzgar ağaçların yapraklarını birbirine sürtecek kadar vardı. Bu yüzden koşarken yüzüme çarpan rüzgar yanaklarımı kesiyordu. Yine de durmak gibi bir niyetim yoktu çünkü hayatım boyunca hiç bu kadar öfkelendiğimi hatırlamıyordum. Öfkelenmeyi geçtim, tarif edemediğim bir nefret vardı içimde ve bu bende şiddet eğilimi yaratıyordu.

Fen bilimleri fakültesinin bahçesindeki yoldan koşup ana dersliğin oradaki köşeden döndüğümde güzel sanatlar fakültesinin tabelasını görmek beni daha çok gazladı. Ayaklarım hızlandı, dişlerim birbirine kenetlendi, çantamın sapını tutan ellerim sıkılaştı. Kafamda giderek büyüyen öfkeli hisleri her zaman dizginlerdim ama bu kez her şeyi serbest bıraktım. Etrafımdan geçen herkes bir kere dönüp bakma gereği duyuyordu, feromonlarımı kontrol edemediğimi farkındaydım ama bu kez benim de çıldıracağım o son noktaya ulaşmıştım.

Fakültenin kapısından içeriye girdiğimde bile hiçbir şey umrumda değildi. Bu kez omegamın kulaklarının dikleşmesi eşine olan sevgisinden değil aksine öfkesindendi. Adımlarımın hızı bir an olsun düşmemişti, adrenalinim tavan yapmıştı ona yaklaştığımı hissettikçe. Sanata olan saygımı bile yitirmiş, lobideki heykelleri alıp Suho’nun kafasında kırmak gibi düşüncelere kapılmıştım.

Öğrenci işlerinin olduğu arka kapıdan çıkıp kafeteryaya döndüğümde Jimin’le göz göze geldim. Sigarasını söndürüp yaslandığı duvardan ayrılarak bana doğru gelmek için hamle yaptı ama ondan hızlı olduğum için ikinci adımda yanına ulaştım. Çantamı boynumdan çıkarttığım gibi Jimin’e attım.

“Ne oluyor, ne bu öfke?”

“Sonra anlatacağım.” dedim ve kafeteryanın arasındaki alanda arkadaşları ve çok kıymetli omegasıyla oturan şerefsizi gözüme kestirdim “Önce şunu bir öldüreyim de.”

Şerefsiz herif gülüyordu, kahkahalarla arkadaşlarıyla keyif çatıp omegasına sarılıyordu. O kadar rahat ve kaygısızdı ki o an içimdeki bütün ipler koptu, omegamın öfkesi benimkiyle birleşti.

Jimin ne derece öfkem olduğumu anladığı için kolumdan tutmaya çalıştı ve muhtemelen adımı da söyledi ama tek odağım, umursamazca attığı kahkahaların sahibiydi. O an için en yakın arkadaşımı bile gözüm görmüyordu bu yüzden elini kendimden uzaklaştırıp itmem pek zor olmamıştı. Şu an beni tutması gereken bir zaman değildi.

Jimin’den kurtulduğumda ellerimi iki yanda yumruk yaparak ona ve arkadaş grubuna doğru yürüdüm. Arkası dönüktü ancak isimlerini bile hatırlamadığım arkadaş grubundan bir çocukla göz göze geldiğimde hemen Suho’nun omzuna dokunmuştu. Bana döndüğünde arttırdığım feromonlarım gözlerinin büyümesine sebep oldu ve gözlerimin renginin değiştiğini görmesi, öfkemi sindirip anlaması da daha hızlı oldu. Sadece, biraz geç kalmıştı tepki vermek için çünkü bu kez ben hızlıydım. Elimi omuzlarına koyup parmaklarımı etine geçirip oturduğu banktan dışarıya çekerek boşluğa fırlattığımda neye uğradığını şaşırmıştı ve yumruğumu yüzüyle buluşturduğumda bu şaşkınlığı ikiye katlanmıştı.

Çevremizdeki insanlar etrafa kaçıştı, arkadaşları ne olduğunu anlamazca şaşkınlıkla kalakaldı. Suho sendeleyip acıyla bağırarak attığım yumruğun olduğu yere, kaşına elini bastırırken konuşmak için dudaklarını araladığında hırsla koluna tekme atıp bir kez daha küfür ederek bağırmasına sebep oldum.

“Ne sikim yaptığını sanıyorsun-ah!”

Acıyla bağırışı, hırıltılı nefesi ve anında etrafa yayılan feromonlarına karşı dişlerimi sıkıp bir kez daha tekme atmak için ayağımı kaldırdığımda arkadaşlarından biri beni ittirdi ve sakinleşmemi söyledi. Bunu yaparken üzerime yönelttiği feromonları yüzünden omegam daha çok hırçınlaşmış, baskılanmanın verdiği güce karşı koymak için çırpınmıştı. Sakin kalamadım ve hırkayarak adının Chue olduğunu hatırladığım sarışın alfayı kendimden ittirdiğim gibi omegasının yardımıyla ayağa kalkan Suho itinin üzerine yürüyerek yakasına yapıştım.

“Asıl sen ne sikim yaptığını sanıyorsun? Sana yapmamanı söylediğim halde ruh eşi olduğumuzu kayıt ettirmişsin!”

Yüzünü tüm bunları duymaktan bıkmış gibi buruşturup yakasındaki elimi çekiştirerek beni geriye doğru ittirdi “Ne olmuş yani?”

“Ne demek ne olmuş yani piç, söylüyorum ya işte! Sana bunu yapmamanı ve sebeplerini söylediğim halde yapmışsın! Bana söylemediğin yetmemiş gibi bir de aylarca benden faydalanmışsın. Devletin verdiği para desteğini bile benden habersiz kendi hesabına aktarıyormuşsun! Nasıl bir şerefsizsin sen!”

“İstemediğini kendin söylemişsin. Ben de para ortada kalmasın dedim.”

Söylediği şey akıl karı değildi, aklımı yitirmemek için elimle yüzümü kapatıp sinirle kahkaha attım. Karşıma geçmiş gayet rahat bir şekilde parayı istemediğim için kendi hesabına aldığını söylüyordu ve bunu o kadar normal bir şeymiş gibi yapıyordu ki düşünüyordum, acaba burada gerçekten normal olmayan kişi ben miydim diye ama hayır. Gerçekten şerefsizin tekiydi ve bu kez aklımla oynayamayacaktı çünkü artık ne olduğunu, nasıl bir insan olduğunu biliyordum, mahvedecektim onu.

Kahkaham dinip ellerimi yüzümden çektiğim gibi ona yeniden saldırmak için üzerine yürüdüm ve feromonları üzerime saldırırken gözlerim sulansa bile yakasına yapışmaktan geri kaçınmadım. Bu konuda kaybedecek hiçbir şeyim yoktu, hatta onu mahvedecek birçok şeye sahiptim.

“Ya konu bu mu amına koyayım! Bu kadar pişkin olamazsın!”

“Öf çekil üzerimden, boş yapıyorsun, hakkım olanı aldım sadece.” diye bağırıp beni tekrar ittirdiğinde birkaç adım geriledim ancak düşmedim. Bu hareketi ve üste çıkışı kanın beynime sıçrayıp bende bir öfke patlamasına neden olduğunda ayaklarımdan güç alıp bu kez kucağına atladım ve tırnaklarımı kullanıp yüzüne daldım.

Etraftan birkaç çığlık yükseldi, birkaç kişi de beni tutmaya çalıştı. Hiçbirine aldırış etmedim, tırnaklarım arasındaki o hisse ve öfkeme tutundum. Zarar verdiğim gibi zarar da alıyordum elbette, karmaşadan kaynaklı kaburgalarımda bir acı hissetmiş ve bağırmıştım ama şundan emindim ki benim savurduğum yumruk ve tırnaklar da tam yerine ulaşıyordu. Bu yüzden canımın acısı pek umrumda değildi.

“Tutma beni, bırak! Sikeceğim seni karaktersiz piç kurusu, gel buraya!” diye bağırarak benden uzaklaşan Suho’ya ulaşmaya çalıştığımda en yakınımda saçları olduğu için parmaklarımı geçirip kendime doğru çekiştirdim. Suho acı dolu bir şekilde bağırarak küfür etti ve benden kurtulmak için bileğimi morartırcasına sıktı. O sırada bir elin omzuma yapıştığını hissettim. Sonra o el beni çekti, ne olduğunu anlayamadan sert bir şekilde savurdu ve ben dengemi kaybedip yere düştüm.

Başımda inanılmaz şiddetli bir ağrı hissettiğimde ellerimin üzerine kapaklanmıştım. Ağrıyan yerden, alnımdan yanaklarıma doğru bir sıcaklık süzüldüğünü fark ettiğimde kanın o metalik kokusu burnuma geldi ve sızlanarak yüzümü buruşturup hangi şerefsizin beni ittiğine bakmak için kafamı kaldırdım.

Suho’nun İtalyan bozması omegasını görmek son beklediğim şeydi çünkü oldukça pasif duruyordu bakıldığında. Ancak şimdi yüzünde keskin bir ifade ve küçümseyen bir bakış varken Suho ile bu kadar iyi anlaşmalarının sebebini anladım. İkisi de iğrenç ve iki yüzlüydü. Ama bende ikisine de yetecek kadar bolca öfke vardı. Bu bakışının dehşete bürünmesi pek uzun sürmedi çünkü ona bunu yapmasının bedelini ödetmek için destek alarak kalkmaya yeltendim. Ancak benden önce Jimin “Yah!” diye çığlık atarak üzerine atlamış, omegayı bez parçasıymış gibi çekiştirip yere düşürerek çoktan harekete geçmişti “Sen benim arkadaşımı nasıl ittirirsin kuduz köpek, parçalarım seni!”

Sonra işler fazlaca büyümeye başladı. Suho, kavganın hiç beklemediğim kadar büyümesini sağlayacak şekilde Jimin’in üzerine feromonlarını yönlendirdi, Jimin hırlayarak hedefini Suho’ya çevirdi. Ben de ayağa kalkıp Jimin’i çekiştiren omegayı ensesinden yakaladım. Tüm bu kargaşaya olmazsa olmazımız Hoseok hyung da yetiştiğinde Suho’nun Jimin’e yumruk atmak için havaya kaldırdığı elini tuttuğu gibi büktü, sıfır tereddütle kendi yumruğunu yüzüne savurdu.

Çevredeki insanlar da işin içine giriştiğinde kimin kime saldırdığını pek anlamasam da Hoseok hyung Suho ve arkadaşlarıyla şiddetli bir dövüşe girdi ben ve Jimin de İtalyan bozması omegayı paraladık. Sandalyeler devrildi, çığlıklar arttı ve kafeterya içinden çıkılamayacak bir kaosa boğuldu. Sanırım en son hatırladığım şey birinin beni yeniden ittirmesiyle bir başkasının yanağıma tokat attığında düşüp yeniden başımı vurmam olmuştu. Sonrasında her şey hayal gibiydi, fakültenin güvenliği araya girmiş, polis çağrılarak hastanenin acil kısmına götürülmüştük. Oradan da fazla kalabalık olup aynı yerde bulunmamamız için üçümüzü bir odaya koymuşlardı.

“Ağzınıza sıçayım ikinizin de.”

Hoseok hyung küfür ederek hemşirelerden birinin verdiği buz torbasını dudağının köşesine dokundururken Jimin de aynı şekilde gözünün üzerine koymuş, Namjoon’la mesajlaşarak iyi olduğunun haber veriyordu. Ben onlardan biraz daha berbat durumdaydım, başımın üstüne pansuman yapılmış, beyaz bir gazlı bezle kapatılmıştı, yanağımda hafif bir morluk, dudağımın kenarında da yara oluşmuştu ve burnumun iki deliğine de gazlı bez sıkıştırılmıştı. Bedenimdeki ağrıları saymıyordum bile, tam anlamıyla enkaz gibiydim.

“Bana neden küfür ediyorsun hyung, ben ne yaptım?”

“Kes, al birini vur ötekine. Başıma ne geldiyse sizin yüzünüzden geliyor.” Jimin’in ayağına vurduğunda Jimin sızlanarak ona geri vurdu “İki yumruk yedin diye ağlayacak mısın prenses?”

“Şu lanet olası kavgalarınızı önceden haber verseniz daha aktif olacağım. Nasıl daldım hatırlamıyorum, tek gördüğüm o piç sana yumruğu çakıyordu.”

“Bir şey diyeyim mi iyi yetiştin, tanrıya kavuşurdum denk gelseydi. Havadayken ışığı gördüm bak.”

“Yiğitliğe de bok sürmedin devam ettin ama. Omegayı mahvettin.”

“Bizim de elimiz armut toplamıyor, kimse arkadaşıma zarar veremez.”

“Siz ne anlatıyorsunuz ya, içimizden geçtiler amına koyayım.” derken bir yandan gülüyor diğer yandan da uzandığım sedyede sızlanarak burnumdaki gazlı bezin yenisini yerleştirmeye çalışıyordum.

“Karşı tarafın da bizden farkı yok ama sarı şeker.”

Hoseok hyunga dönüp “Gözüm o kadar döndü ki kime ne oldu farkında değilim.” dediğimde içeriye doktorun girişi hepimizin bakışlarını kapıya yöneltti.

“Kim Taehyung, Jung Hoseok ve Park Jimin.” dediğinde hepimiz yatakta hafifçe doğrularak devam etmesini bekledik “Tedavileriniz bitti, bir sorun görünmüyor, hemşire serumlarınızı çıkartacak. Sonrasında sizi biraz daha misafir edeceğiz ilaçlarınız için de reçetelerinizi çıkış işlemleri yapılırken verecekler.”

Doktoru onaylayıp hemşirenin damar yolunu çıkarmasını sessizce bekledim. İlk benimkini halletti, sonrasında sırayla hepimizi dolaşıp iyi olduğumuzdan emin olup pamukla iğnenin çıktığı yerin morarmaması için bilgi vererek gitti. Tabii içten içe güldüm, damar yolunu asla kolumdan bulamadıkları için bileğimden açmışlardı ve bileğim de zaten fazlasıyla mordu.

Bileğimi ovuşturup sedyeye yaslandığımda Hyung da aynı şekilde uzanmış, geldiğimizden beri söylenmek haricinde başka bir cümle kurmuş ve ne olduğunu sormuştu “Sebebini sormadım ama biz tam olarak neden kavga ettik?”

“Anladığım kadarıyla Suho ruh eşi olduklarını bildirmiş, Taehyung da kimlik sorgusunda bunu görmüş.”

Jimin’in hyunga olan açıklamasını başımı sallayarak onayladığımda hızlı bir ekleme yaptım “Üstüne bir de devletin her ay ödediği ödeneği de kendi hesabına aktarıyormuş. Askerlikten muaf olmak için de başvuru yapmış.”

“Yok artık daha neler, orospu çocuğuna bak sen.”

“Evet…” derken buzu yanağımdan çektim ve dudağımın köşesine değdirip tısladım “Her şeyi konuşmuştuk, şu an bunu istemememin sebeplerini söylemiştim. Böyle bir şey yapabileceği ihtimalini asla düşünmemiştim, beynimden vurulmuşa döndüm görünce.”

“Senin onayın olmadan, doktora gitmeden bunu nasıl başardı? Fonu alman için bile imzan gerekiyor, ya da parmak izi mührün.”

“Bilmiyorum hyung, aile doktoruna gidecekti. Her şeyi beklerim ond-“ kalp atışlarımın hızlanışı ve hastanenin bir yerlerinden gelen tanıdık çikolata kokusu yüzünden cümlem yarıda kaldı. Doğruca gözlerim kapıya kaydı ve dudaklarımı aralayarak nefesimi tutma gereği duydum. Kokusu giderek arttı ve alfasının varlığı daha içeri bile girmeden omegamı titretti. Bir kokudan fazlasıydı, öfkenin ve sahiplenmenin tam haliydi ancak öfke yoğunluktaydı. Omegam sırf bu yüzden sinip kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırarak çoktan kaçmıştı bile. Çünkü hissetmiştim, öyle yoğun öyle güçlü hislerdi ki Jungkook’un öfkesi boğazıma oturmuş tek kelime çıkartamamama sebep oluyordu. Bunun yanında bir de endişesi vardı ki o beni duygusal açıdan mahveden bir etkisi olduğunu gözardı edemezdim , onu cidden telaşlandırmış olmalıydım.

Hastane odasının kapısı hızla açılıp Jungkook içeriye daldığında alfanın çantasını sırtına taktığı ancak montunu bile giymeden elinde tutarak koşturduğunu nefesinin sıklığından anladım. Gözleri doğruca beni buldu, önce başımdaki bantlı gazlı beze baktı, gözleri kararmadan hemen önce de yanağımdaki morluğa ve dudağımdaki yaraya kaydı. Gözlerinden daha önce hiç görmediğim bir koyuluk geçti ve çantasını fırlattığı gibi hırlarcasına bir sesle “O orospu çocuğunu öldüreceğim.” diye bağırıp çıkmaya yeltendi. Hırlaması, bir insan gibi değildi, alfasının kükremesi gibiydi.

“Jungkook hay-ah, hayır, dur! Of!”

Yataktan çıkmaya çalıştığım için kaburgama bir ağrı saplandı ve tutunmaya çalışırken de bileğim sızlayıp beni inletti. Neredeyse tökezleyip yere yığılacağımı hissettiğimde ise Jungkook çıkıp gitmek yerine bana doğru koştu ve belimden kavrayarak düşmeme engel oldu. Hızlı hareket etmiş olmasına rağmen tutuşu tüy kadar hafifti ve hiç canımı yakmamıştı. Öfkesi herkese, her şeye acımasızca yönelse bile bana dokunduğu anda, hala bütün gücünü kontrol altına almayı başarıyordu.

Ona sıkıca tutunup güç almak için canının acısından dolayı inleyerek parmaklarımı derisine geçirdim ve beni bırakmaması için çabaladım.

Jungkook beni oldukça dikkatli bir şekilde yatağa geri çıkarttığında var olan öfkesinin dinmediğini farkındaydım bu yüzden benden geri çekilirken boynuna daha sıkı sarıldım “Gitme, yanımda kal.” dedim ama Jungkook beni dinlemeden geri çekildi. Kaşları hala çatıktı, gözleri de kopkoyuydu, şu anda aklından geçenlerin ne olduğunu tanrı bile bilemezdi ama tahmin etmek bile ödümü kopartıyordu. Çünkü bu kez başkaydı, Suho’nun evimin önünde bana omegası olduğumu söyleyip bana dokunmaya çalışmasından bile daha öfkeliydi.

Hızla koluna tutundum ve bu kez biraz olsan öfkesinin yumuşamasını dileyerek kararmış gözlerinin içine baktım “Lütfen, alfa.” diye fısıldadım.

Bakışları yüzümdeki bütün yaralarda dolandı, feromonları kademe kademe artarak bir süre öylece devam etti. Elimle kolunu hafifçe okşadım, gözlerimi hafifçe kırpıştırarak gözlerimle bir kez daha lütfen diye yalvardım ona. İşe yaramış olmalı ki, gözlerini kapatıp başını çevirdi ve çenesini kasarak başını öne eğdiği gibi burnundan soludu. Hemen ardından ise feromonları belirgin derecede biraz olsun sakinleşirken sertçe “O orospu çocuğu bugün yaşıyorsa, hayatını sana borçlu.” dedi.

Rahat bir nefes alıp başımın sağlam olan tarafını Jungkook’un omzuna yasladım ve sakince varlığını benimsedim. Hiçbir şey yapmasa bile gerçekten alfasını hissediyordum, bütün ağrılarım sanki hafiflemişti, omegam tüm öfkesine rağmen onunla olduğu için bile huzurluydu.

Alfanın bitter çikolataya dönüşmüş acı feromonları tatlılaşmaya başladığında ve öfkesi biraz daha azaldığında elini morarmış yanağıma dikkatlice yaslayıp başımı omzundan çekti. Gözlerimi kaçırarak yüzümü incelemesine izin verdim.

“Omega… Beni çok korkuttun.” dediğinde sesi acı çekiyor gibiydi ve gerçekten ilk kez böyle çaresiz çıkıyordu “Yoongi hastanede olduğunu söylediğinde aklımı yitiriyordum, doğruca buraya koştum.”

“İyiyim ben,” işaret ve baş parmağımı birleştirip endişesini gidermek için küçük bir hareket yaptım “Sadece birazcık hırpalanmış olabiliriz.”

“Birazcık?” kaşlarını kaldırdı ve diğer iki yataktaki enkaz olan hyungla Jimin’e baktı “Birazdan biraz fazla gibi sanki…“

Jimin gururla atladı “Yine de iyi dövdük be Jungkook.”

Hoseok hyung da durmadı, hemen Jimin’e eşlik etti “Yalan yok, sebebini bilmeden girdiğim en iyi kavgaydı.”

Hallerine gülerken Jungkook’a doğru elimi havaya kaldırıp tırnaklarımla boşluğu çizer gibi yaptım “Sana tırnaklarımın sivri olduğunu söylemiştim.”

“Şu halinize bakın, eşkıya gibisiniz…”

Jungkook başını iki yana sallayarak cıklarken bakışlarını yeniden üzerime döndürdüğünde dudaklarını birbirine bastırdı ve çenesi kasıldı. Gözlerinden ise bir karaltı geçti ama çok kısa sürede toparlayıp elini morarmış yanağıma yasladı ve hafifçe okşadı. Bunu yaparken yüzünden geçen bütün hisler belli oluyordu, dudaklarından ise tüm bunların sebebine nefret dökülüyordu.

“Orospu çocuğu ne kötü vurmuş.”

“Ben de iyi vurdum.”

“Tamam, sarı şeker iyi vurdun inanıyorum sana. Uzan hadi şöyle.”

Bedenimdeki her sızıya rağmen ona tatlılık yapmayı bırakmak istemiyordum. Zaten yeterince endişelendirmişken bir de engel olamadığı yaralarıma karşı da kendini kötü hissetmemeliydi bu yüzden beni yatağa doğru yönlendirmesine izin verdim. Dikkatlice yerleşip üzerimi ince pikeyle örttükten sonra elini iki elimle sıkıca tutup biraz daha yakınlaşması için çekiştirdim. Tabi bunu yaparken bileklerimdeki morlukları göreceğini hesaba katmamıştım. Gözleri direkt oraya takılmış, çileden çıkmamak için cıklayarak başını iki yana sallamıştı.

“Cidden… Bu kadar gözünün döneceği ne oldu?” diye sorduğunda konuyu dağıtmak istediğini anlamıştım ama vereceğim cevap onu daha çok sinirlendirecekti, biliyordum. Ancak durumun yumuşatabilieceğim hiçbir yönü olmadığı için doğruca konuya girmenin daha doğru olacağını düşündüm.

“Ruh eşi olduğumuzu devlete bildirmiş, kimlik bilgilerimde adı ruh eşim olarak görünüyor.” derken Jungkook’un elini parmağımla okşayıp öfkesinin yükselmemesi için rahatlatmaya çalıştım “Devlet ödeneği için paranın yatırılacağı hesaba kendi banka bilgilerini kayıt ettirmiş.”

“Nasıl yani?” dedi gergin bir sesle “Sen onay vermeden bunu nasıl yapabilmiş?”

“Bilmiyorum, ilk zamanlar konuşurken flora analistine gidemeyeceğim için kendisi aile doktoruna gösterebileceğini söylemişti emin olmak için, o zaman yaptı sanırım tarih çok yakın çünkü. Sonra biraz daha detaylı incelediğimde aylardır benim hakkımı da aldığını fark ettim. Askerlik muafiyeti için de başvurmuş hatta.”

“Şerefsiz bir de utanmadan söylüyor, ne olmuş yani sen istemedin ben de boşa gitmesin hakkımı aldım diye.”

Jimin tükürür gibi ortaya kelimelerini döküp Jungkook’un var olan öfkesini körükleyince doğruca Jungkook’a baktım. Az önce rahatlayan bedeni yine gerilmiş, feromonları belirgince artmaya başlamıştı. Onu nasıl sakinleştirmem gerektiğini bilmiyordum, ilk defa gördüğüm bu hali beni bocalatmıştı.

“Siktiğimin şerefsizi,” derken çenesini kastığında tuttuğum elini okşayarak adını fısıldadım ama beni duymadan çoktan yeni bir küfür savurmuş, elimi bırakarak odanın içinde öfkeyle volta atmaya başlamıştı “O orospu çocuğunun boynunu parçalayacağım.”

“Jungkook…” dedim ama cümlem kapının aralanıp hemşirelerden birinin gelmesiyle yarıda kaldı. Genç hemşire kokunun kaynağına şöyle bir göz atıp sessizce uyarıda bulunarak odanın ortasına ilerlediğinde çıkış işlemlerimiz için bilgi vereceğini sanmıştım ama tam aksi konuşarak henüz bunun olamayacağı bilgisini vermişti.

“Çıkış işlemleriniz için sizi biraz daha bekleteceğiz, polis sorgu ve tutanak için gelecek.”

Polis ve tutanak kelimelerinin yan yana oluşu olayın içine ailemin girebileceği gerçeğini sağlamca yüzüme vurduğunda eklemlerimin acısını önemsemeden oturur pozisyona gelerek korkuyla sordum “Ne sorgusu?”

“İhbar ve darp raporu durumlarında polis her iki tarafı da dinleyip tutanak tutmak, şikayet varsa da yasal işlem başlatmak durumunda.”

“Darp raporu alıp şikayetçi mi olmuş it herif!” hyung hemşirenin kaşlarını kaldırdığını görünce hızla toparladı “Özür dilerim, boş bulundum.”

“Bu konuyu polisle konuşmanız gerekiyor, o zamana kadar sizi bekletmek durumundayız. Herhangi bir sorun olursa hemşire için butona basabilirsiniz.”

Hemşire ellerini önünde birleştirip nazikçe eğilerek odadan çıktığında başımı öne eğip elimle yüzümü kapattım “Siktir ya, of!”

Bu gerçekten büyük bir sorundu. Üniversiteye başladığımdan beri annemin söylediklerinin tam tersini çıkartmaya çalışırken birden itin teki yüzünden her şey tuzla buz olma eşiğine gelmişti. Sadece bununla da değil, ruh eşimi saklıyorken artık herkes öğrenmişti, öfkeme hakim olamayıp kavgayı kampüs içinde başlattığım için disiplin cezası bile mümkündü ve seneye mezun olacakken bu okulumun uzamasına hatta atılmama bile neden olabilirdi.

İstemsizce ve içimde biriktirdiğim öfkemden kaynaklı gözlerim doldu ve burnumu çekmeye çalıştım ama iki deliğimde bulunan gazlı bezler yüzünden başaramayınca o nokta kopuş anım oldu. Hıçkırığımı tutamadım ve “Mahvoldum ben… Şikayetçi olursa annemlere kadar gidecek konu!” diyerek ağlamaya başladım.

Sinirlerim o kadar bozulmuştu ki bir an eski günleri hatırlamış, Jungkook’un burada olduğunu feromonlarını duyana kadar fark etmemiştim bile. Ancak ıslak gözlerimle başımı kaldırdığımda onunla göz göze geldiğimde, geç kaldığımı anlamıştım çünkü bakışlarıyla çarpışmak içimi darmadağın etmişti. Yüzünden geçen her ifade, her his öyle yakıcı ve ağırdı ki ne tam olarak duygularını tarif etmem imkansızdı. Feromonlarından bahsetmiyorum bile…

Önce öfkeliydiler. Keskin ve yakıcı bir şekilde ciğerlerime dolmuşlardı ancak bana olmadığını anlayabiliyordum, bana bunu yaşatan ve canımı yakan her şeyeydi bu öfke. Sonra kırgınlık vardı, ağladığımı görmesinin kalbinde yarattığı saf acı, parçalanma hissi… Sonrasında ise feromonları acılaşmış, gözleri kararmıştı, bu da kararlılığındandı. Ne olursa olsun gözyaşlarımın bütün sebebini ortadan kaldıracağına dair bir söz niteliğindeydi.

Tüm bunları ona bakarken ve kokusu ciğerlerime dolarken hissetmek korkuttu çünkü öfkesinin nereye gideceğini kestiremedim. Çünkü ilk kez Jungkook’a bakarken canımı yakan bütün acının kaynağını yok etmek istediğini bu kadar açıkça görmüş, bu bakışlar altında çaresiz kaldığımı hissetmiştim.

Jungkook, karşımda öylece durmuş bana bakarken ellerini iki yandan yumruk yaptı ve dudaklarını aralayarak hırıltılı bir cümle döktü “O şerefsiz bir sikim yapamayacak.”

Sesindeki ürktücü ton odanın duvarlarına çarptı ve kanımın buz kesmesini sağladı. Arkasını dönüp gitmeye yeltendiğinde kalbim hızla çarptı ve canımın ne kadar yandığını umursamadan panikle yataktan kalktım, tişörtüne tutundum. Ona gitme demek istedim ancak dudaklarımdan çıkan tek şey adı oldu. Onu da zaten tamamlamama izin vermedi.

“Jungkook-”

Omega.”

Bana dönüp öfkeli bir kızıllıkla parlayan gözlerle gözlerimin içine bakarak bütün gücüyle hitap ettiğinde bir duvara çarpmış gibi duraksadım. Sadece tek bir kelimeydi söylediği ve bütün benliğimi kontrol altına almış,beni yere çivileyerek bedenimi ağırlaştırmıştı. Aynı anda da feromonları bir sel gibi üzerime saldırdı, iliklerime kadar sardı beni. Bu daha önce hiç şahit olmadığım bir baskınlıktı, Suho evimin önündeyken onu ilk kez sinirli görmüştüm, şimdi de odaya ilk geldiğinde de öfkeliydi ama bu kadar korkutucu ve mutlak değildi. Bu çok daha ötesiydi, nefes alamamıştım. Ciğerlerim bile işlevini yitirmişti ve sanki nefes almam bile onun kontrolü altındaydı. Omegam için de fazlasıyla yeniydi çünkü daha önce hiç korkudan sindiğini, boyun eğdiğini görmemiştim.

Kalbim hızla çarptı ve yutkundum.

Her şeye rağmen bu kadar yoğun sürekli değişen baskın duygular arasında değişmeyen tek şey güvendi. Birbirimiz arasındaki en sağlam bağ buydu ve bütün hisleri ayrıştırıp ona tutunmak da bu yüzden kolay oluyordu çünkü bana olmadığını farkındaydım.

Tişörtünde titreyerek bekleyen elimi çaresizce sıkılaştırıp gözlerine yalvarır gibi bakarken Jungkook elimi kavradı. Tutuşu her zamanki gibi nazikti, elleri ise gözlerindeki öfke gibi alev alevdi. Çok kısa bir an gözlerindeki ifadeden yumuşayacağını düşündüm ancak tam aksine, elimi tişörtünden kurtardı ve beni otoriter bir sesle kendinden uzaklaştırdı.

“Odada kal ve beni bekle.” sesi sertti ve o kadar netti ki tartışma imkanım yoktu. O an yapmam gereken tek şey, bana ne diyorsam onu yapmaktı “O piçin şikayet etmediğinden emin olup geleceğim.”

Çenesi kasıldı ve arkasını dönüp ardında kapıyı çarptığı sesle birlikte baskın feromonlarını bırakarak gitti. O kapıdan çıkıp gidene kadar nefesimi tuttuğumu ve kendimi kastığımı fark etmemiştim, kapı sesi odada yükseldiği anda arkamdaki yatağa tutunma ihtiyacı hissetmiştim.

Duygularım karman çormandı ve içimde hafif bir korku vardı. Üzerinde böyle sarsıcı bir etki yarattığımı bilmiyordum, öfkesinin ardından keskin bir sahiplenişi bu şekilde öğrenmek elimi ayağıma dolandırmıştı.

“Titredim amına koyayım, o neydi öyle?”

Jimin yatakta dizlerini kendine çekmiş bir şekilde pikenin üzerinden sarılırken ortamın sessizliğini tek cümleyle özetlemesi hepimizin hisleriyle aynı noktaya çıkıyordu. Bir nefes bırakıp yüzümü kapatarak düşüncelerimi toparlamak için bekledim. Ama aklım sürekli kötüye gidiyordu, ya bir şey olursa, Suho bu sefer ondan da şikayetçi olursa ve o da bu cezadan pay alırsa diye sürekli kafamda kurup aldığım nefeslerim ciğerlerimi sıkıştırmasına sebep oluyordum.

“Bir şey olmayacak Taehyung.”

Hoseok hyungun anlayışlı sesiyle ona dönüp baktığımda bana güven vermek isteyen sesinin aksine gözlerindeki tereddüt pek yardımcı olmadı. Ancak yine de kendimi inandırmak için başımı sallayıp dolu gözlerle yatağa çıktım ve pikeyi belime kadar çekerek gözlerimi kapıya diktim.

Tam o sırada kapı açıldığı için ufak bir heyecan yaşamıştım ama Jungkook olmadığını biliyordum, olsa kokusunu alırdım, öfkesini hissederdim ve varlığıyla rahatlardım. Ancak sadece Yoongi ve Namjoon gelmişti.

İçeri girdikleri anda Jimin’in gözleri parıldadı, feromonları arttı ve kollarını açarak tatlı tatlı pazarlık yapmaya başladı “Baştan anlaşalım kızma bana çünkü iyiyim. Kavga da bir anda oldu yemin ederim planda yoktu ve çiçeklerimizi de sonuna kadar korudum. Taehyung’u kurtarmam gerekiyordu onu yalnız bırakamazdım.”

Namjoon dudaklarını birbirine bastırıp başını iki yana sallayarak Jimin’i iyice süzdükten sonra uzattığı kollarına karşılık vererek sarıldı ve “Şu an iyiysen sorun yok. Devamını evde konuşuruz.” diyerek konuyu kapatmayı seçti.

Yoongi ise kollarını kavuşturmuş yargılar gibi Hoseok’u süzerek iğneleyici bir şekilde laf sokmadan duramamıştı “Şu haline bak. Serseri alfalar gibisin, inanamıyorum…”

“Üzüldün mü?” diyerek sırıtan Hoseok hyung üst düzey bir arsızlıkla da göz kırpınca Yoongi hızla göz devirdi “Yoo.”

“Hadi itiraf et, ben seni üzerim demiştin ilişkiye başlamadan ama ben seni üzdüm.”

“Bir ağzını kırmadıkları kalmış sen hala ben seni üzdüm diyorsun. Yat şuraya asabımı bozma benim alfa.”

“Off, bayılıyorum agresif hallerine.”

Yoongi cıklayarak hyungu kendinden uzaklaştırmaya çalışırken atışmalarının hepsini duyuyordum ancak bir an olsun gözlerimi kapıdan ayırmamakta ısrarcıydım. Jungkook’un kapıdan girmesi için dakika sayıyordum ve parmaklarım pikeyi sıkıştırırken zaman bir türlü geçmek bilmiyordum. Şimdiden on dakika kadar olmuştu belki biraz daha fazla.

“Jungkook nerede?”

Kapıyı öylece izliyor oluşum Yoongi’den kaçmamış olacak ki Jungkook’u sormuştu ve Jimin de onu şakayla karışık cevaplamıştı

“Suho’yu öldürmeye gitti.”

“Öyle demesene!”

Jimin’e dönüp cevap verdiğimde sesim hem titrek hem de ağlamaklı çıkmıştı. Yapacağından değil ama bunun ihtimalini bile düşünmek korkutucuydu, yapmasa bile çok daha farklı şekilde zarar verme ihtimali mümkündü.

Kapıya bakmak için geri döndüğümde beklediğim koku kalp çarpıntımdan önce burnuma doldu ve yattığım yerde doğrulurken de kapı açılarak Jungkook içeri girdi.

Üzerinden hala baskın feromonları ağırca yayılıyordu. Ama iyi görünüyordu, yüzünde ya da herhangi bir yerinde hasar yoktu, bana doğru yürürken de bir farklılık sezmemiştim, üstelik fiziksel olarak da görünürde bir şey yoktu. Bu da beni daha çok rahatlatmıştı. Gittiğinden beri gözlerimde biriken birkaç damla yaş geri gelmesinin rahatlığıyla aşağıya doğru süzülmeye başladı.

Yanıma ulaştığında feromonlarının öfkeli ağırlığı dağıldı ve tatlı çikolata kokusu her yanımı sarmalayarak kendi içimde yarattığım üzgünlüğü ve korkuyu yavaş yavaş yok etmeye çalıştı. Ancak beni rahatlatmaya çalışsa da üzgün olduğunu görebiliyordum. Feromonlarını saklamakta iyi olmasına rağmen alfasını ve onda yarattığım kırıklığı hissedebiliyordum.

Sessizce benimle ilgilenmesine izin verdim ve gözlerimi yüzümden ayrılmayan bakışlarından ayırmadan benimle ilgilenişini izledim. Jungkook elinin tersiyle gözlerimin altını dikkatli bir şekilde sildiğinde burnumdaki kanlı gazlı bezleri yavaşça çekti. Biraz canım acımıştı ama bunu sadece yüzümü buruşturarak geçiştirdim, hafifçe de sızlanarak dayanmaya çalıştım. Bezleri çıkarttığında burnumun çevresini de eliyle temizlemişti.

Sonra yanağımdaki çürümüş izi iç çekerek okşayıp beni kendine çekerek sarıldı. Ayakta olduğu için yüzüm karnına yaslanmıştı bu yüzden ben de kollarımı kalçasından doğru ona sarmış, saçlarımı okşamasının üzerimde yarattığı rahatlığın keyfini çıkartmıştım.

“Çıkış işlemlerini halledelim. Polis sorguya gelmeyecek.” diyerek sesini odaya doldurduğunda geri çekildim ve aşağıdan gözlerimi kırpıştırarak ona baktım.

“Nasıl?” derken sesim titremişti ve biraz da şaşırmıştım “Şikayetçi olmayacak mı?”

Jungkook elini saçlarımın arasına götürüp ensemdeki saç tutamlarını hafifçe okşarken bakışları yumuşacıktı ve gözlerinde güzel bir parlaklık vardı. Öfkeli parlaklığın geçmesine sevinmiştim çünkü bana böyle gözlerinin içinin güldüğü bir parlaklıkla bakarken sıcacık oluyordum.

Başını olumlu bir şekilde sallayarak “Olmayacak güzelim.” dediğinde ona anlamaz gibi baktım. Çünkü Jungkook’un öfkesini görmüştüm ama Suho’yu da tanıyordum, eline koz verdiğim için mutlaka peşini bırakmazdı. Şimdi ne olmuştu da şikayetini geri çekmişti anlayamıyordum.

“Endişelenme omega. Sadece konuştum ve şikayet etmeyeceğinden emin oldum.” kaşlarını kaldırarak beni rahatlatmak için gülümsemesini büyülttüğünde arkasına bakarak ekledi “Hadi toparlanıp çıkalım.”

Başımı salladım ve dudaklarımı birbirine bastırıp doğrulmaya çalıştım. Jungkook hemen elimden tuttu ve yatağın kenarına doğru kaymam için yardım edip ayakkabılarımı yatağın altından çıkarttı. Ayakkabımın içindeki çorapları dikkatle giydirip ayakkabılarımı da bağlamama yardım ettiğinde diğerleri de aynı şekilde hazırlanmak için hareketlenmişlerdi. Sadece bir ara Hoseok hyung, Yoongi’yle uğraştığı için Yoongi önden çıkıp işlemlerini halletmeye gönüllü oldu. Biz sadece imza ve kağıt kürek işleri için sekreterin yanına gidip çıkışa yöneldik.

Namjoon hyung hızlıca arabayı çıkışa getirdiğinde Jimin en öne, biz de arkaya geçtik ama dört tane kocaman adam en arkaya sığmakta zorlanınca ben Jungkook’un kucağına kuruldum. Sanırım bu zamana kadar geçirdiğim en keyifli yolculuktu çünkü yüzümü boynuna kapatıp kucağında küçülürken beni sarması ve gidene kadar belimi okşayarak rahatlaması öyle iyi gelmişti ki evin önünde durana kadar hatırladığım tek şey Jimin’in dondurma istediğini söylemesiydi.

Jungkook geldiğimizi kulağıma fısıldadığında yüzümü buruşturarak gözlerimi araladım ve dakikalar içinde kararıp sokak lambalarıyla aydınlanmış dışarıya bakındım. Namjoon hyunga bizi bıraktığı için teşekkür ettikten sonra Jungkook arabadan dikkatlice inmem için yardım ederken ağrılarıma içten içe sövüp dışarı yansıtmamaya çalıştım.

Araba sokağımızdan uzaklaşırken biz de apartmana doğru yürüdük. Jungkook içeri girene kadar kısa süreli de olsa elimden tutmayı ihmal etmedi ve her ne kadar kendim çıkabileceğimi söylesem de tek seferde kucağına alarak susmama neden oldu. Ben de hemen ellerimi boynuna sardım ve yavaş tempoda merdivenleri çıkan alfama gözlerimi ayırmadan bakmaya başladım.

Siyah, uzun ve dalgalı saçları yukarı çıkmak için her adım attığında alnına ve şakaklarına ağır ağır dökülüyordu. Saçlarının bu şekilde dağınık halini çok seviyordum, bazen yüzü o dalgalar tarafından gizlense de yeniden görebilmek için tek bir el hareketim yetiyordu. Parmaklarımın ucuyla o birkaç tutamı kulağının arkasına ittirmek ve bunu yapabilecek tek kişinin ben olma gücüne karşılık gülümsemeden edememiştim.

Artık yüzündeki tüm hatları yeteri kadar görebildiğim için uzun uzun baktım ona. Elmacık kemiğinin üzerinde benim yüzümden iz kalmış belirgin ancak solmuş görünen çizgiye gülümsedim. O ize her baktığımda ortalığın anasını ağlatıp benimle ilgilenmek için canla başla savaşan alfanın yaşadığı mücadele beni garip bir şekilde eğlendiriyordu. Sarhoş olmayı sevdiğimden değil ama yaptığım saçmalıklara rağmen Jungkook’un benimle ilgilenmesi hoşuma gitmişti.

Sonra kaşlarını çattığı zaman yüzüme öfke katan keskin çenesine, oradan birbirine bastırdığı düz dudaklarına kaydırdım gözlerimi. Dudaklarının kenarlarında belli etmese bile gergin oluşundan öfkesini gizleğini anlayabiliyordum ama gözlerinin parlaklığı dikkatimi dağıtıyordu. Kapkara ve pasparlaklardı, bana bakmıyorken bile içimi görebildiklerini hissettiriyordu. Ayna gibi, karanlık bir kuyunun en dibinde ışığı içine hapsetmiş bir ayna gibiydi.

Tabii bir de gözlerinin etrafındaki gülüşünün gölgeleri olan minik kırışıklıklar vardı. En çok da onları seviyordum ama bu sefer dudakları gibi orada da öfke izleri vardı, çizgiler hafifçe derinleşmişti. Alfası da öfkesinin ardına sıkışmış gibiydi, hala atamamıştı içindekilerin hepsini. Büyük ölçüde hissediyordum bütün duygularını bu yüzden de öylece kayıtsız kalamamıştım.

“Psst…” derken yanağından hafifçe öptüm onu “Çok mu sinirlendirdim seni?”

Öfkesinin bana karşı olmadığını biliyordum ama yine de üzerinden atmasını, biraz da olsun rahatlamasını istemiştim.

“Sinirlenmedim.”

Bana cevap verirken hafifçe gülümseyip gözlerime baktı ve hemen sonra önüne geri döndü. Beni geçiştirdiği için dudak büzüp burnumla çenesini dürttüm.

“Yalancı… Sinirli olduğunu biliyorum. Feromonlarını gizliyor olsan da alfanı hissedebiliyorum.”

“Sana değilim.”

Beni kucağında daha sıkı tutarak kapının şifresini girdiğinde ayağıyla kapıyı araladı ve Kafein’in kaçmaması için hızlıca ittirdi, sonra da beni yere indirip çantalarımızı askıya astı. O sırada ben de heyecanla sevilmek için bekleyen kedimizin başını okşayıp işini bitirmesini bekledim.

Sonra Jungkook ceketimi çıkartmam için arkama geçerek yardım etti ve onu da astıktan sonra tıpkı benim gibi bacaklarına sürünen Kafein’e biraz sevgi vererek elimden tutup beni odaya götürdü.

Yatağın üzerine oturduğumda her zaman yastığımın altına koyduğum pijamalarımı getirip üzerimi çıkartmama yardım ederken tek kelime etmedi. Odanın içerisinde sadece nefes seslerimiz vardı ve ilgisini çekmek için de biraz feromonlarım.

Pijamamın üzerini yüzüme değdirmeden başımdan geçirirken elleri yavaş ve dikkatliydi. Gerçekten sıcaklığını hissetmesem kesinlikle bana dokunmadığını söyleyebilirdim. Bana, sanki dokunsa canım yanacakmış gibi dokunduğu için onun de pek memnun olmadığını biliyordum çünkü suskunken alfasının içeride fırtınalar estirdiğini hissedebilecek kadar hissediyordum onu.

Pijamamı altını da giydirdikten sonra Jungkook yatağın arkasında herhangi bir yaslanmak için yer olmadığı için yastığı kaldırdı ve beni oraya geçmem için yönlendirip elimi tuttu ve “Bekle biraz, geleceğim.” diyerek ve ben baş sallayana kadar gözlerimin içine baktıktan sonra odadan çıkıp gitti.

Normalde olsa uslu durmaz direkt yanına gider, ona sıkıca sarılırdım ama bana hastane odasında odada kal ve bekle dediğinden beridir Jungkook’un ağzından çıkan her eylem içerikli kelimeyi yapmam gerekiyormuş gibi hissediyordum. Omegam da aynı şekilde, uyum sağlıyordu ama sanırım bunun sebebi ne kadar öfkeli olursa olsun içinde bir yerde üzüldüğünü bildiğimdendi.

Oturduğum yerden salona doğru bakıp arada sırada dolaba doğru yürüyüşünü izledim. Göremediğim noktalarda da sesleri dinledim. Metal sesten tencereyi çıkarttığını ve ocağa koyduğunu anladım. Dolapların açılma kapanması ve tabak sesinden kase çıkardığını çekmecenin kapanmasının ardından da metal seslerin yükselmesi kaşık ve yemek çubuklarını çıkarttığı anlamına geliyordu. Dolapta dünden kalma Sujebi vardı, muhtemelen onu ısıtıyordu.

Hafif bir üfleme ve ardından da çorba içme sesi geldiğinde gülümsemeden edemedim. Onu görmüyordum ama kocaman ve parlak gözlerle ocağa doğru eğilip çorbanın içine bakışını, ardından ısınıp ısınmadığına bakmak için küçük bir kaşıkla tadına bakışını hayal edebiliyordum. Sonrasında memnun olduğu zaman kaşlarını çattığı o ifade bile zihnimdeydi, ama daha ısınması için çok erkendi. Bu yüzden ayaklarının dibinde dört dönen ve arada bir gitmesi için söylenip durduğu Kafein’e çekmeceden ıslak mama açtı. Bu sırada da çorbanın kapağı tıngırdadı.

Çorba ısınmış olmalı ki iki tepsinin birbirine vuruş sesinden tencereyi ve yemek kaşıklarını içine koyduğunu duymuş, çok geçmeden de kapıdan içeri girdiğini görmüştüm.

Elinde tuttuğu tepsiyle hemen yanıma oturdu ve kucağıma dengeli bir şekilde koyarak peçeteyi pijamamın önüne sıkıştırıp ilk lokmam için kaşığı daldırıp dudaklarıma uzattı. Sıcaklığını bilemediğim için temkinle dudaklarımı araladım ama ısısı o kadar iyiydi ki ne çok sıcak ne de çok soğuktu bu yüzden de boğazımdan kolayca geçmişti.

Sessizce çorbayı içtikten sonra tepsiyi geri götürdü ve birkaç dakika sonra elinde kremlerle geri geldiğinde yeniden yatağın kenarına oturup kucağımdaki ellerimi aldı. Pijamamın bileklerini sıyırıp parmaklarının ucuyla kremi sürmeye başladı. Kremin soğuk dokunuşuyla hafifçe irkildiğim için birkaç saniye duraksadı ama sonra canımın acıdığından olmadığını anlayıp yaymaya devam etti.

İstemsizce gözlerim hep üzerindeydi. Yemek yedirirken, ayağa kalkıp giderken, yanıma gelirken, krem sürerken… Gözlerimi bir an olsun kaçırmadan her hareketini izliyordum ve bana bakması, bakışlarının odağı olmayı hevesle bekliyordum.

Parmakları bileklerimdeki morluklara krem sürdükten sonra yanağıma geçti. Artık biraz daha yakın olduğumuz için beni göreceğini ve bakışlarıma dayanamayacağını bildiğimden dudaklarımı aşağıya doğru kıvırıp iç çektim.

İşe yaramış olmalı ki Jungkook derince iç çekti ve gözlerime bakmadan, doğrudan yanağıma sürdüğü kremi dağıtırken konuştu.

“Bakma bana öyle. Gerçekten sana sinirli değilim.”

Yüzümü daha fazla dikkati morluğumda kalmasın diye elinden kurtarıp hızlıca yakındım “O zaman benimle neden konuşmuyorsun? Feromonlarını neden saklıyorsun?”

“Çünkü beni korkuttun omega.” dediğinde parlak gözleri gözlerime sabitlenip öylece kaldı “Hala kendime gelemedim ve hissettiğim tedirginliği atlatmaya çalışıyorum. Alfam zaten seni hissediyordu, içimde bir huzursuzluk vardı, Yoongi aradığında bir şey olduğunu anladım ve nerede olduğunu söyledikten sonra sadece koştum, iyi olduğunu görmek istedim. Ama hastaneye varana kadar aklımdan geçirdiğim şeyler…”

Gözlerinde gördüğüm o his o kadar samimiydi ve böyle hissettirdiğim için o kadar üzülmüştüm ki konuşmak için kelimelerimi toparlayamadım. Sadece yutkunarak bekledim o ise başını iki yana sallayarak gözlerini yeniden yanağımdaki morluğa çevirip öfkeyle küfür etti.

“Sana bunu yaptığı için o sikiğin elini kırmalıydım, bana engel olmamalıydın.”

Öfkesinin altında yatan kaygıyı ve korkuyu hissediyordum ve endişesinde haklı olduğunu da inkar etmiyordum. Bu yüzden kucağımda duran elini tutarak fısıldadım “Haklısın. Yaptığım şey fevri bir hareketti, abarttım, özür dilerim.”

Gözlerinde parıltıyı, anlayışı ve olumlu etkiyi hissettiğim için mutluydum ve benimle açıkça konuştuğu için de rahatlamıştım. Çünkü ne söylemek istediği, endişesi ve öfkesi belliydi.

Jungkook dudaklarının ucuna biraz öncekilerden daha samimi bir gülmeseme kondurduğunda parmakları yüzümden çekti ve temiz olan elini sağlam olan yanağıma bastırdı. Bakışlar bu kez daha net bir parlaklığa ve sahiplenici bir derinliğe sahipti.

“Biri sana sataşırsa, laf söylerse ya da incitirse beni ara. Sadece beni. Kim ya da ne olursa olsun, incinmemen için her şeyi yaparım, omega.” elimi dudaklarına götürüp hızlıca öptü ve iyice anlamam için vurguladı “Her şeyi.”

Her şey.

O kadar büyüktü ki benim için kalbinde ayırdığı alan... Sanki dünyada ne olursa olsun ve kim olursa olsun, karşısına ne çıkarsa çıksın tereddüt etmeden savaşacaktı.

Ona gözlerimi kırpıştırarak bakarken varlığımın onun tarafından korunduğunu bilmenin güveni yüzünden ne yapacağımı bilemedim. Çünkü tam karşımdaydı, gözlerimin içine güven veren bir parıltıyla bakıyordu ve dakikalardır alamadığım çikolatalı feromonlarını artık serbest bırakarak gerçek duygularını bana tam anlamıyla filtresizce gösteriyordu. Bunu yapana kadar feromonlarını saklamasının beni gerçekten etkilediğini fark etmemiştim.

Derince aldığım nefesle göğsüm yukarı çıkıp aşağıya indiğinde Jungkook bana doğru eğilip dudağımın sağlam olan köşesine bir öpücük kondurdu ve dikkatlice sarıldı. Onu boynundan öptüm ve öpücüğüm yere yüzümü gömüp boynuna doladığım ellerimi saçlarının arasından geçirerek “Jungkook...” diye fısıldadığım gibi feromonlarını hafif hafif içime çektim “Benim için her şeyi yapacaksan eğer bir daha feromonlarını gizlememekten başlasan olur mu?”

Kollarımın arasında gülerken feromonlarını arttırmış ve bu isteğimi hızlıca gerçekleştirmişti.

“Evet, işte böyle.” kedi gibi mırıldandım “Dünya üzerinde en çok sevdiğim şey.”

Bir şey söylemedi ama kollarındaki tutuşu sıkılaştı ve öylece bir süre birbirimize sarılarak bekledik. Birbirimize sarıldığımız süre boyunca feromonlarını solurken düşündüğünde Jungkook’un hastanede baskın feromonlarının beni o an ciddi derecede etkilemişti ama şu an düşününce… Cidden etkileyiciydi. Sahipleniş biçimi, gözünün karardığı o an, alfasının gücünün yarattığı ağırlık…

Güçlü ve etkili olduğunu biliyordum ancak bu yönüyle ilk kez tanışınca o an fark edemesem bile şimdi bunu ister istemez kokuma yansıtmış, hemen ilgisini çekmiştim.

“Aklından ne geçiriyorsun da kokun değişti omega.” demişti hafifçe geri çekilip çarpık gülümsemesiyle gamzesini ortaya çıkartırken.

Hiç tereddüt etmeden “Seni.” dediğimde kaşlarını kaldırıp devam etmemi bekledi “Hastanedeki halin…”

“Evet?”

“İyiydi.”

“Nasıl yani?”

“Etkileyiciydin alfa. Baskın oluşun hoşuma gitti.”

Söylediğim şeyi ilk başta anlamadığı için birkaç saniye gözlerime sadece baktı ancak sonra heyecanını ve söylediğim şeyin keyfini feromonlarına yansıtıp alt dudağını ısırarak gülümsedi. Aynı anda da tuttuğu elimi okşadı ve kalbimi ağzımda attıracak bir soru sordu.

“Üzerinde kullanmamı ister miydin?”

“Üzerimdeyken her şeyi yapmana izin verirdim.”

Parmak uçları, bilek içlerime doğru hareket edip okşarken gözlerini gözlerimden çekmiyordu ve nabzım neredeyse ağzımda atıyordu.

“Çok yanlış bir zamandayız, şu an olmaz.” dedi uyarır gibi yaralarıma vurgu yaparak ama ona bakmak, yavaş yavaş beni uyarmaya başlayan feromonlarına karşı kayıtsız kalmak zordu, bu yüzden de dudaklarının üzerine eğildim.

“Daha doğru bir zaman olamaz bence.”

“Omega-”

“Nee?” son harfi uzatarak söylerken dudağımı onunkilere sürttüm “Seninle başa çıkamayacağımı mı düşünüyorsun? Seni yanıltabilirim…”

“Ondan şüphem yok, tırnaklarının sivriliğini gördüm.”

Elimi okşayan parmakları pijamamın kolu arasından içeri süzüldü, oradan kolum boyunca dirseğime kadar incecik bir çizgi halinde ateş hattı oluşturarak içimi titretti. Gülerkenki nefesi ise dudaklarıma çarptı, burnu da burnuma sürtünüp içimde engel olamadığım arzuları kabartmıştı.

Onu öpmek için yatağın içinde biraz kayarak dudaklarım neredeyse onunkilere kapanmak üzereydi ama odayı dolduran ve uzun zamandır duymadığım melodi telefonumdan yükselirken neredeyse kapanmış gözlerim kocaman açıldı.

Jungkook birden yüz ifademin değişmesini anlayamadığı için o da şaşırmış “Ne, ne oldu?” diye sormuştu ama ben çoktan yatağın diğer tarafındaki telefonuma dönmüş, ekranda fotoğrafıyla birlikte ismi yazan aramaya kitlenmiştim.

Annem ⚔️arıyor…

Bir süre sonra arama bitti, ekran kapandı ve ardından bir mesajla ekranımın ışığı yandı.

Bir yeni mesaj

Annem ⚔️: Beni ara.

***

 

 

 

Chapter 38: telafi edilebilen hatalar ve telafi edilemeyen hatalar

Chapter Text

velet

*fotoğraf 📷

bu ne?

neden bu saatte aradı

bir şey dedi mi sana

iletildi 23.50

görüldü 23.55

hyung

hyung

hYUNG NERDESİN

BU SAATTE UYUMADIĞINI BİLİYORUM

Bİ BAKSANA

ACİL

yA OFF

iletildi 23.54

görüldü 23.55

yan odadaki avukat aranıyor

arama reddedildi

yan odadaki avukat

ne var velet

işim var

velet

sonunda teşrif edebildin

yan odadaki avukat

uzatma

önemli değilse yazma bana

sevgilimle han nehrindeyim

velet

bok sevgilinlesin|

foto at

yan odadaki avukat

beni rahat bırak

velet

yalan söyleyeni şey etmiyorlar tabii

yan odadaki avukat

ney etmiyorlar 😡

velet

öpmüyorlar hyungumm

hehe 🥰

yan odadaki avukat

sana hiçbir şey kanıtlamak zorunda değilim ama al

ResimLink - Resim Yükle

velet

omegayı at

yoksa inanmam

yan odadaki avukat

omega kalmadı alfa var olmaz mı|

gbtsini de atayım ister misin canım

velet

tek başına çiftleri izleyerek iç çekiyordun dimi

rezilsin

yan odadaki avukat

sen arayana kadar öpüşüyordum|

çok sinirliyim|

sen yürek mi yedin?

ölmek mi istiyorsun?

gece gece işine bak

velet

foto attım yukarıda bak bi

yan odadaki avukat

gündüzler çuvala mı girdi

velet

evet

baktın mı

baksana hadi

yan odadaki avukat

baktım

velet

neden arıyor beni??

yan odadaki avukat

annemiz olduğu için?

velet

ya of biliyoruz herhalde

ama bu saatte aramazdı

bir şey mi öğrendi ki

sana bir şey dedi mi

yan odadaki avukat

ne öğrenmesi gerekiyordu hyungunun balı

ne boklar yedin de götün tutuştu

velet

tövbe haşa ama ben gerçekten salağım sanırım|

bir şey olmadı

ne olması gerekiyordu ki

sadece sordum

yan odadaki avukat

bak bu konuşmaları sürekli tekrar ediyoruz

ben yıldım ama sen yılmadın

o yüzden söyle bana

bi boklar yediysen arkanı toplamana yardım edeyim

sonra çok geç olur kalırsın öyle ortada

velet

bunu sen bile toparlayamazsın be hyung|

bunu sen bile toparlayamazsın be hyung

ay gitti

üf

yan odadaki avukat

o NE DEMEK

velet

ya konumuz bu mu hyung

bir şey soruyorum sana

neden arayıp mesaj attığıyla ilgili bir fikrin var mı

yoksa ölü taklidi yapacağım

yan odadaki avukat

uzun zamandır konuşmuyorsunuz taehyung

sence araması normal değil mi

velet

biz genelde uzun zaman konuşmayız ve hiç de aramaz

hep sen hadi yemeğe çıkıyoruz dersin

ben de katılırım

bazen de ara tatillerde uğrarım o kadar

yan odadaki avukat

yazın başından beri konuşmuyorsunuz

bilmem farkında mısın

bence araması gayet normal

ayrıca sana onu ara dediğimden beri aramadın mı

velet

unuttum ne yapayım

işlerim vardı derslerim de yoğundu

yan odadaki avukat

ya bırak

o dallamayla gününü gün ediyorum demiyorsun da

işlerim var derslerim yoğun diyorsun

velet

işin sonu hep jungkooka geliyor

ne zaman salacaksın sevgilimi

gidip kendine sevgili yapsana ya

yan odadaki avukat

zaten sevgilimleyim

velet

ya he hyung he

senin biriyle birlikte olabilme ihtimalin

benim matematiği büte kalmadan

tekte geçmemle aynı orana sahip

yan odadaki avukat

orası hiç belli olmaz velet

velet

göreceğiz onu

neyse

şimdi konumuza dönelim

yan odadaki avukat

konu bitti

beni rahat bırak artık gerçekten sevgilimleyim

ve bütün ortamı bozuyorsun

velet

han nehrinde neyin büyüsünden bahsediyorsun hyung

insan kaynıyor, oturacak sadece çimler var ve su akıyor

çişin geliyor o yüzden ve tuvalet sırası var

götürsene şöyle lüks bi restorana

bok gibi paran var bunu da ben mi söyleyeyim

yan odadaki avukat

öyle şeylerden hoşlanmıyor

han nehrinin kenarında oturmayı seviyor

ayrıca seni ilgilendirmez

velet

iyi tamam gidemediğiniz restoranın parasını bana at da

sevgilimle ben gideyim bari

yan odadaki avukat

sen çok akıllısın ya

velet

nolur bir kere de ben söylemeden para atsan

yan odadaki avukat

keşke sen de her konuşmamızda para istemesen

velet

ne var ben öğrenciyim

sevap işliyormuşsun gibi düşün

ayrıca isteyeceğim tabii tek küçük kardeşinim ben senin

yan odadaki avukat

yok artık küçükmüş

ufal da cebime gir dana kadar oldun

para atarsam susacak mısın peki cidden

velet

hayır birkaç sorum daha var

ondan sonra susacağım

*ondan sonra parayı atacaksın ve susacağım

yan odadaki avukat

o para cebimden çıkacak illa

sor

sor lanet olsun sor artık 😡

velet

tmm bak şimdi

MESELA

bak MESELA YANİ

misal veriyorum bu nokta önemli

Jimin'in ruh eşi var ve henüz devlete bildirmediler

ama ruh eşi olan puşt alfası Jimin'e sormadan doktora

gitti ve ruh eşi olduklarını bildirdi

sonra Jimin bunu hastaneye gittiğinde öğrendi

kimliğinde ruh eşi kısmında çocuğun adı yazıyor

ondan habersiz yapmış bunu

yan odadaki avukat

bu işin içinde bir bokluk var gibi|

çok Jimin'lik bir olay ama sana da hiç güvenmiyorum|

ruh eşliliği tek taraflı değil

analistin iki eşin de çiçeklerini görmesi gerek

yani kişi gidip kafasına göre bunu yapamaz

velet

YA YAPTI İŞTE O KISIMDA DEĞİLİM BEN

silebilir miyim

yani silebilir miyim derken sildirmeye çalışsak

başarabilir miyiz

yan odadaki avukat

yaptı işte değil taehyung

sana bunun mümkün olmadığını söylüyorum

ya bir yanlışlık vardır ya da usulsüzlük

velet

peki o kişi bir de Jimin'in de devletten alması gereken fonu

kendi hesabına aktarıyorsa yani iki fon alıyor mesela

bir şekilde kendi bankasına yatırıyor parayı

yan odadaki avukat

taehyung

velet

evet 🧍🏻‍♀️

yan odadaki avukat

o dallama oğlu dallama ruh eşiyiz diye seni kandırıp

senden habersiz devlete bildiri yapıp

üstüne bir de gizlice parmak izi mührünü alıp

sana ait fonu mu cebe indiriyor??

velet

ya hyung konunun Jungkook'la ne ilgisi var

Jimin diyorum Jimin

sal dünya tatlısı sevgilimi ya

yan odadaki avukat

alfa seçimlerin çok iyi olmadığı için sorayım dedim

çok senlik bir dolandırılma vakası çünkü

velet

sağ ol ya

hyungum deyince de sen yani

yan odadaki avukat

yani bu zamana kadar dolandırılma olaylarını düşününce

çok da mümkün değil gibi gözükmüyor

velet

ya bahtsız bedevi olmayı ben seçmedim

ne yapayım beni buluyorsa her şey

sana avukatlık skillerini kullanma şansı tanıyorum işte

biraz da bu yönden düşünsene

yan odadaki avukat

yoruyorsun ha

yazık dallamaya

velet

taktı alfama ya|

bence alfam yorulmaktan gayet memnun

istersen o konulara girmeyelim

yan odadaki avukat

YAAAH

KIM TAEHYUNG

DAHA FAZLA DEVAM ETMEYE KALKMA

velet

konudan sapan sensin

cevapla sorumu

yan odadaki avukat

bak güzel kardeşim

kardeşlerin balı çiçeği

bir tanesi

velet

of evet

öv beni böyle 🥰🥰

yan odadaki avukat

ya sabır|

tek seferde anlatacağım

paranı da atacağım ve beni rahat bırakacaksın

tamam mı

velet

tmm

yan odadaki avukat

iyi oku

birincisi ruh eşliliğinde iki ruh eşinden biri olmadan eş bildirimi kimliğe işlenemez

ya bir yanlışlık vardır ya da usulsüzlük ki bence usulsüzlük

çünkü devamında dediğin gibi işin içine iki taraflı verilen fonun

diğer ruh eşinden habersiz tek hesaba atılması gibi bir durum var

burada da bir usulsüzlük olası çünkü fonun tek hesaba yatırılması

sadece o kişinin talebine bağlıdır

ve bunun için de ıslak imza gereklidir ya da parmak izi mührü

ruh eşi bildiriminde yanlışlık olsa bile

diğer yapılan şeyler usulsüzlük olduğunu gösteriyor gibi

çünkü fon kısmı biraz düşündürücü ıslak imza biraz riskli

ama parmak izi mührü kolay alınabilir

tabii net bir şey söyleyemem ama kişisel görüşüm bu yönde olurdu

velet

parmak izimi mi aldı acaba|

ne ara ya fark ederdim alsa|

e peki nasıl sildirilir bu

yan odadaki avukat

ruh eşi değiller mi

neden sildirecekler

velet

orasını boş ver hyung farklı meseleler var

sadece silinebilir mi onu söyle

yan odadaki avukat

eğer ruh eşinse ruh eşini sildiremezsin

velet

peki ya gerçek ruh eşim değilse|

peki ya devlet ödeneği

o kadar ay dolandırdı sonuçta

oradan bir şey çıkar mı

yan odadaki avukat

gerçekten imza ya da parmak mührünün 

kişiden zorla ve istem dışında alınmış olunduğu kanıtlanırsa

tabii ki misliyle geri alınır

velet

amına koydum suho|

siktim seni bekle|

anladım hyung

geri alabilirsin yani

yan odadaki avukat

tabii hyungunun balı

cüzi bir miktara hallemeyeceğim şey yok 😉

velet

yuh ya bana da mı

yan odadaki avukat

en çok sana

her bokunu hallediyorum

bunun bir bedeli olmalı

velet

atarız üç beş

yan odadaki avukat

🤗

velet

tmm teşekkürler gidiyorum

parayı atmayı unutma

yan odadaki avukat

hesabına bak attım çoktan

sen de anneme cevap vermeyi unutma

velet

bir de o vardı değil mi

off çok gerildim ya birden gece gece

yan odadaki avukat

gerilme

annem eskisi gibi değil dedim sana

üç sene geçti evden gideli

ne kadar ciddi olduğunun farkında

sevdiğin şeylerin seni ne kadar mutlu ettiğinin farkında

velet

evet

o yüzden göğsünü gere gere

insanlara anlattığı tek oğlu sensin

yan odadaki avukat

çünkü ondan saklanıyorsun

velet

tamam yazacağım

yan odadaki avukat

haber verirsin

velet

bakarız

gidiyorum şimdi

varmış gibi yaptığın sevgilinle iyi dateler

iletildi 00.20

görüldü 00.24

yan odadaki avukat

allahın cezası çocuk|

öyle bir kurt düşürdü ki içime|

sen misin

velet

kim ben miyim

yan odadaki avukat

jimin diye anlattığın

bana da mı parayla dedin

velet

bazen zekanı hafife alıyorum|

yoo

onu nereden çıkardın

yan odadaki avukat

ruh eşin olduğunu mesajlarda yazmıştın

sonrasında geçiştirdin hiç konuşmadık

o zaman seni çok darlamadım ama

eğer üstü kapalı bir şekilde anlatıyorsan ki bence öyle

bana her şekilde anlatabilirsin

tamam biraz hatta birazdan fazla kızarım

ama o piçin donuna kadar da alırım

ve inan bana annemin haberi bile olmaz

eğer endişen buysa boşuna yani

velet

ağlıyrom|

hyung

sen olmasan bir hiçim

iyi ki hyungumsun

seni çok seviyorum

yan odadaki avukat

aptal velet

ben de seni

velet

😭

***

annem ⚔️

Beni ara.

taehyung'um 🌻

anne

beni aramışsın

annem ⚔️

Sesini duymak için aradım.

Neden açmadın?

taehyung'um 🌻

duymamışım

annem ⚔️

Arayayım mı?

taehyung'um 🌻

tek yaşamıyorum

arkadaşım uyuyor biraz geç oldu

onu uyandırmak istemem

yarın arasam olur mu

annem ⚔️

Aramak yerine yarın buluşsak?

Senin için uygun olur mu?

taehyung'um 🌻

bu ne şimdi|

sadece benimle mi buluşmak istiyor|

benim için uygun ama hyungu bilmiyorum

annem ⚔️

Seokjin olmadan da buluşabiliriz diye düşünmüştüm.

taehyung'um 🌻

ikimiz mi

annem ⚔️

Evet.

Eskiden çok yapardık

Senin için de uygunsa tabii.

taehyung'um 🌻

eskiden dediğin 7 yaş falan|

korkmalı mıyım şu an bilemiyorum|

olur sorun yok

işin ne zaman biter kaç gibi buluşalım

annem ⚔️

Sen ne zaman müsaitsen o zaman olur.

taehyung'um 🌻

ben hep müsait olabilirim ama yoğun olan sensin

sana göre plan yapsak daha sağlıklı olur bence

annem ⚔️

Birkaç saat erteleyebilirim.

Sadece ne zaman müsaitsen söyle.

Almaya geleyim seni.

taehyung'um 🌻

noktalamaları kullanmasan|

annem değilsin diyeceğim|

tamam o zaman

öğlen iki gibi olur mu

annem ⚔️

Olur.

taehyung'um 🌻

şey

uzun zaman oldu adresimi atmamı ister misin

annem ⚔️

Dersin yok mu?

Okuldan da alabilirim?

taehyung'um 🌻

yarın seçmeli dersim var

devam zorunluluğum yok

evde çizim yapmayı planlıyordum

annem ⚔️

Evden alırım o halde.

Sandığının aksine birbirimize uzak bile olsak

Seninle ilgili her şeyi biliyorum Taehyung

Tabii ki evinin konumunu da hatırlıyorum

taehyung'um 🌻

pekii tamam o zaman

iki de kapıda olurum

annem ⚔️

Ev arkadaşın mı var?

taehyung'um 🌻

beni gerçekten ürkütüyorsun|

evet

dönem başından beri

annem ⚔️

Yalnız olmaman iyi.

taehyung'um 🌻

söylesem mi bilemedim|

şu an çok ilgili konuşuyor|

ama söylersem eskisi gibi olması da muhtemel|

anne

ev arkadaşım safkan ve baskın bir alfa

annem ⚔️

Bunu bana söylediğine göre senin için özel biri olmalı.

taehyung'um 🌻

evet

öyle

annem ⚔️

Ne güzel, sevindim..

taehyung'um 🌻

sadece bu mu|

azarlayıp ben demiştim demeyecek misin|

evet iyi anlaşıyoruz

annem ⚔️

Çok iyi Taehyung.

Adliyeye geldiğinde benden neden saklandın?

taehyung'um 🌻

bu sorgu ne alaka şimdi|

sanki bilmiyormuş gibi soruyorsun bir de anne|

neden saklanmayayım

kıyafetlerimin adliyeye uygun olmadığı için

bir ton laf edersin diye

annem ⚔️

Etmezdim.

taehyung'um 🌻

daha öncekiler gibi mi

teşekkürler kalsın

ben o konuyu yazın başındayken kapattım

annem ⚔️

Haklı olduğunu biliyorum|

Seokjin ve benimleyken feromonlarının farkını anladım|

Yarın konuşalım, olur mu?

Mesajla kendimi ifade edemiyorum.

taehyung'um 🌻

yemin ederim seninle konuşurken|

takım elbise giymem gerek gibi hissediyorum|

tamam

yarın görüşürüz anne

annem ⚔️

Görüşürüz.

***

Beyaz, uzun kollu, bol gömleğimin ilk iki düğmesini açarak aynaya baktım ve yakamı düzelterek oflaya oflaya çekmecemi açtım. Kırmızı boncuklardan ve uçlarında altın rengi kelebekler olan sıralı zincirden oluşan kolyemi bulup takmaya çalıştım ama klipsi o kadar küçüktü ki bir türlü başaramamıştım. Bir de bunun için oflayıp aceleyle içeriye, salona doğru koşturarak projeye çalışması için çantasını hazırlayan Jungkook'un yanına kolyeyi takması için koşturdum.

Yaklaşık bir saattir oradan oraya koşturmama ve kıyafet seçerken o mu bu mu dememe alışmış olmalı ki elimdeki kolyeyi görünce takar mısın dememe bile gerek kalmadan uzattığımı aldı. Hızlıca arkamı döndüm ve sıcak nefesi enseme çarparken etrafa yayılan tatlı çikolatalı feromonlarını soluyarak biraz rahatlamaya çalıştım. Keşke onu da yanımda götürebilseydim diye düşünmeden edemedim ama hem annem sıkıntılı bir insandı hem de Jungkook'un ablası Soyeon işlerini halletmek için kısa süreli Seul'e gelmişken görüşmeden gitmek istememişti. Beni de çağırmıştı aslında ama ani gelişinin annemle olan planımla aynı gün oluşu yüzünden maalesef katılamayacaktım. Ancak Busan'a tekrardan bir davetiye almıştım, bu yüzden mutluydum.

Jungkook kolyeyi takıp elleriyle omuzlarımı okşayarak boynuma öpücük kondurdu ve ardından belime sarılarak çenesini omzuna yasladı "Bu kadar gergin olma, çok güzel geçecek."

"Onu tanımadığın için böyle konuşman normal." diyerek başımı arkaya ona doğru yaslayıp ellerimi belimi tutan ellerinin üzerine koydum "Ama ben pek umutlu değilim. Kavga edeceğimize o kadar eminim ki..."

"Her şeyi aştık ama negatif düşünme olayını aşamadık be güzelim." beni kollarının arasında kendine doğru döndürdüğü gibi yüzüme düşen saçları ittirip elinin tersiyle yanağımı okşadı "Bu kadar kötü düşünürsen evren hep kötüsünü karşına çıkarır. Derince bir nefes al ve sadece tadını çıkar."

"İyi düşünüp kötü geçerse daha kötü olur ama. Kötü düşünüp kötü olursa hayal kırıklığına uğramam en azından."

"Duyduğum en korkunç bakış açısı."

Başını iki yana sallayarak gülümserken bu tavrı beni de gülümsetti ve biraz da olsa moralimi düzeltti. Bu yüzden de sırıtıp elimle karın boşluğunu dürttüm "Ya gülme, gayet de mantıklı tamam mı, annemle yıllarca yaşayıp da mentalimi korumamı bu düşünceye borçluyum."

"O zaman tek başınaydın. Şimdi ben varım." gözlerini beni ikna etmek ister gibi kocaman açtı ve doğruca bana bakarak devam etti "Eğer seni üzerse tuvalete git ve beni ara. Olabildiğince hızlıca gelip seni oradan alırım tamam mı?"

Dudak bükerek kızarmaya başlayan yanaklarımı saklamaya gerek duymadım ama gözlerimi kaçırmadan da edemedim. Tutamadığım feromonlarımı saymıyorum bile...

"İyi tamam ararım."

Beni her şeyden ve herkesten koruyacağına dair sarf ettiği sözcükler, sanki ilk kez söylüyormuş gibi içimde her seferinde aynı heyecana kapılmama neden oluyordu. Ve beni inanılmaz bir güvenle dolduruyordu.

Başımı kaldırıp gözlerimi gözlerine kenetlediğimde o parlak ve kararlılık dolu bakışlarla karşılaşmıştım yine. Siyah gözlerinin içinde bana bakarken bir an bile sönmeyen o parlaklıkta kendimi görmek çok hoşuma gidiyordu. Ve sanki duyguları daha da büyüyormuş gibi o parlaklık artıyordu. Bu da beni ona aitmiş gibi hissettiriyordu.

Jungkook gamzesini belli edecek kadar çarpık bir gülüşle ondan kaçamadan işaret parmağını çenemin altına dokundurup beni engelledi "Kızardın mı sen?"

"Kızarmadım."

"Kızarmışsın kızarmışsın... Renk gelmiş yüzüne."

"Hiç de bile."

"İyi olmuş iyi. Bir kere öpeyim mi?"

"Hayır."

"Minicik öpeceğim."

"Öpemezsin yasak."

"Ne demek yasak? Bana da mı?"

"En çok sana yasak."

"Yok öyle bir şey, gel bakayım şöyle!" diyerek yanaklarımı ve boynumu öpmeye çalışmasını ittirmeye giriştim ama bu durumdan en çok keyif alan ben olduğum için kendime engel olamadım. İçimde biriken bütün hisler volkan gibi patladı ve omegamın heyecanına ortak olurken buldum kendimi. Yüzüme kondurduğu öpücüğünü ensesinden tutarak dudaklarıma yönlendirip parmak ucuma kalktım ve onu arkasındaki tezgaha ittirerek dizimi bacağının arasına yasladım.

Tezgaha refleksle tutunduğunda nefesini kestiğim öpücüğümün yeterli olmadığını düşünüp bir de dizini bacağının arasına yaslayıp hafifçe yukarı kaldırmış, erkekliğini dürterek tökezlemesine sebep olmuştum.

Bu sırada yakaladığım dilini ise ısırıp emerken tek düşünebildiğim şey onu aniden bu kadar heyecanlandırdığım için feromonlarının kontrolünü kaybedişiydi. Çünkü kontrolü elinden bıraktığı zamanlar kızgınlık dönemlerimiz oluyordu, onun haricinde bocaladığına pek şahit olmamıştım. Onu bu hale isteyerek getirmemiştim aslında ama bütün evin içine öyle güçlü bir hızla yayılmıştı ki neredeyse heyecandan kalbim yerinden çıkacaktı. O da hiç beklemediği bir anda yaptığım için neredeyse aklını yitireceğini belli edecek şekilde bir tepki vermişti.

Kendini toparlayarak onu öpüşümün şiddetine uyum sağlayıp beni ensemden yakaladı ve saçımdan çekiştirerek kurduğum üstünlüğü tek seferde alt üst etti. Feromonlarındaki baskınlığı sakınmamasını söylerken tam olarak bundan bahsediyordum işte, bu hissi tarif etmem imkansızdı. Omegam kafayı yemiş gibiydi, ciğerlerim onunla dolup taştığı için bedenim sadece onu her zamankinden daha fazla arzuluyordu, ve tanrım... Arzulamak çok hafif bir tabir olarak kalırdı, düşüncelerim çok fazla ıslaklık içeriyordu, kafayı yiyeceğim bir şekilde hem de.

Jungkook üzerime biraz daha eğilerek işlerin farklı yerlere gideceğini tahmin etmiş olmalı ki beni kendinden uzaklaştırmak için ensemi daha sıkı kavradı ama dişimle alt dudağını kavrayacağımı hesaba katmamış olacak ki hafifçe sızlandı. Ardında da gülerek elini dudağına götürüp "Hani öpmem yasaktı?" diye sordu.

Omuz silktim ve ondan bir adım uzaklaşıp ellerimi arkamda birleştirerek sanki hiçbir şey yapmamışım gibi tatlı bir masumlukla cevap verdim "Sana yasak, bana değil."

Kaşlarını kaldırdı ve başını iki yana sallayarak söylediğim şeye gülerken "Şöyle bakıyorsun ya, aklımı kaybediyorum." diyerek cıkcıkladı "Çok fenasın gerçekten."

"Öyle alırım aklını işte. Hep sen mi yapacaksın."

"Planlarımız olmasa şu an farklı noktalarda olurduk biliyorsun değil mi?"

"Olabilirdik doğru, ama durmayı sen seçtin."

"Çıkmamız gerek omega." derken gözlerinden bu cümleyi hiç söylemek istemediğini ve devam etmek istediğini görebiliyordum ama bunu yaparsak da asla duramayacağımız bariz bir gerçekti. Bu yüzden derince bir nefes alıp başımı mutsuzca sallayıp ona evet diyerek son bir kez kıyafetlerimi gösterdim.

"Böyle iyi mi peki?"

Asla ama asla emin olamıyordum.

Beni boydan boya ışıltılı gözlerle süzdü ve "O kadar güzelsin ki seni mağarama kapatasım geliyor. Lütfen artık bana böyle bir soru sorma güzelim." diyerek gülümsedi.

"Ama bir şey eksik gibi, of..."

"Gerçekten hiçbir şey eksik değil, gayet güzelsin. Dünyanın en güzel omegasısın, kendinle uğraşmayı bırak."

"Beklesene bir, kemer takıp geleceğim."

Odaya koşturup sıradan bir kemer yerine dolap kapağında asılı duran turuncu, üzerinde sarı çiçek desenleri olan bir fuları büzüp kemer yerimden geçirerek belime bağladığım gibi yeniden Jungkook'a göstermeye içeri geçtim. Bir yandan da buzdolabının yanındaki aynadan kendime baktım.

"Şimdi tamam bence?"

"Benim için her şekilde tamamsın zaten güzelim ama aklında artık kalan bir şey yoksa geç kalmadan çıkman gerek."

"Kot ceketini giyeyim mi peki?" derken askıdaki ceketini çoktan çıkartmış ve giymiştim bile. O da hemen yanıma geldi ve katlanmış yakamla saçlarımdaki bukleleri düzelterek söylendi.

"Ohoo, giydin zaten. İyice kondun üzerine farkında mısın?"

"Erkek arkadaşlar bunun için yok mu?"

"Bak sen..."

"Öyle ama. Sweatlerin ve tişörtlerin çok güzel, gömleklerin de öyle. Üzerimde görmeyi sevdiğini inkar edemezsin."

"Bu konuda yalan söyleyemem, üzerinde görmeyi de akşamları onları çıkarmayı da seviyorum."

"İyi ya işte, akşam sen çıkarırsın o zaman." derken biraz yanıltmacalı konuşmuştum ama ondan hiçbir şey kaçmadığından hızlıca düzeltmişti beni.

"İçindeki diğer kıyafetlerle birlikte, evet, çıkarırım bebeğim."

Dudak bükerek ayakkabımın arkasına parmağı sokup giyerken ondan destek aldım "Üf, hemen düzelt zaten."

"Asla bu fırsatı kaçıramam. Yürü hadi yürü, akşam sevişe-ay pardon görülecek hesabımız var."

Elimle kalçasına birkaç kez vurup çok şerefsiz bir insana dönüştüğüyle ilgili bir ton şey söylenip hazırlığımızı tamamladım ama evden sorunsuz çıkmak pek benlik değildi. Benimle birlikte çıkıp tam kapıyı kapatacakken çığlık atarak ayakkabımı çıkartmış, telefonumu unuttuğum aklıma gelerek içeri dalmıştım. Evden çıkmadan önce bizim günlük rutinimizden biriydi, bir şeyimi unutmazsam olmazdı maalesef.

"Bir kere de şu evden olaysız çıkalım dişimi kıracağım."

"Ya sus, tut şunu," diyerek telefonu eline tutuşturup yeniden ayakkabımı giydiğim gibi koluma taktığım kahverengi kayışlı saatime baktım ve tanrım, gerçekten geç kalacaktım, saat ikiye iki vardı. Bu yüzden de telefonu elinden kaptığım gibi telaşla dolu bir sesle bağırdım "Tamam ver, görüşürüz."

Sonra merdivenlerden uçarak inmem bir oldu. Annem o kadar dakikti ki tam ikide kapıda olacağını biliyordum ve uzun zaman sonra ağzına laf vermek gibi bir niyetim yoktu bu yüzdendi telaşım.

Binanın kapısından çıkarak sokağa adım attığımda annemin arabasının köşeyi döndüğünü gördüm ancak son bir şeyi yapmadığım aklıma gelince hızla arkamı dönerek kapıdan henüz yeni çıkmakta olan Jungkook'a koşmaya başladım.

Ne olduğunu anlamasına fırsat tanımadan elimle ensesinden tutup dudaklarına dudaklarıma bastırıp sesli bir şekilde öptüm. Sonra üç kere de daha hızlıca öpücük verip geri çekilerek "Seni seviyorum, Haein'e çok yaklaşma parçalarım, eğer ararsam ve geç kalırsan da seni öldürürüm, akşam görüşürüz, bay bayy!" dediğim gibi cevabını beklemeden kapının önünde durmuş arabaya doğru koşturdum.

Arabanın kapısının önünde durduğumda nefes nefese kalmıştım bu yüzden boğazımı temizleyip sakinleşmeye çalıştım ve hızlıca kapıyı açtım. Arabanın içinden pahalı bir parfüm kokusu yükseliyordu ama kendi misk kokulu feromonları daha baskındı.

Tek bir hareketle koltuğa oturduğumda yerimde kıpırdanıp hafifçe ona bakındım tutkunarak "Dakikliğin hiç değişmiyor." dediğimde yüzünü bana çevimeden hafifçe dudaklarını kıvırarak arabayı köşeden döndürdü ve "Senin de hep bir şeylere koştur koştur yetişmen değişmiyor."

"Sonuç olarak yetişiyorsam, sorun yok bence?"

Güldü ve hiçbir şey söylemedi çünkü onun lügatında bir yerlere koşturarak yetişmek gibi bir durum söz konusu bile olamazdı. Ancak yine de suskun kalması dikkatimden kaçmamıştı.

Araç içinde sessizce etrafı izlerken ortama bürünen sessizlik bir süre için iyi olsa da çevre yoluna çıkmamız beni biraz şaşırttı çünkü ben şehir içinde bir yere gideriz diye düşünmüştüm. Bu genellikle onun seçtiği şık mekanlar ya da lüks tatlıcılar olurdu fakat çevre yolu tamamen beklenmedikti.

Oturduğum yerden tabelalara şöyle bir göz atarak nereye gittiğimizi kestirmeye çalışırken annem meraklı bakışlarımı anlamış olmalı ki "Whanki müzesine gidiyoruz." dediğinde kaşlarımı kaldırarak ona döndüm.

"Whanki mi? Bir şeyler yemeye gideriz diye düşünmüştüm."

"Bu sene kırkıncı yılıymış serginin. Şehrin uç noktasında olduğu için gitmemişsindir diye düşündüm."

"Kırkıncı yılı olduğunu bilmiyordum."

Gerçekten bilmiyordum ve onun bunu hatırlıyor oluşuna da şaşırmıştım. Seul'e annem ve babamla geldiğimde gittiğimiz ilk sergiydi burası. Kim Whanki'nin kim olduğu, ona ait bir müze olup olmadığı ile ilgili en ufak fikrim yoktu. Sadece tuvaller üzerinde renkli boyalar, çizgiler ve noktalar vardı. Babam beni kucağına alıp sessizce gezdirirken onlara hayran hayran bakmış, her biri için ne olduğunu sormuştum ama bana asla anlayabildiğim şeyler söylememişti. Şimdi büyümüştüm ve elimde hayranı olduğum o tabloları boyayacak bir sürü boyam varken yıllar sonra yine o müzeye gidiyordum.

"Adliyede konuşurlarken duyduğumda aklıma geldin. Gitmek isteyebileceğini düşündüm. Oradan çıkınca da yemeğe geçeriz olur mu?"

"Olur." derken ellerimin arasındaki çizim defterimin teliyle oynayıp alt dudağımı dişledim.

Açıkçası biraz kafam karışmıştı, hyungum dediği gibi yazdan beri, hatta yazın başından beri görüşmüyorduk. Telefonla zaten mümkün bile değildi hep görüşme halindeydi. Fakat şimdi baktığımda hem resmi kıyafetlerinin dışındaydı, ilk kez benim bayılacağım bir yere gidiyorduk ve telefonu bile çalmıyordu. Sanırım gerçekten, bazı şeyler konusundaki fikrini değiştirmeyi başarmıştım ve şu anda da bunun ilk denemesini yaşıyorduk.

Yaklaşık yirmi dakika süren araba yolculuğunun sonunda annem arabasını park ederek dışarı çıktığında arkasından ona şaşkınca baktım. Gerçekten gördüğüm en renkli haliydi, gençlik zamanlarında savcılık sınavlarına hazırlanmadan hemen önce böyle giyinirdi ve saçlarını hep dalgalı bir şekilde fönlerdi.

Her zaman ensesinde sıkı sıkıya topladığı saçları bu kez ensesinde hafifçe bir at kuyruğu şeklindeydi ve birkaç dalgalı perçem, çenesine doğru su gibi süzülüyordu. Üzerinde de her zaman giydiği sıkıcı takım ve gömlekler yerine toz pembe bir pantolon ceket takımı, içinde de kırık beyaz bir bluz vardı. Değişmeyen tek detay, boynunu zarif gösteren inci kolyesi ve çividen daha ince topuklu ayakkabılarıydı.

Hemen yanından yürümediğimi fark ettiğinde arkasını döndü ve sordu "Bir şey mi oldu?"

"Hayır..." dedim ama şaşkınlığımın gizlememem gerektiğini fark ederek yanına birkaç adımla ulaşıp devam ettim "Sadece seni uzun zamandır böyle görmediğimi fark ettim ve şaşırdım."

"Kötü mü olmuş?"

Pantolonunu ve ceketini düzeltirken yamulttuğu gömleğini daha fazla bozmasın diye elini ittirerek hemen müdahale ettim "Hayır çok güzel. Sadece diğerleri fazla sıkıcıydı, pembe sana yakışıyor. Daha sık renkli giyenmelisin."

"Aslında renkli giyiniyorum ama uzun zamandır..." bir an için durdu ve sanki söyleyeceği şeyin pek iyi bir şey olacağını düşünmüş gibi susmayı seçti. Ardından ise gülümsedi ve elini hafifçe omzuma yaslayarak bizi birlikte yürütürken konuşmaya devam etti "Gel hadi, içeri geçelim."

Başımı sallayıp ittirdiği kapıdan girip görevliye hafifçe selam vererek sergiye adım attığımızda dışarının aksine biraz daha ılık bir hava çarptı yüzüme. Uzunca bir zaman geçtiği için gözlerim geniş, yüksek tavanlı alanın her bir ayrıntısında deli gibi dolaştı.

Duvarlar bembeyazdı ve o duvarlara asılı olan tabloların hepsi, açık bir havada gözle görülen gökyüzündeki yıldızlar gibi dikkat çekici bir şekilde belli ediyordu kendilerini. Işığın odadaki dağılışı bile öyle özenliydi ki, binanın neden özellikle bu müze için yapıldığını, neden birçok mimarla çalışıldığını çok iyi anlamıştım. Adım attıkça çıkan ayak sesleri, birkaç hafif öksürük ve fısıldaşma ise odanın akustiğinden dolayı rahatsızlık vermek yerine kulağa garip bir şekilde melodik geliyordu.

Sergideki resimleri incelemeye başladığımda ise zaman benim için geriye doğru aktı. Yine bu salondaydım, babamın kucağında önümdeki renkli tabloları ilgiyle izliyordum ve ona tablodaki renkleri sıralıyordum. Babam renkleri benimle tekrar ediyordu ve annem ise resimlerin hafızamda canlanması için neye benzediklerini söylüyordu. O zamanlar anlamıyordum tabii, çizgiler noktalar ve renkli renkli boyalar vardı ancak şimdi her bir fırçanın hangi teknikle yapılmış olduğunu, renklerin hissettirdiklerini ve baktığım zaman bende uyandırdığı duyguları biliyordum.

Serginin içinde sessizce ilerledikçe duvardan duvara dizili tuvallerde sessiz bir deniz berraklığında mavi tonların yoğun olduğunu fark ettim. Ve yıllar boyu değişen çizim dilini, anlatmak istediği duyguları anladım.

Annemle birlikte tabloları geçtiğimizde diğerlerinden ayrı ve fazlaca büyük olanın önünde durduk. Üzeri mavinin sevdiğim bir tonuyla küçük noktalar şeklinde kaplıydı. Uzaktan bir bütün gibi gözükselerde yakından her biri farklı yoğunlukta ve ahenkteydi.

Nerede, Hangi Biçimde, Yeniden Buluşacağız?

Basit bir isimdi aslında ama Whanki'nin neden Kwangseop'un şiirinden bir isimle anmak istediğini tabloyu inceledikçe, küçüklükten bu zamana, artık edindiğim bilgilerle daha da anlamlandı. Anlamsız mavi noktaların her biri sese dönüştü, her biri diğerinden farklı bir hikaye anlattı ve bir araya geldiklerindeyse, gökyüzüne, denize, zamana, mekana ya da neye yorumlarsam ona dönüştü. Noktalar arasındaki ritim sessiz ama sürekliydi.

Elimle tabloyu işaret ettim anneme sordum "Adını Kim Gwangseop'un şiirinden aldığını biliyor musun?"

"Öyle mi, bilmiyordum."

Annem hemen yanıma geldiğinde ve benim gibi tabloyu incelemeye başladığında başımla onayladım onu "Öyle. Kore savaşıyla ilgili olabileceğini söylüyorlar. Ayrılanların, kaybolanların ya da ölenlerin bir şekilde yeniden buluşulacağına dair umudunu anlatıyor. Tablo Gwangseop'un düşüncelerinin resmedilmiş hali."

Parmağımı yeniden uzattığımda mavi noktaların birbirine karıştığını göstermek için hafif bir s işareti çizdim havada "Bence anlatmak istediği şey umut ve özlem."

"Neden öyle olduğunu düşünüyorsun?"

"Ayrı düşen şeyler bir gün yeniden buluşabilir belki, bunu da noktaları kullanarak anlatmış. Her nokta bir hayatı temsil ediyor, tek başına yalnız... Fakat uzaktan bakınca bir araya gelmiş gibi görünüp sonsuz bir hayatı oluşturuyorlar. Her parça kendi hikâyesini taşıyor, ama sonunda bir noktada hep bir araya geliyorlar, bütün oluyorlar."

Cümlem bittiğinde tabloyu incelemeye devam ederken aslında annemle olan ilişkimizin de bu tabloya benzediğini fark ettim. Yıllardır aramızda oluşan sessiz duvar aslında noktaların birbirine olan mesafesine o kadar benziyordu ki bir kez daha gördüğüm detay karşısında hayran olmuştum. Sanırım o da farkındaydı çünkü hemen yanımda hafifçe güldüğü sesini duymuş ve "Tanıdık geldi..." diye fısıltısını işitmiştim.

Yavaşça ona döndüm ve arabadan beridir kaçındığım gözlerine baktım. Yüzündeki çizgilerde her zaman çözülmesi zor bir ciddiyet olurdu ancak şimdi yıllardır görmediğim yumuşak bir ifade vardı. En azından o ifadeyi yakaladığımı düşünüyordum.

Annem gözlerini benden çekip bir sonraki tabloya geçmek için yürüdüğünde derince bir nefes aldım ve arkasından onu izledim. Duygularını sadece rekabet olarak mahkeme salonlarında gösteren bir kadın için fazlasıyla samimi tepkilerdi. Özellikle uzun zamandır benimle konuşmazken tablonun ikimize de aynı hisleri düşündürmesi ve benim aksime onun bunu sesli dile getirmesi, benim için şaşırtıcıydı.

Serginin geri kalanını sessizce onu izleyerek ve düşünerek geçirdikten sonra binadan çıktığımızda şehir merkezine kadar bu sessizliği sürdük. Adını hiç bilmediğim, fazla insanın bulunmadığı sessiz kafeye oturduğumuzda da bu sessizlik sürdüğünden fazlasıyla gerilmiş, tam etrafı izlemeye başlamışken annemin sesiyle yeniden odağımı toplamıştım.

"Kapıdan birlikte çıktığınız çocuk, bahsettiğin alfa mıydı?"

"Evet, oydu." derken biraz tedirgin olmuştum çünkü anneme bu zamana kadar çıktığım biri olduğunu hiç söylememiştim. Ne tepki vereceğini ya da kavga edip etmeyeceğimizi kestiremiyordum.

Başını sallayıp kahvesinden bir yudum aldığında ve masaya geri bıraktığında "Ne zaman tanıştınız?" diye sordu.

"Dönemin başında."

Aslında dönemin ortasında tanışmıştık ama bunu söylersem muhtemelen stabil giden anne-oğul ilişkimizin freni bir anda patlayabilirdi.

"Ne okuyor?"

Güldüm ve ona "Bilgisayar mühendisliği. Ya da senin değiminle toplumda yer edinebileceği bir meslek sınıfında." diyerek şimdinin değil birikmişliğin zehrini akıtmıştım istemsizce.

"Böyle bir şey ima etmedim, yanlış anladın."

"Pardon, bir an bana uygunluğunu sordun sandım. Benden ümidi kesince sevgilim konusunda doğru seçimler yapmam için yönlendirmek gibi bir düşüncen olabilir."

"Hayır Taehyung, böyle bir düşüncem yok. Aksine uzun zamandır düşünüyorum ve anlamaya çalışıyorum." diyerek bir açıklama yaptığında bana hiç beklemediğim bir soru sordu "Çizim defterin yanında mı, bakabilir miyim?"

Yanımda her zaman küçük de olsa bir eskiz defteri taşırdım ancak tam aksini söylemeye tereddüt etmedim "Değil."

"Yanında her zaman bir defter bulundurduğunu bilecek kadar tanıyorum seni."

"Beni tanıyor olsaydın defterimi vermek istemediğim için neden yalan söylediğimi anlardın."

"Bir şeyleri düzeltmek istiyorum. Lütfen çizimlerine bakmama izin ver."

Gözlerinin etrafındaki yorgun çizgilerde gördüğüm üzgün ifade beni hiç beklemediğim yerden yakaladığında çantamı tereddütle açtım ve defterimi çıkartıp ona uzattığımda ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırdım ve bekledim. Sanırım bu noktadan sonrasında geçirdiğimiz sakin günümüzü kabusa çevirecek dakikalara girmiştik. Savaşa hazırlamam için kısıtlı vaktim olsa bile anneme uzun zamandır yenilmemiştim bu yüzden kendime güvenim tamdı.

Annem defterin sayfalarını büyük bir ciddiyetle çevirdi. Bakışları ciddiydi ve dudakları gergindi, ortamda çıt çıkmazken kendimi ona bakan köpek yavrusu gibi çaresiz hissetmiştim çünkü elleri arasında yıllardır uğruna savaş verdiğim dünyamı tutuyordu. Üstelik bazılarında da gözlerini uzun süre gezdirdiğini fark etmiş, beni daha fazla germişti. Özellikle portrelerde bunu yapıp başını büyük bir ciddiyetle sallaması kalbimin ağzımda atmasına sebep olmuştu.

Annem defterin en son sayfasına geldiğinde dudağının köşesinde ufak bir kımıldama oldu ve başını kaldırıp kapağı kapatarak defteri kapattı. Her zaman içtiği sert kahvelerinden biri olan fincanı tutup nazikçe dudaklarına götürdüğünde önce kokladı sonra ise yudumlayarak bakışlarını bana çevirdi. Kalbim ağzımda atıyordu ona bakarken çünkü bir şeyler söyleyeceğini biliyordum.

Sessizliğin ardından sonunda "Portrelerinde..." dediğinde biraz bekleyerek devam etti "İnsanların duygularını güzel aktarıyorsun."

"Efendim?"

Hayatımda ilk kez, yaptığım resme iltifat ettiği için neye uğradığımı şaşırmıştım ve bunun için mantıklı bir sebep aramıştım.

"Anlamadım, nasıl yani?"

"Sadece bir eskizden fazlasını anlattığı belli oluyor, gerçekten güzeller demek istedim."

"Demek istediğini anladım ama..." derken kaşlarımı kaldırıp başımı iki yana salladım "Yıllarca 'boya kalemlerinle topluma neyin katkısını sağlayacaksın' diyordun. Şimdi bu farkındalığı neye borçluyum?"

Yıllarca Seokjin hyung gözbebeğiyken ben sırf pasif bir omegayım diye daha çok çabalamam için üzerime gelmişti, gerçekten şimdi ne değişmişti...

"İnsanlar da yanılır."

"Ne değişti?"

"Bakış açım." dediğinde gözlerini gözlerime kenetleyip ondan bu zamana kadar duyduğum en samimi sözü işittim "Özür dilerim."

Yıllarca bu iki kelimeyi duymayı asla olmayacağını bilsem bile umutsuzca beklemiştim. Şimdi ise karma karışıktım, bir yanım mutluydu ancak diğer yanım öfkeden kaynıyordu. Bunca zaman sonra öylece yüzüme nasıl söyleyebiliyordu, her şeyi silip ona sarılacağımı ve kabul edeceğimi mi düşünüyordu anlayamıyordum.

Sesimdeki çatlamaya engel olamadan "Masum birini içeri attıktan yıllar sonra suçsuzluğunu fark edip dışarı salmak ve özür dilemek vicdanını rahatlatma şeklin mi?"

"Elbette değil ancak beni bunun için suçlayacaksan da engel olamam."

"Evet seni bunun için suçlayacağım."

Arkama yaslanmadan önce defterimi alacakken annem onu kendi önüne çekerek buna engel oldu ve elini elimin üzerine koyup "Telafi etmek istiyorum." dedi.

Sesinde bunu gerçekten istediğini anlayabiliyordum ama neden bu kadar ısrar ettiğini gerçekten anlamakta zorluk çekiyordum.

"Neden şimdi peki?" diye sorduğumda bana verebileceği cevapları az çok tahmin ettiğimi sanırken annem yine hiç beklemediğim bir noktadan girdi konuya.

"Geçen haftalarda ağabeyini görmek için adliyeye geldiğinde gördüm seni." bütünleme için Busan'dan döndüğüm haftadan bahsediyordu "Yazın başında tartıştığımızdan beri seni ilk görüşümdü. Benden kaçtığını farkındaydım ama her zamanki kavgalarımızdan diye düşünüp kesin yargıya vardım. Sonra Seokjin ile neşeyle konuşmanı, gülümsemeni ve salgıladığın feromonları fark ettim."

"O fark yıllardır var." derken yutkundum ve başımı öne eğerek dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Doğru haklısın. Zamanımda alfa bile olsam pasif olduğum için yaşadığım zorlukları senin pasif bir omega olarak yaşayacağın şeyleri kafamda kurarak daha hayata atılmadan üzerine çok yükledim. Farkında olmadan sırtına koyduğum yükler de bana olan sevgini köreltti." derken bunları söylerkenki ifadesi ve sesi güçlü dursa da gözlerindeki o şey fazla kırılgandı "Bana karşı nefret beslemediğini biliyorum ama adliyede kokundaki stresi aldığımda sana bunu yaşatan kişinin ben olduğunu bilmek ve annen olmak... Biraz sarsıcı oldu."

Söylediklerinde samimi olduğunu görebiliyordum ve her şeyi bu kadar net bir şekilde ifade ettiği için de eskileri hatırlamak hoşuma gitmemişti. Çünkü beni çok kırmıştı, omegamla ilişkim bile düzensizleşmişti ve yıllarca baskı altında hissetmiştim. Hayatımın en güzel anlarını evden ayrılıp istediğim bir bölümde okurken yaşamıştım ve bu anlara ortak olamadığı için de hep ona kırılmıştım

Şimdi ise ikilemdeydim, hem mutluydum hem mutsuz, hem iyileşmiş hem de kırık. Bu yüzden de ona bakarken hislerimi tam anlamıyla yansıtmak için kendimi tutmadan konuşmuştum.

"Söylediklerin senden asla duyamayacağımı düşündüğüm şeylerdi. Ne tepki vermem gerektiğini ya da benden ne beklediğini bilmiyorum." derken annem masanın üzerine koyduğum ellerimin üzerine manikürlü ellerini yaslayıp hafifçe sıktı.

"Sadece anne-oğul ilişkimizin sağlıklı olmasını istiyorum. Benimleyken şu anki gibi feromonlarının gergin olmasını istemiyorum."

Feromonlarım fazlasıyla gergin olduğum için acılaşmaya başlamıştı farkındaydım ama ondan bunu gizlemek gibi bir düşüncem yoktu. Her zaman en açık halimle duygularımı ifade ediyordum ve bugün ilk kez o farklılığı anladığını görmek, beni tam anlamıyla gördüğünü bilmek iyi hissettirmişti.

Başımı öne eğerek burnumu çektiğimde gömleğimin koluyla yanaklarımı sildim "Beni sana sarılıp sarılmamak arasında bıraktığın için şu an sana sinir oldum."

Annemin dudağının köşesinde belli belirsiz bir kıvrım oluştu ve elimi tekrar sıktı "Bana istediğin zaman sarılabilirsin Taehyung."

Sarılmak istiyordum aslında ama kırgınlığım ellerimi ve kalbimi zincir gibi bağladığından yapamıyordum. Çünkü yıllarca yapıp yapmamam gereken şeyleri düşünürken hep tetikte olmuştum. Psikolojik olarak aklım sonuç ilişkisinde hep kötü senaryoları döndürüyordu kafamda.

Aklımdan zamana ihtiyacımız olduğunu geçirdiğimde annem sanki düşüncelerimi duymuş gibi ellerini ellerimin üzerinden çekti ve sakin bir sesle "Bugün sadece sana söylemek ve göstermek istedim. Her şeyin hemen düzelmesini beklemiyorum, zamana ihtiyacımız var."

Alt dudağımı ısırırken başımı salladım ve kısık bir sesle "Teşekkür ederim." dedim.

Onu yıllarca tüm düşüncelerime rağmen sevmiştim, o benim annemdi bana altından kalmayacağım bir zarar vermemişti ama kalbimi fazlasıyla incitmişti. Bu yüzden şimdiki teşekkürüm ne bir affedişti ne de bir reddediş ama ikimizin de tutunacağı bir bağdı.

Aramızda kısa bir sessizlik oldu ve bu sessizliği dakikalardır içmediğim ılımış sütlü kahvemi içerek değerlendirdim. Biraz da dışarıyı izleyerek düşüncelerimi toparladım. Bazen ise anneme kaydı gözlerim, o da benim gibi bu sessizliğe uyum sağladı.

"Yakışıklıymış."

Bir an anlamadım ve kahvemi tabağına koyarken kaşlarımı kaldırarak sorarcasına baktım ancak sonra kavrayınca yanaklarıma bir sıcaklık yayıldı. Dudaklarım da birbirine yapıştığında mahcup bir mırıldanmayla onayladım "Şey... Evet."

Annemin bakışları yumuşadı "Aşk insanın içinde yanmıyorsa, yüzüne vurmuyor derler."

Yüzüm, söylediği cümleyle birlikte daha da alev alev yanmaya başlayınca oturduğum sandalyede arkama dönmeye çalışarak ellerimi yanaklarıma bastırdım ve kendimi yelleyerek serinmeleye çalıştım. Bir yandan da "Of, hep böyle oluyor utanınca, sinir oluyorum kendime." diye homurdanmadan edemedim.

Sıcaklığımın böyle geçmeyeceğini fark edince su içmenin daha faydalı olacağına karar verip yeniden masaya döndürdüm kendimi ve kahvemle gelen suyu dibine kadar içtim. Kalp atışlarım normalde dönüp biraz da feromonlarımın kontrolünü elime aldığımda parmaklarımı birbirine doladım.

Jungkook'u gerçekten seviyordum ve artık saklama gereği de duymuyordum. Bu kadar heyecanlanmamın sebebi artık aileme söyleyebileceğim kadar benim için önemli oluşuydu ve karşımdaki kişinin annem oluşu bu heyecanımı daha da arttırıyordu.

Derince bir nefes alıp anneme kararlılıkla "Benim için çok daha fazlası." dedikten sonra gözlerine bakarak ekledim "Onu gerçekten çok seviyorum."

"Çizdiğin resimden belli zaten."

"Ne?"

"Eskiden hep sevdiğin şeyleri çizerdin. Şimdi defterinde görünce, sevdiğini anlamak zor olmadı."

Jungkook'un portresini daha önce hiç karalamamıştım ama ona ait şeylerden birkaç tane şey gördüğünü varsayarak konuştuğunu anladım. Hafifçe gülümseyerek başımı salladığımda fincanımın ucuyla oynuyor, utancımı bu şekilde saklamaya çalışıyordum. Annem de bunu anlamış olmalı ki hızlıca konuyu değiştirdi.

"Babanla konuşuyor musun?"

"Geçenlerde konuştuk, yaz okuluna kalmazsam bu yaz Daegu'ya çağırdı."

"Uzun zaman oldu değil mi gitmeyeli?"

"Evet, üniversiteye başladığım ilk yaz gitmiştim sonra hep o Seul'e geldi."

"Uzun zamandır ben de gitmemiştim, belki bu yaz fırsatım olursa ben de gelirim." dediğinde onu onaylayıp kahvemden yudumladım ve arkama yaslanıp etrafı izledim biraz daha. Birkaç dakika sonra saatin kaç olduğunu fark etmediğimden annemin saatine baktığını fark edip telefonumu kontrol ettim. Neredeyse altı olacaktı ve hafta içi olmasına rağmen annemin telefonu hiç çalmamıştı bu yüzden onu rahat ettirmek istediğim için telefonumdan saate baktım ve akşam planım varmış gibi konuştum.

"Sen buradan adliyeye mi geçeceksin?"

"Eve geçeceğim, incelemem gereken birkaç dosya var. Seni eve bırakabilirim istersen?"

Telefonumu elime aldım ve doğruca Jungkook'a mesaj attım. Dersten sonra ablasını gezdireceği için arkadaşından arabasını ödünç almıştı, akşam için de antrenmanı vardı. Kaçta geleceğini bilmediğim için beni buradan alamayacağını biliyordum ancak kafeyi sevmiştim, bu yüzden biraz daha oturacağımı Jungkook'a haber vermiş, anneme de tam tersini söyledim.

"Jungkook beni alabilirmiş, sana terste kalıyor evim boşuna yolunu uzatma."

İlk başta tereddüt etti çantasını koluna asarken ama sormayı da ihmal etmedi "Beklememi ister misin?"

"Gününün yarısını zaten bana ayırdın, sorun değil zaten hemen gelecektir."

"Peki o halde." dedi ve masadan kalkarken hızlıca sordu "Bir şeye ihtiyacın var mı?"

"Hayır." diyerek onun gibi masadan kalktım ve çekingence ona yaklaşarak tam bir sarılma olmasa da kolumu beline sararak yanağına bir öpücük kondurdum "Bugün için teşekkür ederim."

İçimden ise ekledim, teşekkür ederim, hayatımda ilk kez oğlun gibi hissettim.

Annemin misk kokusu hafifçe yayıldı ve eliyle sırtımdan hafifçe sıvazlayıp saçımın tepesinden öperek benim aksime bir fısıltıyla "Asıl ben teşekkür ederim." diye fısıldayarak geri çekildi.

Manikürlü parmaklarıyla önüne dökülmüş ufak tutamları kulağının arkasına sıkıştırarak bana son bir kez hoşça kal deyip ayrıldığında kafeden çıkmadan hesabı ödeyişini ve çıkışını ayakta izledim. Sonra da oturarak masanın üzerindeki defterime gülümseyerek bakıp önüme çektim ve çantamdan kalemimi çıkartıp kahvemin son yudumları eşliğinde temiz bir sayfayı karalamaya başladım.

Çocukluğumdan beri annemi çizmemiştim fakat şimdi elime aldığım kalemin bütün çizgileriyle sergiye giderken önümde yürüdüğü ve bana dönmek için yüzünü çevirdiği anı resmetmek istemiştim. Omuzlarındaki yorgunluğunu, saçlarının kıvrımını, burnunun düzgün hattını, dudaklarının şeklini... Özellikle yüzü yıllardır görmek istediğim o küçücük gülümsemesini büyük bir özenle çizdim.

Çizerken biraz hüzünlenmiştim doğrusu. Barışmamız biraz zaman alacaktı, biliyordum o da biliyordu ama iyi hissettirmişti. Ve dediği gibi, defterime sevdiğim şeyleri çizdiğimi söylerken haklıydı, çocukluğumdan beri ilk kez annemi çizmiştim çünkü bugün ilk kez gerçekten oğlu olduğumu ve beni gördüğünü hissetmiş, ben de onu görmüştüm.

***

Jungkook

Ablamın gelişi ani olduğu için ve asamayacağım kadar önemli bir dersim olduğu için Seul'ü gezmeye vakit ayırmamız pek mümkün olmamıştı. Yarın sabah da erken saatlerde Busan'a döneceğini bildiğim için fazla kalabalık olmayan ancak lezzetinden de emin olduğum ara sokaktaki bir barbekücüye gelmeyi seçmiştim. Doyeon nunanın böyle küçük, salaş ve samimi yerleri sevdiğini bildiğim için fazla zorluk çekmemiştim bu konuda.

Birkaç kişinin daha sohbet ettiği ve barbekülerden yükselen cızırtı eşliğinde önünde ağır ağır pişen samgyeopsal dilimlerini çevirirken ben de kendi önümdeki dakgalbi'yi yemek çubuğumla karıştırıyordum. Bazen de masanın ortasındaki elektrikli ocakta kaynayan kimchi jjigaenin pişip pişmediğine sabırsızca bakıyordum.

Yemekler olurken ve olduğunda sıradan şeylerden konuşmaya başladık. Ona derslerimin yoğunluğundan ve ders çalışırken uykusuz kaldığımdan yakındım bolca. O da bana Insoo'nun ergen genç kız tavırlarından, Annemin her zaman gübre satan Bay Namgil'le karakolluk oluşundan ve Doyeon nunanın ilişki problemlerinden bahsetti. Sonra da öğretmenlik yaptığı okul binasının artık çok daha iyi durumda olduğundan bahsetti. Ben de hazır konusu açılmışken yeşilliğin arasına bir parça et koyup ağzıma atmadan sordum.

"Ee, okul iyi durumdaysa seni savcılığa veren avukat çekti mi şikayetini bari?"

Soyeon nunanın feromonları sorumla birlikte aniden dengesizleşip elindeki et makasını masaya düşürdü ve almaya çalışırken yanlış yerden tuttuğu için yanmış olmalı ki "Aissh!" diye bağırdı. Ardından ise küfür ederek yanmış parmağını soğuk su bardağına bastırdı.

Onun yerine et makasını aldım ve masayı peçeteyle silerek telaşına güldüm "Sakin ol nuna, sadece sordum."

Nuna saç çubuklarıyla topladığı saçlarının önüne düşen tutamlarını kulağının arkasına sıkıştırdığında feromonlarındaki anlık değişim düzene girmişti.

"Sadece elimden kaydı, abartma. Yaah, sen gülüyor musun nunana?"

"Hiç de bile."

Ona marulun arasına bir et hazırlayarak birazdan enseme tokatı yapıştıracakmış gibi duran halini yok etmek için ağzına tıktım ve öpücük atarak şirinlik tasladım. Neyseki Doyeon nunanın aksine Soyeon nuna daha hızlı yumuşuyordu bu yüzden ağzından marullar taşarken dudak büzüp etleri kesme işine geri dönmüştü.

"Konuşup uzlaşmaya vardık o da şikayetini geri çekti, konu kapandı."

"Bekle, konuştuk derken Seul'e mi geldin? Bana neden söylemedin?"

"Sabahtan gelip akşama kadar adliyede olduğum için söylemeye vaktim olmadı sonra da döndüm."

"Hallettin ama değil mi?"

Ağzı dolu bir şekilde "Hı-hm," dedikten hemen sonra başını salladı ama bu beni tatmin etmediği ve bir şeyler sakladığını hissederek tekrardan sorma gereği duydum.

"Bak cidden hallettin değil mi? Taehyung'un ağabeyi avukat, halledemediysen ondan da yardım isteriz."

Cümlemi bitirdikten sonra şöyle bir düşündüm ve kafamda Seokjin hyungla olan iletişimimizi tarttım. Yani beni pek sevmiyordu ama yine de Taehyung rica ederse yardım ederdi.

Nuna başını iki yana salladı "Sorun yok hallettim."

Omuz silktim ve ona "Tamam." dedim ama yine de pek tatmin olmamıştım çünkü nunanın feromonlarının değişmesini gerektirecek bir şey yoktu. O yüzden biraz garibime gitmişti ama bir şey söylemeden yemek yemeye devam ettim.

"Annemle aranızda olan tartışmayı ne zaman anlatacaksın?"

Nunanın sorusuyla boğazımdan aşağıya doğru inen yemek koca bir taş gibi orada kaldı ve yemek çubuklarını tutan ellerim hafifçe titredi. Annemin sözleri kulaklarımda yankılandı.

Hanginiz daha güvensiz?

Baban yaşıyor olsaydı seninle gurur duymazdı.

Annem gerçekten de benimle konuşmayı reddediyordu ve kelimelerini her hatırladığımda bir bıçak gibi keskince ruhuma saplanıyordu. Haklıydı da, bu yüzden de doğru olduğunu bildiğim için kendime yediremeyip erkenden dönmüştüm Busan'dan. Yaptığım şey doğru değildi ve Taehyung'dan gerçekleri saklıyordum, gurur duyulacak hiçbir yanı yoktu bunun ve öğrendiğinde bütün güvenini kıracaktım. Üstelik bunu benden duymadan öğrendiğini, gözlerindeki hayal kırıklığını görmeyi düşündükçe mideme sancılar giriyordu. Bana inanmayı, beni sevmeyi bırakırsa ne yapardım bilmiyordum.

Yemek çubuklarını bırakıp elimi peçeteyle sildikten sonra tişörtümün yakasını biraz çekiştirerek çok uzun zamandır orada olan henüz açmamış çiçeklerimin köklerini gösterdim. Bakıldığında belli olmadığı için Soyeon nuna anlamadı ve ağzındaki yemeği boş gözlerle çiğneyerek bir süre bekledi fakat sonra gözbebekleri büyüdü ve öksürmeye başlayıp, eliyle ağzını kapattı.

"Sen ciddi misin? Jungkook... Ne zamandan beri?"

"Geçtiğimiz ilkbaharda, dönem sonuna doğru." derken başımı öne eğerek üniversitenin ilk senesinin ikinci dönemine gitti düşüncelerim. Onu gördüğüm ilk ana, sonrasında karşılaştığımız binlerce tesadüfe ve ilk kez onu kollarımda tuttuğum kısa süreli dakikaya. Göğsümde parmakları kapüşonluğumun kumaşını sıkıştırırken kokusu öyle yoğun gelmişti ki burnuma hayatımda ilk kez feromonlarımın kontrolünü kaybettiğimi hissetmiştim. Tüm evren durmuştu sanki, o an gerçekleri idrak edememiştim ama düşündüğümde O'ydu "Yani ilk başta anlamadım, kökler hiç yoktu ama sonra işte... Büyüyerek sarmaya başladılar."

"Kiminle?"

"Tabii ki Taehyung'la nuna, başka birinin ihtimalini bile düşünmedim."

"Ama Taehyung'un bir başkasıyla çiçekli olduğunu söylemiştin?"

"Değil." elimle yüzümü sıvazladım "Çiçeklerine gerçekten dokunana kadar öyle sanıyordum. Emin olmam gerekiyordu ama nasıl olacağını bilmiyordum çünkü onu gördüm, omegasının çektiği acıya günlerce şahit oldum, ruh eşi olmayan birine böylesine acı çekmesi mümkün değildi. Ama anlamıyordum, gidip de ona öylece söyleyemezdim, emin olmam gerekiyordu... Çok aptalım. Annemle de bu yüzden tartıştık."

Gerçek buydu, çok aptaldım. Çünkü aptallığım sadece bana zarar vermiyordu, bu hayatta en çok sevdiğim, değer verdiğim, en çok korumam gerekene de zarar veriyordu. Üstelik bunu öğrendiğim halde de devam etmiş, durumu içinden çıkamayacağım bir hale getirmiştim.

Nuna derince bir nefes alarak "Anlamıyorum..." derken kafası karışmış bir şekilde başını iki yana sallamıştı "Şu an göğsündeki çiçekler kök ve henüz açmadılar. Peki ya Taehyung? Bunca zaman çiçekli değilse buna nasıl inandı?"

"Dövme olma olasılığını hiç düşünmemiştim çünkü yakından görme ve dokunma fırsatım hiç olmamıştı. Ancak artık dövme olduğundan eminim."

"İyi ama, bunu nasıl anlamaz? Evet baktığında bir dövme gibi durabilir ama dokunduğunda farkı anlaması gerekmez mi?"

"Çözemediğim kısım da buydu. Onu ve bağı hissedemediğini söylüyordu ama sevgilisi uzaktayken acı çekmesi, omzuna dokunulduğunda irkilmesi, dalgın olduğu zamanlarda ise ona dokunduğumda hiçbir tepki vermemesi çok tuhaf geliyordu. Çünkü bu imkansız gibi bir şeydi. Birlikte olduğumuz ilk seferde onların ruh eşi çiçeği olmadığını anladım, çünkü alfam biliyordu, omega da biliyordu, işin aslı Taehyung hariç hepimiz biliyorduk. Taehyung ise... Ruh eşliliği konusunda fazla inatçıydı. Bu yüzden profesyonel bir görüş almak için sürekli bu konuyu erteledim."

"Annem ne diyor bu konuda."

"Benim yüzümdenmiş."

"Nasıl yani?"

"Yani Taehyung'un ruh eşliliği meselesine fazlasıyla takıntılı olması da bunda bir etken ama yakınındaki varlığım yüzünden ruh eşi var gibi hissediyormuş. Ona söylemem gerektiğini, benim yüzümden tamamlanamadığımızı söyledi."

Nuna endişe ve çektiğim pişmanlığı anladığını belli eden bir ses tonuyla "Annem haklı Jungkook. Ona neden söylemediğini anlamıyorum, o senin ruh eşin." dediğinde başımı salladım ancak nasıl söyleyeceğime dair hiçbir fikrim yoktu çünkü sakladığım şeyin bir telafisi yoktu.

Zaman ilerledikçe ve bazı şeyleri gördükçe anlıyordum yaptığım hataları. Kumar gibiydi, ondan sakladığım sırlarla ilişkimizi inşaa etmiştim ve onunla olmak, güvendiği insan olarak kalbinde yer etmek, bana bakışları ve dokunuşlarını hissetmek o kadar güzel gelmiş, hep ertelemiştim. Şimdi ise...

"O alfanın tüm iğrençliklerine eş oldukları için katlandı. B-ben..." derken ilişkimizin başındaki korkumu söyleyecek olmak o kadar aşağılıkça geldi ki kendimden nefret ederek kelimeleri dudaklarımdan dökerken ablamın gözlerine ıslak gözlerimle baktım "Benimle ruh eşi olduğum için birlikte olur diye korktum."

Onu ilk gördüğümde güzel olduğunu düşünmüştüm gördüğüm her tesadüfte biraz daha aşık olmuştum ama kollarımın arasında tuttuğum ilk an bambaşkaydı. Vanilya kokan feromonları, teninden yükselen sıcaklık, nefesi... Ona tamamen kendi irademle aşık olmuş, kollarımda tuttuğum anda da farkında olmadan çiçeklerim ilk köklerini salmıştı göğsümün üzerinde. Bu yüzden, Taehyung da beni özgür iradesiyle sevsin, çiçeklerimize değil bana inansın istemiştim. Ama hatam tam olarak buydu, sessizliğimle tam tersini yaratmıştı.

Nuna ellerini elimin üzerinden çekerek öfke ve hayal kırıklığı dolu gözlerle öne doğru eğilerek gözlerini büyülttüğünde "Sen şaka mı yapıyorsun?"dedi ve ben başımı öne eğdiğinde daha da sinirli bir şekilde çıkıştı "Yaah, Jeon Jungkook, gözlerini kaçırma. Bahanen bu mu, ne yaptığını farkında mısın? Bir ilişkiyi böyle bir temel üzerine kurabileceğini hangi kafayla düşündün?"

Beni gözlerine bakmaya zorlarken ısrarla bunu reddettim ve susmayı seçtim. Çünkü ne diyebilirdim ki? Alfamın bile sessi çıkmazken hangi cümle, kurduğum mantığı açıklardı?

"Aşkını böyle mi garantiye almaya çalıştın gerçekten? Sana güvenmesini isterken ona güvenmediğin için sakladığın gerçeği öğrendiğinde boynuna sarılıp haklısın diyeceğini düşünüyorsan gerçekten aptalsın. Ablan olarak, kalbim kırıldı. Taehyung öğrendiğinde ne hisseder tahmin bile edemiyorum."

Ağzından çıkan her söz kalbime çakılan bir çivi gibi acıyla kıvranmamı sağlarken burnumu çekerek gözlerimi ovuşturdum. Daha önce çektiğim hiçbir acıya benzemiyordu ve ablamın söylediği gibi Taehyung'un hissedeceği şeyi tahmin edemezdim. Özür dilemek, kaybedeceği güveni yerine getirmeyecek, kırılan kalbini onarmayacaktı.

"Daha fazla gecikmeden ona söyle. Sonucu ne olursa olsun, sakladığın şeyleri öğrenmek onun hakkı."

Yine sustum ancak bu kez nunanın baskın feromonları alfama sertçe çarparak ilk kez beni baskıladı, nunanın "Duydun mu beni?" diyen sesine karşı alfam, bu baskıya boyun eğdi, başını tıpkı benim gibi öne eğerek inledi.

"Yapacağım. Onu incitmeden anlatmanın, her şeyi toparlamanın bir yolunu bulacağım nuna."

Yeniden baş sallayıp ona onay verdiğimde nunanın feromonları yavaşça üzerimden çekildi ve alfamı serbest kalarak bitkince yığıldı. Onun için hiçbir şey yapamamak çok zordu. Aynı bedende acı çeken iki ruhtuk ve acımızı dindirecek hiçbir çözüm yoktu.

Tam o sırada sadece onun bildirimlerine özel olarak koyduğum bildirim tonu yükseldiğinde yutkunarak elime telefonu aldım. Annesiyle işinin bittiğini ancak biraz oturup çizim yapmak istediğini yazmıştı. Ona kısaca cevap yazıp telefonu masaya bıraktım ve antrenmanım için saati kontrol ettim.

Az önceki konuşmamızdan sonra masadan kalkana kadar pek konuşmadım. Ablam da aynı şekilde sessizdi, önündeki etleri pişirmek bazılarını pirinç kaseme yemem için koymak harici hiçbir şey yapmamıştı. Pek bir şey yapacak durumda olmadığım ve hava da fazlasıyla kararıp geç olmaya başladığında Taehyung'dan eve vardığına, bir şeyler atıştırıp uyuyacağına dair aldığım mesajla ben de koça antrenmana gelemeyeceğimle ilgili mesaj attım. Telefonum koçtan birkaç azar dolu ağzıma sıçacağına dair bildirimle dolduğunda pek umursamadım. Açıkçası, annemin yüzüme vurduğu şeylere sinirlenmiştim ama zaman geçtikçe haklı olduğunu fark ederek aynı şeyleri ablamdan da duymak beni alt üst etmişti. Bu moral ve motivasyonla açıkçası tek yapmak istediğim eve gitmek ve Taehyung'a sarılarak uyumaktı.

Nuna saatine bakarak hesabı ödeyip üniversiteden arkadaşlarıyla gitmeden Han Nehri'nde buluşacağını, Busan'a dönüş için de trene arkadaşlarının yanından geçeceğini söyleyince ben de ona zaten yolumun üzeri olduğunu ve bırakabileceğimi söyledim. Başını sallayıp çantasını koluna taktı ve birlikte arabaya geçtik.

Tüm yol boyunca arabaya sessizlik hakimdi ve şehrin ışıkları altında ilerlerken zihnimde ablamın ve annemin söyledikleri tekrar tekrar canımı yakarcasına canlanıyordu. Öyle ki direksiyonu tutan parmaklarımın sıkılığını canım hafifçe yanmaya başladığında fark etmiştim.

"İleride sağda inebilirim, arabası şurada." dediğinde nunaya başımı salladım ve sinyal verip uygun bir noktaya yanaşarak durdum. Emniyet kemerini hızla çıkarttı ve çantasının boynundan geçirip astığında ona kısık sesle "Görüşürüz nuna, gittiğinde yaz." dedim.

"Görüşürüz." diye karşılık verdiğinde kapının kolunu çekip ittirmişti ama çıkmadan gözlerime bakarak eklemeyi de unutmamıştı "Sana söylediklerimi aklından çıkarma Jungkook. Bir an önce Taehyung'a anlat."

Yanıtımı beklemeden kapıyı kapatıp öndeki audi marka arabaya ilerlerken ben de doğruca ara sokağa girerek kestirme yolu kullandım. Aslında ilk hedefim eve gitmekti ancak Hyunsik'e arabayı teslim edip yirmi dakikalık yürüme mesafesindeki evimize yürümek, yürürken de hava almak daha mantıklı geldiği için öyle yaptım. Sokak aralarında henüz kıştan kalan ilkbahar serinliğiyle eve doğru yürürken zihnimi toparlamaya ve biraz da düşünmeye çalıştım. Aslında düşünecek pek bir şey yoktu ama yine de yürümek iyi gelmişti.

Apartmanımızın asla kilitli olmayan kapısından girip eve çıktığımda şifreyi girerek kapıyı araladığım anda ciğerlerime Taehyung'un vanilyalı feromonlarının benimkilerle karışmış kokusu doldu. Sanırım dünya üzerindeki en huzur dolu şeydi ve bu kokudan mahrum kalırsam sanki nefes alamayacakmış gibi hissetmeyi durduramıyordum.

İstemsizce gülümseyerek ayakkabılarımı dolaba yerleştirdim ve ayaklarıma dolanan kedimizin başını okşamak için eğildim. Kafein her zamanki gibi hate-love dinamiğimizi koruyarak bana sert bir pati attı. Tabii ben de durur muyum küçük kafasını avcum içine alarak haşince sevme girişimime devam ettim ve elbette birkaç pati darbesi daha alarak sevgi girişimimi sonlandırdım. Sonra da elimi yıkayıp Kafein'e dolaptaki yarım kalmış ıslak mamasından verdim.

Taehyung çift kişilik yatağımızın benim olan kısmında uyuduğu için ışıksız hareket etmek zor olsa da odaya gittiğimde çekmeceden pijamalarımı aldım, sessizce üzerimi değiştirdim. Son bir sigara içmek için de paketle kapıya yöneldiğimde ise mırıltı dolu sesini duydum.

"Mhh...Geldin mi?"

"Geldim güzelim."

"Nereye gidiyorsun?"

Kapıdan yatağa doğru ilerleyip eğildim ve tam olarak göremesem bile her daim güzel olduğunu bildiğim omegamın, yine uykudan şiş olduğunu bildiğim dudaklarından bir öpücük çaldım, elimle de yumuşak saçlarını okşadım

"Sigara içip geleceğim hemen, uykunu bölme."

Uykusunu bölmemesini istememe rağmen uykulu haliyle yorganı açtı ve dizlerinin üzerinde bana doğru sürünerek ellerini boynuma sardı ve sonra ayağa kalkarak kucağıma tırmanıp bacaklarını belime doladı. Tüm bunları yaparken sendelediği her anda düşmesin elinden tutarak destek oldum ve kucağıma çıktığında da sıkıca sardım onu.

Dudaklarını çeneme bastırdı ve yüzünü boynuma gömerken "Birlikte çıkalım, ben de içeceğim." diyerek burnunu burnuma sürttü.

Gülümseyip ensesinden tuttum, saçlarını okşadım "Ama üşüyeceksin, uykulusun."

"Alfam beni soğuktan da korur."

"Evet güzelim, alfan seni her şeyden korur."

Elbette korurdum ama yine de soğuk engel olabileceğim bir şey olmadığından salonda her zaman bankın üzerinde duran kalın pikeyi alıp üzerine dikkatle kapattım.

Kafein kaçamadan çıktığım balkonumuzdaki eski kırık koltuğa oturduğumda o da kucağımda küçücük bir hale gelerek kıvrıldı. Bir eli boynuma sarılı, yüzü hala boynuma gömülüylen diğer eli de pijama üstümün göğüs kısmını, tam da köklerimin olduğu yeri kavramıştı.

Göğsümdeki sızıyı göz ardı ederek Taehyung'un kolunu okşarken boştaki elimle paketten bir dalı dudağıma sıkıştırıp yaktım. İlk nefesi ben çektim ve sonra içmek için hafifçe açığa çıkardığı dudaklarına götürerek ona içirdim.

"Senin neyin var?" diye sordu aldığı nefesin arasında mayışmış bir tonda.

Son zamanlarda birbirimizi daha sık ısırıp işaretlediğimiz için bağımız güçlenmişti, ne saklamaya çalışırsam çalışayım hissediyordu "Hiçbir şey yok güzelim, yoruldum sadece."

"Yalancı." eliyle göğsüme hafifçe vurdu "Uyuyor olmasam dövmüştüm seni, bunu bil."

Köklerime vurduğu darbe yüzünden ruhumun derinlerine dokunduğunu hissettim. Bir an sessiz kaldım ama gülümsememi fark etsin diye gülercesine bir ses çıkardım, keyifli feromonlarımı yaydım ve konuştum "Of, yırttık." sonra da konuyu değiştirmek için ona sordum "Sen ne yaptın, sorun yok değil mi?"

"Çocukken... Seul'e ilk geldiğimizde beni götürdükleri ilk müzeye gittik."

"Nasıl geçti peki?"

"Tahmin ettiğimden iyiydi."

"Süper güzelim. Korktuğun gibi geçmemesine sevindim."

"Ben de..." diye mırıldandı sigaradan bir nefes daha verirken "Biraz konuştuk, seni de söyledim. Yakışıklı olduğunu söyledi."

Bazen bilinçsizce fazla açık konuşuyordu ve bunu bayılıyordum bu yüzden de gülmeden edemedim "Hmm, sen ne dedin?"

"Yakışıklı olduğunu söyledim, bir de seni çok sevdiğimi."

"Hmm, öyle mi... Ne kadar çok seviyormuşsun beni?"

"Çok kere çok."

"Ben de seni çok kere seviyorum, güzelim." dedikten sonra sigaramı söndürdüm ve onu sıkıca kendime çekmeden hemen önce kısa bir şekilde öptüm.

Ona olan sevgimin ve yapacaklarımın bir sınırının olduğunu düşünmüyordum. Sevgimi nasıl anlatacağımı da bilmiyordum çünkü kelimeler yetmiyordu. Sadece çok seviyordum, gerçekten çok... Çünkü o benim her şeyimdi.

Taehyung kendini toparlayarak kucağıma biraz daha yerleştiğinde dikkatle ayağa kalktım ve içeri girerek karanlıkta doğruca odaya yöneldim.

Kafein Taehyung'un tarafına kurulmuştu çoktan ama benim oraya bırakma gibi bir düşüncem zaten yoktu. Bu yüzden de kucağımda onunla birlikte yorganın içine kıvrılıp ikimizi de güzelce yerleştirdim. Elleri bir an olsun benden ayrılmayıp vanilyalı feromonlarını bütün odaya yaymaktan çekinmedi. Ben de ona sarılırken kendi feromonlarımın onunkilere karışmasına izin vererek göğsüme yasladığı elinin üzerine elimi koydum.

Köklerim hafifçe sızlasa da yanımda olduğu, kokusunu, sıcaklığını ve dokunuşunu hissedebildiğim her an acı daha katlanılabilirdi ama bunun bir yere kadar olacağını da farkındaydım. Ona gerçeği söylemek zorundaydım, çünkü en büyük korkum bile, onu kaybetmekten daha kötü olamazdı.

***

 

ResimLink - Resim Yükle

Chapter 39: vatan meselesi, sahil ve gün batımı

Chapter Text

ResimLink - Resim Yükle

[Yetişkin içerik]

Uykumun en hafif olduğu saatler saat 6 civarlarıydı ve tam bu saatlerde evin içinde beni yataktan zıplatacak kadar bir gürültünün kopması pek beklediğim bir şey değildi. Bu yüzden gözlerimi araladığımda fark ettiğim ilk şey Jungkook’un yatakta olmayışıydı ancak evde olduğunu da yataktan doğrulduktan sonra içeriden yükselen küfürden anlamıştım.

“Hay amına koyduğumun aleti! Bıktım senden!”

Gözlerimi ovuşturup ne olduğunu anlamak için etrafa uykulu bakışlar attım. Uykunun ağırlığı hala üzerimdeydi ama evin içinde yankılanan ses de kalbimi hızla çarptırmış, Jungkook’un sesinin yeniden yükselmesiyle zihnimi çoktan alarma geçirmişti.

“Taehyung! Hay sikeceğim gözüm yandı, Taehyung acil kalkman gerek! Yardımın gerekiyor!”

Yorganı yan tarafa attığım gibi ayaklanarak terliklerimi giymeden yalınayak Jungkook’un sesini takipledim ve banyonun kapısını ittirip araladım.

Pek buhar yoktu ancak olsa bile gördüğüm manzarayı kesinlikle seçebilirdim. Çünkü mızrak atan tekir kedili duş perdesinin arasında gördüğüm kadarıyla köpük içinde ve çırılçıplaktı. Muhtemelen duş alıyordu ancak elektrikli şofben problem çıkarmış olmalı ki bir eliyle duvardan çıkmış aleti tutuyor diğeriyle yüzündeki köpüklerin bir an önce gitmesi için yüzünü ovuşturuyordu. Yüzünü silmek için elini kullandığı her hareketiyle ise sular kollarında titriyor, omuzlarından yıldırım şeklindeki dövmesine ve beline doğru kayıp giden köpükler nefes kesici bir görüntü yaratıyordu.

“N-ne oluyor sabah sabah?” dedim haline kekeleyerek bakarken, gözlerimi ne kadar çevirmeye çalışsam da, karnından kasın çizgisine doğru akmakta olan suyun görüntüsü çok dikkat dağıtıcıydı. Uykulu halim yüzünden aklım bulanıktı ama gördüğüm şey fazlasıyla ayılmama yetmişti. Islak ve kontrolsüzce seksi bir Jungkook, kelimenin tam anlamıyla aniden beni uyandırmasını fazlasıyla telafi etmişti.

“Şu suyu kapat bir de bana havluyu ver.”

İrkilerek gözlerimi sular akan göğsünden çekip dediğini yaparak ıslanmış zeminde dikkatle yürüdüm, önce suyu kapattım, sonra da klozetin üzerindeki baş havlusunu uzatıp bekledim.

Jungkook ben hala onu izlerken havluyla yüzündeki köpükleri silip başına sererek duvardan ayrılmış şofbenin üzerini küvetin dışına koydu ve ayağa kalkarak elini tekrardan uzattı. Gözlerimi kırpıştırarak havada su damlayan eline bakıp elimi uzattım ve tuttum. Aramızda kısa bir bakışma oldu, kafası karışmış bir şekilde gözleri elim ve yüzüm arasında gidip geldikten sonra hafifçe kıkırdayarak bana seslendi.

Çok yakışıklı herifsin.

“Taehyung, bebeğim…”

“Hı?”

Gözlerimi çıplaklığından ayırıp gözlerine çıkarttığımda klozetin üzerini işaret etti “Elimi tutmanla ilgili bir problemim yok ama büyük havluyu vermeni istemiştim.”

Dudaklarım aralandı, kelimeleri kafamın içindeki boşlukta süzülerek algılarımı açtı.

“Ha-ah!”

Şaşkınlığımı ifade edebildiğim iki kelimeyle çıplaklığından dolayı kısa devre yapmış aklımı toparladıktan hemen sonra hareket etme kabiliyetimi kullandım ve tuttuğum elini bırakıp klozetin üzerindeki katlı havluyu ona uzatarak beline sarışını izledim. Ben bu durumdan memnundum dikkatimin toparlanması açısından ama çıplak manzaram havluyla kapandığı için omega pek mutlu değildi maalesef.

İyiydik böyle ama.

İyi değildik omega, fenalaşmak üzereydik, diyerek omegamı susturmaya çalışırken Jungkook başındaki havluyu önce saçlarına sürttü sonra yüzünü kuruladı. En son havluyu omzuna attığında ellerini beline koyarak yerdeki şofbenin parçasına burnundan solur şekilde baktı.

Sabahın kör vakti olduğu ve uykumdan erken uyandırılmanın etkisi yeni yeni vurmaya başladığı için tıpkı onun gibi ellerimi belime koydum ve cıklayarak söylendim “İçine sıçmışsın, nasıl duş alacağız şimdi?”

“Ben mı sıçmışım? Şunun mu?” kaşlarını kaldırarak eliyle yerdeki parçayı işaret etti “Bunun kendine hayrı yok bir kere.”

“Kör topal idare ediyorduk.” başımı sallayıp gergince bir sesle yakınmaya devam ettim “Sabah sabah zorun neydi acaba böyle bir an yaşadık?”

“Pardon da, biraz önceki manzaradan gayet memnundun havluya sarılınca mı aklın başına geldi?”

“Ne alakası var, bir anda karşımda çıplak bir adam vardı tabii ki şok geçirip bakacaktım.”

Kelimeler hala tam olarak ayılamadığım için geniş bir anlamda dudaklarımdan dökülürken Jungkook söylediğim şeyle kaşlarını kaldırarak ufak çaplı bir şok geçirmişti “Çıplak herhangi bir adama bakma potansiyelin var yani öyle mi?”

“Herhangi çıplak bir adamın sabahın altısında banyomda ne işi var Jungkook, saçma saçma konuşma.”

“Öğlen olsa tamamsın yani öyle mi?”

İşaret ve orta parmağımla burnumun üzerini sıkıştırıp derince nefeslendim ve elleri belinde üstü çıplak bir şekilde, kaşları hala havaya kalkık alfaya bakmak için başımı kaldırdım. Sonra da sabır diledim tanrıdan. Çünkü kaşlarını kaldırmış benden ciddi ciddi hadi cevap ver der gibi cevap beklediğine dair gözleriyle işaret etmişti. Eh, tabii bendeki de sabah siniri ya yapıştırıverdim cevabı.

“Akşama da çok tamamım.”

Öyle söyleyince şok etkisi yaratmış olmalıyım ki gözleri kocaman açıldı tatlı çikolatalı feromonları acılaşarak kıskanç bir şekilde banyoyu kapladığında “O ne demek, sözünü geri al çabuk.” diye yakındı.

Başımı iki salladım “Cidden… Sabah sabah seninle uğraşamayacağım. Ben uyumaya gidiyorum.”

Onu orada bırakarak arkamı dönüp banyodan çıktım ve odaya geçmeye çalıştım ancak beni takip etti. Kulağımın dibinde lafımı geri almamı ciddi olup olmadığımı sormaya devam ettiği için bir noktadan sonra konuşmak yerine göstermeye karar verdim.

Hızla arkamı döndüm ve ensesinden kavrayarak kendime sertçe çektiğim gibi dudaklarına kapandım. Bir anlık bocaladı, elleri kolumu tuttuğu yerden aşağıya kaydı, nefesi kesildi ve gözleri kocaman açıldı. Eğer normal bir güne uyanmış olsaydım bu öpücüğü çok rahat devam ettirirdim ama bu kez ona toparlanması için imkan tanımadım, hızla geri çekilip “Umarım yeterli bir cevap olmuştur.” dedim afallamış haline.

Olduğunu biliyordum çünkü feromonları tatlılaşmış, üzerine bir de bakışları parlayarak yumuşamıştı. Muhtemelen bu öpüşmenin devamının gelmesini de bekliyordu ancak benim tarafımdan, gergin olmam sebebiyle bu pek mümkün değildi. Bu yüzden bana doğru bir atak yapmasına fırsat bırakmadan onu bir kez daha olduğu yerde bırakarak yatağa girdim ve üzerimi örttüğüm gibi gözlerimi kapattım.

Birkaç saniye içinde perdenin arasından yüzüme doğru hafifçe süzülen güneş ışığının kesilmesiyle varlığını tam karşımda hissetim. Buna rağmen gözlerimi aralamayı reddettim ama hem feromonları hem de bana baktığını bildiğimden psikolojik olarak baskı altında kaldım.

Gözlerini üzerimden ısrarla çekmemesi sinirimi bozdu. Bu yüzden de burnumdan bir nefes verdim ve gözümü aralayıp elleri iki yanda, belinde havlusu, omzunda baş havlusuyla bana köpek yavrusu bakışı atan alfaya bakındım.

“Ne var, niye tepemdesin?”

“Duş alacaktım.” dedi parlak gözlerle ve bana yakın olacak şekilde yatağa oturdu.

“Ee?”

“Şofben kırıldı, alamadım.”

“Kırmasaydın?”

“Çıplak kaldım.”

“Ne yapayım?”

Gözlerindeki parıltıyla tehlikeli bir hal aldığında feromonları cezbedici bir şekilde benimkilere karışmaya başladı ve üzerime eğilerek, tüylerimi diken diken eden bir şekilde fısıldadı “Değerlendirelim.”

Yutkundum.

“Yani?”

“Sevişelim.”

Yorganı içten tutan ellerimi sıkıştırdım ona yenilmemek için. Çünkü kasten yapıyordu, beni nasıl etkileyeceğini, hangi tonla konuşursa aklımı kaybedeceğimi biliyordu ama bu kez beni uyandırdığı için ona aşırı derecede gıcık olmuştum.

“Uyuyacağım, rahat bırak beni.”

Onu elimle ittirip arkamı döndüğümde kıkırdayarak üzerime eğildi. Yüzümün yorgandan açıkta kalmış her noktasına öpücükler kondururken büründüğü oyuncu tavra elleri de dahil olup sürekli bir şeyler fısıldamaya başladı.

“Of, off!” diye sinirle yorganı yüzümden çektim ve bana yaramaz çocuklar gibi bakarken kaşlarımı çattım. Böyle durunca da kızamıyordum ona çünkü çok tatlı görünüyordu. Onunla oynaşmak istiyordum ama aynı zamanda uyumak da istiyordum çünkü çok geç yatmıştık ve öğlen derse gidecektim. Yine de kendimi garantiye almak ve bir süre uyumak için aklıma gelen ilk şeyi söyledim.

“Şofbeni tamir edersen sevişiriz.”

Bir an duraksadı ve üzerimden geri çekildi, sırtını dikleştirerek ihtiyatla bir ifadeyle sordu “Duşta mı?”

“Nerede istersen orada.” dedim ancak yanlış bir anlaşılma olmasın diye tekrardan ekleme gereği duydum “Tabii yaparsan.”

O an gözlerinin ışıltısını ve yataktan kalkış hızını kaydetme imkanımın olmasını isterdim. Hem meydan okur vaziyette gülmüştü, hem de aklındaki düşünceleri vahşi bir yırtıcılıkla bakışlarına yansıtmıştı.

İşaret parmağını bana doğru kaldırdı ve hem kendini hem de beni ikna etmek için havada sallayıp “Artık bu bir vatan meselesidir.” diyerek gururlu bir yürüyüşle odayı terk etti.

Çatık kaşlarım odadan çıktığı anda yumuşayıp dudaklarıma bir gülümseme kondu. Sabahın kör vakti beni aniden uyandırıp üzerine de saçma bir gerginlik yaşamıştık ama bu gerginlik bir kettleın kaynama süresi kadardı işte. Dünyanın en tatlı alfası oluşu da bunun en önemli etkilerinden biriydi.

Aptal alfa, diye mırıldandım. Çünkü biraz daha zorlarsa istediğini alırdı. Bu hali o kadar samimi ve tatlı geliyordu ki içim gidiyordu gerçekten. İstediği her şeyi alsın diye değil ama sırf böyle baktığı anlarda hayır demek imkansızlaşıyordu ve ben de kendimce böyle bir yönteme başvurmuştum. Tahminimce başarabileceğini düşünmüyordum ama yüzündeki vatan gülüşü tam tersinin olacağını da gösterebilirdi.

İçeriden dolap kapağı ve koşuşturmasındaki telaşın sesleri gelirken güldüm ama ona belli etmemek için “Kapıyı kapat, çok ses geliyor!” diye bağırdım. Bir saniye bile geçmeden odaya doğru koşturdu, içeri bile bakmadan kapıyı kapattığı gibi geri döndü. Ben de yatağa geri kıvrıldım ve alfanın yastığına sarılarak kendimi uykuya bıraktım. Ne kadar uyuduğumu bilmiyordum ama alarmım çaldığında sanki gözümü yeni kapatmışım gibi uykuluydum. Sızlana sızlana alarmı kapattım ve uyumak için yatakta döndüm ama alarmım on dakika sonra yeniden çaldığında artık kalkmam gerektiği için yatakta doğruldum.

Bir süre oturur vaziyette etrafı izledim ve kendimde kalkma gücü bulduğum ilk an yorganı kenara attığım gibi ayaklandım. Çıplak ayaklarımı sürüye sürüye kapıya ilerleyip kolu indirerek salona geçtim.

Bütün perdeler ardına kadar açılmıştı ancak salonun içinde başka bir ışık kaynağı daha vardı. Jungkook dövme koltuğunun yanındaki dönen koltuğuna oturmuştu ve üzerinde, daha doğrusu altında hala banyo havlusu sarılıydı. Önündeki metal ufak masada ise şofbenin dağınık parçalarını büyük bir ciddiyetle, sanki hayat memat meselesiymiş gibi kurcalıyordu. Uzun saçlarını topuz yapmıştı ama firar eden birkaç tutam eğildiği için aşağıya doğru sarkıyordu. Dudakları ise fazla konsantre oluşundan dolayı kaşlarının çatıklığıyla aynı oranda gergindi. Arada bir, bir şeyler mırıldanıp elindeki parçayı anlamak için ışıkta kontrol ediyordu.

Sabah altıdan beridir şofbeni yapmaya çalışması bir yana ikinci şaşkınlığım yanındaki dövme koltuğunda oturan Kafein’di. Patilerini göğsünün altına katlamış ilgiyle Jungkook’u izliyordu. Jungkook ise eline aldığı her parçayı önce Kafein’e koklatıyor sonra yeniden işine dönüyordu. Nereden bakılırsa bakılsın çok komiklerdi ve benim için de dünyanın en sıcak anıydı.

Başımı gülerek iki yana salladığımda birkaç adım attım ve “Günaydın.” dedim.

Normalde olsa içeri girdiğim anda fark ederdi ama o kadar dalmış olmalı ki başını kaldırıp beni gördüğü anda şaşırmıştı “Oh, günaydın güzelim.”

“Saatlerdir bununla mı uğraşıyorsun gerçekten? Kafein’i de kendine uydurmuşsun.”

“Tabii ki uğraşıyorum. Ben bir görev adamıyım.”

“Bari üzerini değiştirseydin üşüteceksin.”

“Bir şeylerle uğraşırken sıcak basıyor.” deyip işine geri döndüğünde ben de dolaba doğru ilerledim ama sesi beni durdurdu “Ayaklarına çorap giy, üşüteceksin.”

Oflaya puflaya odaya geri gittim ve çorap giyerek geri döndüm. Buzdolabını açtığımda yarım kalmış sütü kucağıma aldım ve yumurta çıkarmadan hemen önce yemek yemiş olduğunu biliyordum ama yine de Jungkook’a sordum “Yemek yiyecek misin?”

“Yedim ama yine yerim. Ne yapacaksın?”

“Tost.”

“Olur.”

Kaç tane diye sormadım çünkü üç tane yiyeceğini biliyordum. Asla şaşmazdı, sadece bir tane yediğini hiç görmemiştim.

Malzemeleri tezgaha çıkartıp bir kase alarak yumurtayı kırdım ama sütün açık ve yarıdan biraz az oluşu beni tereddüte düşürdü. Ne zaman açtığımızı hatırlamıyordum, kapağını açıp kokladığımda da bozulup bozulmadığını anlamamıştım. Bu yüzden koşturarak Jungkook’un yanına gittim “Buna baksana bozulmuş mu anlamadım.”

Hiç sorgulamadı, genel olarak hep ona kontrol ettirdiğim için kutuyu kafasına dikti ve birkaç kez şapırdatarak bekledi.

“Bozulmamış.” diyerek onay verdiği anda kutuyla birlikte mutfağa geri döndüm.

Biraz sütle üç yumurtayı çırpıp üzerine bolca baharat koydum Jungkook için. Yumurtayı tavaya koyup üzerine de tost ekmeğini koydum ve pişmesini bekledim. Ardından malzemelerin yetersiz geleceğini düşünerek dolaptan tonbalığıyla mayonezi çıkartıp arasına koymak için bir karışım hazırladım.

Jungkook’unkileri verip kendime de hızlıca yaptıktan sonra planım masada bir şeyler izlerken yemekti ama Jungkook’un yemek yerine şofbenle uğraştığını görünce tabağımla birlikte dövme koltuğuna kurulup Kafein’in yanına doğru bağdaş kurdum.

Tost ekmeğini sardığım peçeteden tutup Jungkook’un ağzına yönlendirdiğimde gözlerini işinden ayırmadan koca bir ısırık aldı. Sonra da ben kendi tostumdan ısırdım. Birkaç ısırık, ben telefonumla oynarken böyle devam etti ama sonunda canım sıkıldı ve yatırdığım koltukta yan yatarak ona bakınmaya başladım.

“Ne zaman pes edeceksin acaba. Saatlerdir uğraşıyorsun…” diyerek dudak büktüğümde Kafein’in başını okşuyordum.

“Şu düğmeyi görüyor musun?” elinde tuttuğu tornavidayla ısı ayarının olduğu yeri gösterdi “Şuradaki mil sıkıştığı için aradaki boşluk oturmuyor. Onu düzeltmem için de temizlemem gerek ama kireç dolmuş.”

“Beceremedin yani.”

“Hakaret sayarım. Mil en az senin kadar inatçı olmasa şimdiye elli kere bitmişti.”

“Beceremedim demiyorsun da benim inatçılığıma bağlıyorsun olayı, pes!”

Dakikalardır başını kaldırmadığı işten gözlerini ayırıp bana bir öpücük attıktan sonra gamzelerini göstererek sırıttı “Shh… Bir ısırık ver bakayım, güzel yapmışsın, bayıldım.”

“Bir daha da yapmayacağım.” yine de ısırması için ikinci tostunu uzattım ve yarısını yemesini izledim “İnatçıyım ya, gör bakalım nasılmış.”

“Seni yerim o zaman ben de.” derken ağzı doluydu ve çok tatlı görünüyordu. Bu yüzden bana inatçı demesine kızamadım ve nazlı nazlı flörtleştim.

“Şofbeni yapmadan yiyemezsin.”

“Beni hafife alıyorsun gibi geliyor ama görüşeceğiz.”

“Çarpılmazsak görüşürüz.”

“Elektrik kısmında sorun yok neyse ki. Sen sevgiline güven yeter.” diyerek bana göz kırptıktan sonra işine geri döndü. Ben de biraz daha onu izledim ve sonra bulaşıkları yıkayıp kaldırarak bir sigara içtim, telefondan bizimkilerin mesajlarına göz gezdirdim. Hoseok hyungun dersi erken olduğu için fakültedeydi, Jimin de midesi kötü olduğu için ilk derse girmeyeceğini söylemişti. Haliyle ekilmiştim ama bahar festivalleri için ikinci dönem devamsızlıklarımızı idareli kullanmalıydık. Bu yüzden Jimin için gidip hem kendime hem de ona imza atmalıydım.

Telefonumu kitleyip sigaramın sonunu söndürerek içeri girdiğimde Jungkook’u salonda göremedim ama banyodan sesinin gelişinden dolayı direkt oraya yöneldim. Kapıyı araladığımda küvetin içindeydi ve dişlerinin arasına sıkıştırdığı ufak el feneriyle şofbeni takmaya çalışıyordu.. Beni fark ettiğinde el fenerini çıkartıp “Şunu şöyle tut bana doğru, bağlayacağım.”

Küvetin içine girip feneri gösterdiği gibi tuttum ancak biraz sıkıntı yaşadık. Çünkü ne yaptığını görebilmek için ilgiliyle bakmaya çalışırken sürekli feneri kaydırıyordum, Jungkook da adımla birlikle el feneri diyerek beni uyarıyordu.

Sonunda işini bitirip kontrol etmek için şarteli kaldırmaya gidip gelerek küvete girdiğinde biraz tedirgin olduğum için küvetten çıktım ve duş başlığını tutan elinini tuttum “Dışarı mı gelsem acaba, eminsin dimi sorun olmadığına?”

“Bana biraz güven güzelim.” derken dudaklarında minik bir gülümsemeyle göz devirdi.

“Güveniyorum güvenmesine de elektrikle şaka olmaz, tedirgin etti yine de.”

“Bilmem farkında mısın ama aylarca elektiriğini kaçak kullandım. Kim bağladı sanıyorsun?”

El feneriyle kafasına hafifçe vurup sinirle söylendim “Siktir git ya, bir de maharetmiş gibi söylüyorsun.”

“Rahat dur bak, senin üzerinde denerim.”

Duş başlığını bana döndürerek yüzüne eğlendiğini belli eden kocaman bir sırıtış kondurduğunda elimle yüzüme siper aldım “Bak, sakın!”

“Yavrum korkma, elektrikle ilgili hiçbir şeye dokunmadım. Dedim ya sana sadece milin içini temizledim o kadar takarken de dikkatliydim, ayrıca kaçak akım rölesi var evde. Çarpılma riskini yüzden doksan üçe yakın engelliyor.

“Yüzde beş ciddi bir oran bence.”

“Yüzde yedi. Matematiğin gerçekten kötü.”

“Beş ve yedi arasında bir fark göremedim. Ayrıca da yuvarladım.”

“Açıyorum.”

“Of, tamam.” suyu açmak için davrandığı anda hızlıca atıldım “Ya da dur, şartelin orada bekleyeyim mi ben, açarken konuşursun sesin kesilirse çarpıldığını anlar şarteli attırır ambulansı ararı-ayyyy!!”

Lafımı bitirmeden suyu açıp ardından şofbenin ayarını üçte getirince telaşla çığlık attım ve elimle ağzımı kapadım. Jungkook kaşlarını kaldırmış gayet normal olduğunu göstererek bana bakarken büyük bir rahatlama kapladı içimi ve kalbimin ritmi yavaş yavaş normale döndü. Şimdi geriye tek bir şey kalmıştı.

Jungkook dudaklarını yalayıp duş başlığını elime tuttu ve ve sakince beklemeye başladı. Ben de nefesimi tutup aynı onun gibi gözlerimi akan sudan ayırmadan bekledim. Bu eve taşındığımdan beridir ısı ayarını iki ve üç arasında döndürüyordum, bu yüzden tamir olma ihtimali benim için olanaksızdı. Ancak çok değil, yaklaşık bir dakikanın sonunda Jungkook gözlerini kocaman açarak bana dönmesi bütün düşüncelerimi yıkmayı başardı.

Siktir, tamir etti.

Gözleri bir zafer kazanmış gibi parlayarak dudakları kıvrıldı, yanağındaki gamzesi ortaya çıktı. Sıradan bir gülüş olmadığını biliyordum çünkü bakışlarındaki alfasının yırtılıcılığı ve yükselen feromonları ona vaat ettiğim sözü hatırlatıyordu.

Yutkunarak dudaklarımı araladığımda Jungkook’un gözleri adem elmama takıldı ve vakit kaybetmeden tekrar gözlerime baktı. Dudaklarındaki gülümseme tehlikeli bir şekilde düz bir hale geldi. İçgüdüsel olarak avcı konumunda oluşu yüzünden nefes alışlarımı bile belli etmemeye çalışıyordum. Benim içgüdülerim ise av konumundaydı ve omegam oyuncu bir tavra bürünmüştü. Kalbim ağzımda atıyordu ve feromonlarım aynı orada yayılıyordu banyoya.

Jungkook’un omuzları geriye gitti, çenesi dikleşti ve duruşu üstünlüğünü, alfa oluşunu belli edercesine değişti. Gözlerimizin bağını kesmeden elindeki duş başlığını yukarıya taktı ve sular üzerine doğru akarken diğer eliyle belindeki havluyu çektiği gibi çırılçıplak bıraktı kendini. Sonrası ise takip edemediğim kadar hızlı gelişti, beni bileğimden tuttuğu gibi kendine çekerek küvetin içine kıyafetlerimle sokup dudaklarını dudaklarım üzerine kapadı.

Sırtımı duvara sertçe yasladığında hafifçe inledim ve nefeslenmeye çalıştım ancak aklımı kaybedeceğim bir şekilde beni öperken bu oldukça zordu. Beni baskın bir şekilde öpüyordu, dili dilime dolanıyor ve emerken ıslak sesler çıkartıyordu. Yoğun saldırısına uyum sağlamak bir an için oldukça zor geldi çünkü feromonları tam istediğim şekilde yayılıyordu. Baskın, nefes kesici ve kontrolcü… Bu üçü omegamı uyandırmaya yetmişti.

Öpüşmemize bir an olsun ara vermeden kolunu tuttuğum elim hafifçe karnına doğru süzüldü ve kasıklarına doğru yol aldı. Diğer elim ise dudak hareketlerimizle orantılı olarak göğsünü okşuyordu.

Parmaklarım penisini kavradığında Jungkook kendini bana bastırdı ve alt dudağımı ısırdı. Aniden hissettiğim sertlik ve dudağımın acısıyla tırnaklarımı göğsüne geçirdim ama Jungkook inleyerek elimi yakalayıp başımın üzerine koyduğu gibi dudaklarını benimkilerden ayırdı. Nefes nefeseydi, sıcak su başının arkasından aşağıya akıyordu ve o kadar çekiciydi ki… Bana öyle bir bakıyordu ki… Bakışlarındaki keskinlik, gözlerindeki kızıllığın içinde kendiminkilerin kehribarlığını görmek heyecan vericiydi.

Elleri tişörtümün ucunu kavradı hızla, ben de pijama altımı direkt indirdim. Islak oldukları için biraz zorlanmıştık ama sonunda çıplak kaldığımda sıcak elleri belimi kavradı, gözleri bütün vücudumu baştan aşağı süzdü ve baş parmakları karnımı ovuşturdu.

“Çok güzelsin omega.” diye fısıldarken bir eli karnımın üzerinden yukarıya göğüslerime doğru çıktı ve istemsizce belimi kıvırıp sırtımı fayansa yasladım “Yemin ederim, o kadar güzelsin ki, aklımı kaybedecek gibi oluyorum.”

Jungkook sertleşmiş göğüs ucumu parmağıyla okşadığında dudaklarımı ısırıp inlemeyle karışık bir nefes bırakarak başımı geriye attım. Asıl aklını kaybeden bendim, öyle bir dokunuyordu ki bana bütün evren birbirine girmişti.

Başımı geri atmamla ona tanıdığım bu alan ve kasıklarımızın birbirine değişi Jungkook’u harekete geçirdi ve dudakları göğsüme kapandı.

“A-alf-ah!”

Dişleri ve dudakları, tanrım, özellikle köpek dişleri öyle bir sürtüyordu ki tenime can havliyle Jungkook’un saçlarına asılmış dakikalarca inleyip durmuştum. Çok kötüydüm, neredeyse boşalmak üzereydim ama Jungkook sanki bunu istemiyor gibi ısrarla ritmi bozarak gözlerimi sulandıracak bir ızdıraba sürüklüyordu beni.

Neyse ki son hıçkırığım ve tırnağımı omzuna geçirişimle kalçamdan hiç zorlanmadan kavraması uzun sürmedi.

“Ah, tanrıya şükür!” diye yakındım beni küvetin köşesindeki pencere oyuğuna oturturken. Oyukta duran duş jelleri, şampuanlar ve kişisel bakım ürünlerimiz birer birer yere düştü ama şu an tek istediğim şey onunla zirveyi görmekti.

Jungkook hafifçe sırıttı ve parmaklarını kalçalarımın arasına götürdü “Yavru kedi tırmıklarını seviyorum, üzgünüm.”

“Çok kötüs…” bir parmağı yavaşça içime kayınca sesim suyun küvetin zeminine vuruş sesine karıştı.

“Efendim, ne diyordun güzelim.”

Tuttuğu hızlı ritim yüzünden odaklanamıyordum ama yine altta kalmak istemediğimden belimi sabit tuttuğu koluna yapıştım “Şerefsizlik yapıyorsun, gerçekten.”

“Şöyle mi?”

İkinci parmağının da içime girişiyle gözbebeklerim büyüdü ve daha fazla kıvranmaya başladım. Her hareketi çok derindi, parmağının uç noktasını nereye bastırması ve çıkartırken nereye sürtmesi gerektiğini biliyordu. Bu yüzden ne derece yakın olduğumu da anlayabiliyordu. Bu yüzden de gözlerine baktığım bir anda parmaklarını çıkarttı, bacaklarımı kollarının üzerinden sarkacak şekilde alttan geçirip kalçamdan tutup beni hafifçe konumladı.

“Tam hayalimdeki gibi.” diyerek kalçamı sıktığında gülmeden edemedim ve sordum “Ciddi misin, duşta mı?”

“Tabii ki,” penisi tam kalçalarımın arasında soluklanıyordu “Tam burada, bu pozisyonda.” Kendini hafifçe içeri ittirirken gözlerimi kızıl gözlerinden alamadım “Gözlerimin içine bakarak,” neredeyse kalbimi yerinden çıkacak bir ittirişle beni bütünüyle doldurdu “Beni aldığını görmek…”

Dudaklarımı araladım ancak o doluluğum o kadar sıkıyordu ki içimi kelimeler yerine başımı olumlu bir şekilde salladım. Jungkook çakmak çakmak bakan gözlerle hareket etmeye başladığında yavaş ritimden çıkıp hızlandı.

Kalçamı tuttuğu parmakları beni kendine bastırmaya çalışırken tenimi delecek kadar sertti ve muhtemelen moraracaktı ama umrumda değildi. Her vuruşunda ıslak saçlarının yüzüne yapışması, hırlarken vücudundaki belli damarların belirginleşmesi ve bana her şeyiymişim gibi tapması şimdilik önceliklerim arasındaydı.

Hızı takip edemediğim bir noktaya ulaştığında her şey o kadar yetersiz geldi ki onu üzerime çektim. Bacaklarımı beline kollarımı da boynuna dolayıp kendini bana çarparken destek oldum.

Jungkook duvarlarımı şiddetli bir şekilde zorlarken ellerim ensesindeydi ve yüzünü boynuma bastırıyordum. Beni ısırmasını istiyordum, dişlerinin tenime geçmesini ve bebeklerini içime doldururken beni rahatlatmasını. Bunu henüz yapmadığı içinse sinirlenmiş, dişlerimi omzuna geçirip hareketlerini sürdürürken öylece kalmıştım.

“Imhh…” diye bir sızlanmayla dişlerimi fark ettiğini belli etti ve hızını artık daha sert, daha belirgin vuruşlara döndürüp son bir kez kasıklarını ittirdi. Aynı anda da dişleri koku bezime saplanıp bizi şiddetli bir patlamaya sürükledi.

Ben dişlerimi omzundan çıkardığımda Jungkook hala boşalıyordu ve dişleri de koku bezime sıkıca kenetlenmiş, acıtıyordu. Rahatsızca inledim ve o boşalıp işini bitirene kadar sıkıca tutundum, bedenim ayakta duracak kadar güçlü değildi. Bu kez bir düğüm vermemişti ama en az onun kadar şiddetli bir haz yaşatmıştı.

Bir süre sonra dişlerini boynumdan çıkartıp kalçamdaki tutuşunu hafiflettiğinde içimden çıktı ve beni tek eliyle pencere oyuğuna oturtup yüzümü görebileceği kadar geriye çekildi.

Nefesi hızlıydı ve dudakları da aralık. Tam anlamıyla bitmiş görünüyordu ama gözlerindeki vahşi açlık hala yerindeydi. Bana olan bakışlarının hiç değişmemesi çok hoşuma gidiyordu ve omegamın da gururunu okşuyordu doğrusu.

Nefesinin arasında yutkunarak elini yüzüme doğru kaldırdı ve yanağımı okşarken parmaklarından yayılan sıcaklığın bütün sıcaklığını hissetmeme sebep oldu. Sonra yüzüne yapışmış ıslak saçlarımı kenara ittirdi ve beni ciğerlerimden nefes alır gibi sertçe öptü sonra yeniden geri çekildi.

“Bir tur daha?”

Yılmış bir halde başımı arkadaki buzlu camlı kapalı pencereye yasladım ve ensesindeki saçları okşadım “Olmaz, su boşa gidiyor. Ekolojik dengeyi alt üst ettik.”

“Suyu kapatırız?”

“O zaman da üşürüm.”

“Seni ısıtabileceğime eminim.” derken sesi son derece boğuk ve gerçekten de sıcaklayabileceğim kadar etkileyici çıkmıştı ama gerçekten okula gitmem gerekiyordu. Onun da projesine çalışması.

Bu yüzden dudak bükerek yeniden reddetmek zorunda kaldım “Derse gitmem gerek. Senin de projene çalışman.”

“Sabah ders çalışamadığım için Haein Sunbae ile buluşmayacağım. Tüm gün evde çalışacağım.”

“Yine de benim gitmem gerek.”

“Yarım saat ver bana güzelim.”

“Olmaz.”

Elleri rahat durmuyordu ve sürekli dokunduğu yerdeki ellerine hafifçe vurmak zorunda kalıyordum.

“Yirmi dakika?”

“Saç kurutma ve giyinme sürem de var. Olmaz…”

“On beş dakika. Artı beş dakika saç kurutma artı on dakika giyinme. Yarım saate kapıdan hazır bir şekilde çıkarsın.”

Dudakları boynuma yöneldiği anda işler değişti ve söylediği şey mantıklı gelmeye başladı. Üzerimdeki ikna ediciliğinin boyutunu gözardı edilemezdi bu yüzden dişlerinin koku bezime sürtmesiyle çoktan ikna olmuştum. Başımı geriye yatırdım gözlerim de eş zamanlı geriye doğru kayarak dudaklarımdan kesik bir inleme döküldü.

“Gerçekten kötü birisin.” derken tırnaklarımı sırtından aşağıya doğru sürüyüp bacaklarımı beline doladım.

“Mükemmel biriyim itiraf et.”

Öpücükleri boynumdan dudaklarıma çıkarak kıkırdadığında ona eşlik ettim. Ancak kendimi de garantiye almak istedim.

“Ona vaat ettiğin sürede kapıdan çıkarsam karar vereceğim. Ki biraz imkansız.”

“Bana bir şey yapamayacağımı söyle, sonra arkana yaslanıp izle güzelim.” dedi ve beni kalçalarımdan tutarak zıplatıp kucağına yerleştirdikten hemen sonra klozetin sifon kısmında duran telefonuna dokunup saate baktı “Kafamın içindeki kronometreyi hafife alma.”

Dirseklerimi omzuna yaslayıp ellerimle saçlarını arkaya atarken kendinden emin tavrına gülümsedim ve sırf onu hırslandırmak için tersine gittim “Yapabileceğini düşünmüyorum.”

“O zaman sıkı tutun ve tadını çıkar güzelim. Biraz hızlı ve sert olacağım.”

Cümlesi bittiği anda sırtımı fayansta, dudaklarını dudaklarımda buldum. Sonrası ise tam söylediği gibi hızlı ve akıl sağlığımı kaybettirici oldu. İnanılmazdı ama yapmıştı. Bütün inleme ve sızlanmalarımızın arasında kulağımın dibinde nefes nefese sayışına, kafası karışsın diye boynunu emerken bile tek bir hata yapmayışına feci şekilde düşmüştüm. Kafasının içindeki kronometre felaket azdırıcıydı.

Tam olarak on iki dakikada ikimizi de boşalttı, üç dakikada saçlarımızı şampuanlayıp yıkadı ve beni havluya sarıp odaya götürdü. Sakince kurulanırken aptal aptal gülümsememi durduramadım ve gözlerimi odanın içinde çıplak dolaşan alfamın üzerinden bir an olsun çekmedim.

Jungkook iç çamaşırını giyip kurutma makinesini fişe taktı ve beş dakikada saçlarımı kuruttu. Ben de kafamdan kıyafet seçerek üzeri boyalarla kaplı bol krem rengi pantolonumu ve ondan biraz koyu krem rengi gömleğimi giyip üşümemek için kahverengi kolsuz bir kazakta karar kıldım.

On dakika içinde de giyindim, gözlerimin üzerine ve pınarlarına minik ışıltılar sürdüm ve en son ceketimi üzerime geçirerek dakikası dakikasına kapıdan çıkacak şekilde hazırdım. Ardından ise hızlıca Jungkook’a bir öpücük verdim ve resim çantamı alarak derse koşturdum.

***

velet

ResimLink - Resim Yükle

 

yan odadaki avukat

?

velet

öyle işte

ayağını denk al

yan odadaki avukat

zararlı çıkacağını biliyorsun umarım

velet

hiçbir şey yapamazsın

Güney Kore adaletine güveniyorum ben

yan odadaki avukat

çocukluktan beri elimde sana borç verdiğim paraların

video kayıtları var ve iban açıklamalarında geri ödenmek

üzere borç verildiği notunu yazıyorum

velet

YA SEN NASIL BİR ŞEYTANSIN

BUNUN İÇİN MİYDİ ONLARIN HEPSİ

İNSAN KARDEŞİNE BUNU YAPAR MI

yan odadaki avukat

*fotoğraf ↳bu ne oluyor o zaman

velet

şaka yaptım

hemen de ciddiye alıp yüzüme çarpıyorsun ya

ayıp

düşmanınım sanki

yan odadaki avukat

yediğin paralarımın hepsini

evlenirken o dallamadan alacağım

velet

evlenirken 🤗

yan odadaki avukat

lAN

ÖYLE DEĞİL

velet

ben bilmem

ss aldım kullanacağım

yan odadaki avukat

her şekilde karlı olan benim

hem o dallamayı borca sokacağım

hem de paramı alacağım 10/10

velet

alfam seni bi dolandırsın da göreyim|

o kadar emin olma

her şey karşılıklı

bakarsın benim de

annemle paylaşacağım sslerim vardır 🥰

yan odadaki avukat

gerçekten koynumuzda yılan beslemişiz

yazıklar olsun

velet

ben de seni seviyorum canım hyungum

yan odadaki avukat

şakamatikliğin bittiyse dağılalım

görüşmem var

velet

yok bitmedi

yan odadaki avukat

başka ne var

velet

annemi sormadın hiç 🥺

yan odadaki avukat

annem çoktan anlattı ama|

senin rahat hissettiğinde anlatmanı bekledim|

buluşmadığınız için kaçıyorsun sandım ses etmedim

velet

yok buluştuk

whanki müzesine gittik

yan odadaki avukat

nasıl geçti

velet

ona çok kızdım

yan odadaki avukat

haydaaa|

annem iyi geçti demişti|

neden?

velet

ilk kez annem olduğunu hissettim

bu yaşta olmaması gerekiyordu

yan odadaki avukat

minik bebek|

insanlar değişir taehyung

onun da düşüncelerinin değiştiğini söylemiştim

velet

evet ama bunu birebir yaşamak çok ayrı

yıllardır onun için görünmez biriyken

şimdi beni görmesi çıplak hissettirdi

yan odadaki avukat

ama iyiydi?

velet

evt

iyiydi

ona jungkook’tan da bahsettim

yan odadaki avukat

bi dur be velet bi dur

kadın daha yeni yeni sınırlarını genişletiyor

hemen yüreğine indireceksin

velet

bir şey diyeyim mi

olumlu karşıladı??

yan odadaki avukat

şokta olabilir mi acaba

velet

yoo gayet beraber yaşıyoruz sevgilim falan dedim

hatta beni almaya geldiğinde de gördü

yakışıklıymış falan da dedi

iyi hissettiriyorsa güzel de dedi

senin aksine ferihalık yapmadı yani

yan odadaki avukat

bana dangalak dediğini de söyledin mi

velet

şhhh

öyle bir şey yok

yan odadaki avukat

babama da öyle söylersin

velet

BABAMI BU İŞİN İÇİNE KATMA SENİ ÖLDÜRÜRÜM

yan odadaki avukat

yalvar

velet

hyung ciddiyim

babam daha bilmiyor

ve şu an buna hiç hazır değilim

yan odadaki avukat

zaten kabul etmeyeceği için bilmesine de gerek yok

velet

öyle söyleme

jungkook’u kabul etmemesi için

hiçbir neden yok

yan odadaki avukat

ben bir sürü neden bulurum merak etme

velet

hyung sana bir şey diyeyim mi

umarım öyle bir durumda kalırsın ki

jungkook’un iki dudağı arasından çıkacak

tek kelime için kıvranır durursun

yan odadaki avukat

anca rüyanda görürsün onu

ölürüm ama yine de o dallamaya muhtaç olmam

velet

bizimkilerin büyük söz söylemekle ilgili bir deyimi var

ama söylemeyeceğim yaşayınca görürsün

yan odadaki avukat

aynen 👍🏻

duruşmaya gireceğim

başka diyeceğin bir şey yoksa gidiyorum

velet

para at

açım yemek yicem

yan odadaki avukat

endaksi paşam

başka isteğin var mı

velet

var

sevgilimin diline düşmen

yan odadaki avukat

tamam 👌🏻

yemek yiyelim

annem sen ben

velet

anneme bu sefer ben sorabilir miyim 🥺

yan odadaki avukat

kararlaştırdığınızda zamanı söylersin

velet

timamm

***

alfacık 💖

dersinin bitmesine ne kadar kaldı

sarı şeker 🌼

on beş dakika falan

neden sordun

alfacık 💖

birazcık özledim de

sarı şeker 🌼

sadece birazcık mı

alfacık 💖

evet

o yüzden fakültene geldim

kafeteryanın orada sigara içiyorum

sarı şeker 🌼

keşke ☹️

alfacık 💖

keşke mi

kafeteryanın orada sigara içiyorum diyorum

sarı şeker 🌼

eğer geldiysen|

seni fakültenin ortasında|

öyle bir öpeceğim ki şok olacaksın|

ciddi misin şaka mı yapıyorsun

alfacık 💖

 

ResimLink - Resim Yükle

 

gayet ciddiyim güzelim

çıkmanı bekliyorum

sarı şeker 🌼

birazcık özledim diye fakülteme geliyorsan

çok özlediğin halini düşünemiyorum

alfacık 💖

kafayı kırardım muhtemelen

sarı şeker 🌼

senden önce ben kırardım kafanı

birbirimizi çok özleyeceğimiz duruma gelmeyelim lütfen

alfacık 💖

ama eğer gelirsek|

beni hala seviyor olur musun|

öyle bir şey olamaz merak etme

sarı şeker 🌼

bir anda neden kötü hissettim|

bir şey yok değil mi

ResimLink - Resim Yükle

 

 

alfacık 💖

kötü hissediyorum ve bunu durduramıyorum|

eğer başarabilirsem sana anlatmak istiyorum|

çıkışta seni bir yere götüreceğim

sarı şeker 🌼

nereyeymişş

alfacık 💖

sürpriz

sarı şeker 🌼

ya hayır

YA ÇATLARSAM

alfacık 💖

on beş dakikaya çıkıyorsun zaten

öğreneceksin

sarı şeker 🌼

ama nasıl odaklanmamı bekliyorsun ki şimdi

fakülteye bile gelmişsin çok merak ettim 🥺

alfacık 💖

olmaz

sarı şeker 🌼

küserim

alfacık 💖

öperim ben de

sarı şeker 🌼

yaaaaaa ama askım lütfen

(köpek yavrusu bakışı atıyorum)

alfacık 💖

yanımda olmadığın için pek etkilemiyor

ama zaten çıkacaksın şimdi güzelim

sabret

sarı şeker 🌼

of iyi tamam

ama ya

bari ipucu verseydin

alfacık 💖

bursum yattı

sarı şeker 🌼

para harcayacağımız bir şey yapacağız

ama zaten her şey para

alfacık 💖

🤐

sarı şeker 🌼

BİTTİ

GELİYPRUM

***

Resim çantamın içine ne koyduğumu bile önemsemeden eşyalarımı tıkıştırıp ceketimi kaptığım gibi etrafa çarpa çarpa atölyenin çıkışına koşturdum. Odağımda sadece fakülteden çıkıp Jungkook’a ulaşmak olduğu için gözüm hiçbir şey görmüyordu, görmemesini geçtim Jimin’in yavaş olmamla ilgili bir şeyler söylediğini fark ediyordum ama o an her şey bir uğultudan ibaretti benim için.

Merdivenlerden inip doğruca öğrenci işlerinin önünden çıkışa yöneldim ve kafeteryaya döndüm. Tam köşede sigarasını söndürüyordu ve boş olan elinde de renkli renkli çiçekler vardı. Dudak büküp adımlarımı ona doğru hızlandırdım ve o da eliyle koymuş gibi bana döndüğü anda gözlerimin içine baktı, dudakları iki yana kıvrıldı. Ne olursa olsa yakınına adım attığım anda beni hissettiğini görmek kalbimi çarptırıyordu.

Yüzümdeki kocaman gülümsememe engel olamadım ve son birkaç adım kala kollarını açınca sadece sarılacağımı sanmıştı ama hayır, bir elimi yanağına diğerini de ensesin götürüp dudaklarımı hayalini kurduğum şekilde dudaklarına bastırdım.

Kolları belimi sıkıca sardı ve ben de parmaklarımı çenesinde dolaştırıp nefessizce öptüm onu. Ancak çok uzun tutmadım, feromonlarımın kontrolden çıkmasına yakın alt dudağını çekiştirerek ayrıldım. Aslında uzun da tutabilirdim, artık etrafımdaki insanlardan çekinmiyordum ama omegamın bu sıralar kıpır kıpır oluşu yüzünden duramamaktan korkuyordum.

Jungkook bir elini belimden çekmeden diğeriyle hızlıca yüzümdeki tutamları kulağımın arkasına ittirdi “Sen de beni birazcık özlemişsin sanırım.”

“Birazcık…” dedim başparmağım ve işaret parmağımı ona göstererek. Jungkook gülerek parmağımı öptü ve onu öpmemden önce elinde tuttuğu renkli bahar çiçeklerini bana doğru uzattı “Al bakalım.”

Bahar geldiği için kampüsün içi rengarenkti ve her gördüğü çiçeği bana getirmeye and içmiş gibi beni almaya geldiğinde mutlaka elinde bir dal bile olsa çiçek oluyordu. Bu sefer de fakültenin karşısındaki çimlerden topladığı renkli renkli yaban çiçekleri vardı ve onları küçük otlarla minik bir buket şeklinde tutturmuştu. Büyük olmayan her çiçeği hep kulağımın arkasına iliştirdiğinden bunu yapması için hafifçe dönüp bekledim ve yaptığında ben de rutini koruyup onu yanağından öptüm. Ardından da ellerim boynuna sarılı bir şekilde geri çekilip heyecanla sordum.

“Evet şimdi çabuk söylüyorsun, nereye gidiyoruz?”

“Çok sabırsızsın omega.”

“Sen de lafı çok dolandırıyorsun. Söyle işte.”

“Kardeşim siz aynı evde yaşamıyor musunuz sabah akşam mıç mıç. Yeter oynaştığınız.”

Atölyeden o kadar hızlı çıkmıştım ki Jimin anca gelmişti ve geldiği gibi de göz devirerek laf sıkıştırmıştı.

“Sen sanki benden aşağı kalırsın.” dedim Jungkook’un göğsüne sırtımı yaslayıp kollarını kendime dolarken.

“Eskiden olsa haklısın derdim ama yatak odası hariç hiçbir yerde sevişmeyen bir adamla birlikte olduğum için bizim maksimum oynaşıp yiyişmemiz kapalı kapılar ardında. Adamı Seoul Shakers’da öpebilmek için depoya götürmem gerekiyor durumu anlıyor musun?”

Yakınarak yalandan ağlar gibi yaptığı haline kahkaha attım çünkü haklıydı. Namjoon hyung katıldığı etkinlikler harici çok fazla sosyal değildi ve sanırım bu hayatta aynı ortamda çok fazla sohbet ettiği tek kişi de Jimin’di. Jimin’in aksine daha sakin oluşu ilişkilerine de yansıyordu ama omeganın her daim flörtleşmeye meyilli oluşunu durdurmak biraz zordu. Ama kesin olan bir şeyi söylemem gerekirdi ki, kesinlikle ruh eşi olmalarının sebebi birbirleriyle uyumlu oluşlarıydı, dengeyi bir şekilde sağlıyorlardı ve Jimin, gerçekten çok mutluydu.

Jungkook çenesini başımın üstüne koyarak “İyi yönden düşün, Namjoon hyungu orada öpebiliyorsun. Bunu yapabiliyor oluşu bile bizim için bir mucize.” dediğinde ben de hemen onayladım.

“Ayrıca sohbet ederken tebessüm de ediyor. Tanıştığımızdan beri hiç görmemiştim.”

“Off demeyin şöyle şeyler yükseldim bak, çiçeğim benim ya.” Jimin sanki ona sarılıyormuş gibi kollarını kendine dolayıp sallanırken Jungkook’un arkamdaki bedeninin kasıldığını hissettim ve artık nasıl bir ifade takındıysa Jimin’in gülen ifadesi kesilmiş arkasına dönüp bakma gereği duymuştu. O arkasını döndüğünde benim de gözüm doğal olarak baktıkları yöne takıldı. Şerefsiz herif, hiç utanması yokmuş gibi doğruca bana bakıyordu. Birbirimizi dövdüğümüzden beri fakültede gözlerini hep üzerimde hissediyordum ve özellikle Jungkook’un yanımda olduğu anlarda ona bakarak yüzüne iğrenç bir tebessüm konduruyordu. Ve bunu bariz bir şekilde hiçbir çekincesi olmadan yapıyordu.

Yine aynısını yapmıştı, gözleri üzerimde dolaştırıp Jungkook’a bakarak tebessüm etmişti. Bunu yaptığı anda Jungkook’un feromonları keskinleşti ve çikolatalı feromonlarının altından yükselen acı bitter kokusu sertçe yayıldı. Telaşla ona döndüm ve yüz hatlarının kasıldığını görerek elimi yanağına yasladım, diğer elimle de elinin tutup çekiştirdim “Alfa, sakin ol.” dedim ama bakışları öyle bir kitlenmişti ki beni duymuyordu bile.

Hiçbir olaya karışmamasını, zarar görmemesini istiyordum ancak Suho’ya bakarkenki yırtıcı görünüşü tam tersini gösteriyordu ve bu beni telaşlandırmıştı. Dudaklarımı büzüp Jungkook’u yeniden çekiştirdiğimde Jimin cıklayan sesle “İt herif.” diye araya girdi.

Jungkook da gözlerini onun üzerinden çekmeden buz gibi bir öfkeyle cevapladı “Ağzını kıramadığım her gün ondan biraz daha nefret ediyorum.”

“İnan bana değmez. Elemanın rahatsız edicilik seviyesi crocks terliğin içine giren çakıl taşı gibi. Düşsün diye ayağını sallıyorsun ama yürüyünce düşmediğini anlıyorsun.”

Fırsat bu ya, ben de hızlıca girdim konuşmaya “Kesinlikle değmez. O yüzden gidelim hadi… Dersim de bitti, burada durmanın anlamı yok.”

Jungkook’un gözlerine gözlerimi kırpıştırarak baktım ve bana baktığında, yanağına bir öpücük kondurarak devam ettim “Sürprizi merak ediyorum, lütfen gidelim.”

Jungkook derince nefes aldı ve sakinleşmek adına gözlerini kısaca kapatıp başını salladı ve kolunu belime sararak dudağımın köşesinden öpüp geri çekildi. Sonra da Jimin’e bakarak sordu “Seni de geçerken bırakalım, Mingyu’nun arabasını ödünç aldım.”

Jimin başını iki yana hayır anlamında salladı ve yüzünü buruşturarak midesini tuttu “Yok, ben biraz yürüyeceğim. Boya kokuları midemi bulandırdı, arabaya da binersem iyice çalkalanırım.”

Kısa bir vedalaşmadan sonra Jimin’e hoşça kal diyerek fakültenin otoparkına yürüdük. Yürürken elim Jungkook’un avcunun içindeydi ve sımsıkı tutuyordu. Gergin olduğunu bildiğimden onunla tatlı tatlı konuşmayı ihmal etmedim. Koluna yaslandım, tutuştuğumuz ellerimize diğer elimle destek verdim. Bunları yaptıkça feromonları yumuşadı ve dudaklarının köşeleri hafifçe kıvrılmaya başladı arabaya ulaştığımızdaysa artık tamamen eski haline dönmüştü.

Hızlıca yerleşerek kemerimi taktım ve hevesle ellerimi çırpıp oturduğum yerde Jungkook’a döndüm “Evet, ne yapıyoruz şimdi, sürpriz ne!”

Arabanın içine neşeli gülüşünü doldurdu ve bana ışıldayan gözlerle baktı “Gidince göreceksin.”

“Gidiyoruz zaten, söyle işte.”

“Olmaz.”

“Ya lütfen, lütfen, lütfen, lütfen…”

Vitesi tutan elini kapıp dudaklarıma götürerek öpücüğe boğarken Jungkook çoktan arabayı çalıştırmış ve okulun alt kapısından çıkmıştı. Ancak hiçbir şey söylememeye yemin etmiş gibi yine geçiştirivermişti.

“Bir saat sabret.”

“Bir mi?! O zaman söylemen gerek o kadar saat bekleyemem.”

“Beklersin beklersin.”

“Gerçekten gıcık birisin.”

Elini ittirip kollarımı göğsümde birleştirerek küsmüş gibi yaptım ama Jungkook oralı bile olmadan yanağımdan makas alıp “Ben de seni seviyorum güzelim” deyip güldü ve elini bacağımın üzerine koyarak sordu “Ne yaptın bakalım bugün anlat.”

Normalde olsa dudak büzüp susmaya devam ederdim ama günün belki de en sevdiğim saati onunla olmadığım zamanlarda yaptığım şeyleri dinlemesiydi. Bazen saçmalıyordum bazen birilerine sinir oluyordum bazen de o kadar çok konuşuyordum ki çenem ağrıyordu ama o beni hep ilgiyle dinliyordu. Bu yüzden koltukta ona doğru dönüp beni sınıfta düşünceleriyle sinir eden bir omegayı anlattım.

“Of bugün sinir oldum sınıftaki bir omegaya, atıştık derste.”

Jungkook direksiyonu sola doğru kırarmen dudaklarının kenarı kıvrıldı ve bir saniyelik gözlerini bana çevirip yola geri baktı “Güzelim atışmadığın bir ders var mı? Bu sefer ki ne içindi?”

“Portre.” dedim ama konunun bu kadar basit olmadığını fark edip daha detaylandırdım “Yani teknik olarak portre değil aslında, konu sanatta ruh mu önemli yoksa teknik mi önemliydi bunu tartıştık. Çok bilmiş bir çocuk da teknik zırvalıklardan bahsetti.”

“Nasıl bir teknik?

Düşündükçe öfkeleniyordum bu yüzden yerimden kıpırdanıp kaşlarımı çattım “Portre üzerinden gideceğim anlaman için çünkü derste de öyle konuştuk. Çocuk portrede esas olanın yüzde hata olmamasını oran ve orantının kusursuz olup birebir benzemesini savunuyor.”

“Doğru olan da bu değil mi, sonuç olarak yüzü doğru çizmeye çalışmıyor musunuz?”

“Ya hayır!” sesimi yükseltip huysuzca elimi kucağıma vurdum “Ondan bahsetmiyorum, oran-orantı tabii ki önemli ama resim çizmek bundan ibaret değil ki. Özellikle de portre için, çünkü portrenin bir ruhu var. Birebir çizmek istesem bunu yapabilecek bir makine var zaten. Fotokopi çekerim olur biter. Ama sanat böyle bir şey değil işte.”

“Kızma güzelim. Demek istediğim şey o değildi, yüzdeki kırışıklıklar, dudak kıvrımları ve diğer detayları çizmek de zaten tekniğin bir parçası değil mi? Çocuk çok da boş konuşmamış gibi geldi.”

Gözlerimi devirdim “Öyle ama onun amacı bu değildi. Doğruca portrede hayal gücü kullanmanın doğru olmadığını, sanatçının buna kapılarak gerçeği unutabileceğini savundu. Bak yine sinirlendim, aptal, nasıl böyle bir şey söyler, onu öldüreceğim! Boşuna alttan almıyor zaten dersi bak, bir sebebi varmış işte.”

Alfa kıkırdayarak gözlerini bana çevirdiğinde eliyle hafifçe çenemi okşadı ve “Nasıl sinirlendirmiş seni, şuraya bak. Baya hararetli geçmiş tartışmanız, ateş çıkacak gözlerinden, merak ettim şimdi keşke orada olup o omegayı izleyebilseydim.” diyerek son söylediği cümleyle kendi topuğuna sıktı.

“Pardon?” diye ciyaklayarak koltukta dikildim ve gözlerimi açarak Jungkook’a doğru eğildim “Kimi izliyorsun sen?”

“Öyle demek istemedim yavru-”

Hızlı açıklamasını aynı hızla böldüm “Öyle dedin ama? O omegayı izleyebilseydim dedin.”

“Yav dedim de o anlamda değil. Sen onunla kavga ederken perişan oluşunu izlemek isterdim anlamında. Seninle gurur duyardım.”

“Bırak ya, döndürme şimdi. İzleyemezsin hiçbir şekilde, mahvederim seni başka omegalara bakarsan.”

Direksiyonun başında dudaklarını kıvırdı ve yaramaz çocuklar gibi gözleri parlayarak “Sen bir kıskandın sanki hm?” dedi.

“Kıskanacağım bir durum mu var, neden kıskanayım?” derken kıskandığım belliydi ama bunu kabul etmeyecektim tabii ki.

“Yok tabii ki yavrum. Neden kıskanasın ki, benim gözüm senden başkasını görmüyor merak etme.”

“Bence de.”

“Devam et hadi, dinliyorum.”

“Neyse işte,” diyerek omuz silkip tartışmanın kalanını anlattım “Ben de ona eğer ruh yoksa sadece iyi bir kopya yapmış olurum o zaman dedim. Çünkü bence bir insanın portsesi bir anı, mutluluğu, üzüntüyü, heyecanı, geçmişini ve diğer duyguları da taşımalı. En azından ben bir portreye baktığımda tüm hikayesini hissedebildiğim bir insan görmeyi bekliyorum, makine değil.”

Jungkook’un kırmızı ışıkta durduğunda bana birkaç saniye bakarak “O omegaya tam olarak katılmıyorum ama tekniğin de önemli olduğunu düşünüyorum.” dedi ve ışığı kontrol etmeye geri döndü.

Yani, düşüncesel olarak belki haklı olabilirdi ama benim düşünceme biraz ters düşüyordu bu yüzden “Benim için bir resmin değeri çizgilerin oranında değil, bana dokunmasında saklı. Aptal omega, umarım yine kalır.”

“Peki savaşı kim kazandı?”

“Kimse.” derken yüzümü buruşturdum “Sanat sanat için-sanat toplum için tartışması gibi bir şey oldu. Ama bence, yani gördüğüm kadarıyla profesör düşüncelerimden etkilendi.”

“Omegam yine herkesi büyülemiş desene. Seninle gurur duyuyorum uzat bakayım yanağını.”

Sırıtarak oturduğum yerde hafifçe ona doğru eğilip yanağına sesli bir öpücük kondurdum, sonra söylemese de dudağından hızlı bir öpücük çalmayı ihmal etmedim.

Konuşurken dışarıya pek dikkat etmemiştim ama gün batmaya yaklaşmış bütün Seul’ü turuncuya döndürmüştü. Seul demişken, Seul çoktan çıkmıştık ve Gyeongin otoyolundan devam ediyorduk ancak hala nereye gittiğimizi çözemediğim için tabelalara bakmaya devam ediyordum.

İlgiyle çözmek için yola odaklandığımı anlayınca “Birazdan çözersin.” diyerek sağdaki çıkışa yöneldi ve sessizce arabayı sürmeye devam etti. Öyle söyleyince tabelalara daha dikkatli baktım ve biraz bekledim, sonra karşımıza çıkan ilk tabelayı okudum.

Yeongjong Adası

Yeongjong Köprüsü

Incheon Uluslararası Havalimanı

“Yeongjong’a mı gidiyoruz?” dedim heyecanla ona dönerek ama ondan sadece gülümseme dolu bir ifadeyle sakin bir cevap aldım.

“Evet ama orada bir yere gidiyoruz.”

“Nereye? Havalimanı? Yok o çok saçma olur, hm… Bildiğim pek bir yer yok orada aslında ama… Bekle,” daha da heyecanlandığım için hızlıca düşünüyordum bu yüzden mantıklı olsun ya da olmasın dilime gelen her şeyi sıralıyordum ancak son anda, burslar yatınca yapmamızı istediğim şeyi ona mesaj attığımı, birkaç kere de dillendirdiğimi hatırlayınca gözlerim büyüdü ve refleksle Jungkook’un vitesteki eline yapıştım. Sahile gidiyorduk, cidden sahile gidiyorduk çünkü burslar yatınca birlikte vakit geçirmek, sahilde dolaşmak en çok istediğim şeydi.

“Ciddi misin?”

“Bilmem, sen söyle.”

“Alfa…”

“Güzelim…”

“Gerçekten mi, şaka yapmıyorsun değil mi? Bak sahile gitmiyorsak çok üzülürüm ve seninle asla konuşmam.”

“Peki ya gidiyorsak ne yapacaksın?”

Köprünün üzerinden bile görünen gün batımına keyifle bakarken ona vereceğim cevap aklımdan uçtu gitti çünkü resmen büyülenmiştim. Muhteşemdi, turuncunun her tonu gökyüzüne yayılmıştı güneşin okyanusa değdiği yer derin bir yansımayla sanki bize doğru akıyordu. Benim için büyülü bir andı, Seul’de annemin evinde yaşarken Han nehrine bakan evimizde de güzel bir manzara vardı elbette ama bu bambaşkaydı.

Denizin bahar rüzgarıyla yükselttiği dalgalar gözden kaybolana kadar ellerimi cama yaslayıp sessizce izlemiştim. Jungkook da bu sessizliğe kocaman bir gülümsemeyle eşlik etmişti.

Birkaç dakika sonra Eurwangni sahiline saptığımızda Jungkook arabayı tam sahile bakan alana park edip arka koltuğa uzandı ve üzerimdekinden biraz daha kalın bir ceket verdi bana “Sahilin havasını kestiremediğim için daha kalın bir şey alayım dedim.”

Üzerindeki ceketi çıkartıp hızlıca giydim ve uzanıp yanağından öperek arabanın kapısını açtığım gibi sahile birkaç adımla sahile başlangıcını oluşturan kumlara ulaştım.

Denizin kokusu anında ciğerlerime doldu ve dalgaların oluşturduğu o düzenli ses melodik bir ritimle kulağıma ulaştı. Ufukta ise hala turunculuklar vardı. Bahar esintisi ise saçlarımı hafifçe yüzüme dağıtıyordu ama asla ittirmekle uğraşmak istemedim, sadece durdum ve bekledim.

Jungkook’un sıcak elleri ellerimden birini kavradığında oma daha yakın olabilmek için elimi çekip kollarımı doğruca boynuna doladım, o da belimi kavramakta gecikmedi.

Sağ taraftan vuran gün batımının ışığıyla yüz hatlarını daha da belirginleşmiş, onu bir filmin final sahnesindeki baş rol oğlan gibi göstermişti. Büyüleyiciydi yani, yüzüne daha önce gördüklerimden daha parlak bir gülümseme kondurmuş bir şekilde bana bakarken ona bu şekilde yakın olabilmek, sevgisine maruz kalmak harika hissettiriyordu. Bu yüzden de içimde ona karşı beslediğim duygular göğüs kafesimi zorluyor, kelimelerim tarif etmeye yetmiyordu.

Belimdeki eliyle yüzümü kamçılayan asi sarı tutamları tutarak arkaya atıp sabitçe tuttuğunda bana “Ne yemek istersin? Et de yiyebiliriz ama deniz ürünleri daha lezzetli oluyor burada.” diye sordu.

Omuz silkip dudak büktüm hemen “Hiç fark etmez. Sadece bu manzaradan uzaklaşmayalım yeter.”

“Seul’e ilk geldiğimizde büyük bir gezi yaptık annem ve ablamlarla. O zaman geldiğimizde çok iyi bir restoran vardı, deniz ürünleri resmen beş dakika önce çıkarılmış kadar tazeydi.”

“Oradan yiyelim o zaman. Zaman kaybetmeden gidelim de karanlık çökmeden döner manzaranın tadını çıkarırız.”

“Bence şöyle yapalım,” beni kendinden hafifçe uzaklaştırdı ve yüzünde bilmiş bir ifadeyle konuşmaya devam etti ”Sen arabadaki battaniyelerle pick upın arkasını hazırla. Ben de yemekleri alıp geleyim sahile karşı manzarada yeriz?”

O söyledikçe kalbim daha da heyecanla çarptı ve el çıkarparak “Çok iyi olur, hatta mükemmel olur!” deyip arabaya koşturdum.

Jungkook hemen ileride, eliyle gösterdiğinde bile görebildiğim restorana gidip yemekleri alacağını söylediğinde ben çoktan battaniyeleri çıkartıp sermeye başlamıştım bile. Önce açık rengi yaydım, sonra üstüne koyu rengi ve en son yemek yerken dökersek diye de bir sofra bezi yaydım.

Ardından henüz pimleri çekilmemiş sıcak su torbalarını ulaşabileceğimiz uzaklığa yerleştirip pick upın karşılıklı iki ucuna da sırtımızı yaslayacağımız yastıkları yerleştirdim Tüm bunların yaparken gözlerim sık sık denize kayıyor, dalgaların sesi eşliğinde etraftaki diğer sesleri dinleyerek kendimi rahatlatıyordum.

Yaklaşık on beş dakika sonra Jungkook kocaman gülümsemesi ve elinde tuttuğu bir dünya poşetle koşarak yanıma geldi. Torbayı kenara bırakıp her bir paketi hızlı hızlı bana uzatırken bu kadar çok şey almıştı ki “Biraz fazla değil mi bunlar, hepsini yiyebilecek miyiz?”

“Ben bunları yerim sonra bir de seni yerim merak etme.”

Gülerek kabuklu ızgaraları, karides çorbasını, kimbapı, kaya istiridyesini ve marine edilmiş kalamarını önümüze dizerek kapakları açtım. Jungkook da bu sırada ayakkabılarını çıkarıp tam karşıma oturmuş, yemek çubuklarına marine kalamarı alarak bana uzatmıştı.

Gözlerinin içine kadar gülerek “Şunun tadına bakman lazım.” dediğinde beklemedim. Uzattığı lokmayı alıp peşinden de bir kaşık pilav yedim. Ağzımda dağılan tat o kadar muhteşemdi ki yüzünden mutluluğu saklamak ve nefis olduğuna dair mırıltı çıkarmamak çok zordu

“Değil mi? Dediğim kadar varmış.”

O kadar güzeldi ki baş sallamakta yetinip kalan lokmaları ağzıma tıkıştırmaya başladım. Jungkook da benim aksime ilk lokmasını yediğinde kaşlarını çatıp minik minik, sanki öfkeliymiş gibi mırıltılar çıkarmıştı. İkimizin verdiği tepkiler farklı olsa da bayıldığımız o kadar belliydi ki bir süre sadece karşılıklı mükemmelmiş, şuna da bak, bu ikisi efsane ikili deyip durmuştuk.

Ama sonra midelerimiz dolmaya başladı, yeme hızımız azaldı ve en sonunda tükenip kapaklarını kapatarak toparlandık. Her şeyin toplu olduğundan emin olduktan sonra da bağdaş kurup oturduğum yerden etrafı izledim.

Tıpkı bizim gibi yemek yiyen insanlar artmıştı, biraz ileriden gitar sesi geliyordu ve sahilin bize uzak kısmında da ufak bir ateş yakılmıştı. Tam ileride ise bir çocuk, mısır kemiriyordu. Herkesin yüzünde mutlu bir ifade vardı.

Derince bir nefes aldım ve beresini çıkartarak kucağıma başını koymuş Jungkook’un saçlarına parmaklarımı dolayarak oynarken “Biliyor musun?” dedim gözlerimi sahilden ayırmadan “Uzun zamandır sahile gelmek istiyordum ama bu kadar iyi hissettireceğini düşünmemiştim.”

“Sahili bu kadar sevdiğini bilmiyordum.”

“Çocukluğum Daegu’da geçti, dağlarla çevrili kocaman bir vadideydik. Annemin hep işi vardı, hyungla da gidemeyeceğimiz kadar uzaktı, sadece babam görevden geldiğinde o da senede bir iki kez giderdik deniz için Pohang’a.” derince bir iç çektim ve Jungkook’un halka küpeleriyle oynamaya başladım biraz da “Seul’e taşınınca da bir kere falan gittik onda da Seokjin hyung götürmüştü sonra da fırsatım olmadı.”

“Ne zaman?”

“Immm… En son lise sonda falan gittim herhalde.”

“O zaman bu yaz kesin Busan’a geliyorsun.”

“Baharda da geleceğim unutma.” derken Busan’dayken dönüştüğümüz ormanda açan çiçekleri merak ettiğim anda verdiği sözü hatırlatmıştım.

“Evlenince Busan’a taşınırız o zaman.”

Güldüm ve elimle susması için ağzını kapattım. O da elimi aldı, birkaç kez öpüp sıkıca tutarak göğsünün üzerine yerleştirdi.

Sanırım ilk kez böyle bir şey söylediğinde yanaklarım kızarmamış ve utancımı saklamak için ona vurmak gibi bir reflekse girişmemiştim. Bu yüzden garip hissettim. Nedenini bilmiyordum, anlayamıyordum da ama ağzım kulaklarıma varana kadar gülümsememi durduramıyordum.

Oturduğum yerde başımı pick upa yaslayıp yeniden okyanusa geri dönerek tuzlu havayı ciğerlerime doldurdum. Dalgaların sesini ve saçlarımın yüzüme çarpışının tadını çıkardım. Hayatımda ilk kez hiçbir kötü ihtimali, hiçbir kaygıyı ve hiçbir kavgayı düşünmedim. Tek bildiğim şey burada alfayla birlikteydim ve yanımda olduğu için mutluydum.

Bütün bu hislere sahipken birden, nedensizce içime bir huzursuzluk doldu, sanki alfadan bana doğru nefesimi kesecek kadar yoğun, acı dolu bir his aktı. Bu hislerle birlikte Jungkook’un bakışlarını üzerimde hissederek gözlerimi denizden ayırıp ona baktım. O da bana bakıyordu. Fakat biraz tuhaftı bakışları, neden o şekilde baktığını anlayamamıştım. Göğsünde soluklanan elimin altındaki sıcak teninden hissettiğim kalp atışları telaşla çırpındı. Dudakları sanki bir şey söylemek istiyor gibi aralandı ama sustu.

Bakışlarında yakaladığım şey görünmez bir bıçak gibi bana saplandığında bütün hücrelerimi, en önemlisi ruhumu paramparça etti. Omegamla acının ortasında kaldık aniden, kalbim biraz önceki saf mutluluğumun aksine şiddetle çarparak bütün dünyam başıma yıkılır gibi hissettim. Bakışları canımı yaktı ama en çok söylemek istediği şeyler her ne ise dudaklarından çıkmadan ruhumu parçaladı.

Göğsündeki elimi çekerek yanağına dokunmak için davrandığımda Jungkook bana engel oldu ve elimin üstündeki elini parmaklarım arasından geçirerek kendine daha çok bastırdı.

Neden böyle davrandığını ya da bana bakarken neden böyle baktığını ve ondan bana doğru akan bütün bu hislerin sebebini merak ettiğim için biraz tereddüt ederek sordum.

“Neden bana öyle bakıyorsun?”

Hafifçe gülümserken gözlerindeki hüznü saklayamadı “Bakamaz mıyım? Omegam değil misin?”

“Öyleyim, omeganım… Sen de benim alfamsın.” derken bütün tatlılığımla üzerine doğru eğilip dudaklarından kısa bir öpücük çaldım “Ama öyle bakma.”

Belki biraz da olsa geçer diye öpüp gülümsemiştim ama bakışlarındaki o ifade değişmemişti asla.

Göğsü üzerindeki elimi sıkarak hafifçe gülümsediğinde bana “Bugün gerçekten mutlusun, değil mi?” diye sordu.

Hiç düşünmeden hızlıca yanıtladım “Mutluyum tabii.”

“Çok kere?”

“Çok çok kere.”

Jungkook kucağımdan kalktı ve dudaklarını benimkilerin üzerine hafifçe kapattı. Dudaklarının baskısı hafif ve nazikti, hareket ederken sanki sadece öpmüyor ruhuma dokunuyordu. Parmaklarından biri çeneme dokunup dudaklarının baskısını arttırdığında elimi bileğine sardım.

Dudaklarımı oldukça nahif bir yumuşaklıkla dudaklarımdan çekerek parmaklarını saçlarıma götürdü ve rüzgardan dağılmış olanları dikkatle arkaya ittirip gözlerimin önünden çekti. Biraz önceye göre artık daha iyi hissetmeye başladım çünkü bakışları artık hüzünden çok sevgiyle parlıyordu.

“Seninle sonsuza kadar burada, bu anın içinde kalırdım omega ama saat çok geç oldu ve bir saatlik yolumuz var.”

Sesi üzülmemi istemiyor gibi yumuşak ve orta yolu bulmaya çalışır gibi çıkmıştı ama tam aksine, üzülmemiştim. Yanımda olduğu her an mutluydum ve eve gittiğimizde de yanımda olacağını bildiğim için okyanus ya da herhangi bir yer sadece mutluluğuma mutluluk katardı.

İki elimle yanaklarımı tutup burnumla burnunu dürterken kıkırdadım ve ona “Endişelenmene gerek yok, bugün o kadar mutluyum ki hiç üzülmüyorum döneceğimiz için. Hadi toparlanalım.” diyerek ayaklandım.

Önce battaniyeleri silkeleyip katladık, arta kalan yemekleri arabanın arkasında koyduk ve kalan atıklarımızın hepsini ayrıştırıp çöp poşetlerine doldurarak sahilin kenarındaki geri dönüşüm kutularına attık. Ardından da arabaya geçtik.

Ben kemerimi taktım, Jungkook da arabanın içinde kalkmadan önceki hazırlıklarını yapmaya başladı. Onu izlerken biraz önce hissettiğim hüzün yeniden ortaya çıkarak içimi huzursuzlukla doldurdu. Jungkook’un gözlerine baktığımda neredeyse bütün duyguları ve hisleri görmüştüm ancak az önce gördüğümü hiç görmemiş olmak ne yapacağımı bilemememe neden olmuştu. Feromonlarındaki o küçücük his bile neşesinden farklı, daha ağır ve daha derindi.

Eliyle aynaya bakıp boş su şişesini arkaya atarak kemerini takmak için uzandığında kendi kemerimi hızlıca çözdüm ve Jungkook’u ensesinden tutarak kendime çektiğim gibi öptüm. Şaşırmasına fırsat bırakmadan, tıpkı onun her zaman benim için yaydığı feromonlar gibi bu kez ben onun için kullandım. Onu sakinleştirmek ve aklında her ne varsa yok etmek istedim.

İlk başta yumuşak bir dokunuşla öpüp dudaklarını aralamasını sağladım ve alt dudağını emerek nefesini kestim. Sonra dilim diline dolandı, ıslak öpüşmemizin sesleri arabanın içini doldurarak daha da hararetlenmemize yol açtı.

Yakınlığımızın yeterli gelmediğini fark ettiğimde ise ensesindeki tutamları çekiştirip koltuğun üzerinde dizlerim üzerine kalktım ve kucağına doğru gitmek için omzundan ittirdim. Kolları anında belime sarıldı bedenlerimizi birbirine yapıştırdı.

Dudaklarımız bir ayrılıp bir kavuştu, dilim diliyle ıslakça dans etti. Nefeslerimiz o kadar sıktı ki bir an için aldığım soluğun yetersiz geldiğini hissettiğim anda kalçalarımı ona bastırıp hafifçe inleyerek ensesindeki elimi boynundan göğsüne doğru kaydırdım.

Kalbi ellerimin altında güçlüce atıyordu ve yaydığım feromonları kabul ettiği için arabanın içi vanilya ve çikolatayla harmanlanmıştı. Garip bir şekilde bu beni hem iyileşmiş gibi hissettirdi hem de acıtıyormuş. Ancak yine de, Jungkook’un hüznünün az da olsa düzeldiğini anlamıştım.

Nefes nefese kalmış bir halde dudaklarımı hareket ettirirken Jungkook kendini hafifçe geri çekti. Nefeslenmesi için birkaç saniye bekleyip tekrardan onu öpmek için dudaklarıma dokunduğumda ise bu kez iki parmağını alnıma bastırıp beni hafifçe ittirdi. Neden beni ittirdiğini anlayamayarak gözlerimi kırpıştırdım ve sorgular gibi baktım yüzüne.

“Bence durmalıyız.”

Açıkçası birazdan daha fazla şaşırmıştım çünkü ortada reddetmesi için hiçbir sebep görememişti. Bu yüzden inatçılık yapıp yeniden ona doğru uzandım fakat Jungkook yine aynı şeyi yaptı. Üstelik doğruca kendini çekmek yerine ağzımı kapattı.

Sinirle ellerini ittim “Red mi ediliyorum şu an? Anlamadım?”

“Hayır, sadece başkasının arabası diye duralım dedim.” derken hafifçe güldü ve elini yanağıma koydu “Sen kızgınlığa mı gireceksin acaba? Ondan mı böylesin?”

“Nasılmışım? Sadece kızgınlıkta mı seni öpmeye çalıştığımı ima ediyorsun?”

“Onu kastetmedim.”

“Bu sıralar çok fazla kast etmediğin şey söylüyorsun. Gözüme batıyor. Dikkat et.”

Jungkook’un gözleri hafifçe parladı ve eliyle beni göstererek “Tam olarak bundan bahsediyordum aslında.” dedi ve eliyle belimi sararak beni biraz kendine çekip boynumda öpücük kondurdu “Normalde asla hayır demem biliyorsun… Ama başka bir alfanın arabasında omegamın kokusunun kalacağını düşündükçe kafayı yiyorum.”

Kaşlarını kaldırıp beni ikna etmek ister gibi bir şekilde bakarken dudak büzdüm ve söylediklerini kafamda tarttım. Tam tersi olsa ve bir omeganın arabasında Jungkook’un feromonları kalsa muhtemelen arabayı yakacak kadar deliye dönerdim.

Alt dudağımı ısırarak iki yanımda soluklanan ellerimi Jungkook’un boynuna sararak parmaklarımı da ensesindeki tutamlara sardım. Ardından da ona bakmam için ısrarlı gözlerine çevirdim bakışlarını. Az önceki hüznün artık orada olmadığını, yerini yeniden parlak yıldızların aldığını görmek ve feromonlarındaki güzel çikolata kokusunu duymak içimi biraz da olsa rahatlamıştı.

Başımı hafifçe salladım “Sürekli haklı olmandan nefret ediorum. Çok gıcıksın.” diyerek onu son bir kez telaşsız bir şekilde öptüm. Sonra da isteksiz bir şekilde kucağından kalkarak koltuğuma oturup kemerimi bağladım. Gülerek o da kemerini taktı ve arabayı çalıştırdı.

Motorun çalışmasıyla arabanın içine hafif bir uğultu doldu ve önümüzdeki yolun bir tarafının aydınlık olmadığını fark ederek Jungkook’a döndüm “Bu normal mi?”

“Ne normal mi?”

“Farın biri çalışmıyor.”

“Ha evet,” derken bunu oldukça normal bir şeymiş gibi söylemişti “Sıkıntı olmaz biliyordum farın problemli olduğunu. Mingyu sanayiye götürecekmiş.”

“E ama çevirmeye takılırsak ceza yeriz?”

“Hallederiz merak etme.”

“Emin misin?”

“Bir kere de koşulsuz güven bana ve keyfine bak güzelim.”

“Ne yapayım ama belli oluyor sonuçta.”

Jungkook gayet rahat bir şekilde omuz silkip tekrardan olmadığını belirtti ama ben pek ikna olamadım. Ve tam da benim dediğim gibi, güzergahımızdan gidip Seul’e girdiğimiz anda çevre yolunda bir polis eliyle sağa çekmemizi işaret etti.

“Bak ben sana dedim işte gördün mü?” derken yerimde haklı olmanın verdiği sinirle ona döndüm. Kim bilir ne kadar geçireceklerdi cezayı.

Jungkook ehliyet ve ruhsatı çıkartırken bütün söylenmelerimi bana bağlayıp “Senin yüzünden oldu bu arada, kötüyü evrene gönderdin başımıza bela ettin hemen.” diyerek gayet sakin bir şekilde hareket ediyordu “Tamam, halledeceğim, sadece bana uyum sağla ve sakın konuşma.”

Polis memuru şapkasını düzelterek arabanın yanına geldi ve cama doğru eğilerek içeriye baktı, ehliyet ruhsatı istedi. Jungkook belgeleri uzattı ve memur kontrol ederken imayla sordu “Farlar ne iş gençler? Kör ebe mi oynuyorsunuz?”

Gerçekten açıklamasını merak ediyordum ama konuşmaya başladığında bu kadar profesyonel bir yalan da beklememiştim. Resmen şaşkınlıkla dinlemiştim yalanını, bu kadar kısa sürede nasıl uydurmuştu aklım almıyordu.

“Memur bey kusura bakmayın, arabayı genelde sevgilim kullanıyor. Gündüz gözüyle fark etmemiş, omegaların dikkatsizliklerini bilirsiniz işte… Yarın ilk iş sanayiye götürecektim ama size denk geldik.”

Memur eğilip içeri baktı ve başını umutsuzca iki sana salladı “Bilmez miyim… Omegalar işte.” deyip ehliyet ve ruhsatı geri verdi “Dikkatli gidin, farları da yaptırın.”

“Tabii, iyi görevler memur bey.”

Jungkook arabayı sürüp çevirmeden uzaklaştğında koltuğumda oturmuş hala nasıl bir anda böyle yalan söyleyip de polisten kurtulduğunu düşünüp şaşkınlığımı sürdürüyordum. Bir yandan da omegaların araba sürüşüne laf attığı için de onu sağlam bir şekilde dövmek istiyordum.

“İnanamıyorum, yani… Kelimelerim kifayetsiz.”

Elimi ağzıma dayayıp şaşkınlığımı dile getirdim ve başımı iki yana sallayarak direksiyonun başında sırıtan sevgilime kınayan bakışlar attım.

“Yavrum ceza yememek için yalan sıkmam gerekiyordu, ne yapayım?”

“Omegaları genellediğin için yargılanman gerekiyor.”

“Sen yapacaksan olur.”

Elimle omzuna vurarak sırıttım ve saniyelik bile olsa bana baktığı için onu yola bakması için azarlamaktan geri durmadım. Ama neyseki sorun çözüldüğü için daha fazla uzatmamış, Jungkook’un sesimi baskılamak için açtığı radyodaki şarkıya onunla birlikte eşlik etmiştim.

Yola devam ettikçe şehrin içine girene kadar fazlasıyla eğlenmiştik. Aralarda sessiz kalmadığımız hiçbir an olmadı. Bazen ben ona bildiğim ve sevdiğim şarkılara eşlik ederek serenat yaptım bazen de o yaparak beni eğlendirdi. Yolun kıyısındaki ağaçlar, sokak lambaları ve şehrin yer yer göz alan ışıkları ritmimize uyum sağladı.

Eve varışımıza yirmi dakika kala ise bütün enerjimin tükendiğini hissetmiş gibi radyodan çalan şarkılar daha yavaş daha duygusal ve daha dinginleşti. Koltukta yan dönüp Jungkook’un koluna sarılarak şarkıya mırıltılı bir şekilde eşlik edişini izledim.

Uzun ve bukleli saçları gün boyu yediği rüzgardan biraz kabarmış ve dağılmıştı. Bu yüzden yüz hatlarını biraz yumuşak gösteriyordu. Dışarıdan vuran ışık ise burnunun ucunu, dudaklarının kıvrımını ve çenesini tek tek boyayarak güzel bir görüntü oluşturuyordu.

Bundan birkaç saat önce hissettiğim o keskin üzüntü onu terk ettiği için dudaklarıma bir tebessüm kondurdum. Arka plandan yükselen şarkının sözlerini ise ona izleyerek uykuya dalarken zihnimden tekrar edip durdu.

günlerim kötü geçtiğinde, beni güldürdün.

dünya sadece kendim olmaya çalıştığım için bana çok uzak geldiğinde, beni öyle sıkı tutardın ki kalbim canlanırdı

bu anın sonsuza kadar sürmesi için dua ediyorum…

***

 

ResimLink - Resim Yükle

 

5 beğeni

taehyungdegilim: Gün batımı, deniz ve alfam 💖

8 yorumun tümünü gör

jeon: herkes kendi manzarasına bakıyor

↳taehyungdegilim: sus öperim seni 🤭

↳jeon: öp diye zaten?

***

 

ResimLink - Resim Yükle

 

307 beğenme

jeon: bütün hayatımı bu gülüş uğruna savaşarak yaşayabilirim ❤️

8 yorumun tümünü gör

kthvante: seni çok kere seviyorum 💖

↳jeon: ben de seni çok kere seviyorum güzelim